LİSELİLER 1 MAYIS TA DEV-GENÇ SAFLARINDAYDI!



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

ERASMUS BAHAR DÖNEMİ Accademia della Moda İtalya DİDEM ALTUNKILIÇ

TÜRKÇE DERSİ GÖRSEL OKUMA TESTİ Kubilay ORAL

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir.

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

MEMURUN HAYATI BORÇ ÖDEMEKLE GEÇİYOR! Yazar Editör Pazartesi, 20 Ocak :48

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

Cumhuriyet Halk Partisi

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

E-demokrasi Projesi Anket Sonuçları

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

1.Aşama (Cüzdanını doldurmaya başla) Para kazanmanın birçok yolu var. Bu yolların hepsi birer altın kaynağıdır ve işçiler bu kaynaktan

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

E-demokrasi Projesi Anket Sonuçları

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

2- Takside. Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

Üniversite Gençleri İçin E-Demokrasi Projesi Anket Çalışması

2. En başarılı olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri? 3. En başarısız olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri?...

Örnek Tarot Okuması

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

2015 KIZILAY Haftası İlköğretim sınıf Takdimci El Kitabı


CHP İşveren Sendikaları ve Meslek Birlikleri Genel Başkan Yardımcılığı

ALİ ÇAVUŞ: KİMİN IRKÇI OLDUĞUNU HEPBİRLİKTE GÖRDÜK Salı, 13 Aralık :23

Cumhuriyet Halk Partisi

Beğenin beğenmeyin: Yalçın küçük bunları yazıyor.

KUZEY KIBRISTA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ MEVZUATI

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Diğer: Diğer:... Diğer:...

İngilizce de duygu anlamına gelen "emotion" kelimesinin üstünde biraz durursak, motivasyon kavramını daha iyi anlayabiliriz.

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

2016 Ocak Ayı / İşçi Aileleri Nasıl Geçiniyor? İSİG Meclisi

Kadına Yönelik Şiddet

ÇALIŞAN MEMNUNİYETİ ANKETİ

ENSAR VAKFI EĞİTİM PLATFORMU (EVEP) SEMİNER ATÖLYESİ ITESTPLUS EĞİTİM PLATFORMU - IT+# !!!!!!!!!!! TEOG - YGS-LYS NEDİR?GS-LYS Nedİr?

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

GENEL BAŞKANIN MESAJI

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

Cumhuriyet Halk Partisi

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3


DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

15 günlük kısa dönem Avrupa gönüllü hizmeti projemi bitirdikten sonra Türkiye ye döndüm ve sizinle oradaki anılarımı bir raporda paylaşmak istedim.

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

Cocuklari icin cirpinan ogretmenleri gordukce hem cok seviniyoruz, hem de onlara yonelik daha fazla birseyler yapabilme derdine dusuyoruz...

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

10SORUDA AİLE SİGORTASI

22 İL. Hane Ziyaretleri 2015 Raporu

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Bloomberg Businessweek. BASINDA GeniuSpy. Zihni Birleştirir, Zekâyı Geliştirir 1/6

final in başarı geleneği final temel liseleri ile sürüyor...

15 Ekim 2014 Genel Merkez

AFYONKARAHİSAR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

Onların minneti sadece Allah a ve millete ve millete hizmette araç olarak gördükleri devletlerinedir.

Sevgili Medine Abla - O Artik Bir YIBO Öğretmeni

Altın Ayarlı İslâmi Finans

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

2013 YILI Faaliyet Raporu

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

AKANT ORTAOKULU REHBERLİK BÜLTENİ

Transkript:

LİSELİ DEV-GENÇ TEN Merhaba Sevgili Dostlar, Yoldaşlar! İlkbaharın dallara su yürüyen günleri gibi, bizler de yaşamın sokaklarında yürüyerek haklı kavgamızı büyütmek için verimli bir bahar geçirdik. Yeni sayımızla sizlerle birlikteyiz. Geleceksizliğin, yılgınlığın, çaresizliğin pompalanıp, işsizliğin, ucuz emek sömürüsünün doğal afet, iş cinayetlerinin kader olarak dillendirildiği bir dönemden geçiyoruz. Egemenler gençliği teslim almanın yegâne yolunun umudu ve özgürlük düşünü esir etmek olduğunu çok iyi biliyor. Yaptıkları tüm yatırımları bizlerin bilinçlerini bulandırmaya, bizleri yoka razı etmeye dönük olarak kurguluyorlar. Biz Dev-Gençliler bu saldırının farkındayız. Buna ilişkin önümüzdeki dönem nasıl bir örgütlenme perspektifi oluşturmak gerektiğine ilişkin, gençliğin sorunlarını masaya yatırıp tartıştığımız bir gençlik sempozyumu düzenledik. Farklı illerden arkadaşlarımızın katılımıyla zengin bir içerikle iki gün süren sempozyum önümüzdeki dönemki hedeflerimizin netleşmesini sağladı. Okullarımızın kapanmasına kısa bir süre kaldı. Ardından yazın sıcak günleri, etkisini arttıran ekonomik krizle birlikte gelmekte. Biz Dev-Gençliler olarak geçen yıl olduğu gibi halkın sorunlarını gündemimize koyan yaz çalışmalarını örgütlemeyi önümüze koyduk. Hatırlanacağı gibi geçen yaz Ordu ve Artvin Bölgesi ne gitmiş orada halkla beraber fındık ve çay toplamıştık. Hem bölgeyi, hem de kendimizi tanımıştık. Geriye çok güzel dostluklarla dönmüştük. Tüm yoldaşlarımızın bu çalışmayı ciddi bir şekilde örgütlemesi, gelecek dönem okullarda daha dinamik bir çalışmayı getirecektir. Ayrıca yaz boyunca aktif bir şekilde mahalle çalışmaları içinde de yer alabiliriz. Kısacası devrimciliği yaşam biçimi olarak algılayan Dev- Gençliler, bu yazı en verimli şekilde değerlendirip yeni okul dönemine hazır bir şekilde girecektir. Yaz ayları zamanımız bol olduğu için teorik eksikliklerimizi gidermede bizler için bir fırsattır. Bu fırsatı iyi değerlendirip hem Liseli Dev-Genç in üretimine aktif bir biçimde katılabiliriz, hem de yolumuzun ufkunu genişleten bir meşaleye dönüştürürüz okuduğumuz her kitabı. Bu sayımız dopdolu bir içeriğe sahip. En geniş kitleye dağıtımını sağlamak, adeta Liseli Dev- Genç in girmediği okul bırakmamayı hedeflemeliyiz. Bizler biliyoruz ki özgürlük tüm toplum özgür olduğunda mümkün. Bu yüzden önce tüm gençliğe, sonra da tüm halka kavgamızı anlatmak ve onları da bu kavgaya katmak durumundayız. Süreç sırtımıza büyük görevler yüklüyor. Dinlenecek zaman yok. En güzel koşunun ilk yüz metresini koşan Denizler gibi çoşkuyla, bedeniyle direnç çiçeğine dönüşen İbolar gibi sabırla, Kızıldere de el ele özgür yarınlara kendilerini feda eden Mahirler gibi tek yumruk olup baharı örgütlemeye devam etmeli, bunun için çok çalışmalıyız. Bir daha ki sayıda görüşmek üzere. Sevgiyle kalın 1

LİSELİLER 1 MAYIS TA DEV-GENÇ SAFLARINDAYDI! Arkadaşlar! Bu ülkede yaşayan hemen herkes gibi biz liseliler de bu sistemden kaynaklı birçok sorun yaşıyoruz ve mağdur ediliyoruz. Bizim de gerek eğitim sisteminden kaynaklı okullarımızda, gerekse de diğer yaşam alanlarımızda karşımıza çıkartılan engeller var. Bu engeller, eğer biz birleşmez ve de çözüm üretmezsek asla ortadan kalkmayacak. Bizler, daha ortaokul sıralarından itibaren, amacı; öğrencileri elemek olan bir sınav sistemi ile karşı karşıya bırakılıyoruz. İlgimizin ve de yeteneğimizin olmadığı bölümlerde okumak zorunda bırakılıyoruz. Biz Dev-Genç liler, SINAVLARLA ELENMEK DEĞİL; YETENEKLERİMİZLE GELİŞMEK İSTİYORUZ! demek için 1 Mayıs ta alanlardaki yerimizi aldık! Üniversiteye giriş sınavlarında yüz binlerce arkadaşımız sıfır puan alıyor. Bu durumun sorumlusu olarak bizler gösteriliyoruz. Biliyoruz ki, ülkemizde eğitimde nitelik ve eşitlik diye bir şey söz konusu değil. Bir tarafta özel liseler varken diğer tarafta da meslek liseleri var. Eğitimde niteliğin ve de eşitliğin olmadığı bir yerde ortaya çıkan sonuçların sebebi sistemdir demek için 1 Mayıs ta alandaki yerimizi aldık! Biz Dev-Genç liler; Gençliğin sorunlarının ülke sorunlarından bağımsız olmadığını biliyoruz. Bu nedenle, 1 Mayıs ta; -Eğitimin ticarileştirilmesine -Elemeci sınav sistemine -Harçlara, haraçlara -Anadilde eğitim hakkının önündeki engellere -Annelerimizin, babalarımızın kriz bahanesiyle işsiz ve aç bırakılmasına, kısacası tüm sorunlarımıza dur demek ve kendi çözümlerimizi yaratmak için 1 Mayıs ta alanlardaydık TEK YOL DEVRİM! 2

