Editörden. Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi 28 Haziran - 5 Ağustos 2010 Gösterim Programı ve Film Tanıtım Kitapçığı, 2010 / III

Benzer belgeler
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MİTHAT ALAM FİLM MERKEZİ BÜLTENİ

Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti

Kırkayak Kültür - Sinema Atölyesi Çarşamba gösterimleri Nisan ayı programı açıklandı. Balkan Sineması

ikonu bir yeşilçam (ev dekorasyon)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Jamie Foxx J

Uluslararası 3. Antakya Altındefne film festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışma Yönetmeliği

WALTER MITTY NIN GİZLİ YAŞAMI 3 OCAK TA SİNEMALARDA!

Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015 Yönetmen: Yorgos Lanthimos Oyuncular: Colin Farrell, Rachel Weisz, Léa Seydoux, Ben Whishaw, John C.

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Seyfi Teoman Kısa film çekmeyi düşünmüyorum, çünkü maliyeti çok yüksek, geri dönüşü yok.

24. ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ Mart 2013 ULUSAL UZUN FİLM YARIŞMASI YÖNETMELİK

ANTALYA ALTIN PORTAKAL'DA JÜRİ HEYECANI!

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Eserleri eskisi kadar ilgi görmeyen ressam Liam Price ın bir yanlış anlama

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

14. New York Türk Film Festivali

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ BESYO TME-110 TEMEL MÜZİK EĞİTİMİ 1.HAFTA

13. New York Türk Film Festivali

F İ L M İ N Ö Z E T İ

SINIF İÇİ ETKİNLİKLER OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ETKİNLİĞİ SANAT ETKİNLİĞİ TÜRKÇE DİL ETKİNLİĞİ MÜZİK-OYUN ETKİNLİĞİ. Sevgili Velilerimiz,

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

d) Yarışmaya 01 Ocak 2015 tarihinden sonra yapılmış ve Eser İşletme Belgesi almış olan filmler katılabilir.

Yapabileceğim en iyi iş bu. Dünyanın pek çok farklı yerinden filmleri Avustralya da yaşayanların izleyebilmesini sağlayabilmek benim tutkum.

İLERİ DÜZEY SENARYO YAZARLIĞI SERTİFİKA PROGRAMI

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Fantasturka Bugün Başladı

Bodrum Deniz Filmleri Festivali

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Baş döndüren bir yaşam...

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (07 Aralık Ocak 2016)

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI İLKOKUL BÜLTENİ

İtalya nın Üç Büyüğü: Roma, Floransa, Venedik.

MAYIS 2014 BÜLTENİ. Merhaba! Mayıs ayı boyunca yaptığımız etkinlikleri bulabileceğiniz. bültenimizi sizinle paylaşmanın sevinci ve gururu. içindeyiz.

36. İFSAK ULUSAL KISA FİLM YARIŞMASI BAŞVURU FORMU

Rutinler temamız kapsamında sabah sporu yaptık, grup sohbetleri ile paylaşımlarda bulunduk. Sabah sporunda reçel yaptık, hayali reçellerimizi

zeytinburnu.bel.tr ATÖLYE ÇALIŞMALARI

ZEKA Oyunları Turnuvaları

PROF. DR. YUSUF VARDAR -MÖTBE- KÜLTÜR MERKEZİ

Kitabı mı Çıkmış, Dizisi mi?

bir ORHAN ESKİKÖY filmi MUHAMMET UZUNER JALE ARIKAN BESTE KÖKDEMİR AHMET VARLI

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

ÖLÜMCÜL OYUNCAKLAR KEMİKLER ŞEHRİ MORTAL INSTRUMENTS CITY OF BONES 30 AĞUSTOS TA SİNEMALARDA!

BULUNDUĞUMUZ MEKAN VE ZAMAN

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

3 DAYS TO KILL SON 3 GÜN. Yönetmen. McG. Yapımcılar. Luc Besson. Adi Hasak. Ryan Kavanaugh. Türü. Aksiyon. Oyuncular. Kevin Costner.

"İş Sağlığı ve Güvenliği Kısa Film Yarışması" Katılım Koşulları. A) YARIŞMANIN KONUSU ve AMAÇ

T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI

Bilgisayar Oyunlarının Zararları

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

BEST SCREENPLAY 24. ADANA FILM FESTIVAL

T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI TALİM VE TERBİYE KURULU BAŞKANLIĞI SENARYO YAZIMI KURS PROGRAMI

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Yönetmen: Cate Shortland Oyuncular: Saskia Rosendahl, Kai-Peter Malina Senaryo: Cate Shortland, Robin Mukherjee Görüntü Yönetmeni: Adam Arkapaw

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

Araştırmalar, evli çiftlerin yarıdan fazlasının birbirini tam olarak tanımadıklarını gösteriyor. Peki siz eşinizi yeterince tanıyor musunuz?

Serbest Yazma Konuları. Yrd. Doç. Dr. Aysegul Bayraktar

manzaraadalar.com.tr

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU VE ÖZEL İLKÖĞRETİM OKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 8.VELİ BÜLTENİ

OCAK AYI BÜLTENİ ŞEKİL KAVRAMI TEMA ÇALIŞMALARIMIZ KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI SES KAVRAMI ÖZEL BİLGİ İLKÖĞRETİM OKULU 6 YAŞ ANASINIFI

Bu testi yapın, kendinizi tanıyın!

Yönetmen / İnci Balabanoğlu Ahıska Senaryo / Özgür Ağaoğlu TERRA FİLMCİLİK

R ü z g a r l a r - Basın Bülteni - s.1

SiNEMA ESERi YAPIMCILARI MESLEK BiRLiGi

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (17 Aralık Ocak 2013) Sayın Velimiz, 17 Aralık Ocak 2013 tarihleri arasındaki temamıza ait bilgiler bu

Kübra YILMAZ, Yudum HACIOĞLU, Kadri ŞAHİN, Abdülkadir Arslan

BAKIŞ PORTRE FOTOĞRAFININ DEĞİŞEN YÜZÜ BANK OF AMERICA KOLEKSİYONUNDAN 3 EKİM OCAK 2013 SORULAR:

Beyaz Perde. K ı s a F i l. m çekim aktivitesi

2016 YAZ DÖNEMİ. zeytinburnu.bel.tr ATÖLYE ÇALIŞMALARI

Pazarlama İletişimi-3

ÖZGEÇMİŞ BİLGİ DİREN GÜNEŞ Kırmızı Balık/ Kurmaca/ Kısa Film Ağla/Yanım/ Belgesel Film İstanbul u Dinliyorum/ Belgesel Film

ÇOCUĞUNUZLA BİRLİKTE OYNAMANIN YARARLARI

YAŞAM. yeniden. `de TANIMLANIYOR

BİR ACAYİP SOYGUN ADANA İŞİ. - Basın Toplantısı Haber Küpürleri Ocak 2015 Adana Hilton Otel

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

ÇOCUKLARIMIZ VE TEKNOLOJİ

Uzakdoğu da Yalnızlık Dr. Barış Sancak

Brighton Ekolü. Film d'art (yapımevi)

Asuman Beksarı. Türkiye nin İlk ve Tek Kadın Karides Yetiştiricisi. Yaşamdan Kesitler Sema Erdoğan. J. Keth Moorhead

Koç Üniversitesi nde ders verme tecrübelerim BURAK ÖZBAĞCI 2013

Aşk Her Yerde mi? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

25 NİSAN DA SİNEMALARDA

Düşüncelerimizi, duygularımızı ve kültürümüzü oyunlar aracılığı ile ifade ederiz.

1824 yılında Paris Salonu'nda John Constable'ın eserleri sergilendi. Ressamın, kırsal manzaraları bazı genç meslektaşlarını etkiledi.

İLHAM VEREN KONUŞMACILAR ALEM-İ İŞ İLE HERKES BİRBİRİNİ DAHA İYİ ANLAYACAK!

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

SANAL GERÇEKLİK. Reklamcılık için ne ifade ediyor? Kaynak: thinkwithgoogle

BABA NERDESİN KAYBOLDUM

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

..OKULU ÖZEL EĞİTİM SINIF I. EĞİTİM-ÖĞRETİM YLILI HAFİF DÜZEYDE ZİHİNSEL ENGELLİLER; SINIFLAR TÜRKÇE DERSİ ÇERÇEVE PLANI

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

2011 Yılının En Çok Konuşulan Twitter Mesajları Twitter 2011 yılında, birçok ünlü, iş adamı, politikacı, dini lider, kanaat önderinin kendi

Uluslararası İzmir Film Festivali ilk kez 1990 yılında düzenlenmeye başladı. 11 kez düzenlenen Festivale 2000 yılında ara verildi.

