YASUNARİ KAVABATA KİYOTO Çeviren: Esat Nermi

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Ölçek. Prof.Dr.Mustafa KARAŞAHİN

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

D d L l U u. E e M m. F f N n V v

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI UÇAN BALONLAR VE SİHİRLİ ELLER SINIFLARI NİSAN AYI EĞİTİM PROGRAMIMIZ

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır.

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

SATILMAZ EĞİTİM AMAÇLI KULLANILMAK İÇİN ÇOĞALTILMIŞTIR

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

SAGALASSOS TA BİR GÜN

kanaryamın öyküsü Ayla Çınaroğlu Resimler: Yaprak Berkkan

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

Aşağıdaki parçayı okuyalım. Ardından soruları yanıtlayalım.

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.


MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Öğ. Rasim KAYGUSUZ. 19 Mart 1973 Tarihli ve 1738 sayılı Tebliğler Dergisi ile ilk okullara tavsiye edilmiştir

TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Esrarengiz Olaylar. Dangg Dongg Dangg

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Aşağıdaki resmin içinde yandaki eşyalar gizlenmiş. Onları bulalım ve boyayalım. -16-

2. Sınıf Çarpma işlemi Problem çözelim

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Bir Ayakkabı Hikayesi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Tarihi Mekan... Çağdaş Konfor...

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Yukarıdaki resimleri inceleyelim. Birbirleriyle ilgili olanları eşleştirelim.

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

BU AY ÖĞRENDİKLERİMİZ ATATÜRK Atatürk kim olduğunu hatırladık. Atatürk ün hayatını inceledik. Atatürk ün kişisel özelliklerini ifade ettik. Atatürk ün

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. Aldatıcı Yakup

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

TÜRKÇE PAMUK DEDE soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. 1) Aşağıdakilerden hangisi Pamuk dede nin yaptığı işlerden birisi değildir?

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

CİN ALİ İLE BERBER FİL

Elvan & Emrah PEKŞEN

timasokul.com / bilgi@timasokul.com

Bahar Ateşi Evet! Hayır! Belki? Ne? Merhaba.

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU PAPATYALAR SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ

İLK OK UMA KİT APLARI

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

3 YAŞ EKİM AYI TEMASI

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Aldatıcı Yakup

Bir Prens Çoban Oluyor

Transkript:

YASUNARİ KAVABATA KİYOTO Çeviren: Esat Nermi

BİRİNCİ BÖLÜM İlkbahar Çiçekleri Çieko, ihtiyar akçaağacın gövdesinde menekşelerin açtığını gördü. Bu yıl da çiçekler açıyor diye düşündü ve o zaman sevgili ilkbaharı selâmladı. Evlerin karmakarışık yıg ını, ortasında maman daracık bahçedeki bu akçaag aç bir dev gibi yu kselmekteydi. Go vdesi genç kızın vu cudundan daha kalındı, ama yer yer kuruyarak do ku lmu ş, yosunlarla kaplı sert kabug u Çieko'nun genç vu cuduyla pek tabii karşılaştırılamazdı. Akçaag aç Çieko'nun kalçası hizasında ha ifçe eg ilmiş ve sag yana dog ru kızın başını aşan bir kemer meydana getirmişti. Bu kemerin u zerinde dallar her yo ne kol atıyor ve bahçeyi egemenlikleri altına alıyordu. Uzun dalların uçları kendi ag ırlıg ının altında yere dog ru sarkmıştı. Eg rildig i yerin biraz aşag ısında go vde iki kere yarılmıştı. Menekşeler işte bu iki yarıg a yerleşmişlerdi ve her baharda çiçek açıyorlardı. Çieko kendini bildi bileli bu menekşe salkımları orada durmaktaydı. Birbirlerinden aşag ı yukarı bir ayak boyu uzaklıktaydılar. Çieko gelinlik çag a gelince bazı kez şo yle du şu nmu ştu : menekşeler birbirlerine kavuşabilecekler mi acaba? Acaba tanışıyorlar mı birbirleriyle? «Birbirine kavuşmanın» ve «birbiriyle tanışmanın» menekşeler için ne anlamı olabilirdi? Ag acın go vdesindeki ku çu k oyuklarda her bahar yapraklar yeşerir ve sonra da çiçek açardı, çog u kez bunlar u ç, en çok da beş tane olurdu. Çieko, balkondan ag acı go zler ve zamanı gelip de hayat ağacın üstündeki menekşelere değince bir yalnızlık duygusu yüreğini kaplardı. «Burada doğmuşlar, burada yaşıyorlar ve yaşamalarını burada sürdürecekler...» Mag azaya gelen mu şteriler, go sterişli akçaag aca hayran olurlardı, ama hiç biri u zerinde açan menekşeleri farkedemezdi. Tepesine kadar yosunla kaplanmış kalın go vde, şişiklerinde kocamışlıg ın gu cu yle ha la heybetli, ha la hoş go ru nu şlu ydu. Oraya yerleşmiş kendi halinde menekşeler ise göze çarpmıyorlardı. Fakat kelebekler onları o g renmişlerdi. Çieko menekşelerin yeniden çiçek açtıg ını keşfettig i sırada, yerde uçuşan ku çu k beyaz kelebeklerden birkaç tanesi akçaag acın u stu ne dog ru yükselip menekşelerin çevresinde kanat çırpmaya başladılar. Kırmızı yaprakçıklarını sürmeye başlamış olan ag aç, kelebeklerin danseden beyazlıg ında parıldamaktaydı. Çiçek açmış ku çu k menekşe ku melerinin incecik go vdeleri, go vdenin tatlı yeşil, taze yosunları u zerine düşüyordu. Buram buram tüten yumuşak bir bahar günüydü. Beyaz kelebekler bahçenin içinde do rt do nu yorlardı. Çieko balkonda oturup kaldı ve menekşeleri seyre koyuldu. Benim için bu yıl da bo ylesine gu zel çiçek açmaları beni sevdiklerinden, diye fısıldamak istiyordu onlara. Ag acın ko ku nu n hemen yanında, menekşelere dog ru yu kselen eski bir taş fener vardı. Fenerin alt tarafında bir kabartma bulunuyordu. Babasının bir zamanlar anlattıg ına go re, kabartma Hazreti I sa'yı tasvir ediyordu. Çieko o zaman, «Meryem Ana olmasın?» diye

sormuştu. «Kitano'daki Tenyin tapınag ı yakınlarında buna benzeyen daha bu yu k Meryem Ana resmi görmüştüm.» Babası, «Bu Hazreti İsa'dır» diye kestirip atmıştı. «Baksana kucağında çocuk taşımıyor.» «Ah o yle ya..» Çieko başını eg erek bu so zu dog rulamış, sonra da, «Bizim atalarımız arasında Hıristiyan var mıydı?» diye sormuştu. «Elbette yok. Bu fener bir bahçıvan, ya da bir taş oyucu tarafından getirilip buraya konulmuş olmalı, öyle görülmemiş bir şey değil.» Bu Hıristiyan feneri belki de Hıristiyanlıg ın henu z yasak oldug u zamanlardan kalmaydı. ( 1 ) Taş kabaca yontulmuş ve yer yer çatlamıştı. Ru zga rların ve yag murların etkisiyle do ku lmeye başlamış kabartmanın u stu nde baş, go vde ve ayaklar gu çlu kle seçilebiliyordu. Belki de aslında derinlig i fazla olmayan bir kabartmaydı. Figu ru n kollarının geniş yeni, elbisenin eteg indeki saçaklara kadar uzanıyordu. Go ru nu şe go re ellerini kavuşturarak go g su ne dog ru kaldırmıştı. Ama şekil tam olarak seçilemiyordu. Her haliyle basit bir çalışma olan bu figür, Buda'nın, ya da Cizo'nun ( 2 ) taştan yapılmış tasvirlerinden çok daha başka, bir etki uyandırıyordu. Mag azanın bahçesindeki Hıristiyan feneri şimdi akçaag acın yanıbaşında o ylece durmaktaydı. Bir inancın eski tanıg ı olarak etkilemek gu cu nu yitirmiş, sadece yaşlı ve saygıdeg er bir go ru nu ş içindeydi. Bir mu şterinin dikkatini çekince, babası keyi li bir edayla, «Bir I sa resmi!» derdi. Taşı kararmış bu fener bir kimsenin ilgisini de pek seyrek çekerdi; ona kimse aldırış etmiyorsa, bu bir ya da iki bahçe fenerinin her yerde her zaman go ru len şeylerden oluşundandı. Çieko'nun bakışları menekşelerden aşag ıya I sa igu ru ne dog ru indi. Genç kız misyoner okullarına gitmiş deg ildi. Sırf I ngiliz diline olan sevgisinden ku çu k Hıristiyan kiliselerine girmiş çıkmış ve I ncil'i de okumuştu. Ama do ku lmeye başlamış bu eski fenerin o nu nde çiçekler kurban etmek, ya da mum yakmak zıddına gidiyordu. Taşın u stu nde hiç bir yere de haç işareti yapılmış değildi. Çieko fenerden tekrar menekşelere do ndu. Çiçekler ona Meryem Ana'nın yu reg i gibi görünüyorlardı. Birden aklına eski Tamba seramiğinden bir kutuda yetiştirdiği cırcır böcekleri geldi. Çok zaman o nce, ihtiyar akçaag açta menekşeleri daha yeni keşfettig i sırada, cırcır bo cekleri toplamaya başlamıştı. Do rt ya da beş yıl oluyordu. Ortaokuldan bir kız arkadaşının odasında cırcır böceklerinin aralıksız ötüşünü dinlemiş ve bunlardan birkaçını alıp eve getirmişti. O zaman, «Hayvancıkları bir kutu içinde beslemek dog rusu feci bir şey» demişti. Ama arkadaşı açık bir kafese koyup, o lu p gitmelerine seyirci kalmaktansa bo ylesi daha iyi cevabını vermişti. Hatta bunların yıg ınla yetiştirildig i manastırlar bile vardı, çu nku bu hayvancıklar aranılan yaratıklardı Çieko'nun cırcır bo cekleri de çog almışlar ve onları eski Tamba seramig inden iki kutuya bo lu ştu rmesi gerekmişti. Her yıl haziran başında yumurtalarından çıkıyorlar ve ag ustos ortasında da ötmeye başlıyorlardı. Karanlık daracık kutunun içinde dog uyorlar, şarkılarını so ylu yorlar, yumurtluyorlar ve o lu yorlardı. Bo ylece soylarını su rdu ru yorlardı. Bir neslin bile açık kafeste kısa o mu rlu de olsa yaşaması ne kadar iyi olacaktı. Ama bu tu n bir hayatı kutu içinde geçirmek!. Bu tu n

