Georgina Max Müller İSTANBUL'DAN MEKTUPLAR



Benzer belgeler
TUR 1 - ĠSTANBUL KLASĠKLERĠ

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İZMİR BALÇOVA ANADOLU LİSESİ İSTANBUL ÜNİVERSİTE TANITIM VE KÜLTÜR GEZİSİ

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

TÜRKİYE PEYZAJI (FAKÜLTE)

2. İstanbul Boğazı 31 kilometre uzunluğundadır. 3. İstanbul Boğazı Asya ve Avrupa yı birbirinden ayırır. 4. İstanbul Boğazını turistler çok severler.

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

Roma mimarisinin kendine

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

~_.)u J!Yu!J.,,r-{;--~'.::.-9if~ı:ı>'!/,..

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

PROF. DR. İLKER ÖZDEMİR YRD. DOÇ. DR. OSMAN AYTEKİN


İtalya nın Üç Büyüğü: Roma, Floransa, Venedik.

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

FATİH SULTAN MEHMET İN Sarayları

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Sessiz Koza. Minehead de yer alan bu keyifli yaşam alanını tarif etmek için samimi, sıcak ve huzurlu demek yeterli...

Deniz Esemenli ile Üsküdar Turu 27 Ekim 2013, Pazar

S C.F.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Surre Alayı. Surre-i Hümâyun. Altınoluk. Surre Alayının Güzergâhları. Surre Alayının Güvenliği. Surre Alayının Yola Çıkması

MARSEILLES GEZİ MASSALIA MARSİLYA HAZİRAN 2011


SELANİK ESKİ CUMA CAMİSİ

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt

Çikolata Butik Koleksiyonu

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Köprüleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

HALFETİ Yİ GEZDİĞİNİZDE SAŞIRACAKSINIZ! Şaşırarak gezdim Halfeti yi. Abdullah Öcalan ın doğduğu yer olan Halfeti ye, Acaba güvenli mi?

Siirt'te Örf ve Adetler

Tatil ve Yöre Rehberi

Türk kültürünün binlerce yıllık birikimi, kültürel, coğrafi, felsefi, dini etkileşimlerin ve inançların bir ürünüdür.

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI

Başlangıç Meridyeni ve Greenwıch - İstanbul

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Ev ve apartmana dair / H.Cahit YALÇIN

PULLMANTUR MONARCH İLE BALTIK BAŞKENTLERİ BERLİN

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

İstanbul Boğaz Turları

KFAR KAMA -AA- İsrail'in kuzeyinde, Aşağı Celile bölgesindeki köylerden biri olan Kfar Kama'da (Kama Köyü) 3 bin Çerkes yaşıyor.

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 8

Sultan Abdülhamid Han hakkında 7 itiraf

SIRADIŞI FRANSIZ ŞATOLARI

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

Korkut un Hindistan Güncesi - 2 Delhi. 2 Delhi Cuma Delhi`de 2.gün

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47

Aziz Ogan: Kültürel ve Tarihsel Hazinelerin İzinde Bir Arkeolog ve Müzeci

KRONOLOJİK İSLAM MİMARİSİ 2 SASANİLER-İSPANYA EMEVİLERİ-TULUNOĞULLARI

Tarihi Siyesepol Köprüsü nün altı 38 YEDİKITA EYLÜL 2014

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

a 3 -<» rt3 ft3 Ö o\3 CO o\3 Ö o\3 CO v-< 0x3 Ö V-i -i» 3 Gezi / İlgaz Anadolu'nun Sen Yüce Bir Dağısın 0x3 Ö 0x3 Kitap / Kayıp Gül

Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat

ĐSTANBUL DOLMABAHÇE SARAYI, SAAT KULESĐ VE CAMĐĐ TEKNĐK GEZĐSĐ RAPORU

Tur Danışmanımız: Ali Canip Olgunlu

SAFFET EMRE TONGUÇ İLE NORMANDİYA SAHİLLERİ Ekim 2017

parkresidencescadde.com

Hayatınıza değer katarak, ev sahibi olmaktan öte yeni bir deneyim sunan Seyir Konutları ile sizleri ayrıcalıklı bir yaşama davet ediyoruz.

YAZ 2015 SAYI: 305. şehir tanıtımı

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

İSTANBUL KÜLTÜR VE DİL İ S T A N B U L ' U C E T C İ L E K E Ş F E D İ N

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

"Yaşayan Bahar", ilkbahar mevsiminin gelişini kutlamak üzere tüm Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen bir etkinlik.


Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Helena Center Helena Wood Art. Elegance of The Wood

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

HIGHGATE DE VINTAGE VE ÇAĞDAŞ ÇIZGILERIN ARMONISI

SERDA BÜYÜKKOYUNCU İLE NORMANDİYA & BRETONYA

BOSNA-HERSEK TEKİ KÜLTÜR, BİLİM VE EĞİTİM ÜZERİNDEKİ OSMANLI ETKİSİ: MEVCUT DURUM

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

SAGALASSOS TA BİR GÜN

Fethiye, Likya sahilinde bulunan en büyük tatil yöresidir. Ölüdeniz, Hisarönü, unutulmaz anlar yaşayabilirsiniz.

BİZE KATILIR MISINIZ?

MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ

Gürkan Genç, 1979 yılının Ocak ayında dünyaya geldi. Hemen hemen her çocuk gibi en büyük tutkusu bisikletiydi. Radyo-Televizyon-Sinema bölümünden

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

smart investment in Turkey AKILLI YATIRIM [ İSTANBUL 216 YETKİLİ SATIŞ TEMSİLCİSİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÖLÜMÜ ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ BAHÇELERİ

Kelaynakların Hazin Öyküsü

* * * Mevsim tatilini fırsat bilip, Cemre ile birlikte hem Yunan adaları turu yaptık, hem de Bodrum'd an Kekova 'ya kadar denizden dolaştık.

