Antik Dünyanın Gizli Cennetleri Prof. Dr. Oğuz Köktürk Genç yaşlarda hobi edinemeyenler ileri yaşlarda fobi lerle uğraşırlar Bütün sunumlarıma bu deyişimle başlıyorum. İnsanların en büyük zenginliği hobiler. Uzmanlık alanınız, işiniz dışında mutlaka hobilerinizin olması gerekiyor. Spordan sanata, müzikten gezmeye her konuda olabilir hobileriniz ve ne kadar zenginse, o kadar kolaylaşır, güzelleşir yaşamınız. Aksi halde yaş ilerledikçe, ömrümüzün son günleri yaklaştıkça, başta ölüm korkusu olmak üzere fobi ler kaçınılmaz olur. Benim en büyük hobilerim seyahat etmek ve Türk Sanat Müziği. 2000 li yılların başında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi nde dekan yardımcısı olduğum dönemde, TRT Çocuk Korosu nda çalışmış bir öğrencim, Neden bizim bir koromuz yok diye yanıma geldi. Çok heyecan verici bir gelişmeydi, düşünsenize teknisyeninden hemşiresine, öğrencisinden hocasına her yaştan kişiler bir arada. Koro çalışması yaptığımız çarşamba akşamlarını iple çeker olmuştuk. Bir konuşmam sırasında heyecanımı ifade etmek için 18 yaşındaki bir tıp öğrencisi ile 50 yaşındaki bir hoca başka nerede bir araya gelebilir diye sorduğumda, zeki bir öğrencim cevap verdi; Sınavda hocam sınavda. Yıllarca sürdü koro çalışmalarımız, salonun her zaman hıncahınç dolu olduğu sayısız konserler verdik tüm personelimizle... Vazgeçemediğim esas hobim ise seyahat etmek. Ama seyahat dediğinizde herkesin beklentisi farklı oluyor. Bu da gezme sanatının bana göre üç bileşeninden (Tarih, doğa ve eğlence) hangisini tercih ettiğinize bağlı. Benim için seyahat demek; öncelikle tarih ve ardından doğa demektir. Tarihi niteliği olmayan yerler benim için çok şey ifade etmez. Özellikle arkeolojik alanlar büyük keyif verir bana. Arkeoloji ve mitoloji üzerine yılların birikimini, son yıllarda daha geniş kitlelere iletmeye çalışırken, özellikle Lidya, Pisidia, Karia, Likya ve Pamfilya antik kentleri, yani antik Anadolu kentleri üzerine aşırı ilgimin ve büyük birikimimin olduğunu, bu konularda onlarca kitap devirdiğimi söyleyebilirim. Vazgeçemediğim esas hobim ise seyahat etmek. Ama seyahat dediğinizde herkesin beklentisi farklı oluyor. Bu da gezme sanatının bana göre üç bileşeninden (Tarih, doğa ve eğlence) hangisini tercih ettiğinize bağlı. Benim için seyahat demek; öncelikle tarih ve ardından doğa demektir. Tarihi niteliği olmayan yerler benim için çok şey ifade etmez. Özellikle arkeolojik alanlar büyük keyif verir bana. Arkeoloji ve mitoloji üzerine yılların birikimini, son yıllarda daha geniş kitlelere iletmeye çalışırken, özellikle Lidya, Pisidia, Karia, Likya ve Pamfilya antik kentleri, yani antik Anadolu kentleri üzerine aşırı ilgimin ve büyük birikimimin olduğunu, bu konularda onlarca kitap devirdiğimi söyleyebilirim. Yazımın başlığının neden Antik dünyanın gizli cennetleri olduğuna gelince, yıllar öncesine gitmem gerekiyor. Ben de bu alana olan ilgimi fark ettiğimde ilk olarak herkes gibi, iyi bilinen arkeolojik sit alanlarını, ören yerlerini gezmeye başladım. Tabii önce Efes, Bergama, Kapadokya, Aspendos, Afrodisias ve diğerleri Peki Sagalassos, Xanthos, Adada, Aizonai, Tlos u biliyor musunuz, güzeller güzeli Frig vadisini gezdiniz mi? Gitseniz bile, o antik yerleşimin öyküsünü, efsanelerini, yaşanmışlıklarını bilmezseniz geziniz bir şey ifade etmez ve çoğu kişinin söylediği gibi, Hiçbir şey kalmamış, iki yıkık taştan başka bir şey yok der ve gidersiniz! İşte son yıllardaki sunumlarımda bana göre aslında her biri dünya harikası niteliğinde olan ama yeterince tanınmayan bu gizli cennetlere dikkat çekmek için bu temayı kullanmaya başladım. Bu yazımda da bunların küçük bir kısmını kaleme aldım.