evrenlerinin bir kutu oluşu! Çieko, «kutu içinde evren»in çok eski Çin'in dag keşişlerine ait bir efsane oldug unu biliyordu. Bu kutunun içinde, tadları eşsiz şaraplar ve ne is yemeklerle dolu saraylar varmış, bu dünyanın ötesinde sihirli bir ülkeymiş orası. Cırcır bo cekleri kutunun içinde besbelli sıkılmıyorlar, her canlı gibi o lu mlu du nyadan korkuyorlardı; belki de bir kutunun içine kapatılmış olduklarından hiç haberleri yoktu. Ama yaşıyorlar ve yaşamalarını sürdürüyorlardı. Çieko'yu en çok şaşırtan şey, bir seferinde yeni erkek bo cek koymadıg ı kutuda yumurtadan çıkan yavruların minik ve gu çsu z kalmaları oldu. Suç kardeş hayvanların çiftleşmesindendi. Bunu o nlemek için cırcır bo ceg i besleyenler aralarında erkek hayvancıklar deg iş tokuş ederler. Şimdi ilkbahardı, cırcır bo ceklerinin mevsimi olan gu z deg ildi, ama akçaag acın go vdesindeki menekşelerle bunların Çieko'ya cırcır bo ceklerini hatırlatması arasında besbelli bir ilinti olmalıydı. Cır cır bo ceklerini kutuya Çieko koymuştu, iyi ama menekşeler o daracık yerlerine nasıl gelmişlerdi? Menekşeler nasıl çiçek açtıysa, aynı şekilde cırcır bo cekleri de bu yıl yumurtalarından çıkacak ve öteceklerdi. Hayat böyle mi sürüyordu? Çieko ha if bahar ru zga rının oynaştıg ı saçlarını kulaklarının arkasına attı. Menekşeleri ve cırcır böceklerini düşündü, sonra da arıları kendisiyle karşılaştırdı. Ya ben? Bu bahar gu nu nde, tabiatta hayatın uyandıg ı ve nabızlarının atmaya başladıg ı bu gu nde Çieko sadece minnacık menekşelere bakıyordu. Mag azada o g le paydosu başlamıştı ve Çieko çiçekleri seyretmeye gitmek için so z vermiş olduğunu, bunun için de hazırlanması gerektiğini hatırladı. Bir gu n o nce, Misuki Şiniçi, Çieko'ya telefon etmiş ve Haian tapınag ında ( 3 ) çiçeklerin açmasını seyretmeye gitmek u zere davet etmişti. Tapınag ın bahçe kapısında birkaç haftalıg ına bilet kontrol işine girmiş bulunan faku lteden bir arkadaşı Şiniçi'ye çiçeklenmenin şu sırada en güzel dönemine girmiş olduğunu haber vermişti. Şiniçi, «Ben onu kendime o zel muhafız olarak atadım, onun için her şey yolunda» demiş, hafifçe gülmüştü. Ve onun bu hafifçe gülmesi güzeldi. Çieko, «Bizi de kollar mı?» diye sormuştu. «Og lan kapı kontrolu dedim ya, diledig ini bırakır içeri.» Şiniçi tekrar ha ifçe gu lmu ştu. «Ama Çieko'nun daha hoşuna gidecekse, ayrı ayrı içeri girelim, sonra da bahçede çiçeklerin ortasında buluşalım. O zaman insan bir su re çiçekleri yalnız başına seyretmek zorunda kalır, bunun da bir zararı yoktur. Öylesine güzel ki onlar, seyretmeye bir türlü doyulmuyor.» «O halde belki de Şiniçi'nin yalnız başına gitmek daha çok hoşuna gidecek.» «Ah hayır! Ama bu gece yağmur yağar ve çiçekleri kırarsa, o zaman elden ne gelir?» «O zaman da kırılmış çiçeklerin güzelliğini seyrederiz.» «Yag murdan ezilmiş, çamur içinde oraya buraya saçılmış çiçek yapraklarına sen gu zel mi diyorsun? Yere düşmüş çiçekler, şey..» «Sen kötüsün.»

«Hangimiz kötü?» Çieko göze çarpıcı olmayan bir kimono seçti ve dışarı çıktı. Haian tapınag ı geçmiş zamanları deg erlendiren şenlikleriyle de tanınmıştır. Tapınak binası bin yıldan fazla bir zaman o nce başkenti Kiyoto'ya nakleden I mparator Mammu'nun hatırasına kurulmuştu. 1895'ten kalma bir yapıydı. Yani pek o kadar eski sayılmazdı. Ama Tanrılar kapısı ile dıştaki ayin salonu eski Haian imparatorluk sarayının bu yu k salonu daygok'u ve bu yu k kapısı o rnek alınarak yapılmış, oradaki gibi buraya da sag lı sollu kiraz ve portakal ag açları merdivenli çıkış yolunun iki tarafına dikilmişti. I mparatorluk sarayının Tokyo'ya nakledilmesinden o nce hu ku mdarlık etmiş olan I mparator Komay 1938'de burada Tanrılar arasına kabul edilmişti. Bu tapınakta sık sık evlenme törenleri yapılmaktaydı. Kiraz ag açları erguvan rengi çiçekleri ve alabildig ine aşag ıya sarkmış dallarıyla tapınak bahçesinin en gu zel su su olarak, go ze çarpmaktaydı. Ag açlar sanki tapınag a kendi damgalarını basmış gibiydiler. Eski imparatorluk şehrinin baharını bu kiraz çiçeklerinden daha iyi ne ifade edebilirdi? Tepeden tırnag a çiçek açmış kirazların kızıl rengi Çieko'nun go nlu nu dolduruyordu. Ah, bu yıl da Kiyoto'nun baharıyla karşılaştım diye du şu ndu, oldug u yerde durdu. Bakışlarını başka yana çeviremiyordu. Şiniçi daha o nce gelmiş miydi acaba? Kendisini nerde bekliyordu? O nce onu aramak sonra seyre koyulmak istedi. Çiçeklerin arasından aşağıya doğru yürüdü. Aşag ılarda bir çayırlıg ın u zerinde onu buldu; go zlerini yummuş, ellerini ensesinde kavuşturmuştu. Şiniçi'yi uzanmış bir halde bulacag ını Çieko hiç beklemiyordu; yakışık almaz bir davranıştı bu. Hem bir genç kızı beklemek, hem de bo yle sere serpe uzanmak! Kendisini incitse ve nazik olmayan davranışta bulunsa genç kıza onun bu yakışıksız uzanışından daha az dokunacaktı. Çieko çevresinde erkekleri yatmış görmeye alışmamıştı. Delikanlı ise U niversite bahçesinde çamların u zerine sırtu stu uzanıp başını kollarına dayamaktan ve arkadaşlarıyla o z deg eri olan sohbetlere girişmekten zevk alırdı. Sadece bir alışkanlık işte. Şiniçi'nin yakınında do rt beş tane yaşlı kadın kahvaltı paketlerini açmışlar, ateşli ateşli çene çalmaktaydılar. Acaba Şiniçi yaşlı kadınları sevimli bulup yanlarına oturmuş, sonra da uykuya mı dalmıştı? O zaman içinde delikanlıdan gu lu mseyerek o zu r dilemek arzusu uyandı, birden yanakları kızardı. Şiniçi'ye seslenmek elinden gelmiyor, kararsız bir halde orda duruyordu. Sonunda uzaklaştı ordan. Genç adamı şimdiye kadar uyurken hiç go rmemişti. U niversiteli u niformasını derli toplu şekilde giymişti, zaçları o zenle taranmıştı. Uzun kirpikleri bir erkek çocug unun kirpikleri gibi görünüyordu. Ama Çieko bakışını onun yüzünden başka yana çevirdi. Şiniçi, «Çieko!» diye bağırarak yerinden fırladı. Çieko birden öfkelenmişti. «Burda böyle yatman çok çirkin. Önünden gelip geçenler seni seyrediyor.» «Uyumuyordum. Gelirken seni gördüm.» «Ne kötüsün.» «Ben seslenmeseydim Çieko ne yapacaktı?» «Buraya geldiğimden beri hep uyur gibi mi yapıyordun?» «Şu gelen genç bayan ne kadar mutlu go ru nu yor diye du şu ndu m. Ve bir parça da

