Jean-Claude Mourlevat Çeviren: Ömrüm Erdaş Resimleyen: Gözde Bitir HANNAH TERSİNE AKAN NEHİR 2. Kitap
1. Basım: 2013 2. Basım: 1000 adet, Ekim 2014 Yayın Koordinatörü: İpek Şoran Editör: Ebru Akkaş Kuseyri Redaksiyon: Esra Özdoğan Son Okuma: Egem Atik Kapak ve İç Tasarım: Gözde Bitir Tasarım Uygulama: Güldal Yurtoğlu Kapak Baskı: Azra Matbaası; Sertifika No: 27857 Adres: Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi D Blok Kat: 3 No: 3/2 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul İç Baskı ve Cilt: Ayhan Matbaası; Sertifika No: 22749 Adres: Mahmutbey Mah. Devekaldırımı Cad. Gelincik Sk. Güven İş Merkezi No: 6 Kat: 3 Bağcılar, İstanbul ISBN 978-975-07-1825-0 La riviére à l envers 2: Hannah, Jean-Claude Mourlevat Editions Pocket Jeunesse, 2000 Can Sanat Yayınları Ltd. Şti., 2013 Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Can Sanat Yayınları Yapım, Dağıtım, Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Yayıncı Sertifika No: 10758 Hayriye Caddesi No. 2, 34430 Galatasaray, İstanbul Telefon: (0212) 252 56 75-252 59 89 Faks: 252 72 33 www.cancocuk.com cancocuk@cancocuk.com
Bu kitabın sahibi:...
Jean-Claude Mourlevat Jean-Claude Mourlevat, 1952 yılında doğdu. Bir süre Almanca öğretmenliği yaptıktan sonra asıl tutkusu olan tiyatroya yöneldi. Önce oyuncu, daha sonra da yönetmen oldu. Mourlevat, aralarında Prix Socières (2000) ve Prix Saint-Exupéry nin (2006) bulunduğu pek çok ödül aldı. Bugünlerde gençler ve yetişkinler için kitap yazan, çevirmenlik yapan yazar, iki çocuğuyla birlikte Fransa da yaşamaktadır. Yazarın yayınevimizden çıkan diğer kitabı: TOMEK (Tersine Akan Nehir 1)
HANNAH TERSİNE AKAN NEHİR 2. Kitap İçindekiler Önsöz, 9 Kuş Pazarı, 11 At Arabasında, 21 Ban Baïtan, 33 Çöl, 46 Suskunlar, 59 Tomek, 66 Ayı, 70 Hannagom, 77 Liman, 85 Denizde, 94 Alizée, 102 Aynalar, 114 Etiennette, 126 Qjar Nehri nin Suyu, 138 Mum Işığında Bir Akşam Yemeği, 144 Sonsöz, 154
Anneme...
Önsöz Bir gün sana, o küçük bakkal dükkânının kapısını aralamadan önce inanılmaz maceralar yaşadığımı söylemiştim Tomek. Daha ilginçlerini de sen Küçük Parfümcüler de derin bir uykudayken ve okyanusu geçtiğin sırada yaşadım. Bana sık sık bunca zamandır nerede olduğumu, ne yaptığımı sordun. Artık sana hepsini anlatmanın zamanı geldi. Ama büyük yolculuğumun hikâyesine başlamadan önce, bunları daha önce kimselerin duymadığını ve hiçbir zaman da duymayacağını sana söylemek isterim. Neden mi? Çünkü bana inanmayacaklardı. Uydurduğumu, hayal kurduğumu belki de deli olduğumu söyleyeceklerdi. Beraber yaşadığımız onca şeyden sonra bana bir tek sen inanacaksın Tomek. Bu hikâye sana sunabileceğim en güzel şey. Tabii 9
