TÎN SÛRESİ Nuzul 30 / Mushaf 95 Surenin Adı: Sûre lafzen incir/incir ağacı anlamına gelen et-tîn adını ilk âyetinden alır. İncir ağacı ve Zeytin diyarı şahit olsun (1) İncir ile Hz Nuh un tufan bölgesi olan Şam diyarı,
Hz Nuh un yaşadğı Yerler (Kufe ve Cudi)
Zeytin ile de Hz İsa nın vahiy aldığı Filistin diyarı kastedilmiştir. Tirmizî aynı adla, Buhârî Ve t-tîn adıyla anar. Hz İsa ve Meryem
Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Sûre Mekkîdir. MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE
İlk tertiplerin tamamında Buruc ve Kureyş arasına yerleştirilmiştir. Bu takdirde sûreyi peygamberliğin 4. yılına yerleştirmemiz uygun olacaktır. Surenin Konusu: Sûre, insanlığın vicdanının ilâhi vahiy tarafından harekete geçirildiği dört bölgeyi zımnen veya lafzen şahit tutarak söze girer. Bunlar: 1) İncir veya incir ağacı veya çöl inciri: Hz. İbrahim in vahiy aldığı mübarek bölgeyi simgeler.
Hz. Nûh ve Musa da aynı bölgede vahiy almıştır (Enbiya: 71; krş. A râf: 137). Hz Nuh un yaşadğı Yerler (Kufe ve Cudi)
Cebeli Musa Bir görüşe göre bu ağaç Buda ya altında otururken vahyin geldiği incir ağacıdır. Zira Buda ilâhi ilhamı bir yabani incir ağacının altında almıştı.
2) Zeytin Dağı, zeytin veya zeytin ağacı: Süleyman Mabedi nin üzerine inşa edildiği dağı ve Hz. İsa nın vahiy aldığı mübarek ve mukaddes kılınmış bölgeyi simgeler (Mâide: 21). Hz. İbrahim de vaktiyle o bölgede vahiy almıştır (İsra: 1). Zeytin Dağından Kudüs Zeytin Dağı
3) Sina dağı: Hz. Musa nın vahiy aldığı mübarek ve iki kere mukaddes kılınmış bölgedir (Kasas: 30; Tâhâ: 12; Nâzi ât: 16). Eğer Sina müstakil olarak zikredilmeseydi, Mü minûn 20 nin delaletiyle Sina zaten zeytin diyarına giriyordu. Tur-i Sina
4) Emin belde: Hz. Muhammed in vahiy aldığı mübarek bölgedir (Âl-i İmran: 96). Kendilerine yemin edilen bu beldelerin tümü de Kur an da mübarek ve mukaddes olarak anılır. Buraların bereket ve kutsiyeti kendilerinden değil, orada olup bitenlerdendir. şerefu l-mekân bi l-mekin dir. Yani Yerin şerefi o yerde yerleşenin şerefinden kaynaklanır. Zaten bu beldelere yemin edilmesinin sebebi de, muhatabın zihnini maddî olandan mânevî olana intikal ettirmektir. Zımnen: Ey muhatap! İndiği toprağa bile bereket katan vahiy, ya hayatına inerse sana neler katmaz! İşbu yüzden vahiy, akla Mirac yaptırmak için nâzil olmuştur. Bu evrensel hitabın ardından söz, yeryüzünün ruhu olan insana getirilir. Şu hakikati ancak insanı yaratan haber verir: Doğrusu Biz insanı en güzel kıvamda yaratmış, sonra onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür (4-5). Sonra, bu tekamül yolculuğunu tamamlamaya istekli olan, bunun için yoldan çıkmamaya gayret eden, yolda sebat gösteren, yolun sahibine güvenen/iman eden kimselere hitap edilir; Nihayet (tekamül yolculuğunda) imanda sebat eden ve o imanla uyumlu hareket edenleri kesintisiz bir ödül beklemektedir. (6) Ve surenin sonunda hitap insan olma iddiasındaki her ferdi kapsar; Öyleyse (Ey İnsan): bütün bu gerçeklerden sonra sana hesap gününü yalanlatan nedir? Şimdi (söyle ey insan): Allah en iyi hükmeden değil de nedir? (7-8)