efkârlandım. Üstelik başım da ağrıyordu.» «Ben mi? Ben mi mutluymuşum?» «...» «Baş ağrın nasıl?» «Yok, geçti artık.» «Rengin solmuş.» «Yok, yok bir şeyim.» «Yüzün parıldayan bir kılıç gibi aydınlık.» Parıldayan bir kılıç gibi so zu nu Şiniçi'nin yu zu için sık sık so ylerlerdi Ama Çieko'nun ağzından ilk kez duyuyordu. I çinde sıcak bir şeyler alevlenir gibi oldu, ama sonra gu lerek, «Bu kılıç seni acıtmaz» dedi, «hem bak artık her yanımız çiçeklerle donanmış.» Çieko yamaç yukarı biraz yu ru yu p batı korusunun giriş yerine yo neldi. Şiniçi ardından geliyordu. Genç kız, «Bütün çiçekleri görmek istiyorum» dedi. Batı korusunun girişinde dalları yere deg en erguvan rengi kirazların meydana getirdig i çiçek duvarının görüntüsü soluk kesiciydi. «Bahar işte burda!» Aşag ıya sarkan incecik dalların uçlarına kadar sekiz katlı erguvan çiçekler birbirleriyle kucak kucag aydı. Bunlar çiçek açmış ag açlar deg ildi artık, ortada dallar tarafından taşınan çiçekler yardı sadece. Çieko, «En çok burdaki çiçekleri seviyorum» diyerek Şiniçi'yi korunun do nemeç yaptıg ı ve kiraz ağaçlarından, özellikle birinin alabildiğine yayıldığı yere doğru götürdü. Delikanlı, «Onlarda kadınımsı bir şeyler var» dedi, «ilk bakışta go ru lu yor. Aşag ı sarkan narin dallar, yumuşak çiçekler, içleri dolu şeyler.» Sekiz katlı çiçeklerin erguvanında donuk kızıl bir parıltı vardı. Şiniçi, «Onların renginde ve çekicilig inde» dedi, «şimdiye kadar hiç bo ylesine dişilik hissetmemiştim.» Kiraz ag acının yanından ayrılıp go le dog ru yollarına devam ettiler. Yolun daraldıg ı yerde, bir dinlenme peykesi vardı. ( 4 ) U zerinde erguvan renkli bir çiçek halısı asılıydı. Ziyaretçiler buraya oturup çay içerlerdi. «Çieko.. Çieko!» diye birisi seslendi. I ki tarafı ag açlıklı loş yoldaki «Saf Go nu llerin Yuvası» adlı ku çu k çayhaneden ( 5 ) uzun kollu kimonosuyla Masako çıktı. «Biraz benim yerime geçebilir misin Çieko? Oldukça yoruldum, o g retmenimizin çay davetine yardım ediyorum da» Çieko, «Bu kılıkla» dedi, «ancak mutfakta yardımcı olabilirim.» «Zararı yok, mutfakta da olabilir. Ben konuklara fincanları götürüyorum.» «Yanımda birisi var ama.» Masako delikanlıyı go ru nce, fısıldayarak «Nişanlın mı?» diye sordu. Çieko hayır dercesine başını hafifçe salladı. «Sevdalın mı?»

Genç kız tekrar hayır işareti yaptı. Şiniçi yu ru mesine devam etmişti. «Onunla içeri girmek istemez miydin? Yer var..» diye Masako davet ettiyse de Çieko reddetti ve Şiniçi'nin arkasından koştu. «Çay derslerinden arkadaşım» dedi. «Güzel değil mi?» «Öyle çarpıcı bir tarafı yok.» «Yavaş konuş. Ya işitirse.» Çieko, hâlâ olduğu yerde durup arkalarından bakan Masako'ya başını eğerek selâm verdi. Çayhanenin yanından uzanan patikada yürüyerek göle geldiler. Kıyısında taze eg ir otları fışkırmıştı. Durgun parlak yu zeyinde ise beyaz su zambakları yüzüyordu. Burada hiç kiraz ağacı yoktu. Çieko'yla Şiniçi go lu n çevresini ag ır ag ır dolaşıp loş bir patikaya saptılar. Havada taze yaprak ve ıslak toprak kokusu vardı. Ag açların go lgelendirdig i dar yoldan, daha bu yu k go lu olan aydınlık ve geniş bahçeye gidiliyordu. Salkım salkım kirazların erguvan çiçekleri parıldayarak go lu n sularına yansımaktaydı. Ziyaretçiler arasında yabancı turistler de vardı, kiraz çiçeklerinin resimlerini çekiyorlardı. O teki kıyıdaki yolda beyaz çiçekli katmerli zakkumlar diziliydi. Çieko, Nara'yı du şu ndu. Zakkumların arasında birçok da çam vardı. Boylu deg illerdi ama çok gu zel biçimlendirilmişlerdi. Kirazlar artık çiçek aşmasa yeşil çamların go zleri sevinçle parıldayacaktı, fakat şimdi yeşilin en safı ve go lu n suyu, salkım saçak kirazların erguvan rengi çiçekten duvarını çok daha canlı olarak ortaya çıkarmış bulunuyordu. Şiniçi go lu n içine uzanan, atlama taşlarının u stu ne basa basa yu ru meye başladı. Bataklık Ko pru su denilen bu yuvarlak taşlar, tapınak kapılarındaki su tunlardan kesilip yan yana konulmuş gibiydiler. Bazı taşlara basarken Çieko eteklerini bir parça yukarı kaldırmak zorunda kalıyordu. Şiniçi dönüp baktı. «Çieko'yu sırtıma alıp taşımak isterdim.» «Haydi denesene! Herkesi şaşırtacak bir şey olurdu bu.» Taşlar, u zerinden yaşlı kadınların bile kendi kendilerine geçebilecekleri şekilde düzenlenmişti. Taşların kenarlarında su zambaklarının yaprakları oynaşmaktaydı. O bu r kıyıya gelirlerken taze çamların, atlama taşlarını çevreleyen suya nasıl yansımakta olduğunu seyrettiler. Şiniçi, «Atlama taşlarının bu yan yana oluşu» dedi, «bir soyutlama mı acaba?» «Japon bahçelerinde her şey soyut deg il midir? Ama, Daygo tapınag ının ( 6 ) bahçesinde sedir ag acı yosunlarında oldug u gibi, soyutlamanın bo yle ikide bir bozulup, sonra tekrar soyutlama yapılması hoşuma gitmiyor benim.» «Olabilir. Fakat o sedir yosunları açıkça soyuttur. Daygo tapınag ındaki beş katlı pagoda baştanbaşa yeniden kuruldu ve yakında kutsama töreniyle açılacak. Orayı da görelim mi?» «Yeni Altın Köşk ( 7 ) kadar güzel oldu mu bari?» «Elbette, sanki hiç yanmamışçasına, taptaze, bir haşmet içinde yeniden yapıldı. Sen de biliyorsun ya, yapıyı baştanbaşa so ktu ler, sonra da yeni baştan kurdular. Şimdi de her şeyin

