Kalkın m ada\ Doç.Dr, r.; Mehmet Eroz. 7< W Yazgan



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı.

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa dır. Bu nedenle Yahudiliğe Musevilik de denir. Yahudi ismi, Yakup un on iki oğlundan biri olan Yuda veya Yahuda ya

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

KRAL JAMES İNCİLİ 1611 APOCRYPHA DUA AZARYA & üç Yahudi şarkı. Azarya ve şarkının üç Yahudi duası

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

KİŞİSEL GELİŞİM NASIL BAŞLAR?

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş gazileri ziyaret etti

İletişim Yayınları SERTİFİKA NO Κρατύλος

Mitosta, arkaik anaerkil yapı Ay tanrıçalığı ile Selene figürüyle sürerken, söylencenin logosu bunun tersini savunur. Yunan monarşi-oligarşi ve tiran

Cumhuriyet Halk Partisi

OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi


MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ

ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1

Devrim Öncesinde Yemen

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Dinlerin Buluşma Noktası. Antakya

Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da

Biz yeni anayasa diyoruz

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

Başkan Kocadon basına yemek verdi; tarafsızlığınızdan taviz vermeyin

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

KAYI KİRAZ HATIRALARI

ENVER NACİ GÖKÇEN BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR TÜRK DİL KURUMU YAYINLARI

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

T.C. BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ GÖNEN MESLEK YÜKSEKOKULU TURİZM VE OTELCİLİK BÖLÜMÜ İNANÇ TURİZMİ

istiklâl Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi BİR GARİP HAL! Ithal Fikirlerle Milli Menfaatler Korunamaz...

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Çiğdem Başar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

MİNİK PATİKLER ANAOKULU

Yaşama Hakkı Nerede?

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

Onlar konuşur, AK Parti yapar

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır.

Başarıda İç Disiplin. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür. Ama kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

penceremi ışığa açıyorum PARMAKLIKLAR ARKASINDAKİ YÜREKLERİ IŞIKLA BULUŞTURUYORUZ

EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 5.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri TABGAÇLAR

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ


Çanakkale Savaşı'ndaki Osmanlı Yahudileri

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

KFAR KAMA -AA- İsrail'in kuzeyinde, Aşağı Celile bölgesindeki köylerden biri olan Kfar Kama'da (Kama Köyü) 3 bin Çerkes yaşıyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

20 Derste Eski Türkçe

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Transkript:

Kalkın m ada\ Doç.Dr, r.; Mehmet Eroz 7< W Yazgan

AYLIK FİKİR VE SAN'AT DERGİSİ TORE'den 2 CEVAPLAR 5 Her türlü P. K. 211 haberleşme adresi : Kızılay Ankara Arif Nihat Asya'nın Son Nüktesi Son Endişesi YAVUZ BÜLENT BAKİLER 8 Havale : 10071978 numaralı posta çeki Şairin Ölümü : Arif Nihat Asya İçin ACLAN SAYILGAN 14 Türkler Arasında Dinlerin Tarihçesi Prof. Dr. HİKMET TANYU 16 İnsan Unsuru Doç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU 23 Bir Japon Bankasında Maneviyat Eğitimi Thömas P. ROHLEN Çeviren : Doç. Dr. TURAN YAZGAN 29 Yurt içi yıllık Yurt dışı yıllık Abone Şartları Genel Dağıtım : GAMEDA 60 TL 120 TL Rus İhtilâli Tarihinde «Proletkult» Prof. Dr. ABDÜLKADİR İNAN 54 Gökalp ve Fmdıkoğlu Doç. Dr. MEHMET ERÖZ 5; Doç. Dr. Mehmet Eröz'ün Yeni Bir Kitabı «Marxizm - Leninizm ve Tenkidi» hakkında Prof. Dr. ÂMİRAN KURTKAN 62 Desen : ALİ DÜZGÜN 28 Kurucusu : HALİDE NUSHET ZORLU- TUNA, Sahibi : EMİNE IŞINSU ÖKSÜZ Umumî Neşriyat Müdürü : GALİP ERDEM Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : MERİÇ COŞKUN Ankara Temsilcisi: Şevket BÜLENT YAHNİ Cİ Tel: 17 23 23 İstanbul Şubesi : Mithatpaşa Caddesi Küçük Hayrettin Efendi Sokağı No. 4, Beyazıt İstanbul Temsilcisi : YAŞAR OKUYAN İstanbul Şube Sekreteri : RUHİ ÖZKANLI Erzurum Temsilcisi : DENİZ ŞAHİN Basıldığı yer : Yeni Işık Matbaası, Ankara Tel. : 12 58 10 İlân : Özel şartlara tabidir Dergimizdeki yazılar, dergimizin ismi, yazının çıktığı sayı ve sayfa belirtilmeden iktibas edilemez. YIL : 7 SAYI : 45 ŞUBAT : 1975

'DEN TRT MESELESİ TRT, Kurumu Ocak ayında Türkiye'nin üzerinde en çok durulan meselesi haline geldi. Siyasi münakaşaların bir kitle haberleşme aracı üzerinde toplanması Türk fikir hayatı açısından çok müsbet bir gelişmedir; en azından, milliyetçilerin ısrarla tekrarladıkları bir gerçeğin açığa çıkması olayıdır. Asırlardır içinde bulunduğumuz çağ, milletler mücadelesi çağıdır. Asırlardır tarihe birinci derecede milletlerarası rekabet ve mücadeleler yön vermektedir. Ancak ikinci dünya harbi sonrası, mücadele vasıtalarında büyük bir değişme getirdi. Cihan harbine kadar ateşli muharebe son sözü söylüyor, propoganda, veya adlî haklılık silâhlı müdahalenin yardımcıları durumunda bulunuyorlardı. Fakat atom bombası kafalara, artık ateşli harbin galibe de mağlup kadar zarar verebileceği korkusunu yerleştirdi. Soğuk harp. propoganda harbi denilen mücadele usulü aniden birinci plâna geçti. Şimdi artık propoganda ateşli harbin yardımcısı olarak değil, en azından ona eş kıymette görülmekte hatta bazan, eski anlayışın tam tersine, asıl savaş propoganda harbi, ateşli harp ise onun bir yardımcısı olarak düşünülmek tedir. Günümüzde, Kıbrıs'a çıkartma yapan birliklerimizin muharebe gücü kadar bu çıkartmanın haklılığını savunan propogandacılarımızm diplomatlarımızın ikna gücü de önemlidir. Gelişen propoganda, ve beyin yıkama metodlanyla günümüzde bir devleti tek kurşun atmadan mağlup edip çökertmek imkân dahiline girmiştir. Türkiye. 12 Mart öncesine kadar bu yeni harbin en kızgın savaş alanlarından oiri halindeydi. Gerçi komünist ülkeler Türkiye'ye askerî güç sevketmemişlerdi; fakat Türkiye, onların propoganda taaruzuna yenilen Türkiyeli komünistlerle harb etmek mecburiyetinde kaldı. Bu harbi Türk silâhlı kuvvetleri kazandı ve komünist saldırı def edii di. Ancak 1973 seçimleriyle ve özellikle Ece vit iktidanmn Türk ordusunun saf dışı ettiği komünist militanları yeniden salıverme siyle propoganda savaşı derhal yemden alevlendi. Şu anda da devam etmektedir. Propoganda harbi dağlarda, ovalarda değil, üniversitelerde, sendikalarda, sokaklarda dövüşülür. Cephanesi mermi, bomba değil, yazı ve sözdür. Tüfek, top yerine gazete, dergi, radyo ve televizyon kullanılır. Bu gerçekler karşısında radyonun ve televizyonun çağımızdaki önemi açıktır. Üstelik radyo ve televizyon, Türkiye'de olduğu gibi tek ise, bu tek müessesenin niteliği çok büyük önem taşır. Çünkü tekel durumundaki bir TRT, yayımlarında cemiyet teki fikirlerden belli birinin propogandasını yapıyorsa bu demokrasiye, fikir hürriyetine en ağır darbelerden biridir. Üstelik bu tek yönlü propoganda devletin milli felsefesini değil de tam aksine, bazı rakip milletlerin yaymağa, çalıştıkları bir felsefeyi avantajlı kılacak yönde 2

