Surenin Adı: BELED SÛRESİ Nuzul 37 / Mushaf 90 Mekke ye atıf olan el-beled adını ilk âyetinden alır. Ötesi yok, işte Ben yemin ediyorum bu beldeye (1) Beled ile kastedilen Mekke dir. MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE İnsanlığın ortaya çıktığı yerdir. İnsanlık ilk evi orada yapmıştır. Bu, yeryüzü halifesi olan insanın yeryüzündeki ilk imar faaliyetleridir. Allah, insanlığın ilk imar faliyetlerini Allah ın Evi olarak tescil etmiştir.
Tefsir ve mushaflarda bu adla anılır. Buhârî sûreyi Lâ uksimu adıyla anar. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Sûre Mekke de inmiştir. MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE
İlk tertiplerin tümünde Kâf ve Tarık sûreleri arasında yer alır. Hz. Osman tertibinde 35. sıradadır. Kâf sûresinin 5. yılda indiğini kabul edersek, bu sûreyi de aynı yıla yerleştirebiliriz. Surenin indiği zaman dilimi, meşakkatlerin başladığı zaman dilimidir. Mekke müşrikleri, özellikle iman edenler içerisindeki köleler ve yoksullara karşı sistematik bir yıldırma politikası izlemektedir. Surede, kölelere ve yoksullara yardımdan söz eden ayetlerin varlığı bunu gösterir. 20 âyetten oluşur. Surenin Konusu: Sûre sorumluluk ahlâkıyla ilgilidir. Konusu insan ve sorumluluğudur. Doğrudan insan vicdanına hitap eder. Yeryüzünde insanı ilk konuk eden coğrafyanın merkezi olan Mekke ye ve orayı tarihin atan kalbi haline getiren Hz. İbrahim ve Hz. İsmail e (veya Hz. Âdem ve âdemoğullarına) yeminle başlar (1-3). Ardından söz İnsanın zaaflarına getirilir (4-7). Allah ın insana bahşettiği yeti ve yeteneklerden söz edilir (8-10). İnsanoğlu bu yetenekleriyle ucu cennete açılan sarp yokuşu ( akabe) tırmanmalıdır. O sarp yokuş iki ayakla tırmanılır. Sarp Yokuşun Birinci ayağı, insanı her tür kölelikten kurtarmaktır (11-13). Yani; benliğine, şeytana, içgüdülerine, tutkularına, günaha, putlara, insanlara köle olmaktan kurtarıp Allah a kul etmek. Sarp yokuşun ikinci ayağı da; serveti paylaşarak açları, yetimleri, yoksulları gözetmektir (14-16). Zaten bunu ancak kula ve mala kulluktan kurtulanlar yapabilir, malının kölesi olanlar değil. Zira hiçbir köle efendisini veremez. Bütün bunların ardından; iyi olmakla yetinmeyip aktif iyi olmak, iyiliği ve merhameti başkalarına da tavsiye edip yaymaktır (17). Bu âyetler Kur an ın köleliği tasfiye etmeyi daha baştan hedeflediğini gösterir. Aslında sarp yokuş insanlık yokuşudur ve eğer bu yokuş tırmanılmazsa insanlık yolda kalacak, tırmanılırsa insanlık düze çıkacaktır. İşte şu âyet, bu yokuşu tırmananları müjdeler: İşte böyleleri, sağ duyu ve vicdan sahipleridir (18). İnsanlığın vicdanını harekete geçirmek için yeryüzünün son çevriminde bir gök sofrası olarak insanlığın vicdanına indirilmiş olan Kur an vahyini inkâr etmek, özünde insani erdemleri inkâr etmektir. Bu ise kula ve mala kulluğu savunmak anlamına gelir. Onlar da kötülerdir (19). Ve kötüler ateş çemberine alınacaktır (20).