çiçek açtığı zaman yapılacak kutsama töreninde orası insanla dolup taşacaktır.» «Ah, ben bu bahçenin salkım salkım kirazlarının erguvan çiçeklerinden başka çiçek go rmek istemiyorum.» Arkalarında uzanan Bataklık Köprüsü'nü geçmişlerdi. Taşlardan atlayıp vardıkları kıyıda ku me ku me çamlar vardı. Az sonra bir ko pru ko şku ne geldiler. Buranın adı Huzur Sarayı idi. Oysa daha çok saray biçiminde bir ko pru izlenimini uyandırıyordu. Ko pru nu n her iki tarafında arkalıklı alçak sıralar duruyordu. Ziyaretçiler bunların u stu nde mola verirler, yanlarında getirdikleri şeyleri yer içerlerdi. Buradan go lu n o te yakasındaki bahçelerin, daha çok da baş süsü göl olan bahçenin görüntüsü seyredilirdi. Köprünün altında çocuklar oraya buraya koşuşmaktaydılar. «Şiniçi.. Şiniçi, buraya!» Çieko o nden koşmuş bir yer bulmuş, Şiniçi'nin oturması için de elini sıranın üstünde yanı başındaki yere koymuştu. Şiniçi, «Ben ayakta dursam da olur» dedi, «ya da Çieko'nun ayaklarının dibine yatarım.» «Aşkolsun!» Çieko hemen ayag a kalktı. Şiniçi'ye yerini verdi. «Ben sazan balıkları için yem alacağım» Geriye do nu nce ekmek ufaklarını go le atmaya başladı. Su ru yle Çoporina sazanlarını o nu ne topladı. Balıkların itişmesinden etrafa dalgalar yayılıyor ve kiraz ag açlarıyla çamların sulardaki yansımaları titreşiyordu. Çieko, «Sana da biraz vereyim mi?» diye sordu. Ve arta kalan yemi delikanlıya uzattı. Ama Şiniçi susuyordu. «Hâlâ başın mı ağrıyor?» «Hayır.» Uzun bir süre orada oturdular. Şiniçi dalgın bakışlarla suya bakıyordu. Çieko, «Neler düşünüyorsun?» diye sordu. «Evet, neler ha? Kimi zaman insan düşünmeden de mutlu oluyor!» «Ama çiçeklerin açtığı böyle bir günde...» «Fakat hayır.. Mutlu bir genç bayanın yanında.. sizin mutlulug unuz bir gençlik ve sıcaklık rüzgârıymış gibi üzerime doğru esiyor.» «Mutlu muyum ki ben?» diye Çieko bir kez daha sordu. Ansızın go zlerinden tasa dolu bir gölge kaymıştı. Bakışlarını yere indirdi. Ve gölün suları gözlerinin içinde yansıdı. Sonra ayağa kalktı. «En sevdiğim kiraz ağacı köprünün öte yakasında» dedi. «Buradan da görülüyor, değil mi?» Bu kiraz ag acı erguvan rengi çiçekleri ve aşag ıya sarkmış dallarıyla olag anu stu ihtişamdaydı ve pek u nlu ydu. Salkım so g u tler gibi dalları aşag ıya sarkmış ve çevresine alabildig ine yayılmıştı. Aşag ıya inerlerken ha if bir esinti çiçek yapraklarını Çieko'nun ayaklarının o nu ne ve omuzlarına dog ru savurdu. Bazıları ag açların altındaki toprag ın u stu ne serpilip kaldı; birkaç tanesi suya düştü, ancak bunlar yedi sekiz taneden fazla değildi. Aşag ıya sarkmış dallar bambu sırıklarla desteklenmişti. Bazı dalların narin uçlarının yere kadar uzandığı görülüyordu. Bu kızıl çiçek perdesinin arasından go lu n o te yakası, dog u kıyısındaki ag açların u zerinden de yeni yeşillenmiş dağlar görünmekteydi.

Şiniçi, «Higoşiyama dağlarının devamı değil mi?» dedi. Çieko, «Orası Daymonci dağı» diye karşılık verdi. «Sahi, Daymonci mi? Ama daha yüksekmiş gibi görünmüyor mu?» «Belki, çiçeklerin arasından bakıyoruz da ondan o yle go ru nu yor.» Bunu so yleyerek Çieko da çiçeklerin arasına dalmıştı. Yürümekte ikisi de güçlük çekiyordu. Kiraz ağaçlarının dört bir yanında sert, beyaz kumdan bir halı seriliydi. Bunların sağında çam ag açlarından gu zel bir ku me durmaktaydı. Tam bu bahçeye go re bir yu kseklikteydiler. Tapınak bölgesinden çıkış kapısı da ordaydı. Stenon kapısından dışarı çıkınca Çieko, «Kyomizu tapınağına gitmesini çok severim» dedi. «Kiyomizu tapınağına mı?» Şiniçi, canı sıkılmışçasına bir parça yüzünü astı. «Akşam olmasını Kiyomizu'dan ( 8 ) seyretmek istiyorum. Bir de Mişiyama'nın arkasında güneş batarken gökyüzünü görmeyi.» Çieko bu isteğini iki defa söyleyince Şiniçi de ona uydu. «Pekâlâ, gidelim öyleyse.» «Ama yürüyerek, kabul mü?» Yol bir hayli su ru yordu. Tramvay caddesinden gitmeyip, kısmen Nanzenci manastırına gidilen yoldan geçerek genişçe bir yay çizdiler. Şiyon tapınag ının arkasından saparak Maruyama parkının aşag ı bo lu mu nden geçen daracık eski bir patikadan yu ru yu p Kiyomizu tapınağına ulaştılar. İlkbahar akşamının koyu sisi nerdeyse çökmek üzereydi. Kiyomizu tapınag ının o nu ndeki açık alanda pek az ziyaretçi kalmıştı. Akşamın alaca karanlığında yüzleri belli belirsiz seçilen birkaç üniversiteli kız vardı. Vakit hayli geç oldug u halde burada bulunmak Çieko'nun hoşuna gidiyordu. Karanlık olan bu yu k salonda kutsal mumlar yanmaktaydı. Çieko sadece bu yu ksek alanda durup kalmadı, üstelik hayli ötede bulunan küçük tapınağa da gitti. Burada da du z bir alan yapılmıştı. Dik bir kaya duvarın u zerinde uzanıyordu. Ku çu k tapınag ın ha if çatısı selvi ag acı kabuklarıyla o rtu lmu ştu. Du z alan ku çu k ve esintiliydi. Burası hem şehrin, hem de Nişiyama'nın seyredildig i en yu ksek yerdi. Akşamın alaca karanlıg ında şehrin donuklaşmış ışıkları görülüyordu. Çieko korkulug a yaklaştı ve batıya dog ru baktı. Yanında bulunan Şiniçi'yi unutmuş gibiydi. Delikanlı ise hemen arkasında duruyordu. Genç kız birden, «Şiniçi» dedi, «ben terkedilmiş bir çocuğum.» ( 9 ). «Terkedilmiş çocuk mu?» Şiniçi terkedilmiş çocuk sözünün sembolik bir anlamı olup olmadığını düşündü. Şiniçi, «Terkedilmiş çocuk m:ı dedin?» diye mırıldandı. «Sen kendini terkedilmiş bir çocuk olarak mı kabul ediyorsun? Terkedilmiş çocuksun, manevi anlamda ben de o yleyim. Belki de biz insanlar hepimiz terkedilmiş çocuklarız. Dog muş olmanın anlamı, Tanrı tarafından dünyaya fırlatılıp atılmak değil midir?» Şiniçi genç kıza yandan bakıyordu. Pro ili akşam go g u ne dog ru yu kselmekteydi. Bu ilkbahar akşamında onu bunaltan şey neydi? «Yine de Tanrının sevgili çocug u denilir insanlara. Tanrı kurtarmak için insanı ortaya bırakmıştır.» Şiniçi bilmedig i bir acıyla altu st olmuş bir halde elini kızın omuzuna koymak istedi, ama

