En İyi Arkadaşım Fotoğraflarıyla karşımda duruyor şimdi. Yıllar önce tanıdığım bir çocuk. On fotoğrafta, on değişik görünümüyle... Birinde çimenlere oturmuş. Ak papatyalarla dolu çevresi. Elinde kopardığı papatyalardan küçük bir demet. Anlaşılan daha da koparacak, elindeki demeti büyütecek. Sonra da götürüp birine verecek. Sevdiği birine, bir arkadaşına. Büyük bir olasılıkla, en iyi arkadaşına. İkinci fotoğrafta bir yüzme simidine oturmuş. Elleri iki yana sarkık. Havuzun mavi sularının ortasında. Belli ki bol güneşli bir gün. Güneş gözlüğü takmış çünkü. Kollarıyla ayaklarını çırpacak birazdan. Suları köpürterek havuzu dolaşacak boydan boya. 7
Üçüncüyle altıncıya kadar dört fotoğraf aynı görüntüyü küçük farklarla yineliyor. Ayaklarında sudan çıktıkça giydiği terlikler. Üstünde yalnız mayo var. Yüzmeye hazır. Havuza giden yolun kıyısında, bahçeyi sınırlayan taflanların önünde duruyor. Ayakta. Dört fotoğraftan üçünü yan yana koyunca, aynı görünüşün küçük farklılıkları çıkıyor ortaya. Kolları iki yanından sarkmış, mayosuna doğru. Farklılık ağzının duruşunda ve bakışlarında. Gözleri, fotoğrafta görünmeyen birine bakıyor. Baktığı kişi kimse, onu görmekten çok hoşnut. Gözleri belli ediyor bunu. Dudakları da neredeyse bir gülümseyişi başlatacak. Dördüncünün daha yakından gösterdiği yüz, hoşnutluğunun nedenini birazdan sanki açıklayacak. Yedinci fotoğraf, dilimli tahtadan bir bahçe duvarının önünde, yarısına kadar yaladığı sapsarı bir dondurmayla gösteriyor onu. Üstünde apak bir gömlek var, gözlerinden dondurmanın ne denli keyif verdiği anlaşılıyor. Dondurmayı değil ama bu keyfi paylaşmaya hazır. Sekizinci fotoğrafta, bahçenin ak çiçekli bir köşesinde çömelik. Gülüşüyle yanakları çukurlaşmış, bütün sevimliliğiyle bakıyor. Dokuzuncu fotoğrafta ise yıkanmak için oturduğu bir küvetin içinde. Islanınca iyice kararmış saçları ve çıplak omuzlarında biriken su damlalarıyla. Yüzüne gölge düşse de bakışları yine alabildiğine sevecen. 8
Sonuncu fotoğrafta, tek başına değil artık. Kendisine çok benzeyen, daha büyük bir çocuk var yanında. Baş başa vermişler, ama aralarında boncuk gözlü bir kedi. Sevinçle kucaklamışlar kediyi. İkisinin yüzü de bu ortak sevinci yansıtmak istercesine güleç. Bu fotoğrafları zaman zaman diziyorum böyle karşıma. Yıllar önce tanıdığım çocuğu o fotoğraflarda gördükçe belleğim onunla ilgili bir öyküye götürüyor beni. Hiç unutamadığım bir yaşantının izleri canlanıyor onun 9
yüzünde. O yaşantıyı sizinle paylaşmak istedim yıllarca. Şimdi hem onu tanıtacağım, hem de o yaşantıdan söz açacağım. Adının Rasmus olduğunu söylemeliyim önce. Ailesiyle Danimarka nın başkenti Kopenhag da yaşıyordu. Kopenhag ın oldukça kırsal bir semtinde. O semtte, aynı avluyu çepeçevre kuşatan evlerden birinde Rasmus un ailesiyle komşu olarak yaşayan bir tanıdığım vardı: Hüseyin Duygu. Yolum Danimarka ya düştükçe beni evinde birkaç gün konuk etmek isterdi hep. Ben de bu isteği sevinçle karşılar, yaşadığım kimi günleri onun ailesiyle birlikte geçirmekten büyük bir keyif alırdım. İşte onun evinde konuk olduğum bir gün Rasmus u tanıdım. Kapının zili çalınmıştı, en yakında ben bulunduğum için gidip açtım. Karşımda