dosya: mehmet âkif ersoy öyküler: bitpazarında bir ayna, yürüyüş gezi-gözlem: ingiltere ye bir kütüphane gezisi hediyelik sorular duyduk duymadık



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı.

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır.

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Mehmet Akif Ersoy; Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın! Mısralarını şehitlerimize, gazilerimize, en

Mehmet Akif Ersoy ve Çağdaş Bilim Mısraları Videosu Pazartesi, 29 Haziran :54 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :12

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

DTİK TÜRK GİRİŞİMCİLER KURULTAYI. Açış Konuşması. Ömer Cihad Vardan, DEİK Başkanı. 26 Mart 2016, İstanbul

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

Azrail in Bir Adama Bakması

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

"15 Temmuz Şehidimiz hemşehrimiz Mustafa Cambaz ın kendisi artık belki aramızda değil, ancak onun Fotoğrafları Batı Trakya da sergileniyor.

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

KURTULUŞUN 95. YILI COŞKUYLA KUTLANDI

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş gazileri ziyaret etti

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

RUMELİ DEN GELEN SON MÜBADİL KAFİLESİ

Mustafa Kemal Atatürk ün Hayatı

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ


Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

MEHMET AKİF ERSOY UN EDEBÎ KİŞİLİĞİ 1

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR R5)

10 KASIM ATATÜRK. Kültür2000 Koleji Anadolu Lisesi

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

Bu dörtlükte geçen aşağıdaki sözcüklerden hangisinin eş seslisi yoktur?

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

VATAN ŞAİRİ MEHMET ÂKİF ERSOY

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

Bir Kadın 3 Sanat Sergisi açıldı

Fatma Atasever.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

23 NİSAN. Ferit Ragıp TUNCOR

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Sevgili dostum, Can dostum,

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

ETKİNLİKLERİN İLK HAFTASINDA AŞAĞIDA BELİRTİLEN ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

temlerini işlediği şiirlerinden bazıları: Yol Düşüncesi, Sessiz Gemi, Rintlerin Akşamı, Ufuklar, Mehlika Sultan.

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

1. Soru. Aşağıdakilerden hangisi bu paragrafın sonuç cümlesi olabilir? olaylara farklı bakış açılarıyla bakalım. insanlarla iyi ilişkiler kuralım.

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Küçüklerin Büyük Soruları-2

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir.

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Cihan Demirci. Şiir ŞİİR KÜÇÜĞÜN. 2. basım. Resimleyen: Cihan Demirci

ZAFER TALHA ÇİMEN 8/E



HATAY BOZGUNCULUĞA VE AYRIMCILIĞA İZİN VEREMEZ!!!

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

ALTININ DEĞERİNİ SARRAF, KELAMIN DEĞERİNİ ERBAP ANLAR!.. - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İlk Kilisenin Doğuşu

23 Nisan Şiirleri. 23 Nisan. Sanki her tarafta var bir düğün. Çünkü, en şerefli en mutlu gün. Bugün yirmi üç nisan, Hep neşeyle doluyor insan.

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Transkript:

dosya: mehmet âkif ersoy öyküler: bitpazarında bir ayna, yürüyüş gezi-gözlem: ingiltere ye bir kütüphane gezisi hediyelik sorular duyduk duymadık demeyin kocaeli şehir-kültür: akçakoca, gazi süleyman paşa camii, bisiklet kültürü ve izmit kitâbiyat: ariflerin satrancı, sözdeniz şiirler: bu muydu?, incitme beni, şahadetname

dosya kapak içi 2

/ dosya: mehmet âkif ersoy öyküler: bitpazarında bir ayna, yürüyüş gezi-gözlem: ingiltere ye bir kütüphane gezisi hediyelik sorular duyduk duymadık demeyin kocaeli şehir-kültür: akçakoca, gazi süleyman paşa camii, bisiklet kültürü ve izmit kitâbiyat: ariflerin satrancı, sözdeniz şiirler: bu muydu?, incitme beni, şahadetname Sayı 1 / 2012 Dil ve Edebiyat Derneği Kocaeli Şubesi Adına Sahibi Ali YEŞİLDAL Genel Yayın Yönetmeni Kenan GÖÇER Editör Raşit FİDAN dergiyegonder@gmail.com Yayın Danışmanı Osman AYVAZOĞLU Halkla İlişkiler Engin ŞAHİN Tasarım Baskı Fotoğraf Nurdoğan SEVENCAN Mehmet BAYDEMİR Yayın Kurulu Prof. Dr. Aynur KOÇAK Doç. Dr. Esat HARMANCI Doç. Dr. Hakan SAZYEK İsmail CİVELEK Yusuf ARABACI Dicle ÇETİN Yavuz ALTINIŞIK Faruk ERİŞ İsa ARAS Sanat, Edebiyat ve Kültür Akademisi (SEKA) Kozluk Mah. Mehmet Ali Kâğıtçı Sok. Nu: 71 İzmit / KOCAELİ Bilgi ağı : dedkocaeli.com Dernek E-posta : dedkocaeli@gmail.com Dergi E-posta : dergiyegonder@gmail.com Tel : +90 262 270 01 00 Faks : +90 262 270 01 01 editördenraşit FİDAN / Editör dergiyegonder@gmail.com Neredesin ey sevgili okuyucu! Bir kış mevsiminde sunulan bültenimiz, Âkif dosyası ile karşınıza çıkmayı başardı. Umarım Hangi Âkif? denmemiştir. Edebiyatın toplumda giderek etkisini yitirdiğini ve önemsizleşen itibarını onayladığımız için değil, bir şehir kültürü yaratmada mevcut edebiyat kanonundan beklenen dönüştürücü etkinin yeterli görülmemesinden yakınmaktayız. Nihayetinde edebiyat, kültürün bir unsurudur. Edebiyat kaygısını unutmadan çıkarmayı düşündüğümüz bu bülten, edebiyat merkezli ve şehir eksenli bir kültürel yayındır. MEHMET ÂKİF Yılı ilan edilen 2011 yılı bitmesine rağmen, 2012 nin ilk ayında da dosya konumuzu Âkif seçtik. Hatta diyebilirim ki, esas olarak bu bülteni Âkif ve İstiklâl Marşı için çıkardık desek abes olmayacak. Diğer yandan, genç kuşağın Âkif i anlaması için Safahat sadeleştirmelerini önemsiyoruz ve destekliyoruz. Ancak, bu sadeleştirmelerde bir eksiklik var gibi. Osmanlıca kelimenin Türkçe karşılığını altta bir yerlerde sözlükçe olarak veya metin içerisinde vermekle genç kuşağa ulaşılmış olmuyor. Dizelerin bazen kökten değiştirilmesi bile gerekebiliyor. Anlam merkezli yeni sadeleştirme çabalarını dikkate alıyoruz. Bültenimizle sizi baş başa bırakıyorum. Eserleriniz, Hediyelik Sorular (4 metin) ve Duyduk Duymadık Demeyin başlıklı duyuruya vereceğiniz cevapları, ilginç hediyeler almak istiyorsanız dergiyegonder@gmail.com adresine bekliyoruz. Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle dosya 1

/ dosya merhaba Ali YEŞİLDAL Dil ve Edebiyat Derneği Kocaeli Şubesi Başkanı Dil ve Edebiyat Derneği Kocaeli Şubesi nden tüm edebiyat ve kültür insanlarına merhaba! Sanayi ile özdeşleşen bir şehirde her türlü kültürel etkinliği, edebiyat ve sanat faaliyetini ciddiye alıyoruz. Kirlenen havamızı, kültürel hareketlenmelerle temizleyip soluklanmaya çalışıyoruz. Hızla dönüşen gençliğimizin maruz kaldığı tüketim kültürü içinden kendini kurtarabileceği bir can simidi olmak istiyoruz. İsterim ki bu bülten; Mevsimlerin insana yaptığı fenalıklar kadar bir heyecan yaratsın, Ya da yüksek kültürün katında esen bir rüzgâr olup saçlarımızı dağıtsın, Veya karlı bir gece vakti bir dostu uyandıracak kadar sahici olsun! Dünyanın kiri pası içinde gönlümüzü diri ve temiz tuttuğumuzu iddia edemeyiz. Bir iddiamız varsa ki var- o da, gönlümüzün (dil) temiz tutulması gerektiğidir. Gönül; dildir, evdir, vicdandır, adalet duygusudur. O kadar geniştir ki bu coğrafyada gönül, hiç kimse dışarıda kalmaz, hiç kimseyi karda kışta bırakmaz. Neredeysek, güneş orada bulur bizi Bu yıl da, Gençlik yine okumuyor serzenişleri başköşeyi tuttu. Okuyan bir toplum olamadığımız için gençleri suçlamak olamazdı. Suçlu, büyük ölçüde bizdik. Ama her halükarda umudumuz onlarsa bir şeyler yapmak lazım, diye bildik. Gençlik, geleceğin tohumudur. Bu tohumun özüne bakarak yarınımızı bilmek zor olmayacaktır. Her dönemin gençliği, kendi enerjisini harcayabildiği dünyada yaşıyor, diyor Nurettin Topçu. Eski Mısır ın gençliği doğayla çetin mücadelesinin sahnesinde, Sümer gençliği tapınakta, Yunan gençliği olimpiyatlarda, Roma gençliği ise forumda kendini göstermektedir. Her toplum, kendi gençliğinin çehresinde değer kazanır. O halde büyük soru geliyor: Gençliğimizin uğraştığı ve zaman geçirdiği yerlerden, gelecek Türkiye sinin yerini kim çıkarmak ister veya çıkarmaya cesaret eder? Mekân, imkândır. Kûn, kevn, tekvin, kâinat, mümkün ve temkin gibi Türkçe de kullandığımız kelimelerin hepsi Arapça bir fiil olan kûn-kâne den (ol-idi/to be-was) gelir. Demek ki, bir şey yapmak için mekân ve imkân birbirini destekleyen kavramlar oluyor. Bu şehirde, Kocaeli de okuyan, yazan, düşünen ve kaygısı olan insanların her zaman bir şikâyeti vardır: Oturup çay içip derinlikli sohbetler edecek bir mekân yok diye Doğrudur da. Öyle bir mekân maalesef yok. Yoktu Şimdi var! Kültürün, edebiyatın, sanatın, şiirin, felsefenin, mimarinin ve iktisadın konuşulup tartışıldığı mekânları bugüne kadar dergi olarak düşündük. Şimdi ise dört başı mamur, kültür, edebiyat, sanat, şiir, felsefe, mimari ve iktisat konuşabileceğimiz işlikler (atölye) ve yayınlar yapmak üzere bir Sanat Edebiyat ve Kültür Akademisi (SEKA) var. Her şey düş ile başlar, düşünce ile devam eder. Biz buna inanıyoruz. Biz bu şehrin imkânına da, insanı da inanıyoruz. İşte o inançtır ki, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İbrahim KARAOSMANOĞLU nun bize, işletilmek üzere SEKA yı (Sanat, Edebiyat ve Kültür Akademisi) vermesini sağladı. Kültüre verdiği sonsuz destekten dolayı Kocaeli olarak müteşekkiriz başkanımıza. Farsça bir kelime olan genç liği, biyolojik yaş olarak değil, Farsça daki anlamı olan hazine olarak anlıyoruz. Dernek olarak Kocaeli de gençliğimize bir bilinç kazandırmak istiyoruz. Kendimizi hep genç olarak gördüğümüz için biz de bu bültenden nasipleneceğiz demektir. Bakalım nasbimize ne düşecek? Bakalım, gökten üç elma kimin cebine düşecek? 2

