TÜRK-İŞ Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ 25-27 Mayıs 2012 Nova, İbis Hotel - İstanbul
Oturumlar Türkiye de Sosyal Politika Bilimi Geleneği Yrd. Doç. Dr. Faruk TAŞCI - İstanbul Üniversitesi Öncelikli olarak katılımcılara, meslektaşlarıma ve hocalarıma teşekkür ediyorum. Akabinde Toker Dereli, Ahmet Makal ve Gürol Özcüre Hocalarımın temas ettikleri noktaya bir gazetede görmüş olduğum bir anekdotla girmek istiyorum. Zannedersem Tayvan da gerçekleşmişti. Tayvan da bir çocuk okulun ilk günü okula başlama sendromu yaşıyor. Bu sendromdan dolayı 3 veya 4. kata çıkmış. Pencereye gelip atlamayı düşünüyor. Hiç kimse çocuğu ikna edemiyor. Çocuk korkudan bu hale gelmiş. İtfaiye erleri de ikna etmeye çalışıyor fakat bir türlü olmuyor. Bir tane itfaiye eri çocuğun ailesini, yaşadığı çevreyi tetkik ediyor ve çocuğun ince damarını yakalıyor. İtfaiye eri örümcek adam kıyafeti giyerek çocuğa doğru yöneliyor. Çocuk itfaiye erine doğru koşuyor. Bu örnek bize, nitelik ve nicelik meselesinde bir kısım sosyal politikacılarda toplumu tanımama, bulunduğumuz kitleyi tanımamadan kaynaklanan nitelik problemi olduğunu düşünüyorum. 1108 Gelelim sunuma Özellikle 76 yıllık bir geleneğimiz var bu gelenek nasıl Türkiye içine girdi? Sosyal politika bu geleneğin içine nasıl dâhil oldu? Yani sosyal politika bilim geleneğine nasıl girildi, nasıl gelişti, nasıl bir çerçeveye sahip oldu? Dolayısıyla 3 tane çerçevem var 3 ana başlığım var. Birinci dönem olarak tasnif ettiğim dönem Türkiye ye sosyal politikanın girişi; Türkiye ye sosyal politikanın girişi ni özellikle tırnak içerisinde ifade etmek isterim. Türkiye deki sosyal politika Batı da ki
14. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Kongresi yaşanmış hallerin ürünü olarak ortaya çıkmış değil. Batı da malum Sanayi Devrimi var. Bu Sanayi Devrimi nin problemleri var. Bunları çözmeye yönelik hamleler var. Bu hamleler içerisinde sosyal politika bilimi denilen bir bilim 1911 yılında Almanya da birkaç profesörün gayretleriyle ortaya çıkıyor. Dolayısıyla orada içten içe kaynayan bir durum var, yaşanmış bir hal var. Türkiye de bunun böyle olmadığını söyleyebiliyoruz. 1933 yılında Üniversite reformu oluyor. Bu dönemde Alman hocalar Türkiye ye geliyor ve bunların sosyal politikayı Türkiye ye taşımaları söz konusudur. Bu taşıyıcı da Gerhard Kessler dir. Sosyal politika geleneğinin kurucusu değildir, taşıyıcısıdır. İşin bu tarafının açık açık rahatlıkla söylemek istiyorum. İkincisi, burada Fındıkoğlu nun söylediğimizi tasdik eden bir sözü var. Fındıkoğlu hocamız der ki; Acaba Türkiye deki sosyal politika bilimi mekanik ve taklitçi midir, yoksa organik ve sosyal meseleleri tetkik eden bir bilim midir? Bilim acaba bu şekilde mi bu işin içine girmiştir diye sorar. Kendisi de cevap olarak ifade ettiğimiz yere temas eder. Mekanik ve taklitçidir der; dolayısıyla Fındıkoğlu hocamızın söylediğini toparlayacak olursak; Gerhard Kessler den sonra Türkiye de oluşan bir sosyal politika var. Bu oluşum açıkçası bir geleneğin kendi içinde yani Türkiye içerisinde oluştuğunu göstermiyor. Sosyal politika geleneğinin Batı dan Türkiye ye taşındığını, girdiğini gösteriyor. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Fakat bu şu anlama gelmiyor. Gerhard Kessler taşıyıcı ve taşıyıcılık dolayısıyla sosyal politika Türkiye de problemli demek olmuyor. Bundan bahsetmiyorum buradaki ayırıcı husus yani acaba Gerhard Kessler de Türkiye ye sosyal politikayı taşırken, acaba bahsettiğim o itfaiye eri gibi Türkiye toplumunu, Türkiye deki sorunları bilme imkanı var mıydı? Sosyal politika geleneğini ortaya koyarken bunları bilme 1109
Oturumlar şansı var mıydı? Yani Gerhard Kessler bir tohum getirdi Türkiye topraklarına ekti; acaba ektiği bu tohum bu toprakta istediğimiz kıvamda bir filiz, belirli bir süre sonra bir çınar, belirli bir süre sonra meyveler ve değişik fidanlar ortaya çıkabilecek miydi? Bu soruyu sormak için böyle bir noktaya temas ettim. İkinci nokta ise böyle bir gelenek var; bu geleneğin taşıyıcılıkla girdiğini söyledik fakat bu gelenek belirli bir müddet sonra nasıl gelişti? Şimdi bir gelenekten bahsettiğimiz zaman bu geleneğin disiplin haline gelebilmesi için bu gelenek içerisinde belirli ekoller in oluşmasına ihtiyaç var. O ekollerde o geleneğin içerisinde büyümüş çınarlar gibiler, tabiri caizse şimdi baklığımız zaman şahsen burada iki temel ekolü görüyoruz. Birincisi İstanbul Üniversitesi nden Sabahaddin