işe bu vakıa ancak iki dünya harbinin «be sinsi kobuyla mukayese edilebilir. TRT, tek yönlü bir propoganda vasıtası haline gelmiş midir? Milletimizin çoğunluğunu teşkil eden siyasî partilerimiz bu soruya geçen ay içinde «Evet!» cevabını verdiler. «TRT, Türk cemiyeti içinde bir tek görüşün - sosyalizmin; bir tek siyasî parnüı - CHP'nin - propoganda aracı olmuştur» dediler. Bu kadar büyük bir kesimin bu fikri öne sürmesi, aslında, demokrasiye inanan bir TRT Genel Müdürü'nün istifası için kâfi sebeptir. Çünkü kendisi haklı bile olsa millet çoğunluğunun temsilcileri böyle düşünmediklerine göre o sandalyeyi işgal etmesi ve tekel TRT'yi çoğunluğa rağmen yönet meye devam etmesi demokrasi kavramı ile bağdaşamaz. Kaldı ki, TRT'nin tarafsızlığı, artık, ancak son derece cahil veya son derece yalancı kimselerin savunabileceği bir görüştür. Bir kaç misali birlikte inceleyelim : 1) İstanbul'da sağcıların öldürdüğü iddia edilen Kerim Yaman'la ilgili haberler cenaza töreni, fevkalade teferruatlı bir şekil de ara haberler de dahil olmak üzere dört gün süreyle TRT mikrofon ve ekranlarından duyurulmuş, gösterilmiştir. İzmir'de bir ay önce solcular tarafından öldürülen Sezai Küçükmaltepe'ye aynı ilginin gösterilmemesi acaba bir tesadüf müdür? 2) Ecevil iktidarı sırasında CHP'nin ve Mustafa Üstündağ'm Türk milliyetçiliğinin sembolü bozkurta karşı açtıkları kampan yanın acı neticelerinden biri, Tokat'da Necati Kaya adlı bir ilkokul öğrencisinin başına demir çubukla vurularak ö'dürülmesidir. Acaba Kerim Yaman'la Necati Kaya'nın ölümlerinin TRT'den verilişi arasın daki büyük fark bir tesadüf müdür? 3) CHP Gençlik Kolları, Ocak ayında, bir bildiri yayımladı. Savcılıklar, bildiride Türk Ordusu'na ve devletimizin güvenlik kuvvetlerine hakerette bulunduğu iddiası ile kovuşturmaya başladılar. Milliyetçilerle ilgili olayları savcılıklardan çok «özel» şekilde öğrenerek yayımlayan TRT'nin bu haberi vermemesi acaba bir tesadüf eseri midir? 4) Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yapılan bir törende. Sayın Başbakan'ın hazır bulunanlara «Aziz Türk Gençleri» şeklinde hitabı. kendisini dinleyen solcu talebelerin şiddetli protestosu ile karşılanmış, Sayın Irmak yuhalanmış, konuşturulmamış ve güvenlik kuvvetlerinin himayesinde okulu terk etmek zorunda kalmıştır. Bu son derece vahim olayın TRT'ce aksettirilmemesi acaba bir tesadüf eseri midir? 5) Son aylarda solcuların İzmir, İstanbul. Bursa ve Eskişehir'de yaptıkları gös terilerde.«kahrolsun Türkiye!» sloganını kullandıkları acaba bir tesadüf eseri olarak mı TRT tarafından Türk Kamu oyuna aksettirilmemektedir? 6) TRT, kendisine yöneltilen tenkid ve ithamlara karşı Adana, İçel. Hatay, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Niğde valilerinin Çukurova televizyonunun birinci yıldönü mü münasebetiyle Genel Müdürlük'e gönde rilen tebrik telgraflarını bir ' müdafaa malzemesi olarak kullanmıştır. Hemen ertesi gün, altı vali sözlerinin eksik ve maksatlı bir şekilde yayımladığını bir demeçle açıklamışlar ve üzüntülerini bildirmişler dir. Bu skandal, basit bir tesadüfün sonucu mudur? Tekzibin TRT'den aksetmemesi de bu tesadüfün bir devamı mıdır? 7) Nihayet TRT tenkid edilirken müdafi lerin hep CHP ve sol taraflısı dernekler ve sendikalar olması bir tesadüf müdür? TRT genel müdürü bütün ciddi tenkidleri «Halka dönüklük», «ilericilik» gibi âfâkî sözlerle karşılamağa çalışmaktadır. Tenkidlerin yoğunlaşması üzerine verdiği heyecanlı bir demeçte ancak gerçekleri aksettirdiğini, bunun suçu varsa, suçlunun kendisi olduğunu söylemiştir. Hemen arkasından, (yine bir tesadüf olacak) Ecevit, tenkitçilerin TRT'nin ekranından korktuğunu, çünkü bu ekranın gerçekleri aksettirdiğini söylemiş, olayları aksettirmenin ise TRT'nin vazifesi olduğunu, aksettirmeme- 3

sinin suç olacağını söylemiştir. TRT'nin özellikle haber programlarında gerçekleri aksettirdiğini görüşüne biz de katılıyoruz. Her ne kadar mümkünse, de İsmail İpekçi ve Mehmet Barlas'ın olmamış hadiseleri sinema hilelerini kullanarak olmuş gibi göstermeğe henüz cesaret edeceklerini san mıyoruz. Ancak şunu haykırarak söylemek gerekir : Gerçeğin küçük bir kısmını söylerken geri kalanını gizlemek en büyük yalancılıktır. Eğer Ecevit haklıysa, TRT'nin gerçekleri aksettirmeğe mecbur olduğu ve bunu yapmamasının suç olduğu doğru ise yukarda saydığımız altı ört - bas etme fiili nin derhal cezasının verilmesini taleb ediyoruz. Türk Milliyetçileri'ni asıl üzen nokta İsmail İpekçi'nin veya Ecevit'in samimiyet dereceleri değil, onlarla hiçbir menfaat bağı olmadığına inandığımız bazı kişilerinde beyin yıkama furyasının kurbanı olduklarını görmemizdir. Sayın Irmak iktidarının yayınladığı bir tebliğde, Adana ve istanbul'da öldürülen iki solcu vatandaş üzerinde durulurken sanki TRT'nin verdiği ölümler yegâne ölümlermiş gibi, sanki kendileri TRT imişler gibi Sezaî Küçükmaltepe'den hiç bahsetmemeleri bu kanaatimizi kuvvetlendiren bir olaydır. Önemli mevkilerdeki kimselerin, Türkiye'ye bakan gözlerinin birkaç gazete, Türkiye'yi dinleyen kulaklarının da TRT ile kapatılması memleketimizi acı neticelere sürükleyebilir. «SANAT DERNEĞİ» Ocak ayında, Ankara'da yeni bir dernek, kuruluşunu haber veriyordu. «Sanat Derneği», sesini kamu oyuna ilk defa, metnini aşağıda verdiğimiz «Sanat Derneği Müteşebbis Heyeti» imzalı bildiri ile duyurdu: «Sanat Derneği kuruldu. Kurucuları arasında Arif Nihat Asya, Halide Nusret Zorlutuna, Bahattin Karakoç, Emine Işmsu, Ahmet Ali Garipkafkaslı gibi sanatçılarımızın bulunduğu derneğin müteşebbis he yet şöyle teşekkül etmiştir : Başkan : Yavuz Bülent Bakiler (şâir) İkinci başkan : İlhan Geçer (şâir ve yazar) Umumî Kâtip : Erdal Sargutan (tiyatro tenkitçisi) Muhasip : Coşkun Karakaya (ressam, karikatürist) Üye : Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu (şâir ve yazar) Üye : Ahmet Bican Ercilasın (edebiyat doktoru, yazar) Üye : Sadık K. Tural (edebiyat asistanı, yazar) Derneğin gayesi, millî san'at değerlerimi zi ortaya çıkarmak, yerli - yabancı çevrelerde tanıtmak ve korumaktır. Bunun için önce san'at hayatımıza bir aydınlık ve açıklık getirilmesi düşünülmektedir. San'- atı bir «üst yapı kurumu», yâni bir gölge hâdise saydıkları halde, idoelojileri için vasıta olarak kullananların elinden bu vasıta alınacaktır. San'at geçmişimizi tanımayanların san'- attan bahsetmelerine; k Ahbap toplantılarında alman «yılın san'- atçısı» kabilinden kararlara; Anadolu'nun bir köşesinde gün ışığı bekleyen san'atçılarımızın hazin haline; Türkçeyi bilmeyenlerin san'atla uğraşmalarına; Ve bütün kısır san'at anlayışlarına bir son verilecek, San'at haysiyetine ve hürriyetine kavuş turulaeaktır. Devlet kuruluşları ve TRT, üzerinde yü rümek zorunda bulundukları Milli san'at çizgisine getirilecektir. Basta san'atçılarımız ve basınımız olmak üzere bütün Türk aydınlarını bu gayeler için çalışmaya davet ediyoruz.» Sanat Derneği, kuruluş haber - bildirisinde açıkladığı görüşleri bilahare yayımladığı bir basın bildirisinde daha teferruatlı bir şekilde açıkladı. (TRT bu haberi ver di mi dersiniz?). 4

