sabah ülkesi SAYI21 Kasım 2009 üç aylık kültür ve sanat dergisi



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

Anlamı. Temel Bilgiler 1

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

KADIKÖY ANADOLU LİSESİ

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Sevgili dostum, Can dostum,

6. SINIF TÜRKÇE DERS BİLGİLERİ

Evliliğin Yazısız Kuralları!..

17 Eylül 2016 Devlet Sanatçısı Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca Özel Konseri. Hazırlayan ve Yöneten Halil İbrahim Yüksel. Sunum Metni Bilge Sumer

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

ALEXANDER RUSSEL WEBB-MUHAMMED

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS FIKIH I İLH

tarafından yazıldı. Pazartesi, 13 Ağustos :33 - Son Güncelleme Pazartesi, 13 Ağustos :52

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

İÇİNDEKİLER. Takdim... 9 İTİKAD ÜNİTESİ. I. BÖLÜM Din Din Ne Demektir? Dinin Çeşitleri İslâm Dini nin Bazı Özellikleri...

Nükhet YILMAZ HAYAT BİLGİSİ Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası nı kutladık. Halk ekmek fabrikası gezisine katıldık. TÜRKÇE * Dilbilgisi:

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Gençlik Eğitim Programları 7. SINIF SİYER-İ NEBİ

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

İlmihal 1 Siyer 1 Ahlak 1 İlmihal 2 Siyer 2 Ahlak 2 İlmihal 3 Siyer 3 Ahlak 3 İlmihal 1 Siyer 1 Ahlak 1 İlmihal 2 Siyer 2 Ahlak 2 İlmihal 2 Siyer 3

GENÇLİK EĞİTİM PROGRAMLARI

Bilmeceli-Bulmacalı-Oyunlu. Namaz Kitabım. Bilal Yorulmaz

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

YASIYOR. MUYUZ. SASIYOR.. MUYUZ? Bismillahirrahmanirrahim MUHİDDİN YENİGÜN. (e-posta: yayınevi sertifika no: 14452

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

Kadir Akel "Dert Etme Allah Yeter" diyor. Bunu da neden dediğini bize böyle açıklıyor.

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

Hac & Umre Kültür Turları Uçak Bileti

Esmâu l-hüsnâ. Çocuklar ve Gençlere, 4 Satır 7 Hece

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

İstanbul İmam Hatip Liseliler Derneği

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

Genç Yazar Muhammed Akbulut Edebiyat alanında popüler olmaktan ziyade gençlere örnek olmak isterim.

(1) BÜYÜK PEYGAMBER (S.A.A) KONULU, BÜYÜK YARIŞMA

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. "dipnot

Benimle Evlenir misin?

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Taliban Esaretinden İslam a

ZAMBAK 7.Sınıf Din Kültürü Konu Başlıkları

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Hayırların babası olarak anılan,

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

İletişim, hem güçlerimizin farkında olmak, hem de zayıflıklarımızın üstesinden gelmek demektir.

Artık cemaat değil dindar bireyiz

Biz yeni anayasa diyoruz

ÜMMETİN GELECEK NESLİ ÇOCUKLARIMIZA NAMAZ EĞİTİMİ NASIL VERİLEBİLİR? Gelecek Nesle Doğru

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Doç. Dr. Rıza BAĞCI

Gıybet (Hadis, Tirmizi, Birr 23)

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir.

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

lkokul Eğitim Koordinatörü

Prof.Dr. Jeffrey H. Lang ın İlk Namazı

Azrail in Bir Adama Bakması

Suriye'den Mekke'ye: Suriyeli üç hacı adayının hikâyesi

1) İngilizce Öğrenmeyi Ders Çalışmak Olarak Görmek

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

Transkript:

sabah üç aylık kültür ve sanat dergisi SAYI21 Kasım Röportaj: Salih Dülger Diller Arası Yolculuklar Zeynep Kaya Şairin Alnından Öptüğü Mimar: Turgut Cansever Denizden Uzak Bir Liman Şehri: Rotterdam Osmanlıda av tutkusu ve yırtıcı kuş yetiştiriciliği

ICINDEKILER 20 24 Franz Kafka Klasik ve modern edebiyatın sürrealist gerçeği... Mahmud Bülbül 04 06 08 12 Traduttore, traditore... H. Yavuz Aytekin Diller Arası Yolculuklar Zeynep Kaya Suskunluğa Adanmış Bir Kitap Yahya Kurtkaya Röportaj: Salih Dülger 18 26 Şairin Alnından Öptüğü Mimar: Turgut Cansever Enes Bayraklı Osmanlıda av tutkusu ve yırtıcı kuş yetiştiriciliği Yusuf Temurtaş 34 Goethe nin Dilinde Doğu Sesleri Bünyamin Kasap 36 Tanıtım Kitap 37 Tanıtım Film son ülke Vilâdet-i Hüsn ü Aşk 38 Şeyh Gâlib 29 32 Şeyh Galip Bülent Esin Denizden Uzak Bir Liman Şehri: Rotterdam Onur Şimşek Bela Bartok ve Müzik- Kimlik İlişkisi Üzerine Yusuf Kocamaz Yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

editörden sabah Sahibi Islamische Gemeinschaft Milli Görüş IGMG e.v. Amtsgericht Bonn, VR 6621 Vertreten durch den Vorstand: Osman Döring, Vorsitzender Oğuz Üçüncü, Generalsekretär Ali Bozkurt, Stellv. Vorsitzender Genel Yayın Yönetmeni Ünal Koyuncu Yazı İşleri Müdürü Yusuf Dursun Yayın Kurulu Abdülgani Karahan Bülent Esin Enes Bayraklı Hüsnü Yavuz Aytekin Yahya Kurtkaya Yusuf Kocamaz Zeynep Kaya Layout musdi Baskı Yavuzsöhne-Duisburg İrtibat sabah@sabah.net Boschstrasse 61-65 50171 Kerpen Almanya Yıllık Abone ücreti: 59,- EURO Jahresabonnement: 59,- EURO IGMG Genel Merkez üyeleri ücretsizdir. Für Vereinsmitglieder der IGMG kostenlos. Der Bezugspreis ist im Mitgliedsbeitrag enthalten. Sabah Ülkesi Dergisi 12.000 adet basılıyor olup: Türkiye, Bosna-Hersek, Lichtenstein, Mısır, Avusturya, İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Almanya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Fransa, İngiltere ve İtalya ya dağıtılmaktadır. Merhabalar, Sabah Ülkesi döneminin toparlayıcı, temsil edici ve geleceği gözetici bir dergi olma isteğini, her yeni sayısıyla yoluna daha iyi bir dergi olarak devam etme kararlılığını artan bir enerji ve şevkle sürdürüyor. Belli başlı çerçeveleriyle kültür ortamının bir bataklığı andıran dibe çekici çağrısına neden kulak verelim. Çok yönlü ve çok cepheli kültürel bağnazlık, sosyal yutturmaca düzeneği edebiyata prim vermiyor. Neden versin! Küçümsüyor. Neden küçümsemesin! Şiire, romana, öyküye, müziğe, sinemaya burun kıvırıyor. Yeni sayımızda kapaktan batı dillerinde Türk edebiyatına ufak bir giriş yapıyoruz. Bunun yanında kıymetli büyüğümüz ve hocamız Salih Dülger beyefendi ile eğitim konusu üzerine çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir röportajı da sayfalarımızda bulacaksınız. Bunun yanında gene mimari, şehir, sinema, biyografi, kitap yazılarımızla karşınızdayız. Her buluşmamızda gönlümüzü ve zihnimizi karşılıklı emanet aldığımızı ve bunun bir sorumluluk gerektirdiğini hatırlamakta belki yarar vardır. Bir değerde hep beraber buluşmanın ve ruhsal anlamda çoğalmanın örneği olsun gelecek sayılarımız. Bu sayıdaki gecikme için özür dileriz. Hoşçakalın. sabah 3

Traduttore, traditore Traduttore, traditore [her çeviri bir ihanet gibidir] Benedetto Croce 4 sabah

