Bizim Dergi. 3 ayda bir yayınlanır Ocak 2008 Sayı 9. Mutlu Yıllar



Benzer belgeler
OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

O.Ö. 100 Temel Eser. Kategori: Türk Şiiri Çarşamba, 28 Nisan :35 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 3981

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

İsviçre Türk Kadınları Yardımlașma ve Dayanıșma Derneği Türkischer Frauenhilfsverein Schweiz. 27. Genel Kurul Toplantısı 24 Mart 2013


Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu


Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Mavi Pupa Montessori Anaokulu nun Sevgili Anne ve Babaları,

Tarih:. Yer:. Katılımcı numarası:... Sosyolinguistik Görüşme 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum tarihiniz:.. Yaşınız:.. Milliyetiniz:.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

İnanıyorum ki biraz daha gayret ederek planlı ve düzenli bir çalışmayla çok daha başarılı olacaksın

Jamie Foxx J

KASIM AYI VELİ BÜLTENİ

Kahraman Kit ve Akıllı Can. Technical Assistance for Promoting Registered Employment. Kayıtlı İstihdamın Teşviki için Teknik Destek Projesi

ÇOK AMAÇLI SALONUMUZA KAVUŞTUK OKUL MÜDÜRÜMÜZ TURGAY YOLCU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINI DEĞERLENDİRDİ. Hazırlayan: MÜCAHİT KARAKUŞ Sayfa: 1

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ YERLEŞKESİ OKULLARI EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 1.VELİ BÜLTENİ

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

3. Hangi ülkenin vatandaşlığını taşıyorsunuz? Alman vatandaşlığı: evet Başka bir ülkenin vatandaşlığını taşıyorum:...

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

IEEE Türkiye Başkanlar Kurultayı

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

Kahraman Kit Misafirlikte

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Örnek Tarot Okuması

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU VE ÖZEL İLKÖĞRETİM OKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 8.VELİ BÜLTENİ

Minti Monti. Tilki Tilki Baksana. Bana bak! Hayır, bana bak! Yavru Tilki Neyin Peşindesin? Okula Hazırlık İçin 5 Öneri TİLKİ OKULU

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Haftalı NİSAN Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun!

KURUCULARIMIZDAN SAYIN CEMİL PARMAN ANISINA

Mavi Kadın Saynur Gelendost u ölümünün 13 üncü yılında anıldı

Öğrenci Memnuniyet Anketi

"Nereden başlasam, nasıl anlatsam..."

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya


Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler


Düşünce Özellikleri Ölçeği

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR


Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU, İLKOKULU VE ORTAOKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 35.VELİ BÜLTENİ

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Menümüzü incelediniz mi?

Sevgili Rotary Ailem merhaba,

EFDAL GÖZTEPE ANAOKULU HAZİRAN AYI BÜLTENİ

Eğitim Öğretim Yılı Kütüphane Bülteni. Sayı:1 Nisan 2015

2016'nın ilk 5 ayını geride bırakıyoruz. Grup Göktürkler için bu dönem nasıl geçti?

Benimle Evlenir misin?

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

TEOG YAZ TATİLİNDE KAZANILIR

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

13 Mart 2009 Cuma, 12:20 GÜNCEL. A.A Nursel Gürdilek. İşitme engelli çocuklar için Türk-İsrail işbirliği

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Sevgili dostum, Can dostum,

ÖZEL ASÇAY ANAOKULU SİHİRLİ ELLER SINIFI HAFTALIK BÜLTENİ

2. En başarılı olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri? 3. En başarısız olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri?...

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

Okul ve öğretmenine karşı sorumluluklarını bilir.

Gelir getiren çalışmalarımız:

Tüm Öğretmenlerimize ve öğrencilerimize iyi tatiller diliyoruz!

Kasım/Aralık fındığın başkenti. kirazın anavatanı

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE

Diğer: Diğer:... Diğer:...

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ. (11 Mayıs -19 Haziran 2015 )

ISBN :

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

BATIKENT O ZEL I NCI OKULLARI YAŞAYAN DEĞ ERLER EĞ I TI MI PROĞRAMI

HAYAT BİLGİSİ. Bulutların her birinde özellikler yazmaktadır. İyi bir arkadaşta bulunması gereken özelliklerin olduğu bulutları boyayın.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

15 Ekim 2014 Genel Merkez

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

BİRLİKTE YAŞAMA VE KARDEŞLİK

Tiyatro Gösterisi Su Damlası Sabancı Müzesi Gezimiz Öğretmenler Günü Kutlamamız Yılbaşı Kermesimiz Bahar Kermesimiz Yardım Kampanyamız

Sosyolinguistik Görüşme. 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum Tarihiniz:.. Yaşınız:. Milliyetiniz:.

EĞİTİME İLK ADIM MODERN PDR

Fatma Atasever.

Sevgili dostlar. 53 yıldan sonra avukatlığı bırakmak zorunda kaldım. Sizlere son bir anımı sunuyorum. Sevgiler, saygılar.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Eğitim-Öğretim Yılı Kütüphane Bülteni Sayı:2 Haziran 2016

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

Transkript:

Bizim Dergi 3 ayda bir yayınlanır 2008 Mutlu Yıllar

Bizim Dergi 2 İsviçre Türk Kadınları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Adına Başkanı Fatma JÄGGLI +41 78 773 4469 Yazı ve Yayın Kurulu Esin KESKİN Fatma JÄGGLI Füsun EGLI Meltem DİRİK NAUER Sevim KARADENİZ Zuhal TETİKAŞAR Dernek Haberleri Meltem DİRİK NAUER İsviçre de Sigortalar Adnan MİRZA Çocuk Eğitim ve Eğlence Sayfaları Tuba GÖNÇ Kadın ve Sağlık Meltem DİRİK NAUER Yazarlar Semra FİZ ARIKÇI Teknik Yayın Sorumlusu Jakob JÄGGLI İletişim: e-mail: bizim.dergi@turk-frauenverein.ch Yazışma Adresi: Türkischer Frauenhilfsverein Schweiz Postfach 2461 8401 Winterthur Postcheck: 84-24141-4 www.turk-frauenverein.ch Değerli üyelerimiz ve okurlarımız Telaşı, eğlencesi, etkinlikleri ve kalorisi bol bir kaç haftayı geride bırakarak yeni yıla girmiş bulunuyoruz. Her sene olduğu gibi bu sene de, yeni yılın bütün insanlığa geçen seneden daha güzel şeyler getirmesini diliyoruz. Biz elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken başkalarının da çabamızı paylaşmalarını ümit ediyoruz. Biz dernek çalışanları Bu sene faydalı, eğlenceli neler yapabiliriz? düşüncelerine girdik tabii çoktandır. Üstelik bu sene derneğimizin kuruluşunun 30. yılı. Sizlerin de yapılmasını istediğiniz şeyler varsa, lütfen bizlerle irtibata geçip bildiriniz. Böylelikle belki bizlerin akıl edemediği çok güzel şeyler ortaya çıkabilir. Dergimizin bu sayısında da son aylardaki faaliyetlerimiz yer alıyor. Balomuzda dostlarımızla güzel anları paylaşmamız ve SUBITA derneğine verdiğimiz destek, dayanışma, kardeşlik mesajının heyecanı dile geliyor. Önce balomuzdan beni çok etkileyen anları ileteyim hemen. Tanıdığım bütün derneklerin temsilcilerinin gecemize şeref vermeleri beni o kadar mutlu etti ki... Çok teşekkür ederim hepinize arkadaşlar. Sağolun, varolun. Sadece dernek temsilcileri değil, tanıdığım bütün dostlar ve onların dostları geldiler balomuza. Gelemeyenler de bağış yaptılar. Bağış yaptılar dedim de, bu yazımda da sponsorlarımızı anmadan edemeyeceğim. Hepsine çok teşekkürler. Onlar olmasa böyle faaliyetleri zarara girmeden hayata geçirmek mümkün olamıyor. Sevgili destekleyicilerimiz, hepinize yaptığınız iyiliğin karşılığını görmenizi dilerim. İyilik diyorum, çünkü biliyorsunuz biz bu yardımlarla Türkiye de 4 kızımıza, İsviçre de 2 genç kızımıza burs veriyoruz. Dergimizle birlikte üye aidatı için ödeme kağıtlarını da gönderiyoruz. Yardımlarınızı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Dergimizin bu sayısında İçimizinden Biri olarak arkadaşımız Adnan Mirza ile söyleşi yer alıyor. Adnan söyleşinin bir yerinde İnsanları sevin, güçlü sosyal ilişkiler kurun diyor. Onun bu önerisine yürekten katılıyorum. Beni tanıyanlara son senelerde hep söyledim, bilirler. Derneklerde görev almış olmak beraberinde tabii yorgunluk, uğraş getiriyor. Fakat karşılığında paha biçilmez ölçüde ödüllendiriliyorsunuz. Ben dernekte aktif görev aldığımdan beri ne değerli insanlarla tanıştım. Veya daha önceden şöyle bir- tanıdığım, fakat altın kalbinin hiç farkında olmadığım insanları daha yakından tanıma fırsatı bulduğuma nasıl müteşekkirim bir bilseniz. Sadece şu son 5 yıldır değil, seneler önce dernekte sadece yedeklerde görev almışken bile, toplantılarda tanımış olduğum insanlar, benim bugünkü kişiliğimin oluşmasına katkıda bulundular. İlerideki sayfalarda Hidayet Hanım ın kısa bir balo değerlendirmesini okuyacaksınız, orada Ne iyi etmişler bu derneği kurmakla diyor, Hidayet Hanım. Doğru, ne iyi etmişsiniz... Yani bir dernekte görev almak kişiyi ve ailesini iyi yönde etkiliyor, ilerilere götürüyor. Buna inanın. Daha fazla felsefe yapmaya başlamadan sözlerimi burada bitirirken hepinize selamlarımı gönderiyorum. Sevgilerimle... Fatma Jäggli Bizim Dergi kısa adı TFS olan İsviçre Türk Kadınları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği nin Resmi Yayın Organıdır

