MİRCEA CĂRTĂRESCU 1 Haziran 1956 tarihinde Romanya nın Bükreş kentinde doğdu. 1980 yılında, Bükreş Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romen Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu. 1980-1989 yılları arasında Romen dili öğretmeni olarak çalıştı, sonra Yazarlar Birliğin e katıldı ve Critice dergisinin editörlüğünü yaptı. 1991 yılında Bükreş Üniversitesi Romen Edebiyat Tarihi Kürsüsü ne öğretim üyesi olarak kabul edildi. 1994-1995 yılları arasında Amsterdam Üniversitesi nde misafir öğretim görevliliği yapan Cărtărescu, halen Bükreş Üniveritesi ndeki görevini edebiyat tarihi doçenti olarak sürdürüyor. Cărtărescu nun yazarlık kariyeri 1980 yılında yayımlanan Faruri, vitrine, fotografii kitabıyla başladı. Şiir, roman ve deneme türünde eserler veren, hemen her kitabıyla ülkesi Romanya nın önemli edebiyat ödüllerini kazanan Cărtărescu, Nobel Edebiyat Ödülü ne de aday gösterildi. Çevrildiği ülkelerde de büyük ses getiren yazarın en önemli romanları şunlar: Visul (1989), Le rêve (1992), Nostalgia (1993), Travesti (1994) [Travesti, Çev. Leila Ünal, Ayrıntı Yay., 2013] ve Orbitor-3 cilt (1996-2007).
Ayrıntı: 984 Edebiyat Dizisi: 224 Orbitor - Göz Kamaştırıcı Kelebeğin Bedeni - Cilt 2 Mircea Cărtărescu Kitabın Özgün Adı Orbitor - Corpul Romence den Çeviren Sunia İliaz Acmambet Yayıma Hazırlayan Barış Özdemir Orbitor. Corpul 2002 by Mircea Cărtărescu / Paul Zysolnay Verlag, Wien Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Bu kitap Romen Kültür Merkezi (Institutul Cultural Român) nin çeviri destek programı TPS (Translation and Publication Support Programme) in desteği ile yayımlanmıştır. Kapak Fotoğrafı Darrell Gulin / Oxford Scientific / Getty Images Turkey Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Dizgi Hediye Gümen Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İstanbul Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım: İstanbul, Nisan 2016 Baskı Adedi 1000 ISBN 978-605-314-068-9 Sertifika No: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr twitter.com/ayrintiyayinevi facebook.com/ayrintiyayinevi instagram.com/ayrintiyayinlari
Mircea Cărtărescu Orbitor Göz Kamaştırıcı Kelebeğin Bedeni - Cilt 2
EDEBİYAT DİZİSİ SON ÇIKAN KİTAPLAR DAYICAN NAPOLYON / İyrec-i Pézéşkzâd HARMATTAN / Gavin Weston BİR SON DUYGUSU / Julian Barnes HEZEYAN / Laura Restrepo O ASLA GERİ GELMEYECEK / Hans Koppel YARASALAR / Marcel Beyer KAYBOLAN / Hans-Ulrich Treichel BİR KÜÇÜK İMPARATORLUK / Christian Kracht HAYAT DÜZEYLERİ / Julian Barnes GÖZYAŞININ KİMYASI / Peter Carey VÎS İLE RÂMÎN / Fahreddin Es ad-i Gorgânî ANATHEM / Neal Stephenson BEYAZ DÜNYA / Andrew McGahan MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK / Wilhelm Genazino KIRIK KÖŞELİ İLKBAHAR / Mario Benedetti GECELERİ DAİRELER ÇİZEREK / YÜRÜRÜZ / Daniel Alarcon BİR BUĞDAY TANESİ / Ngũgĩ wa Thiong o PARROT İLE OLIVER AMERİKA DA / Peter Carey İSTİSNA / Christian Jungersen KALTENBURG / Marcel Beyer ORBITOR / Mircea Cărtărescu GÜVERCİNLER HAVALANIRKEN / Melinda Nadj Abonji KAYBOLUYORSUN / Christian Jungersen İÇERDEKİLER / Victor Serge TİBET ŞEFTALİ TURTASI / Tom Robbins BAHAR / Sabine Adatepe CHE NİN BİRLİĞİ / Carlos Gamerro EFENDİNİN GÜZELİ / Albert Cohen FRANSIZ SAVAŞ SANATI / Alexis Jenni ARADAKİ NEHİR / Ngũgĩ wa Thiong o BEDENİN GÜNCESİ / Daniel Pennac ZAMANIN GÜRÜLTÜSÜ / Julian Barnes
Mircea Cărtărescu Orbitor Göz Kamaştırıcı Kelebeğin Bedeni - Cilt 2