Efes i bilmeyen yoktur. Peki bu detayı? Ülkemizin en önemli antik kentlerinden biridir Efes, bilmeyen yoktur herhalde. Ancak kaç kişi bastığı yeri bilerek geziyor acaba. Küçük bir örnek vermem gerekirse; sizi Efes in ünlü tiyatrosunun önünden geçen mermer caddeye götürmek istiyorum. Bu caddenin ortasında bir mermer üzerine bir kadın figürü, hemen yanına da bir sol ayak figürü işlenmiştir. Çoğu kimse bunların ne anlama geldiğini bilmeden geçip gider. Oysa bu figürler hemen yolun sonunda, Celsus Kütüphanesinin karşısındaki bir binaya işaret etmektedir. Tarihteki ilk reklam panolarından da biri olarak kabul edilir bu figürler. İşaret edilen bu bina Efes in ünlü aşk evidir. Daha da ilginci; Celsus Kütüphanesinin hemen yanındaki agora (pazar yeri) kapısından alana geçildiğinde sağda aşağı doğru inen tünel aracılığı ile aşk evinin içine girilmektedir. Böylece aşk evine girmek isteyen erkeklerin gözden uzak olması sağlanmıştır. Hep söylerim; taşların ayağa kalkması için öncelikle bilgi sahibi olmanız gerekir. Aksi halde yerdeki bu figürün, köşedeki binanın ve agoradaki tünelin sizin için hiçbir anlamı olmaz ve gene hiçbir şey kalmamış yorumunda bulunursunuz. Antik dünyanın iki harikası ülkemizde ama... Bildiğiniz gibi antik dünyanın yedi harikasından ikisi aslında ülkemizdedir. Bunlardan biri Efes antik şehrinin hemen dışındaki ünlü Artemis Tapınağı dır ama bugün yerinde yeller esmektedir, antik çağda büyük bir yangın sonucu yok olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Bodrum daki ünlü Mausolos Mozolesi; antik Halikarnassos un ünlü kralı Mausolos un zamanında denizciler tarafından kilometrelerce uzaktan görülebilen anıt mezarından da geriye bir şey kalmamıştır. Neden? Çünkü çok büyük bir kısmı Rodos Şövalyeleri tarafından Bodrum Kalesi yapımında kullanılmış, Mausolos a ait altınlar ve bir çok değerli eşya da yurtdışına kaçırılmıştır. Mozolenin en üstünde yer alan atlı araba içindeki Mausolos ve Artemisia heykelleri ise bugün British Museum da sergilenmektedir. Bu arada belki fazla bilinmeyen bir detay ama Kral Mausolos un eşi I.Artemisia aynı zamanda kız kardeşidir. O dönemde kız kardeş ile evlenmek soy kırılmasın diye sürdürülen bir gelenektir. Mausolos un erkek kardeşi İdrieus da diğer kız kardeşleri Ada ile evlenmiştir. Böylece başta Mylasa (Milas) ve Halikarnasos (Bodrum) olmak üzere birçok Karia kenti yıllarca Hekatomnos hanedanı tarafından yönetilmiştir.
