Zarif, asil, okumuş, Türkçenin Batı'ya Açılan Penceresi: Kâtip Çelebi



Benzer belgeler
Coğrafyada çığır açan kitap. Cihânnüma. Tıpkıbasım-Türkçe ve İngilizce. Cihânnüma nın 52 Haritası 7-12 Mart tarihleri arasında

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

Ünite 1. Celâleyn Tefsiri. İlahiyat Lisans Tamamlama Programı TEFSİR METİNLERİ -I. Doç. Dr. Recep DEMİR

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

YÜKSELME DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI

Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Yayın Kataloğu

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV. (Panel Tanıtımı)

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

Erzurumlu İbrahim Hakkı (Rahmetullahi Aleyh)

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

ALEXANDER RUSSEL WEBB-MUHAMMED

Osmanlı Bilim Mirası: Giriş, I. cilt: Mirasın Oluşumu, Gelişimi ve Meseleleri; II. cilt: Önemli Âlimler ve Eserler

Batı Toplumuna İlk Kez Rakip Çıkardık

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

YÜKSELME DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

FOSSATİ'NİN "AYASOFYA" ALBÜMÜ

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Sultan Abdülhamid Han hakkında 7 itiraf

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ

Sultanım, müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini dolaşıp, mevcut suları bir inceleyeyim!.

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR

TEMEİ, ESER II II II

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk

VEFEYÂT. Doç. Dr. Musa Süreyya Şahin

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

LİVATA HADDİ (EŞCİNSELLİĞİN/HOMOSEKSÜELLİĞİN CEZASI)

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri)

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

IÇERIK ÖNSÖZ. Giriş. Birinci Bölüm ALLAH A İMAN

İSLAM FELSEFESİ: Tarih ve Problemler Editör: M. Cüneyt Kaya. ISBN sayfa, 45 TL.

20 Derste Eski Türkçe

SOSYOLOJİSİ (İLH2008)

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

I. Hutbe okutmak. II. Para bastırmak. III. Orduyu komuta etmek. A) Damat Ferit Paşa

Yavuz Selim 1470 tarihinde Amasya da doğdu. Annesi Gülbahar Hatun Dulkadiroğulları beyliğindendir.

İSLAM TARİHİ II DR. HALİDE ASLAN

2. Enver Paşa. 3. Rıza Tevfik Bölükbaşı

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

OSMANLI MEDRESELERİ. Tapu ve evkaf kayıtlarına göre orta ve yüksek öğretim yapan medrese sayısı binden fazlaydı.

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere,

SELANİK HORTACI CAMİSİ

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ. Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin /

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

Prof. Dr. İlhan F. AKIN SİYASÎ TARİH Beta

Azrail in Bir Adama Bakması

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

İBRAHİM ŞİNASİ

Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar]

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

Hz. Mehdinin (A.S.) geleceği ile ilgili olarak üzerinde durmamız gereken bir konu daha vardır.

11. HAFTA 2.ARAŞTIRMA İNCELEME YAZILARI

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

MANASTIR TIBBI (Monastic Medicine)

ŞATRANC-I UREFA (Arifler Satrancı) Satranç Hindistan da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur. Satranç Sanskritçe de

Anlamı. Temel Bilgiler 1

KELAM DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

İÇİNDEKİLER. Takdim...7 Önsöz...9 Kısaltmalar I. DEVLET...13 Adâletnâme...15 Kanun...19 Kanunnâme...29 Padişah...43

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Orta Çağ da İslam dünyasında haritacılık alanında çalışma yapan bilim insanları

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Hilalin bir ülkede görülmesiyle oruca başlamak. Muhammed b. Salih el-useymîn. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

MERYEM SURESİNDEKİ MUKATTAA HARFLERİ كهيعص

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya

OSMANLILAR Yrd. Doç. Dr. Ali Gurbetoğlu. İstanbul Ticaret Üniversitesi

GÜNLÜK (GÜNCE)

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

TARİH BOYUNCA ANADOLU

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

MehMet Kaan Çalen, tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı yılında Trakya

Memlüklerin Son Asrında Hadis -Kahire Halit Özkan

Transkript:

14 Batılı bilim adamlarının ilgisini çeken, gerek Latince gibi klasik; gerekse Fransızca, İngilizce ve Almanca gibi modern Batı dillerine tercüme edilen tek Osmanlı bilgin ve düşünürü, Kâtip Çelebi olsa gerektir. Türkçenin Batı'ya Açılan Penceresi: Kâtip Çelebi Makale Prof. Dr. Bekir Karlığa Zarif, asil, okumuş, bilgili kimselere verilen bir unvan olan "çelebi" kelimesi, Osmanlı literatüründe, daha çok yüksek tabakaya mensup beyzadeler, kalem erbabı bilim adamları, Divan-ı Hümayun kâtipleri, Konya Mevlâna Dergâhı postnişinleri ve Divan şairleri için kullanılırdı. Bu anlamda kelimenin tam manasıyla, doğma, büyüme bir İstanbul Çelebisi olan Kâtip Çelebi, şüphesiz ki Türk, Osmanlı, İslam bilim ve düşüncesinin son asırlarda yetişen en seçkin temsilcilerinden birisidir. On yedinci yüzyıl, Rönesans ve Reform hareketlerinin olgunlaştırdığı meyveleri derleyerek Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a sıçrama yapan Batı dünyasının entelektüel alanda modern düşünceyi kurumsallaştırıp evreni âdeta yeniden kuşatmaya başladığı bir çağdır. Fransız araştırmacı Jacques Attali'nin deyişiyle "bin yıldır zincire vurulmuş olan devin", yani Avrupa'nın, bin yıllık uykusundan uyanıp doludizgin koşarak, ele avuca sığmaz bir hoyratlık ve aç gözlülükle zapt ettiği bilinmedik diyarların hazinelerini talan edip ülkesine taşımaya başladığı asırdır. Batı emperyalizminin yeryüzünü paylaşmak için pervasızca dört bir yana saldırdığı ve doymak bilmez bir iştihayla her şeyi meşru sayarak yakıp yıkmaktan çekinmediği o uzun yüzyılı, "Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye", Genç Osman Olayı, IV. Murat'ın sistemsiz çırpınışları, Deli İbrahim'in akıl almaz davranışları, IV. Mehmet'in av merakları, Kâdîzâdeliler ile Sivâsîlerin çekişmesi, Medrese talebelerinin taşkınlıkları, iç isyanlar, Avusturya, Alman, Venedik ve Moskof savaşlarıyla geçirir. Her ne kadar yöneticiler de, ulema da, bürokratlar da, entelektüeller de hâlâ bu "Devlet-i ebed müddet in eski ihtişamlı günlerini yâd ederek teselli bulmaya çalışırlarsa da; imparatorluğun, içten içe çürüyen koca bir çınarı andırdığını, hemen hemen herkes tarafından açık-gizli tekrarlamaya başlamışlardır artık. İhtişam ve durgunluğun, toplumun bütün kesimlerinde, birlikte hissedilmeye başlandığı bu çift yönlü ruh hâletini, dönemin üç önemli "Çelebi sinde bariz olarak görmekteyiz. Büyük üslup ustası Evliya Çelebi, bir sihirbaz edasıyla bizi geçmişin ihtişamlı günlerine götürmek için çırpınmakta, hayal dünyasının bütün zenginliklerini mistik bir anlatımla kelime kalıpları içerisine dökerek âdeta okuyucularını efsunlamaya çalışmaktadır.

15 On üçüncü yüzyıldan sonra, İslam dünyasının dışında ve özellikle Rönesans dönemi boyunca Avrupa'da ortaya çıkan ilmî ve fikrî gelişmeler hakkında genişçe bilgi veren ilk ve tek Müslüman bilgin Kâtip Çelebi'dir dersek, abartmış olmayız. Onunla aynı zaman dilimini paylaşan Kâtip Çelebi ise, geçmişin ihtişamıyla avunmaktan çok, geleceğin sıkıntılarına ayna tutmakta ve karşı karşıya bulunulan durumun vahametini gözler önüne sermek için âdeta kendini bitirip tüketmekte; gece-gündüz demeden var gücüyle çalışarak yeni bir canlanışın kapısını aralamak istemektedir. Ne yazık ki onun bu çabasını anlayanların ve canhıraş feryadına kulak verenlerin sayısı az, hem de çok azdır. Nihayet 1699 Karlofça Antlaşmasıyla imparatorluğun üzerine çökmüş olan kara bulutları dağıtmak isteyen Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, bir başka Çelebiyi Paris'e elçi olarak gönderir. 28 Çelebi Mehmed Efendi, diyar-ı küfrde gördüğü göz kamaştırıcı gelişmeler karşısında özgüvenini yitirmeyecek ve "Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir" hadisini hatırlayarak teselli bulmanın yollarını arayacaktır. İslam dünyasının, on üçüncü yüzyıldan itibaren yavaş yavaş entelektüel planda bir ufuk daralması ve zihin tutulmasıyla karşı karşıya gelmeye başladığı bir gerçektir. Bu yüzyıldan sonra gelen siyasal alandaki büyük başarılarla mütenasip entelektüel başarılara imza atıldığını söylemek -ne yazık ki- mümkün değildir. Özellikle medresenin kendi içine kapanması, bütünüyle İslam coğrafyasında bir entelektüel tıkanmayı da beraberinde getirmiştir. Bu ise, ister istemez ufukların daralması sonucunu doğurmuştur ki, İslam dünyasının yüz akı İbn Haldun gibi büyük bir bilgin bile, bu âlemin geleceğini tayin edecek üç büyük olaydan birisi olan ana vatanı Endülüs'teki gelişmelerle ilgili fikirlerini bir sır gibi kendine saklamayı yeğler. Pirene Dağlarının öte tarafında, Rönesans gibi büyük bir atılımın hızla yürüdüğünden haberdar olduğu anlaşıldığı halde, buradaki gelişmelere hemen hemen hiç ilgi göstermez ve ünlü Mukaddimesi nde birkaç satırlık notla yetinmeyi tercih eder. Bilimsel Rönesans'ın temsilcisi Piri Reis'in "Kitab-ı Bahriye"si gibi pratik ihtiyaçlardan doğan gereksinimleri karşılamak üzere kaleme alınmış bazı özel çalışmaları bir kenara bırakacak olursak, İslam ülkelerinin hududunu aşıp bütün dünyayı topluca tanımayı ve anlayıp yorumlamayı amaçlayan ilmî ve fikrî çalışmalar hemen hemen yok gibidir. Kâtip Çelebi, on üçüncü yüzyıldan başlayarak on dokuzuncu yüzyıla kadar devam eden altı asırlık uzun bir süreçte, İslam dünyasının klasik çağlarında sayıları pek çok olan, İslam bilim ve düşüncesini bir bütün halinde ele alıp değerlendiren, yaşadığı zamanın başlıca sorunlarına çözümler üretmek isteyen ve kendinden geçercesine çırpınıp duran araştırmacı bilim adamı tipinin son ve parlak örneklerinden biridir. Ele aldığı her konunun hakkını vermiş ve o alanda, o günün şartlarında yapılabilecek şeylerin en mükemmelini yapmaya çalışmıştır. Bu bitmez tükenmez azmin neticesinde, 48 yıl gibi kısa bir ömre -hayret verici bir şekildeeskilerin "muhalled" dedikleri, bugün de ellerden düşmeyen, binlerce sayfalık pek çoğu önemli 21 adet eseri sığdırmayı başarabilmiştir. Ünlü tarihçi Franz Babinger, onun, "bilgisi, akla gelebilecek bütün sahalara yayılmış olan en büyük Osmanlı tarihçisi" olduğunu belirtir. Ünlü Osmanlı bilim tarihçisi Adnan Adıvar ise onun, Osmanlıda bilimsel Rönesansın temsilcisi olduğunu bildirir. On üçüncü yüzyıldan sonra, İslam dünyasının dışında ve özellikle Rönesans dönemi boyunca Avrupa'da ortaya çıkan ilmî ve fikrî gelişmeler hakkında genişçe bilgi veren ilk ve tek Müslüman bilgin Kâtip Çelebi'dir dersek, abartmış olmayız. Nitekim onun ve öğrencilerinin büyük gayretleri neticesinde on sekizinci yüzyıl açılımı gerçekleşmiş, bu ise -farklı biçimlerde tezahür etmiş olsa da- on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı modernleşmesinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu yönüyle o, âdeta İslam dünyasında yeni bir aydınlanma hareketinin yılmaz destekçisi ve dur durak bilmez emekçisi gibidir. Çünkü nice yerli vardır ki, kendi memleketini iyice bilip anlatmaktan acizdir. Bilimsel keşiflerin Batı'ya sağladığı imkânları ve bunun Osmanlı Devleti için doğuracağı tehlikeleri görüp değerlendiren Kâtip Çelebi, bu konuda yapılması gereken şeyleri bir bir sayıp dökmekle kalmaz, aynı zamanda bunun doğuracağı emperyalist hedeflere de dikkat çeker. Devleti yönetenlerin mutlaka coğrafya bilmeleri gerektiğini bildirerek şöyle der: "Bütün yeryüzü ahvalini bilmek kolay olmasa bari Osmanlı ülkesinin şekli ve çevresinde ortak sınırları bulunan ülkelerin bilinmesi icap eder ki bir yere sefer etmek ve asker göndermek gerektiğinde ona göre tedarik görülür. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını koruyacak tedbirleri almak ancak bununla mümkün olur. Yerli bile olsa bu konuda, bu fenden habersiz kimselerle istişare etmek doğru olmaz.