Bizim Dergi 3 DERNEK DUYURULARI Meltem D. Nauer...3 İÇİMİZDEN BİRİ Her Yaşam Başka Bir Gezegen, Adnan Mirza Meltem D. Nauer... 7 SOSYAL SİGORTALAR Adnan Mirza... 12 SAĞLIKLI YAŞAM / YOGA VE GERÇEK BEN Gerçek Bir Otorideden Yoga Dersi (3) Meltem Dirik Nauer... 13 KÜLTÜR, SANAT VE DÜŞÜNCE YAZILARI Şiirler Orhan Veli Kanık... 15 Kitapların Büyülü Dünyasından Seçtiklerimiz Meltem Dirik Nauer... 17 KÖŞE YAZILARI Türkçe nin İncelikleri Semra Fiz Arıkçı... 17 ÇOCUK DÜNYASI Tuba Gönç... 19 DERNEK DUYURULARI REKOR BALO GELİRİ 6000 CHF ile Kızlarımıza Eğitim Desteği Sayın okurlarımız, dergimiz her üç ayda bir yayınladığı için bazı haberleri sıcağı sıcağına duyuramamış oluyoruz. 24 Kasım 2007 tarihinde Zürih Hotel Renaissance'da yapılan balomuzun üstünden de haftalar geçti. Buna rağmen bu haberi kaleme alırken baloda yaşadığımız heyecanı hala hissetmemek mümkün değil. Çünkü Derneğimiz bu baloda yakın tarihinin en yüksek katılım sayısına ve balo gelirine ulaştı. Bu başarı bizi o kadar sevindirdi ve duygulandırdı ki, sizlerle yeniden paylaşmak istiyoruz. Çünkü bu siz sayın üyelerimizin ve baloya destek veren tüm misafirlerimizin başarısı. Gerektiğinde elele vererek ne kadar güzel işler yapılabildiğinin ispatı. Bu, bizim toplumumuzun örnek dayanışması. Ne mutlu hepimize. Buradan tüm katılanlara yeniden tekrar tekrar teşekkür ederiz. Biraz da baloda olup bitenlere hep beraber göz atıp, anıları tazeleyelim. Baloya gelememiş olanlara da magazin tadında bir haber yazısı iletmiş oluruz böylece. Magazin demişken öncelikle baloya katılanların şıklığından (ortaya saçılan biribirinden güzel parfüm kokuları da dahil) bahsetmek gerek. Özellikle hanımlar gerek saç modelleri, gerekse takı ve kıyafetleriyle o kadar şık ve hoştu ki, herkes birbirine adeta göz ziyafeti çekmiş oldu. Beylerin de maşallah onlardan geri kalır yanı yoktu. Pek çoğu tıraş stili, saç kesimi, şık ve bakımlı görünüşleriyle gecemizde ışıldadılar. Balomuz her yıl olduğu gibi hoşgeldiniz karşılamasının ardında giriş salonunda aperatif içki ikramıyla başladı. Daha başlangıçta herkesin birbiriyle derin sohbete dalması balonun güzel geçeceğinin işaretiydi bizce. Hatta sohbetler o kadar koyulaştı ki, neredeyse balo salonuna

Bizim Dergi 4 geçmekte zorluk çeker gibi olduk. T.C. Büyük Elçiliği ni temsilen Arda Ulutaş ve eşi, T.C. Başkonsolosluğu ndan Doğan Tungör ve eşi, İTT başkanı Kahraman Tubanboylu ve eşi balomuzu şereflendirerek bizleri çok sevindirdiler. Ayrıca İsviçre Türk Toplumu temsilcilerinin bir çoğunun katılımı bizler için derin bir anlam taşıyordu. Balomuza, özellikle tombalamıza sponsor olarak destek veren değerli dostlarımıza, firma sahiplerine buradan tekrar tekrar teşekkür ederiz. İsimleri balo gecesinde masalardaki Türkçe ve Almanca broşürlerde duyuruldu. Derneğimizden eğitim destekli Zürih'te konservatuar öğrencileri Ece Işık Tezgel ve Zeliha Burak balo salonuna geçişi takiben küçük bir konser vererek herkesin takdirini kazandılar. Grup Üç Boyut'a gelince onlar herzamanki gibi gece boyunca yaptığı programla hepimizi coşturmasını bildi. Bazılarımız tabiri yerindeyse dans etmekten yorulmak nedir bilmediler. Gece sonunda çekilen halay görülmeye değerdi. Tombalamız birbirinden güzel, sürprizli hediyelerle doluydu. Kızlarımızın uğurlu ellerinden satışa çıkan tombala çanaklarımız sizlerin cömert bağışlarıyla çabucak boşaldı. Kazananların pek çoğunun sevinçleri yüzlerinden okunuyordu. Kazanamayanlar da hayırlı bir amaca hizmet etmenin ferahlığını yaşıyorlardı mutlaka. Balomuzun Türkiye'de her yıl büyük bir önemle kutlanan 24 Kasım Öğretmenler Günü'ne denk gelmesi sebebiyle biz de aramızda olan öğretmen misafirlerimizi sahneye davet etmek ve birer çiçek vererek onları ne kadar takdir ettiğimizi ve sevdiğimizi sembolik de olsa göstermek istedik. Aramızdaki tüm öğretmenler sahneye geldiklerinde ortaya çok hoş bir tablo çıktı. Öğretmenler grubu sevgili Mesut Gönç hariç tamamen kadınlardan oluşuyordu. Bu da bir kez daha toplumun şekillenmesinde kadının rolünün ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyordu bize. Sevgili okurlarımız, bir balo daha böylece hızla geçip anılarımızdaki anlamlı ve güzel yerini aldı. Baloda mutlaka kusurlarımız, eksiklerimiz de olmuştur. Affola. Amacımız sadece her yıl daha da iyi işlere imza atarak yardım projelerine böylece mali kaynak yaratmaktan ibaret değildir. Biliniz ki bunu yaparken siz değerli üyelerimize de en iyi hizmeti götürmek ve şu fani dünyada bir nebze olsun mutluluğunuza katkıda bulunmak da istiyoruz. Her türlü görüş ve öneriniz daha iyi işler ortaya çıkarabilmemizde çok önemlidir. Bu önerilerinizi bize yazmanızdan mutluluk duyarız, görüşlerinizi bekliyoruz.

Bizim Dergi 5 İsviçre Türk Kadınları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Sayın Yönetim Kurulu Başkanı Fatma Jäggli ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Yine çok güzel bir baloyu bizlere yaşattığınız için sizleri ne kadar kutlasam az olacak. Sabırsızlıkla beklediğimiz balo akşamında aperatif salonuna girdiğimiz zaman öyle bir şıklık ve kalabalıkla kucaklaştık ki, bunu gerçekten söylemeden geçemeyeceğim. Böyle bir toplumu biraraya getirmenin her idarecinin becerisi olacağını sanmıyorum. Bu da toplumun sizleri ne kadar çok sevdiğinin ve yalnız bırakmadığının göstergesidir. Gerek Sefaretin, Konsolosluğun ve gerekse dernek başkanlarının ve çeşitli toplum temsilcilerinin bu geceyi şereflendirmelerinin takdir edilecek ve gurur duyulacak bir destek olduğunu düşünüyorum. Burs vererek eğitimine yardımda bulunduğunuz talebelerinizin piyano ve obua ile geceye katkıda bulunmaları bizleri çok mutlu etti. Bu da emeklerinizin boşa gitmediğinin ifadesidir. Aynı geceye isabet ettirdiğiniz Öğretmenler Günü'nün kutlaması geceye ayrı bir renk kattı. Bu kadar çok öğretmeni biraraya toplamak da gerçekten sizlerin başarısının neticesidir. Jakob'un herzaman olduğu gibi özverili çalışmasına da teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Başarıdan başarıya koşturduğunuz bu Derneğin Fahri Başkanı olmak beni gerçekten gururlandırıyor. 29 yıl önce 17 fedakar Türk hanımı bu Derneği kurmakla ne isabetli bir iş yapmışlar. Böyle nezih bir geceyi bizlere yaşattığınız için bütün emeği geçenlere teşekkür ederken, çalışmalarınızın ve başarılarınızın devamı dileği ile hepinizi sevgi ile kucaklıyorum. Hidayet Aladağ SUBITA'YA DESTEK Sevgili okurlarımız 15 Aralık 2007 tarihinde SUBITA tarafından Winterthur'da bu yıl da 1000 mum yakma etkinliği düzenlendi. Sosyal dayanışma ve yardımlaşma derneklerinden biri olan SUBITA'nın, faaliyet alanı sokaklara düşmüş kişilere ve onların sorunlarına dikkat çekmek, yardım etmek. Dernek gönüllüleri olarak bizler de çeşit çeşit böreklerimizi, pasta ve keklerimizi hazırlayarak bu gecede hazır bulunduk ve türlü nedenlerle sokaklara düşmüşleri bir nebze olsun mutlu etmekle beraber Derneğimizin ve Türk kadınının varlığını biraz olsun duyurmuş olduk. Ayrıca SUBITA'ya destek olmanın, onlara dayanışma ve kardeşlik mesajı vermenin heyecanını da yaşadık. Tüm SUBITA çalışanları ve katılımcılar desteğimizden çok memnun kaldıklarını açık bir şekilde belirttiler. SUBITA hakkında daha çok bilgi edinmek isteyenler için web sitesi adresleri şöyle; http://www.subita.ch/

Bizim Dergi 6 biz (Berufs Informations Zentrum) Winterthur tarafından GENÇLER İÇİN TÜRKÇE MESLEKİ DANIŞMANLIK Göçmen ailelerden gelen genç insanların kendilerine doğru meslek seçebilmelerinde yol gösterici olmak ve bu gençlerin ailelerinin onlara bu konuda doğru desteği nasıl verebileceklerine dair önerilerde bulunmak amacıyla biz tarafından Winterthur'da düzenlenen danışmalık programı 19 Ocak Cumartesİ saat 18.00' de bir de Türkçe olarak gerçekleştirilecektir. İlgili gençlere ve ailelerine duyurulur. Adres: Zürcherstrasse 12, 8400 Winterthur/ tel: 052 262 09 99 e.mail: pius.gruendler@berufsberatung.zh.ch İSVİÇRE TÜRK GÜNÜ ŞENLİĞİ BU KEZ BERN'DE 11 MAYIS 2008 PAZAR GÜNÜ BERN'DE BUNDESPLATZ'DA BULUŞALIM Geçtiğimiz yıl 19 Mayıs 2007 tarihinde Zürih'te Landesmuseum'da gerçekleştirilen Türk Günü Şenliği'nin ikincisi bu yıl 11 Mayıs Pazar günü Bern'de gerçekleştirilecektir. Bern Büyükelçiliği'nden bildirildiği üzere şenlik için hazırlık çalışmaları Büyükelçiliğin himayesinde, Cenevre, Zürih Başkonsoloslukları ile İsviçre Türk Toplumu Üyelerinin katkıları ve işbirliği ile başlatılmıştır. Bu amaçla oluşturulan organizasyon komitesi somut adımlar atmaya başlamıştır. Şenlik Bern şehir merkezinde, İsviçre'nin tanınan meydanı Parlamento binası önündeki Bundesplatz'da gerçekleştirilecektir. Şenlik programında Türkiye ve İsviçre'nin çeşitli bölgelerinden gelecek sanatçıların konser ve gösterileri yer alacaktır. Ayrıca alanda kurulacak standlarda Türkiye'yi ve kültürünü tanıtım amacıyla özgün el sanatlarından, içecek ve yiyeceklerden örnekler sunulacaktır. Bu konuda ayrıntılı güncel bilgilere ulaşmak isteyenler www.turkgunu.ch web sitesini ziyaret edebilirler. Geçen yılki şenliğin İsviçre'de çok olumlu yankılar yaptığı hepimizin malumu. Bu yıl yeniden elele, gönül birliği ile çalışılarak başarılı bir şenlik gününe imza atılabilmesini diliyoruz. Bu çerçevede İsviçre'de yaşayan tüm Türk Toplumu temsilcilerine geçen yıl olduğu gibi özellikle tanıtım ve duyurulma aşamasında önemli roller düşmektedir. Dernek olarak Şenliğimiz için şimdiden yürekten başarılar diliyor, tüm üyelerimizi ve onların yakınlarını 11 Mayıs'ta Bern'de hazır bulunmaya davet ediyoruz.

