bin yüz bir insan aret vartanyan
aret vartanyan 5 Her şey yolundaydı. Yaşamımdaki her şey, benim dışımdaki herkesin gözünde yolundaydı. Oysa ben kronik bir endişenin, sonu gelmeyen bir arayışın ve tam olarak ne olduğunu bilemediğim bir bekleyişin pençesindeydim. Mutsuzluk, eksiklik hissediyordum. Aslında tüm motivasyonumun, hırsımın içimdeki mutsuzluktan, boşluktan, korkularımdan geldiğini kimse bilmiyordu. Zihnim hiç durmuyordu; sürekli planlar, hedefler, hevesler yaşamımı kuşatıyordu. Aileme, arkadaşlarıma, çalışanlarıma, kısacası çevremdekilere göre her şey muhteşemdi. Gülümsememin altındaki beni gören yoktu. Alkışlanırken, eğlenirken, toplantılarda sürüklenirken benim gerçekten kim olduğumla ilgili kimsenin fikri yoktu. Herkes bana bir şey anlatmaya çalışıyor, benden bir şey bekliyordu. Duygularımı yansıtmıyordum. Kalabalığın içindeki yalnızlığım sadece bana aitti. Hep gitmek istediğim bir yer vardı, hep yapmam gereken bir şey... Kendimi dinlemekten çok bir koşturmaca içindeydim. Hafta sonlarında kalabalıklara karışıyor, yaşamımın bir anını bile boş bırakmıyordum. Sayısız kadının kollarında kaybolurken, etrafımdaki erkeklerin imrendiği bir hayat yaşıyordum.
6 bin yüz bir insan Oysa kendimi dengelemek için, içimde dinmeyen boşluğun nedenini bulmak ve doldurmak için yogadan reikiye, kişisel gelişim kitaplarından seminerlere, psikoterapilerden, kuantum dramaya sürükleniyordum. Arayışıma bir neden, bir ortak bulmaktı tüm derdim. Hiçbiri yetmedi. İçimdeki yaşama, kim olduğuma ve nereye gittiğime dair sorulara yanıt bulamıyordum. Bir gün uzun süren bir toplantının arasında tuvalette yüzümü yıkarken ilk kez aynada kendi gözlerimle göz göze geldim. Gözlerimde kendimi gördüm. Hemen geçiştirdim. O akşamki bir davette lobideki aynada yine gözlerimle karşı karşıya geldim. Bu kez bir başka ben vardı aynada. Lobideki insanların yansıması aynada akıp giderken aynanın ortasında gözlerime kilitlenmiştim. Her aynada bir başka ben vardı. Sabah uyandığımda, alışverişte, gece sarhoş olduğumda, sinemadan çıkarken, arabamın dikiz aynasında... Yansımam, karşılaştığım her aynada farklıydı. Her ayna, bir başka beni, bir başka rolümü yansıtıyordu. Sonunda bir gece odamın ışıklarını söndürdüm. Bir mum yaktım. Masamın üzerine bir ayna koydum. Bütün rollerimi, maskelerimi kapının dışında bıraktığımdan emin olmak için odamın kapısını iki kez kilitledim. Aynanın karşısına geçtim. Sadece masamın üzerindeki aynaya baktım. Bekledim. Kendimle yüzleşeceğim anı bekledim. Sonunda, aynada kendimle baş başaydım. İlk kez, tüm rollerin arkasındaki BEN ile yüzleştim. İlk kez o gece, o ana kadar susturduğum BEN i dinledim. Ruhumdaki yırtıklarla ilk kez çırılçıplak yüz yüze geldim. Yıllarca görmeye çalıştığım BEN ile karşı karşıya kalmıştım. Masamın üzerindeki aynanın yanına boş bir kâğıt ve
aret vartanyan 7 bir kurşunkalem bıraktım ilk gece sonunda yatağa girmeden... Sonraki gecelerde, aynadaki yansımamla buluşmalarımı düşünmeden kâğıda döktüm. Bazı geceler aynamı yanıma alıp kentin sokaklarında kayboldum. Aynam artık benim metaforumdu. Kendim olarak yaşayabilmenin metaforu. Aradığım her şeyin nasıl benim içimde olduğunu, en sevdiğimden en uzağıma nasıl bana ait olmayan bir hayatı yaşadığımı gördüm. Her yeni gece, her kendimle buluşmam, kendi yaşamını sinema salonunda izleyen olandan yaşamımın yönetmen koltuğuna geçişime eşlik etti. Şimdi sıra sende... Önce benim yolculuğuma ortak olacak, sonra da sen gerçekten, hiçbir şeyin arkasına sığınmadan kendinle olacaksın... Sana verilen kopyayla, hayatların değil, sana söylenenlerin değil, senin gerçekten ne olduğunun, ne istediğinin izini süreceksin. Şimdi senin için de, var olanla, gerçeklerinle yüzleşme zamanı... Ruhundaki yırtıklarla kucaklaşma zamanı... Yaşadıklarımı, yazdıklarımı seninle paylaşmayı seçtim Bende kalmasını istemedim. Seninle paylaşarak bir anlamda kendimi garantiye alıyorum. Yüzleşmemi, tüm çıplaklığıyla, olduğu gibi seninle paylaşıyorum. Çünkü bir daha kendimi kaybetmek, unutmak istemiyorum.