16 Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeterlidir: Yere batası kâfirler, bu ilimlere önem ve değer vererek Yeni Dünya'yı (Amerika) bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldılar. Venedikli taifesi gibi hor ve hakir bir kavim -ki küffar hükümdarları arasında rütbesi Duka payesinden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanıyla meşhurdur. Osmanlı İmparatorluğu'nun boğazına (Çanakkale Boğazı) gelip Doğu'ya ve Batı'ya hükmeden şanlı devlete karşı koymuştur." Kâtip Çelebi nin kaleme aldığı eserlerin çoğu, bilimsel nitelikli olmanın ötesinde devrine tanıklık eden çalışmalardır. O, yalnızca İslam dini ve kültürü ile ilgili konularda kalem oynatmaz. O, ünlü İskenderiye Feneri (âyîne-i İskender, âyîne-i âlem-nümâ veya âyîne-i gîtî-nümâ) gibi bütün cihana ayna tutmak ister. Tarihten coğrafyaya, felsefeden astronomiye, fıkıhtan tefsire, tasavvuftan edebiyata kadar entelektüel disiplinlerin hemen hemen hepsiyle ilgilenir. İslam düşüncesinin klasik dönemindeki aydınlar gibi, evrensel kültürün bütün şubelerini kuşatan bütüncül bir kâinat tasarımına sahiptir. Yaşadığı dünyanın her tarafını tanımak için çırpınan bu büyük düşünce adamı bilgin, özellikle Batı'da gelişen ilmî ve fikrî faaliyetleri yakından tanıyabilmek için elinden gelen bütün gayreti gösterir. Latince ve Yunanca kaynaklardan yararlanmaya çalışır. Kendi ifadelerinden Yunanca ve Latince kaynaklardan yararlanacak kadar bu dillere aşina olduğunu çıkarmak mümkündür. Kâtip Çelebi, devrin sistemli eğitim kurumları olan medreselerde düzenli bir öğrenim görmediğinden, daha çok özel derslerle kendisini yetiştirmiştir. Bu nedenle de, sistemli bir bilim adamı olmaktan çok, meraklı bir entelektüeldir. Bundan dolayı da devrin medrese eğitimi almış olan resmî bilim adamları (ulemâ-i rüsum) tarafından hep küçümsenmiş ve Adnan Adıvar'ın deyişiyle: "âdeta yan gözle bakılmıştır." Genel olarak İslam dünyasında, özel olarak da Osmanlı İmparatorluğu nda baş gösteren ilmî ve fikrî durgunluğun üzerinde fazlasıyla duran Kâtip Çelebi, bu konuda özeleştiri yapmaktan geri durmaz. Ona göre: "İslam fütuhatından sonra Osmanlı devletinin ortalarına kadar (Diyâr-ı) Rum'da (Anadolu) felsefe ve hikmet pazarı pek verimli idi. O çağlarda kişinin şerefi, akli ve naklî ilimleri tahsil edip kavraması ölçüsündeydi. O asırlarda allame Şemseddîn el-fenârî, fâzıl Kadîzâde-i Rumi, allame Hocazâde (Mustafa Muslihüddîn el-bursevî), allame Ali Kuşçu, fâzıl Îbnü'l-Müeyyed (Müeyyed- Zâde Abdurrahmân Efendi),Mîrim Çelebi, allame İbn Kemâl (Şemseddîn Ahmed) ve fâzıl İbnü'l- Hannâî (Kınalı-Zâde Ali Efendi) gibi şeriat ile hikmeti birleştiren eşsiz bilginler vardı. Kınalı-Zâde bunların sonuncusuydu. İnhitat (gerileme) devri geliverince, ilim rüzgârı durdu. Bazı müftülerin Felsefe öğrenimini yasaklamaları, bunların yerine hidâye ve ekmel derslerinin getirilmesi sebebiyle ilim azaldı. Bazı resmî şekillerin dışında bütünüyle ilim yok oldu. Mevlâna edip Şihâbeddîn el-hafâcî'nin "Habâyâ'z-Zevâyâ (isimli eserinde) dediği gibi adı geçen efendi (?) Rum (diyarında) ilmin yıkılmasının sebeplerinden idi. İbn Haldun'un da zikrettiği gibi bu husus devletin yıkılış emaresi cümlesindendi. Hüküm ise yüce ve ulu Allah'ındır." Aynı konuyu "Mîzânü'l-Hakk fi İhtiyâr'il-Ehakk" isimli eserinde de benzer ifadelerle dile getiren Kâtip Çelebi şöyle der: "İslami bilimler derlenerek herhangi bir şekilde bozulmaktan kurtarılıp zabıt altına alındıktan sonra Müslüman halkın önde gelen büyükleri, önceki nesillerin o bilgileri yasaklamalarının bu amaca yönelik olduğunu gördüler. Mahzur ortadan kaldırılıp istenen amaca ulaşılınca, Müslüman halk eşyanın gerçeklerini bilmek (demek olan felsefi bilgiler) çok önemlidir diyerek Emeviler ve Abbasiler devrinde eski ilimlere dair kitapları tercüme ederek Arapçalaştırdılar. Selim fıtrat Kâtip Çelebi, devrin sistemli eğitim kurumları olan medreselerde düzenli bir öğrenim görmediğinden, daha çok özel derslerle kendisini yetiştirmiştir. Bu nedenle de, sistemli bir bilim adamı olmaktan çok, meraklı bir entelektüeldir.

17 ve doğru akıl sahipleri da her asırda bunları okuyup öğrenmekten geri durmadılar. Araştırma yaparken ve eser yazarken şeriat (din) ile hikmet'in (felsefe) arasını birleştiren gerçek araştırıcıların eserleri, her asırda meşhur olup muteber sayıldı ve ilgi topladı. İslam bilginleri içinde gerçek araştırıcı olan İmam Gazzâli ve İmam Fahreddîn er-râzî, büyük bilgin Adududîn el-icî ve onun izinden gidenlerden Kâdî Beydâvî; büyük bilgin Kutbeddîn eş-şîrâzî, Kutbeddîn er-râzî; büyük bilgin Sa'dedîn et-teftâzânî, Seyyid Şerîf el-cürcânî ve onların izinden gidenlerden büyük bilgin Celâleddîn ed-devvânî ve onun öğrencileri, derin inceleme ve araştırmalar yaparak yalnız bir fende yetişmiş olmakla kalmadılar. Fakat nice zihni boş kimseler İslamın ilk asımda belirli bir amaçla yapılmış olan yasaklama rivayetlerini görüp katı bir taş gibi sırf taklit ile donup kaldılar. Meselenin aslını iyice düşünüp taşınmadan ret ve inkâr edip felsefe ilimleri diyerek karalama yoluna gittiler. Yeri-göğü bilmez iken âlim geçindiler. Göklerin ve yerin melekûtuna bakmazlar mı? ayetindeki tehdit kulaklarına girmedi de yerde ve göklerde nazarı (ilmî tefekkürü ve bakmayı) öküz gibi bakmak sandılar. Osmanlı Devleti'nin başlangıçlarından (Kanûnî) Sultan Süleyman Han zamanına gelinceye değin hikmet ile şeriat ilimlerini birleştiren gerçek araştırıcılar (Muahkkik) şöhrette idi. Ebü'i-Feth Sultan Muhammed Han Sekiz Medrese (Semâniye Medresesi) yaptırıp kanun üzere meşgul olunsun diye vakfiyesinde kaydetmiş, Hâşiye-i Tecrîd ve Şerh-i Mevâkif derslerini tayin etmişti. Sonra gelenler, bu dersler felsefiyattur diyerek kaldırıp hidaye ve ekmel dersleri okunmayı makul gördüler. Yalnız bu kitaplarla yetinmek, makul olmadığından ne felsefiyat kaldı, ne hidaye, ne de ekmel. Böylece ilim pazarına kesat gelip ehli tükenmeye yaklaşmakla, bazı kenarda Kürtlerin yaşadığı yerlerde, yer yer (eski) kanun üzere çalışmış olan öğrencilerin (ilme) daha yeni başlayanları, Rum diyarına (İstanbul) gelip büyük tafra satar oldular. Bunları gören zamanımızda bazı kabiliyetli (öğrenciler, benden, kendilerine) hikmet (dersleri vermemi) talep ettiler. Fakir de (Kâtip Çelebi) ders verirken ve müzakerelerde bulunurken istidat sahibi talebeleri Sokrat'ın Eflatun'u teşvik etmesi gibi teşvik edip onlara vasiyet ve cümlesine nasihat etmek amacıyla bu risalede (Mizanü'l- Hakk) birkaç maddeyi zikir ve îrâd eyledim. Ta ki mutlak ilim namına olan konuları imkânları elverdiği ölçüde elde etmek için çalışsınlar. Elbet bir yerde lazım olur. Bilginin zararı olmaz. Ayrıca kötüleyip inkâr etmesinler. Zira bir şeyi inkâr etmek, o şeyden uzaklaşıp mahrum olmanın nedenidir." Göklerin ve yerin yüceliğini düşünüp araştırmazlar mı? Yaşadığı yüzyılın en dikkate değer siması olan Kâtip Çelebi'nin, gerek "Mizanü'I-Hakk'ta, gerekse Keşfü'z-Zunûn'daki bu ifadelerinden kimi araştırıcılar, Osmanlı döneminde bilim ve felsefenin bütünüyle yasaklandığı anlamını çıkarmışlarsa da bu konuda her hangi bir resmi karar veya yazı yoktur. Kâtip Çelebi, sadece oluşan olumsuz havaya ve yaygınlaşan bilgi yetersizliğine vurgu yapmaktadır. Cihannümâ isimli büyük eserinde de yüce Allah'ın: "Göklerin ve yerin yüceliğini düşünüp araştırmazlar mı?" ayet-i kerimesinden ilham ve şevk alarak, kâinatı incelemeye başladığını bildiren Kâtip Çelebi, Batı dünyasının son zamanlarda astronomi ve coğrafya başta olmak üzere pozitif bilimler alanında büyük gelişmeler kaydettiklerini, buna karşılık Müslümanların tembel davranarak bu konulara ilgi göstermediklerinden yetersiz kaldıklarını görüp bu durumdan fazlasıyla üzüntü duyduğunu belirtmektedir. İşte bu nedenlerle kendisini söz konusu alanlarda çalışmaya verdiğini ve başta Cihannümâ" olmak üzere bazı eserler kaleme aldığını bildire-

