Türkiye'nin Bölücü Değil Birleştiri Gücü Öne çıktım, '' Göz yaşartıcı gaz sıkmanıza gerek yok, '' dedim. '' Arkadaşlar zaten yeterince duygusal insanlar. '' Haziran Direnişi'nde sıkça karşılaştığımız bu yazılama aslında Emrah Serbes'in Erken Kaybedenler adlı öykü kitabından alıntı. Ankara polisiyesi diyince ilk akla gelen Behzat Ç. 'nin yazarı Emrah Serbes bu kitabında erkek çocuklarının gözünden onların dünyasını anlatıyor okura. Bazı kitaplar vardır okuduğumuzda eksik kalan bir yanımızı buluruz. Erken Kaybedenler de öyle bir kitap. Kaybettiklerimize, eskilere, aşık olduğumuz komşu kızlarına, sert geçen mahalle maçlarına, suçladıklarımıza, serserilere, delikanlılara adanmış bir kitap. Çocukluğumuzun tüm aktörleri hayat buluyor bu kitapta. Emrah Serbes zor olanı başarıyor ve okuyucuya çocukluk anılarını tekrar anımsatıyor. Yazar kitabını ''yoldan çıkmış bir neslin manifestosu'' olarak tanımlıyor. Çocukken kurulmaya çalışılan ilişkilerin zorluğu, anne-oğul ve baba-oğul ilişkisindeki pürüzler, kuşak çatışmaları, kardeş kavgaları derken kitapta bahsi geçen nesil bir türlü doğru yola giremiyor. Emrah Serbes'te ne anlattığını bilen ve sade bir dille kitapla okuyucu arasında sarsılmaz bir bağ kuruyor.
Gelelim kitabın bende uyandırdığı duygulara. Öncelikle kitap her ne kadar ''politik'' bir taraf taşımıyormuş gibi gözükse de her bir öykünün içinde ülkeye, politikaya dair eleştiriler, yorumlar bulmak hiç de zor değil. Beni en çok etkileyen ve oldukça politik bulduğum öykü ise ''Üst Kattaki Terörist'' oldu. Öykü kısaca abisi Doğu'da şehit düşen küçük bir erkek çocuğun oturduğu evin üst katına Solcu ve Kürt bir gencin taşınmasıyla başlıyor. Küçük kahramanımız abisinin ölümünden üst kat komşusunu sorumlu tutuyor ve bu sebeple Kürt gencini öldürmeye karar veriyor. Ama olaylar kahramanımızın beklediği gibi gitmiyor. Üst komşusuyla tanışan, onunla arkadaş olan ufaklık bir anda kendini bütün kin ve nefret duygularını unutmuş bir şekilde buluyor. İşin özü öykü tam da ülkemizdeki siyasi çerçeveyi anlatmakta. Biraz daha açmamız gerekirse ; bizler senelerce asker-terörist çatışmaları, şehit haberleri ile büyüdük. Kürt kelimesi tüylerimizi diken diken etmeye yetti. Nerede bir Kürtçe şarkı duysak dinlemeden değiştirdik, Ahmet Kaya'dan öleyise nefret ettik. Doğu'da öldürülen Türk'ler bizim evladımızken, hayatını kaybeden her bir Kürt için neredeyse şenlik yaptık. Yetmedi şöyle iyi vurduk, böyle iyi dövdük söylemleriyle marifetmiş gibi güç gösterisi sergiledik. Peki hiç denedik mi bir de karşı pencereden bakmayı? Sorumun cevabına çoğu insan evet yanıtını verse de pek samimi bulamıyorum bu yanıtı. Bu ülke 90'lardan bu yana bir türlü halledemedi ''Doğu Sorunu''nu. Bir milleti yüceltmek için, diğer milletlerin diline, dinine, ırkına karışmaktan bir an olsun vazgeçmedi. Bizler sevelim sevmeyelim, destekleyelim ya da desteklemeyelim bu ülke sadece tek bir ırktan, milletten oluşmuyor. Nasıl bizler geçmişimizi, tarihimizi Anadolu'ya dayandırıyorsak farklı ulustan, çeşitli etnik kökenden insanların da kökleri bu topraklara dayanıyor.