Yayın no: 110 ÇOCUKLAR İÇİN OSMANLI TARİHİ-2

BREMEN TRENDELBURG HAMELIN - SABABURG

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

S C.F.

Transkript:

Georgina Max Müller İSTANBUL'DAN MEKTUPLAR

TERCÜMAN GAZETESİ'nin bir kültür hizmeti olarak yayınladığı "1001 TEMEL ESER" Serisinin 131. Kitabı Georgina Max Müller "İSTANBUL'DAN MEKTUPLAR KERVAN KİTAPÇILIK BASIN SANAYİ ve TİCARET A.Ş. Ofset Tesisleri'nde dizilmiş ve basılmıştır. (ARALIK 1978)

Tercüman 1001 TEMEL ESER İ3Î Georgina Max Müller İSTANBUL DUN MEKTUPLAR Çeviren: Afife BUĞRA İSTANBUL 1978

1001 Temel Eser i iftiharla su n u y o ru z Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç katan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eserlere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe, folklor gibi millî ruhu geliş tiren,ona yön veren konularda "Gerçek eserler" elimizin altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş, yazı değişmiştir. Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya yüz tutmuş -Ama değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir. Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır. Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve bizi biz yapan, kültürümüzde "Köşetaşı" vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan kurtarıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.

Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız "1000 Temel Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlığınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel Eser" dizisini yayınlamaya karar verdik, "1000 Temel Eser" serisini hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımızdan yardım vaadi aldık. Tercüman'm yayın hayatındaki geniş imkânlarını 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla, cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulunuyor. Millî değer ve mânâda her kitap ve her yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelini, mayasını gözler önüne sermek, onları lâyık oldukları yere oturtmaktır. Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddî hiç bir kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gurur, iftihar, hizmet zevki olacaktır. KJEMAL ILICAK Tercüman Gazetesi Sahibi

KİTAP VE Y A ZA RI HAKKINDA BİRKA Ç SÖZ Gerek tarih ve kültürümüz gerek çeşitli sosyal meselelerimiz için büyük bir ehemmiyet taşıyan, yabancı dillerde yazılmış pekçok eser bugüne kadar tarihçilerimiz için bile meçhul kalmıştır. Bunun sebeplerini izah etmeğe burada ne imkân ne de lüzum vardır. Biz fırsat buldukça bu türlü çalışmaların "1001 Temel Eser" serisi içinde dilimize çevrilmesi suretiyle, geniş aydın çevrelerine olduğu kadar bu sahanın mütehassislarına da yardımcı olmağa çalışacağız. Üzülerek ifade etmek isteriz ki, Türkiye'nin çeşitli meselelerine ışık tutabilecek olduğu halde, kendi tarihlerimizde yer verilmeyen veya sükutla geçiştirilen hususları aydınlığa kavuşturabilecek bu cins kitapların dilimize maledilmesi ne yazık ki bugüne kadar ihmal edilmiştir. Bu türlü yabancı kitaplardan birçoğu âdeta bir yazma eser kadar nâdir ve elde edilmesi o nispette güçtür.. Mrs. G.Max Müller'in Letters from Constantinople (1), (Londra I897)'nu İstanbul'dan Mektuplar adı altında 1001 Temel Eser okuyucularına sunmakla iftihar duyuyoruz. Bu eser, Erenköy Kız Lisesi emekli İngilizce öğretmenlerinden Afife Buğra'nın titiz bir çalışması sonunda dilimize kazandırılmış bulunmaktadır. Bu kitabın yazarı Mrs. G.Max Müller, 1893 yılında, bir İngiliz milletvekili olan kocasıyla birlikte İngiliz sefaretinde vazifeli bulunan oğlunu ziyaret için İstanbul'a gelmişti. Elimizdeki eser, İstanbul'da bulunduğu sırada Mrs. Alax Müller'in buradan İngiltere ye yolladığı mektupların sonradan genişletilmesiyle meydana gelmiştir. Kitapta yer alan 16 mektuptan 12 tanesi Mr s. G.Max Müller, dördü ise kocası tarafından kaleme alınmıştır. Kocası gibi kendisinin de aydın bir insan ve uzağı iyi gören bir müşahit olduğu açıkça görülen Mrs.Max Müller, İstanbul'un turistler için de emsalsiz bir şehir olduğunu ısrarla belirtmiştir. Türk kadınları ve onların yaşayış tarzları hakkında da Mrs. Müller sağlam görüşler ileri sürmüştür. Kocası Mr. F.Müller ise, Osmanlı Devletinin kolay yutulacak bir lokma olmadığını, II. Abdülhamid'in geliştirmekte olduğu maarif sisteminin ileride meyvesini vereceğine, birçoklarının iddialarının aksine, müslümanlığın terakkiye mâni bir din olmadığına kesin bir şekilde inanmaktadır. Birçok doğru hükümlerin yanında kitapta, birtakım in dtgörüşlere yer verilmiş olmasını tabii karşılamak icapeder. Okuyucu için izah edilmesi gereken hususlar, büyük bir kısmı tarafımızdan olmak üzere, kitabın arkasına ilâve edilen notlarla açıklığa kavuşturulmuştur. Metin altında zaman zaman rastlanan notlar ise (*) işaretiyle gösterilmiş olup, bunlar yazara aittir ve kitabın