ب س م للا ح ن م ا ر ح ن م م RAHMÂN RAHÎM ALLAH IN ADIYLA و ح ت ر و ح نز ت ور ١ 1 İNCİR AĞACI ve zeytin (diyarı) şahittir! (1) (1) İncir veya incir ağacı ile ne kastedildiği yoruma açıktır. Fakat 2 ve 3. âyetlerde beldeler açıkça zikredildiğine göre incir ve zeytin de iki vahiy bölgesi olmalıdır. Zeytin ile Hz. İsa nın vahiy aldığı bölgenin kastedildiğini düşünürsek, İncir ile de şam bölgesinin veya Hz. Nûh un gemisinin son durağı Cudi dağının kastedildiğini söyleyenler olmuştur (Taberî). M. Hamidullah ise, kimi otoriteleri de referans göstererek âyetteki incir ağacı nın, Buda ya adını veren ve yabani incir ağacı anlamına gelen Budi ağacı olduğunu söyler. Buda ilâhi ilhamı bu ağacın altında almıştır (Aziz Kur an). Musa Carullah gibi kimi çağdaş alimler de Buda nın peygamber olduğu kanaatini paylaşırlar. Zeytin ile Nûr âyetinde (Nûr: 35) geçen ve iç aydınlanmayı ifade eden mübarek zeytin ağacı arasında bir ilişki kurulabilir. Çekirdekleri itibarıyla incir kesrete zeytin vahdete işaret olarak yorumlanmıştır. İncir gerçekten de bitkilerin havyarı diyebileceğimiz mucize bir meyvedir. Bu âyet, ilâhi ışığın şavkının varlık, zaman ve mekâna düşmesiyle nasıl bir bereket kesbettiğini gösterir. (Nuzul 97 / Mushaf 24 : Nur 35 Aşağıdadır.) للا ن و م ح نسا و حت و حل م ض ا ث ل ن و م ه ك ا ش ك وة ف ه ا ا ص ب اح ح ا ص ب اح فى ز ج اج ة ح ز ج اج ة ك ا ننه ا ك و ك ب د م ى و قد ا ر ش ج م ة ا ب ا م ك ة ز ت ون ة ل ش م ق نة و ل غ م ب نة ك اد ز ت ه ا ضیء و و م ت ا س س ه ن ا م ن و م ع لى ن و م ه د ى للا ن و م ه ا ر ش اء و ض م ب للا حل ا ث ال ل نناس و للا ب ك ل ش ی ء ع ل م ٥٣ 35 ALLAH göklerin ve yerin nûru(nun kaynağı)dır.(53) O nun nûrunun sembolü,(54) içinde kandil bulunan bir ışık mahalli gibidir.(55) O kandil kristal bir fânus içindedir.(56) Öyle bir fanus ki, sanki inci gibi (parıldayan) bir gezegen.(57) O kandil, doğuya da batıya da ait olmayan(58) mübarek bir zeytin ağacından elde edilmiş bir yakıtla tutuşturulur. Öyle ışıltılı bir yağ ki, neredeyse ateş değmeden bile ışık saçacak: nûr üstüne nûrdur! Allah, isteyeni nurunun (peşine takarak)(59) doğru yola iletmeyi diler.