Bizim Dergi 7 İ Ç İ M İ Z D E N B İ R İ Meltem Dirik Nauer Her Yaşam Başka Bir Gezegen Merhaba değerli okurlar. Bunca hanımefendinin ardından bu kez bir beyefendiyi konuk etmenin farz olduğunu düşündüm. Hemen aklıma derneğimizin az sayıdaki erkek gönüllülerinden olan sevgili Adnan Mirza geldi. Ayrıca Adnan'ın ziyadesiyle renkli ve anlatacak çok şeyi olan biri olduğuna inanıyor, hoş bir röportaj ortaya çıkacağını düşünüyordum. Teklifi götürdüğümde elbette bana hayır diyemedi. Neden biliyor musunuz? Samimi söyleyeyim; sene sonu tatil günlerinde başka bir konuk arayıp da bulamama sıkıntısına düşmeyeyim diye. Ne kadar nazik bir davranış değil mi? Zaten onun nezaketi eminim bir çoğunuzun malumudur. Bence de Adnan Mirza eşittir nezaket, şıklık, temizlik ve ince düşünce... Bunları kişiliğinde barındırdığını onu öyle fazla tanımaya gerek kalmadan kolayca anlıyor insan. Gerisini de usulca deşeledim zaten. Onunla konuşmak çok hoştu. Umarım bu keyif okurken sizlere de yansır... Bakalım Mirza'ların gezegeni bizleri alıp nerelere götürecek? M: Sevgili Adnan vallahi beni kırmayıp geldiğin için çok teşekkür ederim. Mirza soyadı ne kadar ilginç bir soyadı sahi. Ne anlama geliyor? A: A evet. Pek çok insan bunu sorar bana. Mirza, bey ya da prens anlamına geliyor. Ben aslen Çerkez kökenli bir aileden geliyorum. Ama bildiğim kadarıyla Mirza Farsça kökenli bir sözcük. İlginçtir ayrıca isim olarak Hintçe'de, Urduca'da ve Kürtçe'de bulunduğunu duydum. M: Yaşını sorayım mı? (Gülüşmeler) A: Sorabilirsin tabiki? M: Hangi yılda, nerede açtı gözlerini Adnan dünyaya? Nasıl bir ortama, aileye geldi? A: 1956 yılında Eskişehir'de doğdum. (Laf aramızda maşallah en az 10 yaş genç gösteriyor. Bunu derhal belirtiyorum yeniden gülüyoruz) Evimiz kira bir evdi ama müstakildi. Bahçe içindeydi. Güzel bir yerde, çok hoş bir evdi. Hatırlıyorum caddenin adı Asarcıklı idi. Şimdi yıkmışlar hep oradaki güzel evleri. Çirkin binalar dikmişler yerlerine. Her ziyarete gidip gördüğümde üzülürüm. Neyse 5 kardeşiz. 3 erkek, 2 kız. Erkek çocukların en büyüğüyüm. Biz gelenekçi bir aileden geliyoruz. Çerkez örf ve adetlerine göre yetiştirildik. En büyük erkek çocuk olmamın önemi hep vurgulandı. Babamın ve aile büyüklerinin önünde nasıl davranılması gerektiği sıkı sıkı öğretilmişti. Büyüklere saygı çok önemliydi. Hala da öyledir. Kısacası çok mazbut bir ortamda yetiştirildim. Babam ticaret yapardı. Mandırası vardı. Eskişehir'in ilk mandırasını o açmıştı. Ben küçükken işi henüz büyük değildi. Sonradan çok başarılı oldu işinde. Bana köyde harman sürerken kurduğu hayallerin hepsini gerçekleştirdiğini söylerdi hep. Her zaman süt, peynir, yoğurt, kaymak, krema, tereyağı yiyerek büyüdük. Evimize hiç margarin girdiğini hatırlamam. Çok güzel günlerdi gerçekten. M: Peki nasıl oluyor da bu şekilde Eskişehir'de başlayan bir hikaye İsviçre'de sürüp gidiyor? A: Gerçekten o kısmı çok ilginç. Ben ilkokuldan itibaren yaz tatillerinde babamın mandırasına, ona yardıma giderdim. Bazen çok severek, bazen ise istemiyerek. Ticareti zaten orada öğrendim. Dediğim gibi babam sonradan işlerini çok ilerletti. Yanında bir sürü eleman çalışırdı. Benim de büyürken kafamda şekillenen, en büyük erkek çocuk olarak da, hem iyi bir tahsil yapmak hem de ileride babamın işlerini devralmaktı. Ama kısmet olmadı, çünkü liseyi bitirip de Bursa'ya 1974'te üniversite tahsili için gittiğimde rahmetli eşim Vasfiye ile tanıştım. Vasfiye 1960'lı yılların başından itibaren İsviçre'de yaşamaya başlayan bir Türk ailenin kızıydı. Uzun yıllar Türkiye'ye gelmediği için babası onu güzel Türkçe öğrenmesi için Bursa'ya halasının yanına yollamıştı. Bizim de bekar evimiz var o yıllarda. Eşimle pencereden bakışır dururduk. Hakikaten harika bir insandı. Biribirimizi beğendik ve sevdik. Çok gençtik tabii. Tanıştığımızda 1977 yılı idi. 1978'in sonunda nişanlandık. 1979 Şubat ayında da evlendik. M: O dönem Türkiye'de siyasi ortamın çok gergin olduğu yıllar. Okullarda ve sokaklarda anarşi vardı. Hatırlıyor musun? 1980'de askeri darbe oldu zaten.

Bizim Dergi 8 A: Hatırlamaz mıyım? Ama ben çok şanslıydım. Bizim okulda o tür olaylar hiç olmazdı. Son derece demokratik ve tehlikesiz bir ortamda okuyabildim. Çünkü öğrencilerin çoğu o bölgeden geliyordu. Evet ben darbe olmadan 1,5 yıl önce ülkeden ayrılmış oldum. M: Peki yani okul bitti, hemen İsviçre'ye mi geldiniz? A: Vallahi bana nasıl kız verdiler bilmiyorum. (Gülüyoruz). Okul yeni bitmiş. 23 yaşındayım. İş yok, askerlik yok. Eşimin ailesi çok iyi insanlardı. Rahmetli kayınpederimi hala özlemle anarım. Bize çok destek oldular. İlk önce onların yaşadığı Stein am Rhein'daki küçük yerleşim yeri Wagenhausen'e geldik. Tek odalı da olsa eşimle kendimize ait bir dairemiz vardı. Ailesi bize sürekli destek olurdu. Eşim okulunu bitirmişti. Hemen bir işe girdi. Sağolsun bizi geçindirmeye başladı. Benimse ideallerim vardı. St.Gallen Üniversitesinde( HSG'de ) de işletme okuyup tahsilimi ilerletmek istiyordum. Tabii öncelikle Zürih'te bir Almanca kursu buldum, yazıldım. Ama başlarda çok zordu herşey benim için. Ben büyük bir arkadaş çevresinden ve meşguliyet dolu bir yaşamdan gelmişim. Geldiğim yer küçücük çok sakin bir yer. Yepyeni bir evlilik hayatı. Lisan yok. İş yok. Arkadaş yok. Hergün gidiş ve geliş 2,5 saat yol, trenle kursa gidiyorum. Paramız kısıtlı. Evden sandviç yapar, götürürdüm yanımda. Evde mutluyduk, ama bir müddet sonra neden geldim, demeye başladım. O sıralar hatırlıyorum, stresten 10-15 kg. kaybettim. Üstelik üniversitenin sınavlarını da kazanamadım, Almancam yetersiz gelmisti. Seneye tekrar girerim diyerek bir iş bulmaya karar verdim. Romanshorn'a taşındık. Eşim bir ecza firmasında iş buldu, beni de aldırdı işçi olarak. Baktım doğru düzgün kazanmıyorum, ayrıldım oradan. Saurer'e geçtim teknik işçi olarak. O zamanlar İsviçre markalı kamyon üreten tek firmaydı. Ama sadece para kazanmak tatmin etmiyordu beni. Bunca yıl okumuşum, daha iyi bir şeyler başarmalıyım diye düşünüyordum. Her yere saldırıyorum. Devamlı çeşitli kurslara yazılıyorum. Muhasebe, bilgisayar vb. aklıma uygun konularda kendimi yetiştirmeye çalışıyordum. Şans eseri bir çorap firmasına muhasebeci olarak girdim. 1 yıl çalıştım. Ama çok stresli bir ortamdı. Mide kanaması geçirdim. O sırada Türkiye'de 4 ay kısa dönem askerlik çıktı. Babam sağolsun işlemlerimi halletti. Askerlik bahanesiyle o şirketten ayrıldım, 4 ay Burdur'da askerlik yaptım. M: Oh, askerlik de olsa biraz soluk almış oldun mu? A: Yok. 1982 yılıydı. Serkan yeni doğmuş bir haftalıktı. Ayrılık acıklı oldu. Allah'tan kayınpederim onlarla birlikteydi. Askerlikte hem güzel, hem de bugün bile anlamanı çözemediğim olaylarla ilgili anılarım oldu. M: Eee? Askerlik sonrası. A: Döndüm, işsizim tabii. Şans eseri işsizlik sigortasından yararlanabileceğimi öğrendim. O biraz beni ferahlattı o günlerde. Hayatımda ilk ve son olarak 3 ay o sigortadan yararlandım. Hiç unutmuyorum o sıralar İsviçre'de işsizlik oranı %0.5 civarındaydı. Sonra da tanınmış bir sigorta şirketi olan şimdiki firmamda iş buldum. M: Yeni iş konusu, yeni firma? A: Başlarda çok zordu. Sigorta satışıyla görevliydim. Şirketin verdiği bir portföy yoktu. Ben de kimseyi tanımam etmem. Nasıl satacağımı kara kara düşünürdüm. Şansım şuydu. Bana yol gösteren çok iyi insanlar oldu iş yerinde. O sayede tenis kulübüne girdim. Kayak yapmaya başladım. Yapı olarak çok girişkenimdir. Bu arada Gossau'ya taşınmıştık. Çok geniş bir çevre edindim. İnsanlarla ilişkilerim çok iyi idi. Satışlarım çok yükseldi tabii. Şirket içinde en başarılı 50 satış elemanı arasına girdim. Yine de istediğim iş bu değildi. Çıkar yol arıyordum. Müdürüme de danışarak okula gitmeye karar verdim. 3 yıl sürdü okul. Federal Diplomalı Sigorta Uzmanı oldum. O sırada 1985 yılında Cankat doğmuştu. 1987 yılında bitirme sınavlarında hiç unutmuyorum ders çalışabileyim diye eşim çocuklarımızı alıp babasının evine gitti. Çok destek olmuştur bana. 1989 yılında Genel Müdürlükte ' Hayat Grup Sigortaları Danışmanı olarak başvurduğum pozisyona kabul edildim. İlk kez prime bağlı olmayan sabit bir maaşım olacaktı. Bu benim için büyük bir başarıydı. Sırasıyla 1991, 1993, 1999, 2003 yıllarında terfiler aldım. 2006 yılında da Mitglied der Direktion mevkine yükseldim. Geçtiğimiz yıl şirkette 25. yılımı kutladık. Arkadaşlarımın ve elemanlarımın yaptığı süpriz, gösterdiği sevgi ve ilgi neredeyse ağlatıyordu beni. Şu anda Hayat Grup Sigortalarında aracı kurumlarla ( Broker ) ilgili bir bölümü yönetiyorum. M: Sevgili Adnan, iş hayatında müthiş bir başarı grafiği yakaladığın anlaşılıyor. Güçlüklerle başlayıp bunca başarıyı kucaklayan biri olarak, gençlerimize iş hayatındaki başarının sırrı konusunda neler söylersin? A: Gençlere mutlaka şu mesajı vermek istiyorum. Özellikle kariyer yapmak istiyorlarsa; okulun, diplomanın yanında iletişim, girişkenlik, insanlarla iyi geçinme, kendine güven gibi sosyal niteliklerini çok geliştirmelerini tavsiye ediyorum. Bilhassa çok uluslu şirketlerde köken önemli değil, önemli olan şirkete yararınız, ona ve müşterilerine getirdiğiniz