Jean-Claude Mourlevat HANNAH ki sana verebileceğim daha binlerce armağan var, üstelik çoğu çok güzel: Örneğin el üstünde koşan şu minyatür atları biliyor musun? Ya da geceleri bazen kendi kendine çalan flütü? Peki, ya hiç solmayan çiçeği? Ya konuşan taşı? Elimden gelse sana tüm bunları vermeye çalışırdım. Ama bu armağanların hiçbirinin sana anlatacağım hikâyenin yerine geçmeyeceğini bilmelisin. Bir tek sana anlatacağım çünkü sen sahip olduğum en değerli şeysin. Hiç soru sormayacaksın. Yalnızca dinleyeceksin. Sanki bir müzikmiş gibi. Korkma, ben hiçbir şeyi unutmayacağım. En ufak ayrıntıyı bile. Bitirdiğimde susacağım, hepsi bu. Bunlardan bir daha hiç söz etmeyeceğim. Şimdi dinle beni. 10
Kuş Pazarı Küçük Parfümcüler de sana yazdığım mektubu hatırla Tomek. Büyük şehrimizin kuzeyinde, sana eskiden babamın bana nasıl o muhabbetkuşunu aldığını anlatıyordum. Bir ilkbahar sabahıydı. Babamın omuzlarına kurulmuş, bir kraliçe edasıyla kendimi yeniden kuş pazarının kalabalığı içinde görüyorum. Dünyada kuş namına ne varsa orada toplanmıştı. Satıcının öne uzattığı yumruğunda duran zarif lir kuşu, rengârenk kafeslerinde uçuşan binlerce sevda papağanı, satıcısının tıpkı bir ayı terbiyecisi gibi tasmasından tuttuğu 11
Jean-Claude Mourlevat HANNAH tavuskuşu, parlak renkli Amerika papağanları, kar gibi beyaz güvercinler, çulhakuşları, serçeler... Islık çalıyor, uğulduyor, kuğurduyor, cıvıldıyor, şarkı söylüyorlardı. Genellikle çocukların mutluluğun değerini bilmedikleri söylenir. Ben kendi mutluluğumun değerini biliyordum. Onu ölçüyordum. Altı yaşında olup babamın omuzlarına oturmak, onun başını ellerimin arasında tutarak renk ve gürültü sarhoşu şehre tepeden bakmak ve özellikle dünyanın bütün kuşları arasından evime götüreceğimi seçme hakkımın olması... Hangi kuşu istiyorsun Hannah? Hangisi seni mut lu eder? İşte babamın bana doğumumdan bu yana her yıl sorduğu soru buydu. Ben de her yıl parmağımla gösterip, Bunu istiyorum, şunu istiyorum, derdim. Fiyatına bakmadan hemen alırdı istediğim kuşu. Ben de onu hemen güzel kafesime koyardım. O sene neden karar veremedim acaba? Hiç bilmiyorum. Neredeyse öğle saati olmuştu sanırım ve ben hâlâ kuşumu seçmemiştim. Babam hava çok sıcak olduğu için kargaşadan uzakta gölgelik dar bir sokağa girdi ve bir evin taş basamaklarına oturdu. Biraz burada kalalım, dinleneceğiz, dedi babam. Tam yanımızda bir adam, dizleri arasında sorgun ağacından bir kafesle yere çömelmişti. Kafesteki kuşa sadece bir kez baktım. Bunu istiyorum. 12
Bunu mu? diye mırıldandı babam, ne adamı ne de kafesi fark etmişti. Bu kuşu, bunu istiyorum. Boynunun altında göz kamaştıracak kadar parlak sarı bir benek bulunan turkuvaz mavisi küçük bir muhabbetkuşuydu. Hiç bu kadar güzel bir kuş görmemiştim. Ona o anda âşık olmuştum. Kuş satıcısı zayıf ve yaşlı bir adamdı, kafesi eline aldı ve benim daha iyi görebilmem için önüme koydu. Konuşkan birine benzemiyordu. Fiyatı nedir? diye sordu babam. Beş yüz bin artı bir şişe rom, diye cevap verdi adam çok sakin bir şekilde. Biz anlamadığımız için de şöyle devam etti: Beş yüz bin lira kuşun parası, rom şişesi de onu kaybettikten sonra kendimi avutabilmem için. Çünkü bu muhabbetkuşu sıradan bir kuş değildir. O bin yıl önce bir cadının kuşa çevirdiği bir prensestir. Gagasını, gözlerini görüyor musunuz? Konuşmak ve bize hikâyesini anlatmak istiyor ama yapamıyor. Ötmekle yetiniyor. Yüzümü kafese yaklaştırdım. Bana yalvarır gibi, Doğru! Doğru! Ona inanmalısın! diyordu. Babam susuyordu. Bakışları bir kuş satıcısından kafese, bir kafesten kuş satıcısına yöneliyordu. Sanırım pazarlık yapmak için ağzını açacaktı ki kuş satıcısı şöyle dedi: Jean-Claude Mourlevat HANNAH 13