aslında da mevcuttur. Mrs.Max Müller in uzun cümlelerle dolu ve tercümesi epeyice zahmetli olan bu XIX. yüzyıl İngilizcesi sayın Afife Buğra'nın kalemiyle muhtevasından birşey kaybetmeden dilimize aktarılmıştır. Bu eserin yalnız aydınlarımız için zevkle ve ibretle okunacak bir kitap olmakla kalmayıp, bunun aslını görememiş tarihçilerimiz için de faydalanılabilecek bir kaynak olacağı kanaatindeyiz. Dr. Orhan F. Köprülü (îndiana Ünv. Osmanlı Tarihi eski Assosc. Profesörü) 1) Mrs. M ax Müller'in bu eserinden ilk defa, Osmranlı Tarihi ile alâkalı İngilizce kitap ve risâleler hakkında bâzı notlar I (Türk Kültürü, Nisan 1968, sayı 66, s. 15 18) adlı makalemizde bahsetmiş ve bu kitabın yakın tarihimiz bakımından taşıdığı değeri belirtmiştik. İstanbul ile alâkalı meselelerde derîn bir vukuf sahibi olan değerli dostum Prof. Dr. Semavi Eyice, hernekadar Letters from Constantinople'dan İslâm Ansiklopedisi'ndeki İstanbul (Tarihi Eserler, s. 1214/144) maddesinde söz etmişse de M ax Müller'in yayına koyduğu (?) işâretinden onun da bu eseri göremediği açıkça anlaşılmaktadır. 8 ~

ÖNSÖZ Bu mektuplar üç sene evvel gitmiş olduğum İstanbul'un güzel güneşli günlerinin zevkini çıkardığım sıralarda yazmış olduğum mektupların genişletilmiş, tafsilâtlı birer şeklidir. Oraya, hava tebdiline ve istirahata ihtiyacı olan kocamla beraber Sefaret K â tibi oğlumuzu görmeye gitmiştik. Oğlum hâlâ orada aynı vazife ile İngiliz Sefâretinde bulunmuktadır. Her ne kadar onun yazmış olduğu mektuplar bizde o ülkede çok enteresan şeyler görme ümidini yaratmış idiyse de, Boğaziçi'nin sonsuz güzelliği ve İstanbul şehrinin iç ve dış kısımlarında bulunan tarihîâbidelerin ilginçliği bizim için tamamiyle bîr sürpriz olmuştur. İngiliz Sefiri olan Sir Clare Ford ve bütün Sefaret erkânı bize karşı büyük bir sevgi ve yakınlık gösterdiler:zat-ı Şâhâneleri Sultan Abdülhamid de bize pek az seyyaha nasib olan büyük lütuflarda bulundular. Türkiye'de kaldığımız üç ay zarfında bize her yerde refakat eden bir Saray yaverinin sayesinde pek az kişinin görebileceği şeyleri gördük ve bir çok şeyi de en iyi şartlar altında gördük. Onun resmî üniforması hiç bir bahşişin açamıyacağı kapıları bize açmıştır. İstanbul'un kalabalık sokaklarından geçerken, yahut bir camiyi ziyaret ederken veya daha tenha ve terkedilmiş Bizans kalıntılarını gezerken, herhangi bir korku veya tehlike fikri aklımızdan bile geçmemiştir. Oradan ayrılırken bir gün tekrar dönme ümidi ve arzusu içinde idik. Bu mektupları bastırmamın asıl gayesi de başka insanların tatillerini bu güzel beldenin tatlı havası içinde Boğaziçi'nin harikülâde manzaralarını seyrederek geçirmeleri idi. Fakat geçen seneki son gelişmelerden sonra, bu büyük arzularımızın tahakkuk edebileceğini pek zannetmiyorum. Bu mektuplardan bazılarının kocam tarafından yazılmış olduğu görülecektir, OCAK, 189 7 GEOR GINA M A X M ÜLLER - 9 -

İSTANBUL A GELİŞ "Haydi kalkın, Adalar göründü," bir mayıs günü sabahı saat yedi sularında, kamaranın kapısında biri böyle sesleniyordu. İkinci bir çağrıya lüzum yoktu. Hepimiz kalkmış alelacele giyinmiş, İstanbul'dan bir saatlik mesafede bulunan Marmara'nın, bu ünlü adalarını görmek için güverteye koşmuştuk. Lâkin orada kesif karanlık bir sisle karşılaşınca çok büyük bir hayal kırıklığına uğradık. Daha dün, akşam yedide vardığımız Çanakkale Boğazına doğru Adalar denizinde yol alırken, en uzak adaları bile ne kadar net görebilmiştik. Gemiye, Pire'de, akşam geç vakit bindiğimizde garip bir insan kalabalığı ile karşılaştık. Büyük bir kısmı Karadağlı ve Arnavut olan bu kafile bütün alt güverteyi doldurmuştu. Çoluk çocuk hep beraber İstanbul'a iş aramaya gidiyorlarmış. Duyduğumuza göre, bu vahşi, pis suratlı adamların Korfu'da vapura girmeden önce üstleri aranmış ve silahlan alınmış. Hepsi yatağını, yorganını, halısını ve mutfak eşyasını beraberinde götürii- - 11 -