Bizim Dergi 9 hizmettir. Bugüne dek aslında kimse benim kökenim neymiş, geçmişim nasılmış çok ilgilenmedi. Beni verdiğim hizmetle, çalışkanlığımla ve üzerine aldığı görevi hakkıyla yapan birisi olarak değerlendirdiler. Kısacası bilginin yanında kişinin çok güçlü sosyal ilişkiler kurması, insanlarla ilişkilerinde atak olması ve ekip ruhu taşıması başarı açısından çok önemlidir. M: Ama gençlerde karakter olarak bu özellikler yoksa? A: O zaman ailelere çok iş düşüyor derim. Yetiştirilme tarzları çocukların gelecekleri açısından çok önemli. Onların karakterlerinin büyük bir bölümünü ebevyenler şekillendiriyor. M: Bu konuyu kapatmadan önce Adnan Mirza'nın başarısının anahtarlarını gençlerimiz için bir de maddeler halinde özetlesek: A: Pekala 1-Çok iyi bir eğitim almaları; yüksek okul olması şart değil. Mesleki eğitim de olabilir. 2-Yaptıkları işi sevmeleri, herzaman iş konusunda kendilerini motive edebilmeleri, sorumluluk almaktan kaçınmamaları. 3- Mesleklerindeki değişiklikleri, gelişimleri iyi takip etmeleri. 4-Girişken olmaları, sosyal ilişkilere, iletişime emek ve önem ve ayrıca insanlara değer vermeleri. 5-Öğrenmekten, okumaktan hiç vazgeçmemeleri. Mesleğimde herşeyi biliyorum demek çok tehlikelidir. 7- Vücut bakımına ve kıyafetlerine çok dikkat etmeleri. 8- Ve disiplinli, programlı bir şekilde başkalarından daha fazla çalışmaları, şirket içindeki yeni projelere istekli olarak katılmaları. M: Adnan anlıyorum ki işini çok seviyorsun. Sanki tüm hayatın onun etrafında kurulmuş. A: Çok doğru. Bir gün olsun sabahları oflayarak işe gitmedim. İş saatlerinde kendimi işime yüzde yüz kilitlerim. İş yerinde çok sevildiğimi ve sayıldığımı hissediyorum. Elemanlarımdan büyük saygı görüyorum. Tüm bunlar insanları sevmeden, onlara değer vermeden olmaz. M: İş dışında ne yapar Adnan? A: Haliyle hayatım sadece iş değil. Uzun yıllar sivil toplumculukla uğraştım. St. Gallen Türk Derneği'nin başkanlığını yaptım. Isviçre Türk Dernekleri Dayanışma Federasyonu'nun kurucularındanım. Federasyonun genel sekreterliğini ve başkanlığını yaptım. Beni tanımayanlar bazen Türk toplumu için neler yaptığımı sorarlar. Çekinmeden, senelerce, rahmetli eşimle geçirebileceğim hafta sonlarından çok çalmışlığım olduğunu söylerim. Eşim 10 sene evvel vefat edince tamamen bıraktım. Çünkü bakmam gereken iki oğlum vardı. Önceliğim elbette çocuklarımdı. Yıl 1990, Londra; Cankat, ben ve Serkan Sherlock Holmes in evinde Poz veriyoruz Hem Gossau'da, hem şirketimdeki klüplerde tenis oynuyorum. Ve şirketteki klubün yönetim kurulundayım, mali işlerinden sorumluyum. Bu büyük bir yük benim için, ama aynı zamanda bir onurdur. 250 üyesi var klubün. Yakında Genel Kurulumuz var. Bilançoları hazırlamam lazım. Bir de arkadaş ve dostlarımı anmadan geçmeyeceğim. Onlarla birlikte geçirdiğim vakitler benim için çok dinlendirici ve onlardan gördüğüm yakın ilgi ve sevgi bana gerekli enerjiyi veriyor zorlu hayat için. M: Düzenli spor yapar mısın? A: Tabii. Sürekli yürüyüşlere çıkarım. Yazları haftada iki-üç kez, kışları bir kez devamlı tenis oynarım. Ayrıca firmanın takımındayım. M: Spor yapmadığın zaman eksikliğini nasıl hissediyorsun? Sağlıklı yaşam mesajı verebilir miyiz? Çünkü başarının arkasında sporun sağlıklı yaşamın çok önemli bir yeri var. Senin deneyimin nasıl? A: Tabii ki başarıyı etkileyen sadece spor değil, iç huzuru da unutmamak gerekir. Ama büyük bir çoğunlukla başarının arkasında sağlıklı yaşam tarzı vardır. Çünkü bizim gibi tempolu çalışma yaşamına, sporsuz dayanamaz insan. Spor yapan insan canlı olur, enerjisi zor tükenir. M: Peki yeme içme düzenin nasıl, bunca işin arasında? A: Çok dikkat ederim. İştahım yerindedir. Ama çok dikkatli ayarlarım öğünlerimi. Çok su içerim. İş yerine elmamı, yoğurdumu götürürüm. Tatlıyı çok severim ama zararlı tatlılar yerine akşamları meyve, kuru incir yemeyi tercih ederim. M: Peki gelelim çocuklarına ve onlarla olan ilişkilerine.. A: Çocuklarımı çok seviyorum. Onlardan çok memnunum. Serkan ETH'da yüksek lisans eğitimi yaptı. Şimdi Londra'da bir Amerikan şirketinde, şirketlerin yeniden yapılandırma

Bizim Dergi 10 danışmanlığı alanında çalışıyor. Karakteri çok kuvvetlidir, çalışkandır. Daha 16 yaşındayken hayatta hedeflediği şeyleri kağıda dökmüştür, odasında hala asılı durur. Kardeşini de korur, kollar. Cankat da başarılıdır. Bern üniversitesinde Psikoloji okuyor. İkisi de iyi huylu çocuklardır. Onları öven sadece ben değilim inanın. Pek çok insanın gönlünü fethetmişlerdir. İlişkilerimiz çok iyidir. Ama bunlar kendiliğinden olmadı tabii. Beraberce çok emek verdik. Onlara herşeyden önce örnek olmaya çalışıyorum. Onlara verdiğim her öğüdün arkasındayım. Kendimin beceremediği hiçbir şeyi öğütlemiyorum. Mesela sigara içmeyin diyorsam, ben de içmiyorum. İnsanları sevin, sayın diyorsam, ben zaten seviyorum, sayıyorum.. Bir şeyi öğretmenin örnek olmaktan daha iyi bir yolu yoktur. M: Hemen maşallah diyorum. Peki müsadenle soruyorum. Eşin vefat edince nasıl oldu, bakımlarını üstlenmek zor olmadı mı? A: Olmaz mı. Ama yaralar yavaş da olsa bir bir sarılıyor. İki çocuğumun mesuliyeti adına çabuk toplanmak zorundaydım. Pek çok şanslı Türk erkeği gibi eşim, bana da evde pek çok işi yaptırmazdı. Çok becerikli kızdı. Çocuklarla aramda tampon görevi de görüyordu. İlk zamanlar onun yokluğunda çok bocaladım, çocuklar da çok zorluk çektiler. Fakat ayaklarımın üstünde durmak zorundaydım. Ayrıca çocuklarım babamız da ne beceriksizmiş diye düşünsünler istemedim (Gülüyoruz). Yemek pişirme kurslarına gittim. Onlarla iletişime çok önem verdim. Çocuklara, babanız sürekli fiziksel olarak sizinle olamayabilir, ama sizin için daima hep yanınızda, mesajı verdim. Çocuklar çok zeki bunu hemen algılıyorlar. Başlangıçta gerçekten çok zor günler geçirdik. Elbette uzmanından psikolojik destek de aldık ailecek. O günlerde yardıma koşan tüm dostlarıma, yakınlarıma yürekten minnettarım. Yıl 1990. Swiss Miniatur Melide TI M: Sormazsam olmaz sorularımla sona yaklaşıyoruz artık. Türk Toplumunun sence buradaki başlıca sorunu nedir? A: Herkes lisan, entegrasyon der. Ben eğitim diyorum. 1990'lı yılların başında eşimin katıldığı bir projeden biliyorum. Mesleki eğitim alan gençlerimizin oranı sadece %30 du o yıllarda. Şimdi arttı, ama İsviçrelilere göre hala oran çok düşük. Bu beni çok üzüyor. Halbuki İsviçre'de iyi bir eğitim için altyapı gerçekten mükemmel, yeterince değerlendiremiyoruz. Gençlerin yüksek eğitim alması şart değil, ama en azından mesleki eğitim almaları şart. Ailelere büyük sorumluluklar düşüyor. M: Peki şu çok ünlü entegrasyon konusunda ne söylemek istersin? A: Benim burada yaşayan dostlarıma, arkadadaşlarıma ve gençlerimize şu mesajım var. Türkiye ile iki arada bir derede kalarak yaşamasınlar. O zaman ne oraya, ne buraya yarıyorlar. Buraya köklenmekten korkmasınlar. İnsanlar kimliğini yitirmeden de başka bir ülkede yaşamayı benimseyebilir. Ben kendimi buralı hissediyorum; çocuklarım burada yaşamlarını kurdular; dönmeyi düşünmüyorum, ama icap ettiğinde en şövenist Türkten çok daha iyi temsil edebiliyorum vatanımı. Türkiye'ye bağlılık, takım tutmaya benzer bir duyguyla temsil edilemez. Böylesi sadece toplumda ayrılıklar yaratır. Anavatana bağlılık kültürel, manevi tarihsel değer ve bilgilere dayalı olmalıdır. Ayrıca sadece İsviçre'ye değil, herhangi bir ülkeye göçmen olarak gidenlerin kaderi benzerdir. Başlarda herkes bir çalışırken, göçmenler üç çalışmak zorunda kalabilir. Önceleri insan, ayrımcılığa da uğrayabilir, ama yılmamak gerekir. Bir insanın değerini onun bilgisi, becerisi belirler ve kendini, olumlu özellikleriyle yaşadığı yere kabul ettirir. M: Peki 28 yılın ardından İsviçre'de en çok sevdiğin ve benimsediğin şeyler nelerdir? A: Disiplinleri, sosyal dayanışma gibi gönüllü alanlar da bile sistemli, planlı ve profesyonelce çalışmaları, küçük yerlerde sevgiyle, saygıyla selamlaşmaları, en ateşli tartışmalarda bile sakin kalabilmeleri, diyaloğu koparmamaları ve elbette sosyal sigorta sistemleri. M: Peki Türkiye'de en çok şunu özlüyorum dediğin neler var? Var mı? A: Var tabii. Aile üyelerim, arkadaşlarım var öncelikle. Türkiye'nin bir çok şeyini özlüyorum. İklimini, güneşini, denizini, insanlarını. M: Hayatta hiç içinde ukde kalan bir şey var mı? A: Var! Mükemmel bir şekilde İngilizce konuşmak. Ama doğru yoldayım, halledeceğim o