dosya İstiklâl Marşı mız İsmail CİVELEK Âkif ten Çağdaş Âsım a Nasihatler M. Esat HARMANCI Mehmet Âkif Fevziye Kürsüsü nde Dr. Ali Vasfi KURT Asımın Nesli Sait KARAÇORLU Mehmet Âkif Kahraman mıdır? Öztekin DÜZGÜN Safahat ta Kadın ve Çocuk Kavramları Dicle ÇETİN Birinci Dünya Savaşı Ve Milli Mücadele Döneminde Mehmet Âkif Faruk YAVUZ Mehmet Âkif ve Ayyaş Neyzen Haşmet ASİLKAN 04 öyküler Bitpazarında Bir Ayna Mustafa ÖZBİLGE Çocukluk Zamanı Rukiye BAŞKIRAN Yürüyüş Rabia UĞURLU Küçülmek Büyümektir Çoğu Zaman Sertaç ERİÇ Bizsizleşmek Sevnur SAVAŞ 24 gezi-gözlem 33 İngiltere ye Bir Kütüphane Gezisi Kenan GÖÇER kocaeli şehir-kültür Kocaeli de İz Bırakanlar: Akçakoca Resul NARİN Gazi Süleyman Paşa Camii (Orhan Camii) Volkan ŞENEL Uğrak Yerlerimiz Ömer Faruk ASILTÜRK Kültür Derneklerimiz: Kocaeli Şairler ve Yazarlar Birliği Alptekin CEVHERLİ Bisiklet Kültürü ve İzmit Mehmet Z. KUTLU 40 Kitâbiyat Ariflerin Satrancı Bilal BARIŞ Sözdeniz Rüştü YILMAZ Ben Bülbül Hayatım Roman Rövşen ALİZADE 47 şiirler Bu muydu? İsmet SAĞLAM Kimsecik Melih ÖZEL Sen Gideceksin Oğuz ERTÜRK Şahadetname Süleyman PEKİN İncitme Beni Yavuz ALTINIŞIK 55 içindekiler

dosya İstiklâl Marşı mız Her milletin bir millî marşı vardır ama biz, millî marşımızla varız. O halde b-iz kimiz veya kimliğimizdeki iz nedir? İsmail CİVELEK 4

Burada, Kahraman Ordumuza göndermesi ile başlayan marşımızın göndere çekilen ilk iki dörtlüğünü açıklamaya çalışacağım. Yapmak istediğim, orijinal yazısında verdiğim halini, aşağıda şimdi kullandığımız metnini de vererek elimden geldiğince açıklamak olacak. Marşın kendisini değilse bile ruhunu, gençliğimizin gündelik hâl ve hareketlerine dönüştürülmesini biraz sağlayabilirsem, kendimi huzurlu sayacağım. İstiklâl Marşı -Kahraman Ordumuza- Sözlükçe: Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl; Hakkıdır, Hakk a tapan milletimin istiklâl. Millî marşımızı yazan Mehmet Âkif in, Korkma! diye şiire başlaması birçok kesim tarafından tartışılmış ve hatta eleştirilmiştir. Hem dörtlüğü, hem de ilk dizenin ilk kelimesinin korkma! şeklindeki seslenişini anlayabilmek için dönemin şartlarının bilinmesinde fayda vardır. Hızla küçülmüş bir Osmanlı bakiyesi Türkiye yi hayal edin... Batı yı arkasına alan Yunanlıların ülke içlerine kadar yürümesi, kendi insanlarımızın isyanları, I. İnönü Savaşı, zafer ve yenilgi haberleri arasında hop oturup hop kalkan Ankara daki Büyük Millet Meclisi ni düşünelim Düşman toplarının Ankara dan duyulduğu esnada, meclisin daha doğuya doğru kaydırılması tartışılmaktadır Orduyu bir arada tutmanın zorluğu, asker bulmada sıkıntı ve bir araya güçbelâ getirilmiş ordunun ihtiyaçları karşılanırken son kaynaklara başvurulmaktadır. Milletteki korku, acaba kelimesinin dilde dolaşmasına neden oluyor. Acaba düşecek mi Türkiye? sorusu, ümit ve ümitsizlik sarkacı arasında sürekli sallanıyor. Karanlıktan, tanımlayamadığı Şafak : Güneşin batışından sonra ve doğuşundan önce ufukta beliren kızıllık. Al : Kırmızı. Sancak: Büyük bayrak, bayrak, alem Çehre : Yüz, sîma. Hilâl : Yeni ay, ayça, gençay. Celâl : Ululuk, büyüklük, kızgınlık. Hakk a tapmak: Allah a bağlı olmak. İstiklâl: Bağımsızlık. şeylerden çocuğuna güven vermek isteyen babanın sözü ne olabilirse, öcü nün çocuğu yeme ihtimaline karşı annenin bilerek veya bilmeyerek söyleyeceği ilk söz ne ise Âkif in de ulusa seslenişlerin ilki olabilecek İstiklâl Marşı ndaki ilk kelimesi elbet Korkma! olacaktı. Öyle bir söz ki korkma!, adeta bütün marşın çekirdeğidir. Sanki bütün marş, kırkbir (kere maşallah) dize, korkma nın yorumu gibidir. Kendini hatırla!, Ey Türk, titre ve kendine dön! ve kendini bil gibi milletimizin kültürel kodlarında büyük yeri olan seslenişlere, Âkif ile Korkma! eklenmiştir. Sadece bu söz bile kendi başına, bağımsızlık marşımızın ruhunu ve mesajını taşıyacak güce sahiptir. Güneş nasıl hiç durmadan, sonsuzca batıp çıkıyorsa şafaktan, kırmızı bayrağımız (al sancak) da bu döngüde aynı şekilde dalgalanmaya devam edecektir. Nasıl güneş batarken ufuktan, bir daha doğmayacak diye korkuya kapılmıyorsak, o kadar rahat olmamızı ve korkmamamız gerektiği ima edilir. Bilindiği gibi, güneşin batışında ve doğuşunda şafakta bir kızıllık olur. O Öyle bir söz ki korkma!, adeta bütün marşın çekirdeğidir. Sanki bütün marş, kırkbir (kere maşallah) dize, korkma nın yorumu gibidir. Kendini hatırla!, Ey Türk, titre ve kendine dön! ve kendini bil gibi milletimizin kültürel kodlarında büyük yeri olan seslenişlere, Âkif ile Korkma! eklenmiştir. Sadece bu söz bile kendi başına, bağımsızlık marşımızın ruhunu ve mesajını taşıyacak güce sahiptir. dosya İsmail CİVELEK 5