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

1.Aşağıdaki isimlere uygun sıfatkarı getiriniz.(büyük, açık, tuzlu, şekerli, soğuk, uzun,güzel, zengin)

Transkript:

Editörden Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi 28 Haziran - 5 Ağustos 2010 Gösterim Programı ve Film Tanıtım Kitapçığı, 2010 / III Bu dergi Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerince hazırlanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi Güney Kampüs 34342 Bebek-İstanbul Tel: (212) 287 70 76 Dahili: 7381 Faks: (212) 287 70 68 E-posta: mafm@boun.edu.tr internet: www.mafm.boun.edu.tr İmtiyaz Sahibi Yamaç Okur Editör (Sorumlu) E r e n O d a b a ş ı Yayın Kurulu Z e k i K ü p e li E r e n O d a b a ş ı Tasarım G ü li z A t s ı z F a r u k K u ş c a n Düzelti G ü ln i h a l K a v a k lı o ğ lu E r e n O d a b a ş ı Künye G ü li z A t s ı z F a r u k K u ş c a n Yayın Danışmanları Mithat Alam Yamaç Okur Nil Perçinler Katkıda Bulunanlar E z g i A k d a ğ, G ü liz A tsız, S o n a y B a n, D e n iz Ç o ra l, M ehm et Tan er D em ir, Ved at En g in, M erve Erd em, İrem G ü n h an, Yasem in Kan d em iro ğ lu, Sena Karad u rm u ş, E n g in K a raye l, G ü ln ih a l K av a k lıo ğ lu, E m in e K ay a, D eniz M ü ftü o ğ lu, Se d a San cak, C an Sever, Ece Şakarer, N e r m i n T a ş k a l e, U la ş T u r a n Teşekkürler İrem A km an, Sad u n Başer, Ö zlem C o şku n, Ved at En g in, U t k u G ü n e ş, A h m e t B ü l e n t K ı r k o ç Ön kapak görseli: L u s t, C a u t i o n Arka kapak görseli: N o C o u n t r y F o r O l d M e n Sinefil, iki aylık süreli yayındır. Ücretsizdir. Dergide yayımlanan tüm yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Boğaziçi Üniversitesi Matbaası Haziran 2010 Geçen hafta iki farklı yazı için daha önce izlediğim iki filmi yeniden seyrettim; biri son filmiyle Cannes Film Festivali nde Altın Palmiye kazanan Taylandlı yönetmen Apichatpong Weerasethakul un Blissfully Yours u (Sud Sanaeha, 2002), diğeri de Sinefil programında yer alan Woody Allen başyapıtı Annie Hall (1977). Birbirinden olabildiğince uzak bu iki film, zihnimde bıraktıkları izlerden farklı deneyimler olarak çıktılar karşıma; daha önce ele vermedikleri zenginlikler sundular, kendilerine özgü birer hissiyat yaratıp, bu hissi olanca gücüyle bana aktardılar. Bu iki seyir deneyimini ilgi çekici kılan nokta, filmlerin kazandığı yeni boyutların Sinefil programının iki ana başlığı ile uyuşması. Hem Weerasethakul un hem de Allen ın eserleri göstereceğimiz diğer filmlerle gevşekliğini çok iyi bildiğim bağlar kuruyor. Bu bağların çözülmeye yatkınlığının farkındayım ama yine de filmler arasında bir belirip bir kaybolan yollarda dolanmak istiyorum. Blissfully Yours u izlerken filmin erotik olup olmadığına kafa yordum. İçerdiği çıplaklığa, tene yapılan vurguya ve sevişme sahnelerine bakılırsa rahatlıkla erotik kabul edilebilecek bir film bu. Ama filmi erotik hale getiren şey ereksiyon sahnesine yer vermesi ya da filmdeki çiftlerden birinin seviştiği uzun sahne değil. Belki Weerasethakul un bütün filmleri için, ama özellikle de Blissfully Yours için söylenebilir; yönetmenin sinemasında atmosferi tanımlayan sözcüklerden biri rehavettir. Bu tespiti destekler şekilde Blissfully Yours u görünürde erotik bir film yapan esas şey, tüm filme yayılan telaşsızlık, başka bir deyişle uyuşmuşluğun çekiciliği. Filmin çoğunun geçtiği dev ve karmaşık orman, havanın güneşli olması, sürenin neredeyse tamamını uyuklayarak geçiren karakterler adeta izleyiciyi kıskandıran bir rahatlık yaratıyorlar perdede. Dolayısıyla filmdeki sevişme sahnelerini özendirici nitelikleri için, bedensel bir hazzın peşinde değil; sevişmenin inkar edilemez bir çekiciliği olan uykuvari hissin tamamlayıcısı olduğu için izliyorsunuz. Çıplaklığın işlevi izleyicide cinsel bir dürtü uyandırmak yerine filme sinen rehaveti pekiştirmek oluyor. Ancak bu durum sinemada genelde tutkuyla, şehvetle, heyecanla eş tutulan erotizm anlayışından zıt bir noktaya düşüyor. Bildik erotizm tanımına daha yakın duran filmlerden Lust, Caution (Se, Jie, 2007) hareketli bir casusluk öyküsünü anlatırken, tartışmalı bir başyapıt olan In The Realm Of The Senses (Ai No Korida, 1976) uçlarda dolanan bir arzu ve saplantı hikayesini perdeye taşıyor örneğin. Dolayısıyla ilk bakışta uyandırdığı izlenime rağmen Blissfuly Yours un alışıldık anlamda erotik bir film olduğunu söylemek mümkün değil. Bu noktada çok temel bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz: Çıplaklık ya da cinsellik erotik film olmanın ön koşulu ya da garantisi olmadığına göre bir filmi erotik yapan şey nedir? Bu soruya çok farkllı yanıtlar verilebilir kuşkusuz ama Sinefil programını oluşturan filmleri belirlerken amacımız sorunun yanıtlarını bulmaktan ziyade olası yanıtların ne kadar geniş bir yelpazeye yayıldığının altını çizmekti. Karakterlerin el ele bile tutuşmadığı bir film kurduğu atmosfer ve odaklandığı detaylar sayesinde son derece erotik hale gelirken, tamamen çıplak insanlar arasında geçen bir başka eser erotizmden uzaklaşabiliyor. Bu nedenle gösterim programını oluşturan filmler arasında kimsenin kolay kolay erotik kabul edemeyeceği Salo (1975) gibi sansasyonel filmler ve erotizmini mekan üzerinden kurmayı seçen Exotica (1994) gibi dolaylı filmler birarada bulunuyor. Erotik filmler gibi bir başlığı neredeyse akademik bir soruşturmaya indirgeyecek değilim, 1

Editörden böyle bir niyetle erotik filmlere adanmış bir program var olamazdı zaten. Şüphesiz Last Tango in Paris (Ultimo Tango a Parigi, 1972) gibi bir filmi kalabalık salonda, büyük perdede izlemenin hınzır bir çekiciliği var. Yine de böylesi bir seçkinin anlam taşıması için erotik olarak nitelendirdiğimiz kavram ya da imgeleri art arda dizmektense sinemasal erotizm üzerine kafa yormak gerekiyor. Seçkideki filmlerin farklı dönemlerde ve coğrafyalarda değişiklik gösteren erotizm anlayışını yansıtması ve kapsamlı bir yazıyla erotik film tarihinin incelenmesi de bu yaklaşımı destekliyor. Sinemada erotizmi formüle etmeyi zorlaştıran bir nokta daha var; erotikliğiyle ön plana çıkan imgeler tam da erotik nitelikleri sebebiyle filmlere dahil edildiklerinde bile bir filmi erotik hale getirmiyorlar. Örneğin Oscar kazanan filmler arasında gösterilecek olan American Beauty deki (1999) çıplaklığın işlevi hem Salo dan hem de Exotica dan olabildiğince farklı. Sarışın bir genç kızın gül yapraklarıyla kaplı bedeni erotik niteliği sebebiyle filme dahil ediliyor, fakat bu imgenin filmdeki karşılığı filmi erotik hale getirmekten çok uzak; genç kızı düşleyen adamın hayatının yapaylığından ve tatminsizliğinden kaçışına denk düşüyor güller arasındaki çıplak beden. Benzer şekilde filmin ana karakteri Lester banyoda mastürbasyon yaparken yaşamındaki boşluğa duyduğu nefreti belli etmek istercesine Günümün zirvesi bu olacak. diyor ve bu sahnenin bir zevk anını betimlemediği netleşiyor. Merkez geleneklerinden biri yaz programlarının tamamını tek bir türe ayırmaktı. Geçen sene yol filmleri gösterimleri ile bu geleneği sarsmıştık çünkü yol filmleri bir tür sayılabilmekle birlikte korku ya da komedi gibi temel bir janrın yerini tutmuyordu. Bu yılki program ise tür sineması ile ilgili alışkanlığımızı tümden yıkıyor ve gösterimleri birbirinden bağımsız ana başlıklara bölüyor. Böyle bir programın en hoş yanlarından biri farklı başlıklar arasında benim American Beauty üzerinden örneklemeye çalıştığıma benzer köprüler kurulabilmesi. Erotik sinema tanımının muğlaklığı programın kendi kendine bunun gibi referanslar oluşturmasını da olası kılıyor; ne de olsa hemen her filmde erotik olduğu söylenebilecek imgeler farklı amaçlarla kullanılıyor. Gösterim programının diğer yarısı en iyi film dalında Oscar ödülü kazanan filmlerden oluşuyor. Bu filmlerden biri olduğu için tekrar izlediğim Annie Hall u bu kez üzerinden geçen zamanla ilişkisinden yola çıkarak değerlendirdim. Yaşlanmak bu filme çok yakışıyor, sanırım Annie Hall hayat boyu tekrar tekrar ziyaret edilecek bir avuç filmden biri. Filmin bende böylesine güçlü bir etki bırakmasına sebep olan şey ise her sahnede sezilen, son bölümde ise tüm filmi saran hüzün. Woody Allen ın hüznü benzersiz, çünkü onun hüznü izleyiciyi yıpratmaya, duygusal olarak yormaya yönelik bir his değil. Annie Hall da yılların geçişi karakterlere hüzün veriyor, onlar ise bu hüznü eski günlerin değerini arttıran, hatıraları ve birlikte geçirilen zamanı daha da güzel kılan bir his olarak görüyorlar. Woody Allen ı en azından filmlerinden tanıyan, bu filmin onun için kişisel değerini bilen izleyiciler de varlığını tuhaf bir keyfin ardına saklayan bu hüznü paylaşabiliyor. Filmdeki ayrılık, yaşamdaki hemen her son gibi sona ulaşmanın verdiği bir durağanlık taşıyor, ama bu durağanlık geçmişte kalanları daha çok sevmeyi getiriyor beraberinde. Onlarca sözcükle dile getirmeye çalıştığım bu hissiyatı yinelememin sebebi ise çok sevgili bir dostun birlikte yaptığımız her şeye hüzünlü bir güzellik kazandıran ayrılışı. Eren Odabaşı 2

