MÜBADELEDEN ON YIL SONRA SELANİK İ ZİYARET BAKİ SARISAKAL
MÜBADELEDEN ON YIL SONRA SELANİK İ ZİYARET 4 Eylül 1934 Pazartesi: Gözümü açtığım zaman vapurumuzun hızını azalttığını hissettim. Demek Selanik e yaklaştık. Acele giyindim. Dışarıda fena bir hava ile karşılaştım. Şiddetli bir rüzgâr esiyor... Selanik in meşhur Vardar ı. Sema bulutlarla kaplı. İnce bir yağmur durmadan çiseliyor... Bir taraftan da rüzgâr denizin serpintilerini adeta yüzünüze fırlatıyor. Selanik Havanın bu hali, limana bu şekilde yaklaşış bana Selanik i ilk ziyaretimi hatırlattı. Fakat senelerden beri görmediğim şehir çok değişmiş. Büyük yangınlarla baştanbaşa harap olan Selanik, birçok mahallelerinde yeni baştan yapılmış gibi. Sahilde rıhtım önünde geniş bir mendirek arkasında büyük bir liman tesis edilmiş. Gümrük önünde rıhtıma yandan yanaştık amma ortalıkta kimseler yok... Liman pek tenha görünüyor, Ötede bir Sovyet posta vapuru ile bir iki küçük Yunan vapuru dizildi... Rıhtıma yanaştık amma bu tarafta iskele indirmediler, vapurun öbür tarafından inilecek ve karaya çıkmak için sandala binilecek. Bundaki maksat sandalcıların kazancını temin düşüncesi olmalı... Selanik
Yağmur böyle devam ederse pek yazık olacak, şehri gezmeğe çıkamayacağız. Bereket versin ki bir saat sonra bulutlar sıyrılmaya başladı... Güneş göründü ve bizim de yüzümüz güldü. Bir sandalcı ile pazarlık ettik. Altmış drahmiye yanı 75 kuruşa bizi karaya çıkaracak ve dönüşte tekrar gemiye getirecek. Polis dairesinde pasaportlarımızı bırakarak rıhtıma çıktığımız vakit saat onu bulmuştu. Selanik, yeni bir planla adeta yeniden kurulmuş. Bir aç büyük yangın şehrin bazı mahallerini baştanbaşa silmiş süpürmüş amma, bu suretle açık kalan yerlerde geniş caddeler, büyük meydanlar açılmasını kolaylaştırmış. Limanın bir tarafında Yugoslavya ya ayrılan serbest mıntaka, Balkanlar için mühim bir mahreç hizmeti görüyor ve buradaki tesisat gittikçe ilerliyor. Bir Amerikan şirketi de. Vardar ağzını temizlemek ve bataklıkları kurutmakla meşgul. Bu suretle şehirdeki Sıtma vakaları da azalmakta imiş. Vardar Frenk Mahallesi, Sabripaşa Caddesi şimdi o kadar değişmiş ki, buraların eski hallerini insan güç hatırlıyor ve yerlerini kolay kolay bulamıyor. Yeni yapılmış olan binalar içinde en ziyade Yunan Bankası ile Mediteranian Palas göze çarpıyor. Elektrikli tramvaya binerek şehrin içinde bir gezinti yaptık. Beyaz Kuleye kadar gittik geldik. Venediklilerden kalma bu kuleye Osmanlılar devrinde bir zamanlar, Yeniçerilerin burada imha edilmiş olmasından kinaye olarak Kanlı Kule denmiş. Bir aralık ta hapishane olmuş, şimdi burasını izcilere vermişler. Lîman ve gümrük etrafı şehrin iş mahallesidir. Burada bankalar ve mühim ticaret evleri arasında birçok tuhafiye mağazaları var, fakat gerek vitrinlerinin tertipleri ve gerek içerilerinin şeklii itibarıyla bunların büyük bir şehir dükkânından ziyade bir köylümsü halleri var. Fakat fiyatlar pek ucuz. Beyaz Kule,
Selanik Limanda birkaç saat Öğleye doğru vapura döndük. Yük almak vermek işleri çoktan bitirilmişti, yalnız tarife mucibince vapurumuz üç buçukta kalkacakmış. Nasıl vakit geçireceğiz diye düşünürken limana giren bir İngiliz donanmasının manevraları bizi hayli eğlendirdi. Beş denizaltı gemisi, bir kaç torpido ile bir erzak ve hastane gemisinden mürekkep olan bu filonun dar limanda manevra yapışı çok mahirane idi. Gemiler, yan yana dizilip yer aldılar. Hele muhabere çavuşlarının iki ellerindeki bayrakları indirip kaldırmak sureti ile kumandanın ve bunların emirlerini bildirmeleri süratle anlaşılıp yapılması, pek hoştu. Selanik Sabri Paşa Caddesi