Bizim Dergi 11 konuyu da inşallah. M: Bu artık gerçekten son soru. Bunca yaşam tecrübesini edinmiş bir insan olarak okuyucularımız için en önemli idrakini bizle paylaş desek ne dersin? A: Ooo çok felsefi bir soru. Aklıma şu anda iki konu geldi; Sevgi dolu dostluklarım benim için çok değerlidir. İnsanlara hem iyi günlerinde hem de ihtiyaç duyduklarında yanlarında olacak dostlar edinmelerini ve o ilişkilerini özenle beslemelerini, biribirlerini çok sevmelerini öneririm. Ben gerçek dostlarım olmadan yaşayamazdım doğrusu. İnsan yaşamında çok ıstırap verici durumlarla karşılaşabilir. Ama insanoğlu ne olursa olsun, hangi şartta olursa olsun sabırla mücadeleden yılmamalıdır. Kendi kişisel gelişimi için ayakta kalmayı başarmalıdır ve her isteyen de başarabilir zaten bunu. M: Adnan'cım bu vesileyle sana yaptığın tüm yardımlar, destekler, çalışmalar için Derneğimiz adına da çok teşekkür ederim ve hatta senin gibi bir yeteneğin Derneğimiz adına daha büyük projelerde yer almasını tüm iyi niyetimle dilerim. Sevdiklerinle beraber mutlu yıllar sana. YENİ YILDA KENDİNİZE ÇOK DEĞERLİ BİR ARMAĞAN VERİN VE SİGARADAN KURTULUN İŞTE BÜYÜK FIRSAT AYAĞINIZDA!!!!! ISGF Türkçe Konuşan Göçmenler İçin Sigara Bırakma Projesi'nde görevli sayın Serhan Cangatin'nin siz okurlarımıza çok değerli bir mesajı var: Sigara kullanımının toplum içinde yaygın bir sorun olduğu hepimiz tarafından bilinen bir husustur. Bu nedenle ISGF olarak Krebsliga ile işbirliği içerisinde, İsviçre Federal Hükümeti nin görevlendirmesiyle, Türkçe konuşan göçmenler için Sigarayı Bırakma konusunda bir proje yürütmekteyiz. Projemiz, haftada bir gün, iki saatlik seanslardan oluşan 8 haftalık bir kurstur. Kursa katılım ücretsizdir. Şu ana kadar Zürih`te Mozaik ve Halkevinde, Basel`de Beksam`da ve Winterthur Alevi Kültür Merkezi nde bu kursları düzenlemiş bulunuyoruz. Sizlerin katılımıyla, İsviçre Türk Kadınları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği bünyesinde de bu kursu düzenlemek istiyoruz. Yeni yılda sağlıklı bir yaşama merhaba demek için sizleri de kursumuza bekliyoruz. Kurslarımızda sigarayı bırakma oranı kısa dönem (dört hafta) için %60 70 civarında olup, üç ay ve daha üstü sigara bırakımı %35 civarındadır. İnsanların kendi kendine sigarayı bırakmaktaki başarısının yaklaşık %3 %4 olduğu gözönüne alınırsa başarımız daha açık bir şekilde görülecektir. Projemiz hakkında kişisel olarak daha fazla bilgi almak ya da görüş alış verişinde bulunmak için aşagıdaki numaralardan ve e-mail adresinden bize ulaşabilirsiniz: Serhan Cangatin, Projekt Mitarbeiter, Institut fur Sucht und Gesundheitsforschung ISGF, Konradstrasse 32, 8031 Zurich, Tel: 044 448 11 80 / 078 606 94 93, Fax: 044 448 11 70 serhan.cangatin@isgf.uzh.ch Evet değerli okurlarımız bu duyuruyu tüm çevrenizle paylaşmanızı dileriz. Kurs almak isteyenler lütfen Yönetim Kurulu Üyesi ve Sekreteri Meltem Nauer'a başvursun. Tel: 076 519 50 82. e.mail: meltem.nauer@mebias.org Katılım isteği 6-7 kişiye ulaşır ulaşmaz Serhan Cangatin'nin işbirliği ile Winterthur'da hemen bir kurs düzenlenecektir. Başvurularınızı bekliyoruz.

Bizim Dergi 12 Sevgili Okuyucular Aralık yılın en hareketli aylarından birisi. Birçok sektörde, tüm senenin yüzde yirmiye yaklaşan iş hacmi bu ayda yapılıyor. Bizim çalıştığımız finans/ sigorta sektörü her ne kadar bu kadar yüksek hacimlere ulaşamıyorsa da, hareketlilik öteki aylara göre had safhaya geliyor. Yani Aralık büyük bir stres ayı. Ama bunun yanında Hıristiyanların Hazreti İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı da bu ayda. Tüm bu telaşenin yanında, bu sene insanlar iki-üç günde olsa dinlenebildiler, çocuklarıyla, anne ve babalarıyla veya akrabalarıyla yemekte buluşup, sohbet ettiler, birbirlerine hediye verdiler. Bir taraftan çok hareketli ve canlı bir ticari hayat, öteki taraftan herşeyin para, güç, çalışma olmadığını; dostluğun, arkadaşlığın, inancın, sevginin, huzurlu yaşamın önemini hatırlatıyor aralık ayı, burada yaşayan insanlara. Aralık ayında bizler için çok önem taşıyan Kurban Bayramı nın da Noel'e yakın bir tarihe denk gelmesi, Aralık ayını bizler için daha da cazip hale getirdi. Yaklaşık bir senedir Türkiye ye gidemediğimden Bayramı fırsat bilip babamı ve kardeşlerimi ziyaret amacı ile Türkiye ye gittim. Doğduğum şehre artık THY günlük uçak seferleri düzenlediği için, eskisi gibi saatlerim otobüslerde geçmedi ve bayram günlerini tam olarak ailemin yanında geçirme fırsatı bulabildim. Karsılaştığım kişilerle çeşitli konular üzerine sohbet ettik. Bunlardan birisi de sosyal sigortalar üzerine oldu. Kuzenlerimden birisi büyük bir sigorta şirketinde çalışıyor. İkinci Emeklilik adı altında yapılan hayat sigortaları ile ilgili bir bölümden sorumlu. Bana ikinci emekliliğin Türkiye de ne kadar önemli olduğunu anlattı. Normal emekli maaşı ile geçinmenin hemen hemen imkansiz olduğunu, onun için ikinci emeklilik poliçelerinin çok revaçta olduğunu söyledi. Bu arada Sosyal Sigortalar Kurumu da konu oldu. Şu anda bu kurumdan emekli olanların, prim ödeyenlerden daha fazla olduğunu duyunca çok hayret ettim. Eğer kuzenimin ifadesi doğru ise, bu kurumda şu anda bir emekliyi 0.75 kişi finanse etmekte. Diğer bir ifade ile şu anda çalışan ve prim ödeyen 1 kişiye 1,33 emekli tekabül ediyor. 2006 yılındaki sayılarımızda İsviçre nin Sosyal Sigortalar sisteminin iyi çalıştığını yazmış, ama yukarıdaki oranlardan bahsetmemiştim. Şu anda elime fırsat geçmişken onu da sizlere açıklayayım: İsviçre nin Sosyal Sigortalar Kurumunda (AHV ) şu anda 3,8 çalışan ve prim ödeyen kişi, 1 emekliyi finanse etmektedir. Bu kurumun 30 Milyar İsviçre Frankı bulunmaktadır ve ödenen primler ve dolaylı vergilerden elde edilen gelirler emekli maaşlarını tamamen karşılamaktadır. Yalnız doğumların azalmasından dolayı bu kurumda 2040 yılında kendini Adnan Mirza finanse edemeyecek duruma düşecektir. Onun için buna şimdiden çözüm yolları aranmaktadır. Dergimizin Temmuz 2006 sayısında sizleri bu konuda detaylı bilgilendirdim, onun için burada kesiyorum. Ama bir örnekle aradaki farkı göstermek istiyorum. Türkiye ve İsviçre de emekli maaşlarının ayda ortalama 700 İsviçre Frankı olduğunu varsayalım. İsviçre de bu maaşı şu anda 3,8 kişi taşıdığına göre, her bir çalışan kişiden ayda yaklaşık 185 İsviçre Frankı ( 700 / 3,8 ) kesilecektir. Türkiye de çalışan kişiden ise 930 İsviçre Frankı kesilmesi gerekir ( 700 / 0.75 ). İsviçre de kişi başına düşen ortalama gelir Türkiye dekinin yaklaşık 10 katı olmasına rağmen, bu hesaba göre Türkiye de Sosyal Sigortalar Kurumunda sigortalı olanlar, İsviçre deki çalışanlara göre 5 katı daha fazla prim ödemeleri gerekmektedir. Ama ben tüm primlerin çalışan kesimden sağlandığını tahmin etmiyorum. Çünkü bu primler ödenecek gibi değil. Finansmanın büyük bir kısmının direk veya dolaylı vergilerle sağlanması gerekir. 45-50 yaşlarında hayatın en verimli zamanında, insanların emekli olduğu bir ülkede, haliyle sosyal sigortaların finansmanında güçlük çekilecektir. Tüm bunları Türkiye nin Sosyal Sigortalarını tenkit etmek için yazmıyorum. Bu hakkı da zaten kendimde görmüyorum. Ayrıca diğer yazılarımda belirttiğim gibi Almanya'nın, İtalya'nın, Fransa'nın ve Avrupa Birliği ne yeni üye olan devletlerin de sosyal sigortaları hiç de iç açıcı bir durumda değiller, yani devletin desteği olmadan ayakta durmaları imkansız gibi bir şey. İsviçre de devlet desteği var, fakat bu çok az miktarlarda gerçekleşiyor. Benim vurgulamak istediğim İsviçre nin sosyal sigortalar konusunda örnek bir ülke olduğu. Ondan dolayı yaşadığımız ülkenin ve onun kurumlarının değerlerini bilelim. Tüm yaşayan insanlarına her alanda büyük imkanlar sunan İsviçre, emeklilikte de alıştığımız hayat tarzını sürdürebilmemiz için her türlü alt yapıyı hazırlamıştır: Devletin Sosyal Sigortası ( AHV ) Firmaların Emekli Sandıkları ( BVG-Pensionskasse ) Hayat Sigortaları, kişisel tasarruflar vb. Şayet bu üç sütuna sahipseniz, emekliliğinizde de iyi bir yaşam sürdüreceğinize emin olabilirsiniz. Yeni yılda hepinize sağlık ve başarılar.