18 rek şöyle der:"imdi bu kitabın yazarı mahlukatın en hakiri Mustafa Halife, doğumunun başlangıcından ve çocukluk devirlerinden beri Beşikten mezara kadar ilim arayın talimhanesinde, fikir ve duygu çerağını, zekâ ve fıtnat yağı ile kıyas ve önermeler sabahına çıkarıp ifade ve istifade esnasında, Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak'tan peş peşe gelen çeşitli nimetler ile işlerin mahiyetlerini araştırırdım. Seferde ve hazarda durumların değişmesi, günlerin ve yılların geçmesi ile kazandığım tecrübeden elde ettiğim kemal ile yetinmeyip daha fazla bilgi sahibi olmak ve olgunlaşmak için tarih ve siyer kitaplarını incelerdim. Bu cisimler âlemine, hayvanlar gibi bakan şahıslar hakkında söylenen Göklerin ve yerin yüceliğini düşünüp araştırmazlar mı? ayeti beni, astronomi fennine dair kitapları incelemeye yöneltir, Yeryüzünü dolaşın ve Allah'ın kudretinin eserlerini görün hadis-i şerifi de coğrafya fennine dair kitapları araştırmaya sevk eder ve başlamama vesile olurdu. Her defa, Hıristiyanların Yunanlılardan intihal ederek bu fenni araştırma ve ortaya koymada tam bir dikkat ve maharet göstermelerini; Müslümanların ise inkâr ve ihmallerini, bu konudaki bilgisizliklerini ve tembelliklerini görüp üzülürdüm. Çünkü Arapça, Farsça ve Türkçe yazılan bölgeler ve şehirler hakkındaki kitaplar ile ülkelerin yollarına dair (mesâlikü'lmemâlik) kitapların hepsinin yanlış ve karışık olduğunu görürdüm." Cihannümâ'da, dünyanın küre biçiminde ve yuvarlak olduğunu delilleriyle açıklamaya çalışan Kâtip Çelebi, İbn Abbas'dan rivayet edilen bir hadise dayanılarak dünyanın öküzün boynuzu üzerinde bulunduğunu ve dümdüz olduğunu iddia eden ve o günlerde İslam dünyasında çok yaygın olan anlayışa karşı çıkar. Bu hadisin sahih olmadığını; sahih olsa bile söz konusu ifadedeki "Öküz" ve "Bahk" kelimelerinin "Boğa" ve "Balık" burcuna hamledilmesinin daha uygun olacağını bildirir. "Hikmet ilimlerinden nasibini almamış kimselerin akılları, gözlerinin gördüğü yerden ileriye geçemeyip, bulundukları yeri düz gördüklerinden bütün dünyayı da düz" sandıklarını ifade eder. Kâtip Çelebi, devrin sistemli eğitim kurumları olan medreselerde düzenli bir öğrenim görmediğinden, daha çok özel derslerle kendisini yetiştirmiştir. Bu nedenle de, sistemli bir bilim adamı olmaktan çok, meraklı bir entelektüeldir. İnsanlara akıllarının seviyesine göre konuşun" Bu arada ilk Müslümanların, Antik kültürlerin üzerinde yoğunlaştığı konularla ilgilenmelerinin nedenlerini değerlendiren Kâtip Çelebiye göre onlar, Müslümanları aydınlatmak amacıyla bu konulara temas etmişlerdir. Bunu yaparken de: "İnsanlara akıllarının seviyesine göre konuşun" buyruğuna uyarak filozofların kullandıkları üslubu kullanmışlardır. Yoksa Peygamberin ve Ashâb-ı Kirâmın asıl vazifesi, halka dinî konularda bilgi vermektir; eşyanın hakikatini açıklamak demek olan ilmî konular ise onların ana gayesini teşkil etmez. Kâtip Çelebi nin bu bağlamda Rasülullâh'ın: "Siz dünyanızın işlerini (benden) daha iyi bilirsiniz" hadisine vurgu yapması ilginçtir. Ona göre Hz. Peygamber'in ve ashabının pratik ve teknik konularla ilgili ifadelerinin, mutlak manada uyulması gereken bilimsel gerçekler olarak kabul edilmesi doğru değildir. Öyle sanıyoruz ki Kâtip Çelebi, modern dönemlerde zaman zaman önemli bir referans olarak sıkça başvurulan bu hadise, o günlerde vurgu yapan tek İslam düşünürüdür. "Kâfirlerin bu ilimleri elde ederek yeryüzünü işgal ettiklerini, hatta Müslümanları taciz edip yiğitlik taslayacak duruma geldiklerini ve bu hususta rakipsiz olduklarını" fark eden Kâtip Çelebi, bu durumun gelecekte doğuracağı tehlikeleri düşünerek Müslümanları, astronomi ve coğrafya gibi yeni ve hızlı gelişme gösteren ilimlerle daha çok ilgilenmeye teşvik eder. Amerika'nın keşfinin ve Ümit Burnu'ndan Hindistan'a ulaşılmasının doğuracağı tehlikeleri çok önceden görmüş olan Kâtip Çelebi, bu konuda Hollandalılara ve Portekizlilere karşı Hind Müslümanlarının Kanuni Sultan Süleyman'dan yardım istediklerini, onun da Piri Reis ve Şeydi Ali Reis gibi ünlü denizcileri Hindistan'a gönderdiğini anlatarak Tarih-i Hind-i Garbî isimli eserden alıntılar yapar: "Hind-i Garbî yazarı şöyle der; Onuncu yüzyılın başlarından beri Portugal (Portekiz) gemileri Batı'dan Doğu Okyanusu'na sefer edip çoğunlukla Sind ve Hind sahillerine vardılar. İyi rastlantılarla ve güzel tedbirlerle o vilayetlerin benderlerini (limanlarını) alıp istila ettiler. Eğer bir zaman daha bunların dizginleri böyle başıboş bırakılırsa Bahr-i Kulzûm a (Kızıldeniz) yol bulup Hicaz ve Yemen sahillerini alırlar. Fakir (Kâtip Çelebi) der ki; Portugal (Portekiz) ve Flemenk (Hollanda) gemileri nice zamandır Bahr-i Kulzûm a girip Yemen ve Hicaz sahillerine

19 ulaştılar. O bölgelerde gezmekteler, fırsat buldukça tüccar gemilerini alıp o yolları keserler. Fakat Cidde limanında bir kale yapılıp muhafızlar konulursa, oradan dışarı çıkıp fesada kalkışamazlar, gemilerini bırakıp bir-iki mil kara tarafına gidemezler. Ama denizde fesat ve zararları kesindir. Onların zararı, karada olan düşmanlardan daha çoktur. 1036 tarihinde Flandra Burtonları (Bretagne) Hind'den gelen tüccar gemilerini alıp 600.000 kuruş zarar verdiklerini Yemen Valisi Haydar Paşa ya arz edip Yemen ahalisi toplu dilekçe yazdılar. Sonra Burton Hind'den Yemen bölgesine gelen tüccarların 14 parça gemilerini basıp aldılar, mallarını yağmalayıp insanlarını esir ettikten sonra Maha İskelesine gelip İngiliz gemileri ile demir attılar. Her yıl bunun gibi nice hadise meydana gelmektedir. Fakat engellemeye güç yoktur. Yine aynı tarihçi der ki: "Garip bir durumdur ki, bir bölük uğursuz kişi bu şekilde destek alarak Batı'dan Doğu'ya giderler, şiddetli rüzgârlar ve denizlerin belalarına tahammül ederler, ama diyar-ı Rum (Anadolu) bu yerlere yan yol mesafesinde iken o diyarın fethine kastedilmez ve anılan bölgelerin boyun eğmesine Osmanlı Sultanları'ndan talip olan çıkmaz. Bununla birlikte o tarafa sefer etmenin sayısız faydaları ve buna rağbet etmek için pek çok sebep vardır. Eğer Mısır diyarında Süveyş'ten donanma düzenlenip asker gönderilirse, tedbirli (iş bilir) bir komutan, az zamanda o şehirleri zapt ederek ele geçirir ve kâfirler o bölgelerden kovulurlardı.'' Bu öneriye karşı çıkan Kâtip Çelebi: "İmdi bu tarihçinin (Hind-i Garb i yazan) teşvik ettiği işler, bu Osmanlı Devletinin güçlü zamanında tecrübe edilip görüldü. Tekrar tecrübe etmenin pişmanlığa sebep olacağı bellidir. Asrımızda ortaya çıkan Girit seferleri bu konuda şahit olarak yeter." diyerek devleti ucu belirsiz badirelere atmanın yanlışlığını bildirir. : Kâtip Çelebi, Cihannümâ'yı yazmaya başlayıp bir bölümünü kaleme aldıktan sonra, Britanya adalarıyla ilgili kısma geldiğinde, Avraham Ortolyos tarafından yazılmış olan Atlas Majeur'ü görür ve ondan istifade etmek ister. Ancak bu eseri elde edemeyince morali bozulur ve kitabını tamamlamaktan vazgeçer. İşte tam o sırada Hariciye'de görevli olan ve adı geçen kitaba sahip bulunan Kara Çelebizade Mahmud Efendi vefat eder. Onun varislerinden söz konusu kitabı satın almaya çalışırken, Atlas Majörün özeti olan Atlas Mineur adlı kitap eline geçer. Hemen bu kitabı tetkike koyulur ve anlamaya çalışırsa da Latince bilgisi yeterli olmadığından bu maksadına da ulaşamaz. Aynı günlerde -bir şans eseri olarak- Fransa'dan İstanbul'a henüz gelmiş ve yeni Müslüman olmuş bulunan İhlasi Mehmed Efendi ile tanışır. Kısa zamanda aralarında dostluk kurulur. O, bahis konusu kitabı okuyarak Kâtip Çelebi ye anlatır; Kâtip Çelebi de, anlatılanları Türkçe yazıya döker. Böylece ikisi birlikte söz konusu kitabı Latinceden Türkçeye tercüme ederler. Kâtip Çelebi, 683 sayfa tutan Atlas Mineur'ü tercüme etmekteki asıl maksadının Cihannümâ'yı tamamlamak olduğunu bildirerek şöyle der: "1065 yılı Safer ayının ilk günleri -ki Kanun-u Evvel'in (Aralık ayı) ilk günleridir- anılan kitabın (Atlas Mineur) 438. sayfasında Cermanya (Almanya) ülkesindeki Bavaria (Bavyera) memleketinin tercümesine gelip geriye üçte bir kadarı kaldığında, bu Cihannümâ kitabını yeniden yazıp temize çekmeye başladım. Bitmesinin hayırla nasip olmasını ümit ediyorum. Bundan sonra Levâmiu'n-Nur bölümlerinde olan konular yeri geldikçe tümüyle aktarılıp kitaba konulacaktır. Nakledilmesi uygun olmayan kâfir beldeleri ile ilgili bilgiler ise yerinde kalacak, nakledilmeyecektir. Böylece değersiz kimselerin tenkit ve saldırıları bir miktar hafifler. Zira Atlas tercümesinde tam tercüme yoluna gidilmiş, kâfir beldelerine ait eserler, ocak beylerinin ve yazarlarının adları, şarap, domuz ve kiliselerinin tekrar tekrar zikredilmesi gerekmiştir. Fakat bu eserde anlatılması uygun olmayan yerler atlandı." Bu çalışmaların hepsinde Müslümanların güçlenmesi esas maksadım olduğundan günahlarımın bağışlanması ümit edilir. "Muhakkak ki Allah, bir işi iyi yapanın mükâfatını zayi etmez". Zira kâfirlerin bu ilimler vesilesiyle yeryüzünün birçok yerini işgal ve Müslümanları taciz edip yiğitlik tasladıklarını, ayrıca bu hususta rakipsiz olduklarını iddia ettiklerini inkâr mümkün değildir. Kâtip Çelebi, coğrafya fenninin kurallarına vakıf ve Latin dilinin inceliklerine aşina çok kabiliyetli bir kimse olarak nitelediği Fransız mühtedisi İhlasi lakaplı Mehmed Efendi'nin kısa zamanda Türkçe ifadelere de güç yetirecek duru-

