KONFERANS METİNLERİ II. Editör Prof. Dr. Muhammet KÖSECİK



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Biz yeni anayasa diyoruz

Cumhuriyet Halk Partisi

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

Cumhuriyet Halk Partisi

Yaz l Bas n n Gelece i

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Bodrum Sutopu Takımı, Başkan Kocadon u ziyaret etti

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

2. Enver Paşa. 3. Rıza Tevfik Bölükbaşı

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Macit Gündoğdu:2019 Yerel Seçimleri ne hep beraber emin adımlarla yürüyeceğiz

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

SIRA KONUŞMACILAR TARiH** Efkan YEŞİLDAĞ Fatih Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi

Müslüman kadın futbolcular Berlin'de buluştu ALMANYA...

Sultan Abdülhamid Han hakkında 7 itiraf

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik


BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47


Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

Yönetici tarafından yazıldı Perşembe, 08 Ekim :05 - Son Güncelleme Perşembe, 08 Ekim :08

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

Yılın Filo Yöneticisi ödüllerinde Jüri Özel Ödülü Genel Müdürlüğümüzün oldu.

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Filmin Adı: Şaban Oğlu Şaban. Oyuncular: Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Adile Naşit, Şener Şen. Filmin Yönetmeni: Ertem Eğilmez. Senaryo: Sadık Şendil

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN. Yazar Editör Pazartesi, 28 Ekim :34

Sevgili dostum, Can dostum,

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Personel alımları devam edecek

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu adına hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Kahraman Kit Misafirlikte

Sevgi evlerinde kalan kardeşlerimize konser düzenledik. Huzurevi ziyaretlerimiz ara sıra oluyor,gönül Köprüsü diye bir proje de yer alıyoruz.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

Cumhuriyet Halk Partisi

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

SEÇİM SİSTEMLERİ SUNUŞU

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

STRES ATMAYA GELDİLER, DENİZ TEMİZLİĞİ YAPTILAR

AK PARTİ YE RAKİP ÇIKTI

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Onlar konuşur, AK Parti yapar

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Doğum günün kutlu olsun Büyük Usta

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Cumhuriyet Halk Partisi

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

İ Ç İ N D E K İ L E R

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İlk Kilisenin Doğuşu

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Özgürlükleri daha da güçlendirmek istiyoruz

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

KÖŞEMDEN. Nasıl Bir Cumhurbaşkanı? ABDULLAH URAZ

Transkript:

KONFERANS METİNLERİ II Editör Prof. Dr. Muhammet KÖSECİK ANKARA, 2013

Turgut Özal Üniversitesi Yayınları No: 011 ISBN: 978-605-87394-8-2 Bu eserin dil ve bilim bakımından sorumluluğu yazarlarına aittir. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz, aktarılamaz, çoğaltılamaz. Copyright Turgut Özal Üniversitesi Editör Tasarım Dizgi Baskı Baskı Tarihi : 01.06.2013 Baskı Adedi : 1000 : Prof. Dr. Muhammet KÖSECİK : Veysel Cebe : Sabahattin GÜLTEKİN : Sage Yayıncılık Reklam Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Zübeyde Hanım Mah. Kazım Karabekir Cad. Kültür Han No:7/101-102 İskitler, Altındağ, Ankara Tel: 0312 341 0002

İÇİNDEKİLER TÜRKİYE DE SİYASAL KÜLTÜR... 7 Prof. Dr. Doğu ERGİL YENİ TÜRKİYE VE DEMOKRATİKLEŞME UMUDU... 25 Hüseyin GÜLERCE KAMU SEKTÖRÜNDE KARİYER GELİŞTİRME... 45 Ziyaeddin AKBULUT YENİ ANAYASA DA ANAYASAL VATANDAŞLIK... 67 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ahmet BATTAL Konuşmacılar: Prof. Dr. Yasin AKTAY, Yrd. Doç. Dr. Hüseyin YILDIZ, Yrd. Doç. Dr. Mahmut AKPINAR ÂBİDE ADAM MEHMET AKİF ERSOY... 99 Yavuz Bülent BAKİLER SİVİL ANAYASA... 133 Bekir BOZDAĞ SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ VE ANAYASA REFORMU... 145 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Sacit ADALI Konuşmacılar: Prof. Dr. Sedat LAÇİNER, Faik TARIMCIOĞLU KADINA ŞİDDET... 165 Fatma ŞAHİN SİYASETÇİ OLARAK TURGUT ÖZAL... 187 Oturum Başkanı: Galip DEMİREL Konuşmacılar: Hüsnü DOĞAN, Vehbi DİNÇERLER, Emin BAŞER AYDIN MENDERES İ ANMA PROGRAMI... 205 Konuşmacılar: Prof. Dr. Erol ORAL, Hasan KORKMAZCAN, Prof. Dr. Bektaş AÇIKGÖZ, Mehmet Ali BAYAR, Mehmet Ali BİRAND,Taha AKYOL, Bülent ARINÇ 12 YILLIK ZORUNLU EĞİTİM SİSTEMİ... 235 Prof. Dr. Ömer DİNÇER

ÖNSÖZ Üniversitemizdeki sosyal ve kültürel etkinlikler, 2011-2012 Eğitim- Öğretim Yılında da devam etmiştir. Bu dönem içerisinde sadece öğrenci kulüpleri kapsamında öğrencilerimizin gerçekleştirdikleri programların sayısı 250 nin üzerindedir. Buna ilaveten, bilimsel çalışmalar kapsamında 50 nin üzerinde seminer, panel ve konferans düzenlenmiştir. Konferans Metinleri-II kitabı, bunlardan 11 ni kapsayan ve içerisinde panel ve konferanslardaki sunum ve konuşmaların yer aldığı yayınlardan birisidir. Her öğretim yılı içerisinde gerçekleştirilen ve Aylık Seri Konferanslar adını taşıyan bu programlarımız, önemli bir kültür platformu olma niteliği ile Üniversitemizin dış dünyaya açmış olduğu önemli pencerelerden birisidir. Her ay ortalama olarak 1 veya 2 defa düzenlenen bu programlara devlet adamları, bilim adamları, işadamları, gazeteciler, edebiyatçılar, yöneticiler ve sanatçılar konuşmacı olarak katılmaktadırlar. Aylık konferans ve panellere katılarak değerli bilgilerini bizimle paylaşan tüm konuşmacılar ile kitabın hazırlanmasında emeği geçen Prof. Dr. Muhammet KÖSECİK ve çalışma arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Erol ORAL Rektör 5