İçindekiler 1 Editörden 4 Haberler 5 Hisar Kısa Film Seçkisi 6 Hisar Kısa Film Seçkisi Hakkında 8 Hisar Kısa Film Seçkisi Filmleri 9 Oscar Kazanan Filmler 10 Gone With The Wind 11 Midnight Cowboy 12 No Country For Old Men 13 Rebecca 14 The Departed 15 American Beauty 16 Annie Hall 18 The Last Emperor 19 On The Waterfront 20 The English Patient 23 Sinefil Oscar Değerlendirmesi 27 Söyleşi: Kars Öyküleri 28 Kars Öyküleri 29 Erotik Filmler 30 Erotik Sinema Tarihi 34 Romance 35 Exotica 36 Lust, Caution 37 Deep Throat 40 In The Realm Of The Senses 41 The Wayward Cloud 42 Unbearable Lightness Of Being 43 Salo 44 I Am Curious Yellow 46 Last Tango In Paris 47 Nuri Bilge Ceylan Fahri Doktora Töreni nde Rektör Kadri Özçaldıran ın Konuşması

Haberler Yönetmenliğini Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Koray Çalışkan ın üstlendiği Esma adlı kısa film, Cannes Film Festivali nin Short Film Corner etkinliğinde gösterilen Türk filmlerinden biri oldu. Nejla Osserian ın yönettiği Canım Sulukule filmi Mithat Alam Film Merkezi nde Sulukule deki kentsel yersizleştirme sürecine dair bir panel ile birlikte gösterildi. Mithat Alam Film Merkezi, onuncu yaşını eski ve yeni gönüllü öğrencilerin katıldığı keyifli bir parti ile kutladı. Partiye katılanlar arasında Rektör Prof. Dr. Kadri Özçaldıran ve Merkez in Yürütme Kurulu üyesi de olan İstanbul Film Festivali eski direktörü Hülya Uçansu da vardı. Yılın en iyi on kısa filminden oluşan Hisar Kısa Film Seçkisi, Mithat Alam Film Merkezi ndeki gösteriminin ve yönetmenlerle yapılacak söyleşilerin ardından DVD formatında yayımlanacak. Pek çok arşive, festivale ve film okuluna gönderilecek olan DVD merkezden temin edilebile- 63. Cannes film Festivali nde Altın Palmiye ödülünü Taylandlı usta yönetmen Apichatpong Weerasethakul un yeni filmi Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (Loong Boonmee Raleuk Chat, 2010) kazandı. En iyi yönetmen ödülü aslen oyuncu olarak tanıdığımız Mathieu Amalric in On Tour (Tournée, 2010) filmine gitti. Daha önce 7 13 Haziran tarihleri arasında yapılacağı ilan edilen Adana Altın Koza Film festivali 20 26 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilecek. İtalya nın en önemli sinema ödüllerinden Ciak d Oro, Ferzan Özpetek in son filmi Serseri Mayınlar ın (Mine Vaganti, 2010) oldu. Film Nisan ayında düzenlenen Tribeca Film Festivali nde de Jüri Özel Ödülü ne değer görülmüştü. Son Kuşlar (1965), Üç Öfkeli Adam (1971) ve 72. Koğuş (1987) gibi unutulmaz filmlerin yönetmeni Erdoğan Tokatlı, 71 yaşında hayatını kaybetti. Yönetmen uzun süredir Alzheimer tedavisi görüyordu. 4 Altı yönetmenin kısa filmleriyle oluşturulacak Hatırla Beni İstanbul projesi, İstanbul un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması dolayısıyla hayata geçirilecek. Projeye katkıda bulunacak yönetmenler arasında Aida Begic ve Hany Abu-Assad gibi isimler de var.

Hisar Kısa Film Seçkisi I. Program 29 Haziran Salı 19:00 Esma (Koray Çalışkan) Köy (Mustafa Dok) Ölüm (Burcu Aykar Şirin-Uygar Şirin) Tov (Müjde Arslan) Unutma (Pelin Aytemiz) II. Program 30 Haziran Çarşamba 19:00 2932 (Veysel Çelik) Berf (Erol Mintaş) Bu Sahilde (Merve Kayan, Zeynep Dadak) Deng (Filiz Işık Bulut) Erkek Adam (Elif Refiğ) Tüm film gösterimlerinin ardından yönetmenlerle söyleşi yapılacaktır. Burcu Aykar Şirin, Uygar Şirin ve Merve Kayan söyleşilere katılamayacaktır

Hisar Kısa Film Seçkisi Hakkında Hisar Kısa Film Seçkisi, her yıl Türkiye den başvuran kurmaca ve belgesel kısa filmlerin arasından seçilen on filmi bir araya getiriyor. 2005 yılından beri düzenlenen seçki, Türkiye de yapılan kısa filmlerin; içerik, dil ve teknik özellikler bakımından ne tür değişikliklerden geçtiğine de tanıklık etmiş oluyor. Bu yıl Hisar Film seçkisine 350 film başvurdu. Yönetmen Pelin Esmer, sinema yazarı Alin Taşçıyan ve İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan dan oluşan jüri, ön elemeden geçen filmlerin arasından on film seçti. Azize Tan çeşitli söyleşilerinde, İstanbul Film Festivali nin her yıl giderek artan bir ilgi gördüğünden ve Türk sinemasının üretkenliğinin festivale duyulan ilgi üzerindeki olumlu etkilerinden bahsediyor. Bu gelişme kısa film festivallerine de yansıyor elbette. Her yıl kısa filmlerin sayısı artıyor ve bu filmler festivallerde kendilerine daha fazla yer buluyorlar. Kısa film; amatör film olarak algılanmıyor artık, ayrı bir anlatı biçimi olduğunu yıllar içerisinde kanıtlamış durumda. Belki biraz da bu farkındalık ve farkındalığı yaratan filmler sayesinde kısa film takipçileri de arttı. Hatta son yıllarda, Oberhausen Uluslararası Kısa Film Festivali, Paris Cinema Uluslarası Film Festivali veya Londra Uluslararası Animasyon Festivali gibi festivallere Türkiye den filmlerin de katıldığını gördük. Ancak yine de yurtdışından ödülle dönen çok fazla film yok. Sundance Film Festivali veya Cannes Film Festivali gibi festivaller henüz Türkiyeli kısa filmcilerin yol yolak ettiği festivaller değil. Diğer taraftan, bu festivallerin neye ne kadar ölçü sayılabileceği elbette tartışılabilir. Bu verilerin herhangi bir iddia taşımadığı da söylenebilir. Ancak bu yıl seçkiye girmiş filmlere baktığımız zaman şöyle bir durumla karşılaşıyoruz: Başvurmuş film sayısı hiç de düşük olmadığı halde, seçkiye girebilmiş filmlerin çoğu yabancı olmadığımız filmlerdi. Deng ve Köy adlı filmleri İf İstanbul Bağımsız Film Festivali nde; Erkek Adam ve Ölüm adlı filmleri Akbank Kısa Film Festivali nde; Esma ve Bu Sahilde adlı filmleri de hem Akbank Kısa Film Festivali nde hem de İf İstanbul Bağımsız Film Festivali nde izlemiştik Yalnızca festivale başvuran filmlerinin sayısının 350 olduğunu, bunların dışında da pek çok film yapıldığını ve de bu seçkilerin farklı jüriler tarafından oluşturulduğunu hatırladığımızda, devamlı aynı filmlerin seçilmesi dikkat çekiyor. Daha kapsamlı bir araştırma yapıldığında farklı sonuçlar da çıkabilir elbette. Ancak buradan görünen o ki, Türkiye de kısa film yapımında sayıca bir artış olduğunu söyleyebiliyor olsak da, bu filmlerin anlatı ve teknik açıdan olgunluğa erdiğini söylemek için henüz erken gibi görünüyor Seçkiye giren bu on film, Türkiye de kısa filmin geleceğine dair umutların boşa olmadığını gösteriyor. Veysel Çelik, 1980 darbesinden sonra, Metis ve Diyarbakır Cezaevlerinde yaşanan ortak bir deneyimden söz ediyor. Mahkûmların ve ziyaretçilerinin Kürtçe konuşması yasak olduğu için, pek çok mahkûmun ziyaretçisiyle yalnız bakışabildiği veya gayri ihtiyari Kürtçe bir kelime söylediklerinde işkence gördüğü gerçeği son yıllarda hazırlanan belgesellerle ve yapılan görüşmelerle kamusallaşmıştı. Kamber Ateş in deneyimi, bu anlatıların sembolik temsilcisi oldu adeta. Veysel Çelik, 2932 de bu deneyimi kurmaca bir dille aktarıyor. Berf, Ağrı da oğlu ve torunuyla yaşayan yaşlı bir kadının hayatla bağını giderek yitirmesini anlatıyor. Diğer oğlunun ölüm haberini alınca, duvardaki resmini siyah bir örtüyle örtüp, kendisi de ölümü beklemeye başlıyor. Ölmeden önce son isteği ise kar görmek. Oğlu da bu isteği yerine getirebilmek için yola çıkıyor. Bir yandan da film boyunca kahvedeki ve evdeki televizyonda, bölgede çıkan çatışmaların haberlerini dinliyoruz. Film, hem kar getirmek üzere yola çıkan oğlun hem de her gün ölüm haberlerinin ve cenazelerin konuşulduğu bir ortamda büyüyen bir çocuğun durumunu anlatıyor. Bu Sahilde, bir tatil beldesi olan Erikli de geçiyor. Zeynep Dadak ve Merve Kayan ın yönettiği belgesel, beldenin yazlık ve günlük yaşantısını oldukça sade ve eğlenceli bir dille anlatıyor. Yönetmenlerden Dadak, Altyazı Aylık 6

