Bir Tadımlık Fransa /Aix Bu geziyi güzel hale getiren Kaptan Tur Şirketi nin biricik üyelerine hitaben Kaptan Tur Şirketi üç elemanı ve bir onur konuğundan oluşan, içinde aşçısından tutun da şoförüne ordan tutun tur rehberine ve oradan da ko-pilot ve tercümanımıza kadar donanımlı ve içinde beni de bulunduran bir şirketti. Bu arada aşçı annem, şoför babam, tercümanımız ve yerlerimizi ayırıp ko-pilotluk yapan abim ve elini sıcak sudan soğuk suya koymadan adeta gezerken rahatlığın battığı bir onur konuğuydum bu ekibin. Bu yüzden onlara ve Türk ekonomisini bu hale getirenlere teşekkürü bir borç bilirim 1 Euro=2.80 TL Uçaktan iner inmez Marsilya nın kuvvetli ve soğuk rüzgarları karşılamıştı bizi. Ama tatile çıkmıştık bir kere, geri dönüş olamazdı. Havanın sıcak olması lazımdı ve öyle de oldu -dona dona kendimizi inandırdık-. Havaalanından iner inmez randevu aldığımız araba kiralama acentasına gidiyorduk. Yolda giderken annemin nedense arkada kaldığını fark edip arkamıza baktık. Yolun karşısında annem euro buldum euro buldum diye bağırıyordu. İki euro için bu kadar bağırış değer miydi diye düşünürken annem elinde 50 euroyla geldi. Tabii Anadolu çocuğuyuz; euroyu üçle çarpıp bunun Türkiye de yolda 150 tl bulmak gibi bir şey olduğunu kavrayınca, parayı hemen gerçeklik testine tuttuk. Her ne kadar euroyu güneşe tutunca Atatürk ü göremesek de yine de paranın sol köşesine sıkışmış birinin varlığı bizi sevindirmeye yetti. 15 dakkalık beklemeden sonra kimsenin gelmediğini görünce, e biz de napalım, çöktük paraya. Sonra atladık arabamıza ve yürüdük ilk durağımıza: Aix Aix Fransa nın küçük mü küçük, şirin bir şehriydi. Eski bir kasaba olmasına rağmen son derece şık, içinde nostaljik kafeleri ve tertemiz sokakları barındıran, genç ve yaşlı kesimin uyumla yaşadığı bir şehirdi. Bu küçük şehirde üç üniversitenin olduğunu ve dolayısıyla şehrin üçte birinin öğrencilerden oluştuğunu öğrendik. O kadar öğrencinin bulunduğu şehirde, ne bir taşkınlık, ne bir çoşkunluk vardı. Bizde olsa tüm şehri hababam sınıfına çevirirlerdi diye aklımdan geçmedi değil.
Diğer şehirlerdeki gibi bu şehirde de dikkatimi çeken ilk unsur ağaçlardı. Genellikle okulların bahçelerini veya şehrin caddelerini süsleyen bu ağaçlar, ellerini açmış yaratıcısına adeta yalvarır gibi duruyordu. Ey yaratıcı, bak kış geldi dımdızlak kaldım, bana eski gücümü kuvvetimi ver. Gençken yanımda olup, benim güzelliğimden esinlenip bana şarkılar besteleyen arkadaşlarım gelmez oldu. Sen beni gör; bu aciz kuluna tekrar yeşermeyi nasip et. dercesine hüzünlü ve yalvarır duruyorlardı. O ağaçlar ki kuşlara meyvelerinden ikram eden ve onların üzerinde gezinmesine izin veren ağaçlardı. Ama ne yapsalar da yine yeterli olmuyor, kuşlar yine o gagalarını ağaçların gövdesine vura vura, içlerinde kendilerine ait barınak yapıyorlardı. Kuşlara gerek barınak olan gerekse meyvelerinden veren ağaçların bu durumunu görünce, besle kargayı oysun gözünü cümlesinin bir ağaç tarafından söylenmiş bir atasözü olduğu kanısına vardım. Şehri şöyle bir turladıktan sonra, gezmeye çok alışık kimseler olmadığımızdan, oturup bir şeyler içme teklifi sundum. Evet, her şey benim kaşınmamla başladı sevgili okur. İzlenimlerime ara vermek için bir kafeye oturup, güneşin batmaya yaklaştığı vakitlerde sıcak çikolata siparişi verdik. Gelen siparişler sonucu tur rehberimiz, bu sıcak çikolatanın sıcak çikolata değil aksine yemekhane çorbası soğukluğunda olduğundan hayıflanıyordu. Tam bu sırada şoförümüzün içeceğinin tadına bakan ben, geri çekilirken bütün o sıcak çikolatayı pantolonuma dökmeyeyim mi! Benim suçum yok sevgili okur; 10 santim bardağa 2 km lik kaşık koyarsan, o kaşık yerinde durmaz bulunduğu bardağı mancınık gibi fırlatır.neyse efendim, kısacası ben tadını tüm bedenimde hissettim bu içeceğin. Annemse Nasreddin Hoca edasıyla, Buz gibi sıcak çikolata getirmişler diye hayıflanıyordunuz, ya sıcak olsaydı? derken annelerin nasıl her olayı hayra yorabileceğini bir kez daha görüyorduk. Mekandan kalktıktan sonra haliyle ekibimiz pantoloncu aramaya koyuldu. Bense geri kalan iki saat boyunca soğuk soğuk esen havada, tenimin ıslak pantalonla olan temasını azaltmak için pişik gibi bacaklarımı aça aça gezdim.