Çieko kendini çekti. «Bırak beni... terkedilmiş bir çocuğa el sürülmez.» «Tanrının terkettiği insanlara çocuk deniliyorsa...» Şiniçi dokunaklı bir sesle konuşuyordu. «Ah o yle karışık bir iş deg il bu. Beni terkeden annemle babam, Tanrı deg il. Ben sokag a bırakılmış bir çocuğum, bizim mağazanın parmaklıklarının önüne bırakmışlar.» «Neler söylüyorsun sen?» «Gerçeği. Gerçi neye yarar, ama bunu Şiniçi'ye söylemek zorundayım... ve..... ve şimdi burada Kiyomizu tapınag ından, aşag ıda uzanan şehrin akşam kızıllıg ını seyretmekteyim, gerçekten Kiyoto'da doğduğumu bile bilmiyorum.» «Ne diyorsun? Şüphen mi var bundan?» «Ne diye yalan söyleyeyim?» «Sen bu yu k bir tu ccarın nazlı bu yu tu lmu ş biricik kızı deg il misin? Ailelerin bo yle tek kızları kendilerini kolayca kuruntulara kaptırırlar.» «Nazlı büyütülmüş olmak.. evet, terkedilmiş çocuk olmana bunun hiç bir yararı yok artık.» «Bunun için bir kanıtın var mı?» «Kanıt mı? Mag azanın parmaklıkları işte. Eski parmaklıklar biliyor bunu.» Çieko nun sesi gittikçe gu zelleşiyordu. «Sanırsam daha ilkokula gidiyordum. Bir gu n annem beni yanına çag ırdı ve benim kendisinden dog mamış oldug umu so yledi. Tatlı bir su t bebeg i iken beni çalmış ve hemen arabaya koyup ordan uzaklaşmış. Ama annem bebeg i nerde çalmış, bu konuda babamla annem samimi olarak çeşitli şeyler so ylediler. Acaba Giyon'un kiraz ag açlarının altından mı, yoksa Kamo ırmag ının yatag ından mı... mag azanın o nu nde bulunmuş çocuk derlerse, benim üzüleceğimi düşünmüş olmalılar.» «Peki, sahici annenle baban kayıp mı olmuşlar?» «Şimdiki annemle babam beni seviyorlar. Onun için o tekileri artık araştırmak istemiyorum. Beni du nyaya getiren annemle babam belki şimdi Adaşino mezarlıg ında, kimsenin onlar için dua etmediği ölüler arasında bulunuyorlar. Ordaki mezar taşlarının hepsi de öyle eski ki.» Bahar akşamının yumuşak renkleri, gu l rengi bir duman gibi Nişiyama'dan Kiyoto'nun üzerindeki gökyüzünün nerdeyse ortasına kadar yayılmıştı. Şiniçi, Çieko'nun so zlerine, onun terkedilmiş bir çocuk, çalınmış bir çocuk oldug una bir tu rlu inanamıyordu. Komşulara şo yle bir sorması yeterdi, o zaman işin aslını o g renebilirdi. Ama şu anda bunu aklına bile getirmiyordu. Onu şaşırtan ve o g renirse sevineceg i şey başkaydı: kız bu itirafı özellikle niçin bu yerde yapmıştı? Belki de itirafını yapmak için onu ta buralara, Kiyomizu'ya kadar su ru klemişti. Belki de bu itiraftan dolayı sesi az o nce bo yle harikulade berrak ve saf olmuştu. Bu sesin derinlig inden çınlayan ciddilik ve sebattı. Yoksa yüreğini yerinden mi oynatmaktı niyeti? Hayır bu olamazdı. Çieko, Şiniçi'nin kendisini sevdig ini elbette farketmişti. Bu itirafıyla, aslının ne oldug unu kendisini seven erkek o g rensin mi istemişti? Bo yle oldug unu da sanmıyordu. Yoksa aşkını o nceden reddetmek mi istiyordu? Gerçekten bulunmuş bir çocuk muydu, yoksa bu bir bahane miydi? Delikanlı, belki de Haiah tapınag ında kendisine mutlu dedig im ve bunu u ç defa tekrarladıg ım için beni bozmak istiyor, diye du şu ndu. Sonra, «Bulunmuş çocuk oldug unu o g renince içinde bir yalnızlık duydun mu?» diye sordu. «Hüzünlü müydün?»

«Hayır, yalnızlık duymadım. Hüzünlenmedim de.».. «U niversiteye gitmek isteyince, gelecekteki va risimiz için bo yle bir eg itim bizi sadece kaygılandırır dediler. Mag azada bir işler yaparsam daha iyi olurmuş. Babam bo yle konuştug u zaman bir parça... bir parça şey olmuştum.» «Geçen yıl oldu bu değil mi?» «Evet, geçen yıl.» «Ailene kayıtsız şartsız boyun eğer misin?» «Pek tabii.» «Bu bir evlenmeyle ilgili olsa da mı?» Genç kız duraksamadan, «O zaman da» diye cevap verdi. «Şimdiye kadar hep böyle oldu.» Şiniçi, «Peki ama benlik denilen, kişilik duygusu denilen şey yok mu sende?» diye sordu. «Var, çok var. Ama ne yapmam gerektiğini ben kendim kestiremem.» «Bu duyguyu yenemez misin? Söküp atamaz mısın içinden?» «Hayır, içimden atmam.» Şiniçi, «Ah bilmece gibi konuşuyorsun» dedi. Sesi koyverdig i ha if gu lu şu nu n içinde titreşti. Parmaklıg a dayanıp sorar go zlerle Çieko'nun yu zu ne baktı. «Bulunmuş esrarlı çocug un yüzünü görmek istiyorum.» «Karanlık oldu artık, deg il mi?» diyerek Çieko ilk kez Şiniçi'ye do ndu. Go zleri çakmak çakmaktı. «Korkuyorum» dedi ve bakışlarını bu yu k avlunun çatısına kaldırdı. Kalın sedir ag acından yapılmış çatı karanlık ve heybetli kütlesiyle genç kızın üzerine eğiliyor gibiydi.

İKİNCİ BÖLÜM Rahibeler Manastırı ve Parmaklı Pencere Çieko'nun babası Sata Takiçiro, u ç do rt gu n o nce Saga'nın ısız bir yerinde saklı gibi duran Rahibeler Manastırına çekilmişti. Buraya gerçi Rahibeler Manastırı derlerdi ama içinde sadece yaşı altmış beşten yukarı olan bir tek kadın tariki du nyayı barındırmaktaydı. Bu ku çu k inziva eski Kiyoto'ya aitti. Şere li bir tarihçesi vardı. Bir bambu ormanının derinliklerine go mu lmu ş olan giriş kapısı kolay kolay go ze çarpmazdı. Bo ylece turistler tarafından hemen hiç rahatsız edilmeden kalmış ve unutulmuşlug un içinde dinlenmeye dalmıştı. Bitişig indeki bina arada sırada çay to renleri için kullanılıyordu, ama u nlu bir çayhane ilan deg ildi. I nzivanın sahibi olan kadın pek seyrek evden çıkardı, o da İkebana'da ders vermek için. Bu Rahibeler Manastırının bir odasını Takiçiro kiralamıştı. Burada daha şimdiden değişmeye başlamıştı. Sata Takiçiro'nun mag azası bu yu k bir toptancı kumaş ticarethanesiydi. Etrafındaki bu yu k ticarethaneler çog unlukla anonim şirketlere do nu şmu ş, onun mag azası da bu harekete katılmadan edememişti. Gerçi Takiçiro mal sahibiydi, ama işi ticari mu messiline bırakmış bulunuyordu. (Şimdi bunlara işi yu ru ten mu du r diyorlar.) Fakat yine de eski usul ticaretten bir şeyler artakalmıştı. Takiçiro çok erkenden beliren bir yetenek go stermişti. I nsanları hor go ru rdu. Kendi imalatı olarak piyasaya renkli kumaşlar çıkarmak hevesine ada kapılmamıştı. Piyasaya bir şey çıkarmışsa, bunlar hep ağır satılan, alışılmamış yenilikler olmuştu. Babası Takiçibay başlangıçta onun çalışmalarını sessizce seyretmişti. Gu nu n modasına go re desenleri çizen kendi mag azasındaki desinato rlerle dışardan tutulan ressamlar bu işi peka la başarıyorlardı. Dik kafalı og lunun taslak çizme işini ilerletemeyince uyuşturucu maddelere el attıg ını ve desenli mu slinler için acayip şekiller çizdig ini far kedince onu hastahaneye göndermişti. Buna karşılık Takiçiro'nun işi u zerine alışından beri, onun acayip taslakları birden yavanlaşıvermişti. Bu yu zden kaygılanmış ve Saga'nın rahibeler manastırına kapanmıştı. Orada daha iyi ilhamlar elde edeceğini umuyordu. Savaş bittikten sonra kimono desenleri gittikçe daha go z alıcı olmaya başladı. Takiçiro'nun uyuşturucu madde içerek yaptıg ı acayip taslakları şimdi modern soyutlamalar izlenimini uyandırıyordu. Bu arada yaşı da elli beşe gelip dayanmıştı. Bazı defa kendi kendine, «Klasik bir yol denesem mi?» diye mırıldanırdı. O zaman bu tu n ihtişamıyla eski gelenek go zu nu n o nu ne gelirdi. Çok eski kumaşlarla elbiselerin desen ve renkleri kafasında dansetmeye başlardı. Kiyoto'nun u nlu bahçelerinde, dag larında ve kırlarında avare dolaşırken, kimono desenleri için durmadan taslaklar hazırlardı. Öğleye doğru kızı Çieko çıkageldi. «Baba, fasulye ezmesi yemek ister misin? Morika mağazasından getirdim.» «Oh, çok teşekku r ederim. Morika'nın fasulye ezmesini çok severim, ama daha çok senin gelişine sevindim. Babanın zihnini açmak için akşama kadar kalır mısın burda? Kalırsan iyi bir desen aklıma gelecektir.»