1 Eve girdiğimde kendi dünyama merhaba diyorum. Her şey dışarıda kalıyor. Ayakkabılarımı kapının girişine attığım gibi salona geçiyorum. Her eve girişimde aynı ritüeli uyguluyorum. Ceplerimdeki ıvır zıvırı, bozuk paraları salondaki masaya boşaltıyorum. Her sabah birazını alıyorum, kalanlar birikiyor bir süre sonra, masanın üzerinde bir sürü ıvır zıvır oluyor. Kartvizitler, kredi kartı slipleri, bozuk paralar, not kâğıtları... Yatak odasına geçip, üzerimdekileri çıkartıp birazını komodinin üzerine, birazını gardıroba serpiştiriyorum. Elimi yüzümü yıkayıp Labrador cinsi köpeğimin yemeğini veriyorum. Bazen o bile çok yorucu oluyor. O da yalnız yaşamaya alıştı zaten. Kapıyı açtığımda koşa koşa yanıma gelmekten vazgeçeli aylar oldu. Yalnız yaşayan bir adam için gereğinden büyük bir evim var. Birkaç bölümünü kullandığım üç katlı bir evde yaşıyorum. Geniş bir bahçem var. Evin diğer üyesi ise Labrador cinsi köpeğim. Bir de hancılar var. Bazen eve gelip sabah beraber uyanmadığım, bazen birkaç gece bana eşlik eden kadınlar... Bazılarının sürekliliği var. Süreklilik dediğim, sürekli bir beraberlik değil. Birkaç ay aramasam da bir anda birlikte oldu-
10 bin yüz bir insan ğum, yıllardır hayatımda olanlar var. Hiçbiri sürekli değil. İlişkilerden kaçıyorum. Aynı yatağı birkaç gece paylaştıktan sonra tahammül edemiyorum. Hele eve müdahale etmeye başladıklarında, hafta sonu planları olduğunda uzaklaşma zamanının geldiğini anlıyorum. İşim ve kadınlar... Reklamcılığa ilk adım attığımda daha bıyıklarım terlememişti. Hırsımla sonunda global ajanslardan birinin kreatif direktörlüğünü kapmıştım. Televizyon seyrederken, sinemadayken, araba kullanırken kendi yarattığım eserlerle karşılaşmaya alıştım artık. Çalışma odama dizdiğim ödülleri de kanıksadım. İyi para kazanmama rağmen, her ayı eksi bakiyeyle kapatıyorum. Haftada birkaç kez spor salonuna gidiyorum. Spor yapmaktan çok insanlarla tanışıp sohbet ediyorum. Beslenmeme dikkat etmememe rağmen formumda olduğumu söyleyebilirim. Gerçi bu algım da zaman zaman değişiyor. Kendimi yakışıklı buluyorum. Aslında bunu, nasıl göründüğüme verdiğim öneme borçluyum. Hayatıma baktığımda her şey güzel görünüyor. Ailemin bana çizdiği rolü birkaç eksikle tamamladım. Onların planına göre şimdiye kadar evlenmiş, onlara bir de torun kazandırmış olmalıydım. O eksik kaldı. Bir de, onlarla bu kadar az görüşeceğim bir dönem olacağını sanırım düşünmemişlerdi. Haftada birkaç telefon görüşmesi ve ayda belki bir, bilemedin iki kısa buluşmanın dışında onlarla paylaştığım bir şey yok. Günlük hayatın koşuşturmasının çok dışındalar. Paylaşabildiğimiz fazla bir şeyimiz de yok. Babamın emekliliğinde, kendi hayatlarını yaşıyorlar. Onların sağlıklı olduklarını bilmekten öte bir beklentim kalmadı. Yatak odasında soyunma faslı bittikten sonra elimde kumanda televizyona bakıyorum. Evde olduğum akşamlar
aret vartanyan 11 yemek gibi bir derdim olmuyor. Bir şeyler atıştırmış oluyorum gelmeden. Bazen internetten sipariş veriyorum, bazen buzdolabındaki kahvaltı mönüsünden bir sandviç hazırlıyorum. Evde geçirdiğim zaman, uyku dışında o kadar sınırlı ki... Televizyon mu seyredeyim, bir şeyler mi okuyayım, internette sohbet mi edeyim derken bir iki saat geçip gidiyor. Sanırım itiraf etmem gerekiyor. Mutlu değilim. Hayatımı yazamıyorum bile. 35 yaşındayım çok ama çok yorgunum. Sıkkınım. Yalnızım. Çalışma odama kapanıp, müzik dinleyip sigara içiyorum. Bazen çocuklar gibi ağlıyorum. Nedenini bilmiyorum. Mutsuzum. Peşinden gittiğim, doldurmaya çalıştığım boşluk hiç dolmadı. Ne yaparsam yapayım dolmadı. Kariyerim de, para da, kadınlar da, olmadı. Hep bir şey olacağını bekliyorum. İçimdeki alıp başını gitme sevdasının bir gün kazanacağını umup duruyorum. Gitmek istediğim bir yer var, oraya doğru yürüyorum ama neresi olduğunu bilmiyorum. Ölmekten korkuyorum. Şairin dediği gibi yolun yarısındaysam eğer, yolun sonunda ne var bilmiyorum. Çocuğum yok, ailem yok. Olmalı mı bilmiyorum. Olan arkadaşlarımın haline baktığımda neden olsun ki diyorum. Etrafım birbirini aldatıp duran, kavga eden çiftlerle dolu. Çocukları olanlar ise şimdiden yaşlanmış görünüyorlar gözüme. Yaşamaktan istifa etmişler gibi. Çocukluk, gençlik hayallerimin bir kısmıydı şu an sahip olduklarım. O çocuğa dönüp bugünümü anlatsam mutlu olmayacak. Reklamcı küstahlığımın altında, korkak bir adam var. Bunu bir tek evin içinde yalnız kaldığımda kendime söyleyebiliyorum. Korkaklığımın yansımalarını etrafımdakiler özgüven zannediyor. Yıllar önce arayış içinde psikiyatriste gittim. İlk tıkandığımı hissettiğimde kapısını çaldım. Manik depre-