Çevirmen [burada] anlaşılması gereken manayı metnin muhatabının içinde bulunduğu bağlama taşımalıdır. Bu, malum olduğu üzere çevirmenin, yazarın kastettiği manayı tahrif etmeye hakkı olduğu anlamına gelmez. Bilakis, mana korunmalıdır; ancak yeni bir dil dünyasında anlaşılması gerektiği için mana sözkonusu dilde yeni tarzda zuhur etmelidir. -Hans Georg Gadamer- H. Yavuz Aytekin Croce nin hicve malzeme olarak kullandıkları mezkûr ihaneti varlığını Türkçe üzerinden tahakkuk ettirmeye talip olanlar çok yakinen tanımaktadırlar. Eğer dilimizde de çevirmen kelimesi hain, hayırsız, uğursuz gibi müstesna sıfatlarla bir telaffuz benzerliği gösterse idi, benzer atasözlerinden oluşan bir risale beşeriyete tarafımızdan armağan edilmiş olurdu şüphesiz. Çevirmen ne ile iştigal eder ve neyin peşindedir hakikaten? Bana kalırsa çevirmen ana dili dışında en az bir dili daha hissedebilen ve kaynak dilde okuduğu bir metne çok benzeyen başka bir metni amaç dilde de yazabilen kişidir. Evet; orijinal metin ile onun çevirisi birbiri ile -tercihen azami ölçüde- benzerlikler gösteren, ancak birbirinden farklı iki metindir. Çevirmen ise bu iki metin arasındaki benzerliği mümkün mertebe yakalamaya çalışır/çalışmalıdır. Meselenin derununa biraz daha yakinen vakıf olduğumuzda bu ihanet suçunun sadece çevirmenlere isnat edilemeyeceğini... Feylesoflar, yazarlar, şairler, sanatkârlar ve daha niceleri sözkonusu ithamdan nasiplerini ziyadesi ile alırlar bu kertede. Zira ne yazarlar muhayyilelerinin tamamını [eksiksiz- gediksiz] yazarak ifade etmeye muktedirdir, ne de şairler maksadım hasıl oldu, söyleyeceğimi söyledim mutmainliğini bir çırpıda ve ağrısız-sancısız kesbedebilirler. Ne kelimeler kolayca birbirlerinin yerlerine ikame edilebilecek parçacıklardır, ne de dil bir yap-boz. Her biri kendine mahsus bir titreşimi taşıyan kelimelerin belirli bir tasavvur yükü vardır. Masa ve sandalye gibi bir çırpıda diğer bir dile tercüme edilebileceğini düşündüğümüz kelimeler dahi her dilde sözkonusu dilin varlık imkân ve şartları ile alakalı olarak- değişik titreşimlere sahip olabilmektedirler. Almanca da, özlü sözleri ve gösterdiğinden daha fazla manaya yüklü kelimeleri tavsif etmek için Latince pregnans[hamile] kelimesinden mülhem prägnant sıfatı kullanılmaktadır. Kelimelerin hususiyetlerinden birini pek güzel ifade edebilen bir sıfat. Basit kelimelere başka dillerde çok yakın, daha net karşılıklar bulunabilmekte iken, kimi karnı burnunda, yüklü kelimeler tercüme esnasında aşeren bir kadınla uğraşırcasına insana akla karayı seçtirebilmektedir. Bir dilde yazılmış bir metni başka bir dilde yeniden meydana getirebilmek için iki uç kutup, manaya sadakat ve metne sadakat arasında bir yol tutma mecburiyetindeyizdir. Çevrilen metnin cinsine, yazıldığı dilin hususiyetlerine ve çevirinin amacına bağlı olarak bu iki kutuptan birisine daha fazla meyledilebilir. Manaya sadık çevirilerde ortaya çıkan çeviri metin amaç dilin yapısına ve özelliklerine diğerine nispeten çok daha uygundur. Metne sadakat öncelenerek yapılan bu tür çeviriler orijinal dile parantez içinde ve dipnotlarda yapılan referanslarla açığı önemli ölçüde kapatabilirler ancak dipnotlar sırtüstü yatıp okumayı tercih edenler tarafından görüntü kirliliği derekesine indirilip ciddi bir rahatsızlık kaynağı da olabilirler. Metne sadık kalınarak yapılan mot à mot çeviriler mukayeseli okumalarda önemli kolaylıklar sağlasa da, amaç dilde tatsız-tuzsuz ve kuru bir metnin ortaya çıkmasına sebep olur. Metin insana her mütalaada aynı hazzı ve hissi vermeyen bir canlılığa sahiptir. Bir metni her okumamız onunla o sefere has olan bir özne-nesne bağı kurmamıza vesile olur. Metni oluşturan kelimeleri de canlı bir vücudu meydana getiren küçük canlı hücrelere benzetebiliriz. Kelimelerin titreşimlerinin oluşturduğu ahenktir metne bu lahuti canlılığı veren. Kelimelerin yerine başkalarının konulması şöyle dursun, cümle içinde yerlerinin değişmesi bile bu ahengi yok eder. Ahengi yok edip o ahengi başka dilde tekrardan kurmak isteyen çevirmen ne kadar titizlenirse titizlensin orijinal dildeki bir sefere has o ilahi ahengi kâmilen taklit edemez. Olsun, en azından iyi niyet sahibidir. O ahengi bir başka dilde kurmaya gayret göstererek farklı bir dünyanın rayihasını başka dünya insanlarının burunlarına da sunmaya gayret eder çünkü. Ancak adına sadeleştirme dediğimiz ve faillerinin henüz genel-geçer bir isme sahip olmadıkları bir tür garip faaliyet İtalyanların kültür dünyasını henüz bizimkisini sarmaladığı gibi sarmalamamış olsa gerek. Yoksa Croce çevirmenleri belki de en fazla üçkâğıtçılıkla itham ederdi. Çocuklar yahut yabancı lisan öğrenenler için yapılan sadeleştirme faaliyetlerini hariçte tutmak kaydıyla, sadeleştirmenin tabii bir şeymiş gibi telakki edilmesinin bir türlü atlatamadığımız irfani tahribatın neticesi olan bir kolaycılığı beslediğini dahi söyleyebiliriz Velhasılıkelam, çeviri özü itibariyle sakıttır. Amenna Gelgelelim bu dünyada hiç kimse bütün dilleri bilecek kadar hoş baht değildir. Yani dünyada biraz da olsa bakınmaya niyet ettiğimiz andan itibaren titiz ve creative hainler (sahtekâr hainler olmamaları şartı ile) ve onların çevirileri bizler için elzem hale gelir. Ahlak haline getirilmiş bir titizlik, şevk ve hüsnü niyet ile yapılmış çeviriler elbette ki ihanet suçlamalarından azadedirler. sabah 5

dille oynamaktan müthiş keyif alıyorsan, kelimelerin ahengini yüreğinde duyuyorsan ve diller arası yolculuklar yapmaya meftunsan yapılabilecek bir iş 6 sabah Zeynep Kaya Dilin kendine has örgütlediği yapısı, kimi yazarlarda kullandığı dile göre ifade etme kolaylığı hissettirir. Yâda isteğini o örgü üzerinden sunmayı kendine daha yakın bulur, sunulanın daha net olduğunu düşünür. Bir yabancının 'diğer' topluma dâhil olup onların dilinden bir şeyleri anlaması, hikâyelendirmesi kolay olmadığı gibi gereksiz de değildir. Toplumlar edebi eserler vererek kendi edebiyat kültürünün gelişmesini de amaçlar. Değişik ihtiyaç ve istekler karşısında değişik kültür ve ülkelerden olan edebi eserleri de belli kriterlere uyarak ilk ve ciddi adım olarak tercüme yoluyla kazanırlar. Çeviri eserlerde amaç hedef kültürü zenginleştirmektir. Çevirilerde kabul şartları döneme ait dış politika, kültürel değişmeler, sosyo-ekonomik faktörler gibi çeşitli nedenlere bağlıdır. Bir dili başka bir dile çevirmek birebir ifadelerle yapıldığında manayı karmaşık bir hale sokabilme riski taşır. Çeviri karmaşık hale gelebilir, çünkü bu disiplinler ve kültürler arası olan bir etkinliktir. Diller Arası Yolculuklar