Jean-Claude Mourlevat HANNAH Ben yaşlı bir adamım, artık çalışmak istemiyorum. Bu kuş sahip olduğum tek şey. Bu nedenle beş yüz bin lira istiyorum, bir kuruş aşağısı olmaz. Bir şişe de rom... O zaman, sana daha önce de söylediğim gibi doğduğum gün sevinçten deliye dönen babam ikinci kez deliye döndü. Satıcıdan yalnızca kuşa bakmasını istedi ve para biriktirmek için biraz zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Bir haftada tüm mallarını sattı: Evlerini, sürülerini, topraklarını, mobilyalarını, kıyafetlerini, ağabeyininkilerle annesininkileri, çarşaflarımıza kadar sattı... Bu da yetmezmiş gibi daha sonra tefecilerden borç aldı ve sonunda kuşu aldık. Annem buna dayanamadı, geriye kalan azıcık eşyayı yanına alıp ağabeylerimle birlikte çekip gitti. Yalnızca muhabbetkuşunu bıraktı. Babamla ben eski bir kulübeye yerleştik. Babam hamallığa başladı ve üç sene boyunca şehrimizin dik sokaklarında kollarıyla araba çekti. Bir sabah yatağından kalkmadı. Yorgunluktan ölmüştü. Ben yalnızca dokuz yaşındaydım. O sabah çocukluğum sona ermişti. Uzaktan akrabalarımız beni yanlarına aldılar. Beni güneyde bembeyaz ve huzur dolu bir şehre götürdüler. Evleri de şehir gibiydi, beyaz ve huzur dolu. Bana da bu gerekiyordu. Çünkü kulübemizde kısa zamanda gerçek, küçük bir hayvana dönüşmüştüm. Düzgün yemek, her gün yıkanmak, tırnaklarımı kes- 14
mek gibi şeyleri yeniden öğrenmek zorunda kaldım. Bana karşı çok sabırlıydılar. Küçük kızları Hoda ben geldiğimde üç yaşındaydı. O benim hiçbir zaman sahip olmadığım küçük kız kardeşim olmuştu. Onlarla mutluydum. Bana büyük sevgi gösteriyorlardı. Yine de bazı geceler uykuya dalmadan önce babamı düşünür, acı çekerdim. O zaman ben de küçük muhabbetkuşumu görmeye giderdim, o beni avuturdu. Ta ki onu tüneğinin altında titrek, hasta bir halde bulduğum o korkunç güne kadar. Kuşumu avucuma alıp ona yalvardım: Beni terk etme... Sen ölürsen bana geçmişten geriye hiçbir şey kalmayacak. Bin yaşındaki prenses, kara gözlerinin derinliklerinden bana şöyle dedi: Beni ölüme terk etme. Kim olduğumu bilen yalnızca sen varsın. Yardım et bana. Korkunç birkaç gün geçirdim. Her sabah onu cansız ve soğumuş bulacağımı sandım. Sonunda iyileşti ama ben korku içinde yaşamaya başladım. Onu kaybetme düşüncesi dayanılmazdı. Onunla birlikte küçük prensesi, sahip olduğum küçük kızı ve bana babamdan kalan her şeyi kaybetmem demekti bu. Sonra meydandaki şu masalcı adam vardı. Tersine akan Qjar Nehri nden ve ölümü engelleyen suyundan bahsetti. Jean-Claude Mourlevat HANNAH 15