Surenin Adı: ŞEMS SÛRESİ Nuzul 28 / Mushaf 91 Güneş anlamındaki adını ilk âyetinden alır. Güneş ve onun göz alıcı ışığı şahit olsun; güneşi izleyen ay şahit olsun (1-2) Güneşin şahitliğinden söz edilmektedir. Elbette güneş, önce nuzul ortamında kendisine tanrılık yakıştıranların aleyhine şahittir. Sonra üzerine doğduğu her şeye şahittir. Güneş ve ayın şahit olması gece ve gündüzün şahit olması demektir. Gece ve Gündüzün şahit olması ise, insanoğlunun yaptığı her davranışa şahit bırakması demektir. Sözün özü; hiçbir kimse, Allah tan hiçbir bilgiyi kaçıramaz. Buhârî sûreyi ilk âyetinin tamamıyla anmıştır. Kur an da yeryüzündeki hayatın temel kaynağı olan güneş isimli bir sûrenin bulunması dikkat çekicidir. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Mekke de inmiştir.
MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE Sûrenin iç sesi, onun tek celsede indiğini teyit eder. İndiği yılı tam tesbit edemesek de, Semud kavminin feci akıbetini haber veren son bölümü, inkârcı muhatapların fiili saldırılarının başladığına delalet eder. Bu ise sûrenin 3-6 yılları arasındaki Daru l-erkam yıllarında nâzil olduğunu gösterir. Peygamberliğin 4. yılına yerleştirilebilir. İlk tertiplerin tümünde Buruc sûresinin önünde yer alır. Surenin Konusu: Konusu, mushaf sıralamasında kendinden önce yer alan Fecr ve Beled sûrelerinde olduğu gibi; İnsan, Onun ebedi saadeti ve felaketidir. Güneşi ve ışığını güneşten alan ayı şahit tutarak söze başlaması (1-2), zımnen Allah a ve vahye delalet eder. Zira; Güneş nasıl maddî hayat için ışık ve hayat kaynağıysa, Allah ve vahiy de mânevî hayat için ışık ve hayat kaynağıdır. Nasıl ki gündüzüyle gecesiyle yeryüzü güneş ve aya şahitse, fucûr uyla ve takvâ sıyla da insan Allah a ve vahye şahittir (3-8). Sonuç ise bellidir: Benliğini ilâhi ışıkla arındıran mutluluğa erişir, onu karanlıkta bırakan kaybeder (9-10).
Sekiz şey üzerine yemin edilir: Güneş, Günışığı, Ay, Gündüz, Gece, Gök, Yer ve İnsan. İnsanlık tarihinde bu sayılanların tanrılaştırıldığı farklı yer ve zamanlar olmuştur. Bunlardan ilk altısının insanın emrine musahhar kılındığı ifade edilir. Emrine verilenlere Allah tan bağımsız tanrılık yakıştırmak, kölesinin kulu olan şaşkın efendi rolü oynamaktır. Kaybedenler için Kimler gibi? derseniz, cevabı Semud kavminin uğradığı feci akıbet olacaktır. Nüzul sürecinde ilk kez Fecr sûresinde değinilen Semud un akıbeti burada detaylandırılır. Onlar, elinde vahiy gibi ilâhi bir ışık taşıyan bir Allah elçisini yalanlamışlar, sonuçta kendilerini karanlığa mahkûm ederek ebediyen kaybetmişlerdir (11-15).