sarı saçlı, küçük bir çocuk duruyor, kendi dilinde bir şeyler söylüyordu. Hüseyin in oğluyla arkadaşlık eden bir komşu çocuğu olabileceğini düşündüm. Herhalde oynamak için onu bahçeye çağırıyordu. Ama Hüseyin kapıya geldiğinde öyle olmadığını anladım. Ve çok şaşırdım. Çünkü Hüseyin i görünce çocuğun gözleri güldü. Hemen onun boynuna atıldı. Birbirleriyle kucaklaşıp şakalaşmaya başladılar. Şaşırdım, çünkü Danimarkalı insanların birbirlerini kucaklamaktan hoşlanmadığını biliyordum. Hele ülkelerinde yaşayan yabancılarla aynı duyguları paylaştıkları, onların yaşama biçimine yakınlık duydukları 10
söylenemezdi. Üstelik her geçen gün hoşgörülü olmaya değil de bir arada yaşamayı zorlaştırmaya yönelenler çoğalıyordu. Buna bir de, küçük bir çocuğun kendi yaşıtlarına arkadaşça davranmak yerine, kendinden çok büyük bir yetişkine yakınlık göstermesi eklendiğinde şaşkınlığım iyice arttı. Hüseyin Duygu bana dönüp Rasmus beni dışarıya çağırıyor, bir şey göstermek istiyormuş dedi. Sonradan Rasmus la ilgili öğrendiklerim yalnız bununla kalmadı, insanların birbiriyle arkadaş olmasının yeni ve benzersiz bir örneğiyle karşılaşmamı sağladı. 11
Hele bir çocukla bir yetişkinin, bir Danimarkalıyla bir yabancının arasında yaşanması bana daha da anlamlı göründü. Hüseyin e en iyi arkadaşım diye seslenen Rasmus la ilgili öğrendiklerim, bu arkadaşlığın herhangi bir yakınlıktan farklı olduğunu gösteriyordu. Üstelik Rasmus un duyguları, yalnız kendisiyle sınırlı kalmamış, ağabeyinin dışında bütün ailesini de etkilemişti. Bir tek, Rasmus un kendinden birkaç yaş büyük ağabeyi, Hüseyin le ne zaman karşılaşsa elindeki tahta kılıçlarla düelloya çağırıyordu onu. Buna karşılık, Rasmus un annesiyle babası, hem Hüseyin le hem ailesiyle daha yakın komşuluk ilişkisi içine girmişlerdi. Rasmus la ilgili kendilerinin çözemediği bir sorun olduğunda Hüseyin e başvuruyorlardı. Duyduklarımın içinde beni en çok etkileyen, ailenin, salt oğulları istedi diye tatillerini Türkiye de geçirmeye karar vermesi oldu. Uçaktan inip Türkiye topraklarına ayak bastıklarında Küçük Rasmus un büyük bir sevinçle, En iyi arkadaşımın ülkesi! diye bağırması ise tanıklık ettiğim bu arkadaşlığı gözümde daha da büyüttü. Umarım bu öyküyü okuyanlar, insanların arkadaşlık için aynı ülkeden, aynı yaşta olmaları gerekmediğini anlar. Arkadaşlığın ortak yaşı, dili, ülkesi değil, ortak duyguları olduğunu; bu duygularla yaşlar, diller, ülkeler arasında sınırların kalkabileceğini onlara gösterir. 12
Rasmus la Hüseyin in arkadaşlığını yalnız yazmakla yetinecek değilim. Çocukluğuma doğru yeni bir yolculuğa daha çıkıp kendi arkadaşlarımı da anımsamak, onlarla ilgili anılarımı da anlatmak istiyorum bu kitapta. Yalnız buna başlamadan önce, yıllardır görmekte olduğum bir düşü paylaşacağım sizinle. Yabancı insanlarla birlikte yaşayanların, onlardan gittikçe uzaklaştığı bir ülkede, bunun tam tersini yapmış bir çocuk varsa, onun anıtını dikmek gerekir diye düşünüyorum. Kim bilir belki bu düşüm bir gün gerçekleşir, tıpkı bu kitabı okuyanlar gibi, o ülkeye gidenler de bu çocuğun attığı anlamlı adımı o anıtta görebilirler. Kemal Özer 25 Haziran 2007 Semizkumlar, Silivri 13