LİSELERDE FAŞİST BASKILAR Merhaba arkadaşlar bu yazıda okuldaki idare baskılarından, bizleri koyun gibi sürü halinde yönetmek isteyen okul yönetiminden bahsedeceğim. Bu baskıyı daha okula kayıt yaptığımız günden beri hissettiriyorlar. Bu baskılar genellikle sabah okula girerken okulun kapısında bekleyen 3 ya da 4 idareci tarafından yapılıyor. Saçın biraz uzun olsa git kestir diye bağıran düşüncesiz, devletin kulu olmuş sevgili idarecilerimiz yapmaktadır. Bizleri tek tip yapmakta ısrarcı olan idareciler, baskılarını okulun içinde de kullanmaktadır. Okula girerken üstünün aranması, dersin ortasında sınıfa girerek arama yapmaları, koridorlarda kamera sistemi bulundurmaları bazı faşist baskılardandır. Bu yöntemlerle öğrenciler üzerinde psikolojik zorlama yapmaktadırlar. Öğrenciler artık evden çıkarken acaba bugün okula girebilecek miyim? düşüncesiyle okula gelmekte ve korkuyla sınıfa yönelmektedir. Tabi idareciler de büyük bir zevkle öğrencileri kenara ayırıp ya bağırmakta ya dövmekte ya da ceza verip utandırmaya çalışmaktadır. Bu cezalar; okulun bahçesini temizletmek, bahçede tek ayaküstünde bekletmek gibi cezalar olmak üzere bazı öğrencilerden de zorla para almaktır. Zaten okulda her dönem aidat parası, temizlik parası, son sınıflar için diploma parası, bilgisayar odası parası, beden eğitimi parası vb. gibi daha bir sürü farklı nedenden dolayı para toplamakla kalmayan yönetim geç kalan öğrencilerden de ne koparırsam kardır mantığıyla para almaktadır. 3 Bu sömürüden doymayan idare; okulda ders kursları açıp kursa gelen sınıfı geçer sloganıyla müşteri kazanmaya çalışmaktadır. Sevgili öğretmenlerimiz de sömürüden paylarını aldıkları için bu düzene uymaktadırlar. İşte böyle faşist, gerici, bilimden uzak bir eğitim sisteminde bizlerin geleceği parlak, meslek sahibi kişiler olmamızı isteyen ailelerimiz de üstümüzde baskı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu baskı aslında ailelerimizin suçu değil, devlet politikasıdır. Eğitim sistemimiz elemeci, torpilci, çıkarcı bir şekilde devam ederken; devletin de medya aracılığıyla aileleri, öğrencileri kendi kalıbına sokması başarılı olmaktadır. Şu an ki eğitim sisteminde dershaneye gitmeden ÖSS de başarılı olmak imkansız bir duruma sürüklenmiştir Yeni ÖSS sistemiyle de bu dershane oranını artıran sistem, yine başarılı olmuştur. Biz Liseli Dev-Genç lilerin bu düzende omuzlarımıza almamız gereken yük oldukça fazladır. İstediğimiz eğitim sistemini düşünmeli, tartışmalı ve arkadaşlarımızla paylaşmalıyız ki gelecek günler bizim olsun... Haykırıyoruz; Sınavlarla Elenmek Değil, Yeteneklerimizle Gelişmek İstiyoruz... Tek Yol Devrim... Aslı YÜCE

HIRS DEĞİL: KARARLILIK VE AZİM Başarı dünyada yaşayan her bireyin istediği bir olgudur. Ama kimi zaman başarı isteğinin bir yan etkisi olan hırs, insanların bilinçlerine yerleşerek bireyi gerek sosyal açıdan, gerek ruhsal açıdan sömürür ve zarar verir. Sosyal açıdan bakılacak olursa; hırs olgusuna kapılıp sosyal çevresinden yavaş yavaş uzaklaşır ve dışlanır. Kişi hırs olgusuna kapılarak, çevresinde kırıcı şekilde bir tavır takınmaya başlar. Her şeyin sadece derslerden alınacak iyi notlardan, deneme sınavlarında yakalanacak birinciliklerden v.s ibaret olduğunu zannedip, sosyal yaşamdan koparak asosyal bir yaşama doğru sürüklenir. Günümüzdeki konjonktürde de böyle bir şey rahatça gözlenebilmektedir. Gençlerimizin çok büyük bir kısmının sınavlar, dersler v.s gibi olgularla sosyal yaşamdan koparılması sağlanmaktadır. Sistemin, insanları toplumsal olarak düşünebileceği konumdan uzaklaştırıp daha bireyci bir konuma taşırmayı başarmıştır. 80 sonrasında sistemin bilinçli bir şekilde yaratmış olduğu bireyciliğin oluşturduğu ve topluma empoze ettiği olgulardan sadece biridir: Hırs. Günümüzde hırs ile azim birbiriyle karıştırılan kavramların başında gelmektedir. Azim ve kararlılık mücadeleci ruha sahip olan insanların benimsedikleri özelliklerdir. Bu özellikleri benimseyen insanların bir hedefleri vardır ve bu hedefe ulaşmak için önlerine çizdikleri bir plan. Bu kişiler bir amaç uğruna mücadele eden insanlardır. Hırs kavramının etkisinde kalan insanlar genellikle bir hedefleri olduğunu zannetse de, ya o hedef en başından beri gerçek bir hedef değildi ya da o hedef senin yaşamını yönlendirenlerin ellerinde kendi çıkarları doğrultusunda kullanılıp yok edildi. Günümüz koşulları içerisinde şöyle bir örnek vermek hiç de anlamsız olmayacaktır: Çevremizde gördüğümüz arkadaşlarımızın çoğunun bir üniversite hayali var, ama bu hayalin sonucunun nedense bir hüsranla sonuçlanacağını ya kimse bilmek istemiyor ya da kendi egosunu tatmin etmeye çalışıyor demektir. Bunun başka bir açıklaması yoktur. Şu anda sıra arkadaşımız bile bize rakip olmuş durumdayken, sistemin bireyci tuzağına düşmek her an başımıza gelecek bir olay. Örneğin: Bir sınav sonucu ebeveynin Bak falancanın oğlu 5 almış sen 3 alıyorsun gibi ithamlarla küçük düşürüp, karşılaştırma yapması o öğrenciyi hırs etkenine sürükleyen değer olgularından biridir. Öğrenci bu tür dayatmalar sonucu programlanmış bir robot gibi sadece kazanma isteği duyar/arzular. Ama bu istek kendi için değil, ailesi tarafından yapılan karşılaştırmalard an kurtulması içindir. Devrimci kültürü/ eğitimi almış insanın bu tür yanlışlara sürükleyen olgulara karşı kalkan konumuna getiren çelik gibi bir bilinci vardır. Çünkü devrimci bir birey asla bireyciliğe düşmez. Aksine kardeşçe, her an birbirini gözeten bir yaşamı savunur/uygular. Böyle bir yaşam tarzı hırslı değil, aksine azimli ve kararlıdır. Bizler kardeşçe yaşam anlayışımızı tehdit edecek tüm unsurlara karşı çelikleşmiş bir irade ve bilinçle mücadele vermekteyiz/veriyoruz. Bu bilinci tüm insanların kazanmasının yolu da devrimci kültürü benimsemek ve bu kültürü yaşatmaktan geçiyor. Serkan PEKGÖZ 4

ELEKTRONİK UYUŞTURUCU: TELEVİZYON Televizyon, sadece haber almamızı sağlayan, dizi ve film izlememizi sağlayan bir araç değildir. Televizyon sistemin en etkii silahıdır aynı zamanda. Halkı kendi istekleri doğrultusunda uyuşturup, kullanabildikleri etkili bir silahtır. Televziyonun halka daha doğrusu insana bir faydası yoktur. Faydası olmadığı gibi zararı vardır. Televizyon insanı psikolojik açıdan kötü yönde etkiler. Televizyon insana istediğini yaptırır. İnsan bunu reddetsede bu böyledir. Örneğin: Televizyonda bir şarkı çıktığında kendimizi o şarkıyı söylerken buluyoruz. Bu olayı yaşamadığımızı söylersek, açıkça yalan söylemiş oluruz. Televizyon izlerken bir süre sonra kendi istediğimizi değil, onun bize verdiklerini/izlettirdiklerini alırız. Bu konuda en büyük örnek haberler üzerinden verilebilir. Günümüzde yayın yapan kanalların hemen hemen tümü tekelci burjuvazinin isteği doğrultusunda haberlerini yönlendirmekte. Örneğin: İşçilerin direnişlerini ne kadar sıklıkla yayınlıyorlar ya da hatırlatma gereksinimi duyuyorlar? Türk Telekom işçilerinin direnişi şu zamana kadar hangi kanalda yayınlandı? Kaldı ki bu direnişten haberdar olmayan insanların sayısı azımsanamayacak ölçüde! Her cuma günü İstiklal Caddesi nde hasta tutsaklar için yapılan yürüyüşü şu zamana kadar hangi kanal yayınladı? Güler Zere çıktığında bir nebze. Peki ekonomik kriz nedeniyle aşılamayacak sorunları yaşayan emekçi kitlelerin sorunlar, objektif bir biçimde hangi kanalda yayınlandı? Bü tür önemli/bizi ilgilendiren bilgiler televizyonda yayınlanmazken hangi mankenin, kiminle yakalandığı, hangi popçunun, nerde tatil yaptığı boy boy kanallarda! Bunun yanı sıra önce de dediğim gibi halk televiyonun verdiklerini alırken gerçeklerden uzaklaşıyor bu da düzenin işine geliyor -zaten düzenin işi-. İnsanlar, emekçilerin sorunlarından bihaber iken, diğer bir topçunun ne yediğini, kiminle sevgili olduğunu kelime kelime okuyup, saniye saniye izleyebiliyor. Bu da gösteriyor ki düzen istediğini elde etmiş oluyor. Ama unuttukları çok büyük bir şey var, o da biziz. Devrimci Gençlik! Bizim yapmamız gereken bu halkı bilinçlendirmek. Belki iğneyle kuyu kazıyoruz ama kararımız kesindir! Gerekirse, Mahirlerin, Denizlerin, İboların yaptığı gibi tek tek köyleri dolaşıp bu halkın uyuşturulmasını önleriz! Bizler elektronik uyuşturucu televizyonun yalanlarına kanmayacağız ve bu yalanları anlatacağız! Ahmet HANCI 5