Ama biri çıkıp, Ölüler nasıl dirilecek? Nasıl bir bedenle gelecekler? diye sorabilir. Ne akılsızca bir soru! Ektiğin tohum ölmedikçe yaşama kavuşmaz ki. Ve ekerken, oluşacak bitkinin kendisini değil, yalnızca tohumunu, buğday ya da başka bir bitkinin tohumunu ekersin. Sonrasında Tanrı tohuma dilediği bedeni verir; ve her birine kendine özgü bedenini verir. Her beden aynı değildir; insan bedeni başka, hayvan bedeni başka, kuş bedeni başka, balık bedeni başkadır. Aynı şekilde göksel bedenler vardır, dünyasal bedenler vardır; fakat göksel olanların görkemi başka, dünyasal olanlarınki başkadır. Güneşin parlaklığı başka, ayın parlaklığı başka, yıldızların parlaklığı başkadır; hatta parlaklık bakımından yıldız yıldızdan farklıdır. Ölülerin dirilişi de böyledir. Beden çürümeye mahkûm olarak gömülür, çürümez olarak dirilir; düşkün olarak gömülür, görkemli olarak dirilir; zayıf olarak gömülür, güçlü olarak dirilir; doğal beden olarak gömülür, ruhsal beden olarak dirilir. AZİS PAVLUS, Korintliler, I, 15, 33-44.
Birinci Bölüm S ıradan hislerin duyumsayamacağı bir yoğunluk ile yaşıyor olmama rağmen, gerçekte artık hiçbir şey yaşamıyorum. Gözlerimi boşuna açıyorum, çünkü artık göremiyorum. Sesleri yakalamaya çalışarak oval penceremin karşısında boşuna soğuktan donuyorum. Yalnızca birkaç hisse değil, her biri başka türlü olan, her biri başka uyarıcılar için uyarlanmış biri kahvemi içtiğim fincanın şekli için, bir diğeri dün gece gördüğüm rüyanın şekli için milyonlarca hisse sahip gibiyim. Bir başkası, birkaç sene önce Ştefan cel Mare sokağındaki odamda ayak tabanlarım kaloriferin üzerinde, yırtık pırtık pijamamın içinde otururken kulaklarımda çok net duymuş olduğum korkunç fısıltı için. Işığın değişimlerini, seslerin yüksekliklerini, karanfillerin ve bulaşık suyunun kimyasını artık algılamıyorum; algıladığım tek şey, o an aklımın 9
merkezinde sadece bir su dalgası gibi şeffaf ve geçici olan o sahne için onunla etkileşim içinde olarak, onu değiştirerek, düzleştirerek, bir amip gibi istila ederek ve birlikte eski ve yakın, özlemle aydınlatılan ve gizemle belirsizleştirilen başka bir gerçek oluşturarak açılan hayali bir duyu tarafından aniden yutulan sahneler. Bana olan her şeyin aslında olabilmesi için daha önce bana olmuş olması gerekiyor gibi, her şey daha önceden benim içimde zaten varmış gibi; fakat şişmiş ve bütün olarak değil de, bulunduğu yerde kendisi de henüz gelişmemiş ve embriyoner niteliği değiştirilmiş var oluşun alevinden bir onay ve bir rızık bekleyerek, beynin yapısı içinde, fakat aynı zamanda da benim bezlerimde, organlarımda, alacakaranlığımda ve yıkık dökük evlerimin içinde olanlar; birbirine çok sıkı sarılmış buruşuk ve ilkel katmanlar şeklinde pusuda durarak. Yalnızca bir zamanlar hissettiklerimi hissedebiliyor ve yalnızca bir zamanlar görmüş olduğum rüyaları görebiliyorum. Gözlerimi açıyorum, fakat renkler ve nesnelerin şekilleri için değil; çünkü ışık, retinamın göz merceğinin ve saydam tabakalarının içinden geçmek üzere, koni hücrelerinin içinde rodopsini oluşturmak üzere artık zerrelere bölünmüyor; rodopsinin içine işlenmiş ve ses saçaklarından ve tat ve güzel kokular, don ve yüksek sıcaklık, acı ve üzüntü, koklear duygu tarafından onaylanmış ve yalanlanmış başının sağa doğru çevrilmesi filamentlerinden oluşan bir halenin eşliğindelermiş gibi bütün görüntüler aniden geliyorlar. Zamanları, heyecanları ve özellikle de gerçeklik dereceleri ile çünkü gerçek veya rüya veya hayal veya bizim hayatlarımızı bizden önce var olanların hayatları ile bağlayan tarif edilemez bağların içinden gönderilmiş olabilirler birlikte bütün şeklinde semtler geliyor, dudaklar ve cinsiyetler, kirli karlı rayların üzerinde kayan tramvaylar, arada bir bana yemek getirmek için annem, bazen Herman 10