İsmi bile çalınmış antik kentimiz Pergamon Dünyanın en dik tiyatrosunun olduğu müthiş antik kent Pergamon, bugünün Bergama sıdır. Bergama dan sökülerek Berlin e taşınan ünlü Zeus Sunağı bugün ismi bile çalıntı olan Pergamon Museum da sergilenmektedir. O yıllarda ülkemize yol yapmak üzere gelen alman mühendis Carl Humann tarafından yurtdışına kaçırılışının öyküsü son derece dramatiktir. Kaçırıldı mı, yoksa Osmanlı Devleti tarafından bedeli ödetilerek götürülmesine müsaade mi edildi tartışmaları süredursun, gerçek olan şu ki; o muhteşem eser, Berlin de ne kadar sergilenirse sergilensin, hiçbir zaman o müzeye Bergama mızın havasını suyunu, kuşunu rüzgarını, yağmurunu karını getirmeleri mümkün olmayacaktır. Bu nedenle yalnız bizim değil, dünyada kaçırılan tüm tarihi eserlerin ait olduğu topraklarda sergilenmesi her zaman en büyük dileğim olmuştur. Bergama yı, o ünlü antik kenti çoğunuz görmüş olabilir ama Asklepion u gördünüz mü? Bergama yalnızca tepedeki akropolü ile değil aynı zamanda sağlık tanrısı Asklepios a ithaf edilmiş ve o dönemde bölgesinin en büyük sağlık merkezi olan Asklepion u ile de ünlüdür. Kapısında "Ölümün girmesi yasaktır" yazan, "Vasiyetlerin açılmadığı yer" olarak bilinen antik sağlık merkezi Asklepion'un hasta tedavilerinde kullanılan ruhsal ve fiziksel tedavi yöntemleri bugün hala uygulanmaktadır. Ne yazık ki bu kutsal alan da, hiç bir bilgi sahibi olmadan gidilen, yalnızca dolaşma tarzındaki ziyaretler nedeniyle, antik Bergama kentinin gölgesi altında, gözlerden uzakta ziyaretçilerini beklemektedir. Suyun hayat verdiği kent: Sagalassos Günümüzde İsparta ve Burdur illerinin tamamı ile Antalya ilinin kuzey kısmını kapsayan ve göller bölgesi diyebileceğimiz bölge antik çağda Pisidia olarak bilinmektedir. Sizi bu bölgede yer alan sayısız antik şehirden en güzeline, periler kenti Sagalassos a götürmek istiyorum. Burdur ilinin Ağlasun ilçesi nde, Batı Toros dağlarının kollarından biri olan Akdağ üzerinde, 1450-1700 metreler arasında kurulu, aşkların, ihtirasların ve imparatorların gözde şehri. Ağlasun ilçesinin girişinde yemyeşil bir ova karşılar sizleri. Yer yer ancak kırmızı çatılarını görebileceğiniz evler ağaçlar arasında kaybolup gitmiştir.
Bu cennet ilçeden yukarı doğru kıvrılıp bulutların arasındaki şehre girdiğinizde konutlar, çeşmeler, pazar yerleri (agora), tiyatro, neon kütüphanesi, meclis binasını görünce bir anda kendinizi Roma döneminde buluverirsiniz. Çeşmelerinin ünüyle anılan Sagalassos, dünyanın en yüksek rakımlı, 9.000 kişilik tiyatrosu ve görkemli anıtsal yapılarıyla bilinir. Kahramanlar için hereon denilen, etrafı frizlerle süslü anıtlar yapılmıştır. Antoninler Çeşmesi, Sagalasos u senelerce yöneten en ünlü sülalesinin adını taşır. Zamanında her yerinden pınarlar çağlayan şehrin çeşmesinde 3 bin yıl önce akmakta olan su hâlâ çağlamaya devam etmektedir. Çeşmede muhteşem bir işçilik görülür. Detaylar inanılmaz zengindir ve her köşesinde ünlü tanrıların heykelleri vardır; Afrodit in, Dionysos un. Şehir, Romanın beş iyi imparatorundan sonuncusu olan Hadrian (M.S. 2. yy.) döneminde ekonomik siyasi ve sosyal anlamda en iyi dönemini yaşamıştır. Kentin ekonomisinin temelini tahıl ve zeytin kadar, olasılıkla çam ağacı ve kırmızı astarlı, kaliteli seramik kap kacak üretimi ve ihracatı oluşturur. Tüm bu koşullar insanları refah içindeki bu kente çeker, Sagalassos un itibarı giderek artar. Pisidia nın en cesur ve savaşçı halkının yaşadığı Sagalassos antik kentinin bilinen tarihi, Büyük İskender in M.Ö. 333 yılındaki fethi ile başlar. MÖ 25 yılında Roma egemenliği altına girer. MS I. yüzyılın ortasında da, bölgenin en önemli ve büyük şehri haline gelir. MS 3. yüzyılın başına kadar mimari yönden en parlak devrini yaşayan, görkemli yapılarla donatılan kent, MS 518 de ağır bir deprem geçirir. Yıkılan yapılar tamir görüp yenilense de MS 7. yüzyılda yaşanan yeni bir deprem, hem kenti, hem de su kaynaklarını yok eder. Üst üste kötü olaylarla sarsılan Sagalassos u, susuzluk ve ardından veba salgını da rahat bırakmaz, kent terk edilir. Bu güzel kentin üzeri hemen yamacına kurulduğu Akdağ dan inen toprak kütleleriyle örtülür. Böylelikle doğa tarafından koruma altına alınan ve bu nedenle küçük Asya'da belkide en iyi koruna gelmiş antik yerleşimlerden biri olan Sagalassos, yüzyıllarca sürecek derin bir uykuya dalar. Atalarımızın iskeletini bulduk! 1990 yılından bu yana Belçika Katolik Leuven Üniversitesi nden Prof.Dr. Marc Waelkens başkanlığında yürütülen kazılarda pek çok yapı ve eser ortaya çıkarılmıştır. 2007 ve 2008 yıllarındaki kazılarda ortaya çıkarılan ve 4-5 metre civarında boyu olabileceği tahmin edilen Roma İmparatorları Marcus Aurelius ve Hadrian a ait heykeller, gören insanları büyülemeye yetmektedir.
