Kültür atlasımızda her devirde varlıklarını hissettiren âşıklarımız gerek dini gerekse edebi geleneğimizde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Hayatın her türlü haline şiirler terennüm eden âşıklar en güzel şiirlerini ise ilahi aşk ve peygamber sevgisi üzerine yazmışlardır. Halkın hissiyat ve heyecanının sözcüsü olmuş ve Peygamber Efendimize Dilber, Şâh-ı Hûban Efendim gibi ifadelerle hitap ederek muhabbetlerini dile getirmişlerdir. Tasavvufî düşüncede Hz. Peygamberi sevmek, bütün varlıklar için doğal bir zorunluluktur. Onu sevmemek, yaradılış kanunlarına aykırı, mutluluğu baltalayıcı bir tutum olur. Çünkü varlıkta bir seçilme, süzülme, ayıklanma olayı vardır. Bu olay cansız varlıklardan başlayarak insana hatta melekler âlemine kadar uzanmaktadır. Kur ân-ı Kerim in ıstıfa diye ifade ettiği bu keyfiyet zirve noktasında Hz. Muhammed i ortaya çıkarmıştır. Son peygamberin adlarından birinin Mustafa olması bu yüzdendir. Bütün varlıklar, kendilerinin kemalini temsil eden nebilere, özellikle de son peygamber Muhammed Mustafa ya hürmet ve sevgiyle doludurlar.1 Ruhsatî nin bu ıstıfa keyfiyetine atıfta bulunarak Mustafa kafiyesiyle yazdığı şu şiiri bir aşığın diliyle Peygamber sevgisini en güzel şekilde anlatan şiirlerdendir: Serde tacım kalpte ruhum tende canım Mustafa Kalmadı tende mecalim ey cananım Mustafa Ruyum siyah, destim boş, nasıl varam dîvâna ben Hakk a yarar amelim yok gevherkânım Mustafa Tali im tecrübe kıldım baht-ı siyah kareyim Kesmedim hergiz gümanım Şem îne pervaneyim Ruhsat ım haşrolanda değme böyle yanayım Tek dilde ezberim olsun nam ü şanım Mustafa Bir Mevlânâ aşığı olan Konyalı Âşık Şem î ümmet-i Muhammed in O nu sevmesinden ziyade Yalnız ben miyim sana hayran, Bâr-i Hüdâ bile seni kendine dost eyledi diyerek O na olan sevgisini şöyle dile getirir: Yalnız ben miyim hayran-ı sergerdan sana Mâr u mur vahş u tuyur bay u geda sevdi seni Haddi mi sevmemek seni bu abd-i âciz Şem î ya İntisab itmek murâdı ya Resûl-i Kibriyâ Cümleden evvel yarattı rûh-i pâkin Hazreta Kendine yâr eyledi Bâr-i Hüdâ sevdi seni Yozgatlı Fennî, Peygamber Efendimizin her türlü saygıya, yüceltmeye, övgüye lâyık olduğunu, 1 / 6
Cenâb-ı Hakk ın kendisine Muhammed adını vermekle, onun şânını ve şerefini herkesten üstün tuttuğunu şöyle dile getirmektedir: Her türlü tahiyyât ü teâlî sana mahsûs Her medh ü sitâyiş sana lâyıktır Efendim Etmiş seni Hak nâm-ı Muhammed ile tevsîm Kadr ü şerefin cümleye fâiktir Efendim Tasavvufî düşüncede Hz. Peygamber e sevgi, ilâhî aşkın hem başı, hem sonudur. Bu sevginin ikmali de O nu sevgiyi kolaylaştıran şeyleri, kişileri sevmekle gerçekleşir. Bundan dolayı Allah marifeti ve aşkı yanında Peygamber ve Sahâbe sevgisi de âşıkların şiirlerinin temel örgüsü içinde sıkça yer almaktadır.2 Hazret-i Peygamber i Dilber olarak tavsif eden Sümmanî o kutlu nebi ye olan sevgisini şöyle dile getirmektedir: Derdime dermansın sevdiğim dilber Koyma melül, mahzun, biçare beni. Yoktur dü cihanda sen gibi dilber Meylim müştak etme ağyare beni. Saadet tacısın ey Nûr-u Server, Damadın şehriyar saki-i