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül Ne bu şiddet, bu celâl? İsmail CİVELEK dosya Yorgun ülkemin bitkin insanları gibi kaşlarını çatmaktadır sinirinden al bayrak, yıldızlı hilâl. İnsanlarına kırgın ve kızgındır. Ülkenin içinde bulunduğu bu çaresizliğe, al bayrağımızdaki hilâl de tepki vermektedir. kızıllık da, al sancağa yani kırmızı renkli Türk Bayrağı na benzetilir. Ülkenin, olmak ya da olmamak arasında gidip geldiği günlerin yaydığı korkuya kapılmamak gerektiğini, bu durumun güneşin batışı ve doğuşu kadar doğal olduğunu, bayrağı güneşe benzeterek açıklar. Ocak ve sancak arasında gerilen bu dörtlükte ocak, bireyi; sancak da milleti temsil eder. Bu marşın yazarı dâhil olmak üzere, son bir birey kalana dek, millet pes etmeyecektir, teslim olmayacaktır. Birçok anlamı olan ocak, burada milletin son bir temsilcisi, birey olarak kullanılmıştır. Fakat dörtlüğün son iki dizesinde sancak ın, yurdun üstünde parlayan yıldız olarak kullanıldığını görüyoruz. O halde sancak, iki katmanlı bir işleve sahip: Hem millet hem de gökteki yıldız. Son ocak tüttükçe, yani son bir insan teki bu ülkede yaşadığı müddetçe, bu bayrak (sancak) dalgalanacaktır (gökte parlar ve yıldızların bu ülke teslim olmayacaktır). Yıldızlar nasıl gökte parlar ve bu parlamasına hiç kimse ve hiçbir güç engel olamazsa, aynen o yıldız gibi bayrağımın dalgalanmasına da hiçbir güç (tek dişi kalmış canavar) engel olamayacaktır. Kim o yıldızı söndüreceğim derse, komik olur. Söndüreceğini söyleyen biri varsa ona gülünür ancak, ondan korkulmaz! Yorgun ülkemin bitkin insanları gibi kaşlarını çatmaktadır sinirinden al bayrak, yıldızlı hilâl. İnsanlarına kırgın ve kızgındır. Ülkenin içinde bulunduğu bu çaresizliğe, al bayrağımızdaki hilâl de tepki vermektedir. Adeta, yapılacak son bi şeyler var da yapmıyorsunuz! diye millete küsmüş gibidir. Milletin, en ufak bir güven ifadesi olan bir gülücüğe ihtiyacı vardır. O güveni de ancak al bayrağımız verebilir. O (hilâlli al sancak) bir gülse, herkesin kendine güveni gelecektir. Nazlı hilâl in, tarihi kahramanlık dolu olan bu millete bir gülücüğü çok görmesi, kabul edilemez. Tamam, çok kötü durumdayız ama bize kaşlarını çatamazsın! Bir günde gelmedik bu duruma Niye şimdi yüzünü, güzel çehreni bizden esirgiyorsun? Kahramanlık ve güzellik kavramı kendisinde olgunluğa ulaşmış milletim, bu haksızlığı, esirgenen bu çehrenin güzelliğini kabul edemez. Eğer böyle yaparsan nazlı hilâlim, sonra dökülen kanlarımız helâl olmaz sana!. Bağımsızlığı hak ediyor çünkü milletim. Çünkü o (milletim), Allah tan başka hiç kimseye ve hiçbir şeye tapmaz. Bağımsızlık onun doğasında var. Dünyada hiçbir güç, onu Allah a tapmaktan alıkoyamaz. Böyle bir millet, dünya tarihinde yoktur. Karakteri, bir çubuğun iki ucu gibidir. Bir ucunda güçlü bir Allah inancı, diğer ucunda bin yıllardır devam eden bağımsız yaşama tecrübesi ve arzusu Birbirini tamamlayan bu iki önemli ve temel özellik, milletimizin kurucu özelliğidir. Birini boşladığında, diğeri de bundan nasibini alır. Allah inancı zayıfladıkça, bağımsızlık özlemi de azalacaktır. Ama milletimizin Allah a olan bağlılığı, vatana bağlılığı ile paralel olduğundan, bağımsızlık onun hakkı ve doğası olmaktadır: Hakkıdır, Hakk a tapan milletimin istiklâl. 6

Akif ten Çağdaş Âsım a nasihatler Kaç yurda veda etmedik artık bu uğurda? Elverdi gidenler; acıyın eldeki yurda! dosya Mehmet Âkif Ersoy, koskoca imparatorluğun çöküşünü, elden çıkışını görmüş bir aydın olarak bu mısralarla bugüne haykırır. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi, 1895 te Yunanlılarla harp, Balkan Harbi... Balkan uluslarının Yeşilköy e kadar geldiği bu savaştan bir-iki sene sonra Birinci Dünya Harbi çıkar. Peşine de İstiklâl Harbi Rusların Yeşilköy e kadar geldiği bu savaştan bir-iki sene sonra Birinci Dünya Harbi çıkar ve peşine İstiklâl Harbi. İnsanın ömründe tanık olabileceği bu en acı yılları Âkif içindeki milli ve manevi sorumlulukla ve bir misyon adamı, bir aydın olması hasebiyle çok daha derinden yaşamıştır. İmparatorluk üzerinde oynanan İngiliz oyununun bir milletler ayrılığı esasına dayandığını, bunun bir coğrafya kuşatması olmadığını en iyi anlayanlardandır. Âkif, bu bilinç ve manevi donanımla içinden geçilen son derece tehlikeli dönemeci sağlık üzere algılamaya gayret etmiştir. Âkif i bu misyonda rahat bırakmayan şey, onun kişiliğini besleyen damarlarda aranmalıdır. Nefsi ve çevresi dışında olup bitenlerle dertlenen bir halk kahramanı, öncelikle tebliğ dininin esasına vâkiftı. O, üzerine düşen mesaj aktarma ve aydınlatma sorumluluğuna kutlu bir mana da yüklendiğinin farkındaydı. Kurtuluş reçetesi için kafa yormuş bir devrimci sıfatıyla ömrünü, davası olan bir insan olarak geçirmiştir. Âkif, teşhisi koyarken de eğri oturup doğru konuşacaktır. En hafif şekliyle aydın tanımı da olan bu hal onda bir karakter haline gelmişti. Kimsenin keyfi için ya da kendi çıkarı için eğilip bükülmeyecektir: Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim Şudur benim cihanda en beğendiğim meslek Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek Bu ölçü ve çizgide içinde bulunulan şartlar gereği öncelikli savunma ya da mücadele alanı elbette bağımsızlık olacaktı. Bugün Âsım için bu pek anlaşılır görünmez. Çünkü istiklal ya da bağımsızlık somut olarak bugünün nesli için hayatiyet arz etmez. Farklı dünya görüşleri ile emperyalizm ya da müstemlekecilik teşhiri ayyuka çıkarılsa da çağdaş Âsım buna pek itibar etmez. Bağımsızlığı yegâne dert edinen hisli ve cesur adam, üç buçuk soysuz olarak nitelendirdiği sömürgeci zihniyete asla köpeklik etmeyeceğini ve asla esaret ve tahakküm altında yaşayamayacağını vurgular. Erdem de bu noktada başlar zaten. İnsanoğlu tabiatı icabı genellikle güce ve güçlüye meyyal iken en zor şartlarda Kurtuluş reçetesi için kafa yormuş bir devrimci sıfatıyla ömrünü, davası olan bir insan olarak geçirmiştir. Âkif, teşhisi koyarken de eğri oturup doğru konuşacaktır. M. Esat HARMANCI 7

dosya dik duran ve haksız ama güçlü olan egemene hiçbir zaman itaat etmeyecektir: Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle Bana hiç tasmalık etmemiştir altın lâle. Bu yönüyle bir karakter abidesi gibi duran Âkif, resmen de eğitimcilik yaptığı için Âsım karşısında da tam bir hoca gibi davranır. Bilindiği gibi 4 Ekim 1906 da, esas baytarlık vazifesine ek olarak Halkalı Ziraat Mektebi hocalığını da üzerine alır. 25 Ağustos 1907 de Çiftçilik Makinist Mektebi tahrir hocalığı yapmağa başlar, 1908 de İstanbul Darülfünunu umumî edebiyat profesörlüğüne tayin edilir. Büyük hoca; Sayısız medrese var gerçi Buhara da bugün... Okunandan ne haber? On para etmez fenler, Ne bu dünyada soran var ne de ukbâda geçer derken verilen eğitimi o günün koşullarında yeterli bulmaz. Almanya ziyareti sonrası Avrupa da başlayan ahlaklı bilim ve sanayi kalkınmasına iç geçirerek önce eğitim anlayışımızı sorgular: Yüzlerce yıl siyasetnamelerde hep bu dertten muzdarip olduk. Helva varsa şeker olmadı. 1800 lü yıllardan beri de hala devletin bekası meselesi ile uğraştığımızdan bir türlü akademik ve pedagojik kalkınmayı tamamlayamadık. Ya devletler hastalıklarla baş başa bırakıldı ya da bilgililer bilgin gibi davranamadı, güncel politikalarla savrulup durdular. Âkif, Âsım ın kulağından bu küpeyi hiç çıkarmayacaktır. Süleyman la Sinan siyaseten anlaşmak, uyuşmak durumunda değildir belki ama Sinan mimar gibi Süleyman da devletli gibi olmalıdır çünkü mimar devlete devlet de mimara istiklalde bağımlıdır. Hürmet devletten, devlet hürmetten oldukça Âsım ın nesli devlet-i ebet-müddet olacaktır. Âsım ın önündeki en derin uçurum çağdaşlarında olduğu gibi yılgınlıktır: Bir parça kımıldan diyorum, mahvolacaksın; Dünya koşuyorken, yolun üstünde yatılmaz. Dünya koşuyorken bizi yollara seren stratejik dostlarımız verdikleri çağdaş afyonlarla onlarca yıl kımıldayamadan mahvoluşumuzu izlediler. O yıllarda Âsım, kardeş savaşının dava olduğunu sanarak güreşte hep kendi ayağını tutuyordu. Bir parça da olsa kımıldanış bugün için bilgi, bilim ve ahlak hamlesi olarak anlaşılmalıdır. Ahlaklı bilim adamı, ahlaklı ticaret ve sanat, ahlaklı nesil. Enseden aslan kesilmek, cepheden yaltak kedi... Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi!... M. Esat HARMANCI 8 Hayatı anlamıyor... Çünkü görmüyor, okuyor; Zavallı kırkına gelmiş de ağzı süt kokuyor Okuyup da görmeyen aydın cehaletine içerler. Kendini geliştirememiş bu hastalıklı bakış açısına dirsek vurur. Kalkınma için öncelikle eğitim alanında dönemin koşullarına göre ıslah yapılması lazım geldiğini savunan Âkif, helva için iki şartı müjdeler: Devletli ve bilim adamı. Ama gel kaldıralım dedin mi? Heyhât o zaman, Bir Süleyman daha lâzım yeniden bir de Sinan. Üretim konusunda onlarca yıl Batı nın ahlakını yâd etmekten yorulduk. Bizi terbiye için artık bu kadar aşağılık duygusu yetişir. Hamasetle avunmadan Âkif Âsım a ilk ev ödevini verir: En büyük millet kahramanı ve en büyük vatanperver, işini en iyi yapandır. Ahlak, bireysel ve toplumsal kalkınma için vazgeçilmez bir şarttır. Fakat ahlâkın izmihlali en müthiş bir izmihlâl Ne millet kurtulur zira ne milliyet, ne istiklâl Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı millî, ruh-ı millîdir; Onun iflâsı en korkunç ölümdür; mevt-i küllîdir. Bu hissizlikle cemiyet yaşar derlerse pek yanlış Bir ümmet göster ölmüş maneviyatıyla sağ kalmış? Moral değerler bakımından tükenmiş bir milletten ne milliyet ne de istiklal çıkar diyen Âkif, manevi kalkınmanın hayatiyetine işaret eder. Manevi kalkınma kavramın çağdaş çağrışımlarına bakılarak sadece din ve diyanetle sınırlı