Bizim Dergi 13 GERÇEK BİR OTORİTEDEN YOGA DERSİ (3) Meltem Dirik Nauer Bu köşenin izleyicileri bilirler; son iki sayımızda Yogayı tanıyıp anlamada çok önemli olduğuna inandığım yoga ders notlarını paylaşmaktaydım sizlerle. Geçen yaz Dr. Satya Narayan buradaydı ve bizlere Yoga'nın ne olduğu konusunda 2 saatlik bir ders vermişti. İşte bu notların artık son bölümüne gelmiş bulunuyoruz. Bu son bölümle ehil bir kişiden Yoga'nın gerçek anlamını meraklılarına iletebilmeyi, kavram kargaşası yaşayanların kargaşasını gidermeye bir katkı sağlamış olmayı dilerim. Son iki sayıda, tarihte ilk kez yoga kaynaklarını sistematik bir şekilde biraraya getiren büyük bilge kişi Patanjali'nin 8 basamaklı yoga sistemi maddeler halinde açıklanmış ve her bir maddenin ayrıntısına girilmişti. Sırasıyla YAMA (günlük yaşamda yapılmaması gerekenler), NİYAMA (günlük yaşamda yapılması gerekenler), ASANA (Vücut duruşları), PRANAYAMA (Nefes kontrolü), PRATYAHARA (Duyuların kontrolü) olarak adlandırılan ilk beş basamak daha çok dışsal yani sadece bedene ve duyulara ilişkin uygulama disiplinleri olup, yoga öğrencisini son üç basamağa hazırlamak için gerekli oldukları açıklanmıştı. Son üç basamak ise DHARANA (Zihni tek bir nesne üzerinde odaklamak- konsantrasyon), DHAYANA (Zihnimizi tamamen Tanrı'ya odaklayabilmek-meditasyon), SAMADHİ (Meditasyon nesnesiyle tam anlamıyla birleşmek, bütünleşmek) anlamlarına geliyor. Kısacası bunlara meditasyonunun çeşitli aşamaları diyebiliriz. Dharana uygulaması yani konsantrasyon çalışmaları bu üç aşamada başlangıçtır. Yogayı kısaca şöyle özetleyebiliriz : Bir insanın nasıl yaşaması gerektiğini açıklar. Sağlıklı, huzurlu hem de zengin bir hayata nasıl sahip olacağının yolunu gösterir. Burada zenginlikten kastedilen öncelikle sağlık ve içsel huzurdur. Çünkü zihniniz huzurlu değilse, bedeniniz bir şekilde hastaysa insanın milyon dolar parasının olmasının pek bir anlamı yoktur. Yani ilk olması gereken sağlık ve huzur içinde dengeli bir yaşama sahip olmaktır. İşte yoganın öğrettiği budur. Ders Sonunda sorulan sorulardan seçmeler Soru: Yoganın bir din olmadığını, her dinden insanın yapabileceğini biliyoruz. Ama Tanrı ile direkt ilgili olduğunu da görüyoruz. Bu yönüyle yogayı ne olarak tanımlamak gerekir? Cevap: Yogaya bir yaşam sistemi diyebiliriz. Bu sistem herkese uygulanabilir çünkü bu dünyada herkes yaşamak zorundadır. Bu öyle bir yaşam sistemi ki, herkese nasıl huzur ve denge içinde yaşayacağını öğretiyor. Aslında en son basamak olan SAMADHİ'nin ayrıntısına girersek, orada iki anlamla karşılaşırız: Birincisi ders sırasında öğrendiğimiz gibi meditasyon nesnesiyle yani Tanrı ile tam anlamıyla birleşmek, bütünleşmektir. İkincisi ise zihni düşüncelerden tamamen arındırmak anlamına gelir. Bu derste SAMADHİ ile ilgili olarak sadece ilk anlamı dikkate aldık çünkü meditasyon aşamasında Tanrı üzerinde meditasyon yaparak düşüncelerden arınmak, sadece düşüncelerden arınma çalışmasından daha kolaydır. Soru: Yoga için bir yaşam sistemidir diyorsunuz ama din de bir yaşam sistemidir? Cevap: Evet haklısınız. Ama din Tanrı kavramına odaklanma ile beraber olmak durumundadır. Oysa yoga Tanrı ile veya O'nsuz da olabilr. Yogadaki önemli nokta içinde belli ritüellerin olmamasıdır. Tanrı'ya inanmayan bir insan da yoga yapabilir. Yoga Tanrı'dan bahseder. Tanrı'ya teslim olmaktan bahseder ama kişiyi Tanrı'ya inanmaya zorlamaz. Şimdi bahsettiğim gibi SAMADHİ'nin ikinci türünden bahsederki bu da Tanrı da dahil zihni tüm düşüncelerden arındırmak demektir. Yoga Tanrı'ya ibadette ya da teslim olmada hiç bir ritüel önermez. Kişi, Tanrı düşüncesinden özgür olmakta serbesttir. Soru: Tanrı üzerinde nasıl meditasyon yapılacağına dair bir örnek verebilir misiniz? Cevap: Ses üzerinde yani Tanrı'nin ismi üzerinde meditasyon yapabilirsiniz. Patanjali'nin yazıtlarında OM üzerinde meditasyon yapılması önerilir. Ama kişi kendi inancına uygun Tanrı'yı temsil eden başka sesler üzerinde de meditasyon yapabilir.

Bizim Dergi 14 Soru: Bunca yıllık yaşam deneyiminden anladımki aslında insan en çok yalanı kendisine söylüyor. En çok kendini kandırıyor. İnsanın bu ihtiyacı nereden kaynaklanıyor? Cevap: Yalan söylemek cahillikten kaynaklanan bir davranış biçimidir. Yalan söyleyen bunu kendisine de söylese bu eyleminin sonuçlarının en çok kendine zarar vereceğini anlamamış demektir. Kendini kandırmanın sonucunda, yine kendinin üzüntü çekmek zorunda olduğunu bilmiyor, aksine yalan eylemiyle iyi bir sonuç elde edeceğine inanıyor demektir. Onun için bu dersin başında açıklanan 10 kuralı iyi anlamak çok önemlidir. Hırsızlık, yalan, öldürme vb. yaptığımız her olumsuz ve kötü davranış aslında kendimize ettiğimiz kötülüklerdir. Soru: Yogada diyoruz ki, nefes çalışmaları ile bir kişi karmasını (eylemlerinin sonuçlarını) değiştirebilir. Bu konuyu biraz açıklar mısınız? Cevap: Bahsettiğimiz eylemlerimiz (karmalarımız: ektiğimizi, biçme kuralı) iki türlü sonuç doğurur. Bir tanesi dışsal ya da bedensel sonuçlardır, mesela sağlıklı beslenirsek bedenimiz sağlıklı olur, diğeri de zihinsel sonuçlar yani eylemlerimizin zihnimizde yarattığı izlenimlerdir. Zihnimizde oluşan izlenimler bizim bir sonraki aşamada davranış biçimimizi etkiler. Mesela bir anlık sıkıntıdan kurtulmak için yalan söyleyen biri, bunun tepkisini bir şekilde kendine dönecek bir sıkıntı olarak görecektir. Üstelik yalan söylediği için belki daha sonraki adımlarında da yalan söylemeye devam etmeye zorlanacak, yalanı başka yalanlar doğuracaktır. Buna sebep yalan mekanizmasının zihninde yarattığı etkidir. Ve yalan söylemeye devam ettiği takdirde, yalan söylemek alışkanlığı haline gelecek ve artık planlamadan, düşünmeden yalan söylemeye başlayacaktır. Tıpkı birinin başlarda sigaraya alışmak için kendini başta zorlaması, ama sonradan otomatikman sigara içmesi gibi. Her iki durumda da artık zihin kontrolünü kaybetmişizdir. Zihnimizin yönlendirmesi karşısında çaresizizdir. Bu bedensel ve zihinsel olarak eylemlerimizin sonuçlarının bizi nasıl etkilediğini açıklar. Bu eylemlerin sonuçlarından nasıl özgürleşebiliriz? Karmalarımızdan özgürleşmemizin iki göstergesi vardır: Birincisi artık canınızı sıkacak bir duruma düşmezsiniz ve diğeri de zihninize o kadar hakimsinizdir ki, dışsal şartlar sizin için zor olsa bile o durumdan zihinsel olarak etkilenmemeyi başarırsınız. Şunu demek istiyorum, bir şekilde ektiğimizi biçme kuralına göre çok kötü bir durumla yüzleşiyoruz diyelim. Mesela birinin çok sevdiği birini kaybetmesi gibi; o kişi durumu kabullenip daha çok Tanrı'ya yönelebilir, içsel olarak daha çok zenginleşebilir, kuvvetlenebilir. Bu şekilde çok acı çekme karmasından kurtulmuş olur. Kişi ya içine düştüğü kötü durumla sürüklenip çok hırpalayabilir kendisini ya da duruma mesafeden bakıp o acıdan öğrenmesi gerekenleri öğrenmeye çalışabilir. Karşılaştığımız durumlar ne kadar acı da olsa, bizi kötü etkilemelerine izin verip vermemek bizim yaklaşımımıza bağlıdır. Eğer duyularımızın ve zihnimizin kontrolü bizim elimizdeyse başımıza gelen olaylara daha mesafeden bakabiliriz. İşte bu noktada PRANAYAMA uygulamaları bize zihnimizi kontrol etme gücü verdiğinden kötü bir durumla karşılaştığımızda bu güç ile olayı kendimize zarar vermeyecek bir açıdan görmemiz mümkün olacaktır. Başımıza gelecek olaylar için çoğu zaman kontrol bizim elimizde değildir ama olaylara vereceğimiz tepki konusunda kontrolü elimize alabiliriz. Yoga sistemindeki pranayama, duyuları ve zihni nasıl kontrol edeceğimizi öğrettiğinden onun aracılığıyla eylemlerimizin kötü sonuçlarını iyi yönde değiştirebileceğimiz bir gerçektir. -BİTTİ- Dr. Satya Narayan Dasa Kuzey Hindistan'da bulunan Vrindavan'daki Jiva Enstitüsünün kurucusu ve idarecisidir. Sanskrit doktoru ve Hint Felsefesi üstadıdır. Alanında pek çok kitabın çevirmeni, yorumcusu ve yazarıdır. Sayısız öğrenci yetiştirmiş ve yetiştirmektedir. http://www.jivs.org

