Fâiz (Kerkük, 1834 - Kerkük, 1897) Şeyh Abdurrahman Hâlis'in ortanca oğludur. Asıl adı Abdulkadir, mahlası Fâiz'dir. H.1259 (M.1834) yılında Kerkük'te doğdu ve ömrünün tamamını Kerkük'te geçirerek, H.1315 (M.1897) yılında vefat etti. Medrese tahsili görerek Türkçe, Farsça ve Arapça öğrendi. Hayatını daha çok ibâdetle geçirdi ve boş vakitlerini edebiyata verdi. Çocukluğundan itibaren, babasının yolunu tutarak, dünya nimetlerine değer vermedi ve babasının tekkesinde hizmet verdi. Hayatı bir takım menkıbelere ve fıkralara da konu olan Şeyh Faiz, Kerkük Türkmen edebiyatı tarihi içinde seçkin bir yere sahiptir. Ata Terzibaşı'ya göre, Fuzûlî'den sonra Irak Türkmen edebiyatı içinde, yerli zevk ve ahengi terennüm eden en güçlü şair sayılır. Parlak manzumeler ve zevkli beyitler inşâd eden Faiz, lekesiz, arızasız ve tekellüfsüz güzel örnekler vererek, şiir vadisinde büyük başarı sağlamıştır. Çağdaşı olan Safî ile de aralarındaki muşaare (karşılıklı şiir söyleme) edebiyat çevrelerinde zevkle okunan manzumelerdir. Şair Nefî'nin ünlü Rebîiyye kasidesine karşı yazdığı Bahariye naziresinde, nazım gücü ve divan edebiyatı geleneği açısından üstün bir çizgi tutturmuştur. Divan edebiyatının en zor nazım türünde büyük bir basan sağlamıştır. Türkçe ve Farsça şiirleri, bir divan oluşturacak kadar varsa da, Fâiz'in şiirleri yine de sınırlı ölçüde günümüze ulaşmıştır. Ancak kalite yönünden bu şiirler, büyük değer taşımaktadır. Buna rağmen Fâiz'in şöhreti, maalesef mahallî sınırlan aşmamıştır. Kaynakça: Ata Terzibaşı, Kerkük Şairleri, 2. cilt, Kerkük, 1968, s. 83-126; A. Terzibaşı, "Kerkük Şairlerinden Fâiz'in Sanatı", Kardaşlık, 7/12, Nisan 1968, s.16-17. ŞİİRLERİ Bahariye (Ata Terzibaşı, a.g.e., s.90-94) Nevrûz-i sultani yine cem' etdi güllerden haşem Çekdi ser-âser âleme sultan-sıfat ceyş ü alem Sermâyı katletdi tamam aldı şitâdan itkikam Rûy-i zemîni etdi ram ceyş-i hazâna verdi rem Sultan nevruz, güllerden yine bir ordu toplayıp bütün âleme asker ve sancak çekti. Soğuğu katledip kıştan intikam aldı. Bütün yeryüzünü ele geçirip, hazan askerini korkuttu.