TÜRKİYE DE SİYASAL KÜLTÜR * Prof. Dr. Doğu ERGİL ** Biz siyaseti, devletin toplumu şekillendirmesi, terbiye edip medenileştirmesi olarak mı anlıyoruz, yoksa toplumu şekillendirmesi, terbiye edip modernleştirmesi mi ya da onu başıbozukluktan kurtarıp zapturapt altına alması, yönetip yönlendirmesi midir siyaset? Yoksa siyasi bir birlik, farklılıklardan, çeşitliliklerden bir birlik yaratmak mı? Bu birlik sağlandıktan sonra veyahut da bu birliği sağlayacak şartların yine birlikte uzlaşarak oluşturulması, adalet ve uyum içinde gelişmenin koşullarını hazırlamak mıdır? Bunu sağlayacak gücü belirlemek, yönetmek ve aşırılığı sınırlandırmak mıdır? Fevkalade önemli. Yani birincisinde devletin toplumu yönetmek, şekillendirmek, bir plastik unsur gibi görüp onu devlet erkânının istediği gibi şekillendirmek ve yönetmesi, yönlendirmesi mi olarak anlamlandırmalıdır siyaseti? Yoksa siyaset birlikte yaşamanın şartlarını uzlaşarak sağlamak, bunu ilkelere yani bir hukuka bağlamak ve bunun uygulanması için gerekli teşkilatlanmayı yaratmak ve bunu denetlemek olarak mı algılamaktır? Nasıl anlamlandırmalıyız siyaseti? Bu siyaset kültürünü veya siyasal kültürü belirleyen en önemli öğedir. Şimdi bunu söyledikten sonra son zamanlardaki Dersim tartışmalarını şöyle bir düşünün. Bu soruların hepsi gündeme geldi. Belki bizim burada konuştuğumuz kelimelerle ifadesini bulmadı ama birden bir sürü insan hiç CHP li olmamasına rağmen birden savunmaya geçti. Çünkü kendilerine anlatılan bir tarihi, meşru olarak nitelendiren bir yönetim anlayışı, yani devletin toplumu şekillendirmek ve yönetmek, yönlendirmek anlayışına göre yetişmiş beyinler birden burada, bu anlayışın içinde büyük haksızlıklar, devletle toplum arasında büyük kopuşlar ve travmalar olduğunu hissetti. Hissedince ne olduğuna, ne bittiğine geriye dönüp bakmadı. Tartışma ne olduğu üzerine değil, doğru mu yapıldı yanlış mı yapıldı değil, niye bunlar söyleniyor, tartışılacak başka bir şey yok mu üzerine kuruldu dikkat ediyorsanız. Bu fevkalade önemli bir şey(dir). İnsanlar sanki bildikleri dünyanın ayaklarının altından çekildiğini hissettiler. İşte bu şimdiye kadar özümsediğimiz siyasal kültürün ne tarihi gerçeklerle ne bugünün toplumun ihtiyaçlarıyla ne de dünyanın varmış olduğu hukuki ve siyasal düzenle -gelişmiş ülkelerden bahsediyorum burada demokratik ülkelerden- uymadığını bize gösteriyor. * Konferans; 28 Kasım 2011, Turgut Özal Üniversitesi, ANKARA. ** Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi. 7

Şimdi bakacak olursak siyasal kültürle, daha siyasal kültüre tam geçmeden bu sabah düşündüm, eğer devlet merkezi devletin toplumdan daha öncelikli olduğuna ilişkin bir siyasal kültürümüz var ve biz bunu özümsemişsek devletle toplumun ayrışma nedeni nedir? Niye bir türlü devletle toplum uzlaşamadı ve bu büyük travmalar yaşandı tarihimizde? Devlet deyince, çeşitli kurumlardan oluşan yani topluma hizmet etmesi gereken kadrolar ve kurumlardan oluşan bir yapı olduğunu bilelim. Benim kastettiğim devleti yönlendiren, devlet erkini kullanan insanların zihniyetidir, uygulamaları ve zihniyetidir. Aslında insanlardan, kadrolardan söz ediyorum. Devletin toplumun beklentilerini, ihtiyaçlarını, haklarını karşılamak kaygısından çok onu zapturapt altına almak ve yönlendirmek gibi bir temel refleksi varsa o zaman toplumun ne olduğu, toplumun realiteleri, çağın ruhu, toplumun ihtiyaçlarından çok yönetenlerin nasıl bir toplum olması gerektiği ve o toplumun asıl davranması ve düşünmesi gerektiğine ilişkin bir gündemi var ve bu gündem toplumun gündemiyle, çağın gündemiyle hiç uyuşmayabilir. İşte kopukluğun esas nedeni de budur. Şimdi kültür öğelerine gelelim: Çok sık duymuşsunuzdur, ne yaparsın kardeşim, iş isteyen birisine Ne yaparsın kardeşim? dendiğinde Her işi yaparım. der. Her işi yaparım. diyen insan somut olarak şu işi yaparım diyemeyen bir insandır. Bunun resmi ağızdan yansıması Her türlü tedbiri aldık tır. Ne zaman bir resmî makamı işgal eden birinin Bir sorun çıktığında her türlü tedbiri aldık. dediğini duyarsanız tüyleriniz ürpersin. Hiçbir somut tedbir falan alınmamış demektir. Hatırlıyor musunuz, Saddam ın füzelerinin Ankara ya kadar vuracağı olasılığı doğduğu bir zaman vardı, sizler küçüktünüz; ama büyükler hatırlarlar bunu, Adana birinci şehirdi, karartılıyordu Adana. Çok uzak bir zaman değil, yani ne kadar oldu, 12-13 sene mi oldu? 1991 yılıydı. Güney vilayetlerimizden birindeydiler. Biz çok alıngan insanlarız biliyorsunuz, o yüzden isim vermeyeyim. Bir ilin valisi gene böyle bir şey yaptı, her türlü tedbiri aldık diye. Acaba dedim, bizim füze saldırısına karşı nasıl tedbirlerimiz var, böyle bir alışkanlığımız var mı merak ettim bu her türlü tedbir nedir diye, sordum ve araştırarak buldum. Yoğurt biriktirmişler evlerde. Bir de pencereye naylon germişler. Her türlü tedbir buymuş. Şimdi bu bir zihniyettir arkadaşlar. Yani Her işi yaparım. ile Her türlü tedbiri aldım. bir zihniyettir ve bunun dili de budur. Başka bir yansıması bu anlayışın, Ben siyasete gireceğim. Şimdi siyaset böyle açık, hamama girer gibi girilecek bir şey değildir. Niçin siyasete giriyorsun diye sordum o insana, ben siyasete girmek istiyorum diyene sordum. 8