20 ma geldiğini belirterek, onunla birlikte Atlas Mineur'ü okuyup takrir ettikten sonra, kitabın manalarını uzunca düşündüğünü, öylece müellifin maksadını ortaya koyan ibareyi yazıya döktüğünü ve tercümeye, Hicri 1064 yılı Muharrem ayının ortalarında başladığını bildirmektedir. Kitabın konumuna uygun düşmesi için adına "Levâmi'u'n-Nur fî Zulmeti Atlas Minör" (Atlas Minor'un Karanlığını Aydınlatan Parıltılar) dediğini ifade etmektedir. Atlas Mineur tercümesinde, özellikle sayfa kenarlarına düştüğü notlarda, zaman zaman müellifin tarafgirliğine vurgu yapan Kâtip Çelebi, eserin yazarı olan Mercator'un İslam ve Müslümanlarla ilgili yazdıklarının çoğunun gerçek dışı zan ve tahminlerden öteye Kâtip Çelebi, dünyayı bir bütün olarak algılamaya çalışmanın ötesinde, yeryüzünde cereyan eden olayları da bütün halinde (global olarak) algılamaya çalışan bir düşünce adamıdır. geçmeyen yalan yanlış sözler olduğunu, bunları reddedip çürütme gereği bile duymadığını bildirmektedir. Atlas'ın üzerindeki resimleri açıklayan bölümün kenarına düştüğü notta ise; şu ilginç açıklamayı yapmaktan kendini alamaz: "İmdi ey incelikleri bilen arif kişi, kâfirlerin cehalet ve aptallıklarını ve resimlerin sembolik yanlarıyla ilgili beyhude maksat ve işaretlerinin hepsini bunlara kıyas et. Burada bunların açıklanıp anlatılması uygun görüldü ki, onları görenler bu resim ve şekillerde pek büyük anlamlar var sanmasınlar." Kâtip Çelebi, dünyayı bir bütün olarak algılamaya çalışmanın ötesinde, yeryüzünde cereyan eden olayları da bütün halinde (global olarak) algılamaya çalışan bir düşünce adamıdır. Bu amaçla öteki İslam düşünür ve yazarlarının aksine dünya tarihini gerek kronolojik olarak, gerekse vakalar bazında tam ve doğru tanıyabilmek için elinden gelen bütün çabayı sarf etmiş ve bu amaçla tanışma imkânı bulduğu İhlasi Mehmed Efendi'nin Latince ve Batı dilleri bilgisinden azami ölçüde yararlanmaya çalışmıştır. Bu ortak çalışmadan, daha başka eserlerin tercümesi de gerçekleşme imkânı bulmuştur Bunlardan birisi de Johannes Carion'un 1548'de Paris'te yayımlanan "Chronicle" adlı eserinin Türkçe çevirisinden ibaret olan "Tarih-i Frengi" tercümesidir. Dünyanın yaratılışından başlayıp 1530 yılına kadar gelip geçen devlet adamlarından, Roma imparatorlarından ve Katolik Kilisesinin ruhani liderleri olan papalardan bahsetmektedir. Kitabın önsözünde Kâtip Çelebi şu kısa bilgiyi vermektedir: "Bu tarih kitabı, Cuvannes Karyo (Johannes Carionnes isimli) mühendisin yazdığı özet tarih kitabının Latin dilinden Türkçeye nakil ve tercümesidir. Zikrolunan zamanlarda meydana gelen muteber vakaları toplu olarak ihtiva eder. Adı geçen tarihçi söz konusu olan bu kitabı, Miladın 1531 tarihinde tamamlayıp 1548'de bastırmıştır. Bu kitabı Hicretin 1065 senesinde Konstantiniyye şehrinde (İhlasi) Şeyh Muhammed ile bu satırların yazarı Hacı Halife (Kâtip Çelebi), öteki İslam tarihlerine nakledip eklemek için Türkçeye tercüme ettiler." Aynı mecmua içerisinde yer alan Revnaku's- Saltana adıyla da bilinen "Tarih-i Konstantiniyye ve Kayasıra" isimli kitabı da muhtelif Bizans tarihçilerinin eserlerinden tercüme ederek buraya eklediğini bildiriyor ve şöyle diyor: "Söz konusu kitaptan sonra bir iki özet ek de ilave edildi. Bu tercümede asıl amaç, tercüme olmayıp daha sonra yeniden nakil ve diğer eserlere eklemek kastedildiğinden, ifadenin güzelleştirilmesi ve dil kaidelerinin nizamına uydurulması hususuna dikkat edilmeyerek, olduğu gibi yazıldı. Zira konuşma sırasında meydana gelen eksiklikler inşallah aktarılma esnasında ıslah olunur." Kâinatın yaratılışından 1579 yılına kadar olan olayları anlatan bu derlemede, Frankfurt'ta basılmış olan Johannes Carion'un Kroniği'nin son kısmında yer alan Johannes Zonaras, Nichytas Acominates, Nicephoros Gregoras ve Ladonycus Chalcondyles gibi Bizanslı tarihçilerin kroniklerinin Latince tercümesinden yapılmış olan Türkçe çevirileri yer almaktadır. Her ne kadar eserin başında Petnıs Birazus'un İran Tarihi, Henricus Porcius'un İran Savaşı ve Guicciardini'nin Hollanda Tarihi isimli eserlerinden de bazı bölümlerin aktarıldığı ifade edilmekte ise de, elimizde bulunan yazma Chlcondyles'in eseri ile son bulmaktadır. Eserin, Miladi 801 yılından itibaren tahta geçen Bizans İmparatorlarıyla başlayıp Alexis Commeneus; zamanına kadar olan bölümünün Zonaras'ın tarihinden alınmış olduğu; bundan sonra gelen ve 320. sayfaya kadar devam eden bölümün Nichytas'ın eserinden alındığı, buradan sonrasının ise Chlcondyles'in Türk Tarihi isimli eserinin tercümesi olduğu sayfa kenarına düşülen kayıtlardan anlaşılmaktadır. Chlcondyles'in eseri, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan Fatih Sultan Mehmed'in Mid illi'yi fethine kadar olan dönemin tarihini içermektedir.

21 Batı yı yakından tanımak istiyordu Görülüyor ki Kâtip Çelebi, kendi dönemindeki önemli Batı kaynaklarına ulaşarak Batı'yı yakından ve onların anlatımına uygun olarak tanımak istemektedir. Düşünür, tercüme edilen eserlerdeki tarihi yanlışları, hatta çok tarafgirane yorumları bile aynıyla aktarmaktan geri durmaz. Nitekim gerek Levâmi'u'n-Nur a, gerek Tercüme-i Tarih-i Frengî ye, gerekse Revnakü's- Saltana ya baktığımızda, kolayca mütercimin İslam bilim, düşünce ve tarihine pek aşina olmadığı sonucuna varabiliriz. Söz gelimi her üç eserde de Mehmed kelimesini zaman zaman Muhammed, zaman zamanda Maomet veya Meomet şeklinde yazmaktadır. Ömer kelimesine de Arapça telaf fuzuna göre değil, Türkçe söylenişine göre Elif ve Vav harfiyle (Ovmer) yazmaktadır. Filistin'i Latince telaffu zuyla Falestiya, Selahaddîn'i Saladinus, Çelebiyi Kalepi-nus, Musa'yı Moizes, Mustafa'yı da Sîn ve Vav harfiyle Muvstefa, Ahmed'i He harfiyle Ehmed, Timur-Lenk'i Tamerlan, Osmanlı'yı Otoman, Osman Gazî'yi Otomanus, Orhan Gazî'yi Orhanes, Arabistan'ı Elif harfi ile Arabya şeklinde kaydetmektedir. Oldukça akıcı ve anlaşılır bir Türkçeyle yapılmış olan tercümelerdeki bu hatalar, muhtemelen mütercimin konuyu iyi bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Ne var ki Kâtip Çelebi, bu eserlerden bazı bölümleri kendi eselerine naklettiğinde, söz konusu yanlışları düzelterek doğru yazılışlarını kaydetmektedir. Bu da bilginimizin ilmi ciddiyetinin bir başka göstergesi olsa gerektir. İrşâdü'l-Hıyârâ ilâ Tarîhi'l-Yûnâni ve'r- Rumi ve'n Nasârâ isimli 58 varaklık küçük eserinde Kâtip Çelebi, doğrudan Yunan, Roma ve Hıristiyan devlet adamlarından ve bu devletlerin yönetim biçimlerinden bahsetmektedir. Müellifin de söylediği gibi, Müslümanlar, bu devletler ve toplumlar hakkında sağlam bilgilere sahip bulunmamaktadırlar. Verdikleri bilgiler, çoğu kez gerçeklere uygun düşmemektedir. Bu sebeple doğru kaynaklara Ona göre, İmparatorluğun içine düştüğü sıkıntılardan kurtulabilmesi için, acilen söz konusu dört alanda birtakım düzenlemelere gidilmesi gerekir. ulaşmak için büyük çaba harcayan Kâtip Çelebi, bu eserinde, Avrupa milletlerinin dini ve idari yapısı hakkında bilgi vermekte, âdet ve kanunlarından söz etmekte, aristokrasi, demokrasi ve cumhuriyet gibi bazı yönetim biçimleri hakkında açıklamalarda bulunmaktadır. Öyle görülüyor ki İbn Rüşd'den sonra bu konulara temas eden ilk yazarlardan birisi Kâtip Çelebi olmuştur. Düstûrü'l-Amelli İslahi'l-Halel isimli eserinde, İmparatorlukta bozulma emaresinin açık seçik biçimde görüldüğünü herkesin kabul ettiğini belirten Kâtip Çelebi, devlet adamlarının umursamazlığına dikkat çeker. Ve bir aydın olarak devletine, milletine ve Yaradan ına karşı sorumluluğunu yerine getirmeye çalıştığını ifade ederek şöyle der: "Hicri tarihle 1063 (1653) yılına gelindiğinde ve günleri çok uzun olan Osmanlı Devleti, 364. yılına eriştiğinde, ilahî âdetin icabı ve insanlığın sosyal ve medeni tabiatı gereğince, bu yüce devletin mizacında sapma alametleri ve tabiî güçlerinde farklılaşma izleri görüldü. Bu nedenle hükümdarlar ilham alırlar (ulular sözü) uyarınca, âlemin sığmağı olan Padişah Efendimiz -Allah onu desteklesin ve güçlendirsin- tarafından: Ümûr görmüş seçkinler ve iş görmüş divan ehli bir yere gelip nabız tutma (görevi) yapsınlar ve bu sıkıntının ted-tairi nedir görsünler ki -Allah korusun- işi zorlaştıran bir sonuca vesile olmasın diye cihanın uymak zorunda bulunduğu bir ferman ve mutlaka itaat edilmesi gereken bir hüküm sâdır oldu." Bu yaklaşımla, devletin mali ve idari işlerinin yeniden düzene konulması için acilen yapılması gereken işleri anlatan Kâtip Çelebi, Aristocu-