LİSELİ DEV-GENÇ DİRENİŞTEKİ TEKEL İŞÇİLERİYLE RÖPORTAJI Liseli Dev-Genç: Genel olarak buradaki durumunuz nedir? Tekel İşçisi: Hükümet 4C diye yasa çıkardı zor durumdayız. 28 Şubat a kadar vaktimiz var ama direneceğiz. İşçiler direnişten yana. Burada kardeşlik var. Biz geleceğimiz için, çocuklarımız için mücadele ediyoruz. Burada kendimizi tanıdık. Birlik ve beraberliği öğrendik. Paylaşmayı öğrendik. Şuan ki direnişimiz herkese örnek olmalı. Şuan kendimden gurur duyuyorum. Sizlerle, devrimcilerle birlikte olmak mutlu ediyor bizi. Ölmek var, dönmek yok diyoruz. Liseli Dev-Genç: Basında esnaf tarafından hoş karşılanmadığınız duyuruluyor bu ne kadar doğru? Tekel İşçisi: Hepsi yalan. Sağ olsun Ankara halkı bize destek çıktı. Esnaflar akşam dükkânı bize bırakıyorlar oturalım, ısınalım diye. Esnaf bize karşı çıksa zaten burada direnemeyiz, çadırlarımız burada duramaz. Eğer biz buradaysak bunda esnafında katkısı vardır. Liseli Dev-Genç: Direnişinizin 68. günündesiniz, günleriniz nasıl geçiyor? Tekel İşçisi: İşçi arkadaşlarla sohbet ederek dertlerimizi paylaşarak geçiyor zaman. Zonguldak direnişinden sonra Türkiye de 2. büyük direnişimiz. Ankara da en büyük direnişi başlattık, gururluyuz bir de sonucunu alırsak Türkiye de çok büyük bir adım atmış olacağız. Bizi ziyarete 6

sanatçılar da geliyor el öpülecek insanlarsınız diyorlar. Doğa bile bizim yanımızda Ankara da kar yok hava sıcak herkes bizim yanımızda ama başbakan yok. Neden? Çünkü, emek düşmanı. Liseli Dev-Genç: Ailenizi özlüyor musunuz, çocuklarınızla nasıl özlem gideriyorsunuz? Tekel İşçisi: 2 çocuğum var. Onlar Manisa da. Özledim onları. 68 gündür görüşemiyoruz. Onlar da baba bekliyor tabi. Devamlı telefondan konuşuyoruz. Ağlıyorlar telefonda ben de ağlıyorum. Onların aklı bende, benim aklım orda. Liseli Dev-Genç: 4C yi imzalayan işçiler oldu neler düşünüyorsunuz? Tekel İşçisi: Evet, onlar yenik düştü. Ama biz direniyoruz gerekirse savaşacağız. Burada 10 kişi bile kalsak direneceğiz. Liseli Dev-Genç: 68 gündür buradasınız, ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz? Tekel İşçisi: Yemek ihtiyacımızı esnafın, halkın, sizin gibi devrimcilerin getirdiği yiyeceklerden karşılıyoruz. İlk başlarda sorun yaşamıştık, ama bu aralar yemek konusunda sorun yaşamıyoruz. Tuvalet ihtiyacımızı da sağ olsun kafe işleten bir esnafımız geceleri dükkânını bize bırakıyor. Oradaki tuvalette karşılıyoruz. Liseli Dev-Genç: Sizce Türkiye de işçilere ne gibi değer veriliyor? Tekel İşçisi: Ezmekten başka değer verilmiyor, tabi ezmek bir değerse. Bu 4C yasası bizi bitirdi. Aylık 700 TL maaş vereceklermiş. Biz nasıl geçinelim, evin kirası o kadar zaten. Su faturası, elektrik faturası, doğalgaz faturası, mutfak masrafı ne olacak onlara nasıl para ayıracam. Ayrıca çocuklarım benden harçlık isteyince ne vereceğim. İşte Türkiye de bize verilen değer bu. Liseli Dev-Genç: Son olarak genel düşünceleriniz nedir? Tekel İşçisi: Bu ülkede okusan bir dert, okumasan bir dert. Eninde sonunda iş bulamıyorsun. Bu düzen değişmeli bu partiyle, partilerle olmaz. Şuan çalışan 3 tekel fabrikası kaldı. Onlar da Haziran ayında kapanacak. O işçilerde bizim gibi direnmeli imza atmamalı. Liseli Dev-Genç: Düşüncelerinizi bizlerle paylaştığınız için Liseli Dev-Genç olarak çok teşekkür ederiz. Tekel İşçisi: Ben teşekkür ederim. 7

KISTIRILMIŞ HAYALLER Her sene milyonlarca öğrenci ÖSS sınavına giriyor, pardon YGS mi desem, LYS mi? Bin bir çile, dert, stres derken bir anda sınav sistemi değişiyor ve öğrenciler köşeye kıstırılıyor, adeta eli kolu bağlı kalıyor. Yeni sistem hakkında kimse doğru dürüst bir bilgi vermiyor. Bir umutla okullarımızda rehber öğretmenlerden bilgi alırız diyoruz, ama sorularımızın karşılığını alamıyoruz. Rehber öğretmenlerin son sınıfta sınava hazırlanan öğrencilere bilgi vermesi gerekirken 9. sınıf öğrencilerine bilgi veriyor (müfredat öyleymiş). Bu mantıken de yanlış değil mi, ya da bu sene sınava girecek biz sonuncu sınıf öğrencilerine kobay fare tabiri ile yaklaşılıyor, denilemez mi? Şunu da unutmayalım dershanelere milyarlar sayanlar bu konuda oldukça bilgili. Sınav sisteminin değişmesi de en çok dershane sahiplerine yaradı. Gözlerini daha çok açıp nerden müşteri bulurum diye adeta yarışa girmeye başladılar. Hileli yollara bile başvurdular, sınav sorularını çalıp sayılarını değiştirerek hatta tıpa tıp aynı öğrencilere dağıtıyorlar tabi öğrenci demek ne kadar doğru onların gözünde müşteriyiz. Size şöyle söyleyeyim daha da ileriye giden dershaneler var ki verdikleri hizmetlerin karşılığında kendi inandıkları putlara yönlendiriyorlar müşterilerini. Test kamplarında kur-an okuma, namaz kılma, tespih çekme saatleri uygulamaları bunlara uymayanlara kafir gözüyle bakmaları vb. E- minim daha su yüzüne çıkmayan onca şeyler vardır.insanları ayakta uyutuyorlar. Bunu siz de çok iyi tahmin ediyorsunuzdur. Sınav sisteminin değişmesi en çok devlet bütçesine yarayacak. Çünkü bu sene ki ÖSS (YGS-LYS) bütün gireceğimiz sınavların toplam fiyatı 100 TL. Bunu sınava girecek her öğrencinin ödemek zorunda olduğunu düşünürsek dudak uçuklatacak bir meblağ ortaya çıkıyor. Bunu okullarda kendi yararına kullanıyor tabi. ÖSS kılavuzları 5 TL den satılıyor. Açıp iç kapağına baktığımızda 2TL yazıyor. Neden 5TL diye sorunca içindeki başvuru formuyla 5TL imiş. Sınav sistemi değişsin herkes yetenekle-rine göre gelişsin istiyorduk bu değişim kimsenin işine yaramadı ki. Sadece kendi bağırlarında çalıştırmak için eğittikleri meslek liseleri ve imam hatiplerin önünü az da olsa açmış gibi yaptılar. Bu sistem bize bin bir zorluk getirdi. Birinden ek yardım almayan, dershaneye gitmeyen, parası olmayan okumasın diyorlar resmen. Bu yıldırma çabasının karşısında yılmaya niyetimiz yok bizim. Onların bizi birer maskot yapmaya çalıştıkları kesin. Biz daha fazla bilinçleneceğiz, direneceğiz, savaşacağız, gelişeceğiz. Beynimiz ve kalemimiz onların oyunları karşısında kalem olacak bize. Örgütlenerek giderek çoğalacağız. Çünkü örgütlü bir toplum birilerinin karşısında her zaman tek başımıza olduğumuzdan daha güçlü ve dayanıklı gösterir bizi. Eşit, bilinçli, özgür ve başarılı yarınlar için TEK YOL DEVRİM! Kaan SEYHAN 8