(60) İşte Allah insanlara böyle misaller vermektedir: zira her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen yalnızca Allah tır. (53) Nûr, kaynağı görünmeyen fakat hedefini görünür kılan çok özel ışık demektir. Allah ın, varlığın ışığı olması, âlemi yokluktan varlığa çıkaranın O olduğuna delalet eder. Allah nûrdur denilirse, âyetteki temsil ve teşbih yok sayılıp mâna hakikate taşınmış olur ki, bu doğru olmaz. Zira bu cümlenin teşbih olduğu hemen arkadan gelen mesel (sembol) ve kaf teşbih edatından anlaşılmaktadır. Bu ibâre Allahu câ ilu nûri s-semâvât.. (Allah göklerin ve yerin nurunu var edendir) şeklinde anlaşılabilir. (54) Hem meselu nurihi ibâresi hem de teşbih kâf ı ile ibârenin sembolik mahiyetine çifte vurgu yapılması, başta nûr olmak üzere Allah için hiçbir sıfatın hakiki mânasıyla kullanılamayacağına delalet eder. Mesel, adı üstünde temsildir, teşbihtir, benzetmedir. Hiçbir beşeri tanıma sığmayan Allah ın hidayete yatkın kullarına bahşettiği gönül aydınlığıdır nur. Nûr vahyin sıfatıdır: Tevrat (Mâide: 44), İncil (Mâide: 46) ve Kur an için kullanılır (A râf: 157 ve Nisâ: 174). Vahyin kaynağı görünmez, fakat insana öyle bir basiret kazandırır ki, insan o basiretle hayatın ve eşyanın mahiyetini görür. (55) Mişkât, odaların duvarlarında kandilin konulduğu oyuk. Kelimenin mekân ismi olan formunun da delalet ettiği gibi ışık mahalli, ışığın kendisinden yayıldığı yer anlamına gelir. Çevirimizin gerekçesi budur. (56) Fânûs, tabir caizse ışığın yolu dur. Sahabeden Ubey b. Ka b bunu akıl olarak yorumlar. Zira vahyin ışığı akıl yoluyla hayata taşınır. (57) Veya: uydu. Kur an da güneşin ışığının dıya ayın ışığının nûr olarak geçtiğini hatırlamanın tam zamanı (Yûnus: 5). Ve şu âyet: Kim Rahmân ın vahyine kusurlu bir gözle bakarsa, ona bir tür şeytani (öteki kişilik) musallat ederiz de, kendisi onun uydusu haline gelir (Zuhruf: 36). (58) Zımnen:.. hiçbir dünyevi mekâna ait olmayan. Hakikat ne doğunun ne batının imtiyazı olmadığı gibi, sapma da ne doğuya ne batıya hasredilebilir. Yani: Hakikatin kaynağı zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah tır. (59) Taberî nin açıklamasına dayanarak. (60) Çevirimizin gerekçesi için bkz. âyet 21, not 2.
و ط و م س ن ر ٢ 2 Ulu Sînâ Dağı şahittir! Tur-i Sina
و ه ذ ح ح ب ل د حل ا ر ٥ 3 Bu güvenli belde şahittir: (2) (2) Rabbin vahyinin geldiği/geleceği yerlere dair Eski Ahid de benzer bir ibare vardır (bkz. Tesniye 33:2). Bu ibarede yer alan Faran Dağı Hz. Peygamber in geleceğine îmâ sayılmıştır. MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE
ق د خ ل ق ن ا حل ن س ار فى ح س ر ت ق و م ٤ 4 Doğrusu Biz insanı en güzel kıvamda yaratmış, (3) (3) Bir sonraki âyetle birlikte zımnen: İnsan yaratılıştan en iyi idi, fakat en iyi bozulunca en kötü olur. Hz. İnsan; Varlık ağacının meyvesi, Hayatın ruhu, Kâinatın gözbebeği, Allah ın şaheseridir. Öğrenme ve yücelme yeteneğinin itici gücü olan akıl ve iradesiyle en iyi ve en kötü olmaya adaydır. Melekelerini doğru kullanırsa melekleri aşar, yanlış kullanırsa Allah la ayaklaşacak kadar şaşar. Sperma Yumurta Buluşması (Döllenme) Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.