22 tedarik ve tedahülü ortadan kaldırıp, elde edeceği malından yavaş yavaş ödeme şartı ile güvenilir bir kuluna teslim ve deruhte etsin. Bir yıllık gelirin bulunması hazine için büyük bir güç yaratır. Her iş sermaye olur. Askerin çokluğuna ait bunalım, daha önce de söylendiği gibi, asker toplamakta çok titiz davranılmakla ve iyi tedbirler ile ortadan kaldırılır. Söz gelimi, gelir arttırıcı, hazine için yararlı vergileri, askerin çokluğu tüketmektedir. Giderin yok edilmesine çare olarak da; dairelerde yersiz harcamaları azaltıp sonra her biri hazinenin direği olan birkaç bölümde, işin ehli, dindar ve dürüst kişileri görevlendirmek gerekir. Bu yolla bir iki yılda, gider fazlalığından doğan sıkıntı da önlenmiş olur. Halkın güçsüzlüğüne çare olarak, üzerlerinden bazı vergilerin bir miktar indirilmesinden sonra, memuriyetten akçe alınmayıp, denenmiş ve dürüst adamları görevlerinde uzun süre çalıştırarak, zulmedenin hakkından gelmek ile bir iki yılda reaya kuvvet bulup, Osmanlı ülkesi arzu edilen şekilde bayındır olur." Galenci dört unsur teorisi çerçevesinde insan vücudu gibi devletin de vücut kimyasının bulunduğunu ve devlet erkini kullanan organların her birinin bir unsura tekabül ettiğini bildirir: "insan vücudu, dört unsur tabiatından olan, dört karışımdan meydana gelir. Duygu ve güç vasistası ile kendini yönetmeyi başarır. Bunun gibi, toplumlar da, dört temel esastan mürekkep olup, duygu ve güce eşdeğerde olan devlet yöneticileri aracılığı ile nefsin yönetimini ve dizginlerini elinde tutma makamında olan yüce Sultan'ın idaresine bağlı kılınmıştır. Dört esas dediğimiz; ulema, asker, tüccar ve reayadır." Bu önemli tespitten sonra Kâtip Çelebi, çok mühim bir hususa dikkat çeker: "Devlet ve saltanatın ileri gelenlerince de bilindiği üzere, bu yüce devlette bunalım yeni olmayıp, geçmişte, saltanat veraseti kavgası ve bir zaman Timur'un şerri, sonra Celali'lerin ortaya çıkışı, birçok kere ülkede karışıklık yarattıysa da, Allah'ın yardımı ile yolu yordamınca alınan tedbirler sayesinde, düzelmiştir." Ona göre, İmparatorluğun içine düştüğü sıkıntılardan kurtulabilmesi için, acilen söz konusu dört alanda birtakım düzenlemelere gidilmesi gerekir: "Reayanın, vergi vermeye imkânı yoktur. Bir yıllık geliri, padişahı âlem-penah hazretleri (Allah ona selametler versin) yolu ile olursa, Ona göre, İmparatorluğun içine düştüğü sıkıntılardan kurtulabilmesi için, acilen söz konusu dört alanda birtakım düzenlemelere gidilmesi gerekir. On yedinci yüz yılın, belki de bütün Osmanlı asırlarının en önde gelen düşünürlerinden birisi olan Kâtip Çelebi'nin eserleri, vefatından kısa bir süre sonra Batı dillerine çevrilmiştir. Bildiğimiz kadarıyla İslam düşüncesinden Batı dillerine yapılan çeviriler, on altıncı yüz yılda son bulmuştur. On yedinci ve on sekizinci asır Osmanlı bilgin ve düşünürleri arasında, yalnızca üç kişinin eserleri Batı dillerine çevrilmiştir. Bunlardan birisi Kâtip Çelebi, diğer ikisi ise Hezarfen Hüseyin Efendi ile ünlü tarihçimiz Naima'dır, Ancak son dönemlerde birden fazla eseri, ( Keşfü'z-Zunûn, Cihannümâ, Tuhfetü'l- Kibar fî Esfâri'l-Bihâr ve Takvimü't-Tevarih ) batılı bilim adamlarının ilgisini çeken, gerek Latince gibi klasik; gerekse Fransızca, İngilizce ve Almanca gibi modern Batı dillerine tercüme edilen tek Osmanlı bilgin ve düşünürü, Kâtip Çelebi olsa gerektir.

23 Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu, az konuşur ve hâkim meşrepli birisiydi. Küçükle küçük, büyükle büyük olurdu. Vakur tabiatlı olup, hicivden hoşlanmazdı. Mizaha eserlerinde çok az yer vermiştir. İfadelerinde sade bir dil kullanmış, meramını açık ve kısa olarak anlatmaya çalışmıştır. Kâtip Çelebi, Osmanlı ilim ve kültür dünyasının mühim bir siması, en büyük bibliyograf ve coğrafyacısıdır. Kısa süren hayatına çok sayıda eseri sığdıran velûd bir kalemdir. Eserleri gerek bizde, gerekse Batı'da büyük bir dikkat ve alakaya mazhar olmuştur. Kâtip Çelebi, İslam medeniyetinin yetiştirdiği büyük mütefekkirlerinin eserlerinin yanı sıra, kendi kültür ve ilim dünyası ile sınırlı kalmayarak Batılı bilim adamlarının eserlerine müracaat eden, çağını anlamaya çalışan mütecessis bir aydındır. Hayatı ve Eserleri Makale Prof. Dr. Said Öztürk Üzerinde inceleme yapan bilim adamlarının ortak kanaati şudur ki, Kâtip Çelebi, Batı'nın bilimsel ürünlerini kullanan ilk Osmanlı aydınıdır. Belki bu yönüyle ona ilk Osmanlı oksidantalisti (Batı'yı bir Doğu'lu olarak yeniden inşa edip söylemleştiren) dense yeridir. Ancak kesin olan Batı biliminden bigâne kalmak istemediğidir. Hilmi Ziya Ülken, Kâtip Çelebi için "XVII. asır fikir tarihimizde Garba çevrilmiş düşünceyi hazırlayan sağlam realist görüşe sahip bir fikir adamımızdır der. Kâtip Çelebi'yi, yaşadığı asrın özellikleri dikkate alındığında farklı kılan da budur. Kâtip Çelebi'nin yaşadığı dönem, Osmanlının fütuhat asırlarının nihayete erdiği, uzun sürecek duraklama döneminin başladığı, çözülme ve bozulmanın görülmeye yüz tuttuğu bir zaman dilimine tekabül eder. Onun ilmî ve fikrî serüveninde, yaşadığı asrın bu bariz özellikleri önemli yer tutar. Hayatı hakkındaki bilgileri eserlerine serpiştirdiği bilgilerden elde ediyoruz. Özellikle Süllemü'l-Vüsul ilâ Tabakatil-Fühul ve Mizânü'l- Hak fi İhtiyari'-Ehak adlı iki eserinin sonunda ayrıntılı bilgi vermiştir. Çocukluğu ve Gençliği Kâtip Çelebi'nin asıl adı Mustafa, babasının adı ise Abdullah'tır. Annesinin ismini bilmiyoruz. Şubat 1609'da İstanbul'da doğdu. Babası Enderun'a girmiş ve oradan silahtarlık hizmetiyle çıkmıştı. Âlimlerin meclislerine devam eden, geceleri ibadetle meşgul olan dindar bir insandı. Kâtip Çelebi, zamanının eğitim anlayışına uygun olarak daha küçük yaşta iken, 5 veya 6 yaşında dinî eğitim almaya başladı. Babası, İmam İsa Halife el Kırımi'yi, ona Kur'an ve tecvid öğretmek üzere hoca olarak tuttu. Daha sonra Zekeriya Ali İbrahim Efendi ve Nefeszade'den ders gördü. Kur'an ı yarısına kadar ezberledi. İlyas Hoca'dan Arapça dersleri, Böğrü Ahmet Çelebi'den hat dersleri aldı. On dört yaşına ayak bastığı zaman, babası ona aylığından on dört dirhem harçlık bağladı ve kendi yanına aldı. Böylece Divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi Kalemine şakirt (çırak) oldu. Kalemdeki halifelerden birinden hesap kaidelerini, erkam ve siyakat yazısını öğrendi. Kısa sürede ders aldığı halifeyi geride bıraktı.

24 Seferde Geçen Yıllar 1623 yılında Abaza Mehmed Paşa İsyanını bastırmak üzere İstanbul'dan yola çıkan orduya babasıyla birlikte katılarak Tercan Seferine gitti. Kayseri civarında başlayan savaşı, bizatihi müşahede etmek fırsatı buldu. Bağdat seferine iştirak etti. Bu savaşın da tanığı oldu. Dokuz ay süren muhasarada, kıtlık yüzünden düşman galebe edince, geri dönerken büyük sıkıntılara duçar oldu. "Asker-i İslam'ın bu yolda çektiği meşakkati bir tarihte çekmiş değil idi" sözleriyle bu ric'atın ne derece feci geçtiğini anlattı. Musul'a ulaştıklarında (Ağustos-Eylül 1626) babasını kaybetti; Abdullah Efendi oradaki Cami-i Kebir mezarlığına defnedildi. Bir ay sonra da amcası, Nusaybin'de vefat etti. Kâtip Çelebi akrabalarından biriyle Diyarbakır'a geldi ve bir süre burada ikamet etti. Babasının arkadaşlarından Mehmet Halife kendisini Süvari Mukabelesine tayin edince, 1627'de İstanbul'a döndü. Bu sırada zamanının kudretli âlimlerinden Kadızade'nin derslerine devam etti. Daha sonra Erzurum muhasarasında bulundu. Tekrar İstanbul'a döndü ve yine Kadızade'nin derslerine devam etmeye başladı. Kâtip Çelebi bu zatın kuvvetli tesiri altında kaldı. Daha önce gördüğü ulûm-ı âliye derslerini onunla müzakere imkânı buldu. Çok geçmeden Hüsrev Paşa'nın maiyetinde, 1629 yılında başlayan Hemedan ve Bağdat seferlerine katıldı. Uğradıkları ve zapt ettikleri Gülanber kalesi, Hasan-Abâd, Hemedan ve Bistun gibi şehir ve kaleleri, gerek Fezleke de, gerekse Cihannüma da anlattı. Hemedan ve Bağdat seferlerinden sonra 1632 de istanbul'a döndü ve kaldığı yerden yine Kadızade'nin derslerine devam etti. Hocasından tefsir, ihya-ı ulûm, şerh-i mevâkıf, dürer ve tarikat (-ı Muhammediye) okudu. 1633 yılında ordu, Mehmet Paşa nın serdarlığında asker kışlamak üzere Halep'e çekildiği zaman, Kâtip Çelebi Halep'ten Hicaz'a geçip hac farizasını yerine getirdi. Dönüşünde ordunun Diyarbakır'da bulunduğu sırada, kışı bu şehirde geçirerek bazı âlimlerle sohbet imkânını elde etti. 1634 yılında IV. Murat ın Revan Seferine katıldı. Cihad-ı Asgardan Cihad-ı Ekbere Dönüş Kâtip Çelebi on yıl kadar ordu ile seferlere iştirak ettikten sonra İstanbul a döndü ve kendisini bütünüyle ilme verdi. O devri Cihad-ı asgar dan (İslâm müdâfaası için silahla savaşma) cihad-ı ekber e (Nefis ile savaşma) dönüş olarak tarif etmiştir. Kendisine kalan küçük bir mirasın tamamını kitaba yatırdı. Halep'te bulunduğu sırada sahaflarda gördüğü kitapların isimlerini yazmaya başlamıştı. İlgisini çeken kitaplar daha çok tarih, tabakal ve vefeyat türü kitaplardı. 1638 de akrabasından zengin bir tacirin vefatıyla kendisine intikal eden mirasın üç yük (300.000) akçesini kitaba verdi; geri kalan parayla da Fatih Camisi ile Yavuz Sultan Selim Camisi arasındaki evini tamir ettirdi; aynı yıl evlendi. Kâtip Çelebi, çok beğendiği, fazileti ve ihatası (kavrayış) ile meşhur A'reç Mustafa Efendi'nin derslerine devam etti. Hocası da ona diğer talebelerinden daha fazla teveccüh gösterdi. Ayasofya dersiamı (müderris) Kürt Abdullah ve Süleymaniye Dersiamı Keçi Mehmet Efendilerin derslerini dinledi. Vaiz Veli Efendi'den, Ermenek müftüsü Molla Veliyüddin'den dersler aldı. On yıl kadar geceli gündüzlü kendisini tamamıyla ilmî araştırmalara verdi. Bu sırada birçok talebesi de oldu 1645 yılında, sırası geldiği halde halifeliğe yükseltilmediği için Mukabele Başhalifesiyle arası açıldı ve görevinden istifa etti. Üç yıl kadar münzevi bir hayat devam ettirdi. Bu sırada hastalandı. Tedavi yolları aramak için tıp kitaplarını incelemeye, havas kitaplarını okumaya başladı. 1648 sonlarında

