Editör Merve ÇETAK. Genel Yayın Yönetmeni Mehmet GÖKDOĞAN. Editör Hüseyin YAYLA Merve ÇETAK. Merhaba sevgili okurlarımız, Redaksiyon Nurdan OFLAZOĞLU



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Mitosta, arkaik anaerkil yapı Ay tanrıçalığı ile Selene figürüyle sürerken, söylencenin logosu bunun tersini savunur. Yunan monarşi-oligarşi ve tiran

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.


Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

BU AY ÖĞRENDİKLERİMİZ ATATÜRK Atatürk kim olduğunu hatırladık. Atatürk ün hayatını inceledik. Atatürk ün kişisel özelliklerini ifade ettik. Atatürk ün

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

"ben sana mecburum, sen yoksun."

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ EYLÜL AYI HAZIRLIK-ARI GRUBU BÜLTENİ

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç


3. Yazma Becerileri Sempozyumu

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

ÖZEL EFDAL ANAOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ DENIZYILDIZI GRUBU KASIM AYI BÜLTENİ

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

TEMALARIMIZ UZAY VE GEZEGENLER DÜNYA GÖKYÜZÜ İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ HAFTASI YERLİ MALLARI VE TUTUM HAFTASI YENİ YIL

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Bodrum a gönül veren ünlüler Trafo da buluştu

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Sayın Okul Müdürüm, Saygıdeğer Basın Mensupları, Değerli Misafirler, Sevgili Öğrenciler,

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

FORUM EGE GÜNEŞİ ANAOKULU SINIFI ŞİRİNLER SINIFI MAYIS AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

EĞİTİM VE ÖĞRETİM DÖNEMİ DENİZYILDIZI GRUBU MART AYI BÜLTENİ

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Akın Uyar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

EYÜBOĞLU EĞİTİM KURUMLARI BURÇAK EYÜBOĞLU ORTAOKULU 28. EDEBİYAT VE KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİKLERİ 8-9 0CAK 2019


YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Sevgili dostum, Can dostum,

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

YUNUS GRUBU MART AYI BÜLTENİ

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

ÜNİTE 14 ŞEKİL BİLGİSİ-II YAPIM EKLERİ. TÜRK DİLİ Okt. Aslıhan AYTAÇ İÇİNDEKİLER HEDEFLER. Çekim Ekleri İsim Çekim Ekleri Fiil Çekim Ekleri

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

ÖZEL EFDAL GÖZTEPE ANAOKULU DENIZYILDIZI GRUBU KASIM AYI BÜLTENİ

İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

OKULUMUZDAN HABERLER. -Çakma Külkedisi. Okulumuzda yoğun bir sınav haftası geçti. Bu sayımızda sizden gelenler daha çok yer vereceğiz.

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ ÇİÇEK GRUBU EYLÜL AYI BÜLTENİ

Mutluluk nedir? Kenan Kolday

Söz Filmi İnceleme Rehberi

Benimle Evlenir misin?

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

SEVGİ. Doğduğumuz gün içgüdüsel olarak annemize babamıza sarılır onların yanında olmak

Aylin Adıgüzel. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

YARATICI OKUMA DOSYASI. En sevdiğiniz tatil kitabını anlatan bir resim çiziniz.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

Elektrik, Plastik Cerrahi ve Prometheus: İlk BK Romanı Frankenstein 18 Ocak2014. Ütopyadan Distopyaya, Totalitarizm ve Anksiyete 25 Ocak 2014

KÜLTÜR SANAT-MAVÝ KARANFÝL-127

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

Çiğdem Başar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

...Bir kitap,bir mesaj!

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde etkilediği bugün kesinleşmiştir. Kanada'da bir okulda yapılan deneyde, odaların renk ve

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

ALPER DURU ANAOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ PROJESİ ARALIK AYI DEĞER KONUSU SEVGİ

Transkript:

1

Genel Yayın Yönetmeni Mehmet GÖKDOĞAN Editör Hüseyin YAYLA Merve ÇETAK Redaksiyon Nurdan OFLAZOĞLU Sosyal Medya Yönetmeni Aydın AÇIN Serdar Serhat ALTAN Basın Tanıtım Sorumlusu Şafak OĞUZ Mehmet ARSLANTAŞ Yazarlarımız Arzu TOK Barış ÇELİMLİ Besna AYDIN Cem ARBAĞ Ceyda CEVHER Edib Rasljanin İSLAMOĞLU Eyüp BAĞ Gül Gürdal DURMUŞ Gülnihal ÖZKAN Günsel İSLAMOĞLU Hilal İNAN Hüseyin YAYLA Mehmet ARSLANTAŞ Mehmet GÖKDOĞAN Merve ÇETAK Nihal Buran AYANA Özcan URTEKİN Serdar Serhat ALTAN Sahir ÜZÜMCÜ Sunay GÜLSOY Şafak OĞUZ Şenay ÇAKIR Yelda KARATAŞ Editör Merve ÇETAK Merhaba sevgili okurlarımız, İlk sayımızda olduğu gibi yine dopdolu içeriğiyle siz değerli okurlarımıza 2. sayımızı sunmaktan büyük mutluluk duymaktayız. Dergimizde birbirinden değerli yazar ve şairlerimize yer verdik. Aldığımız tepkiler beklediğimizden daha da büyüktü. Sosyal ortamlarda takipçi sayımızı neredeyse üçe katladık. Hal böyle olunca elimizden gelenin daha fazlasını yapmak için uğraştık. Bu bizim değil siz saygıdeğer okuyucularımızın kültür, sanat ve edebiyata gösterdiği ilginin başarısıdır. Kocaeli Üniversitesi Endüstri Mühendisleri Kulübünün 13-14- 15 Mart 2015 tarihinde, gerek akademisyen gerek iş çevresinden gerekse öğrencilerden oluşan 1114 kişinin yer alacağı 8. KALE (Kaliteni göster-araştır-lider ol-etkile) organizasyonunun bu seneki konusu FARKINDALIK. Bu dev organizasyonda Farkındalık Dergisi adına Sosyal Tanıtım Sorumlumuz Serdar Serhat ALTAN, Farkındalık temalı konuşmasıyla yer alacaktır. Bizi böyle önemli bir organizasyon içinde bulunmamızı sağlayan Endüstri Mühendisleri Kulübü ne teşekkür etmeyi bir borç biliriz. Farkındalık şiarıyla çıkmış olduğumuz bu yolda farkında olma kavramının günümüzde ne kadar önemli olduğunu ve farkındalık yaratmanın çerçeveyi değiştirmekle değil bizzat resmi değiştirmekle olabileceğini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Desteklerinizi bizden esirgemediğiniz için çok teşekkür ederiz. Yeni sayılarımızda buluşmak umuduyla, okumanız daim olsun. farkindalikdergisi @farkindalik_drg 2

İçindekiler 15 Ocak 2015 Sayı:1 4. Fareyi Ona Yedirin Deneme Yelda KARATAŞ 7. Artık Benzemiyoruz Sonsuza Şiir Sahir ÜZÜMCÜ 9. Fikirler ve Çatışmalar Üzerine Deneme Mehmet GÖKDOĞAN 11. Bir Bakışta Yaşar Kemal İnceleme Hüseyin YAYLA 13. Jupiter Yükseliyor Sinema>Eleştiri Mehmet ARSLANTAŞ 14. Şiir Gülnihal ÖZKAN 15. Aziz in Zümrüdü Anka sı Deneme Sunay GÜLSOY 17. Yunan Mitolojisinde İlham Perileri İnceleme Merve ÇETAK 20. Kadınım Şiir İsmail Can KARAKUŞ 21. Fikret Mualla İnceleme Şenay ÇAKIR 23. Adı Çocuk Şiir Şafak OĞUZ 24. Anathema Müzik Cem ARBAĞ 26. KarmAŞ(ı)K Deneme Serdar Serhat ALTAN 27. Aldatılmak ve Çözüm, Birliktelikler ve Perde Arkası, Özden Gelen Fısıltılar Deneme Psikolog Hilal İNAN - Eyüp BAĞ 33. Okuma Sevdası Deneme Edib Rasljanin İSLAMOĞLU 34. Divan Şiirinde Mitoloji Ve Mitolojik Şahıslar İnceleme - Nurdan OFLAZOĞLU 38. Büyüme Şiir Barış ÇELİMLİ 39. Yalnızlık Şiir Arzu TOK 40. Unuttuk Şiir Nihal Buran AYANA 41. Bıraksalardı Şiir - Besna AYDIN 42. Şahne Hatalar 1 Kitap İncelemesi Yaren 43. İstanbul Gezi&Seyahat Gül Gürdal DURMUŞ 47. Türk Halk Oyunları Özcan URTEKİN 50. Bir Sen Eksik Şiir Günsel İSLAMOĞLU 51. Drahoma Şiir Ceyda CEVHER 52. 8. KALE 15 Eğitim Seminer Organizasyonu Organizasyon Konusu: FARKINDALIK 3

FAREYİ ONA YEDİRİN Angina Pektoris Yelda KARATAŞ Deneme Fareyi Ona Yedirin Yarısı buradaysa kalbimin yarısı Çin dedir, doktor. Sarı nehir e doğru akan ordunun içindedir. Sonra, her şafak vakti, doktor, her şafak vakti kalbim Yunanistan da kurşuna diziliyor. Sonra, bizim burada mahkûmlar uykuya varıp revirden el ayak çekilince kalbim Çamlıca da bir harap konaktadır her gece, doktor. Sonra, şu on yıldan bu yana benim, fakir milletime ikram edebildiğim bir tek elmam var elimde, doktor, bir kırmızı elma: kalbim Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis, işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden bende bu angina pektoris Bakıyorum geceye demirlerden ve iman tahtamın üstündeki korkunç baskıya rağmen kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor. ' Nazım Hikmet Ran Doğa bilincini insanda tanıdı. diyor düşünür. İşte doğanın bu bilinçli yaratığı aklını duygularının karşıtı ilan ederek bilinci ile kurabileceği en büyük cehennemi yarattı. Oysa duyguları bilinçsiz değildir insanın. Yoksa neden çarpsın kalbinin her bir zerresi Sarı nehir' de, Kızılırmak gibi neden yakın görsün o nehrin macerasını kalbine, has elmaya? Refleks değildir ki kalbin içindekiler. Duygularımız aklın karşıtı değildir. Gönül gözünün karşıtı değildir hayatın gözü. Ancak zorunluluğun bilincine erdiğimiz özgürlüğü gösteren güç, yalnızca akıl değil; sezgi ve deneyimle beslenen duyguların keskin görüşüdür. Kalbi; aklın karşısına koyan burjuva felsefesi, sınıflı toplumun ekonomik alt yapısının yarattığı değer çarpıtmalarının değer biçmeleri ile kurar inanç sistemini. 4

Yaşadığı çağın ürünü olmayan bir saf ve ilahi insan yaratır ve bu yapıyı kavramlaştırır eline geçirdiği sanat ve bilim aracılığıyla. Kapitalizm değer kavramının temeline ölçü olarak insan ve değerlerini değil, metanın değişim değerlerini koyar o nedenle aşkın karşısına kini, nefreti, etiğin karşısına ahlak ı Sevgi ve aşk, çoğu zaman yalandır çağımızda ama imkânsız değil. İmkânsız olmadığı için kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor,der o büyük şair. İnsan sevgisinin gerçekliğinin yeniden tanımlanması, anlamlandırılmasıdır onun büyük dizeleri. Çünkü şair bilir ki sevginin dışında başka bir duyguya yabancıdır kalbi. Bilir ki kin duyacak kadar kendine ve insan değerlerine yabancılaşmış bir yürek, aşk ı unutmuştur artık. Aşk ı, sevgisi Sarı Nehir de yaşayan bir Çinliye yönelemez. İnsanlığın kaderini kendi kaderi gibi göremez. Yönelse de kendi ulusunun değerleriyle kabul eder onu. Aşkı, alışkanlıkların ve geleneğin yolunu reddedemez. Irmak akar ama o yolunu tayin etmek ister kalbindeki aşkı kine tedavül ederek. Burjuva değerlerinin yarattığı erkek, önce erkektir. Sonra bir ulusu ve dini vardır. İnsan oluşunun değerleri bunlara sıkı sıkıya bağlıdır. Hatta reddedişini bile bu değerler üzerinden yapar. Kim olduğunu değil, kim olmadığını söyleyerek baş kaldırdığını sanır. Aşkının değerini belirleyen güçlü bir değişim değeri daha vardır: yaşı, yani gençliği. Yaş, gençlikle yüksek değerini bulur burjuva toplumunda. Yaşlandıkça bir dişinin değeri düşer. Yaşlanmış bir dişinin gençlik özlemini pahalı bir sektörle tatmin eder: kozmetik. Estetik görüntüsünü değiştirerek değerli olduğu yanılsamasına kapılmış bir kadın ordusu yaratır. Yaşını başını almış bir kadının kendinden genç biriyle olmasını bağışlamaz burjuva ahlakı. Aşk pazarı kurallarına aykırıdır. Burjuva toplumunda gençlik sanki hiç yaşlanmayacak gibi yaşar. Çünkü sistem varlığını güvenle sürdürmek için, kandırılması daha kolay toy iş gücüne, ham gençliğe ihtiyaç duyar. Gençlik yüce bir değerdir ve hisleri halinde ebedisi aranır! İnsana değer biçmelere ulus, ırk, yetmez; o elmanın kurtlarından birini daha yaratır. Sevmenin karşıtı sandığı çarpık bilincinin ürünü kinini beslemek için erkek egemen değerlerine yaşına göre sevmesi gerektiği ön yargısını ekler. Sevilmeye değer olan şey nedir konusunda bizi aydınlatacak gerçek sanat yapıtlarıyla önümüzü kesmiştir çoktan. Manzume yazan öyle çoktur ki şiiri ve şiirsel değerleri unutur geniş kitleler. Best Sellerlar öyle çoktur ki gerçek edebiyat yapıtlarını okumaz bile insanlar. Televizyon kültür dağıtır. Bir günlük pop sanatçısı besler ve tanımlar. Mozart ancak cep telefonlarının acılı tonu olur hızla sesini yitirerek. Etik birey yaşantılarının örneklerini hayatın içinde mucize olarak görebildiğimiz bu vahşet çağında şiir, roman, resim, müzik yapıtlarından kısaca sanattan başka yol göstericimiz yoktur artık. Camus un Veba sında ise bambaşka bir aşk tanımıyla karşılaşırız. Veba en son, sevgilisinin canını 5

isteyecektir ondan. O da sevgilisinin bu kentte vebaya karşı direnebilecek en güçlü insan olduğunu bilmenin bilinciyle sevilmeye değer olan için hayatından vazgeçer. Benim canımı alın, sevdiğim kadın yaşamalı,der Veba ya. Veba diyetini alır ama kaybeder. Veba nın kaybettiği yer, İnsan sevgisinin hası, bir insanın bir diğer insana hayatını verebilecek kadar duyduğu güvendir. İnandırılmış değil, inanmış bir bağımsız bireyin kahramanca yaşantısıdır. Yoksa neden sorsun ki Hemingway: Çanlar Kimin İçin Çalıyor? Aşk, özneye özgürlüğünün bilincini ve bencilsizliği öğreten aşk ve bir o kadar ben ve biz olan aşk. Herkese ve her şeye karşı sorumlu olan o kalp, o kurtsuz elma Angino Pektoris ten korkanlar, Orwel in öngörüsüyle 1984 te kinle haykırırlar: O fareyi ona yedirin. İktidara karşı durabilecek en büyük silahlarının aşkları olduğunu söyleyen bu insanların bilincine ne olmuştur bir yüzyıl içinde? Bilinçsiz acıların arabeskleştirdiği birey: Sevdim öldürdüm, namusum en değerli değerdir. diyen ama o namus değerinin hangi insani değerin karşılığı olduğunun bilincine ermeden yaşayan sürü bireyi, sevgi sözcüğüne kendi duygularının değer bilinciyle inanmış değil, inandırılmıştır! Asla incitemeyeceği kadar değerli bulduğu bir şeyi bir an için olsa acıtmak bile kendini acıtmak değil midir? O kendinden ayrı mıdır? Ya da kendisi ondan? Aşkını, kini değer olarak ele alıp tanımlayan, Onu sisteme (İktidara)teslim eder İnce Memed ağlar işte o zaman gençliğimize! Ötekinde sevilmeye değer tek bir şey görür: kendi istediği bir şeyi yaratma fırsatı. Onun taşıdığı insan değerlerine bir an dikkat etmez. Kimsenin kimseyi evcilleştirecek sevgisi kalmadığı için öteki ni hızla öldürüyoruz. Daha sevmeyi öğrenmeden, nefretle kendimizi ve değerlerimizi var ediyoruz. Aşk da pazar için üretiliyor artık. Kinle, kıskançlıkla doğmuş bir yaratık mıyız? Yoksa ilahi güç kötülüğü ve iyiliği baştan tanımlayıp bir oyunun içine mi atıyor bizi? Buna inansaydı Camus intihar ederdi. Zweig ın umudunu yitirmiş inancının son umut eylemi olasılığı hep karşımızda Bazıları ise, Dostoyevski gibi karşı duruyor Büyük Engizisyoncu ya biletini geri vererek. Aynı ırmakta iki kez yıkanılmayacağını söyleyen Heraklitos u onaylayan Lucretius un dediği gibi: "Ex nihilo nihil fit. değil mi? 6