BİR MASAL Burası bir Anadolu Lisesi.. Ülkenin en başarılı 10 devlet okulundan biri olarak gösteriliyor. Her sene üniversite sınavlarında dereceler çıkaran bir okul. Ayrıca büyük bir holdinge de önemli çapta vergi indirimi sağlıyor (Pardon, eğitime destek demek istemiştim). Ayrıca bu holding her sene en başarılı 3 öğretmene bir miktar altın veriyor. İşte hikayemiz burada başlıyor: Bu okulun bir de müdürü varmış. Bu altınları, alacak olan öğretmenlerden kağıtlar imzalatarak almak istemiş. Öğretmenlerin çoğu baskılar nedeniyle imzalamak zorunda kalmış. İki öğretmen ise imzalamakta direnmiş. Bunun üzerine müdür çok sinirlenmiş ve iki öğretmeni okulun bilgisayar odasına kilitleyivermiş. Öğretmenler oradan çıkınca müdür hakkında soruşturma açılmasını sağlamışlar. Bu arada ders yılı başlamış ve mini mini müşteriler okula gelmeye başlamış. Soruşturmayla ilgili okula müfettiş gönderileceğini öğrenince idarenin tedbir almaya zamanı kalmamış. Daha sonra müfettişlerin ziyaretinin bir nedenden dolayı erteleneceği öğrenilince okul içinde disiplin terörü başlamış. Kıyafetinde en ufak bir kusur bulunanlar okul önünde küçük düşürülmeye başlanmış ve disiplin cezaları verilmiş. Herhangi bir sorunda disiplin dilekçelerine sarılırmış idareciler. Bir ders saatinde 20 öğrenciyi cezalandırabilecek hıza ulaşılmış. Çünkü, gelen müfettişlere otoriter ve düzgün bir görüntü vermek istenilmiş. Ve bu masal böyle devam eder.. Şimdi, okuduğumuzu anlayalım: Tek soru: Biz öğrencilerin suçu ne? Umut BELGİN Sıradalar Çocuklar Sıradalar çocuklar şimdi; Saçları üç numara, Saçları bağlanmış arkadan Çocuklar ikili sıradalar şimdi, Bir öğretmenden çok gardiyanı andıran hocalar, Yangınları sürüyor saçlarıma Gözükmese de aramızdaki tel örgüler, Batan güneşleri Boyamaya çalışan Başbakanların aralarında, Cezaevlerini selamlıyor Direnen çocuklarım Ve sıradalar çocuklar: Aşklarını ötekilere bırakan, Mağrur bir sevdanın uğruna, Sıradalar şimdi! Dudakları portakal kokan hikâyelerde Çocuklar Yağmurları içerken, Gardiyan çığlıklarında (Ülkemin kurşunlanan çocuklarına ) 9

FAŞİZM ÜZERİNE... Bilimsel sosyalizmin ustaları devrimci savaşı, iktisadi, siyasi, ideolojik mücadele olarak tanımlarlar. Şüphesiz devrimciler bilimsel sosyalizmin çıkarımlarıyla devrim ve sosyalizmin amaçları doğrultusunda somut şartların, somut tahlili ilkesiyle hareket ederler. Türkiye, yeni sömürge bir ülkedir. Bu coğrafyadaki ve Dünya üzerindeki birçok pratikten bildiğimiz üzere, yeni sömürge ülkelerde devrimci mücadelenin yolu -emperyalizm ve oligarşi ile mücadele- faşizmle mücadeleden geçmektedir. Bu doğrultuda Faşizm ve onunla mücadele meselesinin doğru bir şekilde kavranabilmesi için Marksizm-Leninizm in doğru ve tam olarak kavranılması ve somut şartların, somut tahlili ni yaparak, özellikle, ülkemizin iktisadi ve siyasi koşullarının doğru bir tahlili sonucunda belli bir yargıya ulaşmak gerekir. Yine Faşizm ve onunla mücadele meselesi başta olmak üzere hemen her konuda diyebiliriz ki, Teorinin pratiğe en iyi iz düşümü yine ancak devrimci teorinin, doğru ve olabildiğince bilimsel bir şekilde netleştirilmesiyle mümkündür. Bu doğrultuda düşünecek ve tartışacak olursak, ilk olarak görülmesi gereken şey, ülkemizdeki siyasi ve iktisadi yapının emperyalist ülkelerdekinden farklı oluşudur. Ülkemizde Burjuva Demokratik Devrimi tamamlanmış değildir. Bu süreç henüz yaşanmaktadır ancak tamamlanmamıştır. İzah ettiğimiz gibi bu durum peşinde birçok sonuç getirmektedir. Kuşkusuz bunlardan en önemlisi, hâkim sınıfların egemenliğinin temellerini zayıflatan ittifakların içinde bulunması, kendi içinde önemli çelişmeler barındırmakta olması ve bu gerici hâkim ittifakın sık sık yönetemez hale düşmesidir. Bununla beraber devrimci demokratik bir sürecin yaşanmamış olması emperyalist dönemde burjuvazi önderliğinde ülkedeki demokratik geleneklerin son derece cılız kalması sonucunu beraberinde getirmiştir. Bu özellikler aslında emperyalizme bağımlı, yeni sömürge, ülkeler açısından-ki bizim ülkemizde buna örnektirgenellikle taşınır. İşte bu durumda ortaya çıkan siyasi yapı ikili bir karakter taşımaktadır. Kısmi demokrasi unsurları ile baskı ve terör unsurlarının iç içe bulunduğu bir ikili karakter söz konusudur. Bu ikili karakter bizatihi devletin kendi kurumlarında görülen bir özelliktir. Dönem dönem halk hareketlerinin durumuna göre demokratik unsurlar ön plana çıkarılabilir ancak asıl ve sürekli olan unsur faşizmdir. Terör ve baskı unsurları çoğu kez ön plandadır. Mahir Çayan bu konuda Oligarşik yönetim rahatlıkla işçi ve emekçi kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerinin olmadığı tam bir dikta yönetimiyle ülkeyi yönetebilmektedir. Buna sömürge tipi faşizm de diyebiliriz. Bu yönetim, ya klasik burjuva demokrasisi ile uzaktan yankından ilgisi olmayan temsili demokrasi ile icra edilir (gizli faşizm), ya da sandıksal demokrasiye itibar edilmeden açıkça icra edilir. demiştir. Almanya, İtalya ve diğer kapitalist ülkelerde görmeye alışık olduğumuz türden değildir buralardaki faşizm. Ülkemizin ve bizim konumumuzdaki ülkelerin somut şartlarına göre faşizmde özellemeler yapmakta ve kendine özgü biçimler almaktadır ve almaya devam edecektir. Bir diğer önemli mesele ise Faşizmin yukardan aşağıya gelişmesidir. Ülkemizde faşizmin gösterdiği en belirgin ve en çok dikkate alınması gereken konulardan biri de budur. Faşizm hangi biçimiyle görülmekte olursa olsun - açık ya da gizli - her iki durumda da yukardan aşağı bir karakter taşır bulunan devlet kurumları aracılığıyla işler. Bu konuda Faşizm, devlet gücünün denetimi, burjuvazinin askeri gücünü ve banka sermayesinin mali olanaklarını eline geçirerek, kitlelere işleyip, yayılmak ve kitleler arasında ideolojik politik ve örgütsel bir temel yaratmak çabasındadır. der Dimitrov. Dimitrov un açıkça belirttiği bu özellikler doğrultusunda diyebiliriz ki faşizm devlet kurumlarından, devletin kendisinden kaynaklanmaktadır. Tüm bunların toplamında Faşizm ve Faşizmle mücadele bir devrim sorunudur. Siyasi iktidarın, sözün, yetkinin halka alınması sorunudur. Devrimci gençler başta olmak üzere tüm devrimciler faşizme karşı aktif bir şekilde mücadele etmeli ve faşizme teslim olmamalıdır. 10

Devrimci Gençlik Faşizmle mücadelede en aktif şekilde en ön saflarda yer almalı ve hareketin dinamosunu oluşturmalıdır. Faşizm karşısında mutlak bir zafer için, Halkların kardeşliği için, Bir kez daha haykırıyoruz: TEK YOL DEVRİM! ANTİ-FAŞİST ANTİ-EMPERYALİST MÜCADELEYİ BÜYÜTELİM! Levent TURNACIBAŞI Kavga Kokanlara Biz ölünce diplomalarımız, Filistin deki çocukların kurşunlanmasına engel olmayacak! Ve biz var gücümüzle test kitaplarımızı bitirmeye çalışacağız. Bitirdiğimiz üniversitenin diplomaları, Asla yoksulların boş tasına, Bir kaşık çorba bırakmayacaktır. Belki iş bulup kendimizi kurtaracağız ama Onların kanını emen başka bir yaratık olacağız. Biz kendimizi kurtaracağız ama Ardımızda milyonlar kalacak. Öldükten sonra aldığımız 100 puanlar, Coplanan işçilerin yaralarını kapatmayacak. Geriye dönüp baktığımızda bomboş bir hayat bırakmış olacağız. Koskoca bir hiç olmuş, Bomboş bir hayat! Hâlbuki ardımızda, Çocukların güldüğü, Bir ülke bırakmak, Ne de güzel olurdu... Diplomalarımız paçavra, Alın sizin olsun! Ben halkımın açlığıyla mücadeleye gidiyorum! Benden sonra kalanlara, Dağlarında kızıl güneşi barındıran, Rüzgârlar bırakmak isterim... En azından özlemlerini dindirecek, Köle gibi değilde hani sevda kokarak yaşamak! Onları umutlandıracak, Ve ben gerçekten yaşamış olacağım! Hayat onu yaşayabildiğin kadar hayat, Ve ölüm ardında, Bir ülkeyi yıkayabilecek, Çocuk gülümsemeleri barındırabilecek kadar, Korkusuz! Hoşçakalın! Eylül 11