25 kaleme aldığı Takvimü't-Tevarih adlı eseri dolayısıyla yakın arkadaşı Şeyhülislam Abdurrahim Efendi'nin, Veziriazam Koca Mehmet Paşa nezdinde tavassutu sayesinde, ikinci halifelik unvanını aldı. Çoğu eserini bundan sonra telif etti. Şeyh Mehmet İhlasi nin yardımlarıyla Atlas Minör başta olmak üzere Latinceden bazı eserleri tercüme etti. Vefatı Telifatının yoğunlaştığı bir dönemde Kâtip Çelebi ansızın vefat etti. 6 Ekim 1657 Cumartesi tarihinde sabah kahvesini içerken fenalık hissederek fincan elinden düşmüş ve ansızın vefat etmiştir. Mezarı Zeyrek Camii'ne varmadan mektebin altındaki sebilin bitişiğinde küçük bir haziredeyken yol çalışmaları dolayısıyla caddenin karşısında Voynuk Şuca Camii kabristanına kaldırılmış ve 1953 yılında yeni bir mezar yaptırılmıştır. Kişiliği ve görüşlerine dair Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu, az konuşur ve hâkim meşrepli birisiydi. Küçükle küçük, büyükle büyük olurdu. Vakur tabiatlı olup, hicivden hoşlanmazdı. Mizaha eserlerinde çok az yer vermiştir. İfadelerinde sade bir dil kullanmış, meramını açık ve kısa olarak anlatmaya çalışmıştır. Mükeyyifata düşkün olmayıp tütün içmezdi. Çiçek yetiştirmeye merakı vardı. Farklı fikirlere müsamahayla yaklaşan, çalışmalarında tarafsız olmaya özen gösteren biriydi. Kendisinin Hanefi mezhebinde ve işraki meşrebinde olduğunu söylerdi. Batıl itikatlara ve taassuba karşıydı. Hakperest bir tarafı vardı; Kadızade hocası olduğu halde onun birçok derslerinin "kışrice" basit olduğunu ve daha birçok konuda menfi kanaatlerini sayardı saymaktadır. Kitap merakı yüksekti. Kâtip Çelebi asrının bir Ali Emiri'siydi. Seferlerde bulunduğu sıralarda sahafları ziyaret ederek birçok kitap Kâtip Çelebi, himmet sahibi, iyi huylu, az konuşur ve hâkim meşrepli birisiydi. Küçükle küçük, büyükle büyük olurdu. Vakur tabiatlı olup, hicivden hoşlanmazdı. Mizaha eserlerinde çok az yer vermiştir. Katip Çelebi'nin Unkapanı'ndaki mezarı toplamıştı. Akrabasından kendisine intikal eden paranın büyük bir kısmını kitaba vermişti. Elinden 1300 tarih kitabı geçtiği söylenir. Tarihin gayesi ona göre maziyi anlamak; faydasının da bu ahvalden ibret almaktır. Tarihin vazifesi "vekayii vukuu üzere beyan"dır. M. Tayip Gökbilgin, onun tarih anlayışının öz ve mümkün olduğu kadar sıhhatli malumat vermek üzerine isnat edildiğini söyler. Kâtip Çelebi'nin merak saldığı konulardan biri de coğrafyadır. Coğrafya kitaplarını okudukça Batılıların bu ilim dalında ileri olduklarını, İslam müelliflerinin ise geri kaldığını görür. Bu eksikliği telafi için Cihannümâ adlı eseri kaleme almıştır. Onun ifadesiyle "Arabî ve Farisî ve Türkî tedvin olunan ekâlim ve büldaniyat ve mesâliküimemâlik kitapları cümle muhtel ve müşevveş görülüp zaruri mecmuundan Cihannümâ ismiyle bir kitap intizâma azimet olunmuş idi..." (cihannümâ, s. Ib). Cihannümâ'nın 66. sayfasında İslam müelliflerinin düştükleri bu tür hatalardan birkaçını sayar. Yeri geldiğinde müracaat ettiği Atlas müellifinin düştüğü hataları da tashih ederek eserine almıştır. Aynı şekilde müellifin Hıristiyanlık gayretiyle kaleme aldığı ifadelerine de sert şekilde cevap verir. Dolayısıyla ne Batılı ne de İslam müelliflerinin bilgilerine ön kabulle yaklaşmaz, eleştirel bakar. Çin ve Hıtay hakkında bilgi veren kaynak hakkında "ol şahs-ı meçhulün ekseri laf u güzaf olan kelamına iltifat ve itibar olunmadığını" yazar. Ne var ki, gördüğü hatalara müsamahasız davranan Kâtip Çelebi, kendisi de Keşfü'z- Zünûn ve Cihannümâ da zaman zaman hatalara düşer. İslam coğrafyacılarını tenkit ederken, kendisi de İbn-i Havkal'ın Amuderya (Ceyhun) nehrinin Bahr-i Harezm'e (Aral Gölü) aktığına dair verdiği bilgiyi kabul etmeyerek Bahr-i Cürcan'a (Hazar Denizi) aklığını söylemiş, fakat Ceyhun'un yatağının değiştiğini ihmal etmiştir. Meşhur İskenderiye Kütüphanesinin yakılmasını Hz. Ömer' yükleyerek hataya düşmüştür. Ancak, Kâtip Çelebi'nin eserlerinin hacmini ve muhtevasını göz önünde tutarsak bazı yanılmalarını anlayışla karşılamak gerekir. Kâtip Çelebi, içerde ve dışarıda büyük bir alaka uyandırmıştır. Şehrizade Mehmed Said, Neypeyda adlı eserinde tamamen onu takip ettiğini söyler. Naima, tarihinin birçok yerinde ondan iktibaslarda bulunmuştur. Alman tarihçi Franz Babinger, kendisini Osmanlı Suyuti si olarak vasıflandırır. Eserlerinden birçoğu erken

26 sayılacak tarihlerde Batı dillerine tercüme edilmiştir. Abbe G. Toderini onu "çeşitli ilimlerden payı olan ve bütün tarihte tetebbuunun zenginliğiyle meşhur bir bilgin" olarak vasıflar (Littérature turque, Paris 1798,1, 142; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 150) Orhan Şaik Gökyay onun hakkında şu değerlendirmede bulunur: "Kâtip Çelebi'nin eserlerinin çoğu birer toplama mahiyetinde olmakla beraber, onda asıl kıymetli ve mühim olan, hakikati arayıp bulma endişesi, fikirlerini müdafaadaki cesareti, (...) ihtilaf ve münakaşa mevzularını tarafsız bir hâkim gibi ele alışı, (...) çok sonraları bile tehlikeli sayılan bahislere ilim, cevab, sual ve kanun üzere her babdan kıyl ü kaldır diyerek cüretle temas etmesi, garb kaynaklarından faydalanması, kendisine verilen yüksek mevkiyi hak etmeye yeter". Eserleri Kâtip Çelebi, büyük bir yekûn tutan eserlerinin bir kısmını tamamlamış, genç yaşta vefat etmesiyle bir kısmı müsvedde halinde kalmıştır. 1- Cihannümâ: Coğrafya konusunda Osmanlı Devleti'nde çığır açan bir eserdir. Batılı eserlere müracaat ederek oluşturulan bu eser, bir dönüşümü de gerçekleştirmiş, Müslümanların coğrafya ve astronomi konusundaki görüşlerine batılı bilgileri, bazen ikame, bazen de ilave etmiştir. Cihannümâ'nın 2. sayfasında, "Bu kitap gibisi eyyâm-ı İslam'da henüz karîn-i vücud olmayub düvel-i sâlife zamanında bir cihandarın hazine sine girmemiş ve bunun nazirini kimse görmemiştir" der. Katip Çelebi, kendisinden sonra birçok eserin yazılmasının yolunu açmıştır. O, XVII. asra bu yönüyle mührünü vurmuştur. Eser, kısmen birçok defa Batı dillerine çevrilmiştir. Hamit Sadi Selen, "Cihannümâ, Şarkta coğrafya sahasında başlıca müracaat kitabı sayıldığı gibi, dünya ilim âleminde de birçok memleketin, hususiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun bazı kısımlarının tarihi coğrafyası için değerli bir kaynak olmuştur" der. Cihannümâ iki defa kaleme alınmıştır. Birinci Cihannümâ, İslam müelliflerinin meydana getirdiği "Mesâlik ve Memâlik" ve coğrafya kitaplarından fayadalanarak yazılmıştır. Bu eserde klasik eserlere göre planlanmış bir kozmografya düşünmüş, ancak İngiltere, Hebrenya (İrlanda) ve İzlanda Adaları konusunda bilgiye ulaşamayınca eserini yarım bırakmıştır. Eserde, dört unsur işlenmesi düşünülmüş, ancak sulardan bahesedilen üçüncü bab yazılmıştır. Burada denizler, göller, nehirler anlatılmaktadır. Dördüncü bab, arza tahsis edilmiş, burada memleketler ve şehirler