12 bin yüz bir insan sifsin dediğinde bundan bile kendime güzel bir kimlik çıkarttım. Reklamcı dediğin çok yönlü olur. Değişkendir. Bak işte, manik depresifim. Bir yarısı ağlayan, bir yarısı gülen bir yüzüm var. Ne var bunda? dedim. Zaman geçtikçe derinleşti yarıklar. İki ayrı insanı yaşamaya başladım. Sana yazmaya, hayatımı özetlemeye çalışırken bile sıkıldım. Bir an önce içimi dökmek istedim. Elim hızlandı, daha hızlı yazmaya başladım. Psikiyatristte başlayan arayış, kişisel gelişim seminerlerinde devam etti. Popüler olan ne kadar kurs varsa gittim. Etrafımdakilere de bunu reklamcı kimliğin bir parçası olarak yansıttım. Reiki, kuantum, yoga ve dahası... Katıldığım çalışmalarda da aslında ben sizden değilim, burada bir şey bulmaya gelmedim, bir bakmaya geldim imajını çizdim. İçin için bu kez olacak mı derken... Aslında her başladığım kursu, her katıldığım semineri her şeyiyle sahiplenip hayatıma almaya çalışıyordum. Bir süre sonra da kopuyordum. Kısa süreli kıvılcımlar çakıyordu sadece yaşamımda. Sonunda kendi boşluğuma dönüyordum. Arada bir bu arayışa dinsel inançlar katılıp eksiliyordu. Son zamanlarda iş hayatım da boğazımı sıkmaya başladı. Koca koca insanlar neyin peşinde koşuyoruz? Topluma balon bir hayatı sunuyoruz. Pembe masallar anlatıyoruz. Yaratıcı işlerde, yalan dünyalar yaratırken, aslında yaptığımız koca koca şirketlerin yaşayabilmesini sağlamaya çalışmaktan öteye geçmiyor. Yıllar önce Dövüş Kulübü filmini çok ama çok beğenmiştim. Artık bir şeyden eminim: İki ayrı insanı aynı bedende yaşatıyorum. Ortaya çıkmayanı seviyorum, diğerinden her geçen gün uzaklaşıyorum. Ve hâkim olan, sevmediğim. Dünya da, evren de aynı değil mi? Matrix filminde olduğu gibi bir
aret vartanyan 13 yanda bir illüzyon var ve milyarlarca insan bu illüzyonun içinde yaşıyor. Ben de bir kimliğimle bu illüzyonu güçlendirmeye çalışıyorum, diğer kimliğim, illüzyonun dışındaki dünyayı korumaya çalışıyor. Bitmeyen bir kavga. Bütün gün illüzyonun içindeyim, gece dışında. Artık bu çekişmeye dayanamıyorum. Toplantılar anlamsızlaşıyor. Maaşımı alabilmek için hizmet ediyorum. Sevmediğim bir işi yapıyorum. Ve terk edemiyorum. Ceketimi alıp gidemiyorum. Kredi kartlarıma borçlarımla düzenin bir parçasıyım. Bir kadına tutulmaktan korkuyorum. Bir o kadar da bir bedene ait olmanın ne demek olduğunu merak ediyorum. Bedenden bedene geçerken kendimi arıya benzetiyorum. Her çiçekten malzeme toplar gibi, sarıldığım her kadından enerji çalıyorum. Morfin gibi. Acımı dindiriyorum. Bugün toplantıda ajansın global başkan yardımcısı beni azarladı. Önümdeki kâğıtları fırlatmak istedim, yapamadım. Ezildim, içime attım. Ne oldu o gece mekânlarında havalı havalı gerinen adama? Ne oldu illüzyonun efendisine? Bir tarafta da onunla dalga geçen kimliğim bana acı acı gülümsedi. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Toplantıdaki sesler silindi, sadece hareket eden dudaklar kaldı. Pencereden dışarı baktığımda, Peter Pan gibi dışarı süzülmeyi hayal ettim. Toplantıya ara verildiğinde kendimi tuvalete attım. Kusmak içim öğürdüm, sadece içtiğim sigaralardan birkaç parça çıktı. Yüzümü yıkadım. Sensörlü makineden kâğıt havlu almak için cebelleşirken, bir yandan aynada kendimi seyrediyordum. Taksitleri bitmeyen gömleğim, saatim, kirli sakalım... Gözlerimin altında morluklar vardı. Gözlerime baktım. Ve kaldım. Kâğıt havlu almak için izin isteyenlere yol verirken gözlerimi ayırmadım. Adeta meditasyon yapar gibiydim. Dimdik gözle-