Bizim Dergi 15 Şiirler Noel tatiliydi, yeni yıl tatiliydi derken geçtiğimiz yılın sonunda bazılarımız epey bir tatil yaptı. Haliyle Türkiye'ye giden, gelen trafiği arttı. Eh yakınların yeni yıl kutlamaları derken şahsen bizim evin gündemi sürekli Türkiye ve özellikle de İstanbul'la doldu; yani bir dolu izlenim ve hasret duygularıyla... Ben hiç İstanbul'da sürekli yaşamadım; misafiri oldum hep bugüne dek. Haliyle aramızda mesafeli ve çok kibar bir ilişki vardır; en güzel yanlarını gösterir bana hep. Tüm bu düşünceler içinde şiir köşesi için bu kez hiç tereddütsüz en güzel ve en ünlü İstanbul şiirlerinden birini seçtim sizler için. Gençlerimizin Orhan Veli Kanık'ı tanımasına bir araç olmayı da yürekten dilerim ayrıca... Hepinize keyifli okumalar. İSTANBUL'U DİNLİYORUM İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı Önce hafiften bir rüzgar esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Kuşlar geçiyor, derken; Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin Kapalıçarşı Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan(*) Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Başımda eski alemlerin sarhoşluğu Loş kayıkhaneleriyle bir yalı; Dinmiş lodosların uğultusu içinde İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir yosma geçiyor kaldırımdan; Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar. Birşey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı; İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde; Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum; Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum; Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından Kalbinin vuruşundan anlıyorum; İstanbul'u dinliyorum. (*) Gemilerin yükünün boşaltıldığı veya onarıldığı, üstü örtülü havuz ORHAN VELİ KANIK KİMDİR? Baka kalırım giden geminin ardından; Atamam kendimi denize, dünya güzel; Serde erkeklik var, ağlayamam. ORHAN VELİ KANIK Orhan Veli'nin kısacık ömründe Türk edebiyatı Cumhuriyet döneminin gerçek devrimcilerinden biri olmayı başarmıştır. Bir İş Var Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? Her zaman güzel mi bu kadar, Bu eşya, bu pencere? Değil, Vallahi değil; Bir iş var bu işin içinde ORHAN VELİ KANIK 13 Nisan 1914 günü İstanbul'da doğdu. Babası orkestra şefi Mehmet Veli, annesi Fatma Nigar Hanım'dır. Adnan Veli (mizah yazarı) ve Füruzan Yolyapan isimli iki kardeşi vardır. minikliği İstanbul'un Cihangir ve Beykoz semtlerinde geçti. İlkokulu Galatasaray Lisesi'nde yatılı olarak okudu. Babasının Cumhurbaşkanlığı Bando Şefi olması üzerine dördüncü sınıfta iken ailesi İstanbul'dan ayrılınca Ankara Gazi Okulu'na geçti ve ertesi sene Ankara Erkek Lisesi'ne başladı. En yakın arkadaşlarından Oktay Rıfat ile 13 yaşında, Melih Cevdet ile 16 yaşında tanıştı. Bu iki

Bizim Dergi 16 arkadaşıyla birlikte lise yıllarında hazırladığı Sesimiz dergisinde ilk yazılarını yayımladı. 1933 yılında liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü'ne başladı. Ancak, 1935 yılında okuldan ayrılarak yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. Şair, 1936 da Ankara ya döndü. Askere gidene kadar PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Milletlerarası Nizamlar Bürosunda memurluk yaptı. Bu arada ilk şiirlerini 1936 yılı Aralık ayında Varlık Dergisi'nde Mehmet Ali Sel adı ile yayımladı. 1941 de lise arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte Garip adlı şiir kitabını çıkartarak Garip Şiir Akımının öncülerinden oldu. Şiirlerinde yalın bir halk dili kullandı, yergi ve gülmeceden yararlanarak, sıradan yaşantıların şiirinin de yazılabileceğini gösterdi. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle askerlik uzatıldığı için 4 yıl askerlik yaptı. Askerlikten döndükten sonra 2 yıl kadar Ankara da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu nda çalıştı. Azra Erhat, Oktay Rıfat, Erol Güney ile ortak çeviriler yaptı. Ancak 1947 de bakanlıktaki antidemokratik hava nedeniyle Tercüme Bürosu ndaki görevinden istifa etti. Mehmet Ali Aybar ın yayımladığı Hür ve Zincirli Hürriyet gazetelerinde eleştiriler, kültür ve sanat üzerine yazılar yazdı. La Fontaine in masallarını şiirsel bir dille Türkçeleştirdi. Nasrettin Hoca öykülerini de şiire dönüştürdü. 1 Ocak 1949 tarihinden itibaren on beş günde bir yayımlanan Yaprak dergisini çıkarmaya başladı. 28 sayıyı tamamen kendi çabası ile çıkardı. 15 Haziran 1950'ye kadar yayımlanan bu dergiyi parasal güçlükler nedeniyle yayımlayamaz olunca Ankara'dan ayrılıp, İstanbul'a döndü. 1950 sonbaharında, bir haftalığına geldiği Ankara'da, 10 Kasım 1950 gecesinde, yolda, onarım için kazılmış bir çukura kafa üstü düşerek yaralandı. İstanbul'a döndükten sonra, bir arkadaşının evindeyken, durumu birdenbire kötüleştiği için kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde, 14 Kasım 1950 tarihinde beyin kanamasından öldü. Ölümü, Türkiye'de o güne kadar hiçbir şairin ölümünde görülmemiş bir yankı buldu. Orhan Veli Kanık geniş katılımlı bir cenaze töreninin ardından Rumelihisarı Mezarlığı'nda toprağa verildi. Sait Faik, Orhan Veli, Sabahattin Eyuboğlu Eserleri Garip (1941 Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile birlikte) Garip (1945 Yalnız kendi şiirlerinden oluşan genişletilmiş 2. baskı) Vazgeçemediğim (1945) Destan Gibi (1946) Yenisi (1947) Karşı (1949) Bütün Şiirleri (Adam Yayınları, 1951 1975) Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/orhan_veli

Bizim Dergi 17 KİTAPLARIN BÜYÜLÜ DÜNYASINDAN SEÇTİKLERİMİZ LİVANELİ SEVDALIM HAYAT İşte başladığınız andan itibaren elinizden düşüremeyeceğinize inandığım bir kitap. Mutlaka okunmalı derim -tabii tavsiye etmenin sınırları içinde kalarak.- Çünkü bu kitap okuyucuya sadece, Türkiye'de sanatıyla politik düşünceleriyle milyonları kendisine bağlamış olan Ö. Zülfü Livaneli'nin kişisel yaşamını onun kendi kaleminden sunmakla kalmıyor, yakın Türkiye tarihini -adeta bir belgesel niteliğinde- söz yazarı, besteci, yazar, bağlama ustası ve siyasi kimliklerinin ötesinde insan olarak evrenselliği yakaladığına inandığım yazarın penceresinden ve süzgecinden gözler önüne seriyor. İnsan okurken kendi geçmişiyle, kendi Türkiyesiyle ilgili birşeyler mutlaka buluyor içinde. Kendinden parçalar bulduğu için de çok seviyor kitabı. Zaten Livaneli kitabın arka kapağında aynen şöyle demiş: Bir Anılar Denizi.. Ankara'da uzak iklimleri merak eden gençlerin kitap okuma merakından başlayıp, hücrelere, dağlara ve ıssız Avrupa başkentlerine uzanan bir macera bu.. Öncelikle benim ama bir anlamda hepimizin hayatına dair bir anlatı. Kitabı okuyacak olan genç kuşakların, bizimkinden daha mutlu bir Türkiye'de yaşamalarını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Kanımca kitapta göze çarpan başlıca unsurlardan biri değişime ayak uydurmanın önemi ve çağdışı kalmış fikirlerin, tutuculuğun sadece bireysel değil, kitlesel imhalara nasıl yol açabileceği.. Sevdalım Hayat yepyeni olarak piyasada. İstanbul, 2007 Ekim tarihli, Remzi Kitabevi baskılı. Hepinize iyi okumalar. http://www.livaneli.net/ http://www.remzi.com.tr TÜRKÇE NİN İNCELİKLERİ Sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yeni yıl diliyorum hepinize, sevgili okurlar. Anlatımı güzelleştirmek, savunulan fikir ve düşünceleri daha etkili kılmak için çeşitli kalıplaşmış sözler vardır. Tekerlemeler, atasözleri, deyimler gibi. Aslında çok zengin olan anadilimiz Türkçe de maalesef bu güzellikleri yavaş yavaş kaybettiğimizi düşünüyorum. İşte bu sebepten dolayı vakit buldukça merak ettiğim bazı deyimleri araştırıyorum, neden ve nasıl bugünkü halini aldığını öğreniyorum ve yeni öğrendiğim bu bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım ben de sizin merakınızı uyandırabilirim. Eski çamlar bardak oldu Evliya Çelebi, ünlü Seyahatname sinde Bolu yu anlatırken şöyle der: Ab-ı hayat suları ve kutu bozası ve çam ve ardıç bardakları olur, kim andan su içen ab-ı hayat-ı cavidan bulur. Ol diyarda ona senek ve boduç derler. Semra Fiz Arıkçı Çam ağacının işlenmesi kolay olup bir özelliği de suyu soğuk tutması ve ona güzel bir koku vermesiymiş. Çam ormanlarından çıkan kaynak sularının da çok itibar görmesi bu sebeptendir sanırım. Evliya Çelebi nin dediği gibi çam ormanlarının bulunduğu yerlerde ağaçtan tek parça halinde bardaklar (boduçlar) yapılıp, su kabı olarak kullanılmasına yol açmış. Eski çamlar bardak oldu deyiminin asıl hikayesi ise şöyle: Çok ama çok eskilerde orman köylerinden bir