Artık Benzemiyoruz Sonsuza Sahir ÜZÜMCÜ Şiir Artık Benzemiyoruz Sonsuza Çok eskiden, hem de o kadar çok eskiden ki kimse sonsuzu saymaya yeltenmemişti daha. Yaprak daha tanışmamış, eğilip selam vermemişti rüzgâra. Tuz ekilmemiş, limon sıkılmamıştı salataya. Bulut buluta çarpmamış, şimşek değmemişti toprağa. Çoraba girmemişti ayak. Masat bıçağa değmemiş, çelik deriyi yarmamış, demir rengini vermemişti kana. Deniz ıslanmamış, dalga kıyıya vurmamış, balık yüzmeye, martı uçmaya gidip göğü maviye boyanmamıştı daha. Ve o zamanlar, şimdiki gibi değildi pek. güneş henüz acemiydi doğup batmakta. Çok eskiden de eskiydi anlayacağınız, boşluk derlerdi o zamanlar oralara. Rüya gördü bir gün boşluk, rüyasında kendisini. Kendisinde rüyasını, her gördüğünde aynı ışığı. Işığın gidecek yeri yoktu, gidecek gücü, zamanı da yoktu, Işığın gidecek yeri olsun. dedi rüyasında. Bir ok çekti boşluk, sadağından, Uzay dedi ve saldı kirişi. Gitmedi ok, kaldı olduğu yerde. İki ok vardı yayında şimdi. Uzay ve hareket. Yine saldı kirişi, yine gitmedi oklar. Üçüncü oku aldı, Zaman dedi okun adına. 7

Bir kez daha saldı, bir kez daha oklar bekledi yayda. Anladı ki ışığın gitme isteği de yoktu, gülümsedi. Son oku da çekti sadaktan ışığı bindirdi üzerine ve kendi iradesini. Böylece öğrendi ışık neşeyi ve sevgiyi, gidilecekse sevgiyle gidilmesi gerektiğini. Bir kez daha ve şimdi dört okla, gerdi yayını sonsuz bir neşeyle. SONSUZ diye haykırdı ve kurtuldu oklar, her yana dağıldılar sonsuza ulaşmaya. Aydınlandı boşluk. Ve madde oluştu ışıkta. Maddeler oluştu, yıldızlar, gezegenler, ışık veriyordu canı ve kanı, taşa. Sevinçle seyretti artık sonsuz olan boşluk, boşluğuna doldurduğu sonsuzu. Sevinçten bir damla yaş akıttı yanağına, damla yanağından kayarak düştü, artık sonsuz olan boşluğa. Tam yolunun üzerinde, bir küçük top, adı dünya. İşte böylece deniz ıslandı o gün, gök hazırlandı martının uçuşuna. Su değdi ya ışığın damlalarına, o gün damla damla ekledi su, rüyasının renklerini gökkuşağına. Balık yüzmeye gitti o gün, martı da uçmaya. Sonsuzluk dilemişti sonsuzluk, dünyada her şeyin bir sonu vardı oysa. Deliniyordu çoraplar, taban eskiyordu ayakkabıda. Anladı ki sonsuz, sonsuz olan sadece kendisi aslında. Sonsuz bir şey olsun orada. dedi içinden. Ve çok iyi biliyordu ne yapacağını da. Bir minik taşın yolunu değiştiriverdi ve minik bir parça sonsuz yerleştirdi kendisinden taşa. Vuuuuvvv diye öttü taş, öyle bir çarptı ki her yer toz, duman, karmaşa Koca koca hayvanlar vardı o zamanlar, oysa sonsuz biliyordu yaptığı işi, değerdi birazcık kayba. Paramparça oldu taş, sayılmadı elbet ama belki de on bin parça. İçlerinden biri, sipsivri bir taş, bıçak gibi sivri, sipsivri keskin, tam ortadan değiverdi havada uçan minik sonsuza. Ayrı düştü toprağın üzerine iki parça sonsuz, yatıyorlardı yerde, öylece bir başlarına. Çok zaman geçti, çok toz yağdı üstlerine, içten içe ağlıyorlardı; Artık benzemiyoruz sonsuza. Bulut buluta değiverdi o gün, şimşek toprağa. Toprak ıslanmıştı deli gibi, toprak delirmişti yağmurun altında. Çamur oldu her yer, çamur, çamur, çamur, sonsuzlar ayrı ayrı bulanıyordu çamura. Tam o sırada bir bulut daha değdi buluta, bir şimşek daha toprağa, kimse görmemişti ama ışık bu sefer, can getirmişti çamurdan sonsuzlara. Ayağa kalktılar ayrı ayrı, ayrı ayrı ıslandılar yağmurda, ayrı ayrı yaşadılar her günü, oysa kavuşmaktı tek dilekleri, uyanmaktı aynı yatakta. Binlerce, milyonlarca kez yaşadılar, bir arada, ayrı ayrı ve bir anda. Hep bilirlerdi içlerinden, hayat dedikleri şey, eksik bir yarılarına, öbür yarıyı arama. Bir şey daha bilirlerdi, hem de çok iyi. Bulmadan giderlerse yarım yarım, sonsuz geri gönderirdi tekrar, almazdı tam olmayanı, sonsuza benzemeyeni yanına. Balık hep yüzer o günden beri, martı da hep havada. Deniz hala ıslak çünkü hem kim boyardı ki göğü maviye, martı her gün uçmasa. Çoraplarımız hep ayağımızda zaten, çok şükür tuzsuz, limonsuz da değil salata. Bir de buluversek de o tanrı parçacığının diğer yarısını, ezik büzük, süklüm püklüm, iki büklüm, eksik çıkmasak sonsuzun karşısına... 8

Fikirler ve Çatışmalar Üzerine Bilimsel olan her bilginin analiz sentez ve değerlendirme aşamalarıyla sağlaması yapılabilir. Peki fikirlerin sağlaması nasıl yapılır? Fikirlerimizi imbikten geçirircesine eleyip bir sonuca varsak da ortaya çıkan fikirlerin kalıcılığını nasıl garanti edebiliriz? Mehmet GÖKDOĞAN Deneme Fikirler ve Çatışmalar Üzerine Bütün fikirler çatışma içinde doğar, büyür ve zamanla ölür. Ve her fikir doğup büyüdüğü evrede çatışmasını sürdürür. Fikir ile çatışma süreci bir döneme kadar devam eder ve zaman içinde fikir kendini kabullendirir. Peki kendini kabul ettiren fikir kendinden önceki fikirlerle çatışmayı tam olarak bitirir mi? Tabiki de hayır çünkü, fikirlerin sağlaması yapılmadığı için her an çatışmayı fikrin kendisi tetikler. Yerini daha özgün ve sağlam temelli fikirlere bırakıncaya kadar çatışma devam eder. Örneğin bir konu hakkında uzun uzun düşünürsünüz ve bir karar alırsınız. Sonrasında öyle bir durumla karşı karşıya kalırsınız ki hem aldığınız kararı değiştirir hem de aldığınız kararı ortaya çıkaran fikirlerin kullanım tarihi geçtiği için başka bir anlamda mevcut fikirlerin mevcut ortamda anlamı olmadığı için fikirlerinizi tamamen yenilersiniz. Mevcut her fikir geçmişin izini taşımakla birlikte kendini yenileyerek büyür, gelişir ve bugünü inşa eder. Ortaya çıkan bütün fikirler yeniden doğmuş bir birey gibidir. Nasıl ki yeni doğan bir birey genetik mirasın bir ürünüyse ayni zamanda kendisi yeni bir oluşumdur. Varlığıyla ailesine, çevresine yenilik getirmiştir. Fikirler de böyledir, geçmişin izini taşır ve geleceğin mimarıdır. Dolayısıyla her yeni fikir geleceğin temelini atar. Bireyler gibi fikirler de ölür. Lakin fikirlerin yok oluş şekli farklıdır. Hayatımızdaki kavgalarda, çatışmalarda yaralanan veyahut ölen bedenlerdir. Fikirler kavgalarla, çatışmalarla yara almaz, yok olmaz, aksine daha da büyür ve gelişir. Fikirler tek bir şekilde ölür; o da yerine daha sağlam temelli ve kendini kabullendiren bir fikir gelince. 9

V For Vendetta filminde hafızalarımıza yerleşen "Bu maskenin altında fikirler var ve fikirlere asla kurşun işlemez." cümlesi bu savı en güzel şekilde açıklar. Fikirler bedenleri öldürerek ortadan kaldırılamaz asla. Bunun içindir ki en uzun ömürlü fikirler; herhangi bir çıkara hizmet etmeyen, özgür düşünen ve bu fikri uğruna nice badireleri atlatıp ölüme bile selam duran bireylerden çıkar. İslam filozofu Hallac-ı Mansur En-el Hak (Ben Hakk'ım, Hak'tan gayrı değilim ) düşüncesinden vazgeçmeyip sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır diyerek devri eleştirdiği için zındıklıkla suçlanıp idam edilmedi mi? İtalyan filozof, şair Giordano Bruno evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylediği için Engizisyon mahkemesinin kararınca Roma da diri diri yakılmadı mı? Antik Yunan filozofu Sokrates felsefi öğretileri sebebiyle hakkında verilen sürgüne gitme hükmüne seçeneğine sahipken (Ve bunun sonucu olarak felsefi/filozofik misyonunu bırakacak) baldıran zehri içerek ölüme gitmeyi tercih etmesi, İskoç halk kahramanı William Wallace un İskoç halkının özgürlük fikri uğruna idama kendinden emin gitmesi; fikirlerine sadık oluşları ve bu uğurda ölümü bile göze almalarındandır. Tarihin her devrinde fikirleri uğruna canlarını feda edenler var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Ne mutlu sahip oldukları değerler ve fikirleri uğruna ölümü hiçe sayanlara Sözü kısa kesmek gerek vesselam 10

Bir Bakışta Yaşar Kemal Hüseyin YAYLA İnceleme Bir Bakışta Yaşar Kemal 17-18 yaşlarımda bende sol düşünce belirmeye başlamıştı. Sanatım onunla tay gitti, yani paralel. Ben iki şeye inanırım, iki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine: Halk ve doğa. Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. Politikam da sanatımdan ayrılmaz... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve hayatımla onun karşısındayım. Yaşar Kemal Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilir Yaşar Kemal. Sanatçı, Türk edebiyatına büyük hizmet etmiştir. Romanları özellikle de İnce Memed, yurt içinde ve yurt dışında çok büyük ilgi görür ve çok çeşitli dillere çevrilir. Kemal, daha çok romancı kimliğiyle tanınmasına rağmen bakıldığında şiirler de yazmıştır. Fakat şiir sayısı fazla değildir. Yazdığı şiirleri, 2010 yılında bir araya getirir ve tek şiir kitabı olan Bugünlerde Bahar İndi ismiyle kendinden söz ettirir. Yaşar Kemal'in dünyada yayımlanan ilk eseri İnce Memed değil, Bebek hikâyesidir ve önce Fransızcaya, sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya, Romenceye ve diğer dillere çevrilir. 1 Kemal in edebî eserlerinde, halka dönük bir düşünce hâkim olduğunu ve bu fikrini siyasi düşüncesiyle harmanladığını görürüz. 1 Yaşar Kemal, Edebiyat ve Politika, Baldaki Tuz, YKY, İst. 2005, s. 409. 11

Ta çocukluğumdan bu yana, kendimi bildim bileli, okur-yazar değilken bile şiir söylerdim. Sonra folklor çalışmaları yaptım. Röportajlar yazdım. Hikâyeler, romanlar yazdım. Çalışma tarzım gösteriyor ki, halktan yana, halkla birlikte işini gören bir sanatçıyım. Benim kişiliğimi ve sanatımı halktan ayırmak mümkün değil. 2 O; düşünceye, düşünce namusuna ve kültüre çok ama çok önem verir. Ona göre düşünce, kültürün tarlasında biter. Olgun insan, kültürlü insan, kendisi için yaşayan insan değildir. Düşünceleri için, düşünce namusu için yaşayan insanlardır. Kemal, kültürle düşüncenin ayrılmaz bir bütün olduğunu, ikisinin birlikte toplumu ileri götüreceğine inanır. Dolayısıyla Türk toplumunun felsefi bir düşünce sistematiğinin olmayışını ve bir filozof yetiştiremeyişini bu temel sebebe bağlayabiliriz. Ben düşünüyorum ki, bu işler, kötü işler kültürsüzlüğümüzün başı altından çıkmasın? Bakın bu olabilir gibime geliyor. Gerçek bir kültürün eksikliğinden çıkmasın? Ne dersiniz? Ben bu işten çok şüpheleniyorum. Batı Batı dedikleri nedir biliyor musunuz? Bir tutam kültürle biraz makine. Bir de düşünce namusu. Bu düşünce namusu dedikleri de epeyce önemli önemli bir iş olsa gerek. Bence, Batı Batı dedikleri, düşünce namusuyla başlar, onunla biter. Düşünce namusunun bitmediği, gelişmediği yerde, hiçbir iyilik bitmez, gelişemez. İşte görüyorsunuz. Bir türlü de gelişemiyoruz. 3 Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve hayatımla onun karşısındayım. diyen Yaşar Kemal in bu fikrini başyapıtı olan İnce Memed de açıkça görürüz. O, bu romanda 1930 lu yılların Çukurova sından toplumsal, siyasal, ekonomik olarak bir görüntü çiziyor. Türk köylüsünün yaşadığı sıkıntıları, zulmü aktarıyor. Ağaların baskısını, yaşattıkları problemleri dikkatlere sunuyor. Bu kısa bilgiden de yola çıkarak şunu diyebiliriz ki Kemal, halkın içinde büyümüş, onların sorunlarını iyi gözlemlemiş ve olayları siyasi düşüncesinin süzgecinden geçirerek okuyuculara sunmuştur. 2 A.,g.,e, s. 409. 3 A.,g.,e., s.38. 12