Birinci dünya savaşı öncesi ilginin az olmasına rağmen sonrasında Türk edebiyatı Avrupa'da oldukça ilgi görmeye başlamıştır. Örneğin Orhan pamuk, Nedim Gürsel ve Yaşar Kemal dile olan uyumlarıyla büyük ilgi çekiyorlardı. Avrupa da bindokuzyüzyetmişlerden sonra sosyalleşme süreci başlar ve biz Türkçe eserlerde çeviri sayısının arttığını görürüz. Eserlerin yayımlanma sorunları ve kısıtlı şartlar Türk toplumunun kendi yayınevi kurmasını ve Türk yazarların artık Almanca yazmaya başlamasına neden olmuştur. George Steiner in kitabına (Atheneum, 1971) adını veren dörtdörtlük denemesi Extraterritorial da (1969), konunun bellibaşlı odakları sıralanmıştı. Birden fazla şairin, aynı anda Farsça, Türkçe, Arapça divanlar, divançeler kurduğuna tanık olunur. Her çağda bazı dillerin evrensel kültür dili kimliği taşıma durumu, anadil dışında bir aracın öne çıkmasıyla sonuçlana gelmiştir. Farklı dillerde eser veren Türk edebiyatçıları azımsanamayacak kadar çoktur. Buna karşın başka dilde yazmanın zorlukları ve yetersizlikleri üzerine eleştiriler de kendinden söz ettirecek kadar çoktur. Hilmi Yavuz, ne olursa olsun, bir yazarın yabancı bir dilde, kendini anadilindeki gibi rahat ve doğru ifade edemeyeceğini savunuyor. Küçük yaştan itibaren Fransız kültüründen beslenmeye başlayan Milan Kundera veya mecbur kaldığı için Almanca yazan Franz Kafka gibi yazarları ise bu değerlendirmenin dışında tutuyor. Yazar ve dilbilimci Tahsin Yücel ise çift dillilik konusunda hak veriyor Elif Şafak a, ancak yine de tamamen katıldığını söylemek zor. Yücel, her şeye karşın kendini iki dilli hissedebilir insan. Ben de küçük yaştan itibaren Fransızca öğrendim ve işim gereği de Fransızca ile çok ilgilendim. Ama iki dilli olarak görmem kendimi diyor. Bazı bilimsel kitaplarını Fransızca yazıp daha sonra Türkçeye çevirdiğini belirten Yücel, edebi türdeki kitaplarını ise Türkçeden başka bir dille yazmayı aklından bile geçirmediğini söylüyor. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim i Fransızca yazan bir diğer yazar. Halil İnalcık tan Berke Vardar a, Akşit Göktürk ten Pertev Naili Boratav a, Niyazi Berkes e uzun bir döküm çıkarılabilir. Yabancı dilde yazan yazarlarımızdan Osman Necmi Gürmen, Erje Aygen vardır. Onları, son çeyrek yüzyıl içinde, ikinci ve kuşak Almanya göçmenlerimiz izliyor: Zafer Şenocak, Akif Pirinççi gibi. Enis Batur makalesinde Ahmet Haşim için şöyle diyor; 'Antologyamda bir araya gelecek örnekler arasında, vesile ya da deney olsun diye yabancı dilde birkaç şiir, metin kaleme almış yazarlarımız belli bir yer tutacak: Haşim in Mercure de France için doğrudan Fransızca yazdığı deneme, Ömer Seyfettin den bir şiir ile başlayan, Nedim Gürsel e ve Şavkar Altınel e dek uzayan bir maskeli balo seansı.' Abdullah Cevdet, yüzyıl başı yayımladığı Fransızca şiir kitaplarıyla başarılı bir çift dilli edebiyat yazarıdır. Feyyaz Kayacan ın hem Fransızca, hem İngilizce olan yapıtları vardır. Aysel Özakın da Türkçede başladığı yazım hayatını yabancı dilde sürdürmeye devam ediyor. Yakup Kadri de, Ahmet Haşim ve Süleyman Nazif'in aslen Türk olmadıkları halde Türkçe eserler veren yazarlarımızdır ayrıca belirtmekte fayda var Yabancı dilde yazan Türk yazarlardan Elif Şafak'ın "Niçin romanlarınızı İngilizce yazıyorsunuz?" Sorusuna verdiği cevap önemlidir; Ben romanlarımı İngilizce yazıp sonra da dümdüz ve kupkuru bir şekilde Türkçeye çevirttirmiyorum. AŞK bu anlamda bir "çeviri roman" değil. Türkçede satır satır yeniden yoğrulmuş, yani Türkçe yazılmış bir kitap. Ben aslında iki dilde yazıyorum. Bir romanı iki defa inşa ediyorum. Hem İngilizce hem Türkçe. İki kat mesai. İki kat emek. Uykusuz geceler, hummalı çalışmayla geçen saatler, bana yetmeyen gündüzler. Peki neden? Tek bir açıklaması var: "Sevdiğim için!" Sevmezsen eğer, keyif almazsan, yapılabilecek bir iş değil ki bu. Ancak dille oynamaktan müthiş keyif alıyorsan, kelimelerin ahengini yüreğinde duyuyorsan ve diller arası yolculuklar yapmaya meftunsan yapılabilecek bir iş. Aksi takdirde düpedüz delilik!" İlle de İyi ama niçin İngilizce? sorusuna da şu manidar cevabı veriyor; Niçin bir başka dilde de yazmayayım? Niçin olmasın? İngilizce benim için son derece matematiksel bir dil. Aklım ön planda. Türkçe ise son derece duygusal bir dil. Yüreğim ön planda. Akıl ve yürek, İngilizce ve Türkçe, matematik ve şiir ile kuruyorum romanlarımı. Zıtlıklardan beslenerek! Karmaşık bir düzlemde başlamış Türk dilli yazarları meramlarını ve isteklerini bir başka dilde ifade etme noktasına getirmiş olayların Avrupa ya zenginlik kattığı inkâr edilemez bir gerçektir. Göçmenlerden olup Alman yazarları arasına giren ve göçmenlerin hikâyelerini anlatan Feridun Zaimoğlu'da hem Avrupa daki Türklere hem de Avrupalılara kendi dilleriyle bazı gerçekleri ifade edip dikkatleri üzerine çekebilenlerdendir. Yabancı dilde yazan Ayla Kutlu, Pınar Kür, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçılarımız ve birçok senaryo Türk yazarlarından söz etmek mümkündür. Yaşanılan toplum içinde kendini daha net ifade etmek adına dile ait örgüyü kullanabilmek ve mesajı, kültürü kısaca varlığı iletmek daha kolay ve hızlı olabilir. Enis Batur'un endişe duyduğu kendi dilinde bir dünya varken küçük bir adada hapsolmadan yazabilmek en önemlisi diye düşünüyorum. sabah 7

Suskunluğa Adanmış 8 sabah

Bir Kitap Yahya Kurtkaya Suskunluğa adanmış bir kitabın, avuçlarımıza bırakacağı, seslerden ve kelimelerden damıtılmış bir içkinin, menzile düşerken damağa ikramı acı kök tadıdır. Acı bir kökü ısıran ve ısırığın uyandırdığı şuurun farkındalığıyla baktığımız dünyâ ile evvelki dünyâ arasında bir sükût boyu yol vardır. Bu izâfi kelimelerin gâye edindiği tasvir; Mehmet Sabri Genç in Şûle Yayınlarından çıkan Şey ve Tan isimli deneme kitabına mâtuftur. Deneme tarzının, genelde sanat, özelde de edebiyat ın da içinde bulunduğu modern zaman bunalımının bir götürüsü olarak, sınırları belirlenemeyen bir yazı tarzı hâline geldiği bir çağ içre; bu tarzın ellerinden tutup, ona hak ettiği pâyeyi veren bir kitap Şey ve Tan. Salzburg da Fel- sabah 9