Bizim Dergi 18 delikanlı, askere gitmiş, tabii o zamanlar askerlik oldukça uzun sürüyormus. Geri döndüğünde köyün yakınındaki büyük çam ağaçlarının kesildiklerini görünce babasına sormuş hemen, neden diye. Babasının cevabı ise şöyle olmuş: - Oğlum, sorduğun o eski çamlar bardak oldu. Askerde iken sana gönderdiğimiz harçlıklar nereden geldi sanıyorsun? Ağzında bakla ıslanmaz Ağzından baklayı çıkarmak Kurutulmuş baklanın hem ıslanması hem de yumuşamasının zor olması bu iki deyimin üretilmesine sebep olmuş. Sır saklama ve dilini tutma konusunda kendisine itimat edilemeyen kişiler için Ağzında bakla ıslanmaz deyiminin kullanması bu yüzdendir. Baklayla ilgili diğer bir deyim ise Ağzından baklayı çıkarmaktır. Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla, kendisine yakıştırılan küfürbazlık şöhretine dayanamaz olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş. Şeyh efendi bakmış, adam çok yanık, çaresiz, geri çevirmekte olmaz, adamlarından bir avuç kuru bakla getirmelerini istemiş. Bunları okuyup üfledikten sonra, bu çaresiz yeni derviş adayına şu tembihte bulunmuş: - Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sen de küfretme isteğini hatırlayıp o anda söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa, cebindekilerden yeni bir baklayı yine dilinin altına yerleştirirsin. Şeyh efendi bir kaç dakika daha bekleseniz, der. Şeyh sabırla La havle çeker, yağmurun şiddeti giderek artar, bizim yeni derviş, eski küfürbaz yavaş yavaş söylenmeye başlarken, nihayet üçüncü kez pencere açılır: Gidebilirsiniz artık der genç kız. Şeyh efendi dayanamaz ve sorar: İyi de evladım, bir şey yok ise bizi niçin beklettin? Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtalari tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa, piliçlerde tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu. Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine Şeyh efendi, Ulan derviş, çıkar ağzından şu baklayı!... Deyimlerimizin ortaya çıkış hikayelerini bilmek, konuşurken bize anadilimize ne kadar hakim olduğumuzu gösterirken, kültürümüzün dile yansımasına renk katıyor. İskender Pala, İki dirhem bir çekirdek adlı kitabında tam 99 adet deyimimizin hikayelerini toplamış. İlgilenenler için büyük bir zevkle okunacak bir kitap, tavsiye ederim. Sağlıcakla kalın. Gönlünüzden huzur eksik olmasın. Sevgiler Adamcık, şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlamış. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince, onu yanından ayırmamaya başlamış. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız: - Şeyh efendi, biraz durur musunuz?, deyip pencereyi kapatır. Söyleneni, sebebini bilmeden yaparlar ama yağmurdan sığınacak bir yerde olmadığından tam sabırsızlanırken, genç kız camı açar ve

Bizim Dergi 19 ÇOCUK DÜNYASI Tuba Gönç Yazan: Zeynep Cemali Editör: Mine Soysal Öykü Öykü Gezen Kedi Usta öykücü Zeynep Cemali nin son kitabındaki öykülerin içinde hınzır bir kedi dolaşıyor! Çocuk edebiyatımızın usta kalemi, çocuklara kitap okumayı sevdiren sıcacık öykülerin usta yazarı Zeynep Cemali, yeni kitabında zengin üslubunu bir kez daha ortaya koyuyor. Yazarın gerçek yaşamdan süzdüğü birbirinden ilginç öykülerin arasına yerleştirdiği küçük sürprizler, okuyucuyu gülümsetiyor. Kitapta yer alan öyküler: Siyami Bey, Bisiklet Aşkına, Fındıkçı Güzeli, Kırmızı Onluklar, Natır Naciye nin Torunu, Kaportacı Kardeşler, Çaycı ve Çocukları, Bay Baykuş. Temalar: Değerlerimiz, birey ve toplum, dostluk, hayvan sevgisi, iyi-kötü, kardeşlik, sanat, gizem, aile, okul Organik Tarιm Nedir? Organik tarım uzun zamandır herkesin dilinde. Peki nedir bu organik tarım? Organik tarım çevre ile uyumlu bir şekilde, kimyasal gübre yada böcek zehiri kullanılmadan yapılan tarımdır. Organik tarım ürünleri diğer tarım ürünlerinden daha pahalı olsa da hem çevreye hem de sağlığa fayadalı olduğundan dolayı insanlar tarafından tercih edilmektedir. Organik tarım sadece insanlar için değil hayvanlar için de faydalıdır. Organik tarımcılar besledikleri hayvanlar için iyi yaşam koşulları sağlar ve doğada gezinmeleri için olanak tanırlar. Sağlıklı besinlerle besledikleri için hastalanmaları da önlenmiş olur. Sağladıkları gübre ile hayvanlar çiftliğin en önemli parçasıdırlar. Gübre çiftçinin daha fazla ürün vermesi için toprağa koyduğu toprağı besleyici bir şeydir. Besin parçaları ve diğer organik atıklar işlemden geçirilerek gübreye dönüştürülür. Organik atıklar minik mikrop ve solucanlar tarafından parçalanarak besleyici bir ezmeye dönüştüğünde buna gübre denir. Farklı türdeki bitkilerin gelişebilmesi için değişik besin türlerine ihtiyaçları vardır. Toprağı sağlıklı ve yararlı maddelerle dolu olarak tutmak için çiftçiler her sene ektikleri ürünü değiştirirler. Farklı bitkiler topraktan farklı besinler alırlar. Toğrağa her sene farklı ürün ekilmesiyle toprak besleyici özelliğini elde etmek için yeterli zamana sahip olur. Bununla birlikte organik tarım yapmayan çiftçiler ekini değiştirmek yerine kimyasal gübreler kullanırlar. Toprağın üst kısmının rüzgar yada yağmur ile aşınmasıyla oluşan toprak erozyonu çiftçiler için büyük bir problemdir. Büyük ölçekli endüstriyel çiftçiler çoğu zaman yapay ürünler kullanarak kısa zamanda çok ürün almaya çalışırlar. Bunun sonucunda toprağın sabitliği kaybolur ve kimyasallara ihtiyaç duyar. Çiftçiler toprak erozyonunu önlemek için rüzgara karşı durmak üzere çalı yetiştirirler.

Bizim Dergi 20 Annesini Arayan Kardanadam O gün, yılın ilk karı yağmıştı. Narlıköy ün çocukları hemen toplanıp, kendilerine kömür gözlü, havuç burunlu, sevimli bir kardan adam yaptılar. Bütün gün neşe içinde kartopuna tutup, oynadılar. Çocukların sevinçli hali kardan adamın da çok hoşuna gitmişti. Onların çevresinde koşup oynaması bir anda kardan adamı da canlandırmış gibiydi. Öyle ki, karanlık bastırıp da çocuklar evlerine çekilince pek hüzünlendi. Kendisini çok yalnız hissetti. Öylesine üzüldü, öylesine üzüldü ki, neredeyse buzdan kalbi Çıt! diye kırılacaktı. Sonra, Belki de onları yeniden görebilirim diye düşündü. Yavaşça yeniden doğrulup, en yakınındaki evin penceresine yaklaştı. İçeride çıtır çıtır yanan soba, camları iyice buğulamıştı. Yine de annenin küçük toprak taslara buharı tüten, sıcacık çorba doldurduğu görülebiliyordu. Baba, sobanın ağzına kürek kürek kömür atıyordu. Çocukların neşesine de diyecek yoktu. Bir yandan buharı tüten çorbaya kaşık sallarken, bir yandan da o gün okulda olanları anlatıyorlardı. Kardan adam üzüntüyle içini çekti. Kendisinin hiç evi, ailesi olmamıştı. Nasıl olsun? Günübirlik yaşıyordu zaten. Üstelik şu sevimli afacanlar olmasa ayaklar altında ezilen bir tutam kardan başka bir şey olmayacaktı. Hele şu Güneş yüzünü birazcık gösterse, yaşamının o anda son bulacağını biliyordu. Birden kararını verdi. Daha önce kar tanelerinden birinin anlattığı o KUTUP denilen yere gidecekti. Böylece yıllarını birlikte geçirebileceği bir aileye de kavuşabilirdi. Ertesi sabah çocuklar sokağa çıktıklarında bir şaşırdılar ki sormayın. Her yan karlarla kaplıydı. Gece hava daha da soğuduğu için karlar erimemişti, ama bir gün önce özene bezene yaptıkları kardan adam birdenbire yok olmuştu? Doğrusu kimsenin aklı bu işe ermedi. Kardan adama gelince... Az gitti... Dere tepe düz gitti... Donmuş toprakların üzerinden, çatır çutur buzların arasından geçti. Sonunda Kutup bölgesine vardı. Önce buz gibi rüzgar karşıladı onu. Sonra siyah elbiseli penguenlerle, sevecen foklar sardı çevresini. Foklar küçük yüzgeçleriyle sağına soluna dokunup onunla arkadaş olmak istediklerini söylediler. Penguenlerin bir kısmı neşe içinde el çırpıp bu yeni dostu selamladılar. Bazıları da merakla havuç burnunu, çalı süpürgesini çekiştirdi. Şakacı rüzgar, başındaki şapkayı kapıp kaçırdı. Kardan adam da onları pek sevmişti. Artık eriyip çamurlara karışmak yok, diye mırıldandı kendi kendine... Burada yıllarca yaşayabilirim. Ama bir süre sonra herkes kendi işine daldı gitti. Zavallı kardan adam yine tek başına kalmıştı. İlk kez kar ve buz onu titretti. İnanır mısınız, ağaçları, hatta güneşi bile özler oldu. Hele çocuklar... Hele o yaramaz çocuklar burnunda tüter olmuştu. Üstelik şimdi, arzuladığı bir aileye ancak onların yardımıyla kavuşacağını da anlamıştı. Sevilmek istiyordu. Yaşamı bir gün bile sürse, birilerinin ona sarılması, onların sıcaklığını duyması gerekliydi.... Çocuklar, ilkbaharın sevimli müjdecisi kuş cıvıltılarıyla uyandıkları bir sabah, sokakta hiç beklemedikleri bir konukla karşılaştılar. Kardan adam esrarengiz şekilde ortadan kaybolduğu gibi, yine aynı anlaşılmaz bir güçle ortaya çıkmış, onlara gülümsüyordu. Yemyeşil çimenlerle, papatyaların arasında durmuş, omuzlarına konan kuşların şarkılarını dinliyor gibiydi. Her halinden mutluluk içinde olduğu anlaşılıyordu. Köyün sokakları bir anda neşeli çığlıklarla doldu. Köyün her evinden bir iki çocuk koşarak çıkıp bu eski dostun çevresini sarıyordu. Bu güzel manzarayı gören güneş, bir buluta kendisini örtmesini rica etti. Biraz daha geç ısınıp, çocuklarla kardan adamın mutluluğunu elinden geldiğince uzatmaya çalıştı. Her geçen dakika eriyip toprağa karışan kardan adam ise mutlu gülücükler dağıtmaya devam ediyordu çevresine. Birkaç ay sonra yeniden buluşacaklarını biliyordu artık, bu dünyada çocuklar var oldukça ve kar yağdıkça her kış yeniden doğacağına inanıyordu.