ELEMECİ, PARALI, ANTİ-BİLİM SEMPOZYUMU BAŞAR GELECEKSİZLİĞE Eğitim ve öğrenim görmek, bu ülkede yaşayan her gencin en temel hakkıdır. Fakat bu ülkenin gençlerinin en temel hakkı olan eğitim hakkı günden güne ortadan kaldırılmakta; yok edilmektedir. Bu durumun sebebi ise egemenlerin eğitimi bir ticari alan, bir rant zemini haline getirmeleridir. Bunun yanı sıra yeni ve daha iyi olma iddiasıyla getirilen her sınav sistemi, bir öncekine rahmet okutmakta ve kendi mağdurlarını yaratmaktadır. Hemen her sene değişen sınav sisteminin ne olduğunu ve nasıl işleyeceğini o sistemi yürürlüğe koyanlar dahi bilmemekte; rehber öğretmenler dahil hiç kimse sınava girecek öğrencilere doyurucu bilgi verememektedir. Burada asıl mağdur olan, üniversiteye girmek için emek harcayan öğrenci olmaktadır. Eğitim sisteminin bütünü gibi, üniversiteye giriş sınavları da genci eğitime katmak değil; onu elemek amacıyla kurgulanmaktadır. 2009 yılında tek aşama olan üniversiteye giriş sınavı, bu sene iki aşamalı hale getirilmiş ve yeni durumun sebebi olarak da sınav stresini zamana yayarak öğrencileri rahatlatmak amacı gösterilmiştir. Gerçekte ise, gençlerin sınav stresinin de, yaşadıkları zorlukların da azaldığı doğru değildir. Aksine, yaşanan problemler her geçen gün biraz daha artmaktadır. İki aşamalı sınav sistemi bile başlı başına bir sıkıntıdır. Söz konusu yeni sınav sisteminin sadece ikinci aşaması bile toplam beş sınavdan oluşmaktadır. Bizler biliyoruz ki, YGS, LYS dahil tüm sınavlar egemenlerin kendi düzenlerini daha rahat sürdürebilmeleri ve gençliği sömürebilmeleri amacıyla yapılmaktadır. Bugün yoksul, emekçi bir ailenin çocuğu ile özel okullarda eğitim gören bir öğrenciyi aynı şartlarda aynı imkanlara sahipmiş gibi değerlendirmek ve ikisini de 12 aynı sınava tabi tutmak hiçbir şekilde adalet ve fırsat eşitliği ile açıklanamaz. Bu nedenle biz Liseli Dev-Genç liler diyoruz ki, adaletsizliği ve eğitimsizliği yaratan bu sistemin kendisidir. Sınavlarla elenmek değil, yeteneklerimizle gelişmek istiyoruz. 2009 yılında yapılan ÖSS sonrası, ülke gündemine sıfır çeken binlerce arkadaşımız oturmuştu. Sorun salt arkadaşlarımızın tembellikleriyle açıklanmaya, dolayısıyla hedef şaşırtılmaya çalışılmıştı. Gerçekte ise, sıfır çekenlerle birlikte barajı geçemeyenler, hatta üniversiteye yerleşemeyenler birlikte düşünüldüğünde, ortaya gerçek tablo çıkacak ve bu tablonun sorumlusunun eğitimi ticarileştirenler olduğu görülecektir. Emperyalizmin Ortadoğu konsolosluğu olarak da adlandırabileceğimiz AKP hükümeti, işbaşına geldiği günden beri hemen her alanı olduğu gibi eğitimi de çökertti. Milli Eğitim Bakanlığı nın istatistiklerine göre AKP nin iktidara geldiği 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay, %17,18 idi. Bugün bu oran %4,57 ye düşmüştür. İlerleme, demokratikleşme, eşitlik ve barış demagojisiyle birlikte bu ülkenin gençleri dahil tüm değerleri sermayeye peşkeş çekilmektedir. Özelleştirme denen peşkeş çılgınlığı, eğitim sistemini bu niteliksiz seviyeye getiren asıl sebeptir. Yine 2002 yılında, 2122 olan dershane sayısı bugün itibariyle 4031 dir. Bu, her türlü önceliğin ve de imkanın özel dershanelere verilmesi, okullarımızın ise kaderine terk edilmesi demektir. Bugün birçok okulda temizlik, ısınma gibi en temel gerek-

SEL EĞİTİM SİSTEMİNE VE KARŞI GENÇLİK IYLA GERÇEKLEŞTİ! sinmelerin karşılanmasının yükü ailelerimize yıkılmaktadır. Bunun yanı sıra harç adı altında toplanan haraçlar da günden güne artmakta ve zaten ekonomik sıkıntılar içinde yaşayan ailelerimizi daha da zora sokmaktadır. Biz gençlerin yaşadığı sorunlar ve eğitim sistemindeki çarpıklıklar bunlarla da sınırlı değildir. Üniversiteye girdikten sonra da birçok sorun kendini göstermektedir. Bunların en başında ise yurt sorunu gelmektedir. Bugün ülkemizde 229 adet devlet yurdu vardır. Bu 229 yurdun toplam kontenjanı 208,869 dur. Bunun yanında birçoğu tarikatların elinde olan özel yurtların sayısı toplam 3,423 ve kontenjanı ise 296,132 dir. Bu oranlar dahi ortada nasıl bir çarpıklığın ve eğitim sisteminde nasıl bir gericileşmenin olduğunu göstermektedir. Her yıl ülkemizde yüzlerce üniversite öğrencisi nitelikli, bilimsel, anadilde eğitim istediği için okuldan uzaklaştırılmakta ya da atılmaktadır. Bilim yuvası olması gereken üniversiteler adeta birer kışlaya, karakola dönüştürülmüş durumdadır. Bir bütün halinde çarpık olan eğitim sisteminin gençler üzerindeki yıkıcı etkisi sadece eğitim süreci ile sınırlı kalmamakta; üniversite bittikten sonra ise, sistem bizlerin karşısına işsizlik olarak çıkmaktadır. Bu sistemin ne bize, ne ailelerimize ne de bu ülkenin emekçilerine verebileceği hiçbir şey yoktur. Eğitim ancak egemen sınıfların ihtiyacı olmaktan çıkıp halkın ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla düzenlendiği zaman gerçek bir eğitim olacaktır. Böyle bir eğitime ulaşmanın ve yaşamı güzelliklerle örmenin yolu ise, Dev- 13 Genç saflarında birleşmekten geçer. Arkadaşlar; Biz gençler, sınavlara tabi tutulmadan ilgi ve yeteneklerimizin olduğu bölümlerde eğitim görmek istiyoruz. Biz gençler, parasız, nitelikli, bilimsel, anadilde demokratik eğitim görmek istiyoruz. Biz gençler, dershane, özel ders vb. ihtiyaç duymadan üniversitede okumak istiyoruz. Biz gençler, kişinin kişiliğini örseleyen, onu kimliksizleştiren ve ufkunu daraltan bir sistemin parçası olmak istemiyoruz. Biz gençler, ülke kaynaklarının emperyalizme peşkeş çekilmediği, okullarımızın özel şirketlere satılmadığı bir düzen istiyoruz. Bu nedenle biz gençler 22-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında gençliğin sorunlarının tartışıldığı, çözüm yollarının arandığı bir gençlik sempozyumu gerçekleştirdik. Eğitim dahil yaşamın her alanında gençliğin karşısına çıkarılan geleceksizliği nasıl ortadan kaldırabileceğimizi tartıştığımız bu sempozyumda üniversitelerden öğretim üyeleri, öğretmenlerimiz, gençlik hareketi içerisinde ciddi tecrübeler edinmiş arkadaşlarımız da yer aldı. Lise ve üniversitelerden öğrenci arkadaşlarımızın sunumları içeriği dolduran ve hedefe sistemle hesaplaşmanın konduğunu gösteren bir nitelik sıçramasını ifade eden olumlu bir gelişmeydi. Farklı illerden gelen yoldaşlarımızın da katkısı ve özverisiyle sempozyumu, geleceğe ilişkin umudumuzu, baharı örgütleme kararlılığımızı büyüterek okullarımızdan bölgelerimize kadar halkın içinde çalışmalarımıza hız kazandırma iradesiyle başarıyla gerçekleştirdik.