Nihayet sandallar denize indirildi. Karaya çıkacak bahriyelilerin gemilerin yanından uzatılmış kalın direkler üzerinden birer birer ilerleyerek ip merdivenlerden aşağı sandallara atlamaları da pek eğlenceli bir temaşa oldu. Selanik körfezinden Ege denizine: Üç buçukta mendirekten çıktık ve güney batıya doğru yol aldık. Sabahtan beri esen Vardar rüzgârı yine esiyor... Hele Karaburun ile Vardar ağzı arasında körfezin en dar yerine yaklaştığımız vakit rüzgârın şiddeti ziyadeleşti. Karaburun u döndükten sonra körfezin en geniş kısmına geçmiş olacağız. Sahilde büyük bir dalyanın yüksek direkleri göze çarpıyor. Bir yarım daire çizerek cenubu şarkîye döndükten sonra Vardar ın tesir sahasından çıkmış olduk. Kesendire Yarımadası üzerinde Apanomi de mübadil Rumlar için yapılmış yeni bir köyün muntazam binaları uzaktan bir dama tahtası gibi gözüküyordu. Akşam sekiz buçukta Kesendire Burnunu döndük. Artık Ege Denizinde şarka doğru gidiyoruz. Hava büsbütün değişti. Baştan esen hafif bir rüzgâr gökyüzündeki bütün bulutlan dağıttı. Şimdi olgun bir mehtap her tarafı aydınlatıyor. Engin denize doğra uzanıp giden küçük gümüş mevcelerini seyre doyulmuyor... İki ay evvelki mehtabı da bu sularda geçirmiştik. İşte Longos Yarımadası nihayetindeki Drepano Burnu önümüzde. İki ay ne çabuk geçti. Bu müddet içinde ne uzun yolculuklar yaptık ve işte artık seyahatimizin nihayetine yaklaşıyoruz. Yarın sabah erkenden Kavala da ve öbür gün İstanbul da olacağız. Keşki dönüş için de bir şilep bulsaydık. Seyahatimiz belki biraz daha uzardı. Aynoroz önlerinde: Aynoroz 5 Eylül Salı. Sabahın ikisinde uyandım, hemen giyinerek güverteye çıktım. Vapurda nöbetçilerden başka herkes uykuda. Güvertede bu saatte ne işin var diyeceksiniz... Bu zaman da meydana çıkmamın sebebi Aynoroz u görmektir.
Dün akşam kaptan: Yarın sabah erken erken Aynoroz önlerinden geçeceğiz. demişti. İşte bu fırsatı kaçırmak istemiyordum. Ay ortalığı gündüz gibi ışıklandırıyordu... Ayayorgi Burnuna pek yakın geçtiğimiz için sahilin bütün güzelliklerini pek iyi fark edebiliyorum. Kestane ve meşe ormanları arasına gelişi güzel serpilmiş küçük küçük binalar seçiliyor. Bunlar hep dünyalarını terk etmiş papazların evleridir. Ara sıra yalçın kayalar üstüne oturtulmuş eski şatolar ve daha büyük manastırlar görüyorum.. İşte Dafni. Manastırların işlek iskelesi burası. Bir kaç binadan ibaret bir yer. Burnu döndük. Şimdi arkada 2000 metreye yaklaşan irtifaı ile Athos Dağı birden koca bir kalker yığını halinde göründü. Kuzeye doğra epey ilerleyerek Aynoroz u arkamıza alıncıya kadar güvertede kaldım. Sağ bordamızda Taşöz görünmeğe başlıyordu ki yorgunluğa daha ziyade dayanamadım ve bu güzel manzarayı kendi haline bırakarak kamarama döndüm... Kavala Limanında: Kavala Yedide Kavala limanında demirledik. Şehrin bir kısmı küçük bir yarımada üzerinde. Burada üstüste yığılı evler arasında en evvel göze çarpan yer, sahilde yüksek bir duvar üstündeki büyük beyaz bina idi. Zarif kubbeleri ve ahenkli kemerleri gözü okşayan bu bina Kavalalı Mehmet Ali Paşanın yaptırdığı bir medrese imiş. Yanı başında güzel bir Camii de var. Daha arkada, yarımadayı, asıl kara kısmından ayıran derin bir boğazın üzerine atılmış büyük bir sn kemeri görünüyor. Bu kemer ve daha ilerideki şu eski kaleler Venediklilerden kalma imiş. Vapur bu limanda çok kalmayacağı için karaya çıkıp şehri gezemedik.. Saat dokuzda demir aldık. Biz limandan uzaklaşırken başka bir vapur, Kavala ya yaklaşıyordu.
Kavala Öğleden sonra birde Taşözü sancak bordamızda gördük, ileride Samothraki görünüyor ve pek uzaklarda Lemnos hayal meyal seçiliyordu. Deniz çarşaf gibi dümdüz... Kaptan altıya doğru İmroz u tutacağımızı ve dokuzda Çanakkale den içeri gireceğimizi söylüyor. 1 Kavala 1 Akşam 4-6 Mayıs 1934, Faik SABRİ, İstanbul dan, Londra ya Şileple Bir Yolculuk