KONFERANS METİNLERİ II Hani kırkayak da çok güzel yürürmüş, bir gün Sen bu kadar ayağı karıştırmadan nasıl yürüyorsun? diye sorunca dikkat etmiş ve ayakları karışmış, onun gibi. Sorun, Siyasete niye giriyorsun? diye. Size doğru düzgün bir cevap veremezler. Hâlbuki siyasete, bir şeyin siyasetini yapmak için girilir. Bu sağlık siyasetidir, eğitim siyasetidir, ulaştırma siyasetidir, teknoloji siyasetidir, anlatabiliyor muyum? Kendi alanlarında gelebilecekleri yere kadar getirilmiş olan yani kendi alanlarına katkıda bulunmuş ve siyasetin araçlarıyla bunu topluma taşıma isteğinde olan insanlar siyasete girerlerse siyasetin toplumu dönüştürecek bir güç üretmesi, dönüştürücü bir nitelik arz etmesi mümkündür. Yoksa siyasete girmek sinemaya gitmek gibi bir şey. Niye son zamanlarda bu kadar küfürlü konuşmalar, sürekli milletvekillerinin birbiriyle itişmesi kakışması? Sordunuz mu? Yavuz Donat bir psikiyatri hocasına sormuş, Pazar günü kendi köşesinde yayımladı. O zat aynen şunu söylüyor: Milletvekilleri, parti başkanlarının istediği konularda el kaldırmaktan başka bir şey yapmadıkları için bu itildikleri suskunluk ve edilgenliğe karşı tepkilerini birbirlerine karşı gösteriyorlar. diyor. Yani siyasete girmek de yetmiyor, milletvekili seçilmek de yetmiyor. Önemli olan oraya girdikten sonra kafanızdaki siyasi formülleri, yani ülkenin belirli alanlarda, her alanda olması mümkün değil, hiç kimsenin tanrısal güçlerle ve hikmetle donanmış değil, ama kendi alanında yapabileceği katkıyı yapacak ortamın da olması lazım, siyaseti belirleyen adam olması lazım. Yani ne demek istiyorum, bizler daha çok mevki ve makamı siyasette arıyoruz. Bakın bu bizim önemli ile değerli arasındaki farkı getiriyor bize siyasal kültürümüzde. Biz önemli olmak istiyoruz. Benim uzaktan genç bir akrabam var, üniversiteye girmeden önce geldi. Ben, fikir soracağım. dedi, ben Kamu Yönetimi nde ders veriyorum diye. Ben, Kamu Yönetimi ne girmek istiyorum. dedi. Niye, dedim. Ben kaymakam olmak istiyorum. dedi. Sen dedim yabancı dil biliyor musun? Biliyor, İngilizce okutan okullardan birinden mezun. Bana kaymakamın İngilizcesini söyle bakayım dedim. Düşündü, Bilmiyorum. dedi. Yok çünkü. Anglosakson dilinde kaymakam diye bir kavram yok çünkü böyle bir mevki yok. Seçilmiş insanlar var. Niçin istiyorsun dedim, Koruması var, resmi arabası, şoförü var. dedi. Önemli olmak istiyor, değerli olmak istemiyor. Bu çok yaygın bir şey. Birden dikkat edin birbirimize hitap ederken Sayın Vekilim, Sayın Bakanım, Sayın Rektörüm, Sayın Müdürüm, Sayın Amirim. Ahmet Bey, Mehmet Bey, Ayşe Hanım, Fatma Hanım yok. Şahıs yok, dikkat ederseniz, makam var. Makamın şahıstan daha önemli olduğu 9

bir yerde, demokratik kültür üretmek kolay bir şey değildir sevgili arkadaşlar. Bunun bir başka yansıması da bir üst dildir, yukarıdan aşağıya konuşma dilidir. Benim, o makam benim. Çünkü kendisi atıyor. Veyahut da bir anayasa yapılıyor, anayasa hepimizin hayatını yönlendirmesi gereken bir toplum sözleşmesi olması gerekirken O yaptırdığı için Ben anayasayı deldirtmem diyor, çünkü onun yasası. Veyahut da geliyor birisi müdahale ediyor sisteme, bu müdahale bin yıl yaşayacaktır diyor. Bir tartışma programında bana bağırıp çağıran bir emekli asker vardı, ben de Tamam Komutan! Emredersin! dedim adama. Çok ilginçtir, o adamın partisinin Marmaris yerel sorumlusu, ilçe sorumlusu beni aradı seçimden önce, Bizim partimizi nasıl görüyorsunuz. diye bana sordu. Ben göremiyorum dedim. Sordum, Astsubaymış. Tabi parti başkanı komutan olursa ilçe başkanı da astsubay olacak. Şaka gibi ama böyle durum. Dikkat ediyorsanız bütün bu konuşmalarda millet yok. Kurum var, makam var. Bu çok önemli bir şey. Görev bilinci nden çok bir sahiplenme var, yani sahip olma duygusu var. O yüzden de arkadaşlar dağa taşa yazdığımız gibi Önce Vatan. Çünkü o vatan bizim malımızdır. Önce Vatandaş yazıldığı zaman, bakın biz farklı bir aşamaya gelmiş olacağız. Hiç düşündünüz mü, neden Devlet Baba dır da Vatan Ana dır? Ana ile baba arasındaki ilişkiyi biliyorsunuz herhalde. Ana ile baba arasındaki hukuku bilince bizim pek de aşk çocukları olmadığımız anlaşılır zaten. Sıkça dayak yememizden anlaşılır. Babamız haşin ve otoriterdir, devlet eğer babaysa. Her şeyin de sahibidir. Çünkü anayasaya göre vatan da millet devletindir. Nedir, vatanı ve milletiyle devletin değil mi? Şimdi, önemli ve değerli dedim size arkadaşlar. Önemin makam ve mevkiinin işgalinden kaynaklandığını ima ettim. Değerli ise değeri kendinden menkul, değeri kendisi üreten, hiçbir şeye, hiçbir mevkiiye, makama dayanmadan üreten insanlardır. Size birkaç tane değerli örneği söyleyeyim, Hezarfen Ahmet Çelebi. Hezarfen, bin fenni demek, bin tane fen yani elinin bir parmağında on tane marifet olan adam demek. İftihar ediyor değil mi, işte Türkiye de havacılığın öncüsü diyoruz. Ne oldu bu adamcağıza, rahmetliye? IV. Murat, bu uçuşunu gerçekleştirdikten sonra Hezarfen Ahmet Çelebi, Sarayburnu ndaki Sinan Paşa Köşkü nde hem yakından ilgilenmiş hatta Evliya Çelebi ye göre bir kese de altın vermiş onu sevindirmiş, ama ondan sonra demiş ki bu âdem idam edilecek bir âdemdir. Her ne murat ederse elinden gelir. Böyle kimselerin bekası caiz 10