CEVAPLAR Dr. Ahmet Bican Ercılasm, TORE'nin 43 sayısında Alpay Kabacalı'nın Milliyet Sanat Dergisi'nin 81. sayısında bir anket açarak, «Üniversitelerde halk edebiyatı kür süsü kurulmasını gerekli buluyor musunuz?» sorusunu ele almış, Kabacalı'nın ha len iki üniversitede halk edebiyatı kürsüsü bulunduğundan habersiz olduğunu, sol'un yobazlığına bir misal olarak vermişti. Kaba cali aynı derginin 116. sayısında, Ercılasın'ı cevaplandırdı. Cevabı ve cevabın cevabını aynen yayımlıyoruz : «YOBAZLIKLAR» (Yazının Başlığı) - «Daha önceki bir yazımızda, kendilerine «ilerici, çağdaş» gibi sıfatlar yakıştıran sos yalistlerin gözlerinin önünü dahi görmekten nasıl aciz olduklarını müşahhas bir örnekle anlatmıştık. Bu örneğin kahramanı Bay Kabacalı Milliyet Sanat Dergisinde halk edebiyatıyla ilgili bir soruşturma açmış ve seçtiği kimselere «Türkiye'de halk edebiya ti kürsüleri kurulmalı mıdır?» diye sormuş tu. Oysa memleketimizde Hacettepe ve Atatürk Üniversitlerinde birer halk edebiyatı kürsüsü vardı. Gözlerini dünyanın yarı sına kapayan bu ilerici ve sanatsever (!) yazarları takip ettikçe insan daha nelere şahit oluyor! (...)» Töre» dergisinden BUNA DA YOBAZLIK BELGESİ DİYE LİM - «Yalnızca M. Kaplan, gereken para devletçe verildiği takdirde, şimdiki kürsülerin ve kuruluşların yeterli olacağı kanısında.» A. Kabacalı, Sanat Dergisi, 81. sayı VE EN İLERİ (GÖRÜŞ) «Ey Türk! Üstte Gök Çökmedikçe Altta Yer Delinmedikçe Senin İlini ve Töreni Kim Bozabilir?» «Töre» dergisi, arka kapak...ve Dr. Ahmet Bican Ercılasm'm cevabı! İşte sualiniz : «Üniversitelerde halk edebiyatı kürsüsü kurulmasını gerekli buluyor musunuz?» Bu sualin başka hiçbir mânâsı yoktur. Söylemek istediğiniz şey gayet açıktır. Eğer bu sualden üniversitelerimizde halk edebiyatı kürsülerinin mevcut olduğu mânâsını çıkaran varsa beri gelsin! «Memleketimizde şeker fabrikası kurulmalı mıdır? diye sorarsanız, bununla ülkemizde şeker fabrikası mevcut olmadığını ifade etmiş olursunuz. 5

«İçişleri Bakanlığı kurulsun mu?» diye sorarsanız, bu sualle böyle bir bakanlığın bulunmadığını söylemiş olursunuz. «Liselerin açılmasını gerekli bulur musunuz?» suali de liselerin mevcut olmadığı mânâsını taşır. Sualinizin tevil kaldıracak tarafı yoktur. Çünkü, zırva tevil götürmez. Akimiz normal çalışıyor ve türkçeyi biliyorsanız, halk edebiyatı kürsülerinin mevcudiyetini inkâr etmediğinizi ima eder cevaplar vermeye yeltenmeyin. Nitekim bu suali, soruşturmaya katılan kimseler de «halk edebiyatı kürsülerinin mevcut olmadığı» şeklinde anlamışlar ve ona göre cevap vermişlerdir. İşte Yaşar Kemal'in cevabı : «Üniversitelerimizde Halk Edebiyatı kürsülerinin hemen kurulması gerek.» Siz de Milliyet Sanat Dergisinin 81. sayısında çıkardığınız sonuçta üniversitelerimizde halk edebiyatı kürsüsü kurulmasını isteyenler çoğunlukta.» hükmüne vararak bu kürsülerin mevcut olmadığı tekrar ediyorsunuz. Atatürk ve Hacettepe Üniversitelerinde bu kürsülerin bulunduğunu Prof. Kaplan'ın hatırlatmasına rağmen. Düştüğünüz durumu farkediyor musunuz? İsterseniz bir diyalogla biz size fark ettirelim : «Bir sosyalist - Türkiye'de şeker fabrikası açılması gerekli midir? Bir başka sosyalist - Evet gereklidir. Bir diğer sosyalist - Tabii gereklidir kar deşim. Bir başkası - Mutlak açılmalıdır. Antüsosyalist bir ilim adamı - Kardeşim, Türkiye'de Erzurum, Kavseri, Turhal gibi merkezlerde şeker fabrikası vardır. Birinci sosyalist - Türkiye'de şeker fabrikası açılmasını isteyenler çoğunlukta.» İşte en ciddi dergide yaptığınız en ciddi iş! Hâlinize bakmadan bir de alay etmeye kalkışıyorsunuz. Töre'nin arka kapağındaki Bilge Kağan'ın sözünü «ve en ileri görüş» diye alaylı bir şekilde veriyorsunuz. Bilge Kağan 1240 sene kadar önce bu sözüyle Türk Milletinin zeval bulmayacağını söylemişti. Milletimiz hâlâ var olduğuna göre de yüzde yüz isabetli bir söz demektir. 1240 sene sonrasını teşhis eden bir görüş ileri değilse, hangi görüş ileridir? Kari Marks'ın sanayileşmiş ülkelerde olacağını haber verdiği halde bir tarım ülkesi olan Rusya'da patlak veren sosyalist ihtilâl teorisi mi? Yoksa siz Bilge Ka ğan'm teşhisinin doğru olmadığına ve Türk milletinin - halk edebiyatı kürsüleri gibi - mevcut bulunmadığına mı kanisiniz? Gözlerinizi dünyanın yarısına kapadığınız şeklindeki iddiamızı tekrarlıyor, üstelik açmamakta inat ettiğinizi de ilâve ediyoruz. Bu kapalı gözlerle, daha çok tökez lemeye mahkûmsunuz Bay Kabacalı! TÖRE'nin notu : Eskiler boşuna söylememişler, «Mücade le-i efkârdan barikayı hakikat doğar» diye... Şimdi, Bay Kabacalı önce Prof. Kaplan'ın, sonra da Dr. Ercılasm'm sayesinde Türkiye'de Halk Edebiyatı Kürsüleri'nin bulunduğunu eyice öğrenmiştir. Yalnız bir nokta boşta kaldı : Acaba Bay Kabacalı, TÖRE'nin arkasındaki Bilge Ka ğan'a ait cümleyi hangi maksatla iktibas etti? «Görüş» demiş, Dr. Ercılasm da görüş olarak cevap vermiş. Fakat Ey Türk! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?» bir görüş olduğu kadar bir sorudur da. Mümkündür ki Bay Kabacalı görüşe takıldığı kadar sorunun cevabını da merak etmiş olsun. Cevap : Hiç kimsedir. Ama başaramasalar da çok yaklaşanları öğrenmek istiyorsa söyleyelim : TRT. Milliyet ve diğer sol sempatizanı yayınlar... ** Aydın'dan yazan ve ismininin açıklanma sim istemeyen ülküdasımız, Adana'dan Sayın Sıtkı Onur, Çayıralan, Çandır'dan Hay reddin Eroğlu. Elâzığ'dan Enis Turan Ankara'dan Nevzat Mıhçıokur; yer darlığından mektuplarınızı bu sayıda cevaplandıra mıyoruz. Sorularınızın cevaplarını gelecek sayılarımızda bulacaksınız. 6