sefe tâlim eden bir zat ın, hâdisata çok geniş bir nazar ile temas etmesi; modern zamanların insanı tek-tipleştirme fiili içerisinde, insan olmanın erdemli yanına temas ederek, bir ses yükseltmesi ve bu sesin, içerisinde mündemiç olan düşüncenin endişe kesbeden tarzını haiz olması, alnını dik tutuyor kitabın. Gülüşleri küresel, tavırlarıysa kapital olan bir toplumda, her an aladatılan insan, ihanete uğrayan insan, eninde sonunda şeytanın telkini ile, kendi kendini mat edecektir. Bunun vukû bulmaması için, insanın kendisine sığınmasının gerektiğini ifâde eden yazar; bütün bu hâdisat içerisinde, aldanmadan ayakta kalabilecek kişinin şâir olduğunu söylemektedir. Şâirlerin ve dehâların, ilhamlarını aptallardan, daha doğrusu kimliğini ve bengisuyunu yitirmiş yığınlardan aldıklarını düşünen yazar; bunun menfi bir tesiri olarak, şâirlerin ve dâhilerin suskunluğunun, dünyanın kanına girmiş zehri, daha kuvvetli bir zehir hâline getirmekten geri durmayacağını düşünmektedir. Şey ve Tan kitabını bir insana benzetmeyi düşündüğümde, kitabın gözlerinin hangi deneme olacağını sordum kendime. Cevap gecikmeden Nev i Şekline Münhasır Tören olarak yankı buldu. Müziğin velilerinden bilge sanatkâr Ali Farka Tourè nin aziz ruhuna ithâf olunmuş bu deneme de; Kierkegaard, Nietzsche, Fikret Muallâ, Samuell Beckett, Henry Miller, Arthur Schopenhauer, E.M. Cioran ve Isidore Ducasse, Paris te Greve Meydanı nda buluşur. Buluşma sebepleri, Kral olan babasının katili Prens Robert François Damians ın, bu meydanda, suçunu itiraf edip, çeşitli işkencelere mâruz bırakıldıktan sonra, bedeninin altı ata çektirilerek parçalanmasının ve sonra da vücûdunun ateşte yakılıp, küllerinin de rüzgâra savrulmasının 249. yıldönümü olmasıdır. Yazar, bu denemede âdeta bu merhûm zevâtın rûhuna dil olur ve onları konuşturur. Sanatın, Felsefe nin ve Edebiyat ın bu önemli zevâtının dilinden bir doğuş-ölüş-ve kıyamet doğrusu çizer. İnsanoğlunun, o saf ve temiz olduğu çocukluk dönemlerindeki hâlini terennüm eden Kierkegaard ın yanında; Henry Miller, çocukluğunu kaybetmiş bir insanın, hayat nehrinin o coşkun akıntısında, sadece ayakları üzerinde durmaya çalışır hâle gelmesinin acı veren yanına değinir. Fikret Muallâ nın gözyaşlarından demlediği tablo nun yanında Samuell Beckett sigarasını yakar, yakalarını kaldırır ve arkasını dönerek çekip gider. Ve son, Serseri Yahudi yi sevindirecek İsrafil in üflediği sûr un sesiyledir. Yazar bize E.M. Cioran ın ruh hâlini tercüme ederek kendinden devşirdiği şu dil ile seslenir: Can sıkıntısının sırrı, mücerret bir yüreğin alyuvarlarında gizlidir. Bunu kimse çözemez. Zamana akan böyle bir yürek, küflenmiş mekânı elinin tersiyle iter. Çünkü kabrin karanlığını ve yalnızlığını paylaşmak, bu mekânın hafifliğinde sefâ sürmekten yeğdir. Dünyâda kan piyasası oluştuğundan bu yana dilden bahsetmek komik olur sanırım. Asıl üzerinde durmamız gereken, imgelerdir. Ama medet umduğumuz bu imgelere de artık güvenmiyorum. Bazen diyorum ki kendime; öğrenmem gereken bir tek şey var, bir ve gerçek. Bunu öğrenirsem bir gün, sanki hayat benim için bitecek. Bazen bu ânın parça parça gelmesi beni ürkütüyor. Yazarın derûnunda bir yerlerde böyle bir his meskûn. İlk okuyuşta bir tenâkuz hâlinin eseri olabilecek şekilde görünen bu his, asliyetinde kitabın genel telakkisi ile ziyâdesiyle örtüşüyor. Zirâ bunu şerh edebilecek bir his de şu: Hep ekmekle parayı bütünleştiren, alın teriyle parayı kesiştiren ve bozuk olan parayı alın teriyle kazandığını söyleyen insanlar tarafından kuşatıldım. Bu kuşatmanın nasıl kalkacağı ne büyük bir soru ndur! İşte, bu kuşatmadan kurtulup, bu hayatı bitiren, dördüncü tekil şahıs tır, yazara göre. Dördüncü tekil şahıs, Hayy-laz dır. Kimsenin, onun bulunduğu adacıkta yapayalnız olduğunu bildiği yoktur. Her davranışı, güzel adacığını çevreleyen yaratıklar için bir Hayy aksidir. Ve bu dördüncü şahıslar, aldıkları bu akisle Hayy a dönüşürek rütbeli bir ruh a yükselirler. Bu idrâke varamayanlar ise, dördüncü çoğul şahıs lardır ve bunlar için bu dünya bir firdevs cennetidir ve onlar acemi birer ruh turlar. Bu yüzden onlar bu hayatı bitiremez ve o tek olan gerçeğe asla varamazlar. İnsanın saydamlığını yitirdiğinden dem vuruyor yazar. Dünyâ ekonomisi altına endeksliyse; bu ekonominin harcıâleminin eleştirisinin şâirin sükûtuna endeksli olduğunu ve şâir sustukça şiirinin; şiiri susarsa da bedeninin konuşacağını söylüyor. Şöyle devam ediyor: Ateş, şeytanın sükûtudur. Kıskançlığı ve kibri ise sağırlığıdır. Duymayan, sâdece uyduran ve hissetmeyen sâdece isyan edendir. Resim ressamın, müzik müzisyenin, İsa Meryem in ve şiir şâirin sükûtudur. Şiirinden çok bedenini konuşturan bir şâir varsa eğer, bu; sükûta sarılmanın 10 sabah

câzibesinden öte sağırlığın camları titreten bir çığlığıdır. Kızılderililer ellerindeki altını camlarla değiştirmişler. Beyazlar altınları alıp şeffaflıklarını yitirmişler. Bedenini konuşturan bir şâir, ruhunun şeffaflığından bîhaber nefsinin câzibesine kapılan birini temsil eder. Sükût camdır, altın değil. Söz ise sükûtun arkasına yapışan siyah bir bandajdır, gümüş değil. Söz sükûtun arkasına yapışarak onu aynalaştırır. Aynadan ahaliye güzel şiirler yansır, şiire her bakan kendini görür. Şiiri gören kendini bulur. Ortega y Gasset şöyle der: Hiçbir çığlık, sahici bir ulumayı bastıramaz. Şiirinden çok bedenini konuşturan bir şâirin, mezkûr çığlığa muhatap olduğunu düşündürüyor kitap. Modern şiiri defnetmeye gelmeyen şâir zevâtın ve okurun alnına şu ifadeyi mıh lıyor: Şâir, sükûtuna kalbinden zincirli olan ve al kanını gömdüğü türbesini yâni dalağını sessizce parçalayıp ondan damlayan acılarla şiirler yazandır. Kızının çeyizine kefen koyan anne ve çeyizin ölümüne sahip kızı, birbirlerine camla bağlı bilge şairlerdir. Diğer taraftan kızına yaş gününde silikon hediye edip onu güya güzelleştiren anne ile silikonla göğsünü kabartan zavallı kızı birbirlerine, akşam nde batan güneşin yüryüzünü boyadığı renkle bağlıdırlar. Güneş batar, renk birazdan yiter gider. Güneş her gün doğu nde yâni sabah nde doğar ve cam bakî kalır, ışıldar. Sûr üflendiğinde cam ayna olur, altın parçalanır ve esas şiir o zaman yazılır. Hayatın karekökü ölümdür. Yalnızlık, modern çağın bunalımı, insanın girdabında boğulduğu erdem ve onur yoksunu hâl in çizildiği bir tablo... Bir tablo ki ayan kılıyor nedir modernizm içerisinde; kafatası bir köpek tarafından parçalanmış bir insanın trajik ahvâli... Bu denemeyi ilk defa MerdivenŞiir de okurken, hikâyedeki köpek imgesinin(!) nefis i temsil ettiği gelmişti aklıma. O nefis ki, bir köpek gibi taşırız hayat boyu da; bir vakit gelir saldırır bize. Fakat metnin devamında, Mehmet Sabri Genç in burada köpeğe verdi anlamın modernite olduğunu anladım. Evet, ona göre modernite, insanın güvenerek, severek, yalnızlığına bir itminan değeri olarak gördüğü bir köpek gibi... Ve bir vakit gelecek ki, ona karşı savunmasız kaldığımız demde, ne sevgimize, ne sadakatimize ne de verdiğimiz değere bakmaksızın zihnimizdeki bütün veri leri bir köpek kafatasını parçalar gibi söküp atacak. Ve o dem tekrar düşünmek için vakit yok olacak; hayatın kare si ölüm müdür, diye dönüp sormaya. Şöyle yazıyor: İnsana dost görünen, açlıktan beşerleri kokan modern dünyâ, ölüm kere ölüm olan bu hayatta, bu açıkhava mezarlığında insanı yemeye çehresinden başlıyor. Onun simâsını paramparça edip daha sonra onu rahatlıkla tüketiyor, çiğniyor, sindiriyor. Eşya nın hakikâtine varmak, insan için büyük erdemler, büyük kavî duruşlar, büyük onurlar isteyen bir yol dur. Hikmet denen ve şâir lerin hakikatinde sahip olmaları gereken o kutsi ses... Hz.Âdem den bugüne, bütün bir insanoğluna kalan mirâs... Ve bu mirâs etrafında, payına razı olmayan; yâhut payını mirâsın kazanıldığı yoldan gayrısına meşrûiyet dışı israf edenler. Şey ve Tan, eşyâ daki bu hikmeti, belki de bir tan vakti, yeryüzünün de bir ses olduğunu kendisine bildiren zevât ile aramaya çıkmış bu kitapta. Mirâsın hakiki âşıklarından topladığı seslere, kendi sesini ekleyerek, bu sesi çoğaltarak ve daha kavî kılarak; şâir lerin ellerindeki ayna yı da kullanarak yansıtıyor yeryüzüne. Derisikızıl olamayıp da algısıkızıl olabilen okur bilecektir ki; Ayna, yarı karanlıkta ay ışığına benzer. [Enrique Banchs] Kitap nerden geliyor nereye gidiyor? Ya da yazar? Son olarak bu iki soruya, yazarın kendi lisânı ile cevap verip; kafa diye gövdemiz üzre emanet edilen şey i anlamak için virgül koyacağız; zira virgül, Wittgenstein ın, çok kullandığı için kendine sual edenlere insanların metni yavaş yavaş okuyup, daha iyi anlamaları için özellikle böyle yaptığını ifade ettiği nesne... Soru bir: Ben kimim? Cevap bir: Ben, yalnız ölenlerin, sesliharf olan yerkürenin diplerinde sesi soluğu çıkmayan insanların parçalanmış kafataslarından sızan bahtsız zemzemle yıkanan bir serzenişim! Soru iki: Gâyem nedir? Cevap iki: Benim köyümün ismi, Tüm diye anılır. Ben, Tüm den geldim ve bütün çabam tekrar Tüm e varmaya yöneliktir. Köyümdeki insanları anlayabilirsem, cennetin üçüncü katında kök salmış muazzam ağaçların dallarında gülümseyen portakalları süsleyen hûri leri de anlayabileceğim. Anlayamazsam, bu dünyânın en alt katından cehennemin yedinci katına tepeüstü düşeceğim. sabah 11