Toptancı kumaş mag azası sahibi olarak Takiçiro'nun kendisinin taslaklar çizmesi hiç de gerekli değildi. Bunlar daha çok işi aksatmaktaydı. Mag azada, giriş salonunun Hıristiyan fenerinin bulundug u bahçeye bakan arka penceresinin yanında bir rahlesi vardı. Gu nu n yarısını burada oturarak geçirirdi. Rahlenin arkasında I mparator ag acından ( 10 ) yapılmış iki tane eski komodin vardı, bunların içinde eski çag ların Çin ve Japon kumaşlarından parçalar saklıydı. Komodinlerin yanındaki kitap sandıg ı her ülkeden dokuma resimleriyle doluydu. Arka bahçede kendisi için yaptırdıg ı bir deponun ikinci katında, No tiyatrosu için kostu mler, kadınlar için işlemeli to ren kılıkları bulunurdu. Bunların çog u asıl biçimlerini muhafaza etmekteydiler. Orada güney ülkelerinden getirilmiş birkaç boyalı pamuklu topu da vardı. Bunların bazılarını Takiçiro'nun babası veya bu yu k babası toplamıştı. Eski kumaş sergileri du zenlenip, hazinesinden bu kumaşları o du nç vermesi kendisinden rica edilince, «Onlar bu evden dışarı çıkamaz; atalarımın buyrug u bo yle» diyerek yapılan tekli i kesin dille reddederdi, kararından da asla dönmezdi. Bina eski Kiyoto biçiminde yapılmıştı. Tuvalete gitmek için Takiçiro'nun rahlesinin yanından girilen dar bir koridordan geçmek gerekirdi. O zaman Takiçiro konuşmaksızın alnını kırıştırır, mag azadaki çıraklar gu ru ltu ederlerse keskin bir sesle, «Patırtıyla olur mu bu?» diye bağırırdı. Mag azanın mu du ru içeri girer, avuçlarını birbirine kavuşturarak «Osaka'dan bir satıcı geldi» derdi. Takiçiro, «Ondan bir şey almak istemiyorum» cevabını verirdi. Başka toptancıya gitsin.» «Eskiden beri bize gelen birisi olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.» «Kumaş go zle go ru lu p alınır. La la satın alanın bu işe go re go zu yok demektir. Ucuz şeyler ise bizde top top..» «Başüstüne!» Müdüre yol göstermesi de böyle olurdu. Takiçiro'nun rahlesiyle minderi arasında yabancı u lkeler işi kıymetli bir halı seriliydi. Çalışma yerinin etrafında gu ney işi boyama pamukludan pahalı bir kumaş perde asılıydı. Çieko'nun akıllıca bir buluşuydu bu. Perde, mag azadan gelen gu ru ltu leri bir dereceye kadar yumuşatma hizmeti go ru yordu. Çieko bu perdeyi sık sık deg iştirirdi. Perdeyi her deg iştirişinde Çieko'nun babası şe kat duygularıyla sarsılır ve kıza perde kumaşının nitelig ini, Cava dan mı yoksa I ran dan mı gelmiş oldug unu, eskilig inin derecesini ve u stu nde bulunan desenleri uzun uzun anlatırdı. Böylesine ayrıntılı açıklamalarda bazı kez Çieko'nun anlamadığı şeyler de olurdu. Bir seferinde Çieko perdenin u zerine bakmış ve «Cep yapmak için yazık bu kumaşa» demişti. «Çay to reni bezleri için kesmeye de gelmez, fazla bu yu k, Ama Obi kuşag ı olabilir, kaç tane çıkar acaba bundan? ( 11 ) Takiçiro, «Makası getir» demişti. Bu işlere yatkın elinin çabuk hareketleriyle pamuklu kumaşı düzenli bir şekilde kesmiş «Sana bir Obi çıkar bundan» demişti. Beklemediği bu davranış karşısında Çieko'nun gözleri yaşarmıştı. «Fakat olmaz baba..» «Oldu bile! Bu kumaştan bir Obi kuşanırsan, belki bana desenler için yeni ilhamlar

getirirsin.» Rahibeler Manastırına giderken Çieko'nun üzerinde şimdi bu Obi vardı. Takiçiro pamuklu kuşag ı hemen farketti, ama go rmezlikten geldi. Kumaş iri iri desenleriyle şahaneydi, yumuşak ve keskin renkler su rekli deg işim halindeydiler. Ama bahar çiçeklerinin açtığı şu zamanda, böyle bir kuşak acaba genç bir kıza yaraşır mı? diye düşündü. Çieko, babasının o nu ne yarımay biçimi kahvaltı kutusunu koydu. «Biraz bekleyeceksin baba. Fasulye ezmesini şimdi hazırlarım sana.» Baba cevap vermedi. Çieko ayağa kalkıp küçük bambu ormanına baktı. Baba, «Bambuların sonbaharı başlamak u zere» dedi. ( 12 ) «Kerpiç duvar çatlayıp bel vermiş. Sıvası dökülüyor. Onun hali de tıpkı bana benziyor.» Çieko, babanın bo yle so zlerine alışkındı, onu avutmaya kalkışmadı. Sadece, «Bambuların sonbaharı!» diye tekrarladı. Baba önemsemeyen bir edayla, «Yoldaki kiraz çiçekleri nasıl?» diye sordu. «Go llerde çiçek yaprakları yu zmeye başlamış bile. Dag ların teze yeşilinde çiçek açmış sadece bir iki ağaç var. Uzaktan çok güzel görünüyor.» «Hım..» Çieko arka odaya gitti. Takiçiro kızın sog an soymasını ve kurutulmuş Bonito balıg ının pullarını kazımasını işitiyordu. ( 13 ) Sonra kız fasulye ezmesi için tabakları içeri getirip sofrayı kurdu. Babasına canla başla hizmet ediyordu. Baba, «Sen de biraz yemek istemez miydin?» diye rica etti. «I sterim, teşekku rler,» diye Çieko cevap verdi. Baba kızın omuzlarından go g su nu n u zerine kadar olan kısmını inceledi. «Çarpıcı deg il. Hem sen yalnız benim desenlerimi giyiyorsun. Bunları giyen tek insan da sen misin acaba? Bunlar pek satılmıyor da..» «Onları giymesini seviyorsam, güzel oldukları içindir.» «Desenler çok sade değil mi ama..» «Sade elbette, fakat..» Baba birden sert bir sesle, «Genç kızlar için sadelik çok iyidir» diye bag ırdı. «Bakmasını bilen bunu takdir eder.» Sonra da derin bir susuşun içine yuvarlandı. Takiçiro'nun taslakları hayli zamandır onun kişisel zevki ve tutkusu olmuştu. Artık yalnız seri halinde mallar yapılan mag azasında mu du r, patronun şere ini kollamak için iki u ç parçayı o zel surette boyattırıyordu. Bu kumaşlardan birini her zaman kızı Çieko kendi isteg iyle giyerdi. Bu kumaşlar genellikle yüksek kaliteli mallardı. Takiçiro, «Hep benim şeylerimi giymen şart deg il» dedi. «Yahut da hep bizim mag azanın kumaşlarını.. Bu kadar aşırı görev duygusu gereksiz..» Çieko, «Görev duygusu mu?» diye hayretle sordu. «Görev duygusundan yapmıyorum bunu.» Baba, «Go z alıcı parlak kumaşlar giyersen, o zaman bir yavuklu buldug un kanısına varacağım» diye bağırarak yüksek sesle güldü. Hiç de içten gelen bir gülüş değildi bu.