Ancak 1996 yılında Sagalassos un en ilginç buluntulardan biri ile karşılaşılır. Kazı alanında sayıları 70 i bulan Ağlasun lu köylülerde çalışmaktadır. Günün birinde antik kentin agora bölümünün kazıları sırasında işçiler bir iskelet bulurlar. Yüzyıllarca hiç bozulmadan kalan iskeletin 3 bin yıl öncesine ait olduğu anlaşılır. Türk köylüler tarihi bir kazı sırasındaki buluşlarıyla Bu bizim atamız, atamızı bulduk'' diye, kendi aralarında eğlenirlerken, kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Waelkens beklenmedik bir şekilde bu şakayı ciddiye alıp, iskeletten kemik, kazı işçilerinden de saç teli örnekleri alarak DNA testi yapılması için ülkesine gönderir. Sonuç çok şaşırtıcıdır; 3 bin yıllık iskeletin DNA yapısıyla, kazı işçilerinin saç örneklerinden elde edilen DNA yapısının bire bir aynı olduğu ortaya çıkar. Ağlasunlu işçilerin üç bin yıl önce bu yörede yaşamış bir antik insanla akraba çıkması, ilginç bir tartışmanın da başlangıcı olur. Gazetelere de Kaza kaza 3 bin yıllık akrabalarını buldular şeklinde haber olan olay nedeniyle köylüler Biz şimdi Türk değil miyiz, Yunanlı mıyız? diye tepki gösterirler. Evet aslını sorarsanız bu köylüler Helen ırkından geliyor, binlerce yıl önce bu topraklarda yaşamış Sagalassos luların torunları. Bu topraklardan ayrılmamışlar, zamanla Müslüman olmuşlar ve kendilerini Türk olarak bilmişler. Bu olay bize büyük dersler veriyor, Anadolu Türkleri'nin Anadolu halkı ile kaynaştığının ve Anadolu halkının Türkleştiğinin belgesi olduğunu vurguluyor. Bu topraklardan onlarca medeniyet gelip geçmiş, hepsi güzel yurdumuzda izler bırakmış. Dolayısıyla ataları farklı da olsa kendilerini Türk olarak bilen, müslümanlığı seçmiş Ağlasun köylülerinin olduğu olduğu gibi Bu topraklar bizim, vatan olarak kabul eden, uğrunda can veren hepimizin (M.Kemal Atatürk) Gel de inanma mitolojiye... Antik çağın en önemli tanrısı hepimizin bildiği gibi Zeus tur. Zeus çok çapkın bir tanrıdır ve karısı Hera yı aldattığı önemli tanrıçalardan biri de Leto dur. Hera, bu ilişkisini öğrenince Leto yu yok etmek için büyük çaba sarf eder. Buna rağmen Leto Zeus tan hamile kalır. Tanrıça Leto, Hera nın gazabından korunmak için oradan oraya kaçar. En sonunda sürgün yaşamı bugün Kaş-Kalkan-Demre bölgesi olarak bildiğimiz antik çağdaki Likya bölgesinde son bulur. Eşen ovasının batı ucundaki Patara kentinde bir ağaca yaslanarak ikiz çocukları Apollon ile Artemis i doğurur ve onları Xanthos çayında yıkar. Bu nedenle Patara, Tanrı Apollon ve Tanrıça Artemis in doğdukları topraklar, Xanthos çayı ise yıkandıkları sular olarak kutsal sayılmıştır. Letoon antik yerleşimi ise; Artemis e, Apollon a ve en büyüğü anne Leto ya adanmış tapınakları ile Likya nın en önemli dini merkezi konumundadır. Bugün bu bölgede yer alan Letoon, Xanthos ve Patara kentlerinin isimleri şaşırtıcı bir şekilde mitolojide ki isimlerle aynıdır.