yordu. Yemek ve uyku saatleri dışında hep kumar oynuyorlardı. Yanlarında iskambil kâğıdı bulunanlar bunlarla, diğerleri ise kendilerine has bazı işaretler koydukları küçük kağıt parçaları ile sanki hakiki iskambil imiş gibi oynuyorlardı. Bize, alt güverteye bakan kamara pencerelerini açık bırakmamamız tembih edildi.ilk gece hava çok sıcak olduğundan,pencereyi biraz aralık bırakmıştım.elektrikler söner sönmez gece bekçisinin,onu yavaşça kapattığını duydum. Birinci sınıf yolcularından hiç birimiz bu acayip insanların yanına inmeye kalkışmadık, ama hepimiz bunlara zaman zaman pencereden bakıyor, kirli küçük paketler ve mendiller içindeki yiyeceklerin hazırlanışım, erkeklerin kumar oynarken büyük bir ciddiyetle tütün içişlerini, haşin bir tarzda şarkı söyleyişlerini seyrediyorduk. Ayrı bir köşede çocukları ile meşgul olan kadınların yüz ifadeleri de erkeklerinkinden daha az vahşi değildi. Pire'den ayrıldığımız gece, limanın biraz açığında demirlemiş Fransız donanmasının kumandanı, Yunan Kral ve Kraliçesi şerefine bir ziyafet veriyordu. Bütün filo ışıklarla donanmıştı ve biz karanlık denize açılırken, arkamızda bıraktığımız bu güzel manzarayı uzun uzun seyrettik. Vapurda Beyoğlu esnafından, oğlumun arkadaşı bir Yunanlı tüccarın kızı ve karısı ile tanıştık. Sonraları Beyoğlu ve Tarabya'da geçirdiğimiz güzel vakitleri hep onlara borçluyuz. Bizans hükümdarlarının gözde yazlık mesire yerleri olduklarından "Prens Adaları" ismi ile anılan bu dokuz adanın bugün yalnız dördü meskundur. Diğerleri çıplak kayalardan ibarettir; bununla beraber bu kayaların üstünde de bazı manastır harabelerine rastlanıyor. Türkler bu adalarda bulunan demir madeninin renklendirdiği taşlara bakarak, buraya "Kınalı" ismini vermişler. Biz - 1 2 -

yalnız Sir H.Bulwer'in Sefir olarak İstanbul da bulunduğu sıralarda bir anglo-sakson şatosu inşa ettirdiği (1) Yassı Ada nın yanına kadar sokulduk. Söylentilere bakılırsa, bugün pek az bir kısmı kalmış bulunan bu şatoda, tamamiyle Türk tarzı bir çok tesis mevcut imiş. Gelişimizden bir kaç gün sonra idi, İngiliz Sefiri ile bu adaların en büyüğü olan Büyük Ada'ya, oranın ileri gelen Rum ailelerinden birine öğle yemeğine gittik. Denizden dik bir şekilde yükselen bu ada iki tepeden meydana geliyor. Orta kısmındaki derin vadi tamamiyle çam ağaçları ile kaplı. Kuzey kısmında bulunan büyük tepenin bütün etrafını ise muntazam bir araba yolu çeviriyor. Bu yoldan karşı sahil, Asya kıyıları görünüyor. Yolun hemen altında, denize kadar uzunan harikulâde güzel bahçeler ve bu bahçelerin içinde şahâne villalar var. Burada gördüğüm gül bolluğunu ömrümde hiç bir yerde görmedim. Esasen her şey burada bir tropik ihtişamı içinde gelişmekte. Büyüklükte, bu adadan sonra gelen Heybeli ve Burgaz'a gidemedik fakat bir kaç defa çok yakınlarından geçtik. Bunlar da tıpkı Büyük Ada gibi çamlık, yalnız sahil kısımları daha kayalıklı. Adaların havası umumiyetle yumuşak. İstanbul ve Tarabya'ya nazaran iklim daha yeknesak. Sefaret erkânı yaz için Boğaz'a taşınmadan önce, güzel havalarda ekseriya Büyük Adaya giderlermiş. Tabii Galata Köprüsü ile Adalar arasında işleyen muntazam vapur seferinin bu hususta katkısı da çok t>üyük. Adaları geçtikten sonra büyük bir merakla İstanbul'u görmeye çalışıyorduk. Çok geçmeden her birinde bir cami yükselen yedi tepe üzerinde kurulmuş bu güzel şehrin, sisler arkasında siluetini fark edebildik. Hava şartlarının müsait olmamasına rağmen ilk intibaımız, bu şehrin şimdiye kadar görmüş olduğumuz, bütün ülkelerden daha güzel olduğu idi. Büyük bir şans - 13

eseri bu manzarayı daha sonraları bir çok defalar değişik saatlerde gördük. Öğle güneşinin göz alıcı hüzmeleri altında, akşamın ölgün ışıklarında, gurubun kızıllığında, şehrin varlığını gösteren pencerelerden süzülen aydınlıkların, eridiği gece karanlığında ve hepsinden daha nefis, daha büyüleyici mehtapda, bütün şehri en ince teferrüatına kadar, görebildiğimiz o son derece parlak ay ışığında. Her saat ve her ışık altında, Marmara'dan İstanbul'un görünüşü emsalsiz bir güzellik taşımakta. Alçak tepelerin zarif silueti, değişik renkler, şâhâne binalar hep bir arada sanki Stockholm, Venedik ve Napoli koyunun bütün güzelliği bir bütün olarak bu şehirde toplanmış. Güneş ışıklan altında parlayan renk armonisi insanı âdeta meftun ediyor. Üsküdar, Beyoğlu, Surların ötesindeki ölüler bölgesine ilâveten bu gün birer terkedilmiş mezarlık olan cami avlularında, yükselen ka kara selvilerin meydana getirdiği koyu fon ile, büyük bir tezat teşkil eden bembeyaz minareleriyle camiler, bütün nazarları üzerlerine çekmektedir. Evlerin damlan umumiyetle kiremit renginde. Bahçelerde geniş, parlak yeşil yapraklı çınar ağaçları ve bütün bunların üstünde lekesiz mavi bir gökyüzü, öyle bir mavilik ki burada bir kaç hafta kaldıktan sonra insan, bulutlu Ingiliz semalarını âdeta özlüyor. Bu sisler arasında bir şeyler görmeye çalışırken, biri, Sefarethaneye ait bir motorun yaklaşmakta olduğunu söyledi. Biraz sonra Ingiliz bandıralı muşu ve güvertesinde ayakta duran oğlumu (*) gördük. Muş, bizi yeşil ağaçlar arasından beyaz mermer köşklerin göründüğü Saray Burnu'nu geçip, Galata Köprüsünün dış kısmında Haliç ağzında demir atıncaya kadar takib etti. Sonra gemiye yanaştı ve oğlum, yanımıza geldi ve etrafımızı saran, bu insana hayat bahşeden güzelliği beraberce (*) İngiliz Sefaretinde kâtip. - 14 -