Hisar Kısa Film Seçkisi Hakkında Sinema Dergisi nin yayın kurulu üyelerinden ve New York Üniversitesi Film Çalışmaları bölümünde doktora yapıyor. Kayan ise San Diego Üniversitesi Görsel Sanatlar Bölümü nde yüksek lisans yapıyor. Deng, Diyarbakır 5 No lu Cezaevi nin yakınlarında yaşayan bir ailenin, cezaevinden gelen seslerle baş etme/edememe hikâyesini anlatıyor. Mahkûmların yakınları, ziyaret saatine kadar burada toplanıyor ve yakınlarıyla konuşabilmek için birbirlerine Türkçe öğretmeye çalışıyorlar. Orada yaşayanlar için sesler artık dayanılmaz hale gelse de, bu dayanışmanın bozulmasını istemediklerinden gidip gitmemekte tereddüt ediyorlar. Erkek Adam Erkek Adam, 16 yaşındaki Kerem in yetişkinliğini ve erkekliğini ailesine ve arkadaşlarına kanıtlama çabası üzerinden toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan bir film. Filmin yönetmeni Elif Refiğ ve yapımcısı Pelin Uzay yüksek lisanslarını Columbia Üniversitesi nde tamamlamışlar. Elif Refiğ in Adanmış Detaylar isimli senaryosu Sundance Enstitüsü Senaryo Seminerleri için finale kalmış. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Koray Çalışkan ın yönetmenliğini yaptığı Esma, bebek bakıcılığı yapan bir kadın ve özel güvenlik görevlisi olan kocasının borçlarını ödeyebilmek için çıkış yolu arayışlarının hikâyesini anlatıyor. Köy ün yönetmeni Mustafa Dok, Almanya da yaşıyor ancak kısa filmleriveyapımcılığınıyaptığı filmlerle Türkiye de de oldukça tanınan bir isim. Köy, bir köyde yaşayan insanların, çevrelerindeki askeri çatışmalardan dolayı nasıl etkilendiklerini anlatıyor. Köy sakinlerinden bir adamın, köyün girişindeki tabela üzerindeki nüfus bilgilerini dakikası dakikasına güncelleştirmeyi kendine iş edinmesi, bu etkiyi somutlaştırıyor. Süleyman Turan, Güzin Özyağcılar ve Taner Birsel gibi tanınmış oyuncuları bir araya getiren Ölüm ün senaryosu ve yönetmenliği de Burcu Aykar Şirin ve Uygar Şirin e ait. Emre, yazlıkta anneanne ve dedesiyle kalmaktadır. Anne ve babası, babaannesinin önce hasta olduğunu, daha sonra da öldüğünü Emre den saklarlar ama Emre arkadaşı Çiçek ten gerçeği öğrenir. Film, altı yaşında bir çocuğun çevresinde olup bitenleri anlamlandırabilme ve onlarla başa çıkabilme hikâyesini anlatıyor. Müjde Arslan ın yönettiği Tov, yaşlı bir adamın toprakla ve karısıyla ilişkisini anlatıyor. Karısının ölümünden sonra, adamın toprakla ilişkisine yeni bir anlam katılacakken, makine üçüncü bir karakter gibi araya giriyor. Film toplumsal bir meseleyi, varoluşsal bir sorgulama üzerinden ele almış oluyor böylece. Unutma; Yunanistan, Hindistan, Belçika, Almanya ve İtalya da da pek çok festivalde gösterilmiş olmasıyla dikkat çekiyor. Yönetmen Pelin Aytemiz, bu filmde Roland Barthes ın Camera Lucida adlı kitabından esinlendiğini söylüyor. Film kendi fotoğraflarını çeken, her birinde kendini başka biri gibi gördüğü için hiçbirini de beğenmeyen bir kızın ve bu fotoğrafları toplayan bir antikacı ile arasında kurulan bağın hikâyesini anlatıyor. Yayına Hazırlayan: Güliz Atsız 7

Hisar Kısa Film Seçkisi Filmleri I. Program 29 Haziran Salı 19:00 Esma (Koray Çalışkan, Kurmaca, 18 ) Köy (Mustafa Dok, Kurmaca, 11 ) Ölüm (Burcu Aykar Şirin-Uygar Şirin, Kurmaca, 16 ) Tov (Müjde Arslan, Kurmaca, 13 ) Unutma (Pelin Aytemiz, Kurmaca, 15 ) II. Program 30 Haziran Çarşamba 19:00 2932 (Veysel Çelik, Kurmaca, 19 ) Berf (Erol Mintaş, Kurmaca, 20 ) Bu Sahilde (Merve Kayan, Zeynep Dadak, Belgesel, 22 ) Deng (Filiz Işık Bulut, Kurmaca, 20 ) Erkek Adam (Elif Refiğ, Kurmaca, 20 ) Tüm film gösterimlerinin ardından yönetmenlerle söyleşi yapılacaktır. Burcu Aykar Şirin, Uygar Şirin ve Merve Kayan söyleşilere katılamayacaktır 8

Oscar Kazanan Filmler Akademi Ödülleri nin 82 yıllık tarihinde En İyi Film Oscar ını kazananlar arasından 10 filmlik bir seçki

Gone With The Wind Oscar Kazanan Filmler Yönetmen: Victor Fleming Senaryo: Sidney Howard Oyuncular: Clark Gable (Rhett Butler), Vivien Leigh (Scarlett O Hara), Leslie Howard(Ashley Wilkes) 1939/ABD/İngilizce/238 Dünyada en büyük acılara savaş neden oldu; bittiklerinde ise ne için yapıldıklarını kimse anlamamıştır. Gone With The Wind hakkında yazmak ilginç; en çok izlenmiş, hakkında en çok konuşulmuş ve sahnelerine bir sürü yapımda gönderme yapılmış filmlerden biri. Gösterildiği yıl Oscar töreninde pek çok dalda ödül alarak taçlandırıldı, sonrasında tekrar piyasaya çıkarılarak, tiyatro ve televizyona uyarlanarak bir fenomen haline geldi Gone With The Wind. Film ve izleyicilerden aldığı tepkiler, kimi ilkleri ve kırılma noktalarını beraberinde getirdi. Bunların hepsinden önce, Gone With The Wind, arka planında Amerikan İç Savaşı nı barındırırak bir karakterin hayatındaki uzun bir süreci anlatıyor. Kesinlikle bir savaş filmi olmasa da, Rhett in Scarlett e söylediği Açıkçası, canım, umrumda değil ya da Scarlett in isyan ederken söylediği bir daha asla aç kalmayacağım gibi çok bilinen repliklerin dışında, film savaşa değinen ufak tefek noktalarıyla da dikkat çekiyor. 1939 yapımı Gone with The Wind, döneminin en uzun ve esaslı savaş sahnelerini içeriyor. Filmde Güney ve Kuzey Amerikalıların savaşının etkilediği bir hayatı izliyoruz. Ashley e olan tutkusu onu filmde izlediğimiz hayatı boyunca bırakmayacak olan Scarlett O Hara nın yaşamını; ve yaşadıkları zorlukların hayatını ve kişiliğini nasıl etkilediğini görüyoruz. Karakterler oldukça sağlam göze çarpıyor, muhtemelen uzun bir film oluşunun olumlu etkisiyle, karakterleri iyi gözlemlemek mümkün oluyor. Scarlett in şımarık karakteri ve kendi ayakları üzerinde duruşu, güzelliği ve oyunculuğu, sonrasında gelecek bir çok Hollywood filmi kadın karakterine örnek teşkil etmiş, Vivien Leigh a büyük ün kazandırmıştı. Aynı şekilde Clark Gable ın çapkın ama sevdiği kadından vazgeçmeyen, serseri ve kibar tavrı yine karizmatik jön karakterlere örnek olmuş ya da gönderme amaçlı sık tekrarlanan karakterlerden biri haline gelmişti. Amerika nın Georgia eyaletinin pamuk ekim alanı Tara da başlıyor film, savaşın yıktığı Tara nın yeniden oluşturulduğunu görüyoruz; bu dönem Amerika nın iç savaştan sonra yeniden oluşumunu geçirdiği dönem. Romantik ve ilginç bir aşkı anlatan bir Amerikan epiği olmasının haricinde; filmin politika ve tarihle olan ilişkisi hakkında filme eleştiriler de yönelmiş durumda. Film zengin kişilerin evinde hizmetli olarak çalışan siyahi karakterler ve siyahi dadı figürü nedeniyle ırkçılık temaları barındırdığına dair eleştiriler almış. Gone With The Wind Margaret Mitchell in aynı isimli romanından uyarlama olarak çekilmiş. 1954 yılındaki tekrar gösterimi ile ilk dev ekran film gösterimi, 14 Kasım 2009 da ise filmin yetmişinci yılını kutlamak amaçlı gösterim yapılmış. Ayrıca televizyonda yayınlandığı 1976 senesinde, en çok izlenen program olmuş. Bu kadar önem verilmesinin nedenlerinden biri kuşkusuz Hollywood u temsil edişi ve ardılı filmlere emsal teşkil ediyor oluşudur. Gösterildiği yıl, 14 dalda Oskar a aday olmuş ve 8 tanesini almış. Gösteriminden seneler sonra Amerikan Film Enstitüsü nün En İyi Yüz Film listesinde başlarda yer almış, En İyi Yüz Replik gibi listelerde birkaç repliğiyle sıralamalara girmiş. Clark Gable karakterini bilen herkes, MFÖ nün Ali Desidero şarkısında Klark çekmek argo tabirinin bu filmdeki Clark Gable gibi bakışlar atmak anlamına geldiğini biliyordur. Herkese iyi seyirler. İrem Günhan 10 28 HAZİRAN Pazartesi 19:00