Ne güzel izlenimlerimi yazacaktım, gel gör ki elin şehrinde bile AVM arar olduk. Bir Türk olarak kendi silahımızla vurdular bizi. Kısacası yazıma meze ararken, meze oldum sevgili dostlar. Neyse efendim birkaç yere girip çıkmamız sonucu en sonunda pantolon ve iç çamaşırı bulduk. Evet, donuma kadar ıslanmıştım. Ve tahmin edin ne kadar tuttu? Böylelikle yolda bulduğumuz para gitmiş oldu. Ee neymiş haydan gelen huya gidermiş. Ertesi sabah uyandığımızda, baş aşçımız kıpır kıpırdı.e haklı kadıncağız, nasıl heyecanlanmasın. Bugün şehrin pazarına gidecektik. Alt tarafı iki maydanoz için ne bu heyecan dediğinizi duyar gibiyim. Sakın ola demeyin, çünkü şehirleri şehir yapan pazarlarıdır. Pazarlarında görürsünüz bu şehrin size neler sunabileceğini, insanlarını, güler yüzleri Şehrin potansiyelini görürsünüz, içindeki renkliliği, çoşkusu ve neşesini..pazarlarından eğer bir şey alamasanız bile, şöylesine bir turladıktan sonra eve götüreceğiniz bir pazar çantası dolusu huzur ve mutluluk vardır; kilosunu bedavadan aldığınız. Otelimizden çıkıp pazara vardığımızda bir de gördük ki, benim çikolata döktüğüm yerde şimdi çiçekler açmıştı. Çiçek pazarı, şehrin meydanlarından birine kurulmuştu. Az ilerde, yokuş aşağı doğru yürüyüp bir diğer pazara girdiğinizde ise burasının bambaşka bir yer olduğunu farkettim. Bu pazar, turşudan tutun ekmeğe, sebzeden tutun değişik şekerlemelere kadar insanların temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği şeylere sahipti ve haliyle çiçek pazarından daha fazla uğrak alanıydı. Dün sakin olan bu şehir, yeni kurulan pazarıyla birlikte benim için yepyeni bir kimliğe kavuşmuştu. Türkiye dekinin aksine esnafların çoğunluğu bayanlardan oluşuyordu ve gözlemlerim sonucu anladım ki bu bayanlar güler yüz testine tabi tutulmuş ve kazananlar burda standındını açmaya hak kazanmıştı. Evet, hepsi güler yüzlüydü ve peynirlerinin, zeytinlerinin veya her ne
satıyolarsa satsınlar sattıkları şeylerin tadı esnafın güler yüzünden geliyordu. Çünkü o tatlı yüzü gören yiyecek de sahibini utandırmamak için, içinde sakladığı aromayı gelen müşterilere sunuyordu. Pazarda her türlü renkliliği bulmak mümkündü. Bir tarafta bir grup müzik çalarken, şeker satan esnaf onlara uyumlu dans ediyordu -veya bana kur yapıyordu çözemedim-, diğer tarafta minik bir dostumuz; sütün verdiği ağırlığa ve pazarın verdiği huzura yenik düşüp bayılmıştı. Ben tam huzuru bulmuş, emeklilik planlarını yapmışken, bir anda tur rehberimizin Hadi artık toparlanıyoruz, gitme vakti geldi. dediğini duydum. O an dünya başıma yıkılmıştı çünkü yeni elde ettiğim huzuru geri kaybetmek bir çocuğun oyuncak arabasını kaybetmesiyle eş bir acıydı benim için. Ama sonra bulduğum huzuru gömdüm toprağa ve giderken söz verdim bir daha geleceğim adına. Sonra tek bildiğim kelimeyle haykırdım dağlara taşlara: Au revoir Hulusi Kaptan