bir dünya olgusu olarak anlaşılmamalıdır. Çağdaş Âsım ın arızalarından biri de budur zaten. Mevzilerdeki kavramlar üzerinden cepheleşme hamaseti. Senin kavramından münezzeh ben kendi hijyenik siyasetimle beslenirim. Maneviyat tabiri, Âsım ın çocukluktan erişkinliğe kadar bütün ruhsal ve moral değerlerle donanmasını ifade eder. Değerler noktasında toplumu oluşturan bireylerin sahip olması gereken meziyetlerin başında ahlakı öne çıkarır. Bugün evrensel araçlarla yapılan sosyal ya da endüstriyel alışverişlerde en geçerli olan akçe de yine ahlaktır. Bu bakımdan çağdaş Âsım, önce ahlaklı olmakla mükelleftir. Ahlak, sadece saygı ve hürmet, kötülük etmemek olarak algılandı. Hâlbuki her türlü ilişkilerimizde sorumlu olduğumuz bir normdur. Bir hekimin ya da güvenlik görevlisinin ahlakı kadar bir tamirci çırağının ve bir ev hanımının aynı derecede ahlaklı olması birey ve toplum açısından son derece değerlidir. Tıpkı Şeyh Galib de olduğu gibi Âkif de bu cevheri Âsım ın özünde bulur. İnsan yaratılışı bakımından evrenin en değerli, en işlevsel, en iyi kurgulanmış ve en şerefli varlığıdır. Âsım, içinde bulunduğu bütün olumsuz koşullarda kurtuluşu yine kendindeki madenden üretecektir: Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvîdir. Avalim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir Âkif maddi refahın manevi refahtan ayrılmayacağına inanan bir neslin kurtuluş reçetesini önerirken Âsım ı belirleyen temel karakteristiği de sorgular. Ona göre sorun aynı zamanda dinin algılanması ile ilgilidir. Hakiki Müslümanlığı en büyük kahramanlık gören Âkif, neslin içinde bulunduğu halin en acı özeleştirisini yapar. İnsanlıktan bile geçmiş bir milletin Müslüman kimliği taşımaya hakkı olmayacağını düşünen Âkif, aldatmaktan ibaret olan bir yaşamın altını çizer. Ne tuhaf ki sanki yıllar sonraki bizim çağdaşımız Âsım ı görür gibi Ne kadar gerçek Müslüman gördüysem hepsi de mezarda idi. diye tepkisini ifade eder: Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nâfile Kaç hakikî Müslüman gördümse hep makberdedir Müslümanlık bilmem ammâ gâliba göklerdedir. Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din, Diri doğmuş duracak dipdiri kaldıkça zemin Halbuki inanmaktadır ki din Âsım için dünya var oldukça insanlığa nizam verebilecek bir mahiyettedir. Eğer Âsımlar bunu algılayabilirse! Daha o dönemdeki sorunu adı geri kalmışlık olarak konmamıştır ama bizi geri bırakacak sürece girildiğinin teşhisi konmuştur. Bu bakımdan Âkif devrimin teorisyenidir. Devrimin adı ise maddi ve manevi kalkınmadır. O halde ne yapmalı? Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur. Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur. Mâsivâ bir şey midir? Boş durmuyor Hâlik bile; Bak tecelli eyliyor, bin şe n-i gûnâgûn ile. Yer gök çalışırken Âsım ın tembelliğine kızar. Yaratıcı bile bütün tecellilerde çalışıyor görünürken neslin zamanını ve enerjisini üretim dışı alanlarda harcamasını eleştirir. Kronik Âsım hastalığı artık bellidir. Kompleksten kurtulup geçmişi, Âsım ı Âsım yapan mitolojik kodları ve ataları anlamına da gelen ve kendisini kendi tarihine bağlayan Doğu ile ilgilenmez. Ondan her ne pahasına olursa olsun kurtulmak ister. Kirli bir gömlek gibi bir daha giymekten haya eder. Yüzleşmekten korkarak, yılgınlık ve tembelliğin karanlığında oluşan önyargıları ile Batı yı ve ondaki yeni ve değerli olanı edinmek ve öğrenmekten korkar. Bütün bu iki koluna inme inmiş yaşlı adam, hala bakir ve verimli Anadolu ovasında taze küheylanlar koşturamaz. Görgü ve görenek belki satılamayacak kumaşlardır ama bugün Âsım ın alış-veriş yaptığı marketlerin bütün sermayesi bir kızarmaz yüz ve yaşarmaz göz dür. Utanmayı ve ağlamayı tedavi etmeye bile çalışan Âsım ın yolu çok uzundur: dosya M. Esat HARMANCI 9

dosya M.Esat HARMANCI Milletin imkanlarını kullanan akademinin, idare sınıfının, meslek adamlarının ve ordunun geri kalmış olması, var olan yapıların ve sistemlerin işletilememesidir. Devam eden onlarca yılda henüz bu sorunu tam olarak çözemediğimize bakılırsa bizi sürekli karşı karşıya bıraktıkları anarşi ve terör belası ile İngiliz geleneğinin hiç bozulmadığını anlayabiliriz. Şark a bakmaz, Garb ı bilmez, görgüden yok vâyesi. Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi Peki, Âsım ın nesli ölümcül vaka mıdır? Yukarıdaki algıyı bir balta gibi gören Âkif, ormanı hasta eden faktörleri bir bilene göstermeden sadece hastalıklı dalları kesmekle bir başarı elde edilemeyeceğini görür. Bu millet ağacının hastalığı yine kökte aranmalı ve yenilenmesi ve canlanması da köklü, kökten ve köke dair tedavilerde aranmalıdır: Milletin kendi olur işte o balta ile heder İnkişaf etmesi atide de pek zordur onun Meydanda kalır yığınlarca odun. Hastalanmışsa ağaç gösteriniz bir bilene Bir de en çok köke baksın o bakan, Aşılarken de vurun kendine, kendinden aşı. O halde ihtiyacın adı konmuştur: Yenileşme Yıkmaktansa yapmaya çalışmalıdır. İmparatorluğu oluşturan halkların ayrıştırılması ile İngiliz projesinin başarılı olacağı ortada iken Osmanlılığa ve padişaha olan şahsi ve moda duygusallıkları ile devlete muhalefet eden aydınların pişmiş aşa su katmak için yırtındıkları kastediliyor olmalıdır. Bir edep abidesi olan edip, bu gerçeği kimseyi rencide etmeden ifade etmeye çalışır. Âkif, Süleymaniye Camii ile örneklendirdiği Osmanlı gerçeği ile devlete nizam vermek ya da yıkmak arasındaki zihniyet farkını ortaya koyar. En beceriksiz kişinin bile başarabileceği yıkımı meziyet gibi göstermenin vicdansız cahilliğini nezaketle resmeder: Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? Onu en çulpa herifler de emin ol becerir. Hele sen gösteriver işte budur kubbe diye, İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye. Âkif in yenilikçi modeli Âsım dır. Âsım ın misyonu gecikmiş muasırlığın inşası için bir gün bile beklemeden ve bir saat gecikmeden bilimin ve fennin dibi bulunmaz pınarından içerek içselleştirmektir. Kurtuluş, bilimin ve fennin Avrupa daki üç yüz yıllık deneyim ve birikiminin burada, Türkiye de doğulu kodlara uygun bir şekilde, milletin kökü derinlerde dal ve budaklarında yeniden diriltilmesidir. Cumhuriyet projesinde de öne çıktığı üzere Âsım, üzerine düşen görevi bilmektedir: Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz Gidin üç yüz senelik ilmi sık elden edinin Fen diyarından sızan nâmütenâhî pınarı Hem için, hem getirin yurda o nâfi suları Aynı menbaları ihya için oğlum burada Bu şuurun ortaya çıkmasından tedirgin olan İngiliz merkezli imha komitesi savaşlardan çıkmış milleti Kurtuluş Mücadelesi ile karşı karşıya bırakarak devletin ve milletin yenilenme ve dirilme heyecanını mevzilerde kanla boğmaya çalışacaktır. Niyeti bozuk işbirlikçiyi ve işgalci müttefikleri harekete geçiren tam olarak ne idi? Kurtuluş ve diriliş neslinin manifestosunu oluşturmuş olan vatanperver aydın gerçeği Milletin imkanlarını kullanan akademinin, idare sınıfının, meslek adamlarının ve ordunun geri kalmış olması, var olan yapıların ve sistemle- 10