seyrettik. Sağ tarafımızda Galata, Beyoğlu ve karşı sahilinde Üsküdar'ın yükseldiği Boğaz girişi; sol tarafımızda Saray Burnü ve bütün eski İstanbul, tam karşımızda ise Galata Köprüsünün arkasında gizlenmiş ve Kâğıthaneye doğru kıvrımlarla uzanan Haliç yatıyordu. Çok eski zamanlarda harp gemilerinin içeri girmesine engel olmak için Haliç'in ağzına kalın bir zincir gererlermiş. Geminin etrafını yüzlerce büyüklü küçüklü kayık sardı. Kayıkçılar her dilden haykırıyor, işaretler yapıyor ve müşteri celbetmek için çırpmıyorlardı. Gemiden ilk ayrılan o vahşi Karadağlılar ile Arnavutlar oldu. Eşyaları ile birlikte küçük kayıklara doluşup uzaklaştılar. Bazı yolcuları Geze ve Cook acentalarınm adamları karşılıyor, gümrüğe kadar götürüyordu, buranın yerlisi olduğu anlaşılan bazı yolcular ise kendi hususî sandalları ile gidiyorlardı. Biz, bu eğlenceli manzarayı sonuna kadar uzun uzun seyrettik. Kendimizi bütün bu insanlardan çok üstün hissetmeye başlamıştım. Kavasın nezaretinde bagajımız gümrük muayenesine bile tabi tutulmadan muşa yerleştirilmişti. Biz de yerlerimize oturduk ve Saray Burnu'nun tam karşısına isabet eden Haliç, Marmara ve Boğaz sularının meze olduğu bir nokta olan Tophane rıhtımına çıktık. Boğazın karşı kıyısında Kırım muharebelerinde hayatlarını kaybeden bir çok meşhur insanın son istirahatgâhı olan o güzel İngiliz mezarlığının bulunduğu Üsküdar yükseliyordu. Rıhtıma çıkınca eşyalarımızı kavasa bırakarak iki küçük Arap atının çektiği bir arabaya bindik. Beyaz mermer üzerinde arabesk taızı oymalı o nefis I oplıane çeşmesinin önünden geçerek, Yeni Çarşı'nın geniş yolundan yukarı Beyoğlu caddesine çıktık. Küçük cesur atlar bu dik yokuşu tırmanırken yol kenarında uyuyan köpekleri ezmemek için zaman zaman büyük bir çeviklikle istikamet değiştiriyorlardı. Etrafta bu kö - 15 -

peklerden bol miktarda vardı. Bazıları uyuyor, bazıları da süprüntüler arasında yiyecek bulmaya çalışıyorlardı. Hayat onlar için pek kolay değildi. Bu aç, sıska yüzler köpekten ziyade kurda benziyordu. Zamanla bunlara karşı bir sempati duymaya başladım. Kaldığımız otelin yakınındaki meydanlıkta bunlardan tam onüç tane vardı. Hepsini tanıyordum. Her sabah teker teker gece maceralarından dönüşlerini seyrederdim. Gündüzleri ekseriya uykuda olurlardı; fakat daima dostça bir iltifata son derece müteşekkir olduklarını belirtmekten geri kalmazlardı. Umumiyetle renkleri kirli sarı olmakla beraber her nevi siyah, beyaz ve sarı karışımına rastlangbilirdi. Sokakta doğmuş olan köpek yavruları son derece korkusuz, arsız birer serseriydi. Yeni Çarşı'nın üst kısmından Sefaretlerin, Legasyonlarm ve şık mağazaların bulunduğu Beyoğlu caddesine döndük. Karşıya geçerek sola saptık ve bizim Sefaret duvarlarının bitiminde oğlumun bizim için yer ayırttığı otele vardık. Buradaki oturma odasının hakim olduğu manzara hakkında bir fikir verebilmek son derece güç. Aşağıda uzanan Haliç ve onun ardında yükselen eski İstanbul. Hemen altımızda İç Köprü (Unkapam Köprüsü) ve onun üst kısmında yatan son derece zarif 10-12 tane zırhlı. Yıllardan beri şamandıralarını* hiç terketnıemiş olan bu gemilerin tamamiyle çürümüş olduğu ve şayet yerlerinden kımıldatılırsa derhal denizin dibine'batacakları söyleniyor. Türk Donanmasında Amiral olarak vazife gören bir Ingiliz bu gemilere girmesine müsaade edilmediğini söyledi. Herhalde bu çürüme hakkında bir rapor verir korkusundan olacak. Sağ tarafımızda Saray Burnu'nun Haliç'e bakan kısmı, arkasında yükselen Ayasofya ve Aya İrini. Bizim tarafta hemen pencerenin altına isabet eden kısımda ise bugün artık kullanılmayan ve Türk mezarlıklarına kıyasla son derece bakımsız bir durumda bulu - 16 -