SÖMÜRÜNÜN KAYNAĞI ÖZEL MÜLKİYET İlk çağlarda yapılan ve şuan bize basit gelen arayışlar ve buluşların, devlet kavramını ortaya koyacağını tahmin edemezdik herhalde. Devlet kavramının şu zamanda ortaya çıkmasının temelini atan unsur sınıf ayrımı ve özel mülkiyettir. Sınıf ayrımı, bir topluluğun her zaman kendi mal varlığıyla diğer insanlardan kendini üstün görmesidir. Böyle bir olgunun ortaya çıkışının nedeni özel mülkiyettir. Özel mülkiyet, ilkel toplumda yoktu ama onu doğuran unsurlar bulunmaktaydı. Hayvanları evcilleştirme veya tarımı öğrenme gibi yenilikler artı değeri, artı değer özel mülkiyeti doğurdu. Üretim araçlarının gelişmesi iş bölümü sonucu insanların ellerinde kendilerine yetenden fazla ürün birikti. Buna toplumsal ürün fazlası dendi. Kabilelerdeki insanların kıtlık dönemlerinde aç kalması, ürün fazlası olanlara saldırması kaçınılmaz olmuştur. Zamanla insanlar birlikte gittiği ava artık tek başına gidip avlandı biz denilen kavramı ben e çevirdi ve insanlar kısa sürede özel mülkiyetle bencilleşti Bireysel yani tek başlarına çalışmaları yeterli olunca ortak çalışmaya ve ortak mülkiyete gerek kalmadı. Üretim araçlarının gelişmişlik düzeyinin ilerlemesi, insanın tükettiğinden fazlasını üretmeye başlamasıyla eşitsiz bir birikime neden oldu. Bunu elinde bulunduranlar özel mülkiyete sahip oldu. Dolayısıyla sömürü ortaya çıkmıştır. Baskı ve sömürü; güçlü olanların(üretim araçlarına sahip olanlar) kendi buyruklarında insan çalıştırmasına olanak verdi. Bu insanlar karın tokluğuna, hiçbir ayrıcalıkları olmadan çalıştırılıyorlardı. Bu toplumda köle sahibi efendiler sömürüyü şiddetle sürdürmek ve kuzu kuzu sömürülmeye yanaşmak istemeyen köleleri yola getirmek, onların mücadelelerini bastırmak için bir sistem yaratıldı ve buna devlet adı veridi. Ve devlet bazı sütunların üstüne kuruldu. Bunlar kanunlar, ordu, bekçi, polis vb. teşkilatlardır. Köle sahipleri, kölelerin isyan etmelerinden korktuklarından ve diğer komşu kabileleri yağmalamak köle toplamak istediklerinden devamlı bir ORDU meydana getirildi. Köleler kaçmasınlar ve efendilerin mülklerine göz dikmesinler diye BEKÇİ, POLİS teşkilatı kurdular. Kendi çıkarlarını koruyan, emekçileri ezen, onları zorla çalıştıran emirler, fermanlar çıkarıldı. Bunlara da KANUN dediler, HUKUK dediler. Ama hukuk her zaman kuvvetlinin hukukuydu. Ve bu hukuk, ordu, polis halkın ezilmesinde kullanılan yapılar kendilerini yenileyerek, geliştirerek bütün toplumlarda sömürünün var olmasında araç olmuştur. İlkel toplumda oluşan devlet yapısı feodal toplumda da kendini yakıcı bir şekilde hissettirip kapitalist toplumda var olmaya devam etmiştir. İşçinin emekçinin sesinin çıkmaması için her türlü olanağını kullanmış ve özel mülkiyetin saltanatını korumasını sağlamıştır. Bu günde özel mülkiyeti bol olan patronlar hiç emek harcamadan para biriktirmektedir oysa emekçi ürettiği metaya bile sahip olamamaktadır. Ve biz DEV GENÇLİLER diyoruz ki; Bir devletin demokrat veya sosyalist olması için emek ile sermaye arasındaki uçurum kalkmalıdır. Özel mülkiyet ilkel toplumda yoktu şimdi de olmamalıdır. Özel mülkiyet ve emeği sömüren bütün her şey ortadan kalkmalıdır. Gerçek demokrasi için, kardeşçe yaşamak için, işçilerimizin emeklerinin artık sömürülmemesi için TEK YOL DEVRİM! Akif SÖNMEZ 14

ÖZGÜRLÜĞE AKIYORUZ Biz dağların arasında özgürlüğe doğru, güzel günlere doğru, durmadan aktık ama bu sizi korkuttu. Biz berrak aktık, huzur dolu aktık. Siz bulandırmak, kirletmek istediniz; içine zehir akıttınız. Biz yine aktık, inadına aktık, hem de şırıl şırıl. Sesimiz hep bir ağızdan özgürlük şarkıları söylüyordu. Dinleyenler koşup katılıyorlardı, bizimle akıyorlardı. Siz bundan ürktünüz, çekindiniz ama bizi anlamadınız. Biz barışa, kardeşliğe akıyorduk, ama siz düşmanca saldırdınız. Sesimizi kesmek istediniz, kimse bizi duymasın istediniz ve bunun için bizi dağların arasına hapsetmek istediniz. Önümüze barajlar kurdunuz; temelinde kin ve nefret olan barajlar, betonunu kanla suladığınız barajlar Ama biz yine aktık; durmadan, dört bir taraftan gelerek, hep bir yere doğru, hep artarak. Arttıkça barajlara sığmadık. Çatlaklar oluştu barajlarda ve biz yolumuza devam ettik. Ama siz kapattınız o çatlağı. Sonra bir tane daha çatlak, siz yine kapattınız o çatlağı. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha, ama siz hepsini kapattınız. Her şeye rağmen bizim özgürlük umudumuz bitmedi. Durmadan arttı özgürlüğe, barışa, kardeşliğe inancımız Sizinse kininiz, nefretiniz, savaşınız ve kana susamışlığınız arttı. Artık ortada kapatacak bir çatlak yok, çünkü barajlar yıkıldı; kinle, nefretle, kanla yaptığınız duvarlar daha fazla dayanamadı bizim inancımız, inatçılığımız karşısında. Yıllarca dağlar arasına sıkıştırılmış yürekler önlerindeki kocaman özgürlük vadilerine doğru, özgürlük çığlıklarıyla, barış şarkılarıyla, marşlarla durmadan aktı. Artık durduracak bir güç kalmadı özgürlüğe akan akıntıları, artık susturacak bir güç kalmadı dağların sesini Kusura bakmayın ama çırpınışlarınız boşuna; çünkü artık kapatacak çatlaklar kalmadı, çünkü yaptığınız barajlar tepenize yıkıldı. Çünkü siz artık bir şey veremeyeceksiniz bize ve biz bize ait olanı alıp götüreceğiz Ali SUNAY ANADİLDE EĞİTİM... Eğitim gördükleri okullarda Türkçe bilmedikleri ve kendilerini ifade edemedikleri için şiddete maruz kalan 170 öğrenci Eğitim-Sen Van Şubesi ne başvurdu. Şiddete maruz kalan öğrencilerin çoğunluğunun köylerin boşaltılmasıyla Van a göç eden ailelerin çocuklarının olması dikkat çekiyor. Öğrencilerin belirttiklerine göre, idarecilere göre suçları, poşu takmaları, Türkçe bilmemeleri ve Türkçe kendilerini ifade edememeleri. Eğitim-Sen e başvuran öğrenciler arasında ırkçılığa maruz kaldığını söyleyen öğrenciler de var. Bazı idarecilerin öğrencilere Siz pis insanlarsınız, sizden adam olmaz, dedikleri ve buna itiraz eden, Türkçe bilen, öğrencilerin de şiddete maruz kaldığı yine öğrencilerin aktardığı bilgiler arasında. Hülya ŞANLI 15

ÇELİŞKİLER SİLSİLESİ Her sabah içimde yer etmiş ve bir saniye bile gecikmeyen çeşitli tereddütler ve korkular var. Bu tereddüt ve korkular ben dâhil benimle birlikte aynı okulda okuyan çoğu öğrencinin içinde olduğundan adım gibi eminim. Klasik bir pazartesi sabahı. Öğretmenler okul önündeki polislik görevini başarıyla yerine getirmekte. Bu klasik pazartesi gününde, klasik olaylar yaşanıyor: Öğrenciler çeşitli sebepler bahane edilerek okula alınmıyor, numaraları alınıyor, gerekli görülürse disiplin kuruluna gönderiliyor. Bunun sonucunda eğitim hayatına işleyecek olan çeşitli cezalar ( kınama, disiplin cezası, uzaklaştırma v.s) alıyor. Yani kısacası öğrencilerin okuluna öğrenciler alınmayarak üstüne bir de ceza veriliyor! Çelişkiye bakar mısınız! Öğretmenlerin öğrencilere bu şekilde düşman gibi davranması ne kadar normal? Zaten apaçık ortadaki öğretmenler kapı önlerinde öğrencileri içeri alıp almama yarışındayken, dışarıdan bakıldığında birer öğretmen değil de polise benzedikleri net bir şekilde ortada. Zaten bir iki yıla kalmadan şu anda mecazi anlamda kullandığım polis kelimesini taşıyan zat lar okullarımızda, öğrencilerin arasında ellerini kollarını sallaya sallaya aramızda dolaşmaya başlayacaklar. Yani anlayacağınız okullarımız gitgide okul dışında her şeye benzemeye başlıyor. Faşist gölgelerin arasında eğitim görmek ne kadar elverişli ve sağlıklı olacaktır? İşte burası tam bir muamma! Bakın daha buraya kadar öğrenci psikolojisi üzerinde uygulanan yıkımların hiçbirisinden söz etmedim. Çünkü öğrencileri alış sırasında tam bir karpuz seçme pardon öğrenci seçme yarışına girişiliyor ve öğrenciler cımbızla seçildikten sonra yarım saate yakın bir süre boyunca bireysel veya genel olarak, öğretmen tarafından hakaret ve küfüre maruz kalıyor. Şimdi burada bu öğrencilerin küfüre maruz kalmasının sebebini oluşturacak, bu kadar ağır olan suç ne? Ceket getirmemesi mi, saçını kestirmemesi mi yoksa? Nedir bu kadar cezayı haklı kılan? Şimdi yakın zamanda temizlik aidatı, zart aidatı, zurt bağışı gibi saçma adlar altında toplanan paralar bu dönemde toplanmaya başlanacaktır. Bende o zaman onlara bütünlemelerde toplanan paraların bu yönde harcanılmasını önereceğim. Tabi o para çoktan müdürün cebine inip koluna saat, eşine kolye, evine biblo olarak geri dönmediyse! Dönmediğini varsayalım: Bütünlemelerde sınav başına toplanan paralarla, okulun bir dönemlik temizlik aidatı rahat rahat çıkabilir. Onu da geçtim, bu ücreti muhterem devletimizin ödemesi gerekmiyor mu? Çelişkiler silsilesi! Sen asgari ücretle, çalışan işçi olan anne ve babanın çocuğusun. Paranın düdüğünün öttüğü bir yerde, burjuvazinin eğitim sisteminden daha fazlasını beklemek hem sana hem de onlara bir hakaret olacaktır. Sistemin doğrularıyla bizimkiler asla uyuşmaz. Bunun arkasında yatan en önemli sebep bunların gönüllük çerçevesinde değil de birer dayatma olmasıdır. Bu dayatmalar, öğretmenleri despotluktan daha üst bir seviyeye ulaştıramayacaktır. Baskıların okul dışında bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Öğrenci girişinin hemen on adım ötesinde terör estiren polis faktörüyle karşılaşacaksınız. İstedikleri gibi üst-baş araması, kimlik taraması yapabilir ve seni herhangi bir bahane bularak tartaklayabilme cesaretini kendilerinde bulabilirler. Unutmadan bu polisler senin müdürünün şakalaştığı polislerdir. Yani polislerle öğretmenleri birbirleriyle bağdaştırmak herhalde pek yanlış bir tutum olmayacaktır. Her an bu polislerle tartışma potansiyeli içerisindesin ve bununla birlikte dayak yeme potansiyeli artık sende de mevcuttur. Öğretmenlerin takındığı despot tutum genellikle şiddetle süslenir ve öğrencilere sunulur. Bu durum öğrencilerin okuldan daha da uzaklaşması ve soğuması anlamına gelmektedir. Okula soğuma döneminde öğretmenlerin sorduğu Bu öğrenciler neden okula gelmiyor, neden kaçıyor? sorusunun (soruyorlarsa tabi) cevabını fazla u- zakta aramaya gerek yok sanırım. İdarecilerin okul içinde uyguladıkları baskılar, dayatmalar gün be gün artmakta. Bunu yaratan en büyük nedenini de sistem olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunları daha doğru bir şekilde kavramak için eğitim sisteminin kökten bir eleştirisini 16