rin işletilememesidir. Devam eden onlarca yılda henüz bu sorunu tam olarak çözemediğimize bakılırsa bizi sürekli karşı karşıya bıraktıkları anarşi ve terör belası ile İngiliz geleneğinin hiç bozulmadığını anlayabiliriz. Evet, bütün bunlar da birer olgudur ama unutmamalıdır ki bugün bile hala bir yıkık köprü için Belçika dan kalfa getiriyorsak, hekimin iyisi için okyanus ötesine gidiyorsak, bütçemizi birileri ayarlayıveriyorsa ve sanayimizi kuramamışsak evrensel oyunu bozamamışız demektir. Âkif, o barut kokan havalarda bugün bizim çok yaptığımız hamasetle yelkenini şişirmeden eğri oturup doğru konuşarak sadece ve sadece kalkınmadan, dirilişten, sanayiden, ahlaktan yani hayattan bahsedecektir: Bir alay mekteb-i âlî denilen yerler var; Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar. Şu ne? Mülkiye. Bu? Tıbbiye. Bu? Bahriye. O ne? O mu? Baytar. Bu? Ziraat.Şu? Mühendishane. Çok güzel, hiçbiri hakkında sözüm yok, yalınız, Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız! İşimiz düştü mü tersaneye, yahut denize, Mutlaka âdetimizdir, koşarız, İngiliz e. Bir yıkık köprü için Belçika dan kalfa gelir; Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir. Meselâ bütçe hesabâtını yoktur çıkaran... Hadi maliyyeye gelsin bakalım Mösyö Loran. Hani tezgâhlarınız nerde? Sanayi nerde? Ya Brüksel de, ya Berlin de, ya Mançester de! Bir müfessir, bir hatip, bir şair ve bir veteriner olarak tanıdığımız Âkif tam bir bilim adamı, atomu müjdeleyen bir hoca kimliği ile konuşur. Yakın gelecekte bilimin ve sanayinin yönünü Âsım a göstermeye çalışan hoca maddede var olan enerjinin kafa kafaya verip binlerce emek mahsulü ortaya çıkaracakları ile bütün yeryüzü sistemlerinin değişeceğini ve sonsuz bir güce ulaşılacağını ifade eder: Yarının ilmi nedir, halbuki gayet müthiş Maddenin kudret-i zerriyesi uğraştığı iş O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek Sarf edip durmada birçok kafa, binlerce emek Ona yükseldim artık değişir ruy-i zemin Çünkü bir damla kömürden edecekler temin Öyle, milyonla değil, namütenâhi kudret. Âsım ın anlayamadığı ve öğrenemediği de bu olmuştur. Sabır ve binlerce emekle patenti bizde olan buluşların heyecanını duymak ya da çalışmak, hep çalışmak yerine cilalı taklitlerin sevdasında oyalanmak olmuştur. Cilalı cam devri adını verdiğim bu sanal zenginliklerle avunarak kalıcı ve gerçek başarıların hazzını unuttuk. Bilemedik ve anlayamadık ki müstemlekecilik artık modern zamanlarda böyle olacaktır. Al, tüket, at ve hep yapmadan, üretmeden senin için üretilenin yenisini almaya mahkum olarak yaşa! Âsım, modernizmi nasıl anlamalı? İçinde bulunulan cehalet çağında tek egemenlik bilginin, ilmin, bilimin egemenliğidir ve bu cehalet karanlığından kurtuluş aileden başlayarak yayılacak bir eğitimle mümkündür. Âkif e göre Âsım ın felaketinin başı hiç şüphesiz cehaletimizdir. Bu derdin çaresi de sadece ve sadece mekteptir. Yani eğitim şarttır. Bütün işi gücü bırakıp eğitim sistemimizi sağlığına kavuşturmak durumundayız. Bugün Âsım ın en hayati sorunu da yine mektep ve akademidir: Bu cehalet yürümez, asra bakın: asr-ı ulûm Başlasın terbiyeniz ailelerden oğlum.... Felaketin başı hiç şüphe yok cehaletimiz Bu derde çare bulunmaz -ne olsa- mektepsiz Meslekli ve mektepli akademisyenin ve terbiye edilmiş öğretmenin olmadığı bir memlekette Âsım ın geleceği yine karanlıktır. Şahsım adına sınav dediğimiz insanlık suçu ile Âsım ı terbiye eden sistem, en azından Âsım ın neslinden bir hayır gelmeyeceğini artık anlamalıdır. Ezberletmek yerine, yapmayı-yıkmayı, yakmayı-pişirmeyi, bozmayı-dizmeyi, görmeyi ve bulmayı, sabretmeyi, kendini ve çevreyi tanımayı öğrenen ve edinen bir Âsım ancak kıvancımız ve kazancımız olacaktır. Dershanelerde gençliğini eleyen, gelecek seçerken hayatının seçeneklerini kaydıran Âsım, yoktan seçmekte olduğunu bile anlayacak durumda değildir. Cilalı cam devri adını verdiğim bu sanal zenginliklerle avunarak kalıcı ve gerçek başarıların hazzını unuttuk. Bilemedik ve anlayamadık ki müstemlekecilik artık modern zamanlarda böyle olacaktır. Al, tüket, at ve hep yapmadan, üretmeden senin için üretilenin yenisini almaya mahkum olarak yaşa! M.Esat HARMANCI dosya 11

dosya Asım ın Nesli İstiklâl Marşı mızın şairi; Mehmet Akif, İstiklâl Harbi nin acı dolu günlerini destanlaştıran yüzlerce şiirin şairi; Mehmet Akif, vatan ve iman şairi Mehmet Akif Mehmet Akif Aralık 1873 yılında İstanbul Fatih te dünyaya geldi. 27 Aralık 1936 yılında İstanbul da ebediyet yolculuğuna çıktı. 63 yıllık çileli ömrünü vatana, imana, sanata adamıştı. Adını gönlümüze kazıyan eserleri onun yaşadığı dönemde meydana gelen olağanüstü yüzlerce hadisenin ruhunda kopardığı fırtınaların dışa vurumuydu. Onu ve onun sanatını doğru anlayabilmek için bahsi geçen hadiselerin büyüklüğünü asla göz önünden uzak tutmamak gerekir. Mehmet Akif, geçmişin bütün kirlerinden temizlenmiş, ama geçmişiyle bağını sağlam kurabilmiş bu yeni Nesle Asım ın Nesli demişti. Safahat ın altıncı kitabı olan Asım şiiri Mehmet Akif in eserleri içinde en sevdiğidir, diyebiliriz. Bu hükmü onun bu şiire devam etmek niyet ve çabası içinde oluşundan çıkarıyoruz. ASIM manzumesi dört kişi arasında geçen bir konuşma tarzında kaleme alınmıştır. Bu dört şahıs; Sait KARAÇORLU Mehmet Akif; kurtuluşu geçmişi tamamen silip yeni bir nesil meydana getirmekte görüyordu. Bu yeni nesil her bakımdan mükemmel bir insan tipolojisi ile betimleniyordu. Ütopik değildi. Çanakkale Savaşı nın destanını yazan kahramanlar simgesel bir anlatımdan fazlasıydı. O ruhu kaybetmemiş nüveden yepyeni bir nesil ortaya çıkabilirdi. İşte İstiklâl Savaşı nı başlatan, kazanan ve Türk ü kendi küllerinden yeniden doğuran güç buydu. Hem İstiklâl Savaşı nın hem yeni cumhuriyetin kurucu maddelerinin teorisyeni Mehmet Âkif; teoriyi pratiğe dökeni ise Mustafa Kemâl idi. 1) Hocazade ki babası Müderris Mehmet Tahir Efendiye izafeten Akif in kendisi- 2) Hocazade nin dolayısıyla Mehmet Akif in- oğlu. 3) Köse İmam. Mehmet Tahir efendinin öğrencilerinden biridir. Cemiyet meselelerine vakıf, onların çözümü için uğraşan, oldukça okumuş bir imamdır. Köse imamı aynı zamanda bir boşanma hikâyesi olan Köse İmam şiirinden de tanıyoruz. 4) Asım. Köse imamın oğludur. 12