Elbette bu yazıda amacım milliyetçilik yapmak değil. Bir solcu ve sosyalist olarak kendimi ne Türk milliyetçisi ne de Kürt milliyetçisi olarak tanımlıyorum. Bu iki tarafın da bir parçası olmadığım için mutluyum. Ancak bu durum azınlıklara yıllardır uygulanan baskıları, eziyetleri görmezden gelmeme sebep olamaz. 12 Eylül Darbesi'nden sonra Diyarbakır Cezaevi'nde sırf Kürtçe konuştuğu için onlarca mahkumun işkenceye uğraması, 34 kişinin bu işkenceler sonucu hayatını kaybetmesi, 2011'in Ekim ayında meydana gelen Van Depremi'nin ardından '' Allah cezalarını verdi'' tarzı söylemler, depremde hayatını kaybeden onca insana yardım yapmak yerine '' Siz bizim onca askerimizi vurdunuz, bide yardım mı istiyorsunuz? '' açıklamaları, devletin kendi ülkesinde Doğu'da yaşayan depremzelere yardım etmek yerine komşu ülkelerdeki mültecilere el uzatması, yine 2011 yılında meydana gelen Roboski(Uludere) Katliamı ve diğerleri. Bu örnekler uzar gider. Ama daha büyük çerçeveden bakmamız gerekirse verilen örneklerin tek ortak özelliği hepsinde ezilen, sömürülen, katledilen insanların Kürt Halkı olması. Kin, nefret, öfke gözümüzü o derece boyamış ki vicdanımızı unutup birer canavara dönüşmüşüz. Yanıbaşımızda meydana gelen onca zulme ''Aman bunlar bölücü, aman bunlar terörist'' diyerek sessiz kalmışız. Hani bizim dinimizde mazlumun yanında olmak vardı, nerede kalmış bizim insanlığımız? Yazıyı okuyanlar sen de iyice abarttın Kürt seviciliğini diyebilir. Ancak bizler ülkemizi bu karanlıktan kurtarmak istiyorsak geçmişte yaptığımız hataları bilmeli ve bir daha aynı hataların tekrarlanmaması için mücadele etmeliyiz. Eğer geçmişimizle yüzleşemezsek
ileriye dönük birleştirici bir rol oynayamayız. Sonra Doğu-Batı arasındaki uçurumu anlayıp ancak hayıflanmak ile yetiniriz. Öyküye tekrar dönecek olursak başta yazdığım gibi Emrah Serbes o küçük erkek çocuğuna, hayata karşı pencereden de bakılması gerektiğini öğretiyor. Abisinin şehit düşmesinden sonra bütün Kürtlere nefret duyan kahramanımız, üst komşusunu tanıdıkça, onunla zaman geçirdikçe komşusuna karşı içinde biriken nefret duygusu sevgi ile yer değiştiriyor. Bizim de bu topraklarda yapmamız, yaratmamız gereken tam olarak bu durum. Hem de bize hiç yabancı olmayan bir durum. Bu ülke Gezi'yi yaşadı. Yıllarca Batı-Doğu arasında anlaşmazlık var diyenlere inat, Kadıköy'de Ulusalcı Teyzeler'in ellerinde ''Medeni Yıldırım Ölümsüzdür'' pankartları taşındı. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Antikapitalist Müslamanıyla, LGBTlisiyle kısacası Türkiye'nin barındırdığı her renkle bu insanlar yan yana omuz omuza direndiler. Eğer bir kere bizler bu birlikteliği sağlamışsak, o düşmanlık duvarını kırmışsak artık bizi ne diktatörler, ne paralel yapılar ne de faiz lobileri durdurabilir. Gezi'de de söylemiştik : '' Bu daha başlangıç, mücadeleye devam! '' diye. Hala anlamayan varsa bide Cemal Süreya ile cevap verelim bakalım : ''Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya Anamız çay demliyor ya güzel günlere Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız Bu, böyle gidecek demek değil bu işler Biz şimdi yanyana geliyor ve çoğalıyoruz Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz. ''