yaver. Yoktur bir taksimde böyle bir yaver, Kaydeyle deftere fukara beni. Âşık Sümmanî bu çok sevdiği dilberi bir başka şiirinde cismi dünyada olmasa da ismi dünyada olan, esrarı kaybolsa da lezzeti hala taze olan; Mevlâ sına kul, kullara seyyid olarak tavsif etmekte ve gerçek peygamber tasavvurunu da böylece dile getirmektedir: İsmi dünyadadır, cismidir nihân Rasûlullah hem sağ hem dahi meyyit Gulam kul demektir, idrak et hay can Mevlâ sına kuldur, kullara seyyid. 2 / 6
O resul karada, semâda sertaç Her seher semâyı kılmakta Miraç Bu cümle kâinat hep O na muhtaç Esrârı nihandır, lezzeti cedid Hz. Muhammed e aşk derecesinde bağlı olan Âşık Şem î sevgilisinden ayrı düşüp gurbetin esiri olan bir maşuk edasıyla ne kadar aciz, teşne ve müştak-ı dil olduğunu şöyle dile getirir: Elim al varayım pirim alilem Ya Rasulallah Esir-i gurbetim zâr u zelilem Ya Rasulallah Pınarlar oldu peyda hasretinle dağ-ı dillerde İki çeşmim verir yaş selsebilem Ya Rasulallah Bulur sıhhat vücûdum nuş idersem Kevser-i vaslın Acuzem teşneyem müştak-ı dilem ya Rasulallah Nasibim var ise görmek ne yüzle ben varam bilmem Yüzü kara günahkâram hacilem Ya Rasulallah Koyup da bab-ı lütfun ben kime yalvarayım şahım Reva kıl hacetim şahım halilem ya Rasulallah Seni görmekliğe candan ziyade armağanım yok Tehi destim kamu yüzden melilem ya Rasulallah Kulun Şem î gedayı koyma lütfet zar-ı zulmette Uyandır nûr-i aşkınla fitilim ya Rasulallah İslam düşüncesi, aşkın Allah a bağlandığı son noktada Son Peygamber i sevmeyi öngörür. O yüzden peygamber sevgisi aynı zamanda ilahî aşkın da bir parçasıdır. Mecâzî aşk, mürşîdlere bağlılık ve hürmet merhalelerinden geçen ilâhî aşk ehl-i beyt in sevgisini de elde ettikten sonra Hz. Peygamber e aşk makamına ulaşır ve oradan Cenâb-ı Mutlak a bağlanır.3 İlahi aşkı çokça işleyen âşıklarımız Hz. Peygamber e duydukları aşkı da çok güzel bir şekilde dile getirmişlerdir. Hz. Muhammed i aşk derecesinde seven âşıklarımızdan bir olan Seyranî Lemyezel in aşkının nûrunun Muhammed vesilesiyle kalb-i sûzânında nasıl parladığını şöyle dile getirmektedir: Hak Muhammed de, Muhammed nûr-u imanımdadır Nûr-u imanım fitili şem-i irfanımdadır Şem-i irfanımda parlar nûr u zât-ı lemyezel Şûle-i kandil-i aşkım kalb-i suzanımdadır 3 / 6
Bir başka şiirinde kalbindeki bu aşktan dolayı dîvâne olduğunu, peygamber aşkının derdine derman olduğunu şöyle dile getirmektedir: Dîvâneyim aşkınla değil elde iradem Uslanmaya yok elde bir imkânım efendim Her derde deva olmaya var sende liyakat Aşkın bilirim derdime dermanım efendim Kalbimde karar eyledi nakş-ı hayalin Gülşendeki güller gibi handanım efendim Seyranî ye ver varını var yok değil asla Ey Vacib-i Mevcudu Kerem-Kânım efendim İlahi aşka ulaşmada bir basamak olan Hz. Peygamberi sevme, başlangıçta O na tam uyma (ittiba) şeklinde ortaya çıkar. Sonra ise istiğrak ve fena (Allah ın iradesinde yok olmak) halinde görülür. Tasavvufun genel kabulüne göre ilahî aşk, ilkin, Hz. Peygamberin davranışlarını ısrarlı bir şekilde taklide dayanır. Bu taklit benliğe ilahî sırların kapılarını açar. Ve böylece taklit