Mehmet ARSLANTAŞ Sinema Eleştiri Jupiter Yükseliyor Ailesi ile birlikte evlere temizliğe giden ve sık sık klozet başında elinde fırçayla görüntülenen bir kız. Bütün günleri birbirinin aynı ve hayatından nefret ediyor. İlk bakışta sıradan görünen bu kız aslında evrenin en önemli hanedanlarından birinin reenkarnasyonla tekrar dünyaya gelmiş ölümsüz kraliçesi. Dünya'ya hükmetmek isteyen ve kendi varisleri olan üç çocuğu tarafından hayatı ciddi anlamda tehdit ediliyor. Uzayın derinliklerinden çıkıp gelen yaratıklar tarafından öldürülmek istenen Jupiter Jones (Mila Kunis) bu zorlu yolculukta tek başına değil. Genetik mühendislik ürünü, eski bir asker olan Caine Wise (Channing Tatum), kahramanımız Jupiter Jones'u (Mila Kunis) korumak ve kollamak için olanca gücüyle mücadele ediyor. Dünya'da başlayan ve uzayın sonsuz derinliklerinde devam eden, aksiyon dozu yüksek bu serüven Wachowski Kardeşlerin kaleme alıp, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği bir uzay serüveni. Wachowski Kardeşler Matrix serisinden sonra bu filmle bilimkurgu türüne dönüş yapıyor. Yalnız hiç de yaratıcı olmayan ve oldukça kısır bir senaryoyla. Matrix serisinin adeta bir kopyası olan film, yine insanlığı ve dünyayı kurtarmak üzerine kurgulanmış. Kahramanlar bile şaşılacak kadar birbirine benziyor. Sadece cinsiyetler yer değiştirmiş. Dünya ve dünyalılar, yine uzayın boşluğundan çıkıp gelen büyük bir tehdit altında. Sadece bu kadar değil. Dünya üzerindeki görüntülerle Matrix'i andıran film, uzay sahneleriyle Star Wars etkisi yaratıyor. Şehirler ve uzay gemileri neredeyse birbirinin aynı. Nedendir bilmem bazı karakterler ve özellikle asalet unvanı almak için yapılan bürokrasi işlem sahneleri bana 5. Element filmini anımsatıyor. Film de eğreti duran bir diğer öğe, aşk. Bir bakmışsınız Jupiter Jones o hengamede birdenbire âşık oluvermiş. Bu durum izleyicide, yönetmen kardeşlerin izleyiciye ayıp olmasın diye senaryoya bir tutam da aşk katalım, demişler hissi yaratıyor. Lakin hakkını teslim etmek lazım film görsel efektler konusunda oldukça başarılı. Aksiyonu ve ihtişamı bol savaş sahneleri izleyicisine tam bir görsel şölen sunuyor. Hele ki 3D film izlemekten keyif alıyorsanız oldukça tatmin edici bir film sizi bekliyor. Ama belirtmekte fayda var; Wachowski Kardeşler in Bulut Atlası filmiyle düşüşe geçen grafiği Jupiter Yükseliyor ile devam ediyor. 13

Gülnihal ÖZKAN Şiir başımı göğsüne yasladığımda kollarınla sarıyorsun ya; ben böyle kırlangıç göçü görmedim sevgilim böyle kanat böyle melek... ağzında dinlendirdiğin suları içtiğim gün şair oldum... insanoğlunun "rüzgar" dediği nefesinle çillenen üzümlerin şarabını elinden içtiğim gün kadın... karganın Habil'i gördüğü gün kırmızıyı buldum aya yüzümü döndüğümde seni... ben böyle ışık görmedim böyle beyaz belki melek... kulağımdaki masala sevgilim erguvan rengi bir uyku gerek... 14

Aziz in Zümrüdü Anka sı Sunay GÜLSOY Deneme Aziz in Zümrüdü Anka sı İçimdeki sesli çığlığımı konuşarak anlatmaya çalışıyordum ama duyan vardı da anlayan yoktu kelamlarımı. Sevgi yumağıyla tenime dokunan eller olsa da acıyarak bakan gözler yoruyordu beni. Anlayamadılar kuramadığım o büyük gizli kalan cümlelerimi. Gül ve Bülbül ün aşkı misali oluşan yuvaların kalabalığında, yapayalnızdım bir başıma. Bir de kara gözlüm vardı benim. O da benim gibi bir başınaydı. Günün ağarmasından batımına kadar olan döngüde bırakmazdık birbirimizi. Herkes birbiriyle zor bulunan ekmeğini, bizde yalnızlığı bölüşürdük tenimiz tenimize değdikçe Bir o vardı benim dilimle benimle konuşan. Yalnızlık, Yaradan a mahsus olunca Mevla m da onu göndermişti bana.adem`le Havva`dan bu yana dünyanın varoluş sebebinde çift vardı: Aşk vardı, sevgi vardı. Otobüsün bile arada ziyaret ettiği; tabiri caizse kuş uçmayan, kervan geçmeyen bu köye sefaletin en dibinde varoluş mücadelesi gösteren bu insanlara, bir el uzanır mıydı acep? Düşünceler telaşlıyken ne olacak, nasıl olacak derken günlerden bir gün O geldi. Bazı O ların anlamı çok derindir, ne tarifi ne de şekli vardır. O da benim O larımdan ilkiydi. Hissetmiştim, gem vuracaktı beni körelten bütün yaralarıma. Hani kimi insanların var oluş sebebi başkalarıdır, başkalarının hayatlarıyla bedenlerindeki kanlar dolaşır, kalbinin atış sebebi budur. Bende O`nun başkalarından biriydim. Daha fidanken kuruması için terk edilmiş bedenlere su veren; taştan, demirden yapılan eğitim bahçesine bin bir tohum atarak o tohumları yeşerten güzel kokulu çiçekler oluşturan bahçıvan. Dokunduğu her şeyi daha da manidar yapan adam Gözbebeklerinin derinliklerinde acıma tutkusu olmadan bana ilk kez bakan, tutmayan elime kalemi verip ilkimle beni tanıştıran, yalnızlık koğuşuma girerek yalnız değilsin diye naralar atan, küçücük bedenlerin anlamsız bulduğu bedenime zarar verirken şefkatle engel olan, babamın adını ilk kez dudaklarımdan çıkartmayı başaran O bütün bunların hepsine şahitlik eden, kalbinin üzerinde gözü olan Mahir Muallim di. Ya kara gözlü atım, kısrağım Bizlerin dostları ya kara gözlülerdir ya da ilahi güçle yeryüzüne gönderilen hediyeler yağmur damlaları ve kar taneleri Yağmur tenime değdiğinde ona sonsuz izin verir kucaklaşıp dans ederdik ıslaklığıyla. Sesli çığlıklarımla kadeh kaldırırdım ona. Hele kar taneleri Üstüne yattığımda sarardı beni masum beyazlığıyla üşümezdim kollarında. Alırdı bütün kederlerimi uğurlardı sanki sonsuzluğa. 15

Ben sakattım ama denildiği gibi kalbim sakat değildi benim. Taşıdığım bir yürek vardı. Aşka, sevgiye, sevilmeye susamış bir yürek Bir Havva da nasip olur muydu ki bana kurmaya başladığım cümlelerimi çoğaltacak bir Havva? Kaybolan gemilerime yolun gösterecek, onlara yön verecek, bakışlarıyla bakışlarımı demleyecek? İşte o gün, o gün var ya kara gözlüme ihanet ettiren, bir yeşil gözlü çıktı bahtıma. Konuşmayan dilim O`nu görünce daha da lal oldu, endamı karşısında bedenim acizliğiyle feryat figana vuruldu. Hak etmeyişimin ıstırabıyla ruhum yerle bir oldu. Noksanla, noksansızlığın bir olacağına inanmayanlar; kalplerini kara kaplıkla kaplayıp siyah görenler var ya benim yeşil gözlüme kurdukları cümleleriyle ateşten kızıl oklarını gönderdiler yüreğine. Onun gözlerindeki tek bir yaş için karınca gibi kaldığım şu dünyayı başlarına yıkmak istiyordum. Bir şey yapmalıydım, kurtarmalıydım hem kendimi hem de yeşil gözlümü varlığımın ebediyetinden. Uçurumun kenarındaydım. Yeşil deryalarda boğulmayacaksa bedenim varsın fıtratımda yer alan toprak da boğulsun. Kâğıttan yaptığım uçurtmamı uçurdum, taşlardaki izler gibi her yerim onun iziyle doluydu. Adını zikrettikçe hem bedenime hem ruhuma bir çizik değiyor ve her çizik ölümümü onurlandırıyordu. Azrail`le bu kadar yakınken meydanı boş bırakmadı Mahir Muallim. Kalmakla gitmek arasında bir seçim yapmam gerekiyordu. Ben kalmayı seçtim. Sonu aydınlık olan yol için dik yokuşlardan geçilmeliydi. Bu yol da yeşil denizimde vardı yanımda. Veda busesini konduramadan kimsenin yanağına yedi yıl hasret kaldım sılaya. Tam yedi yıl geçti. Kötürüm olan ellerimin ayaklarımın düzelişini, kekeleyerek başlayıp bitiremediğim cümlelerin idam edilişini, sürüklenerek dirilişe geçen ruhumun zaferle salladığı bayrağı, yeşil gözlümle göstermeye geldim herkese. Beni görünce Aaa bu Aziz mi? Düzelmiş, nasıl olmuş? diye meraklı fısıldaşmalara babam son noktayı koyarak: Ameliyat olmuşsun düzelmişsin. dedi. Bense: Yok, baba ben karıma âşık oldum. dedim. Benim mucizeme Ben ve benim gibilerin mucizeleri vardır. Benim mucizem, Mahir Muallim ve yeşil denizim Onlar bana hüzünle acıyla bakmadı, bana inandı. İçimdeki zümrüdü ankayı dirilterek, özgür bıraktı. Bu deneme Mucize filminin karakteri Aziz den esinlenerek yazıldı. Dilerim ki her kalbi sakat olmayanın zümrüdü ankasını özgür bırakacak birileri olur yanında. Sevgiyle.. 16

Yunan Mitolojisinde İlham Perileri Merve ÇETAK Arkeoloji Yunan Mitolojisinde İlham Perileri Musalar (Müzler) Hepimizin bildiği gibi Antik dönemde çok tanrılı bir inanış biçimi vardı. Bunlardan en etkileyici ve bellekte yer eden; ilham perileri Musalardır. Eski Yunanistan ın birçok bölgesinde Musalara tapılır; onlar olmadan, isimleri anılmadan sanatın hiçbir dalı ortaya çıkarılamazdı, çünkü sanatın esin kaynağı onlardı. Yunanca Mousa, Latince Musa olarak bilinmektedirler. Eski Yunanda edebiyat, şiir, müzik, bilgi, dans gibi kavramların tanrıçaları olarak hafızaya kazınmışlardır. Yunan mitolojisinde anlatılan efsaneye göre; Tanrıların Tanrısı Zeus, Mnemosyne (Bellek Tanrıçası) ile tam dokuz gece geçirmiş ve her gece için bir Musa doğmuştur. 9 Musanın isimleri; Kalliope, Euterpe, Melpomene, Thalia, Erato, Polhymnia, Urania, Kleio, Terpsikhore dir. Müze kelimesi bile eski Yunanca daki mouseion, Musaların Tapınağı kelimesinden gelmektedir. Mouseion kelimesinin İtalyan söyleyişinden museo haline getirilmiştir. Musalar adına yazılmış bir destan maalesef yoktur. Ama birçok antik dönem ozanı şiirlerinde onlardan bahseder. Antik dünyanın en ünlü yazarı Bodrumlu Herodotos (MÖ.484-425), Tarih adlı dokuz kitabını Musaların isimleriyle adlandırmıştır. MÖ. 8.yy da yaşadığı düşünülen ünlü ozan Homeros da İlyada ve Odysseia adlı destanlarında ilham perilerine gönderme yapmaktadır. Ama en etkileyici hikaye Yunanlı büyük ozan Hesiodos a aittir. Efsaneye göre Hesiodos dağlarda koyunları otlatan sıradan bir çobandır. Dünyanın yüzkarası zavallı bir çoban iken Musalar onu fark ederler, defne ağacından kopardıkları bir 17

dalı asa olarak takdim ederek ona şairlik bağışlarlar. Ve Hesiodos şöyle der: Sonra tanrısal sesler üflediler içime Olacakları ve olmuşları yüceltmek için, Ve hele övmek için kendilerini Her söylediğim destanın başında ve sonunda Hesiodos böylelikle büyük bir ozan olur ve sözlerine şöyle devam eder: Olympos'lu Musalar, koca kalkanlı Zeus'un kızları Eleutheros yamaçlarının kraliçesi Mnemosyne, Kronos oğluyla birleşip Pieria'da getirdi onları dünyaya Belaları unutturmak ve kaygıları dindirmek için. Dokuz gece buluştu onunla kutsal yatağında Engin akıllı Zeus ölümsüzlerden uzakta. Günler, aylar geçip bir yıl tamam olunca Dokuz kız getirdi dünyaya Mnemosyne. Dokuz eş yürekli kızdır bunlar ezgiler söylemektir bütün işleri, Başka hiçbir kaygı yoktur yüreklerinde. Karlı Olympos'un en yüksek tepesinde, oradadır koroları ve güzelim yurtları, Kharitler de Himeros da başlarında yükselir güzel sesleri havalarda, Vurur dururlar Olympos yolunda, Tanrısal bir ezgi sarar dört bir yanı, Kara toprak yankılanır tanrı övgüleriyle, Büyülü bir ses yükselir adımlarından yürürken yüce babalarına doğru... 18

İşte böyle seslenir Olymposlu Musalar Dokuz tanrısal kızı ulu Zeus'un: Kilo, Euterpe, Thalia, Melpomene, Terpslkhore, Erato, Polhymnia, Urania ve hepsinin başı sayılan Kalliope. İşte budur Musaların insanlara verdiği, Musalardan ve okçu Apollon'dan gelir yeryüzündeki ozanlar ve çalgıcılar, Nasıl Zeus'tan gelirse krallar. Ne mutlu Musaların sevdiği insana bal akar onun dudakları arasından. Bir insanın dertsiz başına dert mi düştü, Üzüntüden kan mı kurudu yüreğinde, Musaların sevgilisi bir ozan anlatınca eski insanların destanlarını, Övünce Olympos'un mutlu tanrılarını unutuverir hemen dertlerini, Çıkar, gider aklından üzüntüleri şenletir onu tanrıçaların büyüsü. Hesiodos Homeros Herodotos 19

İsmail Can KARAKUŞ Şiir Kadınım Kadınım ben gidince ardımda hüzün bırakırım derdin kadınım yaraşıyor sana hüzün gitme bak bütün hüzünlü şarkılar da senin için kadınım yaraşıyor sana hüzün gitme kanatırcasına ısırıyorsun ya dudaklarını kanatırcasına gül kırmızı dudaklarını gül kırmızı dudakların iki büklüm kadınım yaraşıyor sana hüzün gitme acı çeken bir kadının suratına bakıyorum gözleri aynı senin gözlerin elleri aynı baktıkça çağırıyor beni o kadının hüznü sesi aynı senin sesin kadınım yaraşıyor sana hüzün gitme. 20