geliyor. Eğer bütün bunlar benim aklımda (benim dünyamda) başka bir şekilde yeniden oluşmazsa, oradaki görsel tomurcuklar açmazsa, hayatımın her anında kendi kendime Bunu daha önce bir kez yaşadım, daha önce oraya gittim demezsem, aynen ışığın, orada ışık için gerekli olan algıyı oluşturmak üzere daha önce oksipital bölgende bulunmadan göremediğin gibi, bütün bunların hiçbirini algılayamam. Bu yüzden benim hayatım yaşanmıştır bile ve kitabım yazılmıştır bile; çünkü geçmiş, her şeydir ve gelecek, hiçbir şeydir. Eğer kendim hayatımın ezici mimarisi için bütün bir şekilde bir algı organı olmazsam, onu hiçbir şekilde destekleyemem. Ve gözüm, ışık tarafından kafatasımın gözenekli kemiği içinde işlenmiş olduğu için, saf ışıktan başka bir şeyi kabul edip anlayamadığı gibi ve ondan başka hiçbir şeyin de bu dünyada ışığı kabul edip anlayamadığı gibi, bedenimin tabakalardan ve zarlardan oluşan yoğun paketi, bu tabakaların ve zarların anatomisi ve sarılışı ile birlikte, bir aldehitinkine benzer bir şekilde anlaşılması zor olan üç boyutlu yapısı ile birlikte, aynı şekilde yalnızca benim hayatım ve ışık da, ses de, koku da, tat da, dokunsal, kinestezik algı da ve kafatası parçalanması da olmayan bu enerji tarafından uyarılan büyük, tek ve benzeri olmayan bir algı organıdır. Hiçbir zaman hiçbir şey, hayatımı farklı bir şekilde algılayamaz; hiç kimsenin işine yaramayan başka bilyonlarca uyarıcı gibi, ışığın gözbebekleri olmayan dünyalarda ve soğuğun epidermi olmayan cihanlarda dolaştığı gibi tarif edilemezin içinde yolculuk eder. Sinirlerimin beyaz eti içinde tek olan bu hayatın, beni besleyip parçası olduğum tek olan bu denizin girdaplarını filtreleyen, deniz zambaklarına benzer bir şekilde açılmış devasa tek bir algı organıyım. Saydam zarların içinden geçen kutup ışıkları, kaprisli çizgileri ile, karmakarışık alacakaranlıkları ve göz kamaş- 11
tırıcı şafakları ile sürekli kabul eden tek bir inceleme organı, duru tek bir duyusal hücre, hayatımın güneş rüzgârını, böbreklerimi ve tükürük bezlerimi aydınlatıyor, iskeletimi flor ve arsenik ile çiziyor ve bağırsaklarımı Merkür ile boyuyor. Beni değiştiriyorlar, kimyasal sapmalar, hatıralar ve tepkiler, görüntüler ve sesler meydana getiriyorlar, hormon ve rüyalar ve asansörler ve geceler ve daha önce hiç görülmemiş korkunç yüzler salıveriyorlar ve bütün bu psikolojik ve trajik ve etik ve müzikal organik akıntı fontanelin içinden, Tanrı nın yükselen yollarından, mistik sinapsların ve meleksi aksonların içinden daha ileriye, bizi içine alan aklın optik kiazmasına doğru gönderiliyor ve oradan karmanın talamusuna ve aziz ve yargıçların saydam kafatasları etrafında altın renginde daireler oluşturarak, ateş ve siyanür alevleri çıkararak, ölçerek, tartarak, bölerek demetler halinde oturdukları duyusal alanlara yansıyan projeksiyonlara gönderiliyorlar. Kodlara ve sembollere, alegorik balelere dönüştürülen hayatım, Tanrı nın kafatası üzerinde şekilsiz bir şekilde uzanıyor, onu bir gökkuşağı gibi, devasa parmakları, binlerce eklemleri, saksafoncu dudaklarıyla fakat bir ipeğine asılı duran küçücük bir kurtçuğun minicik bedeni olan elektrik bir homunkulus gibi koruyor. Çünkü Tanrı, mavi ışıklardan oluşan piller tarafından hafifçe aydınlatılan derin gecenin içinde kayan devasa bir beyindir, milyarlarca duyusu olan görkemli bir denizanasıdır. Kubbesi hafifçe çarpıyor ve onun saydamlığı yalnızca altın renginde bir aşktır. Düşünen devasa bir denizanasıdır o. Düşünen bir düşünce, fakat düşüncenin terimleri ile düşünen değil, onu düşünen güçten daha büyük, daha süslü ve daha karmaşık, kendini sevme gücünden daha bir altın renginde; sonuçta gücün kendisinden daha güçlü, azmin kendisinden daha zorunlu olan çarpan katedralin tümü, etraftaki hiçliğin minicik bir 12