Areste oldu hep çemen sepdi sabâ müşg-i haten Bütün bahçe süslendi. Saba rüzgârı Haten miskini Dökdü bulut dürr-i aden her yerde "şükren li'1-kadem" her yere serpti. Baharın gelişine şükür için bulut Aden incilerini döktü. Serdi zemîn ahzar bisat oldu zemâne pür neşât Dünyada her viran ribât oldu hased-bahş-i irem Yeryüzü yeşil halı serdi, her yer neşeyle doldu. Dünyadaki her viran yapı İrem bahçelerini kıskandıracak şekle döndü. Çekdi şükûfe bağa raht avizeler açdı diraht Çiçekler bahçeyi süsledi, ağaçlar avizeler gibi çi- Gül gül-bün üzre kurdu taht mânend-i şâh-ı muhteşem çeklendi. Gül, muhteşem bir şah gibi gül fidanı üzerine taht kurdu. Gösterdi çiçekler cemâl sürh ü sefîd ü zerd ü al Her birisinde zü'1-celâl dere eylemişdir çok hikem Nergis elinde câm-ı zer her nâzın tergîb eder Yani ki ey ehl-i nazar işret bu demdir muğtenem Süsen dahi açmış zeban bâ-harf ü savt u bâ-dehân Ariflere eyler beyân esrâr-ı vahdet dem-be-dem Sünbül misâl zülf-i yâr olmuş sabâdan tarumar Gülzâr-ı dest ü küh-sâr tîbinden olmuş müşg-i şem Bu mevsim olmuş îş-i âm meydir helâl ü gam haram Herkes alubdur deste câm işreldedir mânend-i Cem Meşgul herkes sohbete kim sâdelerle ülfete Sarf eyliyor hep işrete herkimde var birkaç direm Hep cilvede meh-pâreler vuslatda sahip pareler Müflis olan can-pâreler hasretle mehmûm-i derem Çiçekler kırmızı, sarı, yeşil, mavi yüz gösterdiler. Her birinde Allah çok hikmetler toplamıştır. Nergis, elindeki sarı kadehle orada bulunan herkeşle arzu uyandırır. İşte, ey görmesini bilen, eğlence şimdi başlıyor, bunu ganimet bil. Süsen de ağzını açmış,' sesli sesli her an birlik sırrını ariflere açıklar. Sevgilinin saçı sümbül gibi rüzgârdan dağılmış. Gülbahçesi, ovalar ve dağlar misk kokularıyla dolmuş. Bu mevsim, eğlence zamanı olmuş; mey helal, gam haramdır. Herkes eline kadeh alıp, Cem gibi işretdedir. Her kimde birkaç dirhem para varsa sevdikleriyle sohbete, eğlenceye sarf ediyor. Ay yüzlüler hep naz yapıyor, fara sahipleri sevdiğine kavuşmuş, müflis olan can alıcılar özlemle para endişesindeler. Mînâ bağalda elde câm sahraya çıkmış hâs u âm Zengin, fakir elinde kadehle meydanlara gezmeye Hep pür sürür u şâd-kâm zevk ü safa çok hüzün kem çıkmış. Neşe, mutluluk, zevk çok, üzün İti az. Her sû sedây-ı cenk ü nay olmuş cihan pür huy-i hay Her taraf çeng ve neyin sesiyle inliyor, bütün cihan Bölük bölük alay alay raksân-ı tâbân gonçe-fem hay huyla dolmuş. Işıltılı dansçılar, gonca dudaklılar bölüm bölük,alay alay. Hep rakısda meh-pâreler parmakda zer çarpâreler Göklerdeki seyyareler olmuş sedasından asam Bu mevsim-i ferhunde-pey devletde olsun iki şey Birisi kaç hum köhne mey biri de bir sâde sanem Bir sâde olsun müşg-bû hurşîd-i talât mâh-ı rû Pakize dâmen-i nîk-hû mestur ola nâ-müttehem Bir sâde süslü nâzenîn pantolu dar zayyik potin Paltosu kısa tasurîn alafıranga muntazam Parmaklarında sarı zillerle ay parçaları hep dansediyor. (köklerdeki gezegenler sesinden sağır olmuş. Bu mutluluk, neşe mevsiminde devlette iki şey olsun. Birisi eski şarap, biri de genç bir güzel. Güzel kokulu, aydınlık yüzlü, iyi huylu, namuslu bir genç olsun. Bir sade süslü nazlı güzel, dar pantolu, dar polinli, paltosu kısa, görünüşü muntazam.