Şenay ÇAKIR İnceleme Fikret Mualla Fikret Mualla Cumhuriyet in ilk kuşak ressamları arasında yer alan Fikret Mualla, yaşamının çoğunu geçirdiği Paris te Türk resminin önemli bir temsilcisi olmuş ve yapıtlarıyla buranın sınırsız sanat ortamında kendini kabul ettirmiştir. Çocukluğu ve gençlik yılları Kadıköy, Bahariye çevresinde geçen Fikret Mualla nın futbola olan tutkusu derslerinin önünde yer alınca, Düyun-u Umumiye mensubu olan babası Ekrem Bey tarafından, yatılı olarak Galatasaray Lisesi nde eğitimini sürdürmesine karar verilmiştir. Fikret Mualla nın Kadıköy, Saint Joseph teki eğitimi böylelikle son bulmuştur Daha sonra İsviçre ye mühendislik eğitimi almaya gönderilmiştir. Bu dönemde Zürih te parasız kalmış ancak dönemin konsolosunun desteği ile sanat eğitimi almak üzere Almanya ya geçmiştir. 1927'de Türkiye'ye döndüğünde, mezun olduğu Galatasaray Lisesi'nde ve Ayvalık Ortaokulu'nda kısa bir dönem resim dersleri vermiş, sonra İstanbul'a dönmüştür. Paris'e gitmeden önce burada geçirdiği zaman içinde çalışmalarını sürdürmüş, 1939 Uluslararası New York Fuarı Türk Pavyonu için Abidin Dino'nun ricası üzerine 'İstanbul' konulu otuz kadar tablo yapmıştır. 1954 yılında Paris'te ilk kişisel sergisini açan Fikret Mualla, başarılı çalışmalar yapmaya devam etmiş. İlerleyen zamanlarda çeşitli sağlık sorunları yaşadığında, sanatseverlerden çok yardım görmüş. Özellikle 1950'lerin sonunda tanıştığı koleksiyoner Madam Angles, 1962 yılında felç olan ressamın bakımını üstlenmiş ve tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu Fikret Mualla nın yaşam yaklaşımını şöyle özetliyor: Bir ressam tasarlayın ki, aklına estiği zaman resim yapmaktan başka hiç bir şeyden sorumlu değil. Haftada üç gün aç susuz dolaşmayı göze almış: Kırlarda böğürtlen toplarcasına sokaktan izmarit toplayıp içiyor. Eşin dostun yardımıyla birkaç resim satabilirse ilk işi en sert içkilerle kafayı çekmek, en pahalı yiyeceklerle karnını doyurmak ve en sunturlu küfürlerle etrafındakileri kasıp kavurmak oluyor. Paris sokaklarındaki o oradan oraya koşuştururken şık burjuvaları, balon satın alan veya top oynayan çocukları, köpeklerini gezdiren şık kadınları resmeden kişi, aynı sokaklarda aç bilaç dolaşarak sigara izmariti kovalayan kişidir aynı zamanda... Mualla nın eline her fırsat geçtiğinde en azından yemek ve içmek açısından resmettiği tüm o kişilerden daha hızlı ve fazla kendisine ikramda bulunduğunu bildiğimizden, bu Paris sokaklarında resmettiği burjuvaların yaşamına yabancı ve uzak olmadığı söylenebilir; ancak yaşamının şanssızlıklarının getirdiği mutsuzlukları alkol ile aşma niyeti onun düzenli bir yaşam sürmesini olanaksız kılmıştır. Popüler akımlara kendini çok fazla kaptırmak yerine daha kişisel çalışan ressam, kendi hislerini ve yaşamın gerçeklerini resme aktarmayı seçmiştir. 21

Fikret Mualla mutlu olabilmek ve her şeyi unutmak için resim yapmıştı. Bu nedenle sanat dünyasındaki çeşitli akımlardan etkilenmedi, resimlerini yaparken sezgilerini kullandı, kendi tarzını yarattı. Eserlerine kendi hislerini aktardı. Huysuz, uzlaşmasız kişiliğini ve mutsuz yaşamını resimlerine yansıtmadı, yaşama sevinci dolu resimler yaptı. Şehirleri resmetmeyi seven Mualla, İstanbul ve Paris'in insanlarını, sokaklarını, kafelerini, sirkleri, genelevleri, balıkçıları resimlerine taşımıştır. Renklerle oynamayı seven sanatçının, Henri Matisse'in renk kullanımından çok etkilendiği bilinir. Resimlerini genellikle renkli fon kâğıtları üzerine guaj boya ile yaptı. Suluboya ve pastel malzemelerini resimlerinde sıkça kullandı. Paris sanat ortamında tanınması biraz zaman alan Fikret Mualla'nın eserlerini Picasso'nun övdüğü, hatta bir resmini satın aldığı, kendi çalışmalarından birini de ona hediye ettiği ve Fikret Mualla nın da bu tabloyu bir rakı parasına sattığı bilinir. Yapıtlarının çoğu bugün özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Günümüzde Paris te Fikret Mualla Dostları Derneği adında bir dernek vardır, Bu dernek, Fikret Mualla nın tablolarının orijinalliğini araştırmak ve ressamı tanıtmak sorumluluğunu yüklenmiştir. 22

Şafak OĞUZ Şiir Adı Çocuk Adı Çocuk Sokakta iki çocuk Yalnız yürüyorlar İsimleri yok yaşları çocuk Sokağın tozunu ayakları sürüklüyor Yalnız iki kardeş olmuşlar Yoksul ve yoksun bırakılmışlar Öte yanda oynuyorlar Zamanı çalın çocuklar Zaman gülüşünüzü çalmadan Zilleri çalın çocuklar Dertler kapınızı çalmadan Çalın çalın kaçın çocuklar Ninni uçurtmaları gökyüzüne salın Minicik kolları özgürlüğe açın Sevinmek için sebep aramayın çocuklar Yalan olur sonunda her devrim Kusura bakmayın derim Yakan topla vurur Özgürce koştuğun parkı Takılır tellere özür sandığın uçurtman Ya bisiklet kornalarının merasim geçidi? İşte anlayacaksın ki çocuk Saçma nedenlere bağlı salıncak Gözyaşı hiç bitmeden akacak Hayat aynı yerlerimizden Çelme takacak Büyüme adı konulmamış çocuk 23

Cem ARBAĞ Müzik Anathema Anathema O bir melek olmalıydı zamanın dışında kalan Vincent Cavanagh ve Cem Arbağ Grubun bayan vokali Lee Dougles Bundan tam 10 yıl önce üniversite yılarımda, bir arkadaşımın bana hazırlamış olduğu bir CD içerisinde yer almasıyla tanımış olduğum ve o günden bugüne melodisi hiç peşimi bırakmayan, bırakmasına da izin vermeyeceğim gruptur Anathema. Nedeni ise grup üyelerinin yaşamış olduğu duygusal devinimleri, adeta usta bir ressamın fırça darbeleriyle tablosuna yansıtmış olduğu bir resim gibi, notaları ve tüm doğallığıyla müziklerine yansıtması. Anathema grubunun tohumları Liverpool da Cavanagh kardeşler (Daniel, Vincent, James ) ve bunların okul arkadaşları olan Darren White ve John Douglas tarafından atılmıştır. Grup, Anathema ismini kullanmadan önce Pagan Angel adını taşımış ve ilk demo çalışması olan An lliad of Woes adlı demolarını 1990 yılında yayınlamışlardır. Demo, dönemin underground piyasasında ses getirecek yapıdadır. Paradise Lost ve Cannibal Corpse gibi türünün ünlü isimlerinin turnelerinde, alt grup olarak sahneye çıkan Anathema, kısa sürede adını daha geniş kitlelere duyurur ve 1995 yılında en efsanevi albümlerinden biri olan Silent Enigma albumünü piyasaya çıkarır. Grup elemanlarının olgunluğu ve her birinin enstrumanlarına olan hakimiyeti belirgin bir şekilde göze çarpıyordu bu albümde. Anathema nın sadece beste konusunda değil söz yazarlığı konusundaki ustalığı biliniyor ve bu konuda bolca övgü topluyordu, Silent Enigma albümü, içerisinde yer alan şarkıların sözleriyle de adeta zirve yaşatıyordu dinleyicisine. Albümün sözleri genelde, mitoloji, incil miti ve grup üyelerinin yaşadığı acılardan alıyordu mayasını. 24

Silent Enigma albümündeki en çarpıcı şarkı olan Dying Wish adlı parçanın sonlarında geçen bir nağme merak uyandırmış ve kısa sürede bu nağmelerin islamiyette, bir kişinin öldükten sonra haberini vermek için okunan sela olduğu anlaşılmıştı. Hikayesi ise; grup üyeleri bir gün İstanbul a geldiklerinde, bir ses duyar ve bunun ne olduğunu sorarlar, ölülerin arkasından okunan dini bir seremoni olduğunu öğrenen grup, olaydan etkilenir ve bunu Dying Wish adlı şarkılarında kullanmaya karar verirler. Ne kadar manidar değil mi?.. 1995 Yılında grubun vokalisti olan Darren ın ayrılmasıyla, vokal boşluğunun nasıl doldurulacağı konuşulmaya başlamışken, grubun gitaristlerinden olan Vincent mikrofonu eline alır ve deneysel vokalleriyle herkesin beğenisini kazanarak tartışmalara son noktayı koyar. Anathema nın 1990 larda başlayan müzik serüveni günümüze kadar devam etmekte olup, grup son yıllarda eskisine kıyasla daha yumuşak tonlarda besteler yapmakta, sound olarak clean vokal, akustik sesler ve zaman zaman senfonik öğeler kullanmayı tercih etmektedirler. Eski doom metal günlerinden çok uzakta bir görüntü sergileyen grup için değişmeyen tek şey türü nereye kayarsa kaysın, kaliteli müzik yapmak ve melankoliyi yaşatmak. 2009 yılında kendileriyle tanışma fırsatı da bulmuş olduğum grupla yaklaşık 1 saat boyunca hayatımın en tatlı sohbetlerinden birini yapmış bulundum ve o böylesine büyük şöhrete sahip olan bu insanların ne kadar mütevazi olabileceğini gördüm. O kadar doğal ve egolarından sıyrılmıştı ki her biri, grubun bir üyesi ben ve arkadaşıma oturmamız için sandalye çekerken, grup solisti Vincent ise içkimizi nasıl içeceğimizi soruyor ve hazırlıyordu. Kendileriyle yapmış olduğum sohbet ayrı bir konu olarak kaleme alınmayı hak ettiği için bu yazımda ancak bu kadar bahsedebileceğim ve o günden kalan bir kaç sıcak anıyı taşıyan fotoğraflarlara yer vereceğim. Hepinizi Anathema sıcaklığıyla selamlıyorum.. Yazıda kullanılmış olan, başlık fotoğrafı haricindeki fotoğraflar yazar tarafından çekilmiş olup, tüm hakları saklıdır. 25

KarmAŞ(ı)K Her şey radyoda çalan eski bir şarkıyla başladı ve döküldü sevgiye dair cümleler birer birer. Serdar Serhat ALTAN Deneme KarmAŞ(ı)K Yaprakların ağaçlara sevdası, kuşların yuvalarına vefası ve yağmurların bulutlara olan vedasıdır sevgi. Belki de bütün bir ömrün tek bir kelimeye sığdırılmasıdır. Kim bilir belki de sessiz sedasız bir çığlıktır yılların yorgunluğunu taşıyan gözlerimizde gördüğümüz. Geçmiş, diyorum! Geçmiş Neyin yanlış neyin doğru olduğunu sorgulamaya gerek bırakmadan şuursuzca vurur yüzümüze onu değiştirmenin imkânsız olduğunu. Sitemin, hayıflanmanın ve pişmanlığın bir değeri olmadığını anlayamadığımızdan mıdır? Yaşadıklarımızın, hatalarımızın ve geride çok geride bıraktıklarımızın, bir anıdan öteye geçmediğini kabullendiremiyoruz kendimize. Ben hikâyesi olan bir adamdım. diyor Ahmet Hamdi. Evet, herkesin bir hikâyesi vardır. Ama çoğumuzun hikâyesi yarım kalmıştır. Direnmenin ve çabalamanın yetersiz kaldığını anlayınca. Oysa bir güzeli görmekle başlamadı mı? Hepimizin hikâyesi. Dünyanın bütün güzelliklerini onun gözlerinde görüyorken ağzından çıkan her kelime tılsımlı bir şarkı etkisi yaratırken açıklayabilecek misiniz aşkın felsefesini? Ona baktığımızda yeryüzü ayaklarımızın altında kayıp gidiyorken, sonsuzluğun onun ellerinde kaybolmak olduğunu biliyorken, ölümden öte bu duyguyu nasıl yaşanmadık sayabiliriz? Ya onun yüreğinde eriyip yok olmanın korkusu? Karşı koyabildik mi? Pişmanlıklar ve hatalarla yaşanmış dolu dolu bir hikâyenin sonuna. Sorarım size pişmanlıklar ve hatalarla dolu hangi hikâye, bir ömrün telafisini anlatabilir ki? Aşk ve sevda olmasaydı hayatımızda bu kadar pişmanlık olmazdı, diyenleriniz vardır belki de. Şimdi siz söyleyin o zaman? Sevdadan yoksun bir ömür yaşanmış sayılır mı? 26

Aldatılmak ve Çözüm - Birliktelikler ve Perde Arkası - Özden Gelen Fısıltılar Psikolog Hilal İNAN - Eyüp BAĞ "Aldanmışım! Resmen geri zekalıymış.. Öküz ya öküz, bildiğin öküz! Aptal! Hayvan! Nasıl kandırdı beni!.. Beyinsiz". Cümlenin İçsel Çevirisi: Seçimlerim, içimdeki değer mekanizmama aynadır. Çünkü seçimlerimi içsel değerlendirmeme göre yaparım. İçimdeki duyguların muhatap tarafından tetiklenebilir oluşu, değer yargılarımla örtüşüp örtüşmemesiyle alakalıdır. Aksi halde etkilenmezdim. Aldatıldığımı düşünmem ise aslında kendi kendimi aldattığımı bana gösteren bir delil benim için. "Zamanla değişti. Böyle değildi ki.." Cümlenin İçsel Çevirisi: Kişi tesiri altında olduğu kişiye veya duruma göre değişir. Karşımdaki benim tesirim altında olsaydı, bana göre değişmesi gerekirdi. Benim dışımdaki bir etkene göre değiştiyse de bu aslında benim tesir edememe problemimdir. Sorun burada olabilir ve çözüm de sorunla beraber sunulmaktadır belki. Eğer önceden sorun yoksa ve sonradan ortaya çıktıysa bu belki de benim değişme sürecimle alakalıdır. Benim değişimim, onun bana göre hareket etmesinin önüne geçmiş olabilir. Ortak değerlerimiz ortak bir değişimi sağlayacak durumda olmadığından bağımsız değişimler ortak değişimlerin önüne geçebilir. Ondan bağımsız değişmeme rağmen, onun bu değişime ayak uydurmasını bekliyorsam da bu baskıdır. Bu baskı muhatabımı çevresine göre değişimine benim sürüklemem anlamınada gelir. Ben değişirken o bana "değişim baskısı" uygulamadığı halde, onun bana uyum sağlaması için benim yaptığım baskı adaletsiz olur. Eğer muhatabımda bana değişim baskısı uyguluyorsa bu ikimizin birbirimizi en başında değerli buluşumuzun dış tesirlerin etkisinde kalmışlığımızla alakalı olduğundandır. bu durumda önceleri birbirimize kendi gözlerimizle bakamadıysak ona beni tanıma fırsatını vermek, bu durumu düşünen biri olarak bana düşer. Yani madem öyle beni tanımasını sağlamalıyım. "Beni tanımasını nasıl sağlarım" Onun beni dolayısıyla benimde onu tanıyamadığım konusunda kendimi şartlandırdığım an onu ikna etme kavgamı bitirmeliyim. bu beni yüzeye çıkarır. sorunun dışına çıkarır ve düşünebilmemi analiz edebilmemi sağlar. O halde beni anlamasını beklemeden kendimi anlatmalıyım. "Belki de o hep aynıydı, ben değişmiş olabilir miyim?" Kendime göre "Çözüm bu olmalı" dediğim ve kendimi haklı gördüğüm ne kadar tepki varsa, problemin temelinde aslında benim ona olan baskım ve farkında olmadan onu benimle değişime - değişmeye sürüklemem de olabilir. Bu durumda değişmesini ona karşı koz olarak kullanıp dile getirirsem bana karşı mekanikleşmesine sebep olurum. Bana karşı mekanikleşirken çevresine karşı duyarlılığı artar ve bana karşı mekanikleşmesi benden alamadığını başkasında aramaya iter. Bu durumda suçlu ilan etsem bile hatta yakalasam bile çözüm olmayacaktır. "Banane ne hali varsa görsün bunu ben neden düşünüyorum o lanet düşünsün." Varsayalım o lanet kişinin düşünmesini bekledim tüm bunları. Düşünen çözüm bulur. Başka bir yerde o çözümüyle hayatını rayına oturtmuşken bense arabeksi bir hal ile dut yemiş bülbül makamında ağıtlar yakarım. suçlar dururum ve her suçlayışım suçlama potansiyelimi artırır ve artık çözümden çok sorun görmeye başlarım muhtemelen mutlu olabileceğim içsel ve dışsal tüm kapıları kapatmış olurum. "Değişiyor olmasına olan tepkim ilişkimizi nereye kadar götürecek?" bana göre değişmesini beklediğim sürece bu bekleyişim onun bana göre değişmesinin önüne geçer. hem 27