14 bin yüz bir insan rime bakıyordum. Soluk alışımdan başka bir ses yoktu kulaklarımda. Ne kadar süre kendimle bakıştım bilmiyorum. Sonunda, aynada sürekli kendime bakmaktan gerçeklik şekil değiştirdi. Aynadaki yansımam ben değildim, bunu biliyordum. Benden çok daha cesur, bana dik dik bakan bir ben, aynada karşımda duruyordu. Olmak istediğim bana çok benzeyen, dingin, ifadesiz, uzaklardan gelen bir siluet. Güçlü, özgür, bilgeliğin basitliğinde bir yüz. Ona bakarken, ruhum önünde eğiliyordu. Sanat yönetmenim Rıfat omzuma vurduğunda aynada yeniden alışageldiğim ben vardı. Rıfat, yirmili yaşlarının ortasında, marjinalliğini mesleğiyle birleştirmiş, yerinde duramayan uçuk kaçık bir çocuktu. O kadar hızlı konuşuyordu ki, toplantıya geçmemiz gerektiğini, kahvelerin, sigaraların içildiğini söylediğini mimiklerinden anladım. Ben hâlâ aynadaki hayaleti düşünüyordum. Gördüğümün etkisiyle, yürüyüşümdeki duruşumdaki değişiklik toplantı odasına kadar sürdü. İçeri girdiğimde yeniden kısırdöngünün içindeydim. Global ortaktan gelen misafirlerle akşam yemeğine çıktık. Oradan başka bir mekâna geçtik. Yakınımdaki bir parfüm kokusunu takip ettiğimde kendimi güzel, sarışın bir kızla sohbet ederken buldum. On dakika kendimi satmaya, kızı hayran bırakmaya yetmişti. Müziğin gürültüsünde birbirimizi daha iyi duyabilmek için dokunuşlara başlamıştık bile. Bu gece evin hancılarına yeni bir isim eklenecekti ama kızın ismini hatırlamıyordum. Göğüs dekoltesi ve süper mini eteğinden başka iz yoktu. Bir de parfümünün kokusu. Kokuları unutmam. Davidoff Cool Water. Üniversite yıllarında beraber olduğum birkaç kız gibi kokuyordu. Yıllardır bu kokuyu içime çekmemiştim. Yeniden illüzyonun yalancı tesellisinin kollarındaydım.
aret vartanyan 15 Tuvalete gittiğimde içkimi pisuarın kenarına bıraktım. Yürümekte zorlanan birkaç adamla birlikte işiyorduk. Pisuarın başında fayanstaki yansımama bakıyordum. Pis pis kendime gülümsedim. Ellerimi yıkarken aynada gözleri kanlanmış bir ben vardı. Az sonra, tanıştığı kızı eve götürecek olan fırlama adam. 35 yaşında hâlâ yirmili yaşlarındaki heyecanı duyumsadım. Günün bütün stresi, koşturmacasında tükenen adam güzel bir kadının kokusunda umut arıyordu. Uyuşturucu kullanmaktan bir farkı yoktu. Bir tür kaçış, bir tür avunma mekanizması. Yapabilir misin? Tuvaletten çıkıp o kızın yanına gitmeyip yıllardır yaptığını yapmaktan vazgeçebilir misin? Bu gece o kızı orada bırakıp odanın yalnızlığına dönebilir misin? Gündüz aynada gördüğüm adam nerede? Yolun sonu. Boğazım düğümleniyor. İçkini pisuarda bırak ve çık. Evine git. Kendine dön. Bu kez ezberini boz. Burnuma sinen parfüm kokusu hormonlarımı ateşliyor. İçimdeki ses Eve git, diyor. Bu da başka bir savaş. Nereye kadar? Erteleme. Ya şimdi ya da hiç. Ellerimi kurulamadan tuvaletten kendimi sokağa attım. Ertesi gün belki ajans başkanı misafirlere hoşça kalın demediğim için bana kızacak. Umurumda değil. Belki alkolün etkisi, belki içimdeki arayışın bardağını taşıran son damla... Ne önemi var ki? Beş yıl daha borcunu ödeyeceğim arabamdayım. Trafik polisiyle karşılaşmamak için ara yolları izleye izleye evin yolunu tuttum. Eve geldiğimde ceplerimi boşaltmadan üzerimdekileri çıkartıp odama çıktım, kendimi yatağa attım. Çıkarken banyodaki tıraş aynamı yanıma aldım. Kapıyı kapatıp iki kez kilitledim. Yalnızım, odamdayım. Kendimleyim. Parfümün kokusu hâlâ