Tarihi acılarla dolu savaşçı ve cesur insanların kenti: Xanthos Yazımın son bölümünde, anıtsal eserleri ve özellikle anıt mezarlarıyla ünlü, ışık ülkesi Likya nın bu muhteşem güzellikteki baş kenti Xanthos da yaşanmış bir öyküyü anlatacağım. Onurlarına inanılmaz derecede düşkün, yiğitlikleri ve namuslarıyla ün salmış bir Anadolu halkı olan Ksantos lular için ünlü tarihçi Heredot, M.Ö. 545 yılında girdikleri savaşı şöyle anlatmaktadır Pers ordusu, başlarında komutanları Harpagos la Xanthos Ovası na indiği zaman, Xanthos lular bitmez tükenmez kuvvetlere karşı az sayıda asker ile dövüştüler, yiğitlikleri ile nam saldılar, ama yenildiler, kentlerine geri atıldılar. Kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye topladılar ve ateşe verdiler. Öyle bir yangın ki kaleyi yerle bir etti. Birbirlerine yeminlerle bağlanarak düşmana son bir güçle saldırdılar, hepsi kahramanca savaşarak öldüler Tarihi boyunca büyük istilâlar ve felaketler geçiren Xanthos'u Roma döneminde M.Ö. 42 yılında Brutus işgal eder. Likya akropolünü yerle bir ederek Xanthos luları kılıçtan geçirir. Xanthos lular Brutus'a teslim olmamak için yine topluca intihar ederler. Kucağında çocuğu ile bir kadının ateşe atladığını gören Brutus çok üzülür ve askerlerine, Xanthos luları kurtaranları ödüllendireceğini söylerse de çok geç kalır. Hemen bir yıl sonra ise Marcus Antonius, Brutus'un açtığı yaraları sarmak için Xanthos'a elini uzatır ve şehri yeni baştan imar eder. Onursuzca devam etmektense... Tarihi acılarla dolu, yiğit insanların kenti Xanthos un ders alınacak olaylarından biri de ünlü Makedonya kralı Büyük İskender in kapıya dayanmasıyla başlar. Makedon kral adamlarını göndererek şehrin teslim edilmesini ister, aksi halde şehri yakıp yıkacaktır. Xanthos un oldukça yaşlı kralı şehir meclisini toplar ve yenilirsek inanılmaz güzellikteki şehirlerinin yok olacağını söyler. Onurlarına ve namuslarına düşkün bu yiğit insanlar, kadınlarını, kızlarını ve çocuklarını düşünerek teslim olmaya şiddetle karşı çıkarlar. Ancak yaşlı kral çok sevdiği Xanthos un yok olmaması için şehri teslim eder. İskender binlerce kişilik ordusu ile şehre girer ve ne yazık ki uzun bir süre Xanthos da kalırlar. İskender şehre girdikten sonra yaşlı kral ve din adamlarının önünde diz çöküşünü betimleyen bir resim Fransa da Louvre Müzesi nde yer almaktadır. Binlerce kişi ne yer, ne içer? Hepsi erkek üstelik. Bu sürede bir çok tecavüzler yaşanır ve namuslarına son derece düşkün Xanthos halkının onurları inanılmaz derecede kırılır. Halkın sevgisini, güvenini kaybeden kral tarihte eşi görülmemiş bir şey yapar. Halkın kendisini artık istemediğini görünce, krallığı ve tahtını oğluna teslim eder. Tarih boyunca, kimsenin makamını kendi isteği bırakmadığı bir dünyada, bu olayın tarihe mal olması için, üzerinde aşağıdaki yazıtın olduğu bir anıt yaptırır. Latin harfleriyle yazılmış bu kitabe bir yaşam dersi gibidir Onursuzca devam etmektense zamanında ayrılmak en onurlu harekettir, ilki bir anlık can yakar, diğeri ömür boyu.
Zamanı erteleme Medeniyetler mozaiği Anadolu, her biri insana yaşam dersi veren, öyküler, efsaneler, yaşanmışlıklarla dolu, bitmek bilmez bir coğrafya. Yeterki gezmek için zamanı erteleme, yeterki gezmeden önce bilgi sahibi ol, o zaman antik dünyanın gizli cennetlerinde her taşın, her eserin ayağa kalktığını, sanki o döneme gittiğini ve o şehirde yaşadığını hissedeceksin... Prof. Dr. Oğuz Köktürk, Ankara, Şubat-2015 TK/SFC/0003/15