Salih Dülger ile Eğitim üzerine 12 sabah SÜ: Hocam uzun yıllardır eğitim sahasında çalışıyorsunuz. Özellikle son yıllarda Almanya ya birçok yolculuğunuz oldu. Burada, çocukların eğitimi hususunda gözlemleriniz olmuştur. Biz de bu bağlamda, sizinle çocuk eğitimi üzerine konuşmak istiyoruz. Öncelikle, Kur an-ı Kerim de ve sünnette temel olarak çocuk eğitimi üzerine ne gibi işaretler var? Salih Dülger: Bismillah. Allah(c.c) Rabb ül Alemin dir. Yani bir anlamda tüm yaratılmışları eğitendir. Onlara hedefi olan davranışlar veren. Bütün varlıklar belirli davranışlarla donatıldığına göre insan için de hakkın rızasına uygun belirlenmiş davranışlar vardır. İşte bunları insana kazandırmak eğitimdir. Genelde insan için eğitim olmazsa olmaz olduğuna göre özelde çocuk eğitimi mutlaka kitap ve sünnette belirgin delillerle ve işaretlerle yer alır. İnsanın eğitilmesi, ona davranış kazandırılması olarak dikkate alınırsa; bir takım davranışların Rabbin katında, onun rızasına uygun hale getirilmesi lazım. Peygamberleri, bu davranışların nasıllığı ve niceliği konusunda donatılmış olarak insanlara görevlendirilen özel eğitimciler olarak kabul etmek gerekir. Mesela Yakup (a.s) evlat sahibidir. Evlatlarında olumlu ve olumsuz davranış sahibi çocuklar vardır. Aynı şekilde atamız Âdem ve çocukları eğitimde dikkate değer örneklerden. Lokman hekim ve evladına tavsiyeleri dikkat çekici

sabah 13

eğitim prensipleri içerir. Kur an-ı Kerim de, Allah (c.c) kendi ismini Er-Rahman koyduktan sonra Alleme-l Kur an -Kur an-ı öğretti ; Halaka-l insan -insanı yarattı Allemehu-l beyan -sonra o insana beyanı öğretti buyurmaktadır. Bu manada Allah (c.c), davranışların bütününün hem itikatla, inançla hem de şekil yönüyle içinde yer aldığı bir kitabı, peygamberi Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselam a ve önceki peygamberlere her dönemin kendi şartları çerçevesinde öğretti. Ve onlara da insanlara bir şekilde açıklama sanatını da öğretti. Buradan dini boyutuyla bakıldığı zaman eğitim, insan için Allah a kul olma sanatını kazanmak olarak ifade edilebilir. Vahyin beslemediği eğitim anlayışında ise: (Buna modern eğitim anlayışı da diyorlar. İslam, insanı çok ciddi manada olgun davranışlarla donatan bir dindir. Ve zaten olması gereken de budur. Dolayısıyla buradan bakıldığında İslam ın kabulleri içinde eğitmenlerin başında peygamberler vardır. Peygamberleri eğiten, terbiye eden edeplendiren de Allah tır (c.c). Er-Rahman alleme-l Kur an çerçevesinde bakıldığında bu böyledir. Efendimizin de Beni Rabbim edeplendirdi. Benim terbiyemi ne güzel yaptı. sözü vardır. Dolayısıyla peygamberleri Allah (c.c) bazen bizzat kendisi bazen de melek Cebrail (a.s) vasıtasıyla eğitti; Mesela iki gözü görmeyen Ümmü Mektum a davranış şekli rabbimiz tarafında uyarıldı. Abdestin ve namazın uygulamasını da Cebrail(a.s) gösterdi. Peygamberler de insanları eğitti. Buradan bakıldığında eğitim Allah ın dininin olmazsa olmaz şartı olarak görülür.. Dolayısıyla eğitim, İslâm da farzdır. İlmihâl (hâl bilgisi) öğrenmek farzdır. Hatta her insanın kendisini doğrudan ilgilendiren Allah tan gelen emir ve yasakları öğrenmesi farz-ı ayn dır. Bir insan evlendiyse, onun evlilik hukukunu öğrenmesi far-ı ayn dır. Ticarethâne açtıysa, ticaret hukukunu öğrenmesi farz-ı ayn dır. Bu hukukları insanlara anlatacak âlimlerin yetişmesi de farz-ı kifaye dir. Farz dediğimiz zaman Allah ın mutlak emrettiği şey akla geldiğine göre eğitim İslam literatürünün olmazsa olmaz bir öğesidir. O yüzden Peygamber Aleyhisselam ın eğitim hususunda yaptığı ilk şey Mekke de bir mektep açmak olmuştur. Erkam ın evi bir mekteptir. Medine de de bir mektep açmak olmuş. Ashab-ı Suffe nin bulunduğu yer bir mekteptir. Allah Resulü, davasını, iklimini insanlara açarken bunu bir mektepte gerçekleştirmiştir. Bu anlamda da bir organizasyonu, bir çalışmayı başlatan olmuştur. İşin o faslı bir kenara bırakılacak olursa İslam ın anlayışında eğitim, yani bir manada davranışların şekillendirilmesiyle ilgili bir çalışma mutlak manada farzdır. Dolayısıyla üç şey mutlaka olmak zorundadır: eğiten (muallim), öğreten (mürebbi) ve eğitim alan, öğrenci (tilmiz). Ve bunların birleştiği bir mekân Bu ilk önce cami idi. Sonra adına medrese denilerek camilerin bitişiğinde bulunan bir mekân haline gelmiştir. Zamanla daha da gelişerek özel hüviyetler kazanmıştır. O zaman biz, farz olanı yani eğitimi İslam da eğitim var mı yok mu diye konuşamayız. Eğitimin gerçekleşip gerçekleşmemesi üzerindeki sorumluluklarımızı konuşabiliriz. SÜ: Şimdi Hocam, Mekke deki Erkam ın Evi ni ve Medine deki Ashabı Suffe yi anlattınız. Bunun yanında Efendimizin çocuklara yönelik bir eğitimi var mıydı? Hz. Enes in sürekli Efendimizle birlikte olduğunu biliyoruz. Nasıl bir eğitim metodu takip ederdi Efendimiz? Salih Dülger: Öncelikle şunu bilmeliyiz ki peygamberler davetçilerdir. Herkesle ilgilenirler. Allah Resulü, büyüklerle de, çocuklarla da ilgileniyordu; büyükleri de çocukları da davet ediyordu; Efendimizin kendi çocukları da vardı. Hz. Enes ten önce Efendimizin yetiştirdiği bir Fatımat üz Zehra var. Yine Efendimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin var. Zeyneb validemiz var, Ümmü Gülsüm validemiz var. Bunlar yetiştiler, genç kız oldular, evlendiler; hatta Fatıma validemizden bir nesil dünyaya geldi. Dolayısıyla Efendimizin eğitimi içerisinde Çocukların eğitimi nasıldır? sorusuna cevap aranırken ashabın çocukları kadar kendi çocukları da dikkatle araştırılmalı. Elbette bu işin araştırmacıları ve çok mükemmel eserler var, cevaplar oralarda uzun ve doyurucu olarak bulunabilir. Biz burada aslında Efendimizin çocuklara olan tavrını; büyüklere olan tavrından çok farklı görmüyoruz; yani her durumda merhametin öne çıktığı bir davranış. Çünkü her insanın ahireti kurtulmalı. Peygamberlerde adamına göre davranış yoktur; edebine göre davranış vardır. Yani belirli çıkarlar çerçevesinde hareket edilen bir anlayışın ürünü değildir peygamberlik. Büyüklere karşı elbette yöneticilik, idarecilik vasfıyla hitap etme vardır; küçüklere karşı olan tavırda da şunu söyleyebiliriz; insanların kapasiteleri, akılları, güçleri neye yetiyorsa ona göre davranmak. Bu farklılık çocuğa ayrı, büyüğe ayrı cinsinden düşünülmemeli. İnsanların takatleri farklı olduğu için yönelişler de farklı oluyor. Efendimizin hadisinde mealen Büyüklere saygı, hürmet; küçüklere sevgi, rahmet göstermeyen bizden değildir. buyruluyor. Yani Efendimizin çocuklara karşı daha bir özenle davrandığını görüyoruz. Çünkü onlar birer fidan, birer çiçek, dünya hayatının süsü. İslam literatüründe çocuklar için kullanılan tanım bu. Haliyle bunun bilincinde olma noktasında Efendimiz en üst düzeyde olan bir insan. Onların Allah ın dinini öğrenmesinde en küçük bir kırıcılığa yer vermeyen bir insan. Yani Peygamber Aleyhisselam denildiğinde çocuğun zihninde öfkeli bir yüz, sürekli emreden bir kişilik tahayyülü olmaması lazımdır. Dolayısıyla Efendimizin çocuklara davranışında, sadece çocukların yanında iken değil; onların yanında büyüklerin olduğu ortamlarda dahi eleştirilecek bir yaklaşımı yoktur. Bir büyüğün yanında konuşan çocuğu, sözünü kesmeden sonuna kadar sabırlı bir şekilde dinliyor. Onun anlayabileceği şekilde tane tane ona izah ediyor. Veya mescidin duvarına küçük abdest bozan bir büyüğe öfkelenmiyor. Yani çocuklar bunları seyrediyor. Benim anlatmak istediğim Efendimizin çocuklarla birebir ilişkisinin ötesinde; onlara model oluşunda üst düzey bir örnek teşkil ediyor olması. Çocukları eğitmek, onlara sadece sözlü olarak bir şeyler söylemek değildir. Onlar sadece kulaklarıyla eğitim 14 sabah