yapmak şart. Bu eleştiriden sonra sistemin ne kadar çürüdüğünün farkına varacağız. Tabi ki bu çürümüş, çarpık ilişkilerden meydana gelen sistemin çözülmesi ve yok olabilmesi için tek yolun devrim olduğunu da biliyoruz. Dayatmalardan, gericilikten, militarizmden arınmış bir eğitim sistemi için: KADERİMİZ KENDİ ELLERİMİZDEDİR! TEK YOL DEVRİM! Naci GÜVEN ÇALIŞMALARIMIZ SÜRÜYOR BAHARDAN YAZA DÖNÜYOR MEVSİM Kime ne kadar ulaşabildik? Ne kadar anlatabildik sınıf mücadelesini? Kime ne kadar yardımımız dokundu? En önemlisi kendimizi ne kadar geliştirebildik? Ne kadar iletebildik? Bu soruları sürekli sormak gerekiyor kendimize. Aslında sürekli bir mücadele içindeyiz. Ailemizle, okulumuzla ve hatta hayatımızla sürekli bu ağır hayatın yükünü en kolay şekilde nasıl üstleneceğimizi düşünüp duruyoruz. Mücadele hayatın her yerinde. Lisede lise sorunlarıyla, üniversitede üniversite sorunlarıyla, sonra tam anlamıyla hayatla mücadele içinde olacağız. Olmalıyız da. Aslında hepsinin amacı aynı, daha insancıl, özgür, eşit bir yaşam istediğimizde ve gelecek kuşaklara da bu iyi şartlarda bir yaşam sağlama ümidinizden kaynaklanıyor bu mücadele. Bir burjuva da mücadele halinde olabilir. Ancak bizimkiyle hiçbir zaman aynı sebeplerde olamaz. Çünkü o, nasıl daha fazla emek sömürürüm, nasıl daha fazla zengin olurum ya da rakiplerimi nasıl daha çok karla geçerim, mücadelesi içindedirler. Ve bu mücadeleyi verirken bile o sömürdüğü işçilere muhtaçtır. Bizim mücadelemiz ise, nasıl insanca yaşabilirim, nasıl sıcak bir evde oturabilirim, nasıl çocuklarıma daha rahat şartlarda bir hayat sağlayabilirim mücadelesi. Zaten o yüzden bizim mücadelemiz onurlu mücadele. Peki nedir mücadele? Mücadele; 17 savaşmaktır, direnmektir, karşı koymaktır ve bilinçlenmektir aslında. Peki biz mücadelenin neresindeyiz! Her yerindeyiz! Çünkü bizler geleceğiz ve geleceğin daha parlak, daha eşit, daha özgür olması için mücadele etmeliyiz ve mücadelenin her yerinde olmalıyız. Biz geleceğiz çünkü sömürüye, haksızlıklara karşı savaşıyoruz, direniyoruz, karşı koyuyoruz en önemlisi bilinçleniyoruz. Bilinç dediğimiz şey çok önemli, hayatımız boyunca bir mücadele içindeyiz ve bu mücadeleyi, eylemleri amacına ulaştırabilmek için etrafımızda olup bitenleri iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Dostumuzu, düşmanımızı ayırt edebilmeliyiz mesela. Örgütlü olmayı öğrenmeliyiz. Kişisel değil toplumsal sorunlara öncelik vermeliyiz. Görmeliyiz, duymalıyız, okumalıyız, yorum yapmalıyız. Teori-Pratik ilişkisini hayatımıza iyice oturtmalıyız. Okuduklarımızı hayatımıza yansıtmalıyız yani. Eylemlerimizle kanıtlamalıyız. Unutmayalım ki Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır. Selçin SOLMAZ

EVLERİNE DÖNSÜN DİYENLERİN SARAYLARINI BAŞLARINA YIKACAĞIZ! Oligarşik diktatörlük gün geçtikçe e- mekçi sınıfların üzerindeki baskısını arttırmakta, sömürüyü ve talanı hat safhaya çıkarmaktadır. Patronların 3-5 kuruş daha fazla kazanabilmeleri için emekçi yığınların istekleri göz ardı edilmekte ve toplumun her katmanı oligarşi tarafından tabi ricait ise iliğine kadar sömürülmektedir. Halkın içindeki en ufak bir kıpırdanıştan dahi korkan oligarşik diktatörlük, devlet cihazlarını acımasızca ve bir o kadar da canice emekçi yığınların üzerine sürmüştür. İşçiler yaralanmış ve hayati tehlikeler atlatmıştır. Görüntülerde, Abdi İpekçi Parkı nda işçilerin yerlere serildiğini görmekle birlikte, faşizmin çirkin bir boyutu daha gözlerimizin önüne serilmiştir. Hala ülkemizde demokrasi söylemlerinde bulunulurken, işçilerin demokratik haklarını kullanması, anti-demokratik bir uygulamayla karşı karşıya kalmalarına sebep oluşturuyor! Faşizm, demokrasi maskesini artık suratında tutamamaktadır. Kapitalizmin içine girdiği krizle birlikte sistem, krizden ucuz kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştır. Bunun en kısa yolu ve çözümü ise işten atmalar olmuştur. Egemenler hiç vakit kaybetmeden bu kısa yolları krizden çıkabilmek için kullanmaya başlamışlardır. Zaten açlık sınırının altında bir maaşla yaşamaya çalışan emekçilerin işten atılması ülkemizdeki oligarşinin krizden kurtuluş yoludur. Ama bunun emekçi kesim için ne denli büyük bir sorun olduğunu egemenler bilmez ya da bilmek istemezler. Çünkü onların kaybedecek bir işleri yoktur. Günde Dünya üzerinde 17.000 insan ölürken, onların derdi açlıktan ölen insanlar değil, karlarına daha ne kadar kar katabilecekleridir. İşbirlikçiler, son dönemlerdeki söylevleriyle ve büyük bir yüzsüzlükle işsizliğin azaldığından ve krizden çıkıldığını iddia etmektedirler. Bir kez bile televizyonu açıp izlemediler mi? Artık burjuvazinin basını bile bu haberleri gizleyememektedir. İşte bunun en son örneği: 24.12.2009 tarihinde Antalya da 25 yaşındaki Niyazi Kaymaz, 7 aydır işsiz ve borçlarını ödeyemeyen bu genç insan cinnet geçirerek, elinde bıçakla yolda önüne gelene saldırdı. Olayda bir kişi ve bir polis yaralandı. Şimdi bu örneğe bakacak olursak, işsizliğin azalmadığı aksine gitgide daha arttığını ve şiddetlendiğini göreceğiz. Egemenlerin halkın üzerinde uyguladığı zamlar, işten atmalar, bütün gerçekliklere suratını çevirerek ve utanmadan yüzde 2.5 zammı reva görmeler ülkemizde ki gizli faşizmin ürünüdür. Ülkemizde hala böyle vakalar yaşanırken krizin etkisini yitirdiği ve işsizliğin azaldığını iddaa etmek, faşizmin ihtiyacıdır. 25 Kasım grevinden sonra, 40 a yakın işçiye ceza talebinde bulunulması, demokrasinin olmadığını bir köre bile göstermeye yardımcı olacaktır. Bu eylemden sonra işten atılmalar hız kesmeden devam etmektedir. Son olarak tekel işçilerinin 4/C statüsü kapsamında işten atılmaları başka bir eylemi daha kaçınılmaz kılmıştır. AKP hükümetinin başbakanına bir eylemde bulunan tekel işçileri, yaptıkları protestolar karşısında Kusura bakmayın gibi trajikomik bir cevap alan işçilere, o da yetmezmiş gibi provokatör demesi hak arama mücadelesinin ne kadar zorlu bir iş olduğunu bir kez daha net çizgilerle göstermiştir. Bu şekilde cevap alan işçilere mücadeleden başka bir yol kalmamıştır! Ankara ya Türkiye nin dört bir yanından gelen işçiler taleplerini Ölmek var dönmek yok, Direne direne kazanacağız gibi sloganlarla isteklerini hep bir ağızdan ve bir o kadar da kararlı bir şekilde dile getirmişlerdir. Eylemin 4. gününde polisin gazlı, coplu müdahalesiyle birlikte, çok sayıda işçi yaralanmış ve üç işçi kalp krizi geçirerek hayati tehlikeler atlatmışlardır. Faşizmin uyguladığı bu canice saldırının sonucunda, elinde ekmeklerle panzerin tazyikli suyundan kaçmaya çalışan işçilerin fotoğrafları kalmıştır. Artık faşizm demokrasi 18