Olay Akışı; Köse imam Hocazadeyi evinde ziyaret etmektedir. Konuşmalar iki samimi dostun şakalaşmaları ve latifeleriyle başlar. Günlük konuların içinde memleketin hâli kapkara ümitsizlikle kuşatılmış insanların acıklı durumlarını konuşmakla gelişir. Bu konuşmalarda geçen tespitler teşhisler o kadar ustaca o kadar beliğ ve veciz ifade edilmiştir ki Mehmet Akif için o yazdığı kurşun kalemi bağırtan feryat ettiren bir şairdir diyen kişiyi tasdik etmemek mümkün değildir. Köse İmam, oğlu Asım dan şikâyetçidir. Hocazadeye yakınmaktadır. Asım bir savaş gazisidir. Çanakkale kahramanlarındandır. Savaş dönüşü İstanbul da hiç ummadığı bir manzara bulur. Savaşın doğurduğu felaketlerden istifade eden türediler çıkmıştır. Ahlak bir çöküntü halindedir. Sarhoşlar ve kumarbazlar işret ve rezalet içinde yaşamaktadırlar. Asım bu gördüklerine kaba kuvvetle tepki göstermeye başlamıştır. Şiddete başvurmaktadır. Savaşın sefalete sürüklediği zavallılara, biçarelere, mazlumlara kaybedilen haklarını geri vermeye zalimlerle bilek gücünü ortaya koyarak mücadele etmeye çalışmaktadır. Babası Köse İmam bu gidişten endişelidir. Hocazadenin Asım üzerindeki etkisini bildiğinden ondan Asım a nasihat etmesi ricasında bulunur. Hocazade ise Asım dan yanadır. Ona hayrandır. Hatta daha da ilerisi Asım da memleketin geleceğinin emanet edilebileceği bir gençliğin ışığını görmektedir. Hocazadenin bu görüşlerine Köse İmam babalık şefkatiyle katılamamaktadır. Asım ın birkaç arkadaşıyla birlikte Babıâli yi basmak fikrinde olduğunu söyler. Bu sırada Asım çıkagelir. Babası Köse İmam gider. Sahnede Hocazade ve Asım kalmıştır. Hocazade Asım a nasihat eder. Ona gençlik heyecanını, vatanseverliğini, idealistliğini böyle harcamamasını söyler. Vatanın kurtuluşunun çalışmaya ve bilimsel ilerlemeye bağlı olduğunu tekrar eder. Avrupa ya giderek orada tahsil yapmasının daha doğru olduğunu anlatır. Oradan bilimi getirmelidir. Batılının bu yükselişi bilime bağlıdır. Onlar artık bitmeyen enerjilerin peşinde koşmaktadır. Asım; Avrupa ya tahsil yapmaya gitme konusunda ikna olur. Asım manzumesinin son mısraları şöyledir: yazık hâlâ biz Dünkü ilmin bile bigânesiyiz cahiliyiz Yarının ilmi nedir? Hâlbuki gayet müthiş Maddenin kudret-i zerriyesi uğraştığı iş O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek Akif; Asım manzumesini, Asım ın kurtuluş savaşının başlamasıyla Avrupa dan geri gelişi, istiklal savaşına katılması ve istiklal savaşını bütünüyle konu alan bir destanla devam ettirmek istemiş fakat bu niyetini gerçekleştirmeye ömrü yetmemişti. Birinci bölümüyle yani yazılmış kısmıyla Asım aslında yine bir destan niteliğindedir. Akif in bütün şiirlerine hâkim vatan sevgisi, İslam ve iman aşkı, hürriyet tutkusu Asım manzumesinde mısra, mısra şahikasına yükselmektedir. İşgal edilmiş, parçalanmış, perişan, bitkin, yenik ve yorgun cemiyete bir kudret bir enerji aşılamaktadır. Hatta o kara günlerin hüzün ve yeis dolu tablosunu hayat kazanmış ebedilik kazanmış kelimelerle gözlerimizin önüne sererken bile insanları olması gereken yere çağırmakta haykırmaktadır. Edebiyatımızda bunun örneğini bulmak zordur. Eski divanlarımızdan tutun da bugüne gelebilmiş her örnekte böyle hakka, hakikate, hürriyete, istiklale tek kelimeyle insanlığa çağıran bir eser bulabilmek çok zordur. Edebiyatın kendi ifadesiyle- mescitleşen meyhane, mihraplaşan saki, şarap kokusu, kadın ve behimi zevklerin cirit attığı sayfalarının arasında Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir Davransana el de senin baş ta senindir Diye bir çığlık duyuyorsak, durmak ve dinlemek zorundayız. Asım manzumesinin Çanakkale Şehitlerine yazılmış harikulade bölümündeki kahraman Asım, belirli bir kişi olmaktan çok soyut ve gaye haline gelmiş bir fikir, memleketin ufkunu aydınlatacak onu esaretin zilletinden hürriyet ve istiklalin şerefine yükseltecek olan bir çözüm bir formüldür. Eğitilmesi ve mutlaka ulaşılması gereken ideal gençliktir. Köse İmam çizilen kara tablo için şöyle diyor: -Şimdi oğlum kızacaksın ya boş ne desen Bu rezalet beni meyus ediyor atiden Hele baktıkça adam kahroluyor elde değil Bizi kim kurtaracak var mı ki başka nesil -Asım ın nesli Hocam -Nerde -Hayır haksızsın -Asım ın nesli diyorsun ya ne uzun boylu hayal -Asım ın nesline münkad olacak istikbal İşte istikbalin bağlı olduğu Asım ın Neslinin mahiyet ve hüviyetini şair bize Asım ı anlatarak gösteriyor. Asım şeklen ve bedenen sıhhatlidir, sağlamdır, kuvvetlidir. Onun dış görünüşünde adalelerinde heykelleşen bir heybet vardır: Ne büyük hilkat o Asım ne muazzam heykel Onu bir şi r-i hamaset gibi ilham-ı ezel Sana sunduysa açıp ruhunu teşrihe çalış Asım görünüşündeki bu heybet ve azametin kaslarındaki gücün ve kudretin tam zıddına çok ince duyguludur, yumuşaktır, rikkatli ve merhametlidir. Sait KARAÇORLU dosya 13

dosya Sait KARAÇORLU Asım bir kahramandır. Çanakkale savaşının kahramanlarındandır. Diyor ki şair; Asım ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek / İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek Asım; Çanakkale de bombaları göğsünde söndüren, Huda nın ebedi yurdu göğsünden düşmanın geçmesine izin vermeyen kahramandır. Dalgalandıkça içinden taşan iman denizi Dökülen hisleri gör incilerin en temizi Gövde yalçın kayadan abide lakayd-ı ecel Sanki hiç Duygusu yok fakat bir de ruhuna gel Onu ifrat ile rikkat hani etsen ta mik Bir kadın ruhu değildir belki o kadar rakik Asım bilgilidir, okumuştur, irfan sahibidir. Sonra irfanı için söyleyecek söz bulamam Oğlanın bildiği öğrendiği her şey sağlam Boyun dehşetli evet, beyni de lakin zinde Kafa enseyle beraber gidiyor seyrinde Asım; şahsiyetlidir, âlicenaptır, fazilet sahibidir. Asım çok kuvvetli olmasına savleti hiç kuvvet tanımaz olmasına rağmen vücutça kendinden çok iri cephe arkadaşıyla güreşir ve yenebilecekken yenmez onu. Sebebini şöyle açıklar: Yenemezmiş onu bir kere değilmiş dengi Bir de biçare adam pek mutaazzım şeymiş Kahrolurmuş kederinden tutarak yenseymiş Asım bir kahramandır. Çanakkale Savaşı nın kahramanlarındandır. Diyor ki şair; Asım ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek / İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek Asım; Çanakkale de bombaları göğsünde söndüren, Huda nın ebedi yurdu göğsünden düşmanın geçmesine izin vermeyen kahramandır. Cephe gerisinde ise vatanın hâline ağlamasını bilmediği gibi utanmaz suratında gülmemesini beceremeyen, mahalle karanlıktayken toplanıp sandıklar dolusu gazyağını israf eden, halkın acısını paylaşmak yerine içki içip sarhoş olan bir de üstelik nara atan sarhoşa haddini bildirecektir. Ramazanda sigarasını yakıp babasının yüzüne dumanını üfleyen soysuza gerekli dersi verecektir. Şecaat sahibidir. Şairin Asım dan beklediği hasletleri ise, hem yine Asım Manzumesinde hem de diğer şiirlerinin bazı mısralarında teksif edilmiş olarak bulmaktayız. Geleceğin temelleri geçmişi bilmekle olur. mazisi yıkık milletin atisi olur mu? diye soruyor Akif ve Donanma ordu muzafferen yürürken ileri / Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri mısralarında, mazi için özlemini, sahipsiz vatanda duyduğu hüznü anlatıyor: Bu diyarın hani sahipleri dersin cinler Hani sahipleri der karşıki dağdan bu sefer Nerde Ertuğrul u koynunda büyütmüş dağlar Hani Osman gibi Orhan gibi gürbüz babalar Hani bir şanlı Süleyman Paşa bir kanlı Selim Ah bir Yıldırım olsun göremezsin ne elim Bugün artık biri yok hepsi masal hepsi yalan Bir onulmaz yaradır varsa yürekte kalan Fakat tarihin bilgisi maziye uzanan köklerin övüncünde tehlikeli bir nokta vardır. Mazinin övüncünü ninni gibi uyumaya vesile yapmamak. Fakat mefahir-i ecdadı anlatan ana tel Bakılmayıp da asırlarca kalmada mühmel Ya büsbütün sağır olmuş ya öyle paslanmış Ki hangi perdeye vursan çıkan tel yanlış Bugün uyuşturuyor ninnilerle ahfadı Mehmet Akif in bütün meselelere bakışı, çözümü, terkip ve tahlili din noktasındandır. Asım için ortaya koyduğu her hususiyet kökleri dinde olan dallardır. Kahramanlık, ilim ve irfan sahibi oluş, şecaat, vatanperverlik ve faziletlerin tümü dinden kaynaklanır. Bunların zıddı olan her şey ise tembellik, korkaklık, cehalet, soysuzluk ve esaret ise dinden sapmanın dinden uzaklaşmanın bir sonucudur. Şöyle diyor şair: Ah o din nerde o azmin o sebatın dini O yerin gökten inen dini hayatın dini Müslümanlık mı dedin tevbeler olsun ne demek Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp görenek Hani Kurandaki ruhun şu heyulada izi Nasıl İslam ile telif ederiz kendimizi Esaretin zincirleri milletin boynuna dolanmıştır. Sırtlanlardan daha vahşi batılının saldırışına ters bir tevekkül anlayışı ile kendini teslim etmek üzeredir. Dalgın ve yorgun, teknolojide geri, bu yüzden cahil ve ne yapacağını bilmez şaşkındır. Bu milleti uyandıracak onun içindeki iman ateşini tutuşturacak, karanlıkları yırtacak, zilletten, esaretten, cehaletten kurtaracak nesil, Asım ın neslidir. Onu da bekleyen tehlikeler vardır. Bu tehlikeleri de şairin bazı mısralarında yoğunlaşan keskin, acı, çıplak gerçekler ve bu gerçeklerin kelimelerden çığlıklar haline gelişinde görüyoruz. Egoizm, menfaatçilik, aptal ve ahmakça sadece kendini düşünmek, en basit ve giderilmesi en tabii ihtiyaçlarını bile bir gaye hâline getirmek. Mehmet Akif bütün bunları çürüyüşün ve yok oluşun ilk basamağı sayıyor ve Asım ın Neslini beyne çakılan çiviler gibi şu mısralarla uyarıyor. 14