almıyorlar; çocukların eğitimi gözleriyle ve kulaklarıyla birliktedir. Bakıyorlar, görüyorlar ve hükmediyorlar. Eğer gördükleri, işittiklerinden farklıysa onları bir araya getiremiyorlar. İslâm ın yüceliğini anlatıyorsun ama çocuğun yanında yalan söylüyorsun. O zaman çocuk kendi aklında yoğurup diyebiliyor ki Bu nasıl bir İslâm? İşte Rasulullah Efendimiz, çocuklara örnek olmak konusunda hem görsel hem de işitsel alanda en iyi bir örnek. Bu anlamda çocuklar zihnen örselenmemiş oluyor. Sorduğunuz soru çerçevesinde biraz da özelleştirilirse şunu diyebiliriz. Mesela dinimizde namaz kılan birinin namazını bozan kişi kınanır. Namaz kılmak çok kutsal bir eylem. Allah (c.c) Kur an-ı Kerim de namazı bozan (engelleyen) kimseleri cehennem ateşiyle korkutmuş. Ama Hz. Hüseyin namazda Efendimizin ensesine biniyor. Defalarca Efendimiz, secdeden kalkarken onu omzundan indiriyor ve yanına oturtuyor. Bunu gören bir Yahudi nin ona hayretle Bizim, çocuklarımıza böyle bir şefkatle muamelemiz yok. deyişi var. Allah Resulünün ifadesi, Allah a ve Resulüne iman etseydin; sen de böyle davranırdın çocuklarına! oluyor. Fakat burada bir şeyi ayırmak lazım: Bu böyledir diye çocukların eğitiminde, çocukların bilerek ve ısrarla yaptıkları hataları engelleme noktasında sert, kesin bir tedbir alınmamış diye de söyleyemeyiz. Onların çocukluklarından kaynaklanan durumlarda hoş görüyordu elbette. Mesela Enes bin Malik i bir yere gönderdi Efendimiz. Enes bin Malik anlatıyor mealen: Ben çocuktum, giderken baktım diğer çocuklar oynuyor. Ben de onların arasına karıştım, seyretmeye koyuldum. Bir müddet sonra, arkamdan iki el geldi ve gözlerimi kapadı. Ben kimim? diye sordu. O an dizlerimin bağı çözüldü. Allah Resulü, beni okşadı ve hiçbir şey söylemedi, beni kınamadı. İşte çocuğun bu anlamdaki dalgınlıklarını hoş gören, onlara izin veren bir Peygamber. Bunun yanında, çocuğun karşısında düzgün davranan; İslâm ın gerektirdiği bütün vecibeleri yerli yerinde yaparak çocuğa örnek olan bir Peygamber. Bizim bugün eğitim hususunda başarılı olamamamızın altında yatan sebeplerin en önemlilerinden birisi bu. Özellikle Avrupa da çocuklarımız hem dış dünyadan, sokaktan ve okuldan hem ellerinin altındaki iletişim araçlarından çok hatalı davranışları kopya ediyorlar. Onları bu davranışlardan uzak tutacak olgun davranışları da biz sergileyemiyoruz. Bir o kadar da bizden alıyorlar. Dolayısıyla haftada kırk dakika bir eğitimcinin karşısına geliyorlar. Eğitimci onlara güzel güzel anlatıyor; fakat o kırk dakikadan sonra gene o öteki hayatla baş başa kalıyorlar. İşte Rasulûllah Aleyhisselam galiba burada tespit edilmesi gereken en önemli özellik olarak çocuğun duyduğu ile gördüğünün farklı olmasına izin vermiyordu. Dürüst bir çizgi vardı O nda. Çocuğu aldatmak için olsun, onu oyalamak için olsun yalan söylemiyordu. Efendimiz çocuğa merhametle davranıyordu ama çocuğun bütün kusurlarını görmezlikten de gelmiyordu. Toparlarsak Efendimiz çocuklara çok yumuşak, özel davranıyordu; dış dünyada ise biraz daha farklılaşıyordu dememiz mümkün değil. Çok doğaldı, çok tabii idi. O, Allah ın istediği gibiydi. Ancak çocuklara onların zayıflığı, akıllarının ermezliği, meseleleri yeterince algılayamamaları sebebiyle onlar için bir pay bırakıyordu. Öfkelenmekte, azarlamakta, onları cezalandırmakta bir mesafe bırakıyordu. Mesafe bırakmasının sebebi onların zayıflıklarıdır. Ama onlar buluğ çağına erdikten, olgunlaştıktan sonra İslâm ın ortaya koyduğu adalet sisteminin her şeyinden sorumludurlar. SÜ: Hocam en önemli husus olarak, Efendimizin çocuklara söylediklerini, onlara öğütlediklerini bizzat kendi hayatında, ailesinde de yaşadığını, pratiğe döktüğünü söylediniz. Buradan en önemli nokta herhalde ailenin, anne-babanın göstermesi gereken davranışlar. Aklıma Cahit Zarifoğlu nun çocuk eğitimiyle ilgili bir sözü geliyor: Çocuğun eğitimi, anne-baba daha evlenmeye başlamadan önce başlar. diyor. Bu noktada neler söylemek istersiniz? Yani anne ve babanın eğitimiyle alakalı olarak. Salih Dülger: Zarifoğlu na Rabbim merhametini artırsın. Efendim, bu noktada önce şunu söylemek gerekir ki anne ve babalar kendilerini yoğun bir eğitim faaliyeti içerisinde tutmalılar. Evlenmeden önce de evlendikten sonra da. Çünkü çocuğun her aşamasında özel bir ilgi ve alaka gerekir. Şu anda yapılabilecek en hayırlı çalışmalardan birisi, olgun anne-baba nasıl olunur şeklinde bir eğitim hamlesi. Çünkü maalesef bizim gördüğümüz, ailelerde ne çocukların sosyal dünyalarına cevap verebilecek ne de din duygularına cevap verebilecek hiçbir çalışma, ön birikim mevcut değil. Şu bir gerçektir ki anne-babaların olgun kimseler olmaları halinde onla- sabah 15