(7 Şubat 1904-5 Ocak 1975) Yelkenlerimizle süsledik deryayı, Sahilde hakikat eyledik hülyayı. Gün doldu, emir geldi; icabet demidir.. Lâkin kime teslim edelim dünyayı? ARİF NİHAT ASYA

ARİF NİHAT ASYA'nın Son Nüktesi Son Endişesi (ASYA Küçüklüğünde) 5 Ocak 1975. Numune Hastahanesi'nin 318 numaralı odası. Aydınlık, temiz ve sade.. Karyolasına uzanmak tan ziyade refakat yatağında oturmayı tercih ediyor. Üstünde beyaz, kısa kollu bir fanila ve pijama altı. Saçları herzamanki gibi taralı değil. Ve herzaman ki gibi elinde antika bir teşbih! İs mail Hakkı Yılanlıoğlu. eczacı Sevim Senli kızım Aybala Tuğba da onun ziyaretçileri arasında. Odada, yalnız Onun sesi. Tane tane konuşuyor. Kalbinin birkaç saat sonra artık vurmayacağını bilmiyoruz.? Birkaç ay- 8 YAVUZ BÜLENT BAKİLER dan beri. hatıralarını bana not ettirdiği için hep gözlerimin içine bakarak anlatıyor: Kayınbiraderimi de bu hastahaneye yatırmıştık. Doktorlar «Nesi var?» diye sormuşlardı. «Ne yok ki!» demiştik. Her tarafından şikâyetçiydi. Doktorlar kendisini iyice dinlemişlerdi. Tahliller birbirini kovalamıştı Sonra ilk ihtar yapılmıştı. «Sigarayı bırakacaksın! Yoksa ölüm mukadder!» Sigarayı bıraksa iyi. Bir de bu münasebetle bacağındaki bir damarın boydanboya alınması var. Ameliyat YAVUZ BÜLENT BAKİLER

masası görülünce itiraz etmişti: «Ben bu sigaradan ölmeğe kafi olarak karar verdim Arif!» demişti. Kararını tatbik etti. iyi bir insandı. Allah rahmet eylesin. Şimdi doktorlar, bana da kesinlikle sigarayı yasaklıyorlar. «Sigarayı kayıt sız şartsız bırakacaksın!» diyorlar. Ama ben kayınbiraderim gibi henüz bir karar vermedim, veremedim!» Sigara konusunda gerçekten has sasiyeti vardı. «İçmeyin» diyenlere kızıyor, elini paketine uzatıyor, ağızlığına bir yarım sigara daha takıyordu. Bir şiirinde : Dolup taşar camekânlarda her çe şit sigara: O eskidir, bu yeni.. «En az zararlı olan hangi cinstir?» dersen Derim «içilmeyeni» mısralarını o yazmıştı. Ama yine de içmeye devam etmişti. Şu mısralar Ona aittir : Ağızlığın Dailardan Dumanın Tüllerden Tütünün Tellerden Düşme Ellerden Akrabayız Yıllardan Kurtar beni Ellerden Kimin haddine seni hor görmek Ki seninle ben istesek Yakabilirdik bu şehri Akardı bir alev nehri Yollardan.. Ve yine şu acı gerçeği Onun mısralarında yakalıyoruz: Bilirim duman savurmakta da Bir hayli eskidir o... Ben deyim «on!» sen de «yirmi yıl lık Tiryakidir O!» Şimdi arkasında «Bafra»yla döşeli bir cadde vardır. Bir de kibrit kutularından Abide vardır!» O, tane tane konuşurken, içimde hep bu mısralar savruluyor. Masanın üzerinde, ilâçlarının arasında bulunan sigara paketini göstererek devam ediyor : «Bunu içmesem duramıyorum! İçsem artık rahatsız oluyorum. Dü sunuyorum kayınbiraderim gibi bir karar versem mi vermesem mi?» Daha önce ciddi bir kalp rahatsızlığı geçirip yine hastahaneye yatmış ti. Şimdi de kalp yetersizliğinden şikâyetçiydi. Ayak bilekleri ve dudakla rı hafifçe şişmişti. Yalvarırcasına sözünü kesiyorum Sizin böyle bir karar vermeğe hakkınız var mı hocam? Siz artık mi! letin malısınız! Kibrit kutularından kurduğunuz abide yeterinden fazla yükselmedi mi? Birden yüzüme doğru uzayan sağ e!i havada yarım daireler çizmeye ARİF NİHAT ASYA 9

başiıyor ve yarı şaka, yarı ciddi bir ifade tarzıyla beni susturuyor : «Senin de bana böyle bir soru sormaya hakkın var mı? Benim de bu hastahane odasını bir mahkeme salonu haline getirmeye hakkım var mı? Milletin malı olmuşum! Ben milletin malı değil, nalı bile olamadım!..» Dirsekleri dizlerinin üzerinde. Avuç (arını açarak, sanki havayı tartmaya çalışıyor. Çıkmaz sokaklarda bir çaresizlik ifadesi... Başını göğsüne düşürüp bir süre susuyor. Odada hüzün yüklü bir sessizlik!.. Bu esnada ince, uzun ve zarif bir hemşire, derecesine bakmak ve nabzını saymak için odaya girip iznini rica ediyor. Bileği. hemşirenin ovucunda! Ve gözleri, bu genç kız güzelliğinin üzerinde dolaşıyor. Nihayet hocanın keskin zekalı son nüktesini ifade ediyor : «İnanmayın kızım inanmayın! Bu nabzın sizin avuçlarınızda atışına inanmayın! Nabzım normal atmıyor sa, kalbimde hastalık var sanmayın!-) Tebessümler, yüzlerimizi güzelleştirip kayboluyor. Odada yine Onun sesi : «Doktorlar çıkmama izin veriyorlar. Hastahanede kalmamda bir fayda görmüyorlar. Zaten birşeyim yok. Yarın pazartesi Muamelelerimi tamamlayıp çıkmak istiyorum. Bu iş uzun sürer mi dersiniz?» Hemşirenin cevabı çok dikkat çekici ve çarpıcı : Yatmanızda ben de bir fayda görmüyorum. Çünkü biz, gereken tıb 10 bı müdahetelerle sizi hergün bir adım ileri götürüyoruz. Ama siz, doktorların tavsiyelerini çiğnediğiniz ve şu sigarayı bırakmadığınız için hergün iki adım geri gidiyorsunuz. Bu durum karşısında hastahanede yatmanızın ne faydası var? Doğru söylüyorsunuz! diyor. Doğru söylüyorsunuz! Bir şeyim yok zaten. Pazartesi çıkayım bari!.. Hemşire, süzülürcesine odadan çı kıp gidiyor. Yine bizbize kalıyoruz. Arif Hoca'nın o seven, o duyan, o ince kalbinin atışlarına daha bir dikkat kesiliyorum. Sanki 100 basamaklı bir merdiveni koşarak gelmiş gibi, nefes nefese.. Hocam kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Odanın havası biraz sıcak. Pencereyi aralasak iyi olacak herha! de? «İyiyim! iyiyim! Demek terledi niz! Sevim kızım, açıver biraz pencereyi!.. bana dokunmaz, bana dokunmaz!..» Kalkmak istiyoruz. Herzamanki gib : yine gitmemizi istemiyor. Bu defa ben Onu yormamak için konuşmaya ça lışıyorurn. Öğünlerde, Ankara'da en önemli konu ve çalışma. Ankara Ticaret Odası tarafından hazırlanan : «Milli Harp Sanayii semineri» Seminer münasebetiyle Ankara'ya gelen Ahmet Kabaklı. Ergün Göze, N. Hacıeminoğlu Hoca'nın hastahanede yattığını benden öğreniyorlar ve O'nu mutlaka ziyaret etmek isti YAVUZ BÜLENT BAKİLER