16 bin yüz bir insan burnumda. Oysa şu anda yatak odasında yeni bir tenin keşfinde olabilirdim. Hormonlarım kızgın. Bilgisayarımı kenara çekip masanın ortasına aynayı koydum. Cihangir deki bir antikacıdan aldığım ahşap yazı masamın ortasında bir ayna, ben de karşısında. Ne yapıyordum? Müziği açmadım. Sadece aynada kendime baktım. Ta ki, toplantının ortasında tuvalette gördüğüm yansımayı görene kadar. Korkma, tedirgin olacak bir şey yok. Öyle ya da böyle sonunda geleceğin yere geldin. Burada zaman yok. Hele senin bildiğin, savaştığın zaman burada hiç yok. Mekân da yok. Her insan kendini bir şekilde ifade eder. Etmezse yaşayamaz. Edemedikleri bazen patlar, başkalarının gerçeği kendi gerçeğine dönüşür. Bir şekilde yansır. Bazen canlı bomba olur, bazen aldatan eş olur, bazen suskun, donuk kadın olur, bazen korkak olur, bazen hokkabaz olur... İçinde kanayan yara dışa taşar, toplumun kanayan yarasına dönüşür... Yedi milyar insan, ayrı bir dünya olur... Sen beni ifade edemeyen, içinde saklı tutansın. Senin olanı yaşayamayansın. Ben, seninle yaşıyorum. İçindeyim, en derininde. Ben, senim. Sen, beni her ne kadar yok saymaya çalışsan da, üzerimi bir sürü incik, boncukla örtsen de ben yaşıyorum. İçinde yaşıyorum. Aslında sesimi duyuyorsun ama duymazdan geliyorsun. Direnebildiğin kadar direndin. Sonunda benimle karşılaşmaya hazır hale geldin. Yaşamın seni hazırladı. Asla geç ya da erken değil. Tam da olması gereken zamanda. Hiçbir zaman geç ya
aret vartanyan 17 da erken değil. Her şey olması gereken zamanda... Hiçbir sınırın olmadığı, tabuların barınamadığı bu yolculukta bulacağın çok şey var. Zaten benim de değil onlar, zaten senin. Dedim ya, ben de zaten senim. Zihnin hep bir ikilik yarattı. İçinde sohbet ettiğin onlarca ses yarattın. Soluk aldığın her an, zihnin konuştu durdu. Şu anda biz bile iki ayrı varlık gibi konuşuyoruz. Oysa biriz. Bu sohbet bittiğinde, ikilik sona ermiş demektir. Geceki senle gündüzki sen, işteki senle yataktaki sen hepsi bir olmuş demektir. O da zamanı geldiğinde bir anda olacak. Şimdilik sen ve ben iz. Korkuların, sıkışmışlıkların, sıkılmışlıkların, arayışın, hırsın, endişelerin, mutluluk peşindeki koşturmacan, yıllarının tükenişiyle gelen panik seni buraya getirdi. İlahi bir mesaj, deliliğinin ilk adımları, önceki yaşamlarından bir hayalet... Beni nasıl istiyorsan öyle yorumlamakta özgürsün. Ben hepsiyim, etiketlediğin her şey de senin yansımaların... Yalnız değilsin. Milyarlarca insan senin durumunda. Önce kendileriyle savaşıyorlar. Kendileriyle kavga ediyorlar. Dışarıdan daha karmaşık içerisi. İçerideki savaşın yansımaları dünyayı gördüğün hale getirdi. Roller, kimlikler, zihin, beden, öz, hepsi birbirine karıştı. Ruhlar yaralı... Parça parça, bütünden uzak, her yanı başka bir yana uçuşan ruhlar Seni mutlu edeceğini vaat eden, hayatı sana püf noktalarıyla anlatacağını söyleyen kaç kitap okudun, kaç film seyrettin, kaç guruyu izlemeye koştun. Seni başarıya götürmeyi vaat ediyorlar, içindeki ışığı keşfetmeye çağırıyorlar, her geçen gün
18 bin yüz bir insan artarak sana seni vereceklerini, her şeyin senin elinde olduğunu söylüyorlar. Aklın karışıyor. Mutsuzluklarının, korkularının, hırslarının ve talihsizliklerinin sorumlusu seni gösteriyorlar. Bana sorarsan, Evet, sensin. Bir türlü barışamayan biziz. Ancak gösterdikleri şekliyle değil. Senin karşında sana ahkâm kesme hakkım yok. Bu, sadece kendini bilmezlik olur. Senin ayakkabılarını giymeden; yaşadıklarını, dününü bugününü bilemem. Ben senin rollerinden biri değilim, hepsinin sahibiyim. Sen ise, her rolünü başka bir sen zannediyorsun. Beni dinlemeye başladığın için sana her şeyi anlatacağım. İlk kez beni bu kadar net dinliyorsun. İlk kez, kalıpların, rollerin sesini kısıp benim sesimi bu kadar açtın. Ben de ne biliyorsam anlatacağım. İçinde sana ait ya da sana uyacak bir şeyler bulursan zaten alırsın. Almak istemeyene kimse bir şey veremez. Aynada kendini öğreten adam gibi görür, kendisinin Tanrısı olmaktan öteye gidemez. Başkalarını Tanrılaştıran, kurtuluş sananlar da hiçbir şeyi değiştiremez, değişemez... Sen bu kez sadece kendini dinliyorsun. İçimdekileri, zihnimdekileri, özümdekileri, korkularımı, çelişkilerimi, inandıklarımı, hayallerimi sana açacağım. Yaşadığımızı zannediyoruz; yaşadığımızı sandığımız yalanın da gerçekliğini arıyoruz. Sonuçsuz bir tırmalayış. Her defasında duvara toslayacağımız, aynı hayatı tekrar tekrar yaşayacağımız, döngüden çıkamayacağımız, adına hayat dedikleri bir yolculuk bizimkisi. İçinde bir ateş yanıyor, boşluk hiç dolmuyor.