27 anlatılacakken tamamlanamamış, Endülüs; Mağrib ülkeleri (Kuzey Afrika) olan Fas, Cezayir, Tunus ve Libya; İklim-i Rum yani Osmanlı ülkesi verilmekte, Bursa, İstanbul, Edirne, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa kısmı yani Rumeli, Bosna ve Macaristan'dan, en son Hatvan şehrinden bahsedilmiştir. Cihannümâ'nın sonu şu şekilde biter: "Bu memleketler yani Rumeli, Bosna ve Macaristan, Âl-i Osman'ın yeni fetihleri olup, kısmen eski, kısmen yeni kitaplardan alınarak yazılmıştır. Bundan sonra Anadolu canibi yazılacaktır. Ondan sonra da vaktiyle Rumeli ülkesine dâhil olan Venedik, Papa ve Fransa vilayetleri kısaca yazıldıktan sonra, dördüncü iklim olarak Atlas okyanusundaki komşu adalar izah edilecektir." Birinci Cihannümâ'nın başlıca kaynağı Ebu'l- Fida'nın Takvimü'l-Büldan ıdır. Birinci Cihannumâ 1648 yılında, İkinci Cihannumâ ise 1654 yılında yazılmaya başlanmıştır. İkinci Cihannumâ, kendi ifadesine göre, birinci Cihannümâ'yı yazarken, Flaman haritacı Abraham Ortels in (Latince, Abraham Ortelius) "Theatrum Orbis Terrarum"u ile Mercator'un Kâtip Çelebi bir memleketin tasvirine başladığı zaman, idare merkezinin mevkii, coğrafi durum, saltanat ve riyaset ahvali, başlıca beldeler, sular, nehirler, göller, dağlar, ovalar, bitkiler, toprak mahsulleri, mesafeler, idari taksimat, dinî ve ilmî hayat, sanat, ticaret, adap, ahlak, adat vb. birçok konuda bilgi verir. (Öİ.1594) "Atlas Minor"unu görmüş, bunun üzerine eseri tamamlamak istememiş, yarıda bırakmıştır. Bu sırada Fransız asıllı mühtedilerden (sonradan Müslüman olmuş kişi) İhlasi Mehmed Efendi, Atlas Minor u onun imlasıyla tercüme etmiştir. İkinci Cihannümâ'nın yazımı, Atlas Minor'un tercümesinden sonra başlar. Bu eserin yazımı sırasında Atlas Minör dışında Flaman haritacı Abraham Ortelius'un eseri, Alman coğrafyacı Philipp Clüver in (Latincede Philippus Cluverius) Introductio in Universam Geographiam tam Veteren, quàm Novam, Lorenzo de Calabria'nın Fabrica Mundi adlı eserinden; Takvîmü'l-büldân (Ebülfidâ İsmail b. Ali), Evzahu'l-mesâlik (Sipahî-zade Mehmed b. Ali), Nüzhetü'l- Müştak fi İhtirâk-ıl-Âfâk (İdrîsî), Nüzhetü'l-Kulûb (Hamdullah b. Ebî Bekr el-müstevfî el-kazvinî) gibi İslam coğrafyacılara ait eserlerden istifade etmiştir. Bu ikinci Cihannumâ, birincisinden ayrı bir plana göre yazılmıştır. Muhtevası ve tarzı bakımından farklıdır. Yeryüzünü kıtalara ayırarak inceler. Bu ikinci eserine Aksây-ı Garb'tan yani Endülüs'ten değil, Aksay-ı Şark'tan yani Japonya ile Asya coğrafyasının tasviriyle başlamaktadır. Daha sonra Afrika, Avrupa ve Amerika memleketlerini tasvir edeceğini söyler (s. 123). Kâtip Çelebi bir memleketin tasvirine başladığı zaman, idare merkezinin mevkii, coğrafi durum, saltanat ve riyaset ahvali, başlıca beldeler, sular, nehirler, göller, dağlar, ovalar, bitkiler, toprak mahsulleri, mesafeler, idari taksimat, dinî ve ilmî hayat, sanat, ticaret, adap, ahlak, adat vb. birçok konuda bilgi verir. Kâtip Çelebi'nin genç yaşta ölmesiyle eseri yarım kalmıştır. Bu eserde Kâtip Çelebi'nin en son anlattığı yer Van'dır. İbrahim Müteferrika 1732 yılında Ebubekir b. Behram Ed-Dimeşki'nin ve kendi ilaveleriyle eseri tab etmiştir. 422. sayfadan itibaren Dimeşki'nin kitabından yapılan eklemeler başlamaktadır. Erzurum'dan başlanarak Anadolu, El-Cezire, Irak, Arap yarımadası, Şam (Suriye-Filistin), Halep, Adana, Maraş eyaletleri, İçel, Sivas, Karaman, Anadolu eyaletleri olarak Üsküdar'a kadar tasvir edilmiştir. İbrahim Müteferrika esere 40 levha koymuştur. Cihannümâ'nın 123-4. sayfasında şöyle denilmektedir; Tenbih: Atlas ve diğer coğrafya kitaplarını yazanlar, çoğunlukla Avrupa diyarından olduğundan kitaplarında külli konulardan sonra, Avrupa'nın kısımlarını açıklamaya başlayıp o konuda tam bir tafsilat verdikten sonra, Asya ve Afrika'yı kitabın sonunda icmali olarak taksim edip sanki sadece kendi memleketlerinin ahvalini yazmaya önem verip diğerlerini hızlı geçmişler, kendilerine göre o diyarlar uzak mesafeler olduğundan oralar hakkında tafsilatlı bilgi sahibi olmayıp yazdıkları da yalanyanlışlarla doludur. Abraham Ortels, külli kısımlardan sonra Amerika nın tafsilatını icmalini ayırmayıp önce onun kısımlarının şehrini Avrupa'nın kısımlarından önce getirdi. Amerika'nın açıklanması bittikten sonra Avrupa'yı, daha sonra Asya ve Afrika'yı yazıp kitabın son üçte birini, eski coğrafyaların resmine ayırdı. Onlardan birçok faydalı bilgi aldı. Mercator, Atlas'ta külli resimlerden sonra Avrupa'nın tafsilatına başlayıp Afrika'yı ve Asya'yı anlattıktan sonra birkaç sayfa da Amerika'yı tafsil ve şerh edip eski coğrafya resimlerinden 7 resim naklederek kitabını tamamladı. Onu tercüme ettiğimizde biz Levâmiu nnur fi zulmeti Atlas Minur u onun tertibi üzere

28 Fünûn: Kâtip Çelebi'nin en tanınmış eseridir, İbn-i Nedim'in Fihrist'inden beri bu tarzda yazılmış eserlerin devamı niteliğindedir. Bibliyografya bakımından bir şaheserdir. Yirmi yıl süreyle bizzat okuduğu, sahaflarda ve kütüphanelerde gördüğü eserleri alfabe tertibine göre sıralamıştır. 14.500 kadar kitap ve risale toplanmıştır, Taşköprüzade'nin Miftahu's-saade isimli eserinden faydalanmıştır. Diğer faydalandığı eserleri de belirtmiştir. Bu eser, Alman oryantalist Fustav Leberecht Flügel tarafından 1835-1858 seneleri arasında Arapça metni ve Latince tercümesiyle yedi cilt halinde basılmıştır. Ülkemizde ise Şerefeddin Yaltkaya ve Kilisli Rıfat Bilge tarafından yayınlanmıştır. 3- Düsturü'l-Amel li-islahi'l-halel: Mali konularda Kâtip Çelebi'nin tavsiyelerinden oluşan bir eserdir. Kâtip Çelebi, 1652-53 yılında devlet bütçesinin açık vermesi üzerine toplanan divana iştirak etmiş ve kendi tecrübe ve tavsiyelerini kapsayan bu eserini kaleme almıştır. Kitabın mukaddimesinde, cemiyetlerin hayatının insan hayatı gibi devrelere ayrıldığını, Osmanlı Devleti'nin tevakkuf (duraklama) devresine girdiğini, iş başındakilerin buna göre tedbir almaları yazdık. Fakat bu kitapta onları taklidi terk edip tertibinde başka bir tarzı uygun gördük. Önce Asya'nın doğusundan başlayıp daha sonra Afrika ya, Avrupa ve Amerika sayfalarını bu tertibe göre ayrıntılı olarak açıklamayı planladık, Asya memleketlerinin resimlerine, doğu kitaplarından çok bilgiler yazdık. Bu kitapta yeryüzündeki memleketlerin açıklaması Felek-i A'zam'ın (göğün en üst katı) hareketine tabi olup, bütünün hareketi ilk harekete tabi olarak nakil ve hareket edip doğu adalarının başlangıcından başlar, Amerika'nın batı sahillerinin sonunda sona erer. İnşallahu teala. Allah'ın kereminden bu yolda yardımını yoldaş edip kitabı tamamlamaya eriştirmesini dilerim. İbrahim Müteferrika'nın neşrettiği Cihannümâ'da, tarihçi Hammer'in Almancaya tercüme edip yayınladığı Rumeli ve Bosna kısmı olmadığı gibi, bu neşirde yer alan Anadolu, Arabistan ve Suriye'ye ait bahislere de yazmalarda rastlanmamaktadır. Cihannumâ'nın ibrahim Müteferrika baskısının tıpkıbasımı ve günümüz Türkçesiyle sadeleştirilmiş metin, Prof. Dr. Bekir Karlığa ve Doç. Dr. Said Öztürk'ün sorumluluğunda bir komisyon tarafından, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ. adına yayına hazırlanmaktadır. 2- Keşfü'z-Zünûn An Esâmî'l-Kütübi Ve'l- Mercator, Atlas'ta külli resimlerden sonra Avrupa'nın tafsilatına başlayıp Afrika'yı ve Asya'yı anlattıktan sonra birkaç sayfa da Amerika'yı tafsil ve şerh edip eski coğrafya resimlerinden 7 resim naklederek kitabını tamamladı. gerektiğini söylemektedir. Hilmi Ziya Ülken, eserin bir nevi siyaset ve cemiyet nazariyesi mahiyetinde olduğunu söyler. Eser, Kanuni zamanında başlayan mali, idari ve siyasi çözülmelere karşı tedbir aramak gayesiyle kaleme alınan klasik ıslahat layihalarının temel argümanlarını taşımakla birlikte, cemiyet hayatını ve devleti, insan hayatına benzetmekle İbn-i Haldun'un uzviyetçi görüşüne yaklaşır ve bu özelliğiyle diğerlerinden ayrılır. Hilmi Ziya Ülken, Düsturu'l-Amel'deki biyolojist cemiyet felsefesine dayanan bir tarih felsefesi şemasına binaen, Kâtip Çelebi'nin Osmanlı devrinin en bariz İbn-i Halduncularından biri olduğunu söyler. Kâtip Çelebi'nin İbn-i Haldun'dan ayrıldığı nokta ise, cemiyetleri mukadder akibetleri olan ihtiyarlık ve ölümden kurtarmak kabil değilse de ömürlerini uzatmak, geçtikleri safhaları daha iyi ve ahenkli geçirmelerini temin etmek mümkündür görüşüdür. İbn-i Haldun ise, "Cemiyetlerin mukadder gidişatına dışarıdan