hatasından, bütün boşluğu dolduran kusursuz ölümün bir noksanından, sonsuz gecenin kayası içinde belirlenmesi imkânsız olan bir delikten başka bir şey değilmiş gibi, onu çevreleyen derin hiçliğin terimleri ile düşünen bir düşünce. Ve o da hiper-hiçliğin, ultra-boşluğun, ölüm üssü ölümün ve Alef üssü Alefin bir kazasıdır. Ve sonuçta, Tanrı da o da daha gizli olan bir hiçliğin, bir duyu organı olan hiçliğin kristali içinde açılan fantastik bir duyu organından başka bir şey değildir. Bir gül, bir vulvaya benzer şekilde pliler içinde pliler. Bu arada ben hayatımı filtreliyorum. Onu yutuyorum, içiyorum, görüyorum, kokluyorum, ısırıyorum, yaşıyorum, ondan nefret ediyorum, ona sahip oluyorum. Simetrik dört tane bölmesi olan bir kurt gibi hayatımı kodlanmış dürtülere dönüştürüyorum ve hiyerarşik bir şekilde onu daha üste iletiyorum. Kafatasım ve göğüs kafesim cenneti anlatıyor, turnusol kâğıdı salt mutluluk içine batırıldığı zaman renklendiği gibi renkleniyor. Düşünüyorum, nefes alıyorum ve gazlı kanımı arterlerimin içinde itiyorum. Mutluluğumun üçgenidir, insanlığımın piramididir ve diyaframım sinir ve kaslardan ibaret halısı üzerinde şarkı söyleyen meleklerden oluşan koromdur. Mutlu olduğum zaman düşünüyorum, nefes alıp veriyorum ve kalbim çarpıyor. Kuşların fonksiyonlarıdır, elmas kafatası üzerinde açılan kanatlardır. Bir kelebeğin kanatları üzerinde açılan berrak ve mavi üç tane gözdür. Bir tek beyin, kalp ve akciğer olsam, bir ilah olurum, çünkü ilahların çamurlu iç organları yoktur. Serebral pilotunu yıldızların arasına fırlatan kan ve havadan oluşan bir jet içinde ilerleyen bir uzay gemisi gibi olurum. Ve o, miyelinden oluşan sedef kostümü içindeki homunkulus, karmaşık bir kumanda tablosunun üzerinde gibi, düşünen bedeninin milyarlarca zerre ve gözenekleri üzerinde koşuşturarak milyonlarca parmaktan oluşan filumları olan 13
kendi vücudunun üzerinde manevralar yapardı. Ve gemi, bütünüyle sıvı halinde bir altın gibi parlayan serebrospinal sıvı ile dolu olur ve korkunç derecede güzel olan pilotun kafatasında başka bir homunkulus, örümcek ağına benzer; on binlerce parmağı olan kendi bedeni üzerinde bale yapar ve onun kafatasında başka bir homunkulus, altın renkli sıvı içinde havaya kalkar. Ve en büyüğünün bedeni her zaman en küçüğünün kozmosunu temsil eder ve dünya ve gece ve Tanrı kafatasın gittikçe daha çok incelen kemikleri tarafından ayrılan yalnızca birbiri içine sarılmış kozmoslar olurlar, kafatasları içinde kafatasları içinde kafatasları içinde kafatasları... Fakat yalnızca melek değilim, aynı zamanda diyaframın altında tüylü bir tarantula gibi pusuda duran, korkunç ve grotesk bir şeytanım ben. Burada bağırsaklarım ve böbreklerim bulunuyor ve onların altında, karışık ve kırmızımsı torbalarının içinde, zamanı düşünen garip yumurtalarım var. Ve içinden yarıya bölünmüş bir şekilde ve bir vibriyona indirgenmiş olarak, başka bir dünyanın karnına doğru yolculuk yaptığım bir boru. Burada, idrar ve spermden