ب س م للا ح ن م ا ر ح ن م م RAHMÂN RAHÎM ALLAH IN ADIYLA و ح نشا س و ض ه ا ١ 1 GÜNEŞİ ve onun gözalıcı ışığı şahit olsun; (1) (1) Bu yemin güneşe tanrı diye tapanların bulunduğu miladi 7. yüzyıl dünyasında, güneşin de Allah ın emrine âmâde bir mahluk olduğu imasını içerir. Zira ilk bölümde dile gelen ay ve güneş, gündüz ve gece, gök ve yer, fucur ve takvâ, aydınlanma ve karanlığa gömülme, hep yaratılmış âlemin çift kutupluluğuna ve dolayısıyla yaratanın eşsizliğine delalet eder. Güneş bir miktar yakın olsa yanar, uzak olsa donardık. O halde eşya bizatihi hayırdır, bize dokunan hayır ve şer ona olan mesafemizdir. Nasıl ki ilacı ilaç yapan doz ise, güneşi hayat yapan da mesafedir. و ح ق ا م ح ذ ح ت ل ه ا ٢ 2 Güneşi izleyen (2) ay şahit olsun! (3) (2) Tuluv, güneşin ve ayın hareketli olduğunu, ayın güneşi bir yörüngede takip ettiğini ifade eder. Okumak mânasındaki tilavet le kökteş olduğu düşünüldüğünde, ayın güneşin ışığını yansıtması, ayın güneşi okuması olarak yorumlanabilir. Allah ın kelamını hakkıyla okuyan, Allah ın nuruyla aydınlanır ve o nuru etrafına yansıtır. Ayın evreleri onun gün ışığını izlemesiyle oluşur. Bu izleme ayın on dördünde kemaline ulaşır. Bedir günleri, adeta güneşi izleyen ayın güneşe en çok benzediği günlerdir.
(3) Ayın ibadetlerdeki ve hayattaki önemli rolü. Oruç, hac, zekât, iddet, borçların hesaplanması, vâde hep ayın dinî hayat ibadetlerle kaçınılmaz ilişkisini gösterir. و ح ننه ا م ح ذ ح ج ل ه ا ٣ 3 Onun ışığını ortaya çıkarıp gösteren gündüz şahit olsun; و ح ن ل ح ذ ح غ ش ه ا ٤ 4 Yine o ışığı gizleyecek (4) gece şahit olsun! (5) (4) Gündüz mazi fiille gelirken gecenin muzari fiille gelmesi, gündüzün asıl gecenin fer oluşuna, gündüzün geceye önceliğine delalet eder. Bu âyet gösterir ki ışık mucizedir. Tıpkı su gibi, hayat gibi, ruh gibi. Bu kevni mucizeye dikkat çeken vahiy, bizi kâinat kitabını okumaya çağırır. (5) Gece ve gündüz, Leyl 1-2 de başkasına işaret etmeksizin zamirsiz olarak gelmiştir.
و ح نسا اء و ا ا ب ن ه ا ٥ 5 Gökyüzü ve onu ayakta tutan (nizam) şahit olsun; و ح ل م ض و ا ا ط ه ا ٦ 6 Yeryüzü ve onu çepeçevre kuşatan canlı örtü şahit olsun! (6) (6) Tahâhâ ile Nâzi ât 30 daki dehâhâ iştikak-ı ekber açısından birbirine yakındır (Ferrâ). İkisi de yeryüzünün yuvarlaklığına delalet eder. Burada mâ ile kullanılan tahâhâ, canlı hayatı temsil eden biyosfer tabakasının yeryüzünü çepeçevre kuşatmasını ifade etse gerektir.
و ن ف س و ا ا س و ه ا ٧ 7 İnsan benliği ve onun yaratılış amacına uygun biçimlenişi şahit olsun; (7) (7) Veya mâ ya ilgi zamiri mânası vererek: biçimlendiren Allah. Mâ ları masdariyye olarak aldık. Zira bu hem mâ nın Allah için kullanımının şık olmaması, hem de ilk âyetlerle uyumluluk açısından tercihe şayandır. ف ا ه ا ه ا ف ج و م ه ا و ت ق و ه ا ٨ 8 Ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini (8) yerleştiren (şahit olsun) ki: (8) Takvâ nın muhtemelen iniş sürecinde ilk kullanıldığı yer burasıdır. Kök mânası, biri diğerine zarar veren iki şey arasına engel koyarak zarar göreni zarar verenden korumak demektir. İttekâ bi-teresihi kalkanıyla kendini korudu/sakındı denilir. Bir sahabi, savaşın en şiddetli anında Allah Rasulü nün ardına sığınarak korunduklarını ittekaynâ bi-rasûlillah cümlesiyle dile getirir. Hz. Peygamber takvâ yı şöyle açıklar: Birbirinize haset etmeyiniz! Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı methedip fiyatını arttırmayınız! Birbirinize buğzetmeyiniz! Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyiniz! Sizden bazılarınız diğer bazılarınız üzerine alışverişe girişmesin! Ey Allah ın kulları kardeş olunuz! Müslüman müslümanın kardeşidir. Müslüman müslümana zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takvâ işte budur/buradadır. Rasulullah takvâ işte buradadır sözünü üç defa tekrarladı ve her seferinde eliyle göğsünü gösterdi. (Müslim, Birr 32). Bu hadis ekonomik, sosyal, ahlâkî, dinî ve siyasal her alanda tavsiyeler içermektedir. Nebi bunların tümünü takvâ başlığı altında ele alabilmektedir. Bu da bizi insanı sorumlu hareket etmeye götüren sorumluluk bilinci tarifine ulaştırır. ق د ح ف ل ح ا ر ز ك ه ا ٩ 9 Kim kendini geliştirip arındırırsa, o kesinlikle ebedi mutluluğa ulaşacaktır; (10) (10) Veya fiilin gizli öznesinin Allah olduğundan hareketle: Allah kimi temize çıkarırsa o kesinlikle mutluluğa ulaşacaktır. Fakat Kur an da geçen her felah, Mü minûn 1 de olduğu gibi, kulun fiiline bina edilir (krş. Mü minûn: 1; Necm: 32; Nisâ: 49). Bu Allah ın insan iradesine verdiği değerdir. Kaldı ki tercihimiz, men ilgi zamirinin iki özneyi de gören konumundan doğan bu çifte anlamı zımnen içermektedir (Benzer bir ibare için bkz. Ra d: 27). Çünkü kendini geliştirip arındıranı Allah temize çıkarır. Tezekka, kök anlamından dolayı artma, gelişme mânasını içerir.
(Nuzul 80 / Mushaf 23 : Mü minun 1 Aşağıdadır.) ق د ح ف ل ح ح ا ؤ ا ن ور ١ 1 DOĞRUSU, gereği gibi inananlar(2) gerçek kurtuluşa erecekler: (3) (2) el-mu minûn daki belirlilik, anlama gereği gibi ifadesiyle yansıtılmıştır. (3) Lafzen: kurtuluşa ermişlerdir. Kur an da örneğine çokça rastlanan dil kuralına göre gerçekleşmesi kesin olan bir olay hakkında, muhatabın inancını pekiştirmek için, geçmiş zaman kipi kullanılır. Sûrenin ilk âyeti inananlar kurtuluşa erecekler derken, sondan bir önceki 117. âyeti inkarda ısrar edenler asla kurtuluşa eremeyecekler der. (Nuzul 26 / Mushaf 53 : Necm 32 Aşağıdadır.) ح نذ ر ج ت ن ب ور ك ب ائ م ح ل ث م و ح ف و ح ش ح ن ل ح لنا م ح نر م نبك و حس ع ح ا غ ف م ة ه و ح ع ل م ب ك م ح ذ ح ن ش ا ك م ا ر ح ل م ض و ح ذ ح ن ت م ح ج ننة فى ب ط ور ح ناه ات ك م ف ل ت ز ك وح ح ن ف س ك م ه و ح ع ل م ب ا ر ح نتق ى ٣٢ 32 Büyük günahlardan ve ahlâksızca fiillerden kaçınanlara gelince: (23) ufak tefek kusurlar işleseler de, kesin olarak bilsinler ki senin Rabbin engin bağış sahibidir. O, yeryüzü (toprağından) sizi var ederken de, annelerinizin karınlarında cenin halindeyken de sizinle ilgili her şeyi bilir; şu halde kendinizi yunmuş yıkanmış görmeyin: (24) kimin takvâya uygun davrandığını en iyi bilen O dur. (23) Fevâhiş: Hem günah, Hem ayıp, Hem suç olan davranışlar. (24) Ümmü l- Alâ muttaki misafirinin cenazesine yönelerek Ey Ebu Saib, senin adına şahidim ki