ب س م للا ح ن م ا ر ح ن م م RAHMÂN RAHÎM ALLAH IN ADIYLA ا ل ح ق س م ب ه اذح ح ابلاد ١ 1 ÖTESİ yok, işte Ben yemin ediyorum (1) bu beldeye, (2) MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE (1) (1) Lâ uksimu Kur an da 8 yerde gelir ve hepsinde de yemin Allah a isnat edilir. Lâ nın tekit için geldiği söylenmişse de, Arapça da tekit için bu kadar edat varken üstelik lâ nın asli anlamı olumsuzken neden bu formda geldiğinin beyânî izahı yapılmamıştır. Yemine gerek yok mânası verilebilir (Abduh). Lâ hakikidir diyen Ebu Hayyan şu mânayı verir: Bu beldelere yemin etmem, zira oranın sakinleri oranın hürmetini ihlal ettiler. Fakat Vâkı a 75-76 nın delaletiyle bu mâna da isabetli değildir. Tercihimiz bu formdaki tüm yeminlerin Allah a isnadına ve lâ nın asli anlamına dayanmaktadır. Allah ın ettiği yeminin azametini, yani ondan ötesinin yokluğunu ifade eder (krş. Aişe Abdurrahmân, et-tefsiru l- Beyani, 165-170). (2) Kur an da hâze l-beled formu hassaten Mekke ye delalet eder (krş. Tîn: 3; İbrahim: 35). Yani: İnsanlığı ilk misafir eden ve insanlığın ilk mabedine ev sahipliği yapan Mekke ye. (Nuzul 30 / Mushaf 95 : Tin 3 Aşağıdadır.) اوه ذ ا ال ب ل د ح ل اا ر ٣ 3 Bu güvenli belde şahittir: (2)
(2) Rabbin vahyinin geldiği/geleceği yerlere dair Eski Ahid de benzer bir ibare vardır (bkz. Tesniye 33:2). Bu ibarede yer alan Faran Dağı Hz. Peygamber in geleceğine îmâ sayılmıştır. (Nuzul 65 / Mushaf 14 : İbrahim 35 Aşağıdadır.) اوح ذ اقا ال ح ب م ه م ا مب حج اعل ه ذ ا ال ب ل د ح ا ن ا اوحج ن ب نى او ابن نى حار انع ب اد ح ل اص انا ام ٣٣ 35 BİR ZAMAN da İbrahim Rabbim! demişti, Bu beldeyi güvenlikli kıl; ben ve çocuklarımla birlikte hepimizi putlara tapmaktan uzak tut! اوحان ات ل ب ه اذح ح ابلاد ٢ 2 Ki sen de bu beldenin (şerefli) bir sakinisin (3) (3) Veya Ebu Hayyan ın yukarıdaki mânasının devamı olarak: Zira bu belde senin saygınlığını ihlal etti (el- Bahr). Tercihimiz, hıll in mukim, sakin mânasına gelen hâlle nin sıfatı veya mastarı oluşuna dayanmaktadır (Müfredât ve Mekâyîs). او اوح د او ااا او ا اد ٣ 3 Ve babaya ve oğula: (4) (4) Veya: doğurana ve doğurmayana (krş. tek ve çift şahit olsun: Fecr: 3 ve İhlas: 3). Baba, yani vahyin babanız İbrahim dediği Hz. İbrahim ve Onun oğlu Hz. İsmail ve dolaylı olarak Hz. Muhammed. Mekke nin ruhu Kâbe, dünyanın ruhu da insandır. Büyük yetimin babası ve büyük yetim Hz. Peygamber de kastedilmiş olabilir. Bu ibare doğrudan İbrahim ve İsmail i ifade etse de, dolaylı olarak âdemoğullarının tümünü kapsar. Mekke nin diğer şehirlere göre merkezi konumu ne ise, Âdem in âdemoğullarına ve Âdemoğullarının da diğer yaratılmışlara göre konumu odur.
ا اقد اخلاق انا ح ل ن اسا ار فى اك ابد ٤ 4 Hakikaten Biz insanoğlunu farklı meşakkatlere dayanıklı yarattık. (5) (5) Veya: dengeli ve uyumlu. Sadece burada geçen kebed in hem meşakkat hem de güç ve kudret mânalarına dayanarak. Ayrıca bu mâna, bir sonraki âyetle büyük bir uyum içindedir.
حا ا اسب حار ار اق د ا م اعلا ه حا ا د ٣ 5 Ne yani, şimdi insan kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? اق ول حاه لاك ت ااا ل ابد ح ٦ 6 (Dahası) Ben (bu konuma gelmek için) kucak dolusu servet harcadım mı diyor? (6) (6) Ehlektu (helâk ettim); gurur ve kibir için harcanan servet helâk edilmiştir iması taşır. حا ا اسب حار ام ا ا مه حا ا د ٧ 7 Yoksa o, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor? (7) (7) Zımnen: Allah ın görmediğini mi. Bir sonraki âyetle birlikte: Kendisi yaratılmış olduğu halde görüyor da Allah yaratan olduğu halde görmüyor, öyle mi? İlk muhatapların Allah inancının nasıl kırılgan olduğunun vurucu bir ifadesi. حا ام انج اعل اه اع ان ر ٨ 8 Ona iki göz vermedik mi? (8) (8) Bir önceki âyetle birlikte zımnen: Herkesi kör sananın kendisi kördür. او اسان ا او اش اف ات ر ٩ 9 Dahası bir dil ve bir çift dudak? (9) (9) Zımnen: Hakikati itiraf etsin diye gerekli olan tüm araçlarla donattık. Konuşmada dil dudaksız dudak dilsiz işe yaramaz. Bu üç âyette görme ve konuşma duyuları dile getiriliyor. Zımnen: Hakikati görmeyen kör ve dilsizdir. او اه اد اناه ح ننج اد ر ١١ 10 Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunuda göstermedik mi? (10) (10) Zımnen: Ona kullanabileceği bir irade vermedik mi? Krş. sonra ona yolu kolaylaştırdı ( Abese: 20 ve İnsan: 3) Necdeyn (t. necd) görünen, belirgin yol. Sadece burada geçer. Zımnen: Ona iyiyi kötüden ayırma yeteneği olan iradeyi bahşetti. Eşyada hayır ve şer, İmanda hak ve batıl, Sözde doğru ve yalan, Eylemde güzel ve çirkin Geçmiş zaman kullanılması, şuur ve vicdanın gurur ve isyandan asli ve öncelikli olduğunu gösterir.