neden bana göre değişsinki. seyretmek müdahale etmekten iyidir. bir mehtabı seyretmek gibi. veya coşkunca akan bir ırmağı seyretmek gibi. müdahale etmek yorar. en fazla boğulurum. "değişim arayanın ve bekleyenin aslında değişime ihtiyacı vardır aslını gerçeğini bulana kadar durmaması lazımdır" "Tepkilerim ben değişirken onu aynı kalmaya mı sevk edecek?" Aslında tepkilerim onu değişiminin devam etmesi bakımından aynı kalmaya sevk edicek ve kendi değişimimin önünü kapatıcak. o ben değil ve bende o değilim. onun ben olmasını beklemem benim kendime olan nefretimdir. kendimi muhatabımla kapatmak kendi çirkinliğimi maskelemektir. belkide onun o olarak kalması beni ben olarak gösterdiği için zoruma gidiyordur. kimbilir. "Tepki gösterirkenki amacım aslında ne?" Eğer amacım gerçekten düzelmekse, düzelmek hiçbir zaman bir anda olmaz. Duruma göre bir süreç gerektirir. Peki, düzelmek konusunda bir süreç geliştirdim mi? Yoksa onu suçlayarak olumlu veya olumsuz kendi değişimimi mi muhafaza etmeye çalışıyorum? Ona olan tepkimin temelinde aslında kendi değişimimle alakalı problemlerim mi yatıyor? Değişikliklerim birlikteliğime içten içe zarar veren şahsi bir duygu yoğunluğu mu? Yoksa birlikteliğimizle alakalı ortaya çıkan bir problem mi? Şahsi bir meşguliyetime saygı duyulmasıysa mesele, bu durumun birlikteliğimize olan katkısı nedir? Birlikteliğimizle alakalı bir problemse değişen; öyleyse bende olmayıp başkasında gördüğü nedir? Bu durumda beklediğim Eskiden gördüğüm ilgi mi?" "Birlikteliğimize olan sadakat mi?" Eğer eskiden gördüğüm ilgiyse beklediğim; "Daha önce bende görüp tetiklendiği şimdi tetiklenemediği şey nedir?" "Fiziksel güzellik miydi ilgisinin sebebi?" Eğer fiziksel bir güzellikten dolayıysa eskiden bana olan ilgisi; o halde onun içindeki tutkuyu tetiklemiş olmalıydı. Bu durumda da bu beni dünyadaki hemcinslerime rakip yapar. Kulvarında bol rakibin olduğu bir arenaya kendi kendimi sokmuşum o halde, zamanında bilmeden. O halde o masumdur, çünkü eskisi gibi değilim fiziksel anlamda ve asla olamam da. Ve işin kötüsü bu durumda kandırılan değil, değişerek muhatabımı kandıran oluyorumdur. "İlgisi bakımından hoşuma gidenler; bende olanları bana söylemesi mi? Yoksa kendisinde olanı dile getirmesi mi" Eğer bende olanı dile getirmesi ise, belki artık bunlar bende olmadığı için veya görmediği için dile getirmiyordur. Eğer kendinde olanı dile getirmesiyse bu sevgidir, paylaşımdır. O halde kendisinde olanı söylemesini tetikleyecek durumlar bende kaybolmuştur. Yani sorun kaynağı da çözüm noktası da aslında hep benim. "Seni seviyorum demiyor hiç bir zaman. Bak bu kadar şey yaşadık, yine demedi." Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Beni sevdiğini söylemesini istiyor oluşum; istediğim için söylemesini sağlayacaksa bu onu ikiye böler. Gerçekte kim olduğu ve bana karşı nasıl olması gerektiği.. Gerçekte kim olduğunu bana karşı göstermeme meselesi içsel baskıya sebep olursa, bu durumda aldatılmanın tohumlarını atmış olmaz mıyım? 28

"Aldatılmaya asla tahammül edemem!" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Bu benim kendimi kandırıyor oluşumun ortaya çıkmasına olan tahammülsüzlüğüm olabilir mi? Aldatılmaya tahammül edememek ile zihne devamlı bu düşüncenin gelmesi farklı şeylerdir. Aldatılmaya tahammül edememek kişinin kendisine olan güven sorunudur. Kendime karşı olan saygısızlığımı, kendimle olan alakasızlığımi, kendime olan ihanetimi hatırlatıyor olabilir aldatılmak. Aldatılmak elbetteki kötüdür. Fakat aldatma potansiyeli olan biri varsa aldatılma potansiyeli olan biride vardır aynı zamanda. Eğer beni aldatan değer verdiğim biriyse sayfanın en başına dönmüş oluruz. Değer verdiğime karşılığında bir şey almak için değer verdiysem aynı zamanda bu ticari bir değerdir. Ve yaşadığım acı aslında verdiğim değerin karşılıklı bir değer olduğunu yüzüme vuran bir durumdur. Zihne devamlı aldatılma düşüncelerinin gelmesi ise kendime olan güvensizliğim ve kendimi dışarıdan topladığım parçacıklarla puzzle gibi birleştirdiğim ve her bir parçanın kaybında kendimden bir parçanın gidecek olmasının verdiği korkudur. ve bu aslında korkunç bir "yapay benlik" durumudur. Bununla alakalı geçmiş yazılar okunabilir. Örneğin "Ölüm ve yalnızlık" yazısı. "Neden rahat değilim?" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Asıl meseleye yaklaştık :) İlişkimizde muhatabımı besin kaynağı haline getirmiş olabilir miyim? İçsel değerlerimi ayakta tutacak bir destek; bana ait olan ama bir türlü ulaşamadığım tüm değerleri dışarıdan tetikleyebileceğim bir araç olarak mı kullanıyorum muhatabımı? Bu durumda tüm duygularımın dışarıdan tetiklenmesine ihtiyaç duyacak kadar dışa bağımlıyımdır. "Neden böylesine saplantılıyım?" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Arka planda gerçekten beni sevmesini mi istiyorum, yoksa seviyorum demesini mi? Eğer "seviyorum demesini istiyorsam; bu aslında güçsüzlüğüm, kendime karşı olan inançsızlığım ve duygularımın aklıma olan galibiyetinin ispatı değil midir? Bu durumda başkasını kendi aklımın yerine koyup, beni istediği şekilde yönetmesini sağlamak mıdır istediğim? Veya duygularıma olan güvensizliğimin sebebi, "İçsel anlamda akıl ve duygu savaşım mı?" Aklımın duygularıma olan hâkimiyetsizliğine karşı, dışarıdaki birinin duygularına hükmetmeye çalışarak aslında kendi içimdeki duygularıma olan hükmedemeyişimi bastırmaya mı çalışıyorum? "Eğer böyleyse gerçekten seviyor muyum yoksa sevdiğimi sanıp, kendimi buna inandırıp sözde sevgimi kullanıyor muyum?" "Ama herkes böyle" demem daha kötü çünkü sürü psikolojisiyle hareket etmemi sağlar. İçimde hissetmemi değil; birbirimize bakıp hayıflanmayı, birbirimize bakıp şükretmeyi veya birbirimize bakıp başkalarının mutsuzluğundan mutluluk devşirmemi sağlar beraberliğimle alakalı.. "İyi de herkes böyle!" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Bunu söylemem aslında beraberliğimi sıradanlaştırıp, toplumun hassasiyeti değiştikçe beraberliğimizdeki hassasiyeti topluma göre değiştirmeye meyilli olmak demektir. Mecburi hissedilen boşanmamaların ve mutsuzlukların çoğaldığı bir toplumda, çoğunluğun arasında sistemin bir parçası olmamı sağlar. Kurallara dayalı bir sevgi veya"kullanma talimatlı bir evlilik" "Aslında biz oldukça mutluyuz. Beraber çok şey paylaşıyoruz" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Paylaştığımız şeyler neler peki, kendimiz dışında şeyler mi? Kendimizi daha iyi saklamak için, başka şeyler mi gösteriyoruz karşı tarafa? Hediyelerimize, birbirimizden beklentilerimize karar veren birbirimize olan sevgi ve saygımız mı yoksa başkaları tarafından tayin edilmiş günlerde mi belli ediyoruz yine sözde sevgimizi.. "Birbirimize iltifat ediyoruz. Çok sevdiğimizi söylüyoruz, şakalar yapıyoruz" 29

Geçende bir çift gördüm birbirlerine sarılıyorlardı ama az sonra kavga edecekleri belliydi. Ticari toplantılardaki insanların inişli çıkışlı halleri gibiydiler. Başkalarının yanında iki vücudun birbirine yapışması; aksesuarlar tamam, set hazır.. Belinden tuttuğu sevgilisini neşeyle savuruyor adam. Hayal malzemesi devşiriliyor ilerideki ayrılıklar için, bu belli. Filmlerden alınmış bir sahne, filmler gibi yalandır. Ölümden kurtulan iki sevgilinin sarılması gibi bir sarılma ve dans. Komut belli sistem tarafından: "Sıradaki ayrılığında gözü yaşlı gecelerin için düşüneceğin şeyi hazırla. O ara sana yeni müzikler, yeni filmler ve hatta yeni kişisel gelişim kitapları satacağım. Ne olmak istediğini sorup, sana yol gösteren kişileri hayatına çıkaracağım. E tabi azıcık para da vermek durumundasın yani Bir başkası sistem tarafından öğretileni bana satacak. Benden başka kimse gerçekten ne olduğumla ilgilenmez değil mi? " Günaydın! "Peki o zaman ne yapmalıyım?" Gerçeğin peşine düş, kendinden başkasını suçlama! Hiç olmazsa sistemin sana sunduklarını deşmezsin. Diş çıkartan bebeğin dişliğe sarılması gibi. En azıdan kendini tırmalarsın. Kim bilir çıkan şey, sana seni en iyi anlatan şey olabilir. Nasılll??" Ben de senin dışında biriyim unutma. Aman tuzağa düşme! Cevap sadece senin bulabileceğin şekilde içinde gizli, birazdan fark edeceksin :) "Muhatabım özel günlerde hediye almayı unuttuğunda uyuz oluyorum!" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Birlikte olduğum kişinin beni sevmesini istiyorsam şunu bilmeliyim ki sevgi talep edilen ve sunulan bir davranış görev değil; fedakârlıkla elde edilen bir şeydir; tutku ise ticaret gibidir ve zamanı gelince ödemesi yapılmalıdır. Eğer benim birlikteliğim ticariyse, bu durumda yüksek bedeli veren ilişkimizi satın alır. "Nasıl anlarım ilişkimin temelini, sürecini?" Örneğin; kıskançlığımdan anlarım. "Rahatsız etmeyecek kadar uzakta - güven verecek kadar yakında" sınırını ihlal ettiğimde anlarım ki bir "reyonda" yım. Sonu gelmeyen bir alışveriş merkezinde, bir reyonda sergileniyorum ama hiç bir zaman alınmıyorum. O yüzden hayatım boyunca alıcıma kendimi ikna etmek için uğraşıyorum. Belli bir zaman sonra da muhatabımın bana bakmasını sağlıyorum. Sonra gözlerini benden almamasını sağlamaya çalışmakla geçiyor ömrüm. Bir reyondaysam doğal olarak böyle geçer ömrüm. Sonra birden hayal âlemimde, reyonda olduğumu unutuyorum ama içsel anlamda hala kıyaslanma korkusu aslında içten içe kendime bir reyonda olduğumu da hatırlatıyor. "Reyondan alınmak istiyorum!" O zaman beklentisiz olmalıyım, usul usul akan bir ırmak veya bir gül gibi. Bir gül bir alışveriş merkezinin ortasında da aynıdır, kimsesiz bir dağın tepesinde de. Güzelliği buradan gelir. Kendi güzelliğini çevresine ispatlamaya çalışmaz, o zaten güzeldir. İşte o zaman asla bir reyonda olmazsın yani kendini bir reyona sokmazsın. İnsan neden bir villa ve bahçesinde güller olan bir yer hayal eder? Balkonunun Ormana baktığı bir yer ve orda olmaktan hoşnuttur. Çünkü orda seyretmek vardır seyredilme telaşı yoktur. Aslında havası suyu sadece bahanedir. Kişinin böyle bir yerde asıl rahatlama sebebi seyredilme telaşı olmamasıdır. yani ormana karşı kahvaltı yaparken huzurludur çünkü "Acaba orman bana bakıyormudur" telaşı vermez orman. Bahçedeki güllerin arasında dolaşmak güzeldir. Güllerin seyredilme telaşının olmamasıdır güllerle kişiyi mutlu hissettiren. O halde acaba seyredilme telaşı - kaygısı ve hatta seyredilme ve bilinme - takdir edilme isteği olabilirmi beni huzursuz ve terk edilir kılan. Yanımda huzurlu olunsun istiyorsam o halde ırmak gibi gül gibi orman gibi kendi güzelliğimle kalmalıyım. kaygısız. o zaman benimle olan tatilde gibi hisseder. seyredilme telaşı gütmez muhatabım ve beraberliğimiz bir tatil olur. "O neden yapmıyor" Ama bu saçma. gülmü olmak isterim gülden hoşlanan bülbülmü? bülbülü güle aşık eden beklentisizliğindeki kusursuzluğu. ve bülbülün canını acıtansa bir gülün böylesine telaşsız oluşudur kimbilir :) 30

"Gül demişken; sağ olsun sevgilim bana her zaman gül getirir" Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Bunun temelinde tarihler boyunca süregelen ve toplumlarca devamlı değişen kurban ritüeli yatar. İnsanın insan için kurbanı aslında muhatabı taptığının yerine koymasıdır. Kurban tüm dinlerde Tapılan için kesilir. Eskiden bazı insanlar (!) sevdikleri için insan keserlerdi, yani tapılan kişi, Tanrı yerine konulan için. Sonra hayvanlar kurban edilmeye başlandı, şimdi de bitki kesiyorlar. Bir çiçeğin, bir kurbanın ah ı altında yaşanan bir romantizm hastalığıdır yaşanan veya ilişkinin kaderi karşılıklı kesilen kurban ritüelleri ve yatak arenasında sonlandırılan kavgalarıdır. "Birbirine tapınarak mutlu olmak" Yani karşılıklı kurban yarışı.. "Bir tanrı, bir de sen" kısmı yalan aslında.. Tanrı; "Ya bi de öteki taraf varsa"korkusuyla ortada gezen ama asla oraya girilmeyen bir konudur. Eğer "Bir tanrı, bir de sen"konusu gerçek olsa sen dediğime ayırdığım zaman kadar, Tanrıya da zaman ayırırdım :) Bu aslında muhatabı Tanrı yerine koyarken, Tanrının kullanılmasından başka bir şey değildir. Yani"Bir tanrı, bir de sen" demek aslında "Bak tanrıyı sevdiğim kadar seni seviyorum" demek değildir. "Bak tanrı arayışımı sende sonlandırdım, seni seçtim tapınmak için! Hatta bak seni Tanrıyla aynı kulvarda değerlendiriyorum" demektir. Böyle bir ilişkinin devamı görülmemiştir. Çünkü bir insan asla bir tanrı değildir. Önce tanrını sonra beraber olacağın kişiyi bulmalıydın belki de :) Bu bakış açısına en uygun çözüm aslında. Neyse, bu ayrıca işlenmesi gereken bir konu sanırım.. "Eskiden balkonlar vardı. Şimdi ise geniş balkonların yerini Fransız balkonlar aldı. Sadece balkon görüntüsü olan sözde balkonlar. Bir adım büyüklüğünde.. Ne güzel evde artık boş yerler oluyor.. Eşya için." Cümlenin İçsel Çevirisi ve Çözümü: Eskiden karşılıklı oturulunca konuşulan, paylaşılan şeyler vardı ve toplumun sunduğu şeyler değildi birlikteliğe dair yaşananlar.. İnsanlar içlerindekini kusup boşalmazlardı, paylaşmak için konuşurlardı. Balkonlar aslında günümüzde biten evliliklerin temsilidir, acilen eve katılmalıdır bu yüzden. Ve elde edilen boşluğa buz gibi bir vitrin konmalıdır. Elde edilemeyen mutlulukların saklanarak, sahip olduklarının misafir tarafından ihtişamlı ve büyük gözükmesi için iç mimarlarca döşenen evler.. "Neden ki? İnsanı huzurlu ediyor" Bunu soran kişiye şöyle derim "Çocukluğunda mutlu olduğun evi düşün. O evde eşyalar modern değilken, o evi hatırladığında gözlerini yaşartan mutluluğun sebebi neydi? Her bir eşyanın hatırası vardı, o yüzden eşyaları kolay atamazdı eskiler. Bir köy evinde eşyaların değeri uzun süre kullanılmayışıyla anlaşılır. Çünkü o eşyada hatıralar vardır, her eşya kalmalı bir hatıraya bekçilik etmelidir bu yüzden. Peki şimdi? Şimdi devamlı değişmeli her şey. Acı hatıraların saklandığını itiraf etmenin maskeli hali. "Eşyalar değişmeli" Eşya değişmeli çünkü eşya benimle vardı. Ben değişemiyorsam, eşya değişmeli. İçimdeki sorunu dışımdaki bir şey tetiklememeli. "Sorun gitmiş olmaz mı tetikleyen unsur ortadan kalkınca " Maalesef hayır :) Sadece sorunu tetiklememiş olurum. Ve o sorun başka duygularımı sarar bir virüs gibi. İnsanları, eşyaları ve hatta filmleri de değiştirmeye çalışırım. Aslında filmlerde beni mutlu eden ve devamlı film seyredişim asla kavuşamadığımı aramam veya içimde asla kavuşamadığımı tetikletmemdir dışarıdan. Ben değişemiyorsam, filmler değişmeli. Mutsuzluklarımın üstünü örtmeli sahte görüntüler. Kendi hayatımda sahip olduklarımın tetiklemesi gerekenleri bir artiste tetikletmeliyim. "Acaba neden dizileri çok seviyorum?" O kadar yalnızım ve kendimi bulamamışım ki, bu nedenle mutlaka bir dizide kendimi eşleştirdiğim biri olur. Acaba o kişi hayalim midir? Yoksa asla ortaya çıkmaması için dışarıdan birileri tarafından yapılan sinsi bir baskı mıdır? "Ne işlerine yarar ki, neden böyle bir baskı olsun?" Belki de herkesi aynı yapmak için. Çok kişiyi yönetmek zordur ama herkesi tek bir kişi haline getirmeyi başarırsan, bir kişi yönetmek kolaydır. İnsanın içinde aradığını dışarıda var ederek içindekiyle hasret gidermesidir yaşadıkları. Giderebilse onunla kalır, kişi tatmin olduğuyla kalır. Devam eden harcamalar, değişen eşyalar evler. Ama asla bulunamayan, bulunamadığı için pes etmenin ise imkânsız olduğu bir arayış. Peki aranan ve de bulanamayan ne? Kimsenin adını koymadığı, dışarıdan yönlendirilen bir arayış. Kısır bir döngü.. Örneğin ince belli bir bardak.. Kişi eliyle tuttuğunda, eli otomatikman kibarlaştıran bir hareket meyli veren bardak. İnce belli bardak.. Bunu tüm kibar eşyalar üzerinden düşünebilirsiniz. İnsanı dışarıdan ince olmaya iten, aşağılayıcı bir suçla itham eden bir bardak. "Kaba şey seni, üzülme bu mekanik şey seni kibar gösterecek" Veya bardağı topluma kabul ettiren sistem. Tabi bardak sadece numune. İnsanın iç inceliğine ulaşamamasını kullanan ve 31

dışarıdan kontrolle kibarlaştıran bir sistem mevcut. "Medeni toplumlar çok kibar ama" Onları belki de savaşta görmeliyim. Savaşta kişileri kibarlaştıran eşyalar, birden aynı sistem tarafından yok edilir. Bir silah - bıçak ne varsa elinde. Ve hiç dokunulmamış, yontulmamış hayvanlığın birden ortaya çıkması. İçe dokunulmaması için lazım olan hareketlerin dışarıdan temini için yapılan figürler, eşyalar yok olur :) filmlerde de çok kibar gözüküyorlar oysaki. Filmlerde gereçler var. Takım elbise - papyon ismini cismini bilmediğim markalar ve göze hoş gelip dışarıdan insanı güzel gösteren, içi kapatan kıyafetler.."eğer ben kendimi bu şekilde dışarıdan bana sunulanla mutlu ediyorsam, sahip olduklarım elimden bir anda giderse kokuşmuş halim ortaya çıkar mı?" Savaş olmasına gerek yok. Gözümü kapatıp kendimle ne kadar kalabildiğimle alakalı bu soru. Duyguların kokusu olan düşünceler su yüzüne çıktığında, ne kadar kalabiliyorum kendimle? Savaşa gerek yok, belki de savaşlar içsel savaşları yok etmek içindir dışarıdan tetiklenmeye alışmış insan için. "O yüzden modern silah ve modern kıyafetle bir ülkeye girildiğinde, o ülkedeki olduğu gibi giyinen insanların ölümleri beni sadece bir evcil hayvanın ölümü kadar üzüyor" Evet demeyi isterdim. Ama yakınlarımın ölümü, gerçekten onları sevdiğim için mi üzülmemi sağlıyor? Yani uzun süre ağlamam, arkasından ağladığım kişiyi sevdiğim anlamına mı gelir?"annen öldü, başın sağ olsun. Neden böylesine ağlıyorsun" "Ben onsuz yapamam" veya "Ona alışmıştım" "O benim için her şeydi" Arka planda aslında kişinin kendine verdiği değer mi var? Yani ben kendime kattığı değeri kaybettiğim için mi ağlıyorum? O halde yabancı bir ülkede öldürülen bir çocuk için milli sosyal platform savaşı başlatırım. :) Gidenin arkasından ağlama sebebim ayrılık, sadece ayrılıksa birliktelik sevgiyle besleniyordur. Ama sevgiyle beslenen birlikteliklerde devşirilen şey sevgidir. Ve sevgi bir güneşse, sevgi arttıkça karanlık kaybolur. Ve sevgi güneşse çevremdeki tüm yıldızlar ışığını benden alır. Veya bir yıldız olmayı seçmişsem de bir sanal güneşin yapay ışığı beni var eder. Ve bu durumda beni var eden için savaşırım. Sevgi ise kişinin benliğini yok eder. Var olmaya devam ediyorsam, artan bir şeyler varsa soğan kabuğu gibi örülüyorumdur. Çoğalıyorumdur dertlerimle birlikte ve dertlerimle birlikte sorunlarım da çoğalıyordur. Her derdime bulduğum çözüm beni mutlu ediyorsa daha büyük bir dert geliyor demektir :) Sevgi azalmamı sağlar, verdiğim kendimdendir. Geriye kalacak olansa tüm sorunların toplamıdır, ve tüm soruların kestirmeden sorulmuş hali ; "Ben kimim?" İlişkilerde Suçlamaya Dair Küçük Bir Cümle Tiyatrosu; - Arkadaşım şu yazıyı sana armağan ediyorum. Okuyup anladığını paylaşır mısın? "Cahil odur ki; kendi hayatına hâkim değil. Kendi hayatının hâkimiyetini başkasına verir. Onların tesiri altına girer. Sonra onların hükmünden razı olmaz. Sonra bir de gider suçlar, ağlar "Ama haksııııız" der. Ne komik.. Seni üzenler duygularına hâkim olanlardır. Üzen ne kadar haksızsa, sen de o kadar haksızsındır. Bu belki de aptallığın itirafıdır. Kendi yönetimini terk ettiğin insanlara haksız deyip, mücadele edip ağlaman da acizliktir. Kendi suçunu örtmektir. En büyük suç be ahmak, anlasana! Seni üzebilene, üzdüğü kadar hâkimiyet vermişsindir kendinden. "İşgal altına alınmış bir ülkenin, işgal edilmeye değil de, işgalcisi tarafından yanlış veya haksız yönetilmeye olan isyanı" kadar aptalcadır. Ahmakçadır. Karşı tarafı değil, içinizdeki hainleri bulup bedeninizden temizleyin ki alaka kesilsin. Muhatapta suç bulmak ne kadar gereksiz.. Anlayana.. - Hocam.. Anladım da. Geçmişim hep kovalayacak mı böyle beni? - Geçmişin seni kovalaması mı?? Geçmiş bir insan mı seni kovalasın. Aptalca süslü kelimeler! Romantizm hastalığı cümlelerine yansımış. Geçmişi sırtında taşırsan, her yere seninle gelir. Sen aynıysan, çevren de aynıdır.. Süslü kelimelerin süsüyle kendini makyajlayacağına, gerçeğin elbisesini giy. Sözlerimi de süsleyeyim mi illa ki bir eşya gibi? Eşyalar cümleleri değiştirmez anlayana. Hem geçmiş nasıl takip edecek seni? Taksiyle mi? Psikolog Hilal İNAN - Eyüp BAĞ 32

Okuma Sevdası Neyi paylaşırsanız paylaşın elinizde kalan azalacaktır, bir şey hariç: sevgi. Sevgi, paylaştıkça çoğalan tek sermayedir. Edib Rasljanin İSLAMOĞLU Deneme Okuma Sevdası Bugünlerde herkes sevgiden bahsede bahsede sevgiyi bilmeyen sanacak ki bu dünyada insan sevgisi - hele karşı cinsiyet sevgisi dışında sevgiye layık başka hiç bir şey yoktur. Sevgiye layık nice varlık, nice kavram vardır. Son zamanlarda sevgi kapitalizmin bir dalı hem de hayli para eden bir dalı olmuş ne yazık ki. Sevgiyi hunharca katledenler var kapitalizm uğruna. Teşbihte hata olmaz ya, pazarda marul satan, Sevgilinize en güzel hediye maruldur, bitmeden alın. diyecek noktaya gelmiş neredeyse. Sevgi böyle kazanılmaz, harcanır. Arılar çiçeğe konar, onu sever, ondan bal yapar; bu üreten, faydalı sevgidir. Sinekler ise önce pisliğe konar,sonra onca zahmetle üretilen bala konup ona mikrop karası çalar. bu ise tüketici sevgidir ve zararlıdır. Üretici sevgilerden biri de okuma sevgisidir. Biz, toplum olarak okumayı severiz. Ama sadece severiz. Mesela bir kitap satın aldığımızda onu okumayı unutmamak için gözümüzün önünde bir yere koyarız. Bazen aylar, bazen yıllar geçer; biz daha o kitabı okuyacağız. Evet biz okumayı severiz, okuyanları da maddi-manevi olarak destekleriz lakin bu, okuduğumuz anlamına gelmez. İstatistiklerden hicap duymamız lazım geldiğinden onları buraya vermek istemiyorum. Refah seviyesi yüksek memleketlerde okuma ölçütü kişi başına düşen kitap sayısı iken bizde ise kitap başına düşen kişi sayısıdır. Kitap okumada şampiyon sayılmasak da iyi bir gazete okuyucusuyuz. Daha da iyi gazete bakıcı sıyız. Gazetemizi aldığımızda önce iri iri harflerle yazılan manşet ve sürmanşetleri, arkasından spot yazıları okur; sonra kendimize has bir tarzla son sayfadan okumaya, pardon bakmaya başlarız. Son sayfalar resimlerle doludur, okunacak pek bir şey bulunmaz. Okurken genelde uzanarak okumayı severiz, kısa bir süre sonra da tatlı mı tatlı uykuya dalarız. Böylece okuma eylemi bizi zinde tutması gerekirken çoğu kez masala dönüşür, bizi uyutur, fakında mısınız? * * * 1993-2001 yılları arasında Süleyman Demirel Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığını yapan, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı Başkanlığını üstlenen sevgili hocamız Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ geçen hafta bu fani dünyadan göç eyledi. Hocamızın vefatı bizi derinden sarstı, mateme boğdu. Başta ailesi, Pamukkale Üniversitesindeki mesai arkadaşları, öğrencileri ve tüm Türk edebiyat dünyasının başı sağ olsun. Üzerimizde çok emeğin var hocam. Edebi, edebiyatı, estetiği zihinlerimize nakış nakış işledin. Sıcak sesin hâlâ kulaklarımızda. Biz senden razıyız. Rabbimiz de razı olsun, mükâfat olarak cennet ihsan etsin. 33