KONFERANS METİNLERİ II değildir ve onu Cezayir e sürgün etmiş ve adamcağız sürgünde ölmüş. Bu bizim iftihar ettiğimiz bir değer. Hacivat ve Karagöz. Daha çok rivayetlere dayanır ama Orhan Gazi devrinde yaşamış ve siyasal hicivleri dolayısıyla da öldürülmüş. Hacivat ın asıl adının Hacı İvaz ve ötekinin de adının Hacı Cevat olduğu söylenir. O da öldürülmüştür. Piri Reis, dünyanın ilk haritasını çizen adam. O da başı vurulmuş bir adamdır. Bunlar bizim ulusal değerlerimiz, ama her ne hikmetse o kadar değerli ki fazla yaşatılmıyor kendileri. Dünyanın büyük diye nitelendirdiği büyük reformist, kendi ülkesini bir dünya ülkesi haline getiren Pyotr Velikiy Alexandrevich e biz büyük demeyiz, ne deriz, deli deriz, Deli Petro. Niçin? Sıradan bir insanın kabul edemeyeceği büyük değişiklikler yapmıştır. Mesela ülkesine büyük bir donanma kazandırmak için tahtı mahtı bırakmış, gitmiş İngiliz tersanelerini incelemiş ve gemi yapımına katılmıştır. Denizlere yakın olmak için de Leningrad ı yapmıştır. Yani Leningrad derken St. Petersburg. Petersburg Peter in Şehri demek biliyorsunuz. Ama biz ona deli diyoruz. Bir devrimciye deli diyebiliyoruz. Şimdi, bunları söyledikten sonra tabi ülkesi ve milletiyle devlete ait olunca da yahu bu millet çeşitli kategorilerden oluşuyor, çeşitli kültür kümelerinden oluşuyor dedi mi birileri son derece bozulup ne mozaiği, beton beton diye bize haddimizi de bildirmiştir zamanında. O doğrultuda düşünen insanlar hala var. Ama biliyoruz ki bu beton dozajı iyi ayarlanarak karıştırılmalı. Bu dozaj işini iyi ayarlayamayınca da ilk depremde yıkılabiliyor biliyorsunuz. Siyasal depremlerden söz ediyorum. Bugün bu ülkede bizim resmi kimliğimizi oluşturan Türklük, Müslümanlık, Batılılık, parantez içerisinde Batılılık a ek olarak Laiklik, her biri birbirleriyle kavga ediyor. Bu bizim resmi kimliğimiz. Yani bu harç demek ki tam karılamadı ki bir siyasal depremde yıkılabiliyor. Kısacası siyasetin öznesi birey değil de devlet olunca, devletin bekası ve güvenliği hep siyasal kültürün öncelikli öğesi olmuş, ana gayesi olmuştur. Devlet güvenliğini sağlamak için aşırılığa kaçıldığında da aşırıya kaçmak mümkün olmuş, şiddet uygulamak olağanlaşmış ve haklı görülmüştür. Şiddet hem sorun çözmenin bir yöntemi olarak, kolay bir yöntem olarak, hem de topluluğu zapturapt altında tutmanın bir aracı, bir yöntemi olarak siyasal kültürümüze yerleşmiştir. Bunun uzantısı olarak işte kadına şiddet, insanların kendi aralarındaki ilişkide, trafikte şiddet. Trafik resmen bir savaş alanıdır biliyorsunuz. Ve sevgili arkadaşlar, devletin şiddet uygulamasını meşrulaştıran anlayış kendi dilini de yaratmış. Öyle kavramlar kullanıyoruz ki birbirimizle ilinti kuramayacak biçimde, birbirimizi 11

katil, terörist, hain olarak nitelendiriyoruz. Ve bu dil, bu zihniyet sadece toplumu tanımlarken değil, tarihi de tanımlarken yapay bir tablo çizmiş bize. Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı na imparatorluk olarak girdi. 2 milyon askerle girdi. Savaşın sonuna kadar devreden asker sayısının 5 milyona kadar çıktığını ifade eden araştırmacılar var. İstiklal Savaşı nın en kalabalık ordusunun mevcudu 130 bindir. Bir imparatorluk kaybettik. Yeni devlet kurarken yeniden yazdığımız tarihte İstiklal Savaşı nı mazlum milletlerin kurtuluş savaşı olarak kodladık. Ya sen imparatorluk olarak girmişsin, nasıl mazlum millet olabilirsin? İmparatorluk demek bir sürü tabi milletin üzerinde egemenlik kurmuş olan bir üst devlet modelidir. Ama bir imparatorluk kaybetmenin travmasını açıklamak mümkün değildi. Hele kurucularla Osmanlı nın son döneminin yöneticileri arasında organik bir ilişki olunca o kaybın açıklaması yeni bir devleti kurmak ve yönetmeyi meşrulaştırmayı zorlaştıracağı için biz Osmanlı yı sildik, Cumhuriyet i gittik Orta Asya ya bağladık biliyorsunuz. Osmanlı yı yeni kazanıyoruz diyelim. Şimdi böyle bir yapay tarih de geliştirdik. Hep devletin toplum üzerindeki o üstün konumu buna cevaz verdi. Başka bir şey daha oldu, kuruculuk dediğimiz şey milletin elinden alındı ve tek adam kültü yaratıldı. Önderler totemleştirildi. Totem biliyorsunuz kutsal bir varlıktır. Kutsal mucizeler yapar, yani olağan insanlar değildirler, olağanüstü şeyler yaparlar. Onlardan mucizeler beklenir. Kutsallaştırılan hiçbir şey sorgulanamaz. Sorgulanamayan hiçbir şey bilgi nesnesi olamaz. Bilgi nesnesi olmaktan çıkardık biz önderliğimizi. Devlete de aynı şeyi yaptık. Devlete de aynı şeyi yaptığımız zaman devleti de sorgulanamaz kutsal hale getirdik. Devleti de tarihselleştiremedik. Tarihselleştirememek demek tarihte ne olduğunu doğru dürüst bilememek demektir. Bize söyleneni gerçekmiş gibi kabul ettik ve bugün, işte son Dersim olayında da anlaşıldığına göre, anladığımız kadarıyla olan bitenle ilgimiz yok. Nereden çıktı yahu bunlar, itirazı var. Nerden çıktı? Tabi bunun aksini söyleyenler de bir bedel ödemek durumundadırlar. Ben, size ödediğim bedellerden birisini mizahi şekilde anlatayım isterseniz. Bursa Barosu beni, bundan yıllarca önce, dava etti. Konu demokrasi. Ben biraz siyasal kültüre dokunan, meğer zülfü yâre dokunuyormuşum, bir şey söyledim. Dedim ki bakın bu ülkede öyle bir militarist zihniyet vardır ki, bu illa ki devletten kaynaklanan bir şey değil içselleştirdiğimiz de bir şey, İnönü nün bizi II. Dünya Savaşı na sokmaması şöyle eleştirilir: Milletin erkekliğini öldürdü. İnönü Türkiye yi II. Dünya Savaşı na sokmayarak, bir felaketi önlediği için eleştiriliyor. Eleştiri de 12