yorlar. Kendileri seminer çalışmalarında oldukları için benim vasıtamla O'na selâmlarını, saygılarını sevgi lerini ve geçmiş olsun, dileklerini gönderiyorlar, mutlaka görmek iste diklerini söylüyorlar. Kendisine duyuruyorum. Aleykümselâam! Aleykümse lâaam! Gelmişler gibi oldum! Gelmiş ler gibi oldum! Neler konuşuldu «Mis li harp Sanayii seminerinde? Kurşuna karşı, atoma karşı üzüm çekirdeği atacak değiliz tabii. Anlat bakalım dinlediklerini. Kimler tebliğ verdiler? Prof. Ahmet Kılıçbay, Albay Suat Söylerkaya Prof. Fahir Armaoğlu, Zeki Yücetürk, Prof. Tarık Somer, Prof. Cumhur Ferman ve Dr. Agâh Oktay Güner'in tebliğlerini dinledim. Çok önemli konular, iimi bir ciddiyet içerisinde incelendi. Fevkalâde faydalı olduğu kanaatindeyim. Yalnız ben, silahlı kuvvetlerin, siyasi partilerin, gençlik teşkilâtlarının, TRT kurumunun, basının, hatta özel tiyatro mensuplarıyla Devlet Tiyatroları mensuplarının ve Diyanet İşleri Teşki latının bu semineri kalabalık heyetler halinde takib etmelerini çok isterdim. Meselâ Prof. Fahir Armaoğlu'nun teb iiğ konusu : «Orta Doğu'da Silah Den gesi ve Turkiyenin Yeri» idi. Fevkalâde ciddi, uyarıcı, düşündürücü bir üslupla mesele ortaya konuldu. Prof. Armaoğlu. bütün Ortc Doğu ülkelerinin silahlı kuvvetlerini, deniz, hava ve kara kuvvetlerinin vurucu güçlerini, silahlarını, şahıs başına düşen millî savunma giderlerini ve her askerin savunma mecburiyetinde olduğu vatan toprağının milkare ola rak yüz ölçümünü rakamlara dayanarak açıkladı. Görüldü ki Türkiye Orta Doğu ülkeleri arasında maalesef sonlarda yer alıyor... İki milyon nüfus lu İsrailin ordusuna sağladığı tank sayısı, 40 milyonluk Türkiye'nin tank larından geri değil. İran bile tank konusunda bizimle başabaş gidiyor. Ha va kuvvetleri için yeniden satmaldığı en modern uçaklar heryıl bir misli daha artıyor. Bir Orta Doğu mütehassısının ifadesine göre, İsrail, Arap âlemine olduğu kadar ileride Türkiye için de ciddi bir mesele meydana getirecek. Beri yanda İran'ın bize bakışı da düşündürücü!.. Orta Doğu ülkeleri içerisinde biz, mora! güç bakımından öndeyiz Kıbrıs çıkarması münasebetiyle, bu gücümüzü bir kere daha kabul ettirmişiz. Moral güç elbette çok önemli ama, etrafımızı çepeçevre kuşatan Ordularını bizden daha fazla silah Orta Doğu ve Balkan Devletleri landırmışlarsa, konuya gerçekten Prof. Armaoğlu'nun hassasiyetiyle bakmanız lâzım. Ben, Armaoğlü'nu dinledikten sonra : «Yunanistanlp silahlanma yarışına girmiyelim! Silah sızlanalım!» diye nefes tüketen siyasilerin beyanlarını ürpererek hatırla dım. Çok fena! çok fena! Sonra? İsrail atom bombası çalışmalarına başlamış. Biz de atom bombası yapabilirmişiz. Ancak bu işe bugün başlasak, beş yıl sonra neticeye ula şabilirmişiz. Çünkü atom bombası ARİF NİHAT ASYA 11

yapımında kullanılan kimyevi bir madde veya gaz, bu münasebetle kurulan reaktörlerin, santrallerin beş yıl durmadan çalışmalarıyla elde edi iiyormuş. Bizim Batı Anadoiu da Amerikalılarla birlikte kurduğumuz böyle bir santra! varmış. Ancak, taraflar arasında yapılan bir anlaşma gereğince, şimdi ismini unuttuğum o kimyevi bileşim, tarafımızdan Ame rikaya veriliyormuş. Bunu hiç bilmiyordum. Çok fena! çok fena! Daha anlat! Daha aniat! Bildiğiniz gibi, Batı'nın bize bakışı da iç açıcı değil. Orta Doğu Tek nik Üniversitesinde eğitim ingilizce yapılıyor. Bu mecburiyetin altında Batı'nın hem kültür emperyalizmi yatıyor hem de Türkiye'de yetişmiş taze beyinleri çalma ihtirası!.. Milli ülküden nasibini almamış, özüne, köküne bağlanmamış, ruhunun kumaşını Türk'ün ve İslâmın na kışlarıyla süslememiş gençler, bu üniversitelerden mezun olduktan sonra, dışarıya gitmek için can atıyorlar. Günün birinde bu gençlere, İngiltere'den Amerika'dan, Fransa' dan vs. bir burs sağlanıyor veya ken dilerine cazip çalışma yerleri gösteriliyor. Bir de bakıyorsunuz binbir ümitle okuttuğumuz, kendilerine diploma verdiğimiz genç beyinler, tam Türke Türk miletine faydalı olacakları bir çağda kendilerini Batı Dünyasfnda buluyorlar. Anadolu yine sahipsiz, yine çaresiz, yine öz çocukları tarafından terk edilmiş.. 12 İşte bu «Beyin göçü»nün de önüne geçmek gerektiği, hatta bunda çok geç bile kalındığı seminerde ele alman konulardan bir diğeriydi. Çok fena! çok fena! Şimdi bütün bu acı gerçeklerden sonra, insan endişe etmeden nasıl rahat rahat uyuyabilir? Yaz bunları, heryerde anlat bunları. Biz Orta Doğu'nun lider devleti olabilirdik Orta Doğu'yu ihmal eden bizim idarecilerimizdir. Ah nasırlaşmış beyinler! Ah görmeyen gözler! Duyamayan kulaklar! Ah haritasını yırttığımın dünyası! Batılı olmak sevdasına tutulduk. Batı bizi bir türlü kabul etmedi. Batının katılığı, taassubu, peşin fikirli oluşu 50 yıl sonra gözlerimizi açar gibi oldu. Geriye dönüp baktığımızda arkamızda Orta Doğu ülkelerini de bulamadık. Şimdi gerek Kıbrıs olayı, gerekse Orta Doğu'da ve Dünya politikasın da meydana gelen yeni gelişmeler, bizi yine Orta Doğu'da lider devlet olmaya zorluyor. Libya ile iyi münasebetler içerisindeyiz.. Biz, saraylarımızdaki Mukaddes Emanetleri bile Orta Doğu ülkelerine duyurabilsek, gösterebilsek, sayısız faydalar elde edebiliriz. Orta Doğu bizim için açık pazardır. Biz Orta Doğu'ya, bırakın şunu - bunu, maden suyu bile satarak gelir sağlıyabilriz. Suudi ülkesi ve diğerleri Türkiye dururken niçin İtalya'dan Fransa'dan maden suyu satın olsıniar. Yarın millî harp sanayi kurmakta kesin bir başarıya ulaşırsak yaptı- YAVUZ BÜLENT BAKİLER