29 yapılacak müdahale boşunadır" der. 4- Mizânu'l-Hak Fi İhtiyari l-ehak: Kâtip Çelebi'nin en son eseridir. Kasım 1656'da telif edilmiştir. Devrin şiddetli münakaşalarını önlemek için kaleme almıştır. Hızır'ın hayatta olup olmadığı, tütün, teganni, kahve, Hz. Peygamber'in anne babasının kâfir olup olmadığı, Firavun'un imanı vb, o dönemde münakaşa mevzuu çeşitli konuları ele alarak düşüncelerini açıklamıştır. Dönemin Şeyhülislamı Abdurrahim Efendi'den övgü alan eser, Şinasi tarafından Tasvir-i Efkâr'da tefrika edilmiş, 1864-5, 1869-70, 1888-9 yıllarında üç kere basılmıştır. Kâtip Çelebi'nin diğer eserlerine nazaran en çok okunan eseridir. 5- Arapça Fezleke: Kâtip Çelebi'nin tarih-i kebir diye nitelediği bu eserin asıl adı "Fezleketü akvalü'l-ahyâr fi'l-ılmu't-tarih ve'l-ahbâr"dır. Eser bir mukaddime, üç fasıl ve bir hatimeden ibarettir. Eserde yer alan bu bölümler de kendi içinde kısımlara ayrılmıştır. Eserde tarihin manası, mevzuu ve faydası, tarihçinin riayet edeceği şartlar ve bilmesi gereken kaideler, mahlukatın başlangıcı, peygamberler, ilk dört halife, İslam'dan önceki ve sonraki hükümdarlar, arzın heyeti, iklimleri, muhtelif kavimleri, Arap kabileleri, şehirlerin ve ricalin alfabe sırasına göre tertibi, hicretten 1591-2 yılına gelinceye kadar, vukuatı sene tertibine göre yer vermiştir. Eser tamamlanmamış, müsvedde halinde tek yazma nüshası bulunmaktadır (Beyazıt Ktp, nr. 10318). Kâtip Çelebi bu muhtasar İslam devletleri tarihinde daima Cenabî tarihini esas almış ve hülasa etmiştir. Türkçe Fezleke: 1591 tarihinden başlayarak 1654-55 tarihine gelinceye kadarki vukuatı işlemektedir. Arapça Fezleke'nin bir zeylidir. Kâtip Çelebi, İstanbul halkının dili Türkçe olduğu için bu eserini Türkçe yazdığını söyler. Eser, yıllara göre tasnif edilmiştir. 6-Ed-Düreri'l-Müntesire, Ve'l- Gureri'l-Münteşire (Osmanlı Tarihi): Keşfüz-Zünun'u meydana getirmek istediği sıralarda okuduğu vefayat ve tabakât kitaplarından faydalı gördüğü konulara ilişkin bir derlemedir. Konular birbirinden farklı ve bağımsızdır. Eserin tek yazması Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 4949'dadır. 7- İlhamü'l-Mukaddes Eî Feyzi'l-Akdas: Kâtip Çelebi'nin zamanın Şeyhülislamı Bahai Efendi'den sorduğu, ancak cevap alamadığı üç meseleyle ilgili olarak kaleme aldığı bir risaledir. Bu üç mesele şudur: 1) Şimal memleketlerinde namaz ve oruç vakitleri, 2) Güneşin aynı cihetten doğması ve gurubunun dünyanın bir noktasında mümkün olup olmadığı, 3) Her tarafa teveccüh olunsa kıble olabilecek Mekke'den başka bir memleket bulunup bulunmadığı. 8- Levâmi'u'n-Nur Fî Zulumâti Atlas Minor: Kâtip Çelebi'nin Cihannümâ'dan sonra ikinci mühim coğrafya eseridir. Gerardus Mercator ve Jodocus Hondius'un kısa adıyla Atlas Minor tercümesidir. Bu eser 1621 yılında Arnheim'de basılmıştır. Kâtip Çelebi, eseri Şeyh Mehmet İhlasi'ye okutmak suretiyle tercüme etmiştir. Kâtip Çelebi esere ilave ve ihtisar (kısaltma) yapmayarak, icap ettikçe derkenar çıkarak müşkül isimleri ve konuları şerh etmiş, bazen de müelliflerin verdiği bilgileri tenkit ve ret babında açıklamalar yapmıştır. Eserin Avrupa kısmı oldukça geniş olup buna mukabil Asya, Afrika ve Amerika bölümleri mufassal (tafsilatlı) değildir. Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 2998'deki nüsha müellif nüshasıdır. 9- Süllemü'l-Vusûl İlâ Tabakati'l-Fuhûl: Arapça bir tabakat kitabıdır. Alfabetik sıraya göre tertip edilmiştir. Kâtip Çelebi bu eseri, Keşfü'z-Zunun'da geçen kitapların müelliflerine ait bir indeks gibi meydana getirmiştir. Esas olarak Suyuti'nin "Tahriru'l-Lübâb" adlı eserini esas almış kapsamlı bir teliftir. IRCICA bu eseri tahkikli olarak yayına hazırlamaktadır. Tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, Nr. 1887'dir. Eserde tarihin manası, mevzuu ve faydası, tarihçinin riayet edeceği şartlar ve bilmesi gereken kaideler, mahlukatın başlangıcı, peygamberler, ilk dört halife, İslam'dan önceki ve sonraki hükümdarlar, arzın heyeti, iklimleri, muhtelif kavimleri, Arap kabileleri, şehirlerin ve ricalin alfabe sırasına göre tertibi, hicretten 1591-2 yılına gelinceye kadar, vukuatı sene tertibine göre yer vermiştir. 10- Takvîmü't-Tevârîh: Bu eser Hz. Adem'den 1648 yılına gelinceye kadarki tarihlerin zikrettiği vakaların, daha önce yazdığı tarih kitaplarının ve bilhassa Arapça Fezleke'nin kronolojik cetveli gibidir. Kâtip Çelebi bu eserini iki ayda tamamlamış; ve aynı senenin sonunda Şeyhülislam Abdürrahim Efendi vasıtasıyla Sadrazam Koca Mehmet Paşa'ya göndermiş ve müellif bu sayede görevinde ikinci halife liğe terfi etmiştir. Bu eser, gerek doğuda, gerekse batıda dikkati çekmiş; İbrahim Müteferrika 1733 yılında Şeyhi Mehmet Efendi ve kendi yaptığı zeyilleri ilave ederek basmıştır. Erken dönemlerde İtalyanca, Fransızca ve Latinceye tercüme edilmiştir. Müellif nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Esad

30 Efendi, Nr. 2399'dadır. 11- Tuhfetü'l-Ahbar Fi Hikem ve'l-emsar ve'l-eş ar: Çeşitli konuları bir araya getiren bir derlemedir. Fıkralar, menkıbeler, hikâyeler, sarf (dil bilgisi) ve nahiv (söz dizimi) bahisleri, şiirler, atasözleri gibi muhtelif konular işlenmiştir. Bir lügat gibi önce kelimeleri vermiş, sonra bununla ilgili açıklamalar yer almıştır. Eser "yevm" (bir gün) kelimesi ile sona ermiştir. 12- Tuhfetü'l-Kibâr Fî Esfâri'l-Bihâr: 1645-46 yılında başlayan Girit Seferi dolayısıyla kaleme alınan eser, Osmanlıların ilk devirlerinden başlamak üzere 1656 tarihine kadar gerek karada, gerek denizde geçen olaylarda eksik tedbirleri ve işlenilen hataları, Girit Seferindeki yenilgilerin sebebi olan hataları ve tedbirsizlikleri gösterir, bunların çarelerini anlatır. Tavsiyelerini kitabın sonunda toplar. Müteferrika, eseri tab ederken Dünya haritası, Akdeniz ve Karadeniz, Akdeniz'de Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan adalar, Adriyatik Denizi adaları olmak üzere dört harita; biri Akdeniz ve Karadeniz'de seyir eden Müslümanların dilinde, diğeri Muhit-i şarki'de (Hint Okyanusu) gezen Hint, Sind ve Farisi lisanlarına göre 32 rüzgârın cihetini gösteren iki pusula koymuştur. Kâtip Çelebi eserinde ayrıca. Mora, Venedik, Arnavutluk ve diğer Akdeniz sahilindeki Avrupa ülkeleri hakkında bilgi verir. Eserin 1831 yılında İngilizceye tercümesi yapılmıştır. 13- Câmi'ül-Mütûn: Bu eser Kâtip Çelebi'nin muhtelif mevzulara ait tetkik ettiği 27 eserin hülasa ve şerhlerinden meydana gelen bir mecmuadır. Müellif her ilim dalında, ana metinlerden birini alarak hülasa etmiştir. Bu eseri iyice anlayan kimsenin "allâme-i zaman" olacağını söyler. Bunu ayrıca ihtisar etmiş ve adına "Muhtasar Camiü'l-Mütun" demiştir. 14- İrşadu'l-Hıyarâ ilâ Tarih-i Yunan ve'r- Rum ve'n-nasarâ: Avrupalıların dinleri, hükümdarların âdet ve kanunları, ülkelerin idare tarzları, seçim usulleri, Osmanlılarla ilişkiler vb. konuları kapsayan küçük bir risaledir. 15- Tarih-i Konstantınıyye Ve Kayasiriyye (Revnaku's-Saltana): Kâtip Çelebi kendi ifadesiyle bu eseri, 1579 senesine gelinceye kadarki Şark'ta geçen hadiseleri faydalandığı kitaptan seçmeler yaparak meydana getirmiştir. Eserin aslı Johannes Zouaras, Nicestas Acominate, Nicephorus Gregoras ve Atinalı Laonikos Chalcondyles'in kaleme aldıktan eserdir. Eserde İstanbul'da hüküm sürmüş Bizans ve Osmanlı hanedanı zamanlarında geçen olayları, İstanbul'un suyollarını, çukur bostanlarını, yangınları, depremleri vb. konular işlenmiştir. 16- Tarih-i Frengi Tercümesi: Johann Carion' un Chronicon adlı eserinin tercümesidir. Bu eseri Kâtip Çelebi İhlasi Mehmet Efendi ile birlikte Türkçeye çevirmiştir. 17- Kanunname: Kâtip Çelebi, Mizanu'l-Hak ta (s. 144) bir kanunname yazdığını söylerse de fazla bilgi vermez. Şehrizade, Nevpeyda adlı eserinde "mufassal ve mutavassıt kanunnameleri cem etmiştir" der. 18- Recmü'r-Racım Bi's-Sin've'l-Cim: Garip fıkıh meselelerini ve fetvaları bir araya getiren bu eserin kayıp olduğu tahmin edilmektedir. 19- Beyzavi Tefsirinin Şerhi: Kâtip Çelebi, Beyzavi Tefsir derslerini hocası A'reç Mustafa Efendi'den okumuş, günde bir sahife olmak üzere şerhini yazmaya başlamıştır. Bu çalışmanın ya başladığı gibi kaldığı, ya da kaybolduğu sanılmaktadır. 20- Muhammediye Şerhi (Hüsnü'l-Hidaye): Akhisarlı âlim Ahmed Rumi'nin oğlu olan talebesi Mevlâna Mahmud un ricası üzerine, Ali Kuşçu'nun Muhammediye'sine yazdığı bu şerh talebesinin vefatı üzerine kalmıştır. Yazmanın kaybolduğu sanılmaktadır. 21- Tütün hakkında risalesi: Mizânu'l- Hak'da bu risaleden söz etmektedir. 22- Zeyl-i Cihannümâ, 23- Müntehab-ı Bahriyye, 24-Nübüvvet Ve Millet Hakkında Risale, 25-Tercüme-i Tarabi'l-Mecâlis, 26- Fezleketü'l-Akvâl, 27- Tercüme-i Envar-ı Süheyli (Kelile ve Dimne Tercümesi). Osmanlıların ilk devirlerinden başlamak üzere 1656 tarihine kadar gerek karada, gerek denizde geçen olaylarda eksik tedbirleri ve işlenilen hataları, Girit Seferindeki yenilgilerin sebebi olan hataları ve tedbirsizlikleri gösterir.