Oscar Kazanan Filmler Midnight Cowboy Yönetmen: John Schlesinger Senaryo: Waldo Salt Oyuncular: Dustin Hoffman (Ratso), Jon Voight (Joe Buck), Sylvia Miles (Cass) 1969/ABD/İngilizce/113 Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş. Şehir yaşamı da biraz öyle. Ayrı kalan pek özler ama içinde yaşayan ekseriya memnun değildir. Bir yanda bir yerlere yetişmeye çalışanlar, diğer yanda sadece küçük köpeğiyle ilgilenenler, yüksek binalar, bakımlı insanlar, tıkanık trafik, yemeğini hızlı yiyenler, restoranlarda saatler geçirenler, hareket, ışık, gürültü Büyük şehirler insanlar için umut kaynağı. Özgürlük, hayalleri gerçeğe dönüştürme isteği, fırsatlar insanları yerinden eder buralara sürükler. Bir çanta bin heves varılır hedefe. Peki ya sonra? Büyük şehirler insanların hayallerini gerçekleştirir mi? Bu sorular biraz göreceli. Kimin, nereden, kafasında hangi düşüncelerle şehre geldiğine göre değişir. Para kazanmaya gelinebilir ki genellikle öyledir. Mesela kafasında erkek fahişe olma fikrini taşıyan bir Teksaslı için en yakın hedef New York olmalı Geride kalmış anılar, hayal kırıklıkları yerini kendine olan güvene bırakır ve öykü başlar Amerikalı yazar James Leo Herlihy ın 1965 te aynı isimle yazdığı romanı Waldo Salt sinemaya uyarlar ve o zamanlar 32 yaşında olan Dustin Hoffman a başrolde Jon Voight eşlik eder. İkisinin de birbirinden başarılı olan bu performansları Akademi gözden kaçırmaz ve En İyi Erkek Oyuncu dalında ikisi de aday gösterilir. Birbirinden çok farklı türlerde filmler yöneten İngiliz yönetmen John Schlesinger in uzun filmografisindeki en önemli eser olan Midnight Cowboy, anlattığı tartışmalı hikâyeye ve gösterimini engelleyen problemlere rağmen izleyiciden büyük ilgi görmüş ve ait olduğu dönemin atmosferini eksiksizce perdeye taşımıştı. Amerika Rüyası nı tersine çeviren son derece karamsar bir filmin bu kadar çok ödül kazanıp gişede başarılı olması, ancak filmin düzeyinin yüksekliği ile açıklanabilir kanımca. Hollywood un sıkça anlattığı başarı öykülerinden biri olmayacağı ana karakterin hayallerinin içeriği ile baştan belli. Midnight Cowboy izleyiciyi o kadar derinden etkileyen bir film ki, karakterlerin umutsuzluğu seyirciye de tam anlamıyla geçiyor. Film ilerledikçe karakterlerin peşini bırakmıyor hatalar, şanssızlıklar, düş kırıklıkları Tüm bunlara rağmen film yorucu bir duygu sömürüsüne asla dönüşmüyor, şiirsel ve incelikli bir dram olmayı tercih ediyor. Midnight Cowboy un 1969 yılında gösterime girdiğini düşünecek olursak filmin ilk zamanlar en ağır yaş sınırı olan ve genellikle pornografik filmlere verilen X kategorisine alınması pek de şaşırtıcı değil. Neticede o zamanların Amerika sında bile filmdeki seks ve içki sahnelerini insanlar üzerinde şok etkisi bırakacak nitelikteydi. Daha sonra bu kısıtlama filmin daha yaygın gösterime girmesine olanak sağlayan M kategorisine çevrildi ve Midnight Cowboy En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo dallarında Oscar kazandı. Her ne kadar M e çevrilmiş olsa da film X kategorisine dahil edilmiş ilk ve tek Oscar lı film olarak anılmaktadır. Yasemin Kandemiroğlu 6 TEMMUZ Salı 19:00 11

No Country For Old Men Oscar Kazanan Filmler Yönetmen: Joel Coen, Ethan Coen Senaryo: Joel Coen, Ethan Coen Oyuncular: Josh Brolin(Llewelyn Moss), Javier Bardem (Anton Chigurh), Tommy Lee Jones (Ed Tom Bell) 2007/ABD/İngilizce/122 No Country For Old Men, sabahın ilk ışıklarında Roger Deakins ın harikalar yarattığı arazi planları ve bu planlara eşlik eden şerif Ed Tom Bell in sesiyle açılıyor. Ed Tom, dedesinin ve babasının da kendisi gibi şerif olduklarından ve eski şeriflerin o zamanlarda olayları nasıl hallettiklerinden bahsediyor. Kendi zamanının anlaşılmaz bulduğu suçlularını eski zamanların suçlularıyla kıyasladığında eskileri özlermiş bir hali var. Bu dünyada varolması için hayatını tehlikeye atması gerektiğinin farkında ki Bu dünyanın bir parçası olacağım. diyor sözlerini bitirirken henüz pes etmemiş olan şerif. Tommy Lee Jones un girizgâhı sonlarına yaklaştığında sinema tarihinin sayılı kötülük temsilcilerinden Anton Chigurh u görüyoruz ilk defa. Tutuklu olarak polis merkezine götürülüşünün akabinde, Chigurh un polisin elinden kurtuluşu, şiddetinin boyutlarının nerelere gidebileceğini bize ucundan gösteren bir sahne olarak yerini alıyor. Hemen arkasından arazide avlanan Llewelyn Moss a geçiyoruz, bir avcıdan diğerine. Üç erkek karakter üzerinden izliyoruz filmi; Ed Tom Bell, Anton Chigurh ve Llewelyn Moss. Bell, suçun ve suçluların evrildiği son durumu anlamaya çalışan ama şiddetin geldiği noktada tıkanıp kalan yorgun bir şerif. Tam olarak anlamadığı bir şey tarafından ortadan kaldırılmaktan ürken, varolan tehlike ile yüzleşmekten çekindiği için olay yerine hep geç varan bir kanun adamı. Chigurh ise prensipleri olan, aynı zamanda prensipleri olmayan, neden kötü olduğuna dair bir fikrimizin olmadığı gerçek bir kötü. O kadar insan değil ki arada kaldığı zamanlarda hislerini kullanmak yerine paranın karar vermesini isteyip yazı tura atıyor. Moss ise sıradan bir Amerikalı, bir Vietnam gazisi iken karşısına çıkan fırsatı değerlendirmek isteyen bir avcıya dönüşüyor. Tesadüf eseri eline geçen parayı kaybetmemek için her şeyini tehlikeye atıyor ve nihayetinde her şeyini yitiriyor. Coenler sineması denilince aklımıza en başta gelecek olan şeylerden biri kendi hallerinde, yer yer komik, yarım akıllı karakterlerdir. Bu film diğerlerinin aksine akıllı Coen karakteri kontenjanını zorlamayı seçiyor, tabii bunun sebebini filmin bir romandan uyarlanması olarak gösterebiliriz. Cormac McCarthy nin aynı isimli kitabından uyarlanan filmin, bu kadar iyi bir şekilde Coenlerin dünyasına da ait olabilmesi şüphesiz kardeşlerin yeteneği. Coenler denince aklımıza gelen bir başka şey de neredeyse her filmlerinde o ya da bu şekilde yer alan, filmdekiler için çok fazla, Coenler için hiç mi hiç önem taşımayan paradır. Bu filmde de para dolu bir çanta herkesi peşinden koşturuyor, bir çok kişinin ölümüne yol açıyor, fakat filmin sonunda paranın kimde olduğu muğlak bırakılıyor. Yaygın kanıfilmin sonunda gömleği karşılığında çocuğa bir yüzlük veren Chigurh un paraya sahip olduğu, çünkü film boyunca para kimdeyse o parayı yüzer yüzer dağıtıyor. No Country For Old Men in en iyi Coen filmi olup olmadığı tartışması bir çok Coen hayranını meşgul etti uzunca bir süre. The Big Lebowski (1998), Fargo (1996), The Man Who Wasn t There (2001) ve Barton Fink (1991) gibi bir numaraya oynayabilecek filmler arasında şansı oldukça yüksek olan filmin En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil dört dalda Oscar sahibi olması da dikkat çekiyor. Vedat Engin 12 12 TEMMUZ Pazartesi 19:00