nan "Petits Chanıps des Morts"u (2) görebiliyorduk. Buradan dik bir yokuş, bu semtin en mühim ticaret merkezi olan ve Beyoğlu ile tünel ve tramvay bağlantısı bulunan Galata'dan Haliç'e uzanan çok işlek bir yola iniyor. Sağ tarafta, İstanbul ile aramızda Haliç kıvrıla kıvrıla Eyüb'e doğru uzanıyor. Hiç bir Hıristiyanın bugüne kadar giremediği Eyüb Sultan Camii burada. Osmanlı hanedanının ilk padişahı Sultan Osman'ın kılıcı da bu camide muhafaza edilmekte imiş. Tahta çıkan her padişah, Mevlevi Şeyhi tarafından icra edilen bir merasimle bu kılıcı kuşanırmış (3). Bizdeki taç giyme merasimine tekabül eden bir merasim olsa gerek. Haliç, Kapalı Çarşı, Kâğıthane, Göksu, Sarayburnu, Ayasofya; her biri sayısız büyüleyici tedâilere yol açan- bu isimler, bizde bu güzel şehri bir an evvel görmek sabırsızlığını uyandırıyor. - 17 -

GALATA KÖPRÜSÜ Ne için acaba bütün bu insanlar her sene tekrar tekrar Almanya, İsviçre ve Roma'ya gidiyorlar da yolculuklarını bir kaç gün daha uzatarak yepyeni bir âlem olan, mükemmel bir iklime sahip İstanbul'a gitmiyor? Roma'daki Trevi Çeşmesi ve Nil nehri için söylenen sözler aynen Boğaz suları için de söylenebilir: Bunları bir defa gören insan daima bu yerleri görme arzusunu içinde duyar. İstanbul şehir merkezi belki bir dinlenme mahalli değildir. Fakat Tarabya, isminden de anlaşılacağı veçhile, yorgun zihinler için tam bir tedavi ve istirahat yeridir. İstanbul'a yaklaşılıp Haliç'e girerken görülen manzaralar defalarca yazılmıştır. Fakat Boğaz'da önümüze serilen bu muhteşem panorama karşısında, bütün kalemler tanıamiyle âciz kahyor. Bu peri diyarını aydınlatacak bir güneşin bulunması gayet tabiî, fakat burada mayıs ayından itibaren Marmara Denizi baştan başa göz kamaştırıcı ışıklarla kaph. Pırıldayan cami kubbeleri, her mabedin etrafında yükselen beyaz mumları andıran minareler, parlak beyaz mermer cepheleriy - 19-

le sayısız saraylar, kahverengimsi damları ve grimsi ahşap balkonlarıyla denizde akisleri yansıyan Türk yalıları ve etraflarında yükselen kara selviler, Boğaz'm iki yakasındaki yeşil yamaçlar ve suyun bizzat kendisi, beyaz sırma dalgacıkların oynaştığı mavi bir atlas kurdele ve hareket halinde renk renk yelkenliler. Bütün bunlar bir arada hiç bir yerle kıyas edilemeyecek müstesna bir tablo yaratıyor. Ve meşhur Galata Köprüsüne ilk ayak bastığımız zaman her şeyin düşündüklerimizin ne kadar fevkinde olduğunu gördük. Burada bütün dünya milletlerini göreceğimizi tahmin etmiştik, ve görüyorduk da. Fakat bir şaline üstünde gibi değil, hayatın hakiki akışında olduğu gibi. Sanki Babil Kulesi (4) şimdi düşmüştü de bunlar Şinar Ovası'ndan üzerimize doğru dökülüyorlardı. Sâmi ırkını temsil eden her çeşit Yahudinin yanı sıra, derin yüz çizgileri, dik burunları, çıplak ayakları ve sarındıkları kahverengi veya beyaz peştamalları, başlarında kaim beyaz sargılarıyla Araplar da vardı. Afrika ise, her çirkinlik derecesindeki kadın ve erkeğini buraya yollamıştı. Yuvarlak yüzlü, küçük gözlü, basık burunlu hakiki Moğollar da eksik değillerdi. Çinliler ve Malaya'- lılara pek fazla rastlanmamakla beraber bu sarı yüzlü, düz siyah saçlı, mukaddes krallık mensuplarına da tek tük tesadüf etmek mümkündü. Aryeıı ırkının Avrupa ve Asya'dan gelme pek çok mümessilini görüyorduk. En çok göze çarpanlar ise beyaz kısa etekleri, sırma işlemeli ceketleriyle yakışıklı Yunanlılar, bol elbiseleri ve siyah başlıklarıyla İranhlar, kaba koyun, pöstekileri içinde Arnavutlar ve ekseriya Türkler gibi giyinmiş fesli Ermeniler idi. Bunlardan başka göğüsleri fişeklerle süslü, yanlan kılıçlı, belleri bıçaklı Çerkesler, uzun kahverengi külahlı dervişler, millî kıyafetleri içinde fesli Türkler ve bunların arasına karışmış Hintliler ve Buha -20-