Kurt uzaktan bakar dalgın görürmüş merkebi Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi Lakin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek Kâr sayarmış bir tutam fazla ot yutmayı Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı Bu hakikattir bu şaşmaz bildiğin üsluba sok Halimiz merkeple kurdun ayni asla farkı yok Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaydındayız Bu boğaz kaydından daha ilerisi yaşamak uğruna ölmeyi göze alamamak ölmemek için her türlü alçalışa razı olmaktır. Hayat uğruna istihfafa şayan görmedik hüsran Gebersin tekmeler altında razı tek çıkmasın can Boğaz derdine düşmekten, ölmemek için her türlü alçaklığa razı olmaktan da kötüsü vardır. Gelecekten ümidi kesmek. Yese düşmek. Gücünü hareket kabiliyetini kaybetmek. Bir ferdin dolayısıyla bir toplumun düşebileceği en kötü uçurum budur ve bunun tek çaresi vardır; çalışmak, çalışmak, çalışmak. Yesin karşısında azme sımsıkı sarılmak, tembelliğin karşısında çalışmaya tutunmak gerekir. Ve bu duygu kişinin öz benliğinde insan olması hasebiyle zaten mevcuttur. Ey yolda kalan yolcusu Yelda-yı hayatın Göklerde değil yerde değil sende necatın Telkini hayat etmedi asla bize bir ses Yurdun ezeli yasası baykuş gibi herkes Yesin bulanık ruhunu zerketmeye baktı Melun aşı bir nesli uyuşturdu bıraktı Batmazdı bu devlet batacaktır demeyeydik Batmazdı hayır batmadı hem batmayacaktır Tek sen uluyan ye si gebert azmi uyandır Allah a dayan sa ye sarıl hikmete ram ol Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol Çalışmak yeis bataklığından kurtulabilmenin tek şartıdır. Çalışmak, didinmek, nasıl olabiliyorsa öyle yapmak, gerekiyorsa haykırmak fakat susmamak ölüm sükûnetinde boğulmamak azmi bırakma alçaklığına düşmemek. Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak Âlemde ziya olmasa halk etmelisin halk Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk Ye s öyle bataktır ki düşersen boğulursun Ümmide sarıl sımsıkı seyret ne olursun Hüsrana rıza verme çalış azmi bırakma Feryat ile kurtulması me mul ise haykır Ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül gelir. Çalışmaya başlamadan tevfikin, yani başarının hesabını yapmak yanlıştır. Kişiye düşen çalışmaktır. Başarmak ise sonradan gelir. Mehmet Akif Köse İmama şöyle diyor: Amma kul ne ile mükellef hoca Tevfik ile mi? Hiç değil, sa y ile, Tevfik o Huda nın keremi Sarıl esbaba da çık, işte tarik işte refik Ne vazifen senin olurmuş olmazmış Tevfik Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter Bin çalış ömründe gayen için bir kazan yeter Akif bütün meseleyi iki kelimede formüle ediyor. Birincisi fazilet, ikincisi marifet. Asım a: Çünkü milletlerin ikbali için evladım Marifet bir de fazilet iki kudret lazım Marifet ilkin ahaliye saadet verecek Bütün esbabı taşır sonra fazilet gelerek diyor. Marifet bütün ilimlerde ilerlemek, batının sadece teknolojisini alarak kendimizin yüzyıllara varan kültür birikimine sahip çıkmak. İlmi sadece yazılmış eserlerden kuru bilgiler bir iki mana çıkarmaktan ibaret zannetmenin yanlışlığını, bu anlayışın insanı hiçbir yere götüremeyeceğini, batılılarla aramızdaki üç dört yüz senelik farkın en kısa yoldan kapatmanın tek çaresinin ilme sarılmak olduğunu anlatmak Akif in bütün şiirlerinin bariz vasfıdır. Ve Akif şöyle diyor: Medresen var mı senin bence o çoktan yürüdü Hadi göster bakayım şimdi de İbn-i Rüştü İbn-i Sina neden yok nerde Gazzali görelim Hani Seyyid gibi Razi gibi üç beş alim Belki on şerhe bakıp bir kuru mana çıkaran Yedi yüz yıllık eserlerle bu dinin hâlâ İhtiyacaatını kabil mi telafi asla Doğrudan doğruya Kurandan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam ı Son söz olarak: Milletlerin hayatının fertlerin hayatıyla kıyaslanamayacağı kaidesince Mehmet Akif in şiirleştirerek anlattığı gerçekler ve düsturlar elan yürürlüktedir ve bir vakıa olarak ortadadır. Bir tarafta batının ahlaksızlığını aynen kopya edenler. Her karış toprağı şehit kanıyla dolu bu aziz vatanın üzerinde tepinenler. Çanakkale de, Sakarya da, Dumlupınar da göğsünde bombaları söndürerek bize bu cennet vatanı bırakanların daha kanları soğumadan mirasyedi gibi har vurup harman savuran sorumsuz soysuzlar diğer tarafta hürriyet ve istiklalin manasını tarihin şuurunu, imanı ve İslam ı anlama çaba ve gayretinde, ilim irfan fazilet yolunda bir nesil. Akif in beklediği, özlediği nesil Asım ın nesli. Sait KARAÇORLU dosya 15

Ali Vasfi KURT dosya 16 Âkif merhum, Fatih Kürsüsü nde, vatan duygusunu, mukaddes değerlerin bir parçası sayarken bu duyguya duyarsız olan yüreksizleri leş taşıyan sine olarak nitelemekteydi. Şimdi ise aramızda, mukaddesata put gözüyle bakarak, din de, vatan, bayrak, toprak ve peygamber ocağı yoktur diyen yeni dindar tipleri türedi. Mehmet Âkif Fevziye Kürsüsü nde Bakıyorum da aradan bunca zaman geçmesine rağmen, merhum Âkif in resmini çizmeye çalıştığı İstanbul Fatih Camii cemaati ile bizim İzmit Fevziye Camii cemaati arasında ne değişmiş diye, yüz sene evvelki hayatın Safahat ında bir gezinti yapayım dedim. Hiç şüphesiz bu yazıda, bu camilerin cemaati hakkındaki bir araştırmanın ya da bir istatistik sonuçlarının değerlendirmesini yapmayacağım. Muhtemelen merhum Âkif in de böyle bir niyeti yoktu. O halde biz de zaman ve mekânda yolculuk yaparken, nereye baktığımız ve nereden baktığımızdan emin oldukça, kriz geçirmeden ve bunalıma düşmeden rahatça şunu gözlemleyebiliriz; başımıza gelen bunca traji-komik olayları nasıl geçirdik ya da geçirmekteyiz? Acaba bunları atlattık mı, yoksa hala aynı toplumsal sarsıntılar, sırf yaygınlaştığından, artık sosyolojik bir olay olarak yaşamın bir gerçeği veya yaşam biçimine dönüştüğü için bunları hastalık olarak algılama özelliklerimizi mi yitirdik? Tepemizden inen yeni şeylerin ne olduğunu henüz anlamadan, altımızdan bazı şeylerin usul usul gidiyor olmasına bile tepki veremediğimize göre, herhalde bir zamanların hasta adamı, kabul etmekte zorlansak bile, hala hasta mı acaba diyesi geliyor insanın. Hâlbuki insan, yatağa düşmeden ayaküstü bile atlatmış olsa hasta olduğunun bilincindedir. Ama bu böyle bir şey değil. Kendimi hasta hissetmeden onun adını nasıl koyabilirim ki? Tüm sosyolojik hastalıklarla öyle bağışıklık kazanmışım ki, artık bu hastalıkların çağdaşları için bile aşı almaya ihtiyaç hissetmiyorum. Çünkü şimdi içinde bulunduğum, adına kentsel dönüşüm denilen yoğun bakım üniteleri o kadar lüks ve konforlu ki, artık değil mahalleyi ve mahalle baskısını eve bile dönmek istemiyorum. Zaten yerinde yeller esen mahallem çok güzel bir parka dönüştüğü gibi, artık iyileştin evine gidebilirsin diyen de yok. Burada herkese de yer var. Allah Allah, yahu burası, ölmeden mezara konulmuş olan hasta adamın bekleme salonu olmasın? Âkif merhum, Fatih Kürsüsü nde, vatan duy-