ث نم م د د ن اه ح س ف ل س اف ل ر ٣ Embriyo (Alaka) 5 Sonra onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür. (4) (4) Veya klasik yoruma dayanarak: Onu aşağıların en aşağısına indirmişizdir. Bu tercihe göre, aşağıların aşağısı ya cehennem, ya da yaşlılıkla gelen düşkünlük ve bunamadır. Tercihimizin zımni açılımı şudur: Biz insanı potansiyel olarak çok üstün vasıflarla donattık ve onları kullandığında mahlukatın zirvesi olabilecek yetenekte yarattık; Fakat bu yüce makama kendi gayret ve çabasıyla tırmanması için onu tekamül yolculuğunun başladığı noktaya koyduk ve Ona haydi, mâ hulika leh in olan yaratılışının kıvamını bulmak için Allah ın verdiği akılla öğren ve kendi gayretinle tekamül yolculuğuna çık! dedik. İlk inen Alak 1-5. âyetler de bu hakikati ifade eder. Kur an ın insana dair üslubu ve hassaten bir sonraki âyet tercimizi teyit eder. Sufl, yüceliş mânasındaki uluvv un karşıtıdır. İnsanın yolculuğu maddî ve yatay değil, mânevî ve dikeydir. Dolayısıyla esfele safilin, yolculuğun başlama noktasını ifade eder. Bunların dışında tercihimizi teyit eden dört unsur şudur: Takvim in tedric ifade etmesi, Kullanılan edatın ila değil fi olması, Fiilin irtidat değil riddet olması ve En önemlisi riddet in insana değil de Allah a isnat edilmesi.
ح نل ح نذ ر ح ا ن وح و ع ا ل وح ح نصا ات ف ل ه م ح ج م غ م ا ا ن ور ٦ 6 Nihayet (5) (tekamül yolculuğunda), imanda sebat eden ve o imanla uyumlu hareket edenleri başa kakılmayacak bir ödül beklemektedir. (6) (5) İlla edatının anlamlarından biri de, belirlenen zaman ve mekânın nihayetine delalet etmesidir (İtkân II, 161). Kur an da bu vurguyla kullanılır (bkz. Lokman: 22). Çevirimizin gerekçesi budur. Klasik yoruma göre buradaki illâ ancak müstesna anlamına gelir. (6) Amel-i sâlih, 23 yıllık nüzul sürecinin tümünde aynı vurguya sahip olmasa gerektir. Başlangıçta Bakara: 2 ışığında sorumluluk bilinci çerçevesinde erdemli, dürüst ve sorumlu davranış vurgusu taşır. Peygamberliğin ortalarında, razı olunan ameller artık bildirildiği için Allah ın razı olduğu imanla uyumlu ameller vurgusuna ulaşır. İslâm cemaatinin kurulup emr-i bi l-ma ruf un farz kılındığı Medine de ise ıslah edici iyi işler vurgusunu kazanmıştır (bkz. Asr: 3). (Nuzul 75 / Mushaf 31 : Lokman 22 Aşağıdadır.) و ا ر س ل م و ج ه ه ح ى للا و ه و ا س ر ف ق د حس ت ا س ك ب ا ع م و ة ح و ث ق ى و ح ى للا ع اق ب ة حل ا و م ٢٢ 22 Ama(30) kim de bütün varlığıyla görürcesine inandığı Allah a teslim olursa, işte o kopmaz bir halkaya sımsıkı yapışmış olur: en nihayet her iş döner dolaşır, sonucunu takdir etmesi için Allah a varır. (Nuzul 13 / Mushaf 103 : Asr 3 Aşağıdadır.) ح نل ح نذ ر ح ا ن وح و ع ا ل وح ح نصا ات و ت و حص و ح ب ا ق و ت و حص و ح ب ا نصب م ٥ 3 Ancak, Allah a inanıp güvenenler, (4) erdemli ve sorumlu davrananlar; (5) yani (6) birbirlerine hakkı tavsiye edenler (7) ve sabrı tavsiye edenler (8) bundan müstesnadır. (9) (4) Kurtuluşun temel şartı ikidir: İman ve Onun üzerine bina edilen sâlih amel. Amelin üzerine bina edildiği iman, insanlığın belli bir zaman ve mekânıyla sınırlı bir iman değil, insan soyunun tamamını kapsayan bir imandır. Böyle bir imanın ait olduğu İslâm ın tarifi, insanlığın değişmez değerleri olan ezeli ve biricik hakikat olmalıdır. (5) Farklı formlarla birçok yerde gelen amilu s-sâlihât ( amelen sâlihan) terkibi Kur an ın 23 yıllık iniş sürecinde farklı vurgular kazanır. Vahyin ilk yıllarındaki vurgusu sorumlu davranış tır. Bu davranış, Bakara 2 den yola çıkarak hidayetten önceki takvâ diyebileceğimiz sorumluluk bilincine ve ahlâkına dayanır. Erdemlilik ve dürüstlüğü ifade eder. İlerleyen yıllarda vahiy Allah ın razı olup olmadığı, imana yaraşan ve yaraşmayan eylemleri beyan ettikten sonra sâlih amel terkibi Allah ın razı olduğu imana uygun davranış vurgusunu kazanmıştır.