aret vartanyan 19 Her şey, herkesin sana gösterdiği söylediği şekilde mükemmel bile olsa, mutsuzluk kapını çalıyor, huzursuzluk gelip geçiyor, adı ne olursa olsun bazı korkular içinde yeşeriyor. Seni üzenleri, korkutanları, aşkı, sevgiyi, sevişmeleri Bazen bende de tutarsızlıkları yakalayacaksın, karmaşıklığımı göreceksin. Hem ben de senden çok şey öğreneceğim. Sen bir yana giderken ben de bir yana gittim. Ben bir şeyler topladım, sen bir şeyler topladın. Şimdi birleştirmeye başlayacağız. Ağacın kökü bir yerde, dalları dört bir yana uzanıyor. Unutma Bilge, öğreten adam, ukala değilim. Senin yansımanım. Bana ne dersen, kendine de söylemiş olacaksın. Beni sevdiğinde kendini sevecek, bana kızdığında kendine kızacaksın. Sokakta da böyleydi bu, bunu göremedin. Görmen de istenmiyordu zaten. Daldan dala konacak, konudan konuya atlayacağız. Sana göstermek istediklerim var. Yanı başında olup da görmediğin o kadar çok şey var ki Bu aynaya baktıkça yaşamıma, zihnime, duygularıma ortak olacaksın, ben de seninkilere... Bugün biraz depresifsin. Arıyorsun, arayışının farkına vardığında duraklıyorsun. Her şeyin var sandığının ama aslında hiçbir şeyin olmadığının farkına varıyorsun... Hiçbir şeye sahip değiliz. Semazenin dönüşünde; etrafındaki her şey akarken bir tek noktaya odaklanıp, orada sabitlenip büyüleyerek dönüşünde bir şey var. Binlerce yıldır taşınıp gelen sembollerde saklı çok şey var. Evrende insan, her yerde, her şeyde iz bırakıyor.
20 bin yüz bir insan Gözümü aynadan kaydırdığımda, kısa ama derin bir yolculuktan döndüğümü hissettim. Ne oluyordu? Zihnim bana oyun mu oynuyordu? Sonunda ben de mi kafayı sıyırıyordum. Akıl Oyunları filmindeki John Lash aklıma geldi. Ve sana yazmaya karar verdim. Daha da büyük bir istekle. Bu satırları okuyan sen, benim tanığım olacaksın. Benim duyacağım, ona anlatacağım her şeyi sana da söylüyor olacağım. Kendime anlatacağım, söyleyeceğim her şeyi, sana da söylüyor olacağım. Bizim buradaki buluşmamız aslında sana da açılan bir kanal. Bu paylaşım sana ulaşıyorsa, artık karşımda sen de varsın. Bu reklamcı çocuk, aynı zamanda benim. Onun paylaştığı, benim paylaştığım. Sana ulaşmayı başardıysam, artık sen de aynanın karşısında oturuyorsun. Dışarı çıkmak istiyorum yine. Gecenin bir saatinde boş sokaklarda yürümek. Gecenin ruhuna, gecenin insanlarına dokunmak. İçinde yaşadığım kentin sokaklarında, evrenin titreşimlerini solumak. Biraz sessizliğe ihtiyacım var. Etraf çok gürültülü. Herkes bize bir şey anlatmaya çalışıyor. Reklamcısından politikacısına, annemden, sevgilimden arkadaşlarıma. Gazetede, televizyonda, duvarlarda, dört bir yanımda. Biraz susun, bana sessizliği verin. Arada bir durmaya, kendi sesimi duymaya, kendimi dinlemeye ihtiyacım var. Senin de var. Senin varlığın, benim arayışıma farklı bir anlam yüklüyor. Belki içimi dolduran reklamcı kimliğimin, yetersizliklerimin bir uzantısı ama aynı zamanda kendimi ararken bile, aynı anda sana ulaşmak istiyorum. Çözemiyorum.