Bir sâde reşk-i âfitâb geh buse versin geh şarâb Hem işve bilsün hem itâb hem mihribân hep pür sitem Hem sâde hem pür mekr ü fen ince miyân gonçe-dehen Çeşminde bin milyon fiten zülfünde yüz milyar hem Hurd üstühân u dolgun ne çok semîz ne çok zebûn Ne kısa boylu ne uzun bel mutedil ser tâ kadem Hoş tâb 1 hoş avaz ola işve-ger ü tannâz ola Raks etmede mümtaz ola bilse fünûn-i şiir hem Ol dem ki eyler iktizâ ya buse ya mey ya neva Ya raks ola bâlâ bâlâ lâ demesün illâ na'âm Ol ki ele alsun ayağ raks ile atsun kaç ayağ Oldukda meyle ter dimağ saz eylesün şi'r ü neğem Şi'r okusa bazen mesnevi yâni kelâm-ı manevî Geh-i Türkçe geh Pehlevî geh Nefî ü geh Muhteşem Olsun mekânda bir otağ her bir çehâr etrafı bağ Hep olsun esbâb-ı ferağ dâhilde hâzır mültezem Hizmetçi ü hân-ı kebâb mînâ u ahbâb ü şarâb Hem de bulunsun kaç kitâb bir dahi ud u zîr ü bem Amade esbâb-ı tarab hem câm-ı mey hem bûs-i leb Der beste olsun rûz ü şeb gayr olur rahet-i etem Bu devlete nail olan oldur şehinşâh-ı zaman Cemşîd-i Dârâ pâsıbân Kavûs şâh-ı muhterem Nezdinde anın cem nedir şehinşâh-ı a'zâm nedir Asâf nedir Hâtem nedir kinidir Süleyman pür hadem Sus etme Faiz güft ü gû böyle muhali arzu Bir hülyadır sence bû sen kande kande bu nî'em Şimdi ki İsâ-veş nesîm ihya eder azm-i remîm Meysiz oturma ey nedîm yoksa çekersin çok nedem Güneşi kıskandıracak bir güzel, bazen öpsün, bazen şarap versin. Hem işve bilsin, hem nazlansın, hem sevsin hem de sitem dolu olsun. Hem sade, hem hile ve oyun dolu; ince belli, gonca dudaklı, gözünde milyonlarca can alıcı, fitne bakışlar, saçta yüz milyar kıvrım. Ne şişman, ne zayıf, ne uzun, ne kısa boylu, baştan ayağa münasip vücutlu.. Hoş yaratılışlı, güzel sesli, nazlı ve kurnaz olsa, çok güzel dans etse, şiir de bilse. Bazen öpücük verir, bazen şarkı söyler, bazen dans eder. Hayır demesin, hep evet desin. Eline kadeh alsın, dans etsin. Şarapla sarhoş olunca, şiir ve şarkı söylesin. Bazen Türkçe, bazen Farsça, bazen Nef'î'den, bazen Muhteşem'den, bazen manevî söz olan mesnevîden okusa. Dört bir tarafı bahçe olan bir çadır olsun. İçinde lüzumlu olabilecek her eşya bulunsun. Hizmetçi, kebap dolu sofra, şarap, dostlar, birkaç kitap, ud ve saz bulunsun. Mutluluk kaynağı olan şarap kadehi ve öpücükler hazır. Gece gündüz kapı kapalı olsun. Artık tam rahat olur. Bu devlete kavuşan zamanın şahlar şahıdır. Cemşîd-i Dara, gece bekçisi Kavuş, muhterem şah tır. Onun nezdinde Cem, en büyük şahlar nedir? Asaf, Hâtem ne olurlar, Süleyman kinidir? Hepsi adeta birer hizmetçidir. Faiz sus, boş konuşma, bu imkansız şeyleri arzu etme. Bu bir rüyadır. Sen nerede, bu nimetler nerede? İsa gibi, çürümüş kemiği canlandıran şu zamanda, ey dost, içkisiz oturma, yoksa çok pişman olursun. Meydir hayat efzây-ı rûh verür içine ömr-i Şarap, can artırır, sana Nuh'un ömrünü verir. Bir Nûh Açar ferahdan bin fütûh sedd-i kederdir def'-i gam ferahlık kapısını açar, keder ve gamı yok eder. Mey kalbi pür tevhîd eder sailleri cemşîd eder Zerreleri hurşîd eder eyler nemi kibriyle yem Şarap kalbi birliğe yöneltir, şüphesi olanları Cemşîd eder. Zerreleri güneş, büyüklüğüyle nemi deniz haline getirir.