İslâm cemaatinin iktidar yıllarını teşkil eden Medine de ise aynı terkip sahibini ve başkalarını ıslah edici iyilikler vurgusuna ulaşmıştır. Aslında bu son vurgu sâlihât kelimesinin asli vurgusudur ve imkanla orantılı olarak her dönemde sâlih amelin ana hedefini ifade eder. Sûrenin son âyetindeki hakkı ve sabrı tavsiye sâlih amelin mükemmel bir örneğidir. Başta iman olmak üzere Allah a itaat, namaz kılmak ve zekât vermek gibi hukukullah ile ilgili ibadetler bu yüzden Kur an tarafından sâlihât tan değil hasenât tan sayılmıştır (Hûd: 23 ve Bakara: 277). Fakat hasenât, sosyal amaçları geçekleşince sâlihât vasfını da kazanır. Mâ ûn sûresi, namaz ibadeti özelinde, hasenât ı sâlihât a tebdil etmenin formülünü sunar (krş. Mâ ûn: 5). Hasenât a bire on vaad edilirken (En âm: 160), sâlihât a kesintisiz nimet ve cennet vaad edilmektedir (msl. Tîn: 6; Burûc: 11). Hasenât sahipleri seyyiât ı örtülmekle müjdelenirken, Sâlihât sahipleri canlıların en iyisi olmakla müjdelenir (Furkan: 70; Beyyine: 7). Hz. Peygamber e nisbet edilen Bir saatlik âdil yönetim altmış yıllık nafile ibadetten hayırlıdır (Taberânî, el-kebir) hadisi, sâlihât ile hasenât arasındaki büyük farka dair nebevi bir okumadır. (6) Sâlih amel in mahiyeti göz önüne alındığında, bu vav ın tefsiriyye vurgusu daha isabetli gibidir. Âyetteki dört unsurdan ilk ikisi asli son ikisi talidir. Hakkı ve sabrı tavsiye, aslında sâlih amelin açılımı ve iki örneğidir. Benzer formdaki Tîn: 6 da tercihimizi teyit eder (bkz. Bir önceki not). (7) Hakkı tavsiye etmek, zımnen: İnançta tevhidi, Eylemde sâlihât ve adâleti tavsiye etmektir. Hakikati, hakkın yolunu, hakka ve hukuka riayeti tavsiye etmektir. (8) Zımnen: Hakkı tavsiye etmenin bedeli vardır, bu bedeli ödemek gerektiğinde sabır tavsiye edenler... Bu sabrın tarifini de verir: Sabır, hak ve hakikat üzerinde direnmek, düzeltme işinden vazgeçmemektir. Hz. Ali şöyle der: Sabretmek dert yanmaktan daha çok yorar. Bu tavsiye, daha sonraları el-emr bi l-ma ruf ve n-nehy ani l-münker emrine dönüşecektir (A râf: 157; Âl-i İmran: 104, 110, 114; Tevbe: 112). Hatta bir âyette el-emr bi l-maruf un ardından sabır emredilir (Lokman: 17). Beled 17 ile bu âyet arasında açık bir benzerlik vardır. Bu da sabrın aynı zamanda bir merhamet olduğunu gösterir. Sabr üç ayrı edatla üç ayrı mâna kazanır: an ile hakta direnmek, alâ ile bela ve sıkıntıya göğüs germek, lâm ile ibadet, hak, hayır ve adâlette sebat mânaları kazanır. Burada bâ ile gelmiştir ve bu üç mânayı da kuşatmıştır. Sabır izzet ve şeref verir. Ne ki zillet ve mezellete düşürüyor, o sabır değil acziyettir. Sabır, omuzladığı hayat emanetini sahibine zayi etmeden ulaştırmak için götürürken, rüzgar tersinden esmeye başladığında; geri adım atmamak, yükü atmamak, yolu satmamak, yola yatmamaktır. Kişinin hakikate olan sadâkati, onun uğruna ödemeyi göze aldığı bedelle orantılıdır. (9) Sözün özü şudur: Yalnızca iman edip sâlih amel işlemek kişiyi iyi yapar, hakkı ve sabrı tavsiye etmek ise kişiyi aktif iyi yapar (krş. Müddessir: 2). Kurtuluşun anahtarı aktif iyilerin elindedir. Asr sûresinin son âyeti, toplumun ıslahının sadece emir ve yasaklarla değil, iman ve sâlih amel sahiplerinin hakkı ve hakta direnişi tavsiyesi ile sağlanacağını ifade eder. Kurtulmak için; Sadece inanmak yetmez, Islah edici eylemler yapmak, Bu cümleden olarak hakkı ve hakta direniş demeye gelen sabrı tavsiye etmek gerekir. Bunlar imanın gereğidir. Bunu yapmayan fert veya toplum, isterse mü min olsun, hüsrandan kurtulamaz (krş. Enfal: 25). Ey Rabbimiz! Bizi ziyanda olanlardan ve ziyankâr olanlardan kılma!
ف ا ا ك ذ ب ك ب ع د ب ا د ر ٧ 7 Öyleyse (ey insan): bütün bu gerçeklerden sonra sana Hesap Günü nü yalanlatan nedir? (7) (7) Bir sonraki âyette (8) Allah ın hükmünden söz edilmektedir. Bu durumda buradaki ed-dîn, din günü, yani Hesap Günü anlamına gelse gerektir (krş. Fâtiha: 4). Din, Allah a borçluluk bilincidir. Tarifi, Allah katında din İslâm dır âyetinden yola çıkarak: Allah a hakkını teslim etmek için Allah a kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Dini yalanlamak ise, işte bu gerçeği yalanlamaktır. (Nuzul 2 / Mushaf 1 : Fatiha 4 Aşağıdadır.) ا ا ك و م ح د ر ٤ 4 O, Hesap Günü nün hâkimidir. (5) (5) Lafzen: Din Günü nün.. Kur an a göre Din Günü: hiçbir insanın bir başka insana asla fayda sağlamayacağı gündür (İnfitâr: 19). Bu âyet, devamındaki yalnız senden yardım isteriz in de gerekçesidir. (ed-dîn hakkında ayrıntılı bir not için bkz. Mâ ûn: 1, not 1). ب ا ك م ح اك ا ر ٨ ح س للا 8 Şimdi (söyle ey insan): Allah en iyi hükmeden değil de nedir? (8) (8) Bir önceki âyetle birlikte: Ey insan ilâhi değerler sistemi olan dini yalanlamak, esasen Allah ın yargısını reddetmektir. Hz. Peygamber bu âyeti okuyuştan sonra, Kur an a canlı bir özne muamelesi yapıp onunla diyaloga girerek şöyle derdi: Belâ yâ Rab! Ve ene mine ş-şâhidîn: Elbette ey Rabbim! Ve ben buna şahidim! (Tirmizî ve Ebu Davud).