ğımız silahları nerede pazarlıyacağız? Orta Doğu'da. Türkiye'nin ve bütün Orta Doğu İslâm ülkelerinin milli menfaatleri, Türkiye'nin yine Orta Doğu'da lider devlet olmasına bağlı!» Susuyor. Gözlerini yumuyor ve bir kaç defa tekrarladığı endişesini hasta kalbini unutarak bir kere daha mırıldanıyor:. «Çok fena! çok fena! Bütün bunlardan sonra insan rahat uyuyamaz ki!» 5 Ocak 1975... Saat 18.00 suları.. Numune Hastahanesinin 318 numaralı odasında, Onu daha fazla yormamak için izin istiyoruz ve elini öpe rek ayrılıyoruz. Bir gün sonra evinde tekrar buluşacağız. Sohbetlerimize devam edeceğiz. Önce bizim aruz çalışmalarımızı dinliyecek açıklamalarda, ikazlarda bulunacak, sonra yeni kalıplar vere çekti. Arta kalan zaman içerisinde de bana hatıralarını yazdıracaktı. Verdiği sözde ilk defa durmadı. Beni dinlerken, birkaç defa içini çe kerek «çok fena! çok fena! Bütün bunlardan sonra, insan rahat uyuyamaz ki!» diye hayıflanmıştı. o gece gerçekten rahat ve endişesiz bir uykuya uzanamadı. Ayrılışımızdan birkaç saat sonra ebedi uykusuna daldı. Bir sohbetimizde bana anlatmıştı: 1S30'ların bir 5 Ocak gününde, Adana'nın kurtuluş Bayramı münasebetiyle, Türkocağı mahallesindeki ahşap evinde, bir petrol lâmbası altında ARİF NİHAT ASYA sabaha kadar oturarak ve kendi tabiriyle «Bayrağa sığınarak» meşhur BAYRAK şiirini yazmıştı. O gecenin sabahında ancak 20-30 izci tarafından taşınabilecek büyüklükte muhteşem ve mübarek bir Bayrak Ulucami Minaresi ile saat kulesi arasına çekilirken öğrencilerinden Aydın Gün mahşeri bir kalabalık önünde ilk defa BAYRAK şiirini okumuştu. BAY RAK şiiri bir 5 Ocak günü doğmuştu. Ne büyük, ne uygun, ne ürpertici bir tesadüftür. 1975 yılının yine bir 5 Ocak gününde de Arif Nihat Asya, dünyanın engüzel Bayrağına sarı larak, birkere daha bayraklaşarak, ruhlcr âleminin mahşerine karışıyor. Mezarında mehter çalınmasını iste misti. Onun bu arzusunu maalesef yerine getiremedik. Bir çiçek yağmuru altında güzelleşen mezarının başucunda İsmail Hakkı Yılanlıoglu'nun o ihatalı konuş masından sonra BAYRAK şiirini hıçkıra hıçkıra okuduğuma ruhunun kızdığını biliyorum. Çünkü O, mükemmel bir şair mükemmel bir naşir olduğu kadar, mükemmel bir Mevlevi şeyhi idi. Mevlâna hazretleri gibi ölümü sevmiş ve ölümle, yeni bir dünyaya doğacağına büyük sevgiliye kavuşacağına inanmıştı. Kendisini toprağa verdiğimiz gece, evinde aziz hatırası ve mübarek ruhu için çok, pek çok sevdiği kudümler vuruldu, neyler üflendi, ilâhiler söylendi. Aziz hatırası ve mübarek ruhu için «Hu» diyelim : Huuuuuu! 13

ŞAİRİN e OLUMU ARİF NİHAT ASYA İÇİN Arif Nihat Asya'yı da kaybettik.. Adan Hiç şüphesiz SAYILGAN çağdaş Türkiyenin en iigi çekici, şiir ustalarından biriydi. TV'nin, hiç değilse son günlerinde tarihi bir belge olsun diye O'nunia bir röportaj yapmasını dilerdim. Ama bilirdim ki, bugünün lâvanten TV'si onunla ilgilenmez. Yalnız O'nunia mı Demokrasi, bir senteze ulaşsın dedik çe, diledikçe, bir ayîrıcıuktır gider. Üç - beş dar görüşlünün şahsi tevcihleri bütün bir millete kabul ettirilmek istenir. Sanatta sağ - sol olmadığını, saf sanatçının söz konusu olabileceğini pek çok çevreler hâlâ anlamış değildir. 14 Arif Nihat Asya, bir kuyumcu gibi kelimelerle oynardı. «Kubbe-i Hadra» dan «Emzikler»e; «Kundaklar» dan nesir yazılarını kapsayan kitaplarına kadar... Gürül gürül akan bir çağlayandı o. Ikına sıkına yazmazdı. İiham bir 'vahiy' gibi gelirdi ona. 1962-1963'lerde ortaklaşa bir Orta Anadolu gezimizi hatırlıyorum. Oto- büste durmadan, durmadan yazardı. Jübilesinde, kızı «Babam eve gazete gelince eline ilk o alsın ister. Çünkü bilmece çözmeğe meraklıdır» demişti. Söz sırası bana gelince, bilmece çözme tutkusu üzerinde durdum. «O bilmece çözmez kelimelerle oynar, şairin malzemesi kelimelerdir» dediğimi hatırlıyorum. Tabiata tutkundu. Öyle pastoral Dir tutku değildi Arif Nihat Asya'nın merakı. Yoğun tabiatlı onun ilgisini çeken.. Sözgelimi, çağlar ötesinden gelen bir fosil parçası, akik taşları, tabii taşlardan yapılmış tespihler doludur sandığında.. Bu küçük taş par cacıkları tabiatın en süzülmüş incelmiş güzellikleriydi Şairin gözünde.. Bir gün bana, kuşlarla ilgili Fransızca bir kitabın ismini verdi. «Selection» da okumuş çıktığını. Şaşırdım, yüzüne baktım O güne değin onun kuşlara tutkusunu bilmiyordum. Paris'te bir dosta yazdık. Gcnderdi. Güzel, renkli, kuşe kağıda ACLAN SAYILGAN

basılmış bir kitaptı bu. «Hoca» dedim, «nesiyle ilgileniyorsun kitaptaki kuşların?;;. Yüzüme baktı ve gayet ciddi : «Ötüşleriyle, tüyleri, renkleriyle..» Arif Nihat Asya'nın, tasavvuftan günlük hayata kadar ne varsa, nesi varsa yansımıştı şiirlerinde : Nesirleri... Onlar ayrı bir güzellik, ayrı özenle yazılmıştır. Hocayı, en günlük konulardan tarihin derinliklerine kadar ne varsa 'herşey' ilgilendirirdi Ne bileyim, sözgelimi, Adana'da öğretmen bulunduğu günlerde, bisiklete binmiş bol bol. Çamurlukları yokmuş bisikletinin. Adana'nın yağmuru - çamuru malûm. Yağmurlu bir günmüş, paçalarına, sırtına sıçramış çamurlarla bir caddeden geçiyormuş Hoca. Halk iki yana çekilmiş, cadde bomboş. Bir alkış konmuş birden. «Hoca ne oluyor yahu?» deme- Q3 kalmamış, kalabalık şampiyonu kucaklar gibi kucaklamış O'nu. Meğer o gün bisiklet yarışı varmış. Hoca dar bir sokaktan kayıvermis ana caddeye herşeyden habersiz.. Onu bisikletiyle görenler sanmışlar ki Arif Nihat Asya yarışa girmiş ve birinci gelmiştir... Ölen dostlarına, doğan bebelere ebcetle tarih düşer, el yazısı ile kartonlara yazar, yakınlarına hediye ederdi. Yakınları O'nun şiir hediyelerine duyamazlardı. Tarihteki bütün Türk büyüklerine düşürdüğü tarihleri toplayan bir kitabının - basılmamış - maniskürisini bana hediye etmişti. İşte o kitaptan bir örnek : ŞAİRİN ÖLÜMÜ «Biz, deriz : «Ey büyüklük, imzanız!» Bir uzak ses der : Âl-i Osmânız!» Bu şiir, Osmanlı imparatorluğunun kuruluşunun ebcetle tarihini yansıtır. «AL-İ OSMANIZ» kelimeleri ebcetle hicri 669'dur. Arif Nihat Asya nın bu basılmamış eserinin ismi : «Fatihler Ölmez!» dir. Arif Nihat Asya, dosta, insana, güzele bal şerbet; ama kötüye, çirkine, bağnazlığa zehir zemberekti. Bakınız ne diyordu şair : «İnsan var, öfkesiyle hıncından ölür; İnsan var, yılların basıncından ölür... Birgün, bakamaz kızarmadan çevresine : Ey gökyüzü, insan var., utancından ölür!» Kimbilir bu şiiri yazdığında, hangi çirkin insana, olaya, olayı yaratanlara kızmıştı? «Biri. gelmiş bu halka müjde diye; Biri etraf için ezâ olarak... Kimi, mes'ud, yaşlı halinde... Kimi - lâkin - yaşar ceza olarak.» Arif Nihat Asya önce kelimeleri, sonra çocukları, güzelleri, tabiatın küçücük minicik taşlarını, iyiliği, halkını, tarihini severdi. Ve bütün sev giler iç içe geçmişti onda. Bir yönlü değil, bin yönlüydü kaybettiğimiz dev Arif Nihat Asya! Arif Nihat, insanca yaşadı; ayni gücün devamlılığı içinde mısraiarıyle yaşayacak şüphesiz. Ne zaman ki, içinde bulunduğumuz, aptal bağnazlıklardan kurtulacağız, o zaman şairlerimizi, dilimizi sevmesini öğreneceğiz. O zaman öğreneceğiz şairlerin ölmezliğini.. Arif Nihat Asyanın mânada ölmezliğini!... $ 15