KONFERANS METİNLERİ II şu: milletin erkekliğini öldürdü. Bir an düşünün dedim. Savaş nasıl görünüyor burada, erkekliğin kullanımı olarak görülüyor. Erkeklik, şiddetle kullanılırsa buna tecavüz denir. Yani bu milleti tecavüzden alıkoydu diye, vatan savunması falan yok ortalıkta çünkü konu vatan savunması değil, savaşa girilecek. Savaşa girilince ne olacak, ülkemiz işgal altında olmadığı için biz bir yeri işgal edip saldıracağız Almanların peşinde. İnönü bunu engellediği için milletin erkekliğini öldürdü diyor. İnanır mısınız arkadaşlar, bu ülkenin savunma güçlerine hakaret ettiğim, aşağıladığım için ağır cezalandırıldım. İnanabiliyor musunuz buna? Bir başka ağır ceza olayı da nedir biliyor musunuz? Beni birkaç kere DGM ye davet ettiler, sırf Kürt sorununu anlayayım ve çözelim diye önerilerde bulunayım diye yaptığım araştırmalardan. Üstelik Kürt falan da değilim. Olsa ne olur tabi, mesele o değil. Hani Kürtçülük yapmakla itham edilecek bir durum söz konusu değil. Çağırılıyorum mahkemeye birdenbire. Bir gün yine tam derse gireceğim Mülkiye ye, tanıdığım polisler geldi sivil, ellerinde bir zarf. Gene ne oldu, gene ne yaptım diyorsunuz. Ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. Açtım, bu sefer bilirkişi olarak DGM ye çağırıyorlar. Ya beni içeri atmaya çalışan mahkeme, bu sefer aklıma hürmeten beni fikir almak için çağırıyor. Yalnız altında diyor ki Gelirsen gel, gelmezsen polis zoruyla getirileceksin. Ben bunu bir yerde söyledim, hadi gene mahkemeye. Bu sefer de Adliye Kurumu nu tahkir ve tezyiften. Arkadaşlar yani bakın, devletin toplum üzerindeki sadece önceliği değil, bu baskın rolü, bugün Türkiye deki bir sürü sorunun kaynağıdır. Sırf ona dikkatinizi çekmek için söylüyorum. Şimdi başka bir kültür öğemiz, yarışma ile savaşma arasındaki önem farkıdır. Biz, yarışmaya şartlandırılan bir toplum değiliz. Ne eğitim sistemimiz ne siyasal sistemimiz buna yönelik. Yarışma insanı değiliz. Bir gün, futbolda şey üzerine, hüleverizm üzerine çalışıyorum. Bir büyük derbi maçına gençtik, gittim. Bütün tribün boyunca aynen şunu yazıyor. Siz takımı tahmin edin. Diyor ki: Ne para, pul istiyoruz, ne de kızın sevgisini istiyoruz, ne de yüksek tahsil diploması. Sadece senin şampiyonluğunu istiyoruz. Ya dehşete düştüm. Ve oraya geldiğinizde oradakileri profesyonel yarışmacılar yani rekabet eden insanlar olarak değil, oraya savaş alanı olarak geliyor. O yüzden Molotof kokteyli, döner bıçağı falan filan. Ya orada işte yarışmacı takımı destekleyenler onlar. Yani senin hemşerilerin, vatandaşların, insanların ya! Ölmeye geldik diyen insan, öldürmeye de gelmiş demiş, demektir. Bakın, yarışma değil savaşma mı sorusuna savaşmayı tercih ettiğiniz anda sürekli olarak karşıdakini yenmek, baş eğdirmek. Yenmek ve baş eğdirmek üzerine 13

kurulu olan bir kültür, herkesin yenildiği yenik bir ülke meydana getirir. Kalan sahaların egemen olduğu ama hükmedecek kimsenin kalmadığı. Buna tepki doğmaması mümkün müdür arkadaşlar? Bu anlayışa ve bu uygulamaya tepki doğmaması mümkün değildir. Şimdi hepimiz asker doğduk. Türk Milletinde, her Türk asker doğar, değil mi? Bunun yansımasıdır. Niye asker, bakın. Herkesin asker olduğu aşiret dönemidir. Yani üretici de, tüketici de, koruyucusu da asker olan bir topluluk, aşiret düzenidir sevgili arkadaşlar. Yani biz hala modern bir toplum olmadığımızı kendi kendimize itiraf ediyoruz. Ondan sonra Vay niye işte Avrupa bizi içine almıyor, niye bize işte gelişmiş ülke demiyorlar? diye de alınıyoruz. Ama her Türk ün asker doğduğunu da söylüyoruz. Şimdi bu konuda çok yeni bir araştırma yapıldı. Türkler asker millet midir sorusuna %73,5 evet diyor. Peki, askerlik kısaltılmalı mıdır dendiği anda %55 e yakın evet diyor. Şimdi Vecdi Bey beni düzeltsin. Profesyonel askerlik için galiba 15 binlik bir kota belirlendi. İlk müracaat edenlerin sayısı 30 bin falandı. Sınava almak için gün gelince, buna 6 bin küsur kişi müracaat etmiş, gazeteden okuduğumuzu söylüyorum, bunun da 3 bini falan alınmış. Yani kontenjanın çok altında. Çok ilginç. Paralı askerlik deyince yüzbinler sıraya giriyor. Bir tek itirazımız var, parasıza. Ee hani biz asker doğmuştuk arkadaşlar. Çok ilginç bir çelişkidir bu. O yüzden yarışma mı? Arkadaşlar yarışma. Olimpiyatın, olimpiyatların sloganlarını düşünün. Daha iyi, daha hızlı, daha yüksek dikkat ederseniz. Buradaki yarış sadece başka insanla yarış değildir. Zamana yarıştır. Kendisiyle, kendi kapasitesiyle yarıştır. O yüzden sportmence lafı boşuna söylenmiş bir şey değildir. Yarışmacı bir zihniyettir sportmenlik. Bizde spor bile bir savaş biçim, bir ölümcül karşılaşma olarak kodlanıyor. Şimdi bana sorarlar hangi takımı tutuyorsun diye. Ben hayatım boyunca bir takımda oynadım, oynadığım takımı tuttum. O yüzden vekâleten başkalarının oynadığı bir takımı tutmak mesela bana hiç anlamlı gelmedi. O yüzden inanın bana söyleyemiyorum. O yüzden biraz ukalalık gibi oluyor ama milli takımı tutuyorum diyorum. Ama şeyi hatırlatırım çok daha mizahi olarak: Sevgili arkadaşlar, bu söylediklerimizi, yani asker milletiz deyip de yaptığımız arasındaki şey, tutarsızlık bir inandırıcılık açığı yaratıyor. Bize şimdiye kadar bütün okullarımızda, her seviyede memleketiniz için Gerekirse ölün. dediler. Böyle öğrettiler. Kimse Düşünün, çalışın, üretin, araştırın, bulun, icat edin, keşfedin. demedi. Bana demediler doğrusu. Ben bunu yapmaya kalktığımda kendi başıma bir hayli de bedel ödedim. Bir toplum gençlerine Önemli ol, başar, başa geç, zengin ol. gibi hedefler 14