rın çocukları da olgun olacaktır. Bu böyledir, verimli topraktan verimli mahsul elde edersiniz. Sen eğer bir ağacın bakımını yapmamışsan o ağaçtan elde ettiğin ürün hastalıklı olur. Anne-baba bu noktada çok önemlidir. Onların desteği olmadan, çocuk eğitiminde istenilen başarının yakalanabileceğine inanmak zordur. Eğitimin başarılı olması için, bir tekerlemeyle söylersek, çocuğun hevesinin, hocanın nefesinin, babanın kesesinin, annenin de ketesinin olması lazım. Bu duruma göre hoca %25 paya sahip; çocuk % 25, baba % 25 ve anne de % 25 paya sahip. Ama bu tanımlamada bir noksan var: ailede eğitimle ilgili alt yapı çocuğa kazandırılmış olmalı. Bir çocuğun 3 yaşına kadar hemen hemen alt yapısı tamamlanmış olmalı. Anne ve baba çocuğun yanında bol bol Kur an okumuş olmalı, Hadis okumuş olmalı. Anne-babanın birbirlerine hitabı bile en güzel şekilde olmalı ki bu alt yapı 3 yaşına kadar oluşturulmuş olabilsin. Hatta doğmadan, anne karnında bu tür davranışların çocuğun zihnine işletilmiş olması gerekir. Araştırmacılar, çocukların zihnini bembeyaz kâğıda benzetir. Onlar anne karnında bile dış dünyadaki bir çok şeyi o kâğıda yazarlar. İlerde bir davranış karşılarına çıktığı zaman, o alt yapıya göre bu davranışı hayretle karşılamazlar. Mesela küfreden bir insanı gördüğünde çocuk bunu yadsımıyor. Çünkü doğmadan anne karnında babasının küfrettiğini duymuş. Kavga eden kardeşlerinin küfrettiğini duymuş. Onu yabancı bir kelime olarak algılamıyor ve hemen sahipleniyor. Bütün bu sebeplerle anne ve babalar olgun birer anne-baba gibi davranarak bu alt yapıyı çocuklara kazandırmakla mükelleftirler. Onlar çocuğun ilk eğitimcileridir. Demek ki anne-baba Allah tan korkmalı ki çocukta Allah tan korkma melekeleri öne çıksın. Avrupa da -ki aslında Türkiye ile Avrupa yı ayıramıyoruz- ortak paydası kötülük olan bir dünya oluştu. Buna nispeten aileler içerisinde de olgun aile olan çok az bir topluluk var. Alman toplumundan herhangi bir ferde ya da Avusturya toplumundan herhangi bir bireye Sizin döneminizde küçükler büyüklere nasıl davranıyordu? diye sorsanız, bir sürü olumlu şey söyleyecekler. Saygılarını, ilgilerini, alakalarını vs. Yani Batı toplumunda da bu anlamda kendi yetiştirdiği çocuklardan, fertlerden memnun olmayan aileler söz konusu. Neden? Çünkü onlarda da dede-baba-torun ilişkisi tamamen koptu. Hatta biliyorsunuz, öyle bir noktaya geldi ki 18 yaşına geldiğinde çocuk, yaşayan anne-babasından kopuyor. Hatta bu sebeple sancı, onlarda bizden daha büyük. Demek ki anne-babanın Allah ı ve Resulünü bilmesi ve bunu bilerek yaşaması bu anlamda çok ama çok mühimdir. SÜ: Hocam, İslam Tarihi ne baktığımız zaman eğitim sahasında bir teşkilatlanmanın oluştuğunu görüyoruz. Ashabı Suffe den tutalım ta ki medreselere kadar. Fakat Tanzimat tan sonra bunda bir çözülmenin oluştuğuna şahit oluyoruz. Batılılaşma hareketleriyle birlikte okullarda da bir ikilik baş gösteriyor. Mahalle mekteplerinin yanında seküler eğitimin verildiği okullar açılıyor. Cumhuriyetin başından itibaren de Tevhid-i Tedrisat ile İslâmi alanda eğitim veren okullar kapatılarak bir birlik oluşturulmaya çalışıldı. 1950 lere kadar da bu böyle tekdüze halde devam ediyor. İslami ilimler de ferdi çabalarla el altından yürütülen bir çalışma olarak kalıyor. 50 lerden sonra da İmam-Hatip okullarına göreceli bir izin veriliyor Türkiye de. Bunun akabinde Türkiye den birçok insanımız Avrupa ya gelmeye başladı. Burada insanımızın İslami İlimlere karşı bir açlığı baş göstermeye başladı. Bu ihtiyaç önce camilerde, sonra da başka kurumlar kurularak bir şekilde karşılanmaya çalışılıyor. Siz de zaman zaman Almanya ya gittiniz. Bu kurumlarda şahit olduğunuz eksiklikler nelerdir? Nasıl sistemli bir yapı kurulabilir? İyi bir eğitimci kadro nasıl oluşturulabilir? Salih Dülger: Şunu göz ardı etmemek lazım ki, mesele sadece bilgi ise; şu zamanda yaşayan bir çocuk yüz sene evvel yaşamış bir çocuğa kıyasla çok daha fazla şey biliyor. Üç yaşında, beş yaşında bir çocuk bilgisayar başına oturuyor tuşlarıyla istediği gibi oynuyor. Bir haritaya bakıyor bütün dünyayı görebiliyor. Sözünü ettiğimiz şey bilgi kazandırmak değil. Türkiye de de bakanlık Öğretim Bakanlığı değil Eğitim Bakanlığı. Hayat bilgi vermekten ibaret değil. Galiba 1800 lerden sonra insanlar, bilgi vermeyi davranış kazandırmanın önünde gördüler. Ben öğretmenlik yaptım. Somut olarak söylemek gerekirse bir lisede tatiller bir kenara konulursa 19 ders saati ahlaka ilişkin bir ders kalır. Din Kültürü-Ahlak Bilgisi. Yani o da ikiye bölünüyor. Ticaret lisesinde okuyan ticaret ahlakından habersiz... Sanat okulunda okuyan sanat ahlakından habersiz... İmam-Hatip liselerinde bile bir din adamı olma ahlakını tam olarak verebildiğimizi sanmıyorum ben. Mevzu sadece bilgiyse bu var. Tefsir, Fıkıh, Hadis, İslam Tarihi, Siyer gibi nazariyeler var. Gerçekten de ortada olan bir şey var; insanlar eğitimlerini alırlarken bir düşünce tarzı geliştiriyorlar. Batı da bu: Allah Kilise nin içindedir. Bizde de Allah caminin içindedir. şeklinde. Camide içki içilmez, camide küfredilmez Ama dışarı çıktığımız zaman Ne yapalım kardeşim, hayatın gerçeği bu! diyoruz. Din eğitimi olarak da okullarda yapılan budur. Siz iki saat içinde insana dinin ideal olgunluğunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Ve siz o insandan mükemmel bir insan olmasını bekliyorsunuz. Ama geriye kalan tarih gibi coğrafya gibi matematik gibi dersleri çocuğa materyalist bir anlayışla sunuyorsunuz. Bu dersleri ilim terbiyesi ışığında değil de soğuk bir dille ona yüklüyorsunuz. Sebep-sonuç kurarken, menfaatin öncelikli olduğu fikrine kapılıyor çocuk. Ve bir anlamda nasıl olursa olsun, başkası ayaklar altında da kalsa kendisi hayatı iyi geçirmeli gibi bir mantıkla yoğruluyor. Bu anlamda sadece bizim değil bütün dünyanın eğitim sistemini bir daha gözden geçirmesi gerekmektedir. Eğitim malumat sahibi yapmak değil; davranış sahibi yapmaktır diyorsak şayet. Bu noktada eğitimin yeniden kurgulanması gerekir. Uzmanların bunun üzerinde oturup düşünmesi lazım; aksi takdirde dünyanın gidişi hiç de iyi bir gidiş değil. SÜ: Hocam, Avrupa daki Müslümanların durumu ile ilgili yapmış olduğunuz gözlemler nelerdir? Burada eği- 16 sabah

tim alanında neler yapılabilir? Salih Dülger: Şimdi tabii Avrupa nın şu andaki görünümünde yeni yeni aklı başına gelen bir insan topluluğu var. Belki şu ana kadar kalıcılığı düşünmüyorlardı.. Ama artık dünya yavaş yavaş küçüldü. İnsanlarımız burada olmakla Türkiye de olmak arasında pek fark görmüyorlar. Burada sadece Türkiye den gelen Müslümanlar da yok. Aynı zamanda özellikle Fransa da yoğun bir biçimde Afrika kökenli Müslümanlar var. Elbette insan, inancıyla insandır. Kişiliği inancından kaynaklanır insanın. Kimlik insan için özlenen bir davranış biçimidir. Yeni yeni ufak hamleler görüyoruz. Eğitimin kurumsal hale dönüşmesi lazım... Önümüzde bu kadar yanlışlığın yapıldığı bir dünya varken onlardan ibret alınması gerekiyor. Eğitimi zaman işi olmaktan çıkarmak lazım Yani çocuk cumartesi gelecek eğitimini alacak gidecek. Bu yanlış bir tutumdur. Önce bunu değiştirmek gerekir. Bunun için teknoloji kullanılabilir. Haftalık, aylık çok ciddi planlanmış bağlantılı sistemler oluşturulabilir. Kurumlar, camiiler çocuklar için günlük programlardan ziyade; bir hafta, iki hafta çocuğu meşgul edebilecek, onunla irtibatı koparmayacak programlar geliştirmeli. Bunun için özel hadisler seçilmeli; Kur an-ı Kerim den gelecek nesli şekillendirecek özel ayetler seçilmeli. Bunlar ön plana çıkartılmalı ve çocuklara öğretilmeli. Bu yapılırken muhakkak bunların davranış biçimine dönüşüp dönüşmediği kontrol edilmeli. Özellikle eğitim, hayatın içerinde bir bütün olarak devam edebilir hale gelmeli. Yani bir nazariye olarak değil, bir teori olarak değil. Bu teorik bilgiler, hayat içerisinde olgun davranışları besleyemiyorsa onun bir kıymeti olmaz. Sonuç itibariyle, duygu, düşünce ve davranış mükemmelliğini verecek bir eğitim için bu işin araştırmacıları el birliği edecekler; mevcut şartlar içinde ölçüp tartacaklar ve zaman dilimlerinin bütününü kuşatacak bir eğitim programı geliştirecekler. Geliştirmek zorundayız; bu bizim sorumluluğumuz. sabah 17