Divan Şiirinde Mitoloji Ve Mitolojik Şahıslar Nurdan OFLAZOĞLU İnceleme Divan Şiirinde Mitoloji Ve Mitolojik Şahıslar İnsanlığın ortaya çıkışından bu yana sanat eserleri de varlığını ortaya koymaya başlamıştır. Yani sanat; insanla birlikte var olmuştur, diyebiliriz. Yüzyıllar boyunca ortaya konulan, binlerce tarihi eseri anlamak ve yorumlamak için de çok çeşitli teknik ve yöntemler geliştirilmiştir. İlk Çağ eserleri incelendiğinde hiç şüphesiz bu dönem eserlerinin mitsel karakterler taşıdığı görülmektedir. Bu dönemde hikâyelerin hem sembollerle anlatıldığını ve bu sembollerin döneme ait karşılıklarının olduğunu göreceksiniz. Bazı araştırmacıların görüşmelerine göre hiçbir sanat eseri mitlere başvurulmadan anlaşılmaz. Bu görüş dünya edebiyatının kaynağını oluşturan Eski Yunan ve Latin edebiyatlarından günümüze dek çeşitli araştırmacılar tarafından sürdürülmüştür. Türk edebiyatında ise Osmanlı Devleti nin kuruluşuyla ortaya çıkan ve Yüksek Zümre Edebiyatı olarak da bilinen divan edebiyatı, mitolojik kahramanlara yer vermesiyle dikkat çekmiş bir dönemdir. Divan şiirinin asıl kaynağını oluşturan mitolojik unsurlar, divan şiirinin anlam yoğunlaşmasını artırarak divan şiirine farklı bir boyut katmıştır. Divan şairlerinin, İran edebiyatının etkisinde kalması da İran mitolojisinden yararlanmasında etkili olmuştur. Divan edebiyatının etkisinde kaldığı ve divan şiirine kaynaklık eden en önemli eserlerden biri olan Şehname,içinde İran mitolojisini toplayan en önemli kaynaklardan biri olmuştur. Peygamberlerin, evliyaların kerametleri, şehit ve gaziler, Rüstem, Feridun, Battal Gazi, Behram Gur, Behmen, Bijen, İskender vb. şahısların hayatları etrafında gelişen efsanevi hikâyeler İslami Türk kültüründe yaşamıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar a göre divan şiiri, mitolojisini doğrudan doğruya Şehname den, Büyük Masallar dan ve Arap kültüründen almıştır. (Tanpınar, Ahmet, Hamdi,19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1985, s.4 ) Fakat divan şiiri sadece mitolojik unsurları İran ve Arap edebiyatından değil, Çin, Ortadoğu nun başka milletleri, Yunan ve Anadolu da daha önce yaşamış diğer milletlerin ve Hintlerin de etkisinde kalmıştır. Divan şairleri Şehname yi esas kaynak olarak kullansalar da bazı atıflar Şehname de bulunmamaktadır. Örneğin Cem in şarabı bulması hikâyesi Şehname de yoktur. Cam-ı Cihan Nüma klasik şiirimizde her zaman Cem e ait olarak gösterilir oysa Şehname de Keyhüsrev e ait olarak anlatılır. Divan şairlerinin Şehname den başka başvurdukları kaynak olarak Taberi Tarihi (Tarih-i Taberi) gelmektir. Taberi, Şehname de anlatılan hikâyelerin çoğunu anlatmakta fakat bazı yerlerde farklılıklar görülmektedir. 34

Şehname nin yarısından fazlası İran ve Turan Savaşlarına ayrılmıştır. Bu iki millet arasındaki o büyük rekabet Şehname nin her satırında hissedilir. İran ın efsanevi hükümdarları nadir de olsa bazı şairler tarafından savaş meydanının yenilmez kahramanı olarak değil de aşk meydanında büyük savaşlar veren aşığın bir simgesi olarak kullanmışlardır. Divan şairleri şiirlerinde dünyanın geçiciliğini, hayatın nihayetini, büyük hükümdarların bile ölüp gittiğini ve böylesi bir dünyanın hiçbir şeyine aldanmamak gerektiğini vurgulamışlardır. Şairler kendilerini mitolojik şahıslarla kıyaslamışlardır. Divan şiirinde padişahlar meşhur oldukları sıfatlarla anılmıştır.. Kanuni yle kıyaslanan hükümdarlar: Cemşid, Dara, İskender, Hüsrev, Keyhüsrev. Divan şiirinde kullanılan önemli mitolojik şahıslardan biri de Bijen dir. Bijen, Şehname de maceraları anlatılan büyük kahramanlardan Giv in oğlu Rüstem in torunudur. Bir kahramanlık sembolüdür ve daha ziyade Efrasiyab tarafından içine atıldığı kuyuyla birlikte anılır. Şiirde sevgilinin çene çukuru Çah-ı Bijen olarak anılır. Zaman zaman bu kuyu Harut ve Marut un atıldığı kuyu ile karıştırılmıştır. Cemşid ise İran ın mitolojik şahlarındandır. Bir rivayete göre şarabın mucididir ancak Şehname de böyle bir bilgi yoktur. Cam-Cihan Nüma nın Cemşid e ait olduğu söylenmektedir. Ancak Şehname de bu sihirli aletin Keyhüsrev e ait olduğu anlatılır. Bu sihirli alet ile bakıldığında dünyanın dört bir tarafı görülebilirdi. Cemşid in asıl adı Cem dir. Kelime sonundaki şid, ışıklı ve parlak anlamına gelir. Cem kelimesi Hüdhüd, Asaf, Mur kelimeleriyle beraber kullanıldığında Hz. Süleyman kastedilmiş olurdu. Dahhak; İran mitolojisine de Hint mitolojisinden girmiş bir şahıstır. Cemşid i öldürerek saltanata oturan efsanevi İran hükümdarıdır. Dahhak ın iki omuzu üzerinde kendisine acı veren iki yılan otururmuş. Bu yılanlara her gün iki çocuk beyni yedirilirmiş. Sıra Demirci Gave nin on sekizinci çocuğuna gelince demirci deri önlüğünü bayrak gibi kullanarak arkasına topladığı insanlarla ayaklanıp Dahhak ı tahttan indirmiş ve yerine Feridun u geçirmiştir. Dahhak-i Mari (Yılanlı Dahhak) da denilen bu kişi zulmüyle meşhurdur. Mirsad adlı bir Arap beyinin oğludur. Bir gün şeytan ona iyi bir insan kılığına girerek telkinde bulunmuş ve babasına öldürtmüştür. Sonuçta şeytan, padişah olan Dahhak a bir aşçı olmuş ve bir yolunu bulup iki omuzundan öpmüş. Sonra omuzlarından yılanlar çıkmış ve bu yılanları ne kadar kestilerse yerinden daima yenisi çıkmış. Şeytan bu sefer de doktor kılığına girerek bu yılanların başlarını kesmek yerine onlara insan beyni yedirmeyi tavsiye etmiş. Böylece zalim bir hükümdar olan Dahhak,halktan insanların beyinlerini yemeğe başlamış. Başın götürürken iki omzunda mar-ı zülf Dahhak gibi lebleri nice acep güler Necati Şiirde sevgilinin omzuna dökülen saçları Dahhak ın iki omuzundaki yılana benzetilmiştir. Dara; Şehname nin ünlü şahlarındandır. Rivayetlere göre İskender ile yapmış olduğu bir savaşta İskender tarafından öldürülmüştür. Büyük bir saltanat ve gösterişe malik olması, İskender le olan efsanevi savaşları, taç ve tahtıyla dillere destan olmuş bir hükümdardır. Klasik edebiyatımızda bir ululuk, azamet ve şa şaa sembolüdür. Efrasiyab; Alp Er Tunga nın Şehname deki adıdır. Maveraünnehir de hüküm sürmüş olup Turan ın en büyük hakanlarındandır. İran topraklarının tamamını Pişdadiyan sülalesinin elinden alması ve İran ile yaptığı savaşlar, Şehname de geniş bir şekilde ele alınmıştır. Efsanevi bir kişiliği olan Efrasiyab, büyük İskender den önce yaşamış olup Keyhüsrev tarafından öldürülmüştür. Edebiyatımızda kahramanlık sembolü olarak kullanılmıştır. Efrasiyab adı Divan-ü Lugat-it Türk te de geçer. Kaşgarlı Mahmut a göre asıl adı Tonga Alp Er (Alp Er Tunga) dır. Hüsrev-i Zişan ki hayl ü askerinin her biri 35

Behmen ü Erdeşir ü Efrasiyab ı mirahor Nabi Feridun; bütün Şehname boyunca en çok ismi geçen padişahlardan birisi ve hatta en önemlisidir denilebilir. Dünyayı üç oğluna paylaştırmıştır. Avesta da Thraetaonos (Fırdusis),Thaetaone (Fretun) adlarıyla ele geçirmeye çalışan üç başlı ejderha Dahhak ı öldüren kahraman olarak geçer. Edebiyatımızda adalet, iyilik ve uzun ömürlülüğüyle anılır. Hızır; rivayete göre ab-ı hayat ı içerek ölümsüzlük sırrına erişen peygamber veya veli olduğu tartışmalı olan kutsal kişidir. Hz. Musa ile olan yolculuğu, bu yolculuk akabinde ayrılışları, İskender le olan ab-ı hayatı bulma maceraları, ab-ı hayatı İskender in içememesi fakat Hızır ın içmesi, Hızır kelimesinin, yeşil anlamına gelmesi, kıyamete kadar yaşayacak olması, denizde darda kalanlara yardım ettiği yardım ettiği inancı vesilesiyle divan şiirine konu olmuştur. Hızır ın, İlyas Peygamber e verilmiş bir lakap olduğunu söyleyenler de vardır. Denilir ki Nuh Peygamber, onun ömrü için duada bulunmuş. Hızır ın sağ elinin başparmak kemiği yokmuş. Bu nedenle musafaha yapanlar, karşısındaki kişi de bu kemiğin olup olmadığını yoklarmış. Zira eğer Hızır ile karşılaşırlarsa o eli bırakmayacak ve ona her istediklerini yaptırabileceklerdir. Efsaneye göre Hızır, arkadaşı İlyas ile zulumat ülkesinde ab-ı hayat aramaya gitmişler. Uzun maceralardan sonra Hızır ile İlyas bir pınar kenarında oturmuşlar ve yanlarında bulunan pişmiş balıkları yerken Hızır ın elinden bir damla su balığa damlamış. Balık o sırada canlanıp suya atlamış. Onlar da o suyun ab-ı hayat olduğunu anlayarak kana kana içmişler. Sonra İskender e haber vermişlerse de tekrar bu suyu bulamamışlar. Böylece İskender ab-ı hayattan mahrum olmuş. Ölümsüzleşen Hızır ile İlyas Allah ın emri ile dünyada sıkıntıya düşenlerin yardımına koşarlarmış. Kıyamete kadar sürecek bu görevi Hızır denizde, İlyas ise karada yaparmış. Her ikisi de senede bir gün buluşup beraber Kâbe ye giderlermiş. Onların buluştukları günler ise insanlar Hıdrellez derler ve o günde kırlara çıkıp eğlenirler. Mayıs ayının altıncı günü olarak kabul bilinir. Bu hikâye halk arasında da çok yaygın olduğundan birçok hikâye ve destanlara girmiştir. Yar elinden ey Muhibbi bir kadeh nuş eyleyen Hızr elinden ger olursa ab-ı hayvan istemez Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman) -Hızır kelimesi en çok sevgilinin dudakları, ağzı, hatları, ayva tüyleri için kullanılan bir benzetme unsuru olmuştur. Hüsrev; Hüsrev u Şirin mesnevisinin erkek kahramanıdır. Divan edebiyatına Şirin e karşı duyduğu dillere destan olan aşkı ile konu olmuştur. Hüsrev ile ilgili efsanelerden birisi de onun yaptırmış olduğu sarayla ilgilidir. Yine Hüsrev in sahip olduğu hazineler dillere destan olmuştur. Hüsrev u Şirin bizde Ferhad ile Şirin olarak bilinmektedir. İskender; Kuran da kıssada anlatılan Zü l-karneyn, Yunan(Makedon) kralı Büyük İskender ve ab-ı hayatı arayan İskender şeklinde üç farklı kimlikle karşımıza çıkar. Hızır ile ab-ı hayatı aramaya gittikleri, buldukları ve Hızır ın suyla birlikte kayıplara karışması, İskender in duyduğu üzüntü sonrası öldüğü anlatılır. Övülen kişileri İskender e benzetmek gelenektir. Cihangirliği nedeniyle padişah övgülerinde çok kullanılır. Divan şiirinde dünyanın pek çok yerini fethetmesi yönüyle de ele alınan İskender pek çok sanata da konu olmuştur. Şairin her vesile ile ondan söz etme imkânı vardır ve çok zaman bu genişliği kullanır. Mısır ın fethettikten sonra İskenderiye limanına büyük bir ayna yaptırmıştı. Bu aynadan bakıldığında çok uzak mesafeler görülürmüş. Buna Ayine-i İskender demişlerdir. -Büyük bir cihangir, yenilmez bir kahraman, dünyayı dolaşan bir hükümdar olması Hızır ile ab-ı hayatı araması fakat bulamadan geri dönmesi, denizin üzerine çok büyük bir ayna yaptırması, Yecüc ve Mecüc kavminin zulümlerini engellemek için bir set inşa etmesi, Dara ile yıllarca süren savaşları vs. özellikleriyle şairlerin adından bahsettikleri en önemli şahıslarından birisi olmuştur. 36

Dil-teşne İskender gibi düştü saçın zulmatına Ey Hızr-hat la lden ol ser-çeşme-i hayvanı sun Ahmed Paşa -Divan şiirinde sedd-i iskender sevgilinin ayva tüylerine benzetilmektedir. Kahraman; divan şiirinde bir kahramanlık ve yiğitlik sembolüdür. Kahraman-ı Katil adıyla da bilinir. Sevgilinin gözleri Kahraman olarak nitelendirilmiştir. Keyhüsrev, Keykavus tan sonra İran tahtına geçen, Şehname nin olağanüstü hükümdar kahramanlardandır. Bazılarına göre İskender, bazılarına göre Süleyman, bazılarına göre Musa Peygamber, bazılarına göre de Efrasiyab dır. Divan şairleri tarafından iktidar, saltanat, kudret ve ihtişam sembolü olan şahsiyetlerden biridir. Nemrud; İbrahim Peygamber döneminin, tanrılık iddia eden Babil Kralı dır. İbrahim i ateşe attırması, tanrıyı görmek amacıyla göklere çıkmak için bir kule yaptırması ve aciz, topal bir sivrisinek tarafından beyni kemirilerek öldürülmesi yönüyle meşhurdur. Divan şiirinde daha çok zulm ve cevr u cefa vermenin bir sembolü olarak kullanılmıştır. Rüstem; İranlıların Şehname de adı en fazla geçen efsanevi kahramanıdır. Ünlü Şehname kahramanı Zal ın oğludur. Daha küçüklüğünde kimsenin baş edemediği devler ve diğer korkunç yaratıklarla savaşmış mitolojik bir kişidir. Şehname için bir nevi bu kahramanın maceraları denilse yeridir. Efsanevi İran şahı Keykavus u esir olduğu devlerin elinden kurtaran ve bu macerasında Heft-han adı verilen yedi aşılmaz engeli aşarak, Mazenderan seferiyle devleri mağlup etmiştir. İran ın ünlü kahramanı Bijen i tutsak olduğu Efrasiyab ın elinden kurtarmıştır. Rüstem in sıfatı olan dastan kelimesi aynı zamanda hile anlamına geldiğinden şairle sevgilinin kaş, göz, kirpik, gamze vb. unsurlarını Rüstem ile beraber kullanmışlardır. Şehname de Rüstem kelimesinin kurtuldum anlamına geldiği yazılır. Çok geç doğan Rüstem için annesi doğum sonrası bu sözü söylemiştir. Divan edebiyatının derinlemesine incelemesini sağlayan bu mitolojik şahıslar divan şiirimizin renklenmesini sağlamıştır ve divan şairlerimiz tarafından şiirlerinde bolca kullanılmıştır. Bu mitolojik şahısların divan edebiyatına katkısının çok olduğunu ve bu mitolojik unsurların sayısını artırmak oldukça mümkün. Kaynak: Dursun Ali TOKEL Divan Şiirinde Mitoloik Unsurlar İskender PALA Divan Şiiri Sözlüğü 37

Büyüme Utanıyor bir ağaç kendi yapraklarından Gökyüzüne sığmıyor küçük yıldız Su tanımıyor artık kendi dökülüşünü Çalıp gidiyor zaman çocukların gülüşünü Annem hamur mayalıyor Ben buğday büyüyorum Barış ÇELİMLİ Şiir Büyüme Bir çiçeğe su versem belki ışır gözlerim Sarmaşık gibi yürür umudum yüreğimi Yanarım, yandıkça külümde güller büyür Bir küçük bahçeye dönüşür bütün ömrüm Annem süt kaynatıyor Ben esmer büyüyorum Gülün yaprağı ile bahar avunuyorum, Düşüyorum bir avuç kum ile ıssız çöle. Her şeyimi gölgemle bölüşüyorum Belki de bu yüzden çok üşüyorum Annem biber kurutuyor Ben acı büyüyorum 38

Arzu TOK Şiir Yalnızlık Yalnızlık Bu ıssız sokağın adı sen olsa gerek ayrılık Kaldırımlar soğuk, sokak lambaları fersiz Yarım bırakılmış umutlar ortalıkta Hayaller süzülmüş parmak aralarından yalnızlığa Kalp beklemenin ızdırabını yudumlamış Gözleri fersiz, renksiz matem kaplamış Bir düş zamanı kayba uğramış Meğer gece dedikleri yalnızlıkmış Tek kurşuna aşka şehit olmakmış Öyle durup matemin içinde Uzaktan sana bakmakmış 39

Nihal Buran AYANA Şiir: Unuttuk Unuttuk Hayatın içinde hep bir koşturmaca Unuttuk sevgileri gelenek görenekleri Biz miydik fazla gelen hayata Kaybettik değerimizi Kaybolup gittik kendi boşluğumuzda Dönüp bir gün arkamıza baktığımızda Keşkeleri tek tek sıraladığımızda Geç kalmış olmaz mıyız hayata Uyanalım artık uykumuzdan Daha fazla geç olmadan Tutalım sevgiyi avuçlarından Keşkeleri çıkaralım hayatımızdan 40

Besna AYDIN Şiir Bıraksalardı Bıraksalardı Bir trenin vagonlarına sığdırıp uzaklara gönderdim umutlarımı Arkasından su döktüm su gibi buhar olsunlar, su gibi aziz umutlarım Biliyorum kendi umudumun katiliyim, ne yapsam boş Ölü bir adamım zaten içimde cenazelerin dansı Seri bir katilin soğukkanlılığını taşıyor beynim Bir şeyleri kodluyor sistemim, her şeyi silerken aslında Yitirdiğim bir şeyler vardı, bütün kuşların bana hatırlattığı Ve aynı anda içime doldurduğu huzuru Ölümü gözlerinde hisset, kokusunu al, tadına var bu ölümün Yaşama sevincini bir kadının perçemine yükle Rüzgârla savrulup düşsün ayaklar altına Hep bir ölüm korkusu var dilimde Dilimde hep ölüm şiirleri Bıraksalardı; Aşkı yaşayabilseydim bir aşk mısrası kadar Bir yaşamak şiiri dökülebilirdi gönlümden Ahh! Bıraksalardı... 41

YAREN Kitap İncelemesi Şahane Hatalar 1 Şahane Hatalar 1 / Kitap İncelemesi İnsanın kaderi doğmadan yazılır,derler. Peki, biz size bu kitapta kaderinizi değiştirebilme imkânınız olduğunu söylesek? Heather McElhatton un kaleminden seçimlerin getirdiği sonuçlara dayanan bir başyapıtla karşınızdayız. Bu kitabı incelememdeki neden diğer kitaplardan farklı oluşuydu. Belirli kalıpları yok eden bir kitap olması büyük bir etken olmuştu seçimimde. Kim demiş kitap baştan sona doğru okunur diye? İşte şahane hatalar bize kaderimizi seçimlerimizle değiştirebileceğimizi öğrettiği gibi aykırılığıyla bulunduğumuz kalıplardan da çıkmamızı sağlıyor. Yalnız belirtmeliyim ki şahane hatalar öyle bir anda okuyup bitirebileceğiniz bir kitap değil. Konunun seçimleriniz doğrultusunda ilerlemesinden dolayı daha çok sıkıldığınızda elinize aldığınız ve karar verme mekanizmanızla sizi sürükleyen bir baş ucu kitabı. Kitabın anlatımına bakacak olursak kitabı okurken üzülmeniz çok zor. Dramatik ve trajik olayları bile bir mizah çerçevesinde anlatması insanın ruh halinin hep neşeli kalmasını sağlıyor. Mesela, arabanızla ilerliyorsunuz ve araba stop ediyor. Arabadan inip ne olduğunu anlamaya çalışırken karşı şeritten gelen bir kamyon arabanıza son süratle çarpıyor ve ölümden saniyelerle kurtuluyorsunuz. Tam ne kadar da şanslıyım diye düşünürken başınıza düşen yıldırımla ölüyorsunuz. Dediğim gibi, usta bir mizah. Ama kapkara. Şahane Hatalar serinin ilk kitabı. Bu kitap haricinde yayınlanmış üç, toplamda dört kitap var. Sırasıyla Şahane Hatalar, Şahane Hatalar/Talih Kuşu, Şahane Hatalar/Bira, Kadın ve Şahane Hatalar, Şahane Hatalar/Cumartesi. Bu dört kitabın üçünde okuyucunun cinsiyeti kadın, sadece III. kitap olan Bira, Kadın ve Şahane Hatalar da erkek ağzından anlatılıyor. Bu da okurken dikkate almanız gereken önemli bir detay çünkü erkekseniz ve tüm kitapları okumaya kararlıysanız bir kadının bakış açısını düşünerek ve ona göre hareket etmeniz gerekebilir. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu kitabın da bir sonu var ve seçimlerinizin sonunda normal olarak ölüyorsunuz. Fakat her son bir başlangıçtır. Zaten buradaki ana fikir yaşadığınız onca trajikomik olaya karşı durup gururla Şahane hatalarıma rağmen, şahane bir hayattı. diyebilmeniz. Kitap Künyesi Özgün Adı: Pretty Little Mistakes Yazar: Heather McElhatton Yayınevi: April Yayıncılık Anadilinde Basım Tarihi: Mayıs, 2007 Türkçe Basım Tarihi: Kasım, 2011 Türü: Roman Sayfa Sayısı: 640 ISBN: 978-975-6006-82-5 Kitap Puanı: 8,6/10 42

İstanbul İstanbul'a dair söylenebilecek çok şey varken ancak sınırlı kelimelerle, sayılabilen cümlelerle adını andık; çünkü demiştik ya onu anlatmaya da yaşamaya da sayfalar yetersiz kalır elbet. Şimdi bir rehber olarak naçizane birkaç küçük öneri vermek ve birkaç yerden bahsetmek istiyorum. Bir kere sadece Sultanahmet'e gidip boğaz turu yapıp kapalı çarşıdan hediye alıp birde boğaz manzarasında balık ekmek yedikten sonra üzerine birde çay yudumlamak bile kulağa hoş geliyor aslında... Gül Gürdal DURMUŞ Gezi Seyahat İstanbul Fakat gelin biz başka yerlerinden de bahsedelim. Elbette orda yaşayanlar hem isyankâr hem de vefakârdır, severler sahiplenirler gezerler yalnız bırakmazlar... Ama gidemeyenler belki de gitme niyetindekiler..işte aslında size biraz faydası olur umuduyla.. Tur programlarına baktığınızda tabi ben sadece günü birlik ya da bir gece kalmalı turlardan bahsediyorum ki genelde de böyle olur zaten, işte o yazının başındaki program detaylandırılıp sunulur. Camiler var bir de tabi. Ayasofya nın da yeri ayrıdır, Sultan Ahmet in de, Ortaköy Camii nin de. Adalar var birde mesela şimdi aklınıza Büyükada geldi muhtemelen. Müthiş bir manzara, dinginlik, huzur, güzel istirahatgâhlar... Ama bir de benim Heybeli Ada m var mesela. İlk sayımızda yepyeni bir merhaba ile sizinle buluşmuştuk. Her ay biraz daha bilinen biraz daha içselleşen bir merhabamız olacak biz yazdıkça siz okudukça... Mesela orda belki de benim en çok sevdiğim cümlelerden birini imza atmış olan 'eğer değerinizin üstünde yüzünüze gülen birisi varsa ondan kaçınınız biliniz ki bu yaltaklanmanın altında mutlak bir çıkar bir dolap gizlidir' diyen ve bunu romanlarında satır arasında dile getiren Gûlyabani gibi müthiş bir esere imza atan Hüseyin rahmi Gürpınar yatar...kültür Bakanlığı tarafından müzeye çevrilen Hüseyin Rahmi Gürpınar ın evini de ziyaret listenize yazın lütfen. Sadece onu ziyaret etmeniz bile çok kayda değerdir emin olun. 43

Heybeli Ada da bir de ruhban okulu var ama eğitime kapalı durumda. İsmet İnönü ve ailesinin yaşadığı ev de restore edilmiş ve müzeye çevrilmiş. Paşa bir rahatsızlık geçirir ve doktorlar mutlak bir istirahat önerirler ve bu dinlenmenin yeri Heybeli Ada olur. Bahsedilen bu ev eşyalı olarak kiralanır, ailecek buraya yerleşirler ve Paşa hızla iyileşmeye başlar. Sonra burası onlar için her yaz gidilen bir yer olunca bu evi satın almak isterler ama o zamanın parasıyla yüksek meblâlar istenilince evi eşyasız olarak alınmasını önerir Gazi Paşa ve hatta evin yeni eşyalarını da Gazi Paşa hediye eder. Şu an ki eşyalar da eskiyenleri yenilenmiş tamir edilmiş olarak o günlerden kalmaktadır Heybeli Ada da 1924 yılında açılmış bir de sanatoryum var. Hatta son zamanlarda vizyona giren Kelebeğin Rüyası isimli filmi hatırlarsanız oradaki hastane sahneleri de bu sanatoryumun bir bölümünde çekilmiştir. Hastane kullanılmıyor ve kullanılmadığı içinde pek hoş bir tablo çizmiyor terk edilmiş binalar hep bu hissi uyandırır ya hani soğuk, yaşanmışlık bir de mekân hastane olunca Huzuru sessizliği içinize bir kez daha çekecek ve ne güzel ettik de buraya geldik diyeceksiniz. Adaları görün muhakkak... 44

Ben Fatih i de çok severim mesela belki benim için ayrı oluşu orada yaşamamdandır bir süre ama yine söylemeden edemeyeceğim camiler deyince bile Sultanahmet Ayasofya Yeni Cami gelir Eyüp Sultan cami gelir.. Peki acaba İstanbul a gezmeye gelip de Fatih teki Fatih Sultan Mehmet Han ın da orada yattığı Fatih Cami sini ziyaret etmiştir.. Cami nin inşaatına 1463 te başlanmış 1470 te ibadete açılmıştır. Cami yıllar içerisinde birkaç deprem görmüştür ve bugünkü halini devrin padişahı III. Mustafa ya borçludur. Muhakkak gitmelisiniz.. ve o yüce devrim insanına cennetle müjdelenmiş sultana bir selam vermelisiniz. Sizce de çok şey borçlu değil miyiz O na?... Ve Çamlıca tepesi... Müthiş bir seyirlik ve fotoğraf karelerinin vazgeçilmezlerindendir... Anadolu yakasına geçtiniz madem, muhakkak bir şekerli yoğurdunu yemelisiniz Kanlıca nın, denize nazır çay bahçelerinden birinde oturup, benim gibi ilk kez gidip ve hiç bilmeden Allah Allah insanlar neden yoğurt yerki diye garip garip bakmadan:) Pudra şekeri serpilerek tatlandırılır ve öyle ikram edilir bu leziz yoğurt. 45

Kavacık ta ki Otağtepe Tema Vakfı parkını da görmelisiniz. Tema Vakfı ve Koç Holding ortak çalışması olan bu güzel parkın girişinde bir büst sizi karşılıyor. Vehbi Koç büstü tabi ki:) Yine müthiş seyirliklerden çok güzel fotoğraf kareleri yakalayabilirsiniz. En güzeli de ikinci köprüye ve boğaza tepeden bakabiliyorsunuz burada rahatça ve hayranlıkla Parkın içinde herhangi bir restoran ya da kafeterya özetle bir tesis yok ve piknik yapmak da yasak giriş çıkış saatleri de belirli eğer değişmedi ise sabah 10 ve akşamüstü 4 arası ziyaretçilerine açık. Çimenlere uzanıp masmavi gökyüzünü seyretmenin boğaz kokusunu içine çekmenin bir yandan muhteşem yalılara bakarak iç geçirip bir yanda da olsun be en azından gözlerim bu güzellikleri görebiliyor diye şükretmenin tarif edilemez güzelliğini yaşamak istiyorsanız ve eğer keşfetmemişseniz henüz lütfen ilk fırsatta gidiniz.. Bir sonraki sayıda ve yeni yazımızda görüşmek üzere, hoşça kalın 46

Özcan URTEKİN Türk Halk Oyunları Sayın Farkındalık dergisi okuyucuları; Sizlere halk oyunları ile ilgili genel bilgiler verip halk oyunları ile ilgisi olmayanlarda da küçük bir farkındalık yaratabilirsem, halk oyunlarına karşı ilgi duyurabilirsem mutluluk duyarım. Bu sayıda da halk oyunları, türleri ve faydalarını ele alacağım. Türk Halk Oyunları Diğer sanat dallarından farklı olarak, ait olduğu toplumun orijinal karakterlerini taşıyan, fertlerin müşterek duygu düşünce ve davranışlarını sergileyen, başkasına göre yalnızca güzel, ama kendi içinde ilgilenen kişinin dünyasını aydınlatma özelliğine sahip bir kültürel kimliktir. Halk oyunlarının ortaya çıkış nedenleri; Doğal olayların etkisiyle Taklitler yolu ile oluşan danslar, Savaş dansları, Aşk dansları,dini danslar,hasat ve üretim ile ilgili danslar,meslek dansları. Hiçbir kültür olayı, tüm gelenek ve görenekleri bir yumak gibi etrafına sarıp toplayan halk oyunları kadar ait olduğu toplumun ulusal duygularını yansıtamaz ve onlar kadar toplumsal bağları pekiştirip kuvvetlendiremez. Bilindiği gibi Türk Halk Oyunları yurdumuz üzerinde çeşitli bölgelerde, çeşitli tür ve biçimde,değişik genel isimler altında ve guruplar halinde görülmektedir. Bölgelere, yerel örf ve adetlere göre büyük ayrılıklar gösteren halk oyunları (dansları), birçok bakımdan ayrımlara tabi tutulabilir. Mesela tek kişilik oyunlar veya takım oyunları diye sınıflandırabiliriz. Bunlarında yalnız erkeklerin veya kadınların yada kadın-erkek oynanan oyunlar diye ayırmak mümkündür. Kapalı ve açık yerlerde oynanmaları da bu oyunların bir özeliğini teşkil eder. Çok değişik özelikler gösteren oyunları ortak noktalarına göre bazı adlar altında toplamak mümkündür. Halay, bar, karşılama, zeybek, mengi, bengi, horon, kaşık oyunları, bıçak oyunları gibi. Bunların dışında çengi, köçek, çiftetelli gibi kapalı yerlerde daha çok profesyonel oyuncular tarafından oynanan meclis oyunları, birde Mevlevi semai, Bektaşi Alevi Semai gibi dini karakterli olan oyunlarda vardır. Hangi bölgede olursa olsun bu dansların ana özelliği "toplu hareket", bir güzel işi beraber yapma, bir güzel sonucu beraber kutlama gibi sosyal eğitim alışkanlıklarını vermesidir. 47

Bölgelere göre halk oyunları türlerini aşağıda örneklendirebiliriz: Karşılama Türü: Edirne, Tekirdağ, Kırklareli Kaşık Türü: Eskişehir, Afyon, Kütahya, Bilecik, Kırşehir, Konya, Mersin,Antalya, Bolu, Bursa Horon Türü: Trabzon, Samsun, Artvin, Ordu, Rize Bar Türü: Erzurum, Kars, Ağrı, Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan Halay Türü: Bitlis