maskesinin arkasına saklanamamakla birlikte, bu tip hareketlenmelere de tahammülü kalmamıştır ve bu eylemin temelini kapitalizm hazırlamıştır. Ulaşım sektöründen, tekele, gıdadan madene kadar çoğu sektörde eylemler hız kesmeden devam etmektedir. Başbakan ın bu eylemler karşısında tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır mantığını kullanarak Evinize dönün demesi emekçilerin eve dönüşlerinin 2. gününde aç kalacaklarının en açık göstergesidir. Başbakan için evinize dönün demek o kadar kolay olacak ki herhalde işçilerin de kendi gibi lüks sitelerde oturduğunu zannediyor. Egemenler bunları asla bilmezler. Çünkü onlar bir kere bile gün doğumuyla gün batımını bir edip, evlerine bir çorba parası götürebilmek için yerin kat be kat altında ölümü göze alarak çalışmadılar. Onlar emek harcayarak hiç bir şey üretmediler. Bir avuç asalak, kan emici olarak emekçi yığınları sömürmekten başka bir şey yapmadılar. İşte oligarşi budur. Bir avuç kan emicinin, ülkedeki emekçi kesimi sömürebildiği kadar sömürmek, patronların zenginleşebildiği kadar zenginleşmesini sağlamak. Oligarşi için emekçilere evinize dönün demesi gayet kolay, ama şunu da bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar: Evlerine dönerler ama, dönecek bir evleri varsa! ZAFER DİRENEN EMEKÇİNİN OLACAK! Nazlı SOYLU Marksizm: Bilimsel Bir Dünya Görüşü 19 Merhaba arkadaşlar. Bu yazıda Marksizm in oluşum ve gelişim sürecine ufak bir başlangıç yapmayı uygun gördüm. Gelecek sayılarda daha ayrıntılı bilgilerle karşınızda olacağız. Öncelikle Marksizm in basit bir tanımıyla başlayalım: Toplumların gelişimini, bilimsel olarak açıklayan genel bir dünya görüşüdür. Bunu biraz açarsak; toplumların bulundukları duruma nasıl geldiklerini, niçin sürekli değişimlere uğradıklarını ve geleceğin bu toplumlara neler getireceğini araştıran Marks ve Engels, sonunda şu sonuca varmışlardır: Toplumlardaki değişimin hiç biri rasgele olmamıştır. Bu değişmelerde tıpkı tabiattaki değişimler gibi belirli kanunlarla düzenlenmiştir. Değişimlerin belirli kanunlara uyması gereği ise, bize toplumları bilimsel olarak açıklama imkânı verecektir. İnsanların gerçek yaşantılarını, ortak üretim çabalarını başlangıç noktası olarak alan bu bilimsel görüş, dinsel inançlar, ırk ayrımları, bireysel eğilimler ya da hayaller üzerine kurulan diğer bütün dünya görüşleriyle taban tabana zıttır. Marks, bu dünya görüşünü, özellikle İngiltere ye uyarlayarak, kendisini bütün dünyaya tanıtan bilimsel teorisini, yani kapitalizmin ekonomik teorisini kurmuştur. Bununla birlikte Marks ekonomik görüşlerinin tarihi ve sosyal görüşlerinden asla ayrı düşünülemeyeceğini, hepsinin bir bütün şeklinde ele alınması gerektiğini ısrarla belirtmiştir. Örneğin, kapitalistin karı ile emekçinin ücretini, belirli bir noktaya kadar salt bir ekonomik sorun gibi incelemek mümkündür. Fakat soyut kavramları değil, gerçek hayatı incelemek isteyen bir kimse, kar ile ücret arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek için her şeyden önce bu ilişkilerin sınıfsal nedenlerini, yani işveren-işçi ilişkilerini gözden geçirmek zorundadır. Böylelikle ekonomik bir sorunun araştırılması tarihsel bir aşamanın araştırılması halini alacaktır ve bu evrede Marksizm devreye girecektir. Toplumların gelişimini bilimsel olarak açıklayan Marksizm, bütün öteki bilimler gibi, deneylere, tarihin ve tabiatın gerçekliklerine dayanır. Bu açıdan Marksizm tamamlanmış bitmiş bir dünya görüşü değildir. Toplumlar evrimden geçtikçe, ortaya yepyeni ortak çabalar çıktıkça, insanların tecrübeleri arttıkça Marksizm de sürekli olarak gelişir ve ortaya çıkan yeni gerçeklere de aynı kesinlikle uygulanabilir. Nitekim Marks ın ölümünden sonra Marksizm e en büyük katkıları V.I. Lenin (1870 1924) tarafından yapılmıştır. Dış dünya hakkında edindiğimiz bilgiler, bize dış dünyayı kendi isteklerimize uygun olarak değiştirebilme imkânlarını verir. Aynı şekilde Marksizm de, toplumu sosyal ve ekonomik amaçlarımız çerçevesinde yön vermemize ve değiştirmemize rehber olur. Çünkü toplumları düzenleyen, yöneten, sosyal ve ekonomik kanunlar, dış dünyayı düzenleyen ve yöneten kanunlar kadar kesin ve geneldir. İşte Marksizm, eşya ile insan toplumlarına aynı kesinlikle uygulanabilen toplumsal kanunların bulunması, açıklanılması ve kullanılmasıdır. Aşkın TUNA

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ Dünya emekçi kadınlar günü ilk kez 1800 lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önüne kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme gelmiştir. Kadınlar da tüm dünyada olduğu gibi eşitlik isteklerini 8 Mart gününde dile getiriyorlar. ABD nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar,1800 lü yılların ortasından beri daha iyi çalışma ortamı, emeklerinin karşısında hak ettikleri ücret için çalışıyorlar. Ama bunca yıllık mücadeleye karşı elde ettikleri bir şey yoktur. En sonunda hakları için son çare greve giderler. Ancak patronlar greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Ve greve giden kadınlar fabrikaya kilitlenir. Patronların amacı grevin başka fabrikalara sıçramamasıdır. Beklenmedik bir yangın çıkar ve kadın işçilerden çok azı kaçıp kurtulmayı başarır. Bu katliamda 129 kadın işçi yanarak can verirler. 8 Mart Clara Zetkin in önerisiyle tüm dünya kadınlarının eşitlik, özgürlük ve daha huzurlu yaşama isteklerini dile getirdikleri çok özel bir gündür. Kadınlar ve erkeklerin fiziksel olarak eşit olmamaları, hak olarak da eşit haklara sahip olmamalarını gerektirmez. Kadınların haklarını engellemek demek; o toplumu bitirmek demektir. Kadınsız bir toplum çorak bir toprağa benzer. Toplumun yapı taşı olan aileden başlayarak sağlıklı bireyler yetiştirmek onların elindedir. Eğer kadın bilgisiz ve cahil kalmışsa, okuma hakkından mahrum bırakılmışsa ondan sağlıklı birey yetiştirmesi beklenemez. Kadınların devrimci mücadelemizde yeri çok büyüktür. Şu söz de bunu çok güzel vurguluyor. Kadınlar katılmaksızın gerçek bir kitle hareketi olamaz. Bu söz kadının devrimci mücadelede ki direnişini ve günümüzde kadının ikinci plana atılma durumuna karşı duruşun bir ifadesidir bence. Örgütsel yaşamda kişinin cinsiyeti değil yerine getirdiği görevleri önemlidir. Böyle bir zamanda savaşmak zorunda ve karşısında durmak zorunda olduğumuz bir sürü engel vardır. Kadın yoldaşlarımızın bu durumda sahip olduğu kararlılık, özveri, disiplin bu mücadeledeki başarımız da çok önemli bir etkendir. Bu yolda devrimcilerin görevi kadın erkek ayrımı gütmeden devrim için mücadele etmektir. Aydınlık yarınların ve zaferin güvencesi budur! Ayla ŞAHİN 20