Klasik ve modern edebiyatın Franz sürrealist gerçeği... KAFKA Kısa Biyografisi: Despot bir Yahudi aile içerisinde yetişen, hoşnutsuz bir mesleğe sahip ve asosyal ilişkileri bulunan etkin bir batılı yazardır Kafka. Doğum tarihi 3.Temmuz 1883 Prag. 3. Haziran 1924 ise Avusturyada vefat etmiştir. 18 sabah

Mahmut Bülbül Batı literatüründe hayatını ve eserini sıkı bir bağıntı içerisinde kullanan nadir edebiyatçılardandır Franz Kafka. Modern Avrupa edebiyatında, Kafka nın eserleri klasik olarak nitelendirilmekte ve Weimar (1) kültürü çerçevesinde değerlendirilmektedir. Entelektüel felsefi bir gelenekten gelen Kafka, kaleme almış olduğu eserlerinin edebiyat tarihinde önemsiz bir detay olmadığı, aksine 20. yüzyılın başlarında eserleriyle büyük başarı sergileyen bir edip olduğu, dünya genelinde kabul görmüştür. René Descartes ile başlayan ve Nietzsche ile gerileyen modern öznel-felsefi akımının etkileşimini, Kafka nın eserlerinde görebilirsiniz. Kafka bu düşünce ile sistematik olmasa da, genel anlamda ilgilenmiş ve teorileri farklı yorumlamıştır. Yazarın en belirgin özelliği ise, öznel tasavvuru, anlatımsal bir yapı içerisine çevirmesi olmuştur ki, bu onu yükselten en mühim olgu haline gelmiştir. Öznel Felsefeye genel bir bakış, Kafka nın eserlerini uygun bir şekilde kavramamızı kolaylaştıracaktır. Bu akımın, benlik ve otonom benliğin meydana gelmesindeki ana unsurları ve o faktörlerin insana sağladığı yargılama hürriyetini analiz etmesi, düşüncenin ana hedefidir. Descartes ile gelişen bağımsız benlik, ilk defa prensip olarak her şeyi şüpheli bir gözle algılamayı sağlamıştır. İmmanuel Kant bu prensibi din eleştirisinde kullanmış, Karl Marx ise, benliği çalışma sürecine koymuş ve idealist düşünceyi alt üst etmiştir. Nietzsche ise burjuva ve proletaryan benliğini kendi kültür eleştirisinde yok etmiş ve insanüstü bir benlik olgusunu ortaya atmıştır. Franz Kafka bu karmaşık yapıların 20. Yüzyılda tekrar itina ve özen gösterilerek ele alınmasını ve benliğin yeni bir tanımlama sürecine getirilmesinde büyük rol almıştır. Anlatımsal bir eylem ile benlik, aile, kültür, ülke, toprak ve din kuramlarını yeniden ele alır ve beklenmedik sürpriz fikirler üretir. Burada önemli olan, Kafka nın edebi ve felsefi gerilim içerisinde kendi dünya görüşünü ve hayat anlayışını öyküsel bir dil ile okurlarına aktarmasıdır. İşte bu gerilim arka planda öznel felsefenin krize uğraması ve yeni yaklaşım metotları geliştirilme ve eksikliği giderme noktasında, Kafka, yepyeni bir çığır açmıştır. Kafka romanlarında hüviyetini arayan sembolik kahramanlar ve hayvan figürleri yaratır. Onun kahramanları büyük salon merdivenlerinde yollarını şaşırır veyahut alçak ve iğrenç böcekler haline dönüşürler. Yazar surreal bir tablo çizer ve fiillerle gerekçeleri bulmaya çalışır. Yazar ustaca insanların bulundukları zor ve çıkmaz vaziyetleri, korku ve şüpheler dolu hayatlarından kovalandıkları ve masum olmalarına rağmen, suçlu duruma düşen şahsiyetlerden bahseder romanlarında. Benliğin oluşumundaki gayrete rağmen, dış faktörler ve dış gücün şahsiyet bulmayı engelleyecek bir yapıya sahip olmaları, edipin eserlerinde sık sık dile gelir. Bu eleştiri Kafka nın edebiyat dünyasında aktüel kalmasının ana unsurlarından biridir. Modern edebiyatı klasik edebiyattan ayıran en önemli olgu, edebi biçimlerin ve formların, kendilerine has bir bütünlüğe sahip olmalarından ve o bünye içerisinde dış faktörlerin etkisinden ziyade, sanatsal buyrukların modernliği belirlemesidir ki, bu olguyu klasik eserlerde göremezsiniz. Kafka nın modern edebiyata olan ilişkisi ve dünya literatüründeki yeri ise, kendisinin ve eserlerinin tarihsel bir kontekst içerisinde değerlendirilmesinden geçmektedir. Dünya edebiyatında Kafka edipliği ile analog olarak Dante, Shakespeare ve Goethe ile kıyas edilir. Onun şairane etkisi ve temsilliği transnasyoneldir. Çünkü eserleri dünya literatürünün genelini ve modern edebiyatı uzun bir müddet tesir altına almıştır. Kafka nın eserleri çoğunlukla fragmanlardan ve tamamlanmamış yazılardan oluşan bir koleksiyondur. Dünya genelinde ün yapan eserleri Der Verschollene Der Process ve Das Schloss olmuştur. Bu romanların ve diğer eserlerin eksik parçalardan oluşması, editörlük ve yorumluk bazında güç olan problemleri birlikte getirmektedir. Çünkü Kafka nın felsefi yorumu bir yana, eserleri farklı boyutlarla yorumlanmış ve zaman zaman ideolojik bir kalıp içerisine koyulmuştur. Eserlerinin biçim ve tarzı sonsuz yorumlara kapı açmıştır. Her yorumun kendine has doğruluk ekseni bulundurması ve bunu iddia etmesi, yazarın derme çatma eserlerinin olmasından kaynaklanıyor. Franz Kafka genel anlamda Jean Paul Sartre ve Thomas Bernhard ikilisinin ortasında bir çizgiyi takip etmektedir. Eserleri edebiyat dünyasında değersiz bir detayın aksine, çok dikkat çekici bir edebi atış olduğunu ve öznelfelsefenin 20. yüzyılda krizden kurtulmasında büyük rol oynadığı kabul görmüştür. Kısa anlatımları ve roman fragmanları ile benliğin gelişimi, terrakisi ve düşüşü hakkındaki bütün sorulara cevap bulma gayretine girişmiştir. Ancak soruları net bir şekilde cevaplandırmaz, sarih bir tanımlamayla, sürreal ve muzir örneklerle okurların cevapları bulmasında yardımcı olur. Kafka bütün olarak kapsamlı tefsir edilmemiş veyahut yorumlanmamıştır. Aslında, Kafka yeni ve farklı boyutlarla yorumlanmayı sürekli provoke etmektedir ki, bu da onun evrenselliğini ve zamansızlığına işaret etmektedir. Edebiyatçı olarak Kafka dünya genelinde hak etmiş olduğu ilgiyi ölümünden sonra görmüştür. Kaleme almış olduğu sürreal eserleri, muazzam bir şema ve yapıya sahiptir. Edebiyat dünyasının vazgeçilmez isimlerinden olan Kafka, 21. yüzyılda bile kendisinden bahsedilmesini başarmıştır. 1 - Alman klasik edebiyatının fikri ve kültürel merkezi. Wieland, Goethe, Herder ve Schiller burada yaşamışlardır. Bu şehir, dünya çapında sahip olduğu ünü, onların bıraktığı eserler sayesindedir. Weimar Cumhuriyeti, Alman topraklarındaki ilk demokrasi olarak 1919 yılında kurulmuştur. sabah 19

TURGUT Turgut Cansever 1921'da Antalya'da doğdu. 1946'da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1949'da İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nde doktorasını tamamladı. 1960'ta doçent oldu. Ankara'daki Türk Tarih Kurumu Binası, Bodrum'daki Ertegün Evi (1980) ve Demir Turizm Kompleksi (1992) ile üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görülmesinin yanı sıra çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalarda dereceler aldı. 2000 yılında kalbine pil takılan ve 2008 Temmuzundan itibaren yatağa bağlı tedavi gören Turgut Cansever, 22 Şubat pazar günü İstanbul Kadıköy Çiftehavuzlar'daki evinde vefat etti. Eserleri İstanbul'u Anlamak, İz Yayıncılık İslam'da Şehir ve Mimari, İz Yayıncılık Kubbeyi Yere Koymamak, İz Yayıncılık Mimar Sinan, Albaraka Türk Yayınları CANSEVER ŞAİRİN ALNINDAN ÖPTÜĞÜ MİMAR: 20 sabah