ra'lılar da vardı. Bu erkek kalabalığının arasına serpiştirilmiş kadın miktarı da tahminin çok üstünde idi. Rahat ve korkusuz Köprüyü geçmekte olan bu beyaz, kırmızı, mavi, yeşil ve mor renkli kıyafetlere bürünmüş kadınların, şeffaf peçeleri arkasında parlayan siyah gözlerinden başka bir şey görmek mümkün değildi. Bu siyah gözler umumiyetle Şark kadınının en büyük güzelliğini teşkil eder. Türk, İran, Yunan ve Çerkeş kadınlan bu parlak renkli biçimsiz ferace denilen kıyafet içinde, birbirleriyle âdeta rekabet halindeler. Bir çokları yaşmaklı veya peçeli, bazıları da sanki dişçiye gidiyorlarmış gibi yüzlerini beyaz tüllerle sarmışlar. Hareketleri zarif değil. Hepsi, genci de ihtiyarı da, paytak paytak yürüyorlar. Halbuki Beyoğlu frenkleri son moda Paris kostümleri içinde, tıpkı Boulevard'daki hemşireleri gibi canlı ve edalı. Tabii burada her renk, daha doğrusu renksiz paçavralar içinde, büyük bir dilenci kitlesi de mevcut. Bu lime lime giysilerini nasıl çıkarıp giyiyorlar büyük bir muamma. Belki hiç çıkarmıyorlar ama dinlerinde her gün beş defa aptest alma mecburiyeti var. Galata Köprüsü muazzam bir faaliyet içinde. Haykırmalar, bağırmalar hiç durmuyor. Herkes Haliç'in bu kıyısında yahut öbür kıyısında, Beyoğlu veya İstanbul tarafında bir iş takib etmekte. İnsanlar koşuşuyor, birbirlerine çarpıyor, hattâ ağırbaşlı Türkler bile bu sele kapılmış gidiyorlar. Bu meyanda dilencilere, yankesicilere, ve yardım teklifinde bulunan kılavuzlara çok dikkat etmek lâzım. Vapurlar durmadan düdük çalıyor, isli karabuharlannı etrafa saçıyorlar. Eski Köprü, at ve araba gürültüleri altında sallanıyor ve inliyor. Yayalar 20 para, arabalar ise 5 kuruş Köprü parası ödüyorlar. Günde toplanan para 400 Türk Lirasını buluyormuş. (Bir Türk Lirası 188-21 -

Şilingdir.) İstanbul bugün, hiç bir şekilde terkedilmiş, zayıf düşmüş Ortaçağ'ın Bizans'ı değil, bilâkis hayat dolu, canlı, çarpan bir kalp. Doğu ve Batı'yı kendinde birleştirmiş olan bu şehir Ortak Pazar için düşünülebilecek en mutena, en uygun bir nokta. Türklerin iftiharla baktıkları bu yere komşularının boş bir ümitle gözdikmiş olmalarına hayret etmemek lâzım. (Hasta Adam) hakkında ne söylenirse söylensin Türk'ün henüz ölmek niyetinde olmadığını gösteren birçok emareler var. Türkiye, onu yutmak istiyenin boğazından geçmiyecek kadar büyük ve sert bir lokma olduğunu ispat edecektir. Metin ve kuvvetli olan hakiki Türk 400 seneden fazla bir zamandan beri "Benim" dediği bu ülkeyi başkalarına vermemek için ölünceye kadar savaşmaya kararlı (5). Türkleri tanımak, onların zayıf ve kuvvetli taraflarını keşfetmek çok zor. Bir milletin milyonda biri ile karşılaşmış insanların, o milletin umumî karakterinden sözetme cesaretine hayran kalmışımdır, ve kendim böyle bir hataya düşmek istemiyorum. Türkler hakkındaki bilgim, kısa ziyaretim esnasında Boğaz'da tanıştığım insanlara inhisar etmektedir. Bunun umuma teşmilini başkalarına bırakıyorum. Esasen, kendi müşahedelerime dayanarak bazı hükümlere varmak imkânını bulduğum zaman, dahi Türklerin yabancılara karşı çok ketü m davrandıklarını, bilhassa iç işlerini ve aile hayatlarını tam bir gizlilik içinde tuttuklarını gördüm. Buna rağmen sokakta bunların asil, kibar, hareketleri dikkatinizi çeker. En fakirlerinin bile çocuklara sevgi, düşkünlere şefkat ve hayvanlara merhamet besledikleri görülür. Dünyanın hiç bir yerinde İstanbul sokaklarındaki gibi köpeklere bu derece sabırla muamele edilemez. Köpekler de buralardan tesadüfen geçen bazı seyyahların göstermek istedikleri gibi ne vahşi ne de can sıkıcı. - 22 -

Şehri kendi aralarında parsellemişler. Beş, on veya yirmişer adetlik gruplar halinde, kendilerine ait diye kabul ettikleri bütün bir sokağı veya sokağın bir kısmına yerleşmişler. Bu mukaddes hududu geçen yabancının, insan veya köpek olsun, vay haline. Eski Roma'da olduğu gibi her yabancı bir düşmandır ve ona göre muamele görür prensibini güdüyorlar. Diğer hususlarda sokak köpekleri fevkalâde sakin olup bir parça kemiğe veya iyi bir muameleye son derece müteşekkir olduklarını gösterirler. Aleyhlerinde ne söylenirse söylensin bunlar da tıpkı diğer köpekler gibi, fırsat verildiği zaman, teşekkürlerini belirtmek için kuyruk sallamasını biliyorlar. Sahipleri gibi bunlar da son derece pervasız. Arabalar geçerken yerlerinden bile kımıldamıyorlar ve ezildikleri zaman da acı bir uluyuşla kadere boyun eğiyorlar. Her zaman kayıtsızca hareket eden arabacılar ellerinden geldiği kadar bu köpekleri ve onlara ümit bağlamış ailelerini rahatsız etmemeğe ve ezmemeye çalışırlar. Birkaç gün evvel duyduğum bir hikâyeyi anlatacağım: Bir zamanlar Balkanlarda çok şiddetli bir kış olmuş. Aç kalan kurtlar ovalara inerek şehirleri tehdide başlamışlar. Bunun üzerine köpekler mevzilerinden çıkarak aralarındaki rekabet ve çekişmeyi bir tarafa iterek birleşmişler ve büyük sürüler halinde şehir dışına giderek kurtlara hücum etmişler. O kadar çok kurt öldürmüşler ki düşman korku içinde geldikleri yere gitmiş ve köpekler de gene gruplar halinde kendi mıntıkalarına dönmüş ve eski mücadeleli hayatlarını sürdünnüşler. Sokaklar son derece bozuk yapılmış. Tramvay, araba ve hamallar arasında yürümek hem zor hem yavaş. Şehir çok gürültülü. Halk tabakası son derece yüksek sesle konuşuyor. Fakat sokaklarda kavgaya pek rastlanmıyor. Hele sarhoş erkeğe veya sarhoş kadına hiç bir yer - 23 -