oluşan bir jetin içinden aşağıya doğru ilerleyerek sefilliğin içine dalıyorum. Burada cehennemin kükürt ateşini soluyorum. Ve kalp ile akciğerler, hava ile tuzlu su tarafından itilen beynimi koruyan kafatasımın bir araya gelmiş dünyalar içinde dolaştığı gibi, skrotumdaki ateş ve bağırsaklar içindeki çamur, spermleri, evreni enlemine bölen ve onunla birlikte kuvarstan ölçülemez bir haç meydana getirerek bölen zamanın içinden itiyorlar. Ve işte cehennem: inlemeler ve kasılmalar içinde birbirleri ile birleşen, sonsuza kadar birbirinin içinden çıkan, rahimleri ile vajinalarını parçalayan, ereksiyon kapasitesine sahip gövdelerini kayganlaştırıcı ve kan ile dolduran, yaşlanan, gevşeyen, çürüyen fakat sürekli içlerinden övüller ve spermler salgılayan çıplak erkek ve 14
kadın bedenleri, başka kadınların şehvani ağızlarını, başka erkeklerin tüylü bacaklarını birtakım fotonlar gibi aydınlatan katil kapsüller, dağıtılmış organların, aynı göz kamaştırıcı kuvarstan yapılmış olan tabutlar içinde yavaş yavaş eriyen kemiklerin çürümüşlüğünü arkada bırakan ebeveynler ve çocuklar ve ebeveynler ve çocuklar. Bütün anneler ve kızları birbirlerinin içine sonu olmayan hamilelerden oluşan bir kuyruk halinde kapatılmış gibi içlerinde karınlar içeren karınlar içeren karınlar, rahim duvarlarının ve başka fetüslere hamile olan fetüslerin sonsuz vardiyası, rahimler içinde rahimler içinde rahimler içinde rahimler... Ve gel gör ki göklerin denizanası yalnızca beyin değildir ve yalnızca düşünce değildir, aynı zamanda cinsellik ve aşktır; ve prensip ile etlerin birleşmesinden dolayı değil, bunun nedeni temel kimlikleridir, çünkü uçlarda, çisenti odalarının uçlarında, evren olan hiper-beyin, zaman olan hiper-cinsiyetten başka bir şey değildir. Düşünce olan hiper-evren ise, aşk olan hiper-zamandan başka bir şey değildir. Her şey olan hiper-düşünce ise, hiçbir şey olmayan hiper-sevgiden başka bir şey değildir. Ve fark edilemeyen, kaçınılamayan, bozulmayan her şey-hiçbir şey, bedenimin duyu organları ile algıladığım, işte tam da benim hayatımdır suyunun içinde yüzdüğüm ve yanıp söndüğüm, o yoğunlaşıp, seyrelip birlikte kimin kimi oluşturduğu ve baltaladığı belli olmayan karmaşık bir hayat-beden meydana getirene kadar o beni keşfettikçe keşfettiğim bu ben, hayatımdır. Çünkü organlarımın kalıpları hayatıma, senin boz maddenin anlayabileceği tek şekil olan kodlu bir şekil veriyor. Onun aracılığı ile sana saçlarımın kokusunu ve dudaklarımın tadını gönderiyorum. Gözlerimin rengini ve tırnaklarımın sertliğini. Bu büyük ve tek olan kodun içinde, bu kodeksin, bu okunaksız kitabın içinde, bu kitapta her şeyi bulabilirsin. 15
Ş imdi eğri demirlerden, molozlardan ve eski dışkıların üzerine atılan buruşturulmuş gazetelerden oluşan atomik çölün içinde tek başına kaldığı için, üç seneden fazladır oturduğum ve masasının üzerinde tükenmez kalem ile yazılmış olan kâğıtlardan oluşan başka bir apartmanın yükseldiği Uranüs teki apartman, ihtişamı ile alçaklığını daha iyi sergiliyor. Dünyanın en mutsuz şehrinin büyük ağrılar çeken priapizmli penis olan apartmanım, yıkımlara karşı gelebildi ve ufukta görünen (ve neredeyse bütün ufku kaplayan) Casa Poporului un dondurulmuş mamutuna kadar, etrafı gözetleyen tek binadır, taş üstünde taşın kalmadığı bir yerde dikey şekilde duran tek cisimdir. Sabahları ekmek ve süt almak için çıktığımda ayak bileklerime kadar semtin eski tüccar ve sakin evlerinin dönüştükleri yeni halleri olan tozun içine gömülüyorum. Işık 16