Çieko, fasulye ezmesi servisi yaparken go zu babanın bu yu k yazı rahlesine ilişti. Orada her zaman görünen şeylerin hiç biri yoktu ortada; sanki Kiyoto desenleri bir çırpıda çizileceklerdi. Rahlenin bir kenarında Edo vernig iyle cilalı ku çu k bir çini mu rekkebi kutusu ve reprodu ksiyonlarıyla iki defter, daha dog rusu Koya-San tapınag ının gu mu ş yazısının gu zelyazı örnekleri vardı. ( 14 ) Çieko, baba Rahibeler manastırında asıl işini unutmak mı istiyor acaba? diye düşündü. Takiçiro utanmış bir edayla, «Altmış yıllık gu zel yazılar» dedi. «Ama Fucivara ustalarının gümüş yazıda çizgileri akıtışı benim taslaklarımda belki işe yarar.» «Ne acı, elim titriyor benim.» «Büyük yazsan nasıl olur?» «Zaten büyük yazıyorum.» «Mürekkep kutusunun üstündeki tesbih de ne oluyor?» ( 15 ) «Ah, o mu? Sayın başrahibe ricam üzerine bana verdi.» «Dua ederken mi eline alıyorsun?» «Yeni moda so ylemek gerekirse, o benim ku çu k maskotumdur. Bazan ag zıma bile alıyor ve ısırıp koparmak istiyorum.» «Ne iğrenç! Bu kadar yıldır kaç elden geçmiş olduğuna göre pis değil midir?» «Niye pis olsun? Alt tarafı iki, üç nesil sofu rahibelerin kiri bu.» Babanın ıstırabıyla sarsılmışçasına Çieko, hiç bir şey so ylemeden bakışlarını yere indirdi. Fasulye yemeğinin tabaklarını mutfağa taşıdı. Dönüp gelince, «Başrahibe nerde?» diye sordu. «Nerdeyse eve gelir. Niye sordun?» «Biraz Saga'da dolaşıp sonra eve gideceg im. Bugu nlerde Araşiyame taşmış olmalı. Ben Monomiya'yı, Nison-İn'e ve Adaşino'ya giden yolu seviyorum.» «Sen bu gençlig inle bo yle yerleri seviyorsan, geleceg in beni kaygılandırıyor. Bana bu kadar benzememelisin!» «Hiç bir kadın erkeğe benzeyebilir mi?» Baba ayağa kalkıp balkona çıktı ve Çieko'nun arkasından baktı. İhtiyar rahibe de tam bu sırada dönmüş ve telaşlı telaşlı bahçeyi süpürmeye koyulmuştu Takiçiro rahlesinin o nu ne ço ktu. Eg relti otu resimleri, ressam Korin'le Sotatsu'nun çiçekli ilkbahar çayırları go zlerinin o nu nde uçuşuyordu. Ve az o nce kendisini bırakıp gitmiş olan Çieko'yu düşündü. Genç kız köy yoluna çıktığı zaman, babanın saklandığı Rahibeler Manastırı bambu korusunun içinde kaybolmuştu. Çieko, Adaşino'nun Nenbutsu tapınag ını ( 16 ); go rmek niyetindeydi. Harap taş merdivenlerden yukarı çıktı; soldaki bir kayalıg ın u stu nde iki tane Buda heykelinin bulundug u yere varınca, yukardan gelen gürültüler duyarak durakladı. Burası devrilmiş yu zlerce mezar taşıyla dolu bir alandı. Bu taşların altında dinlenenler için dua edecek kimse yoktu artık. ( 17 ) Kısa bir su re o nce fotog raf sevenler kulu bu nden buraya gelmişler ve acayip biçimde incecik şeyler giymiş bir kadının ku çu k mezar taşı ku melerinin

o nu nde poz poz resmini çekmişlerdi. Kim bilir, bugu n de belki buna benzer bir şeyler oluyordu yukarda. Çieko taştan Buda tasvirlerinin o nu nden geri do nu p merdivenlerden aşag ıya indi. Babasının sözleri aklına gelmişti. Araşiyama'ya dog ru bahar gezmesine çıkanlardan kaçındıg ına go re, Adaşino ve Nonomiya gibi yerler genç bir kıza hiç yaraşmaz demekti; en azından babanın u zerindeki elbiseye çizdig i desenler kadar. Çieko, babanın Rahibeler Manastırında yapacag ı hiç bir şey yok, diye du şu ndu. Onun bu yapayalnızlık içinde kayboldug u duygusuyla u rperdi. Ruhunda neler oluyordu ki, ona eski pis tespihleri ısırtıyordu? Çieko, babanın bir tespihi ısırarak işiyle ilgili öfkesini dizginlediği kanısına vardı. «Keşki benim elimin parmaklarını ısırsa, bo ylesi daha iyi olurdu» diye du şu nerek: başını salladı. Ve sonra kendini başka şeyler du şu nmeye zorladı. Bir seferinde Nenbutsu tapınag ında anneyle birlikte çan çalışlarını aklına getirdi. Bu çan kulesi yeni yapılmıştı. Narin yapılı anne çana vurunca ses çıkmamıştı. Çieko «Bu işin pu f noktası var» diyerek elini anneninkinin u stu ne koymuş ve birlikte çana vurmuşlardı. O zaman çan gürültüyle ses vermişti. Anne sevinçle, «Gerçekten o yleymiş!» diye bag ırmıştı. «Ne kadar uzaktan duyulmuştur dersin?» Çieko gu lerek, «Biz o yle eli alışkın rahipler gibi gu zel çalamayız» diye du şu ncesini açıklamıştı. Bunları hatırlayarak Çieko, Nonomiya'ya giden patikaya saptı. Bu yoldan çok zamandır kimse geçmemiş olmalıydı, Yol bambu korusunun derinliklerine dog ru uzanmaktaydı, ama bu saatte derin karanlık oldukça ışıklıydı. Tapınag ın bu yu k kapısı o nu ndeki bir satış tezga hından sesler geliyordu. Kendi halinde duran tapınakta hiç bir şey deg işmemişti. Genci monogra isini yazdıg ına go re, burası rahibe olmuş bir bakirenin, bir imparator kızının hatırasına kurulmuştu. Bu bakire I sa'yı kutsamak için dinsel to renler yo netmiş ve u ç yıl su reyle el deg memiş temiz vu cudunu her şeyden saklı tutarak burda yaşamış. Bu yer aynı zamanda kabukları yontulmamış ag aç gövdelerinden yapılmış tapınak kapısı ve çalı çırpıdan bahçe çitiyle de tanınmıştı. Nonomiya'dan kır yoluna çıkılınca, Araşiyama manzarası bütün genişliğiyle ortaya çıkar. Ayışığı köprüsünün arkasında, kıyıdaki ağaçlıklı yoldan otobüsle geçti. «Evde babayı nasıl anlatmalı bilmem? Anne bunu öğrenmek için yolunu gözlüyordur.» Derebeylik çag ının sonlarına dog ru ikide bir çıkan yangınlar gibi çıkmış olan, Tekko-yaki veya Dondon-yaki ( 18 ) adı verilen ilkbahar yangınlarında şehrin merkezindeki iş yerleri bir kez daha mahvolmuştu. Takiçiro'nun mağazası da bundan kurtulamamıştı. Bu bo lgede ha la eski Kiyoto stili mag azalar vardı. Bu yapılar o n tara larında ensiz tahta kaplamaları ve u st katlarında sepet gibi o ru lmu ş kafesli pencereleriyle yu z yaşında bile deg illerdi. Takiçiro'nun arka tarafta bulunan bir binası bu yangınlarda zarar go rmeden kurtulmuştu. Takiçiro'nun mag azası yeniden yapılırken modern biçimler hiç du şu nu lmemişti. Bunda mal sahibinin karakteri etken olmuştu; ya da işinin artık pek parlak gitmeyişi. Çieko eve geldi, parmaklıklı kapıyı açtı. Bu kapıdan bakınca arka tarafa kadar evin içini

girebiliyordu. Her zamanki gibi annesi Şige, babanın yazı rahlesine oturmuş çubug unu içmekteydi. Sol elini yanag ına dayamış, sırtını kamburlaştırmıştı. Bir şey okuyor ya da yazıyora benziyordu ama rahlenin üzerinde hiç bir şey yoktu. Çieko, «İşte geldim!» diye bağırarak anneye doğru yürüdü. Anne, «Do ndu n mu? Ah ne gu zel» dedi ve birden aklına gelmişçesine «Baba nasıl?» diye sordu. «Evet.. şey..» Çieko uygun bir cevap düşünüyordu.. «Onun için fasulye ezmesi aldım.» «Morika'dan değil mi? Buna çok sevinmiştir. Hazırlayıp yedirdin mi bari?» Çieko evet dercesine başını salladı. Anne, «Ne var ne yok Araşiyama'da?» diye sordu. «Bir sürü insan.» «Baba seni Araşiyama'ya götürdü mü?» «Hayır, başrahibe evde yoktu da ondan.» Çieko, «Baba şimdi de gu zel yazıya çalışıyor» diye devam etti. Anne hiç de hayret etmeksizin «Gu zel yazı mı?» dedi. «Gu zel yazı insanı dinlendirir, gu zel iştir. Bunu tecrübemle biliyorum.» Çieko bakışlarını annenin parlak tenli, irice yu zu nde dolaştırdı. Bu yu zdeki ifadeyi anlamaya gücü yetmedi. Anne sakin bir edayla, «Çieko» dedi, «istemiyorsan mağaza işini üzerine almayabilirsin.» «Gönlün birini çekiyorsa evlenebilirsin.». «Niçin bunları söylüyorsun anne?» «Bunlar bo yle bir çırpıda so ylenecek şeyler deg il, ama ben de elli yaşına bastım artık, deg il mi? Uzun uzadıya düşündüm bunu.» «Böyle uzun uzun düşüneceğiniz yerde ticaretten çekilseniz.» Çieko'nun güzel gözleri yaşarmıştı. Anne ha ifçe gu lu mseyerek, «Ne tuhaf tekli ler yapıyorsun» diye karşılık verdi. «Gerçekten bizini ticaretten çekilmemiz gerektiği kanısında mısın Çieko?» Annenin sesi yu ksek deg ildi, ama sesin tonuna bir ag ırbaşlılık gelmişti. Az o nce anne ha ifçe gülümsemiş miydi, yoksa Çieko aldanıyor muydu? Genç kız «gerçekten bu kanıdayım» cevabını verdi. Aynı anda göğsünde bir acı titreşti. «Sana darılmış ilan deg ilim. Ekşitme yu zu nu o yle. Evin genci konuştu, yaşlısı da dinledi. İkisinden hangisi daha yapayalnızdır, bunu sen elbette bilirsin.» «Affet beni anne.» «Affedilecek bir şey yok.» Bu sefer anne sahiden gu lu msemişti. «Ama az o nce so yledig imin karşılığı değil.» «Böyle budalaca sözler ettiğime göre, ben kendim de bunu bilmiyorum demektir.» «İnsan kadın da olsa, sonuna kadar sözünde durmalı.» «Ama anne..» «Saga'da babaya da buna benzer şeyler söyledin mi?» «Babaya mı? Hayır.. tek kelime bile söylemedim.» «O yle mi? Babaya da so ylemeliydin. Ne olur, ona da so yle bunu... O erkektir ve belki