de rastlanmaz. Şayet bir sarhoş görürseniz bunun bir Türk olmadığına emin olabilirsiniz. Bizdeki hemen her kavganın, hatta her cinayetin sebebinin sarhoşluğa dayandığını hatırlarsak, bunun ne demek olduğğunu daha iyi anlarız. Bir İngiliz papazı İngiltere'yi ayık görmektense hür görmeyi tercih ettiğini söylemiş. Türkler hem ayık lıenı de hür. Söylentilere göre, yüksek tabakadan bazıları gayet serbest şampanya ve hattâ daha sert içkiler içiyorlarmış. Üst tabaka, her yerde olduğu gibi, Türkiye'de de bir istisna teşkil etmektedir. Esasen bir millet hakkında bir hükme varmak için üst tabakaya değil orta ve alt tabakaya bakmak lâzımdır. Her memleketin bel kemiğini teşkil eden bu iki sınıf henüz içki müptelası değildir. Bu doğrudan doğruya kendi hür iradeleriyle Peygamberlerine olan hörmetten ileri gelmektedir. Alt tabakada içki iptilâsı başlarsa Türkiye'de neler olacağını düşünmek bile korkunç. Tatar ve Moğol ecdadından tevarüs ettikleri bu sert, yırtıcı ruhu ehlileştirmek için eğitim çok az bir ilerleme kaydedebilmiştir. Cami önünde toplandıklarını gördüğümüz zaman ufak bir tahrik neticesi arslanlar ve kaplanlar üstünüze atılacakmış gibi bir ürkme duyarsınız. Türklerin Hıristiyan dininden nefret ettiklerini zannetmek büyük bir hata olur. Bilâkis ona hörmet ederler. Onlardan, Hıristiyan olarak değil, Ermeni, Bulgar ve Rus diye nefret ederler. Hiç bir memlekette Türkiye'de olduğu gibi ayrı inançtan kimselere yüksek mevkilere gelme şansı tanınmamıştır. Burada yalnız bakanlar arasında değil, devletin mühim sırlarının tevdii edildiği sefirler arasında bile Hıristiyanlara rastlanır. Bir adamın vurulduğu zaman Bulgar diye mi yoksa Hıristiyan diye mi öldürüldüğü fark edilmez. Mamafih gördüğüm ve anladığım kadar bu nefretin menbaı dinden ziyade milliyete dayanıyor. - 2 4 -

Avrupa medeniyeti ile yakın temasta olan Türkler, bir raddeye kadar hayranlık duydukları bu hayattan kalben nefret etmekteler. Buna rağmen, bilhassa üst tabakalarda Avrupa medeniyetinin tesiri çok açık bir şekilde görülmektedir. Ve iyi tahsil görmüş kültürlü bir Türkün arkadaşlığından daha cazip bir şey tasavvur edilemez. Yalnız unutmamak lâzım ki Türkler ırk olarak Avrupaileşmemişlerdir, ve korkarım hiç bir zaman da bu gerçekleşmiyecektir. Bedenen ve ruhen kuvvetli ve aynı zamanda çok zarif olan bu ırk doğuştan sert tabiatlıdır. Başka milletlerden kadınlarla evlenme neticesi bugün yetişen yeni nesil çok daha yumuşak ve mutedil olmakla beraber gene de Avrupa'da kendilerini evlerinde gibi mesut ve rahat hissetmemektedirler. Zira halâ Avrupa'nın onlara, Hıristiyan kuvvetlerin çekişmesi neticesi ortaya çıkan Haçlı Seferleri devrindeki nazarla baktığını biliyor ve, Avrupa'yı Asya'ya birleştiren bu köprübaşı ellerinde bulunduğu müddetçe de savrulacak tehditlere karşı bir cephe alma mecburiyetini hissedeceklerdir. Rusları Yeşilköy'de eski Bizans surlarının bir karış ötesinde görmüşlerdi. Şayet İngiliz donanması Çanakkale'yi geçip toplarıyla müdafaasız Rus ordusunu tehdit etmemiş olsaydı, onlar kolayca İstanbul'a hücum edebilirlerdi. Hükümdarlar ne düşünür bilemem ama, şayet Boğaz'da bir altın köprü kurulsa, yani eski günlere dönme imkânı sağlansa, kaç kişinin buna karşı çıkacağını bilemem. Akıncı bir ruh taşıyan bu insanlar zannederim halâ onun özlemi içindeler. At sırtında olmak, Selâmlık dairesinin ipekli yastıkları üstündekinden daha ziyade onları mesut eder. Ama o zaman Suriye, Mısır ve Ermeni'lere ne olur tahmin etmek güç. (6). Ecnebilerin dikkatini çeken diğer bir husus da İstanbul sokaklarında ahlâk dışı hareketlere bilhassa Türk kadınları arasında kesinlikle rastlanılmadığıdır. - 2 5 -