KONFERANS METİNLERİ II gösterir de bunlara ulaşacak araçları sunmazsa ortaya anomi veya kuralsızlık çıkar arkadaşlar. Bu kuralsızlık toplumda, toplumsal dokunun zayıflamasına, dayanışmanın ve güvenin azalmasına neden olur. Kuralsızlığın bir biçimi de yolsuzluktur. Yolsuzluk, yol olmaması demek değildir. Ana yoldan ayrılıp amaca kestirmeden gitmek demektir. Hani yarış 8 km sonradır. Siz otobüse atlarsınız. 6 km sonra inersiniz, en önde bitirirsiniz. Onun gibi bir şeydir. Güvensiz insanlar, bu inandırıcılık yoksunluğu ve kuralsızlık nedeniyle doğan güvensizlikte insanlar, kendilerine güvenli limanlar, tanıdık sosyal kozalar ararlar sığınmak için. Bu kozalardan biri ideolojik veya inançsal topluluklardır. Birey çabası, bilgisi, tecrübesi, becerisi ve yaratıcılığı ile değil topluluk mesuliyetiyle amaçlarına, toplumun başa, başa geç, önemli ol beklentilerine bu şekilde eğer yanıt vermeye kalkarsa önce devletin himayesine, artık devlet bunları karşılayamıyorsa bu toplulukların himayesine sığınıp, gene birey olmaktan uzaklaşır. Birey olmadığı müddetçe de hep güdülmesi, kendi tercihleriyle değil başkalarının kendisine empoze ettiği tercihlerle yaşamak durumunda kalır. Ve eğer topluluklar arasında amaç birliği ve ortak yaşam ve eylem ilkleri üzerinde bir uzlaşma da yoksa toplumun insanların enerjisi kavga ve çekişme ile tüketmesi gibi bir sonuç doğar. Çok tanıdık geliyor değil mi size? Toplumun kavga ve çekişme ile enerjisini tüketmesi. Bu durumda da toplumsal istikrar, ne birlikte yaşama ne de coexistance dediğimiz kültür doğar. Bunun yerine bakın, coexistance, birlikte var olmak yerine, coextinction, birlikte yok olmak gibi pratik bir sonuç doğar. Oysa çocuklara, gençlere savaşmanın değil yarışmanın daha önemli olduğunu gösterirsek, inandırabilirsek farklı bir şey çıkar ortaya. Bu da buluşlar, fikirler, projeler, yeni akımlar, kadrolar ve önder adayları çıkabilir. Şimdi bakın siyasi partilerimize bugün. Hepsinin önderini değiştirmek bir padişahı tahttan indirmek kadar zordur. Ya suikast, yani bir kasetini çıkaracaksınız ya da doğal ömrünü tamamlamasını bekleyeceksiniz. Bir hikâye geldi hatırıma. Turgut Özal ın Türkiye yi dışarı açmaya başladığı yıllarda, genç bir Türk iş adamı. Danimarka ya gitmiş. Günlük temasları yaptıktan sonra oteline gelmiş, bara oturmuş, bir akşam yemeğinden önce bir içki alayım demiş. Tenha bir zamanında günün bakmış, barın öteki köşesinde son derece şık, yaşlı bir beyefendi duruyor. Adam da yalnız, kadehini kaldırmış, o da şey yapmış. Sonra yaklaşmışlar birbirlerine. Genç adam tanıtmış kendisini: Ben bir Türk iş adamıyım. Aaa demiş yaşlı. Ben de sizin, bundan 30 küsur yıl önce, sizin ülkenizde kendi ülkemin büyükelçisiydim. Konuşmaya başlamışlar. İşte ne oluyor, ne bitiyor falan. Demiş ki, şey, yaşlı, eski, emekli 15

büyükelçi: Yahu, benim zamanımda Türkiye de iki tane lider vardı. Sürekli kavga ederler, dururlardı. Bunlardan bir tanesi klasik bir adamdı demiş. Öteki de romantik bir adamdı böyle. Ama bir türlü Türkiye, onların çekişmesinden istikrara kavuşamadı. Ne oldu onlara?, Onlar demiş hala iktidarda., Ne diyorsun ya, çocukları falan olmasın., Yok demiş iktidarda onlar. Şimdi niye önder çıkmıyor diyoruz. Önder çıkması o kadar kolay değil. Önce önderlik dediğimiz makamın yarışmaya açık olması lazım. Siyasetin yarışmaya, kavgaya değil, yarışmaya açık olması lazım. Bakın, Türkiye nin bugün en büyük ihtiyacı hala askerlerin yaptığı otoriter, bu toplumu güdümlü bir yığın halinde tutan anayasayı değiştirmek. Büyük çoğunluğunu değiştirmemize rağmen ruhu hala orda duruyor. Yani bedeni bir sürü yeni organ nakliyle tuhaf bir biçim aldı ama ruhu duruyor. Şimdi artık bu şeyi gömmemiz ve yeni bir şey yapmamız lazım, anayasa. Bugün ben size soruyorum. Anayasa yapılacak gibi gözüküyor mu? Bu toplumun ihtiyacı var, herkes, bütün partiler yapılmalı diyor, gözüküyor mu? Bu tuhaf bir şey değil mi akıbet, tuhaf ve acı bir şey değil mi? Demek ki çok büyük bir eksiklik var bizim siyasal kültürümüzde. Uzlaşmaya dayanmıyor, dayatmaya dayanıyor. Rekabete dayanmıyor, kavgaya dayanıyor. Şimdi bunun tez elden değiştirilmesi lazım, gerekiyor değil mi? Şimdi arkadaşlar bu bizi şeye getiriyor. Bir Türk rüyası var mı? Bakın bir Amerikan rüyası var. Amerikan rüyasını kısaca özetleyecek olursak; bir şeyi ilk bulan, bir şeyi, önemli bir şeyi başaran herkes önemli ve zengin olabilir. Bu da kendi değerinden kaynaklıdır. Çok güzel bir şarkı yazın, ertesi gün çok tanınmış birisinizdir ve milyonersinizdir. Bir tane plastik halka yapın, herkes beline dolayıp, hulahop tan bahsediyorum, böyle sallanır. Milyonlarca satarsınız ve milyonersinizdir. Bakın ileri teknoloji falan yok, bir fikir var burada. Siz de milyonersiniz. İşte bilgisayar dehaları var, işte bu facebooklar, twitterları üniversite öğrencileri keşfetti. Hem milyoner, hatta milyarderler hem de hepsi tanınmış insanlar. Amerikan rüyası bu. Bir zamanın köleci toplumunda siyahi, üstelik de soyadı Hüseyin, göbek adı Hüseyin olan bir adam var ülkenin başında. Bu Amerikan rüyası. Yeteri kadar örnek olunca bu rüya devam eder. Peki, bir Türk rüyası var mı? İsterseniz buna Türkiye rüyası deyin. Mademki hepiniz, artık bir etnik farklılıklardan, insan farklılıklarından, hepsini içinde barındıran bir kimliğin peşindeyiz. Arkadaşlar, Osmanlı nın son dönemi ve Cumhuriyet in kurucularına bakın. Enver Paşa, Babası Manastır Vilayeti, Nafia Fen Memurluğu Memuru, Talat Paşa. Posta memuruyken Sadrazam olmuş, bir İttihat ve Terakki Komitesi üyesi. Cemal Paşa, askeri eczacı Mehmet Nesip Efendi nin oğlu. Cavit Bey, 16