Allah sana ikram edecektir! deyince, Hz. Peygamber, Allah ın ona ikram edeceğini sen nereden bileceksin ki? Vallahi Allah ın peygamberi olduğum halde, yarın bana ne yapılacağını ben bile bilmiyorum! buyurur (Buhârî, Cenâiz 3, Tabir 13, 27). (Nuzul 106 / Mushaf 4 : Nisa 49 Aşağıdadır.) ح م ت م ح ى ح نذ ر ز ك ور ح ن ف س ه م ب ل للا ز ك ى ا ر ش اء و ل ظ ل ا ور ف ت ا ل ٤٩ 49 Baksana kendilerini temize çıkaranlara! Ama yoo! Allah dilediğini temize çıkarır ve kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz.(77) (77) Allah ın seçilmiş halkı olduğunu düşünen Yahudilerle, Hz. İsa nın kendilerini ilk günah tan arındırma adına çarmıha gerildiğine inanan Hıristiyanların bu yaklaşımlarına atıf. (Nuzul 58 / Mushaf 13 : Rad 27 Aşağıdadır.) ض ل ا ر ش اء و ه دى ح ه ا ر ح ن اب ٢٧ و ق ول ح نذ ر ك ف م وح و ل ح ن ز ل ع ل ه ح ة ا ر م ب ه ق ل ح نر للا 27 Yine inkârda direnenler, Ona Rabbinden bir mucize indirilmesi gerekmez miydi? derler. De ki: Allah dileyen kimsenin sapmasını diler, Kendisine yönelen kimseyi ise doğru yola yönlendirir ; (37) (37) Yeşa fiili cümle içerisinde iki özneyi de görmektedir: O (Allah) ve men (insan). Bu durumda, Allah ın dilemesi (hidayet için bkz. Tevbe: 80, not 3) insanın tercihinin bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Özellikle burada, hidayet zıddı olan dalalet ile birlikte anılmaktadır. Fakat anlamamızı kolaylaştıran asıl unsur ibaredeki ileyhi men enab dır (krş. Mü min: 13). Çünkü bu kısımda hemen önceki yudillu men yeşâ ibaresinde gizli ikinci özne olan insan açıkça ortaya çıkmıştır: kendisine yönelen kimse. Yani Allah kendisine yönelen kimseyi doğru yola yönlendirir. Allah ın hidayete erdirmesi ya da dalalete düşürmesi ile ilgili tüm âyetler, buradaki ilâhî iradenin nasıl tecelli ettiğini açıklayan şu âyet ışığında anlaşılmalıdır: Allah, yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz (Bakara: 26). Ayrıca Kur an Allah esenlik yurduna davet eder dedikten sonra, bu davete icâbet edenleri kastederek dileyen kimseleri ise dosdoğru bir yola yöneltmeyi murad eder buyurmaktadır (Yûnus: 25).
Hidayet/dalaletle ilgili 19 âyetin biri hariç hepsinde de hem öznelerin hem de tümlecin yüklemi üçüncü şahıs formuyla gelir. Adı geçen tek istisna olan Şûrâ 42. âyet ise birinci çoğul şahıs kipi olan biz formuyla gelir. Onda da, mücerret olarak biz doğru yola yöneltiriz şeklinde değil, bir mef ulü bih ile Onun için bir ışık yaratırız, dilediğimizi o ışık sayesinde doğru yola iletiriz formunda gelir. Bu da, hedâ ve dalâl ile kullanılan yeşa fiilinin iki özneyi de gördüğüne delalet eder. Aynı sonuca istikrai bir okumayla da varılır (Ayrıca bkz. âyet 31; İbrahim: 4; Nûr: 21; Muhammed: 17, ilgili notlar). و ق د خ اب ا ر د س ه ا ١١ 10 Kim de kendini geliştirmeyip (içindeki iyilik tohumunu) çürütürse, o kesinlikle kaybedecektir. ك نذب ت ث ا ود ب ط غ و ه ا ١١ 11 HADDİNİ AŞTIĞI için Semud (bu) hakikati yalanladı;
Hz Salih ve Semud Kavmi Hz Salih ve Semud Kavmi