gusunu, mukaddes değerlerin bir parçası sayarken bu duyguya duyarsız olan yüreksizleri leş taşıyan sine olarak nitelemekteydi. Şimdi ise aramızda, mukaddesata put gözüyle bakarak, din de, vatan, bayrak, toprak ve peygamber ocağı yoktur diyen yeni dindar tipleri türedi. Hayret! Belki bunlardan, o zamandan beri bol bol vardı da ben mi gözden kaçırmışım acaba? Ama şunu iyi hatırlıyorum: Cemaatten bir genç, yahu Çanakkale de ölen gençlerin Allah için, mukaddesat için savaştıklarını nereden biliyorsunuz ki? şeklinde söylene söylene cami avlusunda geziniyordu. İsterseniz bu düşünceyi biraz daha güncellersek; askerimizden, polisimizden ve vatandaşlarımızdan terör ve anarşiye kurban verdiğimiz şehitlerimize, Acaba bunlar dinen şehit midirler? düşüncesini akıllarından geçiren bir hayli dâhilî bedhâhlar da türedi gibi geliyor bana! İşte merhum Âkif in, 23 Nisan 1914 te yayınlanan, Fatih Kürsüsü nde adlı metnin bir sayfasını Fevziye Camisi nde okusak nelerin değişip değişmediğini görürüz. Sanki değişen pek bir şey yok gibi: Bugün Müslümanları alçakça bir hareket sürüklüyor, Bakın nereden besleniyor üstelik! Başımızdaki felaketin sebebi, bilgisizliğimiz; Okulsuz bu derde çare bulunmaz hiç şüphesiz. Ne Kürt alfabeyi biliyor, ne Türk okur, ne de Arap; Ne Çerkez in, ne de Laz ın var elinde bi kitap! Özetle, milletin bütün bireyleri bilgiden yoksun. Unutmayın: Çağımız bilim çağıdır! Çağımız, eğer böyle bilim çağı olmasaydı bile -Madem istek dolu olgunlukla sarılmışız dine Okuryazar olmalıydık en azından korumak için dini: Eğitime bağlıdır dini korumak bile. Zavallı durumuna düşürülmüş dinimizin Kaldıracak durumu yok ki bilgisizliği, Demek ki: Atmalıyız bilime doğru ilk adımı. Mahalle okuludur işte birinci adımı. Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Döneminde Mehmet Âkif Âkif, hayatı boyunca İslamcılık akımına bağlı kalmıştır. Fakat savunduğu, taassuptan arındırılmış, modernite ile barışık bir İslamcılıktır. Şüphesiz Türk edebiyat ve tefekkür dünyasının en etkili kalemlerinden biridir Mehmet Âkif. Ona bu vasfı kazandıran özelliği kıvrak bir üsluba sahip olması yanında, devrinin sosyal, siyasî ve dinî meselelerini şiirlerine ve yazılarına konu etmesidir. Şiirleri incelendiğinde, şiirlerinin sanat kaygısından ziyade belli bir ideal etrafında şekillendiği görülür. Özelde Osmanlı cemiyetinin ve genelde ise İslam âleminin, geri kalmışlığına yol açan sebepleri izah etme çabasını ve bundan kaynaklanan ıstırabının izlerini dizelerinde ve II. Meşrutiyet ten sonra başyazarlık görevlerini sürdürdüğü Sırat-ı Müstakim ile Sebilürreşad gibi dergilerdeki yazılarında görmek mümkündür. Âkif, hayatı boyunca İslamcılık akımına bağlı kalmıştır. Fakat savunduğu, taassuptan arındırılmış, modernite ile barışık bir İslamcılıktır. Asr-ı saadet ve Kuran esas alınarak, dinî değerlerin üzerini kaplayan boşinançların temizlenmesi gerektiğini savunmuştur. Nitekim Kuşçubaşı Eşref, Âkif in en büyük hayalinin hayatını İslam dünyasının geri kalmış ülkelerine adamak, onlara İslam dininin ana hamuru olan medeniyetçiliği ve ilimciliği anlatmak, taassup ve gerilikten kurtarmak olduğunu aktarmaktadır. İyi bir gözlemci olan Âkif, çeşitli vesilelerle seyahatler gerçekleştirmiş ve bunlar onun tefekkür dünyasında yeni kapılar aralamasına vesile olmuştur. Bu yazıda Âkif in hayatından üç ayrı Faruk YAVUZ dosya 17

Faruk YAVUZ dosya 18 kesit ele alınacaktır. Bu üç dönemde Âkif i kâh Almanya da, kâh Arabistan çöllerinde ve nihayet Anadolu nun çeşitli bölgelerinde görmekteyiz. Hayatı boyunca siyasete mesafeli durmaya çalışan, feragat kelimesinin şahsında anlam kazandığı Âkif, aynı zamanda memleketin en zor zamanlarında, onun uğruna harekete geçmekten sakınmayan bir eylem adamıdır. Âkif in, devlet görevlisi olarak Almanya ya, Arabistan topraklarına ve Milli Mücadele döneminde Anadolu ya yaptığı seyahatleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Yani siyaseten değil, idealleri uğruna girişilen bir fikir mücadelesinin adına yapılan seyahatler Âkif, ilk büyük seyahatini ülke dışına, Almanya ya yapar. Devir, I. Dünya Savaşı nın bütün ağırlığıyla omuzlarda hissedildiği zorlu bir devirdir. Devlet-i Aliye, Almanya ile müttefik olarak savaştadır. Karşı tarafta ise Osmanlı nın hâkim olduğu topraklar hariç olmak üzere, neredeyse bütün Müslüman coğrafyasını sömürgeleri haline getiren İngiltere ve Fransa gibi iki kuvvetli düşman Ve bu iki ülkenin ordusunda, yaptıkları propaganda sonucu hilâfet merkezi İstanbul un ve halifenin Almanya tarafından esir alındığına ve Osmanlı nın zorla savaşa sokulduğuna inandırılarak cepheye sürülen Müslüman askerler mevcuttur. Almanya, kamplarda topladığı Müslüman esirlere hakikati anlatacak, Arapça bilen, hitabet, edebiyat ve tarih bilgisi kuvvetli şahısların belirlenip kendilerine bildirilmelerini İstanbul elçisi Baron Fon Marchall vasıtasıyla ilettiğinde, iki isim ön plana çıkmıştır: Şeyh Salih el-tunusî ile Mehmet Âkif. Bu noktada Âkif i ikna etmek, dostu, Teşkilat-ı Mahsusa reisi Kuşçubaşı Eşref Bey e düşecektir. Teşkilat-ı Mahsusa adına teşkil edilen heyetle beraber Almanya yollarına düşen Âkif, Müslüman esirlerin toplandığı Vundsdorf ta, esirler için yapılan camide heyecan verici bir Arapça hitabede bulunur. Burada kaldığı müddet zarfında, esirlerin içinde bulundukları durumdan hareketle İslam âleminin en büyük dertlerinden birinin cehalet olduğu neticesine varır. Bu konuda, Şeyh Salih, Âkif in kendisine şöyle dert yandığını söyleyecektir: Bakınız... Eğer bu kadar derin ve muzlim bir cehalet olmasa, bu masum insanlar, kendilerine anlatılan şu masallara itibar ederler mi? Onları hakikat olarak kabul ederler mi? Bizim en büyük derdimiz cahil olmak. Bütün Müslüman âleminin başlıca musâbı bu afet. Onu yenmedikçe hiçbir ciddi ve şerefli netice elde edilemez. Bence İslam ın büyüklerinin yapacağı tek şey, birer medeniyet ve irfan mücahidi hüviyeti içinde diyar diyar gezmek, irşad etmek Her türlü sıkıntıya severek katlanmak İngiliz misyonerleri nasıl? Fransız Cizvitlerinin misyonerleri nasıl? Balkanlarda Slavları ihtilale sevk eden yine Ortodoks kilisesinin mürşitleri değil midir? Onlara hiddet etmiyorum, gıpta ediyorum. Almanya da yapılan iş, sadece bununla kalmaz. Cephelerde dolaşılır ve düşman ordularının ilk mevzilerinde Müslüman askerlerin olduğu görülür. Âkif in Arapça nın hemen her lehçesinde ve Hint dilinde hazırladığı konuşmalar, plaklara kaydedilerek, hoparlörler aracılığıyla düşman saflarına iletilir. Bu sayede pek çok Müslüman askerin düşman saflarından iltica ettiği görülür. Âkif, Almanya dan bazı kazanımlar elde ederek memleketine geri döner ki Berlin Hatıraları adını taşıyan manzumesi bu kazanımlardan biridir. Burada geçen zaman zarfında, Batı dünyasının gelişmişliğine ve mamurluğuna, medeniyetin ulaştığı seviyeye yakından tanık olur. Batı ne kadar gelişmiş ise Doğu da aynı oranda geri kalmıştır. Bu durum dizlerine şöyle yansımıştır: Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm Dolaştım mülk-i İslâm ı bütün virâneler gördüm Mehmet Âkif, Almanya dan tam manasıyla bir dönüşüm yaşar. Ona göre bir milletin aynı gaye uğrunda birlik olabilmesinin yolu, hakikatleri