KONFERANS METİNLERİ II Osmanlı nın ve İttihat ve Terakki nin işte dahi Maliye Nazırı olarak bilinen kişi, babası Selanikli bir tüccar Naim Bey. Mustafa Kemal Paşa, babası Ali Rıza Bey Selanikli, gümrük memurluğu ve ek gelir olarak kereste ticareti yapıyor. İsmet Paşa, İnönü yani, babası Reşit Efendi, İzmir de hâkimlik yapmış, Bitlisli Kürümoğulları ailesinden, aslen Kürt olan sonradan Türk olduğu iddia edilen geniş bir aile. Burada üst sınıf yok görüyorsunuz. Hepsi mütevazı, orta sınıf ailelerin çocukları bunlar. Bunlar en yukarı nasıl çıktılar? Devlet hizmetiyle çıktılar. Devletin bu kadar yüceltilmesinin bir nedeni de önemli olma, yükselme rüyasının devlet hizmetinden geçiyor olması. Bu son zamanlarda değişti. Demokrat Parti den sonra değişti. Şimdi siyaset. Geçen gün bir AK Partili bana çok ilginç bir şey söyledi. Söz onundur: Tornacının oğlundan Cumhurbaşkanı, çarkçının oğlundan Başbakan olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Müthiş bir şey, harika bir şey. Burada da yükselme siyaset yoluyla dikkat edin. Ama ne zaman bu ülkede sanatla, sporla, bilimle ve hayatın her yerindeki üstün nitelikler ve çabayla yükselme mümkün olur, sadece devlet memuriyeti ve siyaset değil, işte o zaman bu ülke sivil bir nitelik kazanabilir. Resmi niteliğini kaybeder ve daha demokrat, daha çoğulcu bir ülke olabilir. Bizim siyasi kültürümüz bürokratlıktan siyasetçiliğe geldi yükselmenin aracı olarak. Ama bireysel başarıya daha ulaşmadı. O da rekabetçilikle mümkün olur. Toplumun onu ödüllendirilmesi lazım. Sevgili arkadaşlar, uzattım mı bilmiyorum lafı; ama son olarak bir şey daha söyleyeyim; bizim siyasal kültürümüzün altındaki ahlak anlayışını. İki türlü ahlak anlayışı var; birisi Batıya izafe edilir, birisi de Doğuya izafe edilebilir. Bunun bir genelleme olduğunun farkında olun. Yani illaki bu böyledir, bütün doğu toplumlarında böyledir, bütün batı toplumlarında böyledir demek istemiyorum. Hep bunların birbirlerine geçmişliği, böyle melez pratikler söz konusudur ama iki ahlak anlayışı. Birincisi: Yanlış ve haksızlık yaptığı zaman, bir suç işlediği zaman; suçu üstlenmek, yanlış bir iş yaptığını itiraf etmek ve af dilemek. Bu af dilendiği zaman hem kendisini o suçtan, günahtan arındırmak hem de haksızlık yaptığı tarafından affedilme yolunu açık tutuyor. Daha çok doğu toplumlarında ki mesela Japon kültürü böyle nitelendirilebilir. Bize ne kadar uyup uymadığını siz söyleyin bana. Bir suç işlendiğinde, bir haksızlık yapıldığında örtme, saklama ve inkâr vardır. Ortaya çıkınca da bu suç, utanma duygusu. Yani birinci ahlak anlayışında itiraf ve af, ikincisinde utanma duygusunun daha baskın olduğu bir şey. Bu intihara kadar gidebilir. Yani utanma duygusu ortadan çekilme ve 17

intihara kadar gidebiliyor. Bakın Dersim tartışması böyle. Müthiş bir inkâr var. Ne oldu? Ne olduğuna kimse, kimse değil çok kişi aldırmıyor. Niye çıktı bu ortaya kardeşim şimdi, ne var? Hâlbuki bunun bir yönetim anlayışının sonucu olduğu ve haksızlığa uğrayanların, haksızlığa uğratmış olanların onlar yaşamasa bile onların ardıllarının- artık böyle düşünmediğini, yani böyle bir şeyin bir daha onların başına gelmeyeceği beklentisi ile kendilerinden af dilenmesini istiyorlar. Affedilen insan bir daha yapmayacağım taahhüdünü de sunmuş oluyor. Bu olmadığı takdirde haksızlığa uğramış olanların güvensizliği, güvensizliği kadar aşağılanmışlık duyguları, yenilmişlik duyguları devam ediyor ve bunu bir travma olarak içlerinde saklıyorlar ve haksızlığın devamında da isyan ediyorlar. Bu gün ülkemizde ciddi bir isyan kültürü varsa şimdiye kadar haksızlığa uğramış olanların, bu haksızlığa neden olmuş olan, kişiler ve kurumlardan bahsetmiyorum teşkilatlardan, zihniyetin en azından devam etmediğini onlara göstermek lazım. Bunu yapabilecek miyiz? Bizim siyasal kültürümüz bunu yapacak esnekliğe, kapasiteye kavuşacak mı? Doğrusu bilmiyorum. Yalnız benim Türkiye den ümidim var. Başka çare de yok. Türkiye den ümidim, ümidim olmasa zaten bu kadar uğraşmazdım. Çünkü Türkiye çoğulcu sivil bir toplum olmak, özgürlükçü, yarışmacı, eşitlikçi, gelişmiş, müreffeh bir toplum olmak için demokratikleşmek zorunda. Demokratikleşemezse birliğini sağlayamaz ve benim rüyam da herhalde bu demokratik toplumun benim ömrü hayatımda gerçekleşmesi. Ben elimden geleni yapacağım, en azından görüyorsunuz burada bir çabada bulunuyorum. Gerisi siz gençlere kalmış. Hepinize sevgiler, saygılar. DİNLEYİCİ - Hocam bir kitabınızda laikliğin bir süreç olduğuna değiniyorsunuz. Türkiye de şu an laiklik süreci nasıl işliyor? Türkiye bu sürecin neresindedir? Prof. Dr. Doğu ERGİL - Teşekkür ediyorum, sağ olun. Laikliği, bu gün biz anlatılanlardan değil artık yaşadıklarımızla öğrenmeye başladık. Anlatılanlar bir ezberin sonucuydu. Ama yaşamın gerçeklerine uymadıklarını gördükçe şimdi Bunun doğrusu nedir? Nasıl olmalıdır? konusunu sorgulamaya başladık ve bu gün eğer Türkiye yi bir İslam Devletine dönüştürmek korkusuyla ötekileştirilen bu ülkenin başbakanı, gidip de İslamcı partilerin iktidar olması olası olan ülkelerde laikliğine saygı yanında laikliği savunuyorsa, çok şey değişiyor demektir bu Türkiye de. Türkiye deneye-yanıla öğreniyor. Başkasının 18