Hz Salih ve Semud Kavmi ح ذ حن ب ع ث ح ش ق ه ا ١٢ 12 Hani kavmin en azgını, kışkırtmayla zıvanadan çıktığında, (11) (11) Mutavaat kalıbı olan inbe ase, kışkırtılma durumunu ifade eder. Buna göre, günaha kışkırtan da günahı işleyen gibi suçludur. للا و س ق ه ا ١٣ للا ن اق ة ف ق ال ه م م س ول 13 Allah ın elçisi (Sâlih) şöyle demişti: (Bu) Allah ın devesidir; şu halde bırakın da (Allah ın) suyunu içsin! (12) (12) Allah ın devesi (nakatullah) ifadesi tıpkı Allah ın arzı (arzullah) ifadesi gibi, kamu malını ifade etse gerektir. Aynı zamanda, sahipsiz canın sahibinin Allah olduğunu gösterir. Nâka, beş yaşına ulaşmış dişi deve için kullanılır. Hamile olduğu imasını taşır. Allah ın devesi ifadesi eskiden beri Araplarda yaygın olan bir geleneğini hatırlatır. Muhtemelen kökleri Semud a kadar uzanan bu geleneğin cahiliyyede yaşatıldığını Mâide 103 ten öğreniyoruz. Semud kavmi, Mâide 103 te sayılan sebeplere benzer bir nedenden dolayı bir dişi deveyi Allah ın devesi ilan edip kutsallaştırmış, sonra da o hayvana Allah baksın dercesine suyu bile çok görmüştür. Buradaki yaman çelişki şudur: Hem bir hayvanı yaratılış amacı dışına iterek Allah ın devesi ilan etmişler, hem de onu susuzluktan ölüme terk etmişlerdir. Âyetteki haddini aşma bu olsa gerektir (krş. Hûd: 64).
(Nuzul 70 / Mushaf 11 : Hud 64 Aşağıdadır.) و ا ق و م ه ذ ه ن اق ة للا ك م ح اة ف ذ م وه ا ت ا ك ل فى ح م ض للا و ل ت ا س وه ا ب س وء ف ا خ ذ ك م ع ذ حب ق م ب ٦٤ 64 İmdi ey kavmim! Allah a ait olan bu dişi deve(79) sizin için bir sembol kılınmıştır. O hâlde bırakın da Allah ın arzında otlasın! Sakın ona kötülük yapayım demeyin! Sonra ânî bir azaba çarptırılırsınız. (79) Lafzen: Allah ın devesi. Bu ifade tıpkı, Beytullah (Allah ın evi) ve Bu âyette geçen ardullah (Allah ın arzı) gibi anlaşılmalıdır. Bu son ikisi nasıl kamu malını ifade ediyorsa, hakkında bir yığın mesnetsiz yorum yapılan bu deve de kamu malını ifade eder. Etiyle canıyla bilinen bir devenin bilinmeyen mucizevi bir belge (âyeten) olması, o deve üzerinden yapılan sınavın azametine ve asla tahmin edilemeyecek olan sonucuna işaret etse gerektir. Muhtemelen bu deveyi ayrıcalıklı kılan, onların varlıktaki ilâhî hiyerarşiye müdahale anlamına gelen sahte kutsallık icadı sayılabilecek uygulamalarıydı. Allah için hayvan kurban etmenin hikmeti de, ilâhî hiyerarşiye (meratibü l-vücûd) saygı taliminden başkası değildi (krş. Hac: 36-37, notlar). Bu, Mâide 103 ten öğrendiğimiz Mekke ve çevresinde yaygın olan bir geleneği andırır. Bu geleneğe göre, özellik sahibi hayvanları önce adayarak sahte bir kutsallık kılıfı geçiriyorlar, bu süreç o hayvanlara eza-cefaya dönüşerek ölüme kadar varabiliyordu. Bu geleneğin köklerinin Semud a kadar uzandığını düşünebiliriz. ف ك نذب وه ف ع ق م وه ا ف د ا د م ع ل ه م م ب ه م ب ذ ن ب ه م ف س و ه ا ١٤ 14 Derken elçiyi dinlemediler (13) onu işkenceyle boğazladılar. Sonunda Rableri, bu günahları yüzünden burunlarını sürte sürte onları yerle bir etti; (13) Lafzen: Yalanladılar. و ل خ اف ع ق ب ه ا ١٥ 15 Oysa ki o (kavim) kendi akıbetinden zerrece endişe etmezdi. (14) (14) Veya yehafu nun gizli zamirinin Allah ı gösterdiğinden hareketle: O, o (kavmin) akıbetinden korkmazdı. Bunun tekellüflü ve metinle uyumsuz bir mâna olduğu açık.