yaratıcılığa ulaşır; yani ibâdet, aşk ve birlik halini alır. Birlik gerçekleştiğinde görülür ki Allah ı sevmekle Son Peygamberi sevmek aynı şeydir.4 Elif ve Mim harflerini simgesel bir dille Allah ve Muhammed olarak şiirine yerleştiren Bayburtlu Celalî aşk ocağında her ne zaman Allah dese dilinin dönüp Muhammed dediğini söylemektedir: Lam elif dersinde aşk ocağında Ben elif dedikçe dilim döndü mim Yed-i kalem kılmış kudret bağında Kalemi mim imlası mim pendi mim Çoktan âşık oldum ben bu dilbere İsmin kitap ettim aldım ezbere İstedim Celalî yazam deftere 4 / 6
Ülkesi mim durağı mim kendi mim XIX. yüzyıl âşıkları içerisinde Ruhsatî, Şem î, Sümmânî ve Yozgatlı Fennî nin Hz. Peygamber e özel bir sevgi besledikleri ve bu sevgilerini şiirlerinde sıkça dile getirdikleri görülmektedir. Bunlardan Yozgatlı Muhammed Said Fennî, Resulullah ın Ravza-i pakını görmeden ölecek olursa, vücûdundan arta kalan kemiklerin kıyamete kadar eyvah diye dövüneceğini söylüyor. Bütün arzusunun Ravza nın eşiğine varıp Hicaz topraklarına yüz sürmek ve böylece şu dünyadan murad almak olduğunu ifade ediyor ve günahkâr Fennî yi lütufkâr kapısından ayırmamasını talep ederek şunları söylüyor: Eğer görmezden evvel can verirsem Ravza-i pâki Mezarımda der ecza-yi izâmım haşredek eyvah Felekte ölmeden bir kâm alaydım asitânından Süreydim rûyumu hâk-i Hicaz a ah Efendim ah Kulun Fennî-i pür-cürmü ayırma bab-ı lutfundan Dahilek ya Ebe l-kasım, dahilek ya Resulallah Âşık Şem î nin hali ise çok daha başkadır. Onun yakarışları, şefaat istemesi, özleyip araması oldukça samimi ve içten bir dille şiirlerine dökülmüştür. Şem i ye göre kulun O nu medhetmesi eksik olacağı için kabahattir, zira Kur ân O nu mahbûb-u Mevlâ olarak vasfetmiştir: Günahım boydan aşkındır begayet Ya Rasulallâh Meğer senden ola lütf-i inâyet Ya Rasulallâh Seni Kur ân ile vasfetti Hakk mahbûb-u Mevlâ nın Kulun methetmesi küllü kabahat Ya Rasulallâh Ümidim kesmezem ben rahmetenlil-âleminsin sen Şefaat bahrine olmaz nihâyet Ya Rasulallâh İzin ver ağlasın dîvâna varsın cürmünü affit Yakıp kül olmadan aşk-ı harâret Ya Rasulallâh Eğer dirsen ki derdimend Şem î eğlen civârımda Bana teslim-i rûh itmek saadet Ya Rasulallâh 5 / 6
Sevgi, her ne kadar içte yaşanan bir keyfiyet olsa da insan dışa vurmadan edemiyor. Şimdiye kadar yazılan hiçbir şiir gönüllerde yaşananı tam olarak ifade edememiştir. Peygamber Efendimize yazılan şiirler de bu yönüyle eksiktir. O nun sevgisi her zaman daha başkadır. İşte bu noktada şiirinin eksikliğinin farkında olan Erzurumlu Emrah muhteşem bir edep içerisinde Rasulüllah a Şâh-ı Hûban (sevgililerin şahı) olarak hitap ederek şöyle nokta koymaktadır: Bizlere cevretme ey Şâh-ı Hûban Hazer kıl ateş-i sûzanımızdan Ne denli eylesek aşkımız pinhan Bellidir nâle-i efgânımızdan... 1)Yaşar Nuri Öztürk, Kur ân-ı Kerîm ve Sünnete Göre Tasavvuf, M.Ü. İlahiyat Fak. Yay., (Genişletilmiş 3. bsakı), İstanbul 1989, s.411. 2)Cengiz Gündoğdu, Âşık Sümmanî de Aşkın Metafiziği, Tasavvuf Dergisi, yıl:8, sayı:18, Ankara 2007, s.146. 3)Öztürk, a.g.e., s. 405, 409. 4)Öztürk, a.g.e., s.416. 6 / 6