KONFERANS METİNLERİ II tecrübesiyle öğrenmiyor. Okuyarak, muhakeme ederek öğrenmeye, deneyeyanıla. Bu zaman kazandırıyor ve bütün yanlışlar yapıldıktan sonra doğru yol bulunuyor. Görüldü ki sevgili arkadaşlar, Türkiye de uygulanan laiklik de, devletin ya da işte devletlerin toplumu denetlemesinin bir aracı olarak kullanıldı. Kendi istedikleri toplum modelini, yaşam tarzını; topluma empoze edebilmeleri, dayatmalarının bir amacı olarak iddia ediyorum ben. Ama olmadı. Olmadı. İnsanlar hem inançlı olup hem de inançların ne devlet aracılığıyla dayatması ne de inanç kümeleri birbiri üzerine tahakküm kurmamasının doğru bir şey olduğunu, başka türlü demokrasi ve özgürlük olmayacağını gördüler. Bir gurup diğerleri üzerine egemenlik kurabilir ama bir zamana kadar kurabilir. Ondan sonra kendi özgürlükleri de yok olur. Laikliği böyle anlamak lazım. Ne devletin kültür alanına yani inançlar alanına müdahalesi ve bu arada siyasetin parmağını bir kefeye basıp dengeleri bozması ne de bir inanç kümesinin kendi yaşam ve inanma tarzını diğerlerine empoze etmesi. Bunu engelleyecek bir çoğulculuk, kültürel, inançsal çoğulculuk işte laisizmdir. Sonra unutmayın bakın laisizm dediğimiz şey; laiklik bir politikadır. Laikleşme bir sosyolojik süreçtir. Bu da işte demokrasinin gelişmesi, kentleşme, sınıfların ayrışması ve dengelerin kurulması, eğitim düzeyinin yükselmesi, yaşam pratiklerinin zenginleşmesiyle olacak bir şeydir. O nedenle Türkiye hızla laikleşmiştir, laikleşmiştir diyorum. Laiklik denen politikanın bir devlet tasavvuru olmaktan uzaklaştığını görüyoruz. Yukarıdan laiklik işlemedi, aşağıdan toplumun laikleşmesi şu anda hızla ilerliyor. DİNLEYİCİ - Efendim çok teşekkür ederim, sağ olun. Yani kafamda birçok soru oluştu. Bunlardan bir tanesini sizden rica edeceğim. O da şöyle: Şimdi Anadolu Kültürü diye bir kültür var. Bunu ne kadar çalıştık, ne kadar biliyoruz, bilmiyorum. Yalnız özetle Anadolu Kültürü derken buradan Yunus Emre diyoruz, Bektaşi diyoruz, Mevlana diyoruz, böyle bir kültür. Bu kültürden böyle insanlar çıkıyor ki, sadece milyonlar çıkmıyor daha da fazla sadrazam olmuşsun ama adam olmamışsın. Asgari ücretle geçiniyor, ama bulduğu milyarlarca parayı götürüp sahibine teslim ediyor. Bu insanlar Avrupa ya gittiler, Türkiye den gittiler, orada iş sahibi oldular, meslek sahibi oldular, milyarların sahibi oldular. Şimdi bir taraftan böyle bir toplum, böyle bir kitle var; bir de bunları yönetenler var. Bunları yönetenler de ayrışma, yabancılaştırma, makam, sahiplenme işte sizin kullandığınız kelimeleri kullanmaya çalışıyorum. Şimdi bir tarafta bunlar var. Toplum ve devlet birbiriyle çatışıyor, diye anlatıyorsunuz ve kabahatli de bu oluyor, halkımızı eleştiriyoruz. İşte maçtaki sloganlarıyla 19

ki hep holiganlık Avrupa kültürünün de ciddi bir sorunu. Şimdi özetlemeye çalıştım. Yani birbirinden ayrı iki dünya var, bir çatışma var. Nasıl oluyor? Yani toplumun kendisi çok masum. Prof. Dr. Doğu ERGİL - Evet, ta başta giriş cümlelerimde şunu söyledim; geçmişte devletin gündemi ile toplumun gündemi hiç birbirine uymamış. Devletin gündemi toplumun ihtiyaçlarından, toplumun var olan değerlerinden ve toplumun yapısından bağımsız olarak şekillenmişti. Olan değil olması gereken üzerinden oluşmuş. Keşke, şu medenileştirme projesi kurucuların gerçekleşsin. Bunu, araçlarını topluma sunabilseler. Bakın başta iki tane hata yapılmıştır. Hata derken illaki olumsuz bir şey söylemek için söylemiyorum. Birinci yanlış yürüyor. Biz köydeki Hasan oğlanla Fadik kızı eğitirsek işte Türk aydınlanması gerçekleşir. Türkiye kalkınır, çağdaş millet olur. Bu bir. Siz istediğiniz kadar Fadik kızla Hasan oğlanı eğitin, bulundukları yer hala kırsal, tarım ortamı ise, yani modern toplumun sanayileşmesi gibi, kentleşmesi gibi olgular gerçekleşmediyse eğitilen insan gene köyünde kalacaktır. Ve köyün şartları eninde sonunda ağır basacaktır. Yani siz müthiş kaval çalan ve müzikalitesi olan bir çocuk keşfedersiniz koyunlarının başında, alır götürür, en önce konservatuarda eğitirsiniz, sonra gönderirsiniz Avrupa ya. Gelir büyük bir kompozitör olarak, büyük bir orkestra şefi olarak. Tekrar Elazığ da bilmem ne köyüne gönderdiğinizde ne olacak? Önemli olan toplumun seviyesi yükselip, bu dehayı kullanabilir hale getirmek. Beyin göçü işte budur. Niye Türkiye den bir sürü insan gitti. Şimdi toplumun düzeyi yükseldikçe yavaş yavaş geliyor. Geçenlerden Almanya da yazılmış olan bir makale gördüm: Eyvah Türkler gidiyor. Hani neydi, Mamma mia, Türkler geliyor du ya eskiden tehdit. Şimdi Türkler gidiyor. Niye? Toplumun düzeyi yükseliyor çünkü. İkincisi de şudur arkadaşlar, ikinci yanlış da. Biz batının ilmini ve fennini alalım, fenni teknoloji diye tercüme edebilirsiniz, fakat kültürünü dışarıda bırakalım. Hiç anlamamışızdır ki o fen ve bilim belirli bir kültürel ortamda oluşur. Örnek mi? İşte başka bir ülkenin ilminin ve fenninin üretmiş olduğu otomobili aldık. Bugün Türkiye nin yolları kan gölü. Niye? Çünkü trafik kuralları gibi basit kuralları hiçe sayıyoruz. Ne demek istediğimi anlatabildim mi? O kültürel ortamı yaratmak lazım. Ha bunun için illaki Batılılaşmak gerekmiyor ama modernleşmek gerekiyor. Yani kullandığınız aracın, aracı yaratan teknolojinin, onu nasıl kullanılacağına ilişkin kurallarına uymak durumundasınız. O kurallara uyacak bir yaşam düzeyi tutturmak durumundasınız. Bu değerleri 20