aret vartanyan 21 Her şey masanın üzerine dökülmüş durumda. Sonunun nereye varacağını da bilmiyorum. Sonumun ne olacağını da Pi filminin son karesindeki matkaplı sahne gözümde canlanıyor. Sayılarla dünyayı, evreni açıklamaya çalışırken kendini yok eden adam. Sana tüm özel dünyamı açıyorum. Elim I-pod uma gidiyor. Odada müzik yankılanıyor. Sigaramı yakıyorum. Ayna ile aramdaki dumanın ardından onu yeniden görüyorum. Basit olmak zordur. Sade olmak, bir şey olmak zordur. Bize hep çok şey olmayı öğrettiler. Önce ailemiz, sonra içinde yaşadığımız toplum, sonra öğretmenlerimiz, sonra peşinden sürüklendiklerimiz ve paralelinde yaşadıklarımız bugünkü seni, bugünkü beni yarattı. O zaman soruyorum: Sen kimsin? Ya Afrika da bir kabilede ya da başka bir ülkede veya başka bir ailede doğsaydın, yine de bugünkü SEN olacak mıydın? Bugünkü inançların, yaşama, insanlara koyduğun etiketler, onları tanımlaman aynı mı olacaktı? Son yıllarda bir arayış aldı başını gidiyor. İnsanlık, eskinin çözdüğünü yeniden keşfetmeye çalışıyor, klişe deyimiyle Amerika yı yeniden keşfediyor. Mutlu olabilmek, hayallerine ulaşabilmek, üzerindeki baskıyı azaltmak, dayanabilmek için; o kurs senin bu kurs benim dolaşıp, o kitap senin bu kitap benim tarayıp evreni bulmaya, evreni çözmeye, yaşamı anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor. Sihirli bir değnek, bir formül, hap arıyor.
22 bin yüz bir insan Oysa senin kurtuluşunun tek çaresi sensin. Hindistan a, Tibet e gitmene gerek yok. Yaşadığın şehrin sokaklarında bunu yapabilecek olansın. Aynaya bakarken, bir köpeği severken, kollarını rüzgâra açıp teninde hissettiğinde yapabilecek olansın. Ben, asla sana hap vermem. Verenlere de inanma derim. Şunu yaparsan mutlu olursun, bunu yaparsan kendin olursun demem. Dediğimde sadece kendimi anlatmış olurum ama sana sunmam, sunamam. Ancak, seninle barışabilir ve birleşebilirsem olması gereken olur. Ben sana yöntemi gösterebilirim, sonucu değil. Çünkü sonucu veremem. Sonucu belirleyecek olan tek kişi sensin. Sana sonucu verdiğimi sansam da, sadece kendimi aldatırım. Ve sana ne verirlerse versinler sen yine istediğin ve alabileceğin sonucu alacaksın. O yüzden de kimseye kızma. Neden olmadı diye sorma. İşte zorluk burada, işte soru işareti burada. Öğrenci olmak zordur, hayat öğrencisi olmak daha da zordur. Kapıları çal, insanlarla konuş, içindekileri paylaş... Korkularının nedeni sensin. Ve ne kötü ki haklısın. Senin düşünmeni istemediler. Zaten onlar da düşünmeden yetişenlerdi. Bir nesilden bir nesile insanlık kendisini kaybetti. Paylaşmayı kaybetti, koşulsuz vermeyi, sevmeyi kaybetti, en çok istediğini kaybetti. Ve onu aramak için yollara düştü. Her sabah uyandığında hissetmek istediğin şeyin ne olduğunu sen biliyorsun. Nedir? Kafan karışık, biliyorum. Şimdi oyun oynama zamanı. Düşüncelerini, geçmişini, gerçek bildiğin her şeyi bırak. Sadece yaz. Tek bir sorunun cevabı-
aret vartanyan 23 nı ver: Bugün ne olmasını isterdin? Bugün ne hissetmek isterdin? İnsanların seni nasıl tanımlamasını isterdin? Son soru tuzak. Bil ki sen, son soruyu cevaplarken kendini nasıl ortaya koyarsan, onlar da seni öyle tanımlayacak. Boş bırakırsan senin yerine seni dolduracaklar. Kendini öyle bir ortaya koy ki, yoruma yer kalmasın. Aslında yapman gereken, ben i onlara göstermen. Ben i saklamaktan vazgeçmen. Ben e güvenmen. Onaylanma, beğenilme, bir şeyleri kazanma ya da kaybetme endişen olmadan bu soruyu yanıtlarsan, belki de ilk kez karşılaşacağın cevapların olacak. Dünyaya bir çift göz arkasından bakıyorsun. O iki gözün gördükleriyle, yorumladıklarıyla dünyayı yorumluyorsun, tanımlıyorsun. Şu anda önümdeki masanın üzerinde onlarca göz var. Taksicinin, köylü