اف ا ل حق ات ا ام ح اع اق اب اة ١١ 11 Fakat o, (ucunda cennet olan) sarp yokuşu tırmanmak için hiçbir bedel ödemedi. (11) (11) Yani: İyi olmanın bedelini ödemeye yanaşmadı, sıkıntıya gelemedi. Oysa ki Allah insanı yaratırken meşakkatlere dayanıklı yaratmıştı (4. âyet). Ama o, yaratılıştan taşıdığı vicdanın hakkını dâhi vermeye yanaşmadı. او ااا حاد م اك ااا ح اع اق ابة ١٢ 12 Bilir misin nedir o sarp yokuş? افك ا م اق ابة ١٣ 13 Bir kişiyi (12) daha zincirlerinden kurtarmaktır; (13) (12) Lafzen: boynu. (13) Zımnen: Bir köleyi daha özgürleştirerek, tüm kölelikleri ortadan kaldırmak için adım atmaktır. Bu bir özgürlük çağrısıdır. Bu çağrı; yalnızca fiziki köleliği değil, sosyal, ekonomik ve siyasal türevleriyle birlikte mânevî köleliği de kaldırmaya yöneliktir. İkrime bunu boynu günah zincirinden kurtarmak olarak anlamıştır (Beğavî). Bu anlayış Rasulullah ın Ya Fatıma! Nefsini Allah ın elinden satın al! Vallahi yarın senin için de bir şey yapamam! türü uyarılarıyla da uyum arz etmektedir. Ebu Hanife ye göre sadakanın en hayırlısı bir kişiyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Parantez içi ifademiz 17. âyete dayanmaktadır. Öncelik özgürlüktür, yeme içme bile sonra gelir. حاو ح ط اعام فى او م ذى ااس اغ ابة ١٤ 14 Veya açlık gününde (muhtaçları) doyurmaktır; ات ا ا اذح ااق ا م ابة ١٣ 15 (Mesela) yakını olan bir yetimi, (14) (14) Yetîmen deki belirsizliği anlama mesela ile yansıttık. حاو ا س ك ن ا اذح اات ا م ابة ١٦ 16 Ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü (15) (15) Lafzen: Topraktan başka barınağı olmayan (Râğıb).
ث نم اكا ار ا ار ح نذ ار ح اان وح او ات اوح اصو ح ب ا نصب م او ات اوح اصو ح ب ا اا م ا ااة ١٧ 17 Daha sonra (16) iman edenlerden olmak ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmektir.(17) (16) Bazı müfessirlerimiz summe yi asli anlamından çıkarırlar. Oysa ki buna gerek yoktur. Huden li lmuttakin de (Bakara: 2) ifadesini bulan hidayetten önceki takvâ, nasıl sorumluluk ahlâkıysa, burada imandan önce sayılanlar da benzer bir hakikatin ifadesidir. Bu davranışlar kişiyi imanın kapısına getirecektir. Özgürlüğe kavuşturma, Açları doyurma, Yetimi ve düşkünü gözetme gibi temel ahlâkî sorumlulukları yerine getirmeyen hem imanın ahlâkî zeminini inşa etmemiş, hem de iyiliği emr ve kötülükten sakındırma aşamasına gelmemiş demektir. (17) Bir ahlâkî davranışın temeli iman olursa, ancak o zaman o davranışın sahibi Allah tan âhirette ödül bekleyebilir. İnanmadığı bir dünyada karşılık bulmak, yatırmadığı bir hesaptan para talep etmek kadar abestir. ح و ئ اك حاص ا اب ح اا اا انة ١٨ 18 İşte böyleleridir vicdan (18) sahipleri; (18) el-yemin, dilde bereket, uğur, müjde, hayır ve güç ifade eder. Allah Musa ya bereketli vadi nin kenarından seslenmiştir (Kasas: 30). Mü mine cennet müjdesi sağından verilecektir (İsra: 71). Cennetlikler ashab-ı yemin dirler. İmân, kalbin en hayırlı halidir. Yemin, hem söz hem sağ dır. Mecazen sağduyu yu, yani vicdanı da ifade eder. اوح نذ ار اك اف م وح ب ا اات انا ه م حاص ا اب ح ااش اپ ااة ١٩ 19 İnkârda ısrar edenler ise vicdansız olanlardır; اعلا ه م انا م ا ؤ اص ادة ٢١ 20 Tarifsiz bir ateş onların üzerine güdümlenmiştir.(19) (19) el-îsâd: bir şeyi kilitlemek, îsâdu n-nâr aleyh: ateşi bir şey üzerine kilitlemek. Bunun karşılığı güdümlü bir füze gibi ateşi birine kilitlemektir. Fevkahum yerine aleyhim gelmesi, onu atlatmanın imkansızlığına delalet eder.