Zaim ekolü, ikincisi ise Ankara Üniversitesinden Cahit Talas ekolüdür. Bu ikisi neden ekol oldu? Bunun üzerinde durmak istiyorum. Ekol olabilmekten bahsetmek için birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Öncelikli olarak ahlak meselesine değinmek istiyorum. Özellikle sosyal politikada ahlaktan bahsederken bir politikacının ya da bir hocanın ahlakiliği bizim için o hocanın teorikte söyledikleri ile pratikte yaptıklarının örtüşmesi ile ilgilidir. Yani bir sosyal politika geleneği içerisinde ekol olabilmenin ahlakiliği o ekolü ortaya koyanın pratiği ile teoriğinin birbiri ile örtüşmesiyle alakalıdır. Bunu hem Sabahaddin Zaim hoca da hem de Cahit Talas hocada görebiliyoruz. Söyledikleri ve yaptıkları birbirini tamamlayıcı şeylerdi. Ciddi manada ikisi de söyledikleri ile yaptıkları arasındaki irtibatı kurmada her şeylerini feda ediyorlardı. İkincisi ekol olabilmeniz için otorite olmanız gerekiyor. Otorite olmaktan kastım şu; yani yeni alanlar açmanız gerekiyor veya yeni alanlar açmak noktasında bir ışık yaymanız gerekiyor. Bu noktayı da 1110
14. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Kongresi yine hem Sabahaddin Zaim hocada hem de Cahit Talas hocada net olarak görebiliyoruz. Üçüncüsü temsiliyet meselesi; temsiliyet noktasında sizin fikirlerinizi peşi sıra takip edecek bir öğrenci kitlesi ve yeni nesil hocalar yetiştirmezseniz, zincir kurmazsanız o ekolün uzağa gitme şansı yoktur. Dolayısı ile zincirde bir problem olacaktır. Peşi sıra aynı zihniyeti devam ettirecek bir temsiliyet şuuru da gerekir. Son nokta bir geleneğin var olması gerekiyor başta da bahsettiğimiz gibi Gerhard Kessler in taşıdığı bir gelenek var. Sabahaddin Zaim hoca Kessler in taşımış olduğu gelenek içerisinde farklı bir aşıya yöneliyor. Sabahaddin Zaim hoca daha çok İslamî motifli aşılar yapıyor. Cahit Talas hoca ise daha çok sınıfsal temelli aşılar yapıyor. İkisi de ekol, ikisi de sosyal politikanın içinde; fakat konuştukları dil, ortaya koydukları argümanlar bu anlamda farklılık taşıyor. Burada uzun uzun Sabahaddin Zaim hocanın ya da Cahit Talas Hocanın neden ekol olduğunu açıklamak için vaktimiz yok maalesef. Bu kadarla yetinmek durumda kalıyoruz. Gelelim 1980 sonrasına Acaba 1980 sonrasında sosyal politika bilimi nasıl bir seyir aldı? Burada sosyal politikada iki tane alan genişlemesi olduğunu söyleyebilirim. Birincisinde çeşitlenme söz konusu ikincisinde farklılaşma söz konusudur. Çeşitlenmeden kastım şu: Sosyal politika biliminin özünden ayrılmadan, uygulamalarında bazı değişmelerin olmasıdır. Bu da özellikle bölümlerin isim değişikliği ve bir de dar anlamdan geniş anlama doğru sosyal politikanın kayması eğilimleridir. Dar anlamdan kastımızı daha çok işçi işveren ilişkileri üzerinden gelişen sosyal politikadır; geniş anlamdan kastımız çalışma hayatının dışında yok- 1111
Oturumlar sulluk, sosyal dışlanma, sosyal yardım gibi konuların dâhil olmasıdır. Dolayısıyla çeşitlenme noktasında özünden kopmama, ama bunun dışında form olarak yeni alanlara kayma vardır. Sosyal politikada farklılaşmada ise sosyal politikanın paradigmasından kayma tehlikesi vardır. Sosyal politikanın içerisindeki insan kaynakları gibi veya bunun dışında sosyal politikanın başka bölümlerle etkilenecek pozisyondaki durumlardan dolayı tehlike noktası vardır. Gerek çeşitlenme olsun gerek farklılaşma olsun, bölümlerimizin ve sosyal politikanın geleceği açısından çok korktuğumuz bir şey değildir. Korkmamamızın sebebi, sosyal politikanın disiplinler arası yapısından dolayıdır. 1112 Prof. Dr. Ahmet Makal SORU VE TARTIŞMALAR Tamamlama ve düzeltme yapmak istiyorum. Bunlardan bir tanesini hocamız belirtti. Gerçekten, Orhan Tuna sosyal politika geleneğinde en önemli kişilerdenbir tanesidir. Kesinlikle atlanmaması gerekir. Yani Orhan Tuna nın o kadar zor dönemde o kadar cesur çıkışları olmuştur ki Meselâ 1940 yılında, ikinci dünya savaşı koşullarında millî korunma kanunu uygulanırken-daha doğrusu ses çıkartmak mümkün değilken-(çünkü hem tek parti hem de savaş dönemi) Orhan Tuna nın tek parti döneminin bu uygulamalarını eleştiren çok ciddi çıkışları vardır. Ayrıca Orhan Tuna nın çok özgün çalışmaları da vardır. Özellikle de İstanbul küçük sanayii üzerine Dolayısıyla hiçbir biçimde atlanmaması gereken bir sosyal politikacıdır, kendisini saygıyla anmış olayım. İkinci mesele bu taşıyıcılık meselesi Şöyle bir model (merkez ve çevre ülkeleri) içerisinde anlatacak olursak; yani bizim