çocuğun, fabrika bekçisinin, ünlü bir şarkıcının, mahkûmun, imamın, papazın, hahamın, Ermeni nin, Rum un, Yahudi nin, Kürt ün, Alevi nin... Sokağa çıktığında gördüğün bütün insanları düşün... Her birinin gözlerinden bakmayı bir dene... Seninle bu yolculuğumuzda ara ara o gözlerden bakacağız. O gözlerden hayatı görmeye çalışacağız. Aynı anda 10 kişi aynı yere bakarken, o yerde 10 ayrı gerçeklik doğar. Senin gerçekliğin, senin kaderini yaratır. Sonuçta dünyayı, kendin gibi algılarsın. Bundan sıyrılabildiğin gün de gerçekten gerçek ile tanışırsın. Ruhlarımızdaki yırtıklar kanıyorlar. Mutluluklarımızda bile
24 bin yüz bir insan hüzün var. Hüzün kötü dediler. Tek amaç mutluluk dediler. Kendi hüznünü yaşayamadan, kendinle barışamadan mutluluk dışarılarda dolaşan, arada bir avuçlarında tuttuğun, sonra da uçup giden bir yanılsamadan öteye geçemeyecek. Kendimizle, birbirimizle, ruhumuzun kanayan yaralarıyla yüzleşmeden, onları kabul ederek iyileştirmeden nereye kadar gidebilirsin? Ben sana şunu, bunu yap demiyorum. Ben seni yenilenmeye, gelişme yerine dönüşmeye davet ediyorum. Bedeninle, ruhunla, zihninle. Milyarlarca hücrenin her biriyle. Kendine dokun. Kendini tanı. Kendini hisset. Ne kadar güzel olduğunu gör. Günahlarını bile sev. Onlar senin, onlar sensin. Hırsların, tutkuların, acıların, zevklerin, yanlışların, doğruların hepsi sen sin. Yaşamındaki her an bir mucize. Mucizelerini hatırla. Emeklemekten ayaklarının üzerinde dolaşmaya başlamana, ekmeği ikiye bölmeye başladığın ana kadar her anında saklı olanı gör. Neye göre iyi ya da kötüsün, neye göre başarılı ya da başarısızsın... Ben sana söyleyeyim... Çevrendekilerin, içinde yaşadığın toplumların koyduğu kurallar, normlar, tanımlamalar kadar iyi veya kötüsün... İşe buradan başlayabilirsin. Tekrar soruyorum: Bir an düşün, başka bir yerde doğsaydın, başka bir ailede olsaydın yine aynı doğrular doğru, yanlışlar yanlış, başarısızlıklar başarısızlık olacak mıydı? Sen, sensin. Eğer sen kimlik tanımını yapmazsan, birileri her zaman bunu senin için yapıyor olacak. Kendini âşık olduğun insanla, yöneticinle, ailenle tanımlama. Elbette ki onları kat. Ama kendini kendin tanımla. Hatta yapabiliyorsan hiç tanımlama. Etiketleme. Başkalarının gözüyle kendini yargıladığın, tanımladığın sürece hiçbir zaman sen olamayacaksın, hiçbir zaman kendi-
aret vartanyan 25 ni tanıyamayacaksın, benimle barışamayacaksın.. Her şeyin temelinde sen ol. O zaman senin dışındakilere de ışık vermeye başlayacaksın. Bak şöyle düşün: Bir köpek dünyayı ve yapması gerekenleri sahibinin öğrettikleriyle görmek zorunda. Bahçeden dışarı kaçmak kötü bir şey, ceza verilir, azarlanır. O yüzden o köpek için bahçeden kaçmak, kötü olandır. Kaçmadığı sürece hep bahçenin dışına çıkmanın kötü bir şey olduğunu bilecek ve bahçenin dışında ne olduğunu hiç bilemeyecek. Dışarıya bağımlı arayışların, formüllerin, yine dışarıya bağımlı güçlü olma halinin bizlere kazandıracağı bir şey yok. Ya bir simülasyonun içinde kopya hayatları takip ederek içindeki boşluk ve arayış bitmeden tükeneceğiz ya da kendimizi ve kendimizle birlikte de varoluşumuzu bulacağız. Aynadaki yansımanın söylediği ne varsa hepsini yazdım. Kelimesi kelimesine. Ve az önce söylediğim gibi bu bende kalmayacak. Çünkü biliyorum ki sen de bir şekilde ben gibisin. Şu anda yaptığım, dinlemekten keyif aldığım, iliklerime işleyen, tüylerimi diken diken eden, ruhuma dokunan bir şeyler dinlemek. Dinlerken kendimi bırakıp sana yazdıklarımı yeniden okuyorum. Bu satırları kimler okuyacak, nerelerde okuyacak, neler düşünecek bilmiyorum. Ben şu anda hem kaynak, hem alıcıyım. Senin kim olduğunu bilmiyorum. Kaynak, alıcısını bilemez. Tahmin eder, umar ancak asla bilemez.