Türkler Arasında Dinlerin Tarihçesi Prof. Dr. Hikmet TANYU «Tek ve yüce üstünlükte Tanrı inancına sahip Türkler, Tanrıya göğe yönelerek saygı gösterirler, ruhun ölmezliğine, ruhların Tanrı katına gideceğine, kıyamet ve mahşere ahirete, ebediyete inanırlar, dağlarda ona (Tanrıya) kurban sunarlar, dini törenler düzenlerler iyi (koruyucu) ruhlara ve ayrıca kötü ruhlara inanırlarken, İslâm dinine büyük bir sadakatle geçerken ondaki melek, şeytan, cin inancına dair esaslarda yakınlık görmeleri, onları daha kolay anlamalarına yardımcı olmuştur. Allah inancı ile, Türklerin, yaratan, yönelten, yaşatan Tanrı ( Tenri, Tengri), Gök Tanrısı (Kutsal, Mübarek, Yüce Tanrı) inancı arasında oldukça yakınlık görülmektedir.» a) Eski İnanç : Eski Türklere özgü inançları batılı bilginler Samanlık - Şamanizm, doğulu bilginler, Şümeniye terimeyle tanıtmak istemişlerdir. Eski Türklerde din görevlilerine (Kam) denildiği gibi, «Oyun» teriminin de bazı yerlerde kullanıldığı görülmektedir. Kaşgarlı Mahmut, bunu Arapçaya «kâhin» şeklinde çevirmiştir. Kam veya Şûman, Tanrı veya ilâhlaştırılmış varlıkların seçtiği, ilâhi bir kudrete sahip. Tanrı veya ilâhlaştırılmış varlıklarla insanlar arasında aracılık yapabilecek bir gücü olan kimse demektir. Büyük ilâhlar (?) bel ki melekler ve kötü ruhlar için âyin yapmak, kurban sunmak görevleridir. Aynı zamanda tabiblik. üfürükçülük, sihirbazlık da yaparlardı. So ya çekimle kamlık samanlık geçer- 'di. Şuhalde samanlık veya Şamanizm şümeniye (Şemeniye) diye bir din yoktur. Yalnız itibari olarak kullanılan şamanizm, Şümeniye (Şemeniye) terimi vardır. Böyle Eski Türklere özge ve günümüzde oekaz kimsenin sürdürdüğü inancın adı, müritleri tarafından samanlık veya şamanizm, Şümeniye (Şemeniye) olarak benimsenmiş olmayıp bu ad takılarak ilmi bir terim halinde, bir yakıştırma olarak kullanılmaktadır. Ayrıca muhtelif tanrıların da birer üstün güç ve kudrete sahip varlıklar olarak mı, yoksa birer üstün vasıflı melekler olarak mı benim- 16

senip kullanıldığını kesin olarak ifade etmek kolay değildir. Bazı gözlem ve Tanrı gibi takılmış adlar (eştirilmiş ve Tanrı gibi takılmış adlar olması muhtemeldir. Zira Türk Dini hakkında henüz bütün etrafıyle, derinlemesine yazılmış çok eskiden kal ma bir din kitabı ortada mevcut değildir. Bazı seyyahlar ve araştırmacıların şahsi gözlemleri ve bazı yazıtları mezar taşları bazı dua ve ilâhilerden ölü gömme âdetlerinden, bazı destan ve masallardan birtakım sonuçlar çıkarılmaya çalışılmıştır. Kadın kamların da bulunuşu dikkate şayandır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, ilk, orijinal inancın da. Eski Türkler arasında Tengri (Sümerlerde dingir), Tenri, Gök (mübarek, kutsal semavî, kutlu) Teng ri, Gök Tanrı, Yüce Tanrı gibi adlarla herşeye kadir bir Allah inancı görülmekte, kâinatı onun yaratıp yönettiğine inanılmaktadır. Tanrı, Yüce Tanrı inancı günümüzde, Altaylılar ve Yakutlar arasında görülmektedir. Ruhun bekasını, kıyamet, kılköprü cennet ve cehennemi andıran, animistik ruhçu bir hayat anlayışı içinde, ölümden sonra bir yaşamı gösteren inanç mevcuttur. İyi ruh, kötü ruh inancına sahiptiler. Koruyucu ruhlara inanıyorlardı. Bir nevi şeytanı andıran bir inançta görülmektedir. Bazı tabiat kuvvetlerine saygı gösterilmiştir, onlarla aralarında türlü ilişkiler kurmak istenilmiştir. Güneş, ay, yer-su ruhları, atalar (Ceddi âlâ) ve ölüler kültü, kurban sunma, ateş (ocak), orman - ağaç, kaya (taş), dağ, odak, su ve ırmağa, göle saygı, demir ile ilgili inanç, bazı kuş ve hayvanları (kartal-tanrı Kuşu), bozkurt, at v.b. ilgili inanç ve kültler vardı. Bazı semboller, put (idol) gibi sanılırsa da bunlar Tanrı'nın tasviri değildir. Hatıra veya birer uğurlu eşya (belki fetiş gibi değeri olan bir hatırlatma, anma eşyası) sayılır. Tanrıyı bir ve üstün, yüce, kudret ve kuvvet olarak bilmek ve bütün kâinatı onun yarattığı varlıklar olarak görmek ve ona mavi, engin göğün derinliğine yönelerek yakarmak, ve bazan onun göğün enginliği içinde bulunduğuna inanmak gibi özellikler göstermektedir. Bazı çeşitli tabiat güçleri daha alt derecelerden ilâhlaştırılmışsa da veya büyük melekler dü şünülmüşse de onların üzerinde üstün olan bir Yüce Tanrının varlığına inanılırdı. Tanrıya veya yaratan iyi ruh Ülgen (Ülken) atalara, yer-su ruhlarına (tabiat kültü), çoğu zaman dağlarda (at ve koyun) kurbanı sunulurdu. Gündüz güneşe ve gece aya saygı gösterilirdi. Cok önceleri güneşe ve aya kurban sunulduğu görüşü de vardır. Batılılar tarafından yapılan bir ilmi incelemede binlerce yıl önceki insanlar arasında ilk yüce Tanrıya inananların Türkler olduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de türlü ilâhlara tapanlar, hayvanlara tapanlar, ilâhları insana benzeten onun heykellerini yapıp tapanlar, güneşe ve imparatora ilâh veya onun oğlu nazariyle bakan muhtelif din ve inançların (Yunan, Roma, Avrupa, Amerika dinleri, Şintoizm v.b.) yanında Türklerin inançları onlardan çok üstünlük göstermektedir. (1) HİKMET TANYÜ 17