Oscar Kazanan Filmler Rebecca Yönetmen: Alfred Hitchcock Senaryo: Robert E. Sherwood, Joan Harrison Oyuncular: Laurence Olivier (Maxim de Winter), Joan Fontaine (Mrs de Winter), George Sanders(Jack Favell) 1940/ABD/İngilizce/130 Last night I dreamt I went to Manderlay again. Heybetli bir telli kapı Bu telli kapının ardında, ağaçların arasında, sisler içinde gözüken ihtişamlı bir köşk. Yalnız ama dimdik, bütün heybetiyle orada: Manderlay. Böyle başlıyor Rebecca nın ilk sahneleri. Biraz ürkek bir yapıya sahip olan başkarakterimiz, Maxim de Winter ile evlendikten sonra Manderlay e yerleşir. Ancak Manderlay in ürpertici yapısı ve artık Manderlay ile bütünleşmiş evin eski hanımının anıları yüzünden, kendini bir türlü buraya ait hissedemez. Mrs. Danvers evin eski sahibine sadık bir hizmetçidir ve evin yeni hanımını bir türlü kabul etmek istemez, onun hayatını kâbusa çevirmeye niyetlidir. Manderlay, içerisinde eski sahibinin, Rebecca nın, ruhunu yaşatmaya çalışır. Mrs. de Winter, Manderlay in ürpertici yapısı içinde Rebecca tarafından izleniyormuş hissiyle yaşayarak kendini sürekli onunla kıyas halinde görür. Bu durum, Mrs.de Winter ın Rebecca dan kalan eşyalardan ve anılardan kurtulmak istemesine kadar devam eder. Filmdeki kilit cümlelerden biri olan Bu evin hanımı benim! ile Mrs.de Winter, o zamana kadar sisler ardında kalmış yapıya bir son vermek ister. Rebecca nın içinde öldüğü botun bulunmasıyla ise olay farklı bir yapıya bürünür. Rebecca yı çok sevdiğini düşündüğü kocasının, aslında ondan nefret ettiğini öğrenir ve içindeki bu kıyaslama sona erer. Bu barış ortamında, çiftin, Manderlay de mutlu şekilde yaşayacak olmasını hazmedemeyen Mrs. Danvers, Manderlay i ateşe verir. Kendi de bu ateşlerin arasında Manderlay ile birlikte küle dönüşür. Alfred Hitchcock tarafından yönetilen bu film, klasik bir romandan uyarlama. Yapımcı romana sadık kalınmasını istediğinden, Hitchcock senaryoda bir değişiklik yapmamış, ancak filme kendi tarzını yansıtmaktan da çekinmemiş. Bu film, Hitchcock un ilk Amerikan yapımı filmi; Hitchcock un görselliği ve oyuncuların başarılı oyunculukları üzerinde yükseliyor. Joan Fontaine filmin ilk yarısı boyunca karşımıza masum bir çocuk olarak çıkarken, bir anda büyüyor ve olgunlaşıyor. Laurence Olivier de âşık, yas tutan bir koca rolündeyken bir anda katil rolüne bürünüyor. Oyuncular, karakterlerin içlerindeki değişimi izleyiciye çok iyi yansıtıyor. Oyunculuklardan bahsetmişken Judith Anderson ı anmamak ayıp olur. Sadık hizmetçi rolünü oynayan Judith Anderson, insanı ürperten bakışlarıyla film boyunca izleyiciyi diken üstünde tutuyor. Görselliği, mistikliği ve başarılı oyunculuklarıyla diğer filmlerden farklı bir yerde duruyor Rebecca. Filmin adı Rebecca olmasına rağmen, bu karakterin yüzü film boyunca bir kere bile görülmüyor, ancak izlerken tüm varlığı hissediliyor. Bu kadının etkisi altında yaşayan kişiler, kendi içlerindeki karmaşayı, ruhsal gelgitlerini ve köşke hapsolmuş kişiliklerini izleyiciye çok iyi yansıtıyorlar. Seda Sancak 14 TEMMUZ Çarşamba 19:00 13

The Departed Oscar Kazanan Filmler Yönetmen: Martin Scorsese Senaryo: William Monahan Oyuncular: Leonardo di Caprio (Billy Costigan), Matt Damon (Colin Sullivan), Jack Nicholson(Frank Costello) 2006/ABD/İngilizce/151 Defalarca oscar ödülüne aday gösterilen usta yönetmen Martin Scorsese ye hak edilmiş bir heykelcik kazandıran The Departed, Hong Kong yapımı bir polisiye üçlemesi olan Infernal Affairs (Mou Gaan Dou, 2002-2003) serisine dayanıyor. Uzakdoğu da izleyici ve eleştirmenlerden yopun ilgi gören serinin tüm parçalarını tek bir filmde biraraya getiren yönetmen, orijinalinden oldukça farklı bir filme imza atıyor. Öykünün Amerika ya taşınmış olması The Departed ı Infernal Affairs serisinin oluşturan filmlerden ayırıyor. Uzakdoğu yapımı filmlerde genellikle mekan atmosferi belirliyor, hatta bazen hikayenin önüne geçiyor. The Departed ise Amerikan sinemasından beklenebileceği gibi hikayesini anlatmaya öncelik veriyor. Bu durum The Departed ın kendine özgü bir dünya kurmasını engellemiyor ancak filmi Infernal Affairs serisinin stilize dokusundan ve melankolik atmosferinden uzaklaştırıyor. Scorsese nin filmi orijinaline kıyasla daha akıcı, gerçekçi ve sert. Bunda filmin usta isimlerden kurulu oyuncu kadrosunun payı yadsınamaz kuşkusuz; özellikle Jack Nicholson ın canlandırmaktan çok keyif aldığını belli ederek oynadığı Frank Costello karakteri, filmin gaddarlık düzeyini oldukça yukarı çekiyor. The Departed tematik anlamda ise kendisine kaynaklık eden metne sadık kalıyor. Rolleri değiştiren bir iyi, bir kötü polis üzerine kurulan hikayedeki hemen her karakter aslında göründüğünden farklı biri. Bu nedenle filmi izlerken karakterler hakkındaki yargılarımızı sürekli gözden geçirip doğru yanlış ayrımının aslında ne kadar göreceli olduğunu fark ediyoruz. Zaman içerisinde hem Leonardo Di Caprio nun oynadığı Billy Costigan ın hem de Matt Damon ın canlandırdığı Colin Sullivan ın hayata bakışları değişiyor. Karakterlerin yaşadıkları bu değişimi kendi içlerindeki kişilikleri ile yüzleşmeleri olarak yorumlamak da mümkün, çoğu Scorsese karakteri kendini tanımaya, yüzleşemediği yönlerini kabullenmeye yönelik yolculuklar yapıyorlar yönetmenin diğer filmlerinde. Bunların en ünlüleri arasında Robert de Niro nun canlandırdığı iki unutulmaz karakter; Jake La Motta ve Travis Bickle ilk akla gelenler. Filmin öyküsünde Martin Scorsese nin ilgisini çeken şeylerden biri de dostluk, onur ve fedakarlık gibi kavramları incelemek. Özellikle Goodfellas (1990) ve Casino (1995) gibi gangster filmlerinde karakterlerin birbirleriyle ilişkilerini bu kavramlar üzerine kuran yönetmen, polis teşkilatı ile mafya arasında gidip gelen bu filminde de benzer bir yolu takip ediyor. Böylelikle karakterlerin geçmişlerinden, polis eğitimde aldıkları eğitimden ne şekilde etkilendiklerini görebiliyoruz. Özel hayatlarının polis ve mafya içindeki konumlarını değiştirmesine, aldıkları kararları yönlendirmesine tanık oluyoruz. Scorses nin ele aldığı kavramlar kimi zaman bu değişimlere rehberlik ediyor, kimi zamansa yapılan tercihlerin önündeki yegane engel oluyor. Oscar ile ödüllendirilen birinci sınıf kurgusu sayesinde iki buçuk saati aşan süresinden beklenmeyecek ölçüde tempolu ve keyifli bir film olan The Departed, özellikle Scorsese filmlerinden hoşlananlara ve iyi anlatılmış bir hikayeyi deneysel çabalara yeğleyenlere hitap ediyor. The Departed Amerikan sinemasının son on yılda ürettiği en iyi tür filmlerinden biri. Ulaş Turan 14 19 TEMMUZ Pazartesi 19:00

Oscar Kazanan Filmler American Beauty Yönetmen: Sam Mendes Senaryo: Alan Ball Oyuncular: Kevin Spacey (Lester Burnham), Annette Bening (Carolyn Burnham), Thora Birch (Jane Burnham) 1999/ABD/İngilizce/122 American Beauty, günümüz Amerikan aile yapısını eleştiren 1999 yapımı bir drama. Gösterime girdiği yıl sinema dünyasının neredeyse bütün önemli ödüllerini toplayan film, banliyö yaşamına eleştiri okları yönelten pek çok filme öncülük etmiş ve izleyiciden yoğun ilgi görmüştü. Filmin en çarpıcı yönü görsel yapısı sayesinde karakterlerinin motivasyonlarını, ruh hallerini izleyiciye çok belirgin bir şekilde aktarabilmesi. American Beauty de film boyunca çok sayıda sembol kullanılıyor. Bu görsel kodların en önemlisi kırmızı güller. Kırmızı güller film boyunca pek çok sahnede, farklı mekânlarda karşımıza çıkıyor; özellikle de filmin ana karakteri Lester in kızının arkadaşı Angela yı düşlediği bölümlerde. Bu sahnelerde Angela nın vücudunun kırmızı gül yapraklarıyla kaplı olması, Lester in onu nasıl hayal ettiğini ve ona karşı nasıl bir tutku beslediğini gösteriyor. Kırmızı gülün karşılıklarından biri aşk, diğeri ise kan. Bu da Lester ın en büyük hedefinin Angela yı kollarına almak olduğunu görselleştiriyor. Üstelik filmin açılış sahnesinde Lester ın eşi Carolyn i bahçedeki kırmızı gülleri budarken görüyoruz, böylelikle yönetmen onu Lester ve Angela nın süslediği düşleri arasındaki engel olarak tanımlıyor. Filmin geçtiği mekânlar genellikle sıradan bir Amerikan ailesinin günlük yaşamını, özellikle de banliyö yaşantısını yansıtıyor. Benzer şekilde filmdeki ofisler de tipik ofis ortamını perdeye taşıyor. Filmdeki kalabalık açık ofislerde herkes önündeki ekrana kilitleniyor, kimse başkalarıyla ilgilenmiyor. Filmin bu açıdan oldukça gerçekçi olduğu söylenebilir. Filmde renkler etkin biçimde kullanılıyor, özellikle kostümlerin renkleri anlam kazanıyor. Carolyn filmin büyük bölümünde güçsüzlüğünü, özlemini yansıtan gri-mavi kıyafetler giyiyor. Ancak Lester ın onu ve bir ilişki yaşadığı patronu King i arabada gördüğü sahnede üstünde kırmızı bir elbise var, bu şekilde Carolyn in Lester üzerindeki baskın etkisi görselleştiriliyor. Aynı şekilde Lester, filmin başında aile yaşamını siyah-beyaz olarak algılıyor ve anlatıyor. Film ilerledikçe Lester giderek güçleniyor, bu durum ise kırmızı bir spor araba ile ifade ediliyor. İzleyicinin Lester ın hissettiklerini daha iyi anlamasını sağlayan şeylerden biri kurgu. Lester Angela yı düşündüğünde ya da Angela ile seviştiğinde ağır çekimler kullanılıyor. Bu ağır çekimler sayesinde Angela nın Lester için nasıl bir saplantı haline geldiğini görebiliyoruz. Lester ın diyalog sahnelerindeki yüz ifadeleri de karakterin kafa karışıklığını ve heyecanını yansıtıyor. Filmin ses tasarımı ve müziklerinin de Lester ın düşünce ve hislerini takip etmemizde kilit rol oynadığını söyleyebiliriz. Filmin başlangıcında Lester, dış ses ile ailesini tanıtıyor, bize eşi ve kızı hakkında bilgi vererek karakterlere alışmamızı sağlıyor. Finalde ise son hislerini yine dış ses ile dile getiriyor. American Beauty boyunca hem filmin görsel yapısı hem de öyküdeki gelişmeler ve dış ses, karakterleri yakından tanımamıza ve içinden geçtikleri psikolojik süreçleri anlamlandırmamıza olanak sağlıyor. İçerdiği mizansen elementleri, izleyiciye verdiği mesajların hayli zengin olması ve Kevin Spacey nin muhteşem oyunculuğu gibi özellikleriyle aldığı ödülleri fazlasıyla hak ediyor American Beauty. Sena Karadurmuş 21 TEMMUZ Çarşamba 19:00 15

Annie Hall Oscar Kazanan Filmler Yönetmen: Woody Allen Senaryo: Woody Allen, Marshall Brickman Oyuncular: Woody Allen (Alvy Singer), Diane Keaton (Annie Hall) 1977/ABD/İngilizce/89 Sinefil için Annie Hall u yeniden ziyaret ettiğimde uzun zamandır görüşmediğim bir dostla eski günler hakkında sohbet etmiş gibi hissettim. Filmi daha önce izlemiş olmanın verdiği aşinalık, Woody Allen ın kendini tüm olağanlıyla perdeye taşıması ve filmin doğrusallıktan nasiplenmeyen yapısı böyle bir his yarattı bende. Annie Hall un tamamına yayılan tanıdıklığın sadece bu filme özgü bir boyutu var; geçmişin sevgiyle anımsanan parçaları arasında yapılan bu gezinti, hatıraların geçmişte kalmış olmasına karanlık bir hüzne gömülerek bakmıyor. Kuşkusuz en hatırlanası anların tozlanması bu filme Allen ın daha önceki filmlerinde olmayan bir durağanlık veriyor, ancak filmin hiçbir sahnesi sevimsiz bir kasvete bürünmüyor. Annie Hall un Woody Allen ın o zamana kadar yaptığı episodik ve slapstick sayılabilecek komedilerden hayli farklı olduğunu hemen fark ediyoruz; filmin jeneriği tamamen sessiz, açılış sahnesinde ise Allen doğrudan izleyiciye bakarak artık klasikleşmiş esprilerinden birini kendi benzersiz vücut diliyle söylüyor. Hayatın yalnızlık, sefalet, acı ve mutsuzlukla dolu olduğunu, üstelik çok da kısa sürdüğünü dile getiren bir espri bu. Allen bir restoranda yemek yerken yemeklerin kötülüğünden ve porsiyonların küçüklüğünden yakınan iki yaşlı kadın hakkındaki bu replikleri, yalnızca izleyiciyi güldürmek için değil yaşama dair kendi fikirlerini özetlediği için filminin hemen ilk sahnesinde seslendiriyor. Annie Hall da benzer nitelikte pek çok espri var; filmin sinema tarihinin en iyi yazılmış ve en keyifli senaryolarından birine sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir, fakat anlatılanlar ne kadar eğlenceli olursa olsun yüksek sesle kahkaha atmak pek mümkün değil. Filme hâkim olan mizahın birincil etkisi Woody Allen ı tek boyutlu bir film karakteri olmaktan çıkarıp hayatının ve kişiliğinin tüm detaylarıyla tanıdığımız bir insan haline getirmek ve bunu yaparken izleyiciyi gülümsetmek. Filmi oluşturan sahneleri bir kişisellik skalasına dizecek olursak, Annie Hall un hayranlık uyandırıcı bir anlatım ekonomisiyle kurulduğunu fark edebiliriz. Filmde sadece öyküyü ilerletmek ya da izleyiciye kahkaha attırmak için eklenmiş tek bir plan yok; tüm karakterleri Woody nin bugününü biçimlendirdikleri, Annie ile ilişkisini etkiledikleri ölçüde tanıyoruz. Süresi bir buçuk saate ancak ulaşan bu yolculukta Annie ve Woody nin birbirlerine aşklarını haykırdıkları ya da uzun uzadıya kavga ettikleri bölümler yok, birlikte çözdükleri bir gizem veya baş ettikleri bir trajedi de kurulmuyor. Üstelik bu hesaplılık asla tekdüzeliğe ya da noksanlığa dönüşmüyor. Filmin senaryosundaki tutumluluk, yönetmenlik sanatının tüm olanaklarını kullanan Allen ın görsel tercihleriyle dengeleniyor. Monologlar, animasyon bölümler, zaman atlamaları, uzun sabit planlar, altyazılarla tamamlanan sahneler ve dış sesin eşlik ettiği kolâjları bir araya getiren bu cesur sentez, öyküsünün alçakgönüllülüğünden olabildiğince uzak duruyor. Annie Hall u bir başyapıt yapan şeylerden biri çok parçalı ve yoğun yapısına rağmen izleyiciyi yormaması, kâğıt üstündeki film ve peliküle yansıyanlar arasındaki zıtlıktan güç kazanması. Sinemada böylesi bir ustalıkla kurulduğuna çok nadir tanık olduğumuz bu denge, özellikle Annie Hall gibi kişisel bir film için hayati önem taşıyor. Şüphesiz auteur sayılabilecek pek çok yönetmen kendi yaşamlarını perdeye aktarmaya çabalıyor ancak bu kişisellik kimi zaman yaratıcı yönetmenliğin önüne geçiyor, adeta bireysellik bencilliğe bulanıyor. Bazı yönetmenlerin filmleri ise öylesine iddialı, üzerinde çalışılmış görsel dünyalar kuruyorlar ki kendilerine, anlatılanların bu paketi tamamlayan bir detaydan fazlası olduğuna ikna olmak ve yönetmenin samimiyetine inanmak zor hale geliyor. Annie Hall bu tehlikeli ikilikten benzersiz bir incelikle sıyrılıyor; sinemanın en büyük auteurlerinden Woody Allen ın hem 16 26 TEMMUZ Pazartesi 19:00

Annie Hall kendini dolaysızca filmlerine yansıttığına hem de yönetmenlik sanatını zenginleştiren yaratıcı bir yönetmen olduğuna şüphe duymak imkansız hale geliyor. Annie Hall u yıllar sonra izlemek filmde anlatılanlar da artık karakterlere hüzün veren anılara karıştığı için 1977 de olduğundan farklı bir deneyim belki de. Zamanın akışı Annie Hall a filme çok yakışan, zarif bir dinginlik kazandırıyor, aradan geçen süre izleyicinin Alvy ve Annie ile kurduğu bağı güçlendiriyor adeta. Çünkü onların izlediğimiz hatıralara ne kadar değer verdiklerini, bizimle paylaştıkları şeylerin ne derece kişisel ve gerçek olduğunu bilmek, bizi de benzer bir ruh haline ortak ediyor. Annie Hall un benzersiz yönü karakterlerle kurduğumuz bu bağın öykü üzerine temellenen alışıldık bir özdeşleşme olmaması. Film boyunca Alvy ya da Annie için bir şeyler hissetmiyoruz, onların durumuna üzülmüyoruz, filmin sonlarında iyice belirginleşen melankolinin gerekçesi karakterlerin başlarından geçenler değil. Annie Hall ile izleyici arasında oluşan bağ belki de başka hiçbir filmde olmadığı kadar derin ve kalıcı, çünkü çoğu zaman Annie ya da Alvy gibi hissediyoruz. Filmin tamamına yayılan tatlı hüznün sebebi, Annie ile Alvy nin ayrılmasından ziyade bizim onlarla geçirdiğimiz sürenin sona ermesi oluyor. Filmin öyküsünün ulaştığı nokta değil, o noktanın karakterlere hissettirdikleri ve bizim de o hisleri paylaşabilmemiz halet-i ruhiyemizi yönlendiren. Bu kısacık tanışıklığımızda ikisinin de ne gibi durumlarda neler yapacaklarını, zihinlerini neyin meşgul edeceğini, nelerden sıkıntı duyacaklarını o kadar iyi duyumsuyoruz ki, perde karşısındaki konumumuz edilgenliğinden sıyrılıyor, onların yaşamlarının detayları ustalıkla yazılmış birer sahne olmanın ötesine geçiyor. Annie Hall, yönetmenin daha sonra yapacağı onlarca filmde karşımıza çıkacak olan karamsar, nevrotik ama mizahi hayat görüşüne, takma ismi Annie, soyadı ise Hall olan ve filmin çekildiği dönemde Allen ile bir birliktelik yaşayan Diane Keaton ın varlığına ve esprilerin beslendiği sinemasal ve edebi kaynaklara (Grucho Marx, Fellini, Bergman gibi) bakılırsa sadece Allen ın çekebileceği, Allen a özgü ve daha önemlisi Allen a dair bir film. Bu tespiti destekleyen bir nokta daha var; filmin kurgusu doğrusal bir akışı takip etmek yerine Allen ın (ya da Alvy nin) Annie ile ilişkisine dair izlenimlerini yansıtıyor. Alvy ve Annie sinemada buluştuktan çok daha sonra tanışıyorlar filmin ilerleyişinde, Woody nin çocukluğunu ya da Annie nin bir yıl önceki halini birlikte ziyaret ediyorlar. Sıradan bir ilişkide kırılma noktası sayılamayacak ama Allen ın Annie ye dair anılarını şekillendiren bölümler (ıstakoz avı gibi) filmde geniş yer tutuyor. Filmin son kısmında Woody Annie ile yeniden karşılaştığında buna ne kadar sevindiğini, onu tanımanın harika olduğunu söylüyor, filmde Annie nin bir gece kulübünde seslendirdiği Seems Like Old Times şarkısında sezilen nostaljiyi dile getiriyor bir bakıma. Hatta Woody nin dış sesini dinlerken eski günlerden küçük parçalar izlediğimiz bölümde aynı şarkı yineleniyor. Film boyunca izlediklerimizin yönetmenin (ve dolayısıyla karakterin) zihninde derin bir iz bıraktığını, onun düşüncelerini ve ruh halini yönlendirdiğini fark ediyoruz. Woody filmin sonlarına doğru ilk tiyatro oyununu yazdığında Annie ile konuşmalarından ifadeleri değiştirmeden kullanıyor örneğin. Annie Hall un en azından ilk izleyişte tespitlerimin çağrıştırdığı ölçüde güçlü bir iz bırakacak bir film olmadığını, zaten bunu hedeflemediğini söylemeliyim. Filmi böyle bir yakınlıktan soyutlayarak; sırf sinemada görülebilecek en karmaşık ve cesur, aynı ölçüde de olgun ve kontrollü yönetmenlik çalışmalarından birine tanıklık etmek için izlemek başlı başına ödüllendirici bir deneyim zaten. Ancak sanırım bu şaheserin değeri yönetmenle tanışıklığınız arttıkça, Allen ın yaşama karamsar ama esprili bakışındaki incelikleri keşfettikçe ve filmin zarif, hoş ve hüzünlü parçaları şarkıda denildiği gibi eski günlere ait olmaya başladıkça büyüyor. Eren Odabaşı 17

The Last Emperor Oscar Kazanan Filmler Yönetmen: Bernardo Bertolucci Senaryo: Bernardo Bertolucci, Mark Peploe Oyuncular: John Lone (Pu Yi), Joan Chen (Wan Jung), Peter O Toole (Reginald Johnston) 1987/Çin, İtalya/Çince/160 Sinema tarihinin en görkemli filmlerinden The Last Emperor, yönetmen Bernardo Bertolucci nin ülkemizde de büyük ilgi gören Oryantal Üçleme filmlerinin ilki. Daha sonra The Sheltering Sky (1990) ve Little Budha (1993) ile tamamlanan üçleme yönetmenin farklı kültürlere duyduğu ilgiyi yansıtıyor. Çin in uzun tarihsel yolculuğunda pek çok önemli figür, onlarca güçlü imparator var. Son imparator Pu Yi bu isimler arasında en dikkat çekenlerinden biri; Pu Yi çocuk yaşta tahta geçtiği ve Dünya Savaşları ile bölünen zorlu bir dönemde görev yaptığı için hayli dramatik bir öykünün kahramanı haline geliyor. Öykünün dramatik etkisi ve epik yapısı nefes kesici setler, göz alıcı kostümler ve birinci sınıf bir görüntü çalışması ile de destekleniyor. Filmin başında henüz üç yaşındayken tahta geçen Pu Yi nin öyküsündeki önemli duraklardan biri akıl hocalığını üstlenen R. J. Johnston ın saraya gelmesi. İmparator olmasına rağmen Pu Yi hemen hiçbir konuda söz hakkına sahip değil, mevkisi sadece unvanı üzerinden tanımlanıyor. Bu nedenle Johnston ın varlığı Pu Yi ye kendi ayakları üzerinde durmayı, tek başına karar almayı, dış dünyada diğer insanlarla birlikte yaşamayı öğretiyor. Bu açıdan The Last Emperor un bir kimlik bulma öyküsü olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik Pu Yi nin Yasak Şehir den uzaklaştırılana kadar ayakkabılarını bağlamayı dahi bilmediğini düşünürsek son derece geniş kapsamlı bir kendini keşif yolculuğundan bahsedebiliriz. The Last Emperor ı sadece kişisel bir yolculuk olarak yorumlamak hata olur, çünkü Çin toplumunun değişimi ile de yakından ilgili bir film bu. Komünist rejimin gelişi son derece sancılı bir süreç; The Last Emperor bu zorlu yılları özenle perdeye taşıyarak tüm toplumun deneyimlerini özetliyor bir bakıma. Pu Yi nin Yasak Şehir den ayrılıp sıradan bir vatandaşa dönüşmesinin hikâyesi dönemin politik çalkantılarına paralel olarak anlatılıyor. Bu nedenle film iyi çekilmiş, akıcı bir epik olmakla yetinmiyor; düşündürücü bir alt metin de kazanıyor. Başta en iyi film olmak üzere aday olduğu dokuz dalın tamamında Oscar kazanan filmin en ilginç yönlerinden biri de karakterlerine adil yaklaşması. Öyküsü itibariyle karakterlerini birer kötülük sembolüne dönüştürmeye ya da onların en büyük hatalarını bile aklamaya müsait bir film var karşımızda. Ne de olsa Pu Yi nin yaşamında büyük siyasi yanlışlar ve ona acımamıza sebep olabilecek trajediler bir arada bulunuyor. Bernardo Bertolucci, Pu Yi nin yaşamının neredeyse tamamını detaylı biçimde perdeye taşıyor, özel bir döneme odaklanmaktan kaçınıyor. Böylelikle oldukça tarafsız bir biyografiye imza atıyor usta yönetmen. Üstelik bunu yaparken karakterlerle belli ölçüde bağ kurmamızı da engellemiyor. The Last Emperor etkileyici görselliği sebebiyle büyük perdede izlenmeyi hak eden bir film. Filmin en dikkat çekici özelliklerinden biri de eski usul sayılabilecek epik filmlere modern bir boyut kazandırıp tütün genelde sahip olmadığı politik bir derinlik eklemesi. Bu nedenle The Last Emperor gibi bir başyapıtı sinema salonunda izlemek ve üzerine düşünmek sinemaseverler için büyük bir fırsat. Engin Karayel 18 28 TEMMUZ Çarşamba 19:00