GAZELLERİ Gazel 1 (Ata Terzibaşı, a.g.e., s.95) Eylemiş hat bir kaş iki gamze-yi hûnhâr üç Aklımı aşüfte bir mecruh iki bimâr üç Perçem ü ebru ü zülf-i siyahında müdâm Muzmer olmuş mâr bir akreb iki cerrar üç Ahu ü tavus ü âhûdan harâc-ı bâc ahır Gerdenin bir nâzın iki şîve-yi ref târ üç Akl u hûş u sabrımı yağma u târâc etdiler Püskülün bir çefyen iki cepken-i zerkâr üç Sahn-ı gülşende benim tek kadd-i mûy dalma Aşık olmuş serv bir tûbâ iki gülnâr üç Kâkül ü hâl ü hattın vasfıyla can hükmündedir Mülk-i Çîn bir hıtta-yı Mâçîn iki Tatar üç Arız u ebriiy-ı rûyinden demâdem aks alur Kabe bir mihrâb iki puthâne-yi Ferhâv üç Bir hattın, iki kaşın, üç kan dökücü yan bakışın, aklımı bir deli, iki yaralı, üç hasta eylemiş. Perçemin, kaşın ve siyah saçında daima yılan bir, akrep iki, üçüncü olarak da bir ordu gizlenmiş. Ceylan, tavus ve çil kuşundan, bir gerdanın, iki nazın, üç nazlı nazlı yürüyüşün haraç alır. Saçın bir, vücudun iki, altın işlemeli cepkenin üç, aklımı, sabrımı, kararımı yağmaladılar, daima dağınık ettiler. Gülbahçesinde, senin kıl gibi boyuna, benim gibi selvi bir, tuba iki, gülağacı üç, âşık olmuş. Kâkül, ben ve yüzdeki tüylerimin vasfıyle, Çin ülkesi bir, Maçin şehri iki, Tatar diyarı üç can hükmündedir. Yanağından ve kaşlarından Kabe bir, mihrab iki, Ferhâr adlı putevi her an aks alır. Fâiz'i rencûr u bimâr ü perişan etdiler Aşk bir cevr-i rakib iki firâk-ı yâr üç Gazel 2 (a.g.c, s. 96-97) Fâiz'i, aşk bir, rakibin çevri iki, sevgilinin ayrılığı üç, seni yaralı, hasta ve perişan ettiler. Ne kesb-i mal içün sa'y ü ne câhe rağbetim vardır Kanaat çok yaşasun sayesinde râhetim vardır Yok ise genc-i mâlım hükümrân-ı mülk-i irfanım Sevâd-ı a'zâm fakriyle kenz-i vahdetim vardır Şikeste kâsemi hân-ı şaha vermem kâsemde Taâm-ı emıı ü asâyîş gibi bir nimetim vardır Perîşân-ı rüzgâr u nâtuvan isem de dilşâdım Bu haletlerle çeşm ü zülf-i yâre nisbetim vardır Reîs-i meclis-i rindân isem meyhanede n'ola Emektarım o bâb-ı âl-îye çok hizmetim vardır Kader âhir beni sevk etdi iklim-i hârâbata Ne çâre ol yerin suyunda elbet kısmetim vardır Hevâ u hırs u nefse eki ü şürbe Fâizâ kulsun Utan bunca esaretle deme hürriyetim vardır Ne mal kazanmak için çabam, ne mevkiye rağbetim vardır? Kanaat çok yaşasın, onun sayesinde rahatım vardır. Hazinem yoksa da irfan ülkesinin hükümdarıyım. Mekke şehrinin fakirliğiyle, birlik hazinem vardır. Kırık kâsemi şahın sofrasına değişmem. Tabağımdaki yemekte, emniyet ve huzur gibi bir nimetim vardır. Zamanın perişanı ve güçsüzü isem de sevinçliyim; bu durumumla sevgilinin gözlerine ve zülfüne karşı nispet yapmaktayım. Meyhanede sarhoşların meclisinin başkanı isen şaşılır mı? O yüce kapının emektarıyım, çok hizmetim vardır. Kader, sonunda beni meyhaneye sevk etti. Ne çâre, o yerin suyunda elbet bir kısmetim vardır. Ey Faiz, dünya nimetlerine, his ve nefse, yemeğe, içmeye kul olmuşsun. Bunca esaretle özgürüm deme, utan.