B) Türklerin Dinî Tarihçesi : Türklerin (Samanlık) adı takılan ve Tanrı Dini diyebileceğimiz dini çerçevesi dışında, Türklerin etkilendiği dinî tarihçe şöyle bir gelişim göstermiştir. (2) M.S.III. - IV. yüzyıllarda, Ortaasyanın muhtelif bölgelerinde Zerdüştlük, Buddistiik ve Hıristiyanlık görülmüştür. Hıristiyanlık piskoposluk ve metropolilerinin Herat, Teru ve Semerkant şehirlerinde kurulduğunu görüyoruz. Samancı To - Ba'ların yönetici, üst tabakadakilerin V. yüzyılda buddistliği kabul ettikleri anlaşılıyor. Toplumun çoğunun gene eski Türk dinî inanç ve âdetlerini sürdürdükleri biliniyor. Toba Han (572-581) yıllarında Ginli buddistlerin telkiniyle, Gök - Türkler arasına buddistliği (buddizm) yerleştirmeğe çalışıyor. Bu Toba Han'ın ölümünden sonra Gök - Türk Hakanlığı felâkete uğruyor. Ginlileşme başlıyor. Bunun yankıları Gök - Türk (Orhun) yazıtlarında görülmekte dir. Bu yazıtlardan artık buddacılıktan (buddizm), Laotse'nin Taoculuğundan (Taoizm), Bilge Han'ın gayretiyle hiçbir iz kalmadığı anlaşılmaktadır. Bilhassa Devlet adamı Tonyukuk, milli dini, Tanrı dinini ve töreyi savunmuş, yabancı kültür ve inançları reddettirm iştir. Türklerin müslüman Arap ordularıyle Halife Hz. Ömer zamanında temasta bulundukları anlaşılıyor. Bazı Türk beyleri, Hz. Osman zamanında (T. 650) müslümanlığı kabul etmişlerdi. «Haccac ve onun kumandanlarından Kuteybe B. Müslim el - Bâhîlî'nin sert ve merhametsiz tedbirleri neticesinde Horasan'da güven sağlandı. İslâm ordusu Mâverâün - Neh r'e girdi. Buhara ve Semerkand» zapt edildi. «Kuteybe'nin muzaffer İslâm ordusu H. 95 (M. 713) yılında Fergana ve Taşkent üzerine yürüdü.» (3) 1) Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968 Abdülkadir İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, Ankara 1972, 2. Basım. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara 1967. Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara 1973. Eski Türk Dini, Tanrı Dini veya Samanlık hakkındaki kaynaklar bu kitaplarımızda geniş şekilde gösterilmiştir. Lütfen oraya bakınız. P.W. Schmidt, Ser Ursprung der Gottesidee, 9. Cilt (Türklere dair) P.W. Schmidt, Tukue'lerin Dini, Çev. Sadettin Buluç, İstanbul Üniv. Edebiyat Fa kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. IV. 1 Temmuz 1966, Sf. 63-80. (Der Ursprung der Gottesidee 1 (3. Bölüm) Freiburg 1949, S. 21-39!) 2) Eski Türklerin Dini: Tanrı Dini, başhğıyle tarafımızdan hazırlanan inceleme TÖRE Dergisinde yayınlanacaktır. Bu incelemede Türk yazıtları üzerinde bilhassa durulmaktadır. : 1. Hüseyin Namık Orhun, Eski Türk Yazıtları, 4. Cilt ve Ali Öztürk, Ötüken Kitabeleri ile bilhassa Prof.. Dr. Muharrem Ergin'in Orhun Abide leri, üzerindeki eserleri önemle dikkate akdığında ve diğer kaynaklarla Samanlık adı ile değil (Tanrı Dini) adiyle gereken açıklamalar sunulacaktır. 3) Abdülkadir İnan, Çur'ân-ı Kerimin Türkçe Tercümeleri üzerinde bir inceleme. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1961, Sf. 5. J8 TÜRKLER ARASINDA

Bu arada Gök - Türk hakanlığının kurulduğu VI. yüzyıldan itbaren Hıristiyan, Ateşperst (Zerdüştiler), Manihaist cemaatlerin gcrüidüğü hatırlanacak olursa karmaşık inançların etkileme çabaları dikkate alınmayı gerektirebilir. 717 yılında Cürcan Beyi Sul - Türk müslüman olmuş, böylece Cürcan ülkesi islâmlaşmıştı. Arapların baskısı karşısında Türkler savaşıyorlardı. 7 ve 8. yüzyıllarda müslüman Araplarla Türklerin teması, görüşüp konuşması arttı. Kuteybe, 712-713 yılında Buhara iç kalesinde bulunan Budda tapınağını Cami hâline getirtti. Kılıç sonu ve savaşlar sonucu olmayarak, İslâm dininin esaslarını öğrenen Türkler arasında artık İslâmiyet büyük bir yakınlıkla benimsenmeğe başlamıştı. Bir yandan Türkler başka dinlerin de tanıtılması, ve propagandası karşısmdaydılar. VII. yüzyılda Manihaizm Türk yurduna gelmişti. İranlı Mani (216-276) tarafından, Zerdüştlük. Hıristiyanlık ve mahalli dinlerle (Mitra v.b.) karıştırılarak vücuda getirilen bu dinin müritleri İran ve Roma hükümetleri ve halkı tarafından ağır baskıya mâruz kalınca, Roma ve İran'dan kaçanlar Türkistan'a sığındılar. Buralardaki Türkler, diğer din yayıcılara hoşgörü gösteriyorlar ve bir taraftan da kendi milli inançlarını sürdürüyorlardı. Manikeistler Türk dinî inanciyle kendi inançları arasında bir ilişki kurmağa çalışarak propagandalarında başarıya gitmek istiyorlardı. Gök - Türk'leri hakimiyetleri altına alan Uygurların hakanı Bökü Han (Bügü Han) (750-780), 763 yılında Uygur Türkleri arasına, esasen Ortaasya'nın batı bölgelerinde 3. yüzyıldanberi izleri görülen, Maniciliği (Manihaizm) yerleştirdi. Doğu Türkistan'a yerleşen Uygarlar arasında 840 yılını müteakip, o çevrelerde manihaizm, hıristiyanlık, buddizm ve Tanrı Dini ile bağlantılı samanlık yan yana bulunuyordu. Uygurlar manihaizmi kabul edince savaşçılıklarını ve bazı geleneklerini de bozarak, kaybederek perişan oldular. Nesturi Hıristiyan misyonerleri Mâverâü'n - Nehr İslâmlar eline geçtiği halde çalışmalarını sürdürüyorlar ve Nesturi Patriği Tematheus (780-819) da Ortaasya'da hıristiyanlığı yayma gayretiyle, Türk Hakanını kandırmağa uğraşıyor, ona mektuplar gönderiyordu. Nihayet Yenisey - Kırgız'ları, Manihaist Uygurların başkenti Karabalgasun'u 840 yılında zaptedince sonuç belli oldu. Böylece Kırgızlar, 840 yılında Uygurları Moğolistan'dan sürerek, Kırgız devletini kurarlarken, çoğu Mani dininde görünen Uygurlar, Doğu Türkistan'a göçmüşlerdi. Kırgız lar arasında da Mani dininin yayıldığı görülmekte ise de, 9-10. yüzyıllardaki kaynaklara göre onların bir yandan atalardan kalan dinleri sürdükdükleri anlaşılmaktadır. Önce Samancı denilen veya Tanrı dininden olan ve 732 de hemen ilk müslüman Hazarlar arasında 800 yıllarında Yahudilik'- te yayılmaktaydı. Hazarlardan büyük bir kısmı müslüman ve daha az miktarı ise Hıristiyan dininde idiler. Yöneti ci tabaka ise museviliğe bağlı kalmış HİKMET TANYU 19