kızacaktır, ama kalbinin gizli ko şesi sevinir buna.» Anne elini alnına go tu rdu. «Onun rahlesine oturup hep onu düşündüm.» «Onun amacını anlayabiliyor musun?» «Bir anlayabilsem...» Ana kız bir süre sustular. Çieko kendini bir parça toparlamıştı. «Nişiki pazarına gidip akşam yemeği için bir şeyler alayım mı?» «Olur, teşekkür ederim.» Çieko ayag a kalktı. Mag azanın içinden geçip parkesiz koridora girdi. Eskiden bu dar ve uzun koridorlar evi boydan boya dolaşırdı. Mag aza tarafının karşısındaki duvarda Kudo denilen bir sıra ocak sobaları duruyordu. Bilindiği üzere bu sobalar artık kullanılmaz olmuştur. Arkalarına bol alevli gaz sobaları yerleştirilmiş ve do şemeler de parkeyle kaplanmıştı. Bu eski sıvama döşemelerden giren hava cereyanı, Kiyoto'nun soğuk kışlarında çok rahatsız edici oluyordu. Ama eski ocaklar henu z harap olmamıştı. (Birçok yerlerde ha la muhafaza edilmektedir.) Bunun nedeni ocakların da Tanrısı bulunan, ateş Tanrısı Kudo-San'a olan çok yaygın inançtı. ( 19 ) Ocağın arkasında yangına karşı bir muska asılıydı. Koca göbekli mutluluk Tanrısı Hotay'ın ku çu k heykelleri bir kenara dizilmişti. Her yıl ikinci ayda, ayın ilk gu nu nde ( 20 ) Fuşimi'deki I nari tapınag ını ziyaret edip, her seferinde -yedi taneyi tamamlayıncaya kadar- bu heykelciklerden bir tane almak gelenekti. Bu sırada birisi o lu rse, bunların hepsi atılır ve toplamaya yeniden başlanırdı. Çieko'nun evinde yedi heykel tamamlanmış bulunuyordu. Baba, anne ve kız çocuktan meydana gelen bu ailede yedi yıldan fazla zamandan beri kimse ölmemişti. Ocak Tanrılarının dizisinin yanında beyaz porselenden çiçek vazoları vardı. Anne, her iki ya da üç günde bir bunların suyunu tazeler ve özenle etraflarındaki tozu silerdi. Çieko ilesi kolunda evden çıkıp daha on adım gitmemişti ki, genç bir adamın kafesli kapıdan içeri girdiğini gördü. «Ah, banka memuru bu.» Genç banka memurunun kızı farketmemiş olduğu anlaşılıyordu. Bu genç adam hep belirli zamanlarda geldig i için Çieko'nun fazladan yapacag ı bir şey yoktu. Ama nedense adımları yavaşlayıverdi. Mag azanın kafesli cephesinin o nu nden geçti ve parmaklarının ucuyla her kafes çubuğuna hafifçe dokundu. Kafeslerin bittiği yerde arkasına bir kez daha dönüp yukarıya baktı. Bakışları u st katın ince o rgu lu kafesli penceresinin altındaki eski tabelaya takıldı. Tabelanın kendisine o zgu ku çu k bir de çatısı vardı. Hem bo yle eski bir ticarethanenin şere ine yaraşır ag ırbaşlılıktaydı, hem de çok su slu ydu. Bu sakin ilkbahar gu nu nde, gu neşin eg ik ışınları tabelanın altın har leri u zerinde donuk donuk parıldıyordu. Bu ışımanın içinde tabelanın mu nzevi bir go ru nu şu vardı. Mag azanın kalın pamukludan solmuş sararmış perdelerinde iri büklümlerin çıkıntıları dışarıya biraz daha taşmış gibiydi. Çieko, «Ah, insanın benlig inde duydug u biçimde mu nzevi saatler ancak Hayan tapınag ındaki erguvan rengi salkım kirazlarda vardır» diye düşündü ve adımlarını hızlandırdı. Nişiki pazarı her zamanki gibi insanla kaynıyordu. Geriye do nerken evlerinin yakınında, Şirakava ko yu nden çiçek getirip satan kıza rastlayıp,

«Bize de gelir misin?» diye seslendi. Kız, «Çok teşekku r ederim» dedi. «Ku çu k hanım eve mi do nu yor. Size burda rastlamış olmam ne güzel? Neredeydiniz?» «Nişiki pazarında.» «Ah ne kadar çalışkansınız.» «Evdeki mihrap için çiçek lâzım bize.» «Hay-hay emrinizdeyim. Buyurun, hoşunuza gidenleri seçin, küçük hanım.» Çiçekler deniliyordu ama bunlar taze yaprak vermiş Sakaki ag acı dallarıydı. ( 21 ) Satıcı kız bunları her zaman ayın birinci ve on beşinci günlerinde Şirakava'dan getirirdi. Çieko, taze yaprak su rmu ş dalların en yumuşaklarından seçip aldı, kalbi birden sevinçle dolmuştu. Elinde Sakaki dallarıyla evden içeri daldı. Berrak bir sesle, «Anne, ben geldim bak» diye bağırdı. Çieko kafesli sokak kapısını aralayıp sokag ı go zden geçirdi. Şirakava'lı kız ha la orda duruyordu. Çieko ona seslendi: «İçeri gelin! Dinlenirsiniz! Çay koyayım size.» «Çok teşekku r ederim. Siz her zaman bo yle dostça davranıyorsunuz.» diyerek satıcı kız başıyla kabul işareti yaptı. Parkesiz koridordan geçerken çiçeklerini havaya kaldırıp başının üstünde tuttu. «Bunlar sadece değersiz kır çiçekleri.» Çieko, «Ah, kır çiçeklerini ne kadar sevdig imi bilirsiniz» dedi ve kendi halindeki çiçekleri seyre koyuldu. Mutfag a girilen yerin yanında eski bir kuyu vardı. Kapag ı, o ru lmu ş bambudandı. Çieko, çiçekleri ve sakaki dallarını bu kapağın üzerine koydu. «Makas alıp geleyim. Ah evet, sakaki dallarını yıkamak lâzım.» Satıcı kız, «Bende makas var» dedi. «Sizde ocak Tanrısının mihrabı her zaman bo yle tertemiz tutuluyor. Biz çiçekçi kızlar bunun için size minnettarız.» «Annem çok temizdir de ondan.» «Küçük hanım da besbelli öyle.». «Gu nu mu zde, ocak Tanrısı mihrabı, vazoları ve çiçekleri birçok evde tozlu ve pis oluyor. Bu yu zden çiçek satmak gittikçe sıkıntılı bir iş oldu. Size geldig im zamanlar ise kendimi ferahlamış ve sevinçli hissediyorum.» Çieko susuyordu. Asıl o nemli bir ticaretin bu evde yıkılmaya yu z tuttug unu Şirakava'lı kıza söylemeye gücü yetmiyordu. Anne hâlâ babanın rahlesinde oturmaktaydı. Çieko mutfag a gelmesini rica edip, ona pazardan aldıklarını go sterdi. Anne, kızının ilesinden çıkarıp o nu ne koyduklarını go zden geçirdi: Ve çocug unun gerçekten bir ev kadını oldug unu anladı. Acaba bo yle oluşu, babanın Saga'ya Rahibeler Manastırına gidip uzaklaşmasından mıydı? Anne, «Sana yardım edeyim» diyerek mutfakta işe başladı. «Az o nceki kız, bize her zaman gelen satıcı değil miydi? «Evet.» «So yle bakayım, baban kendisine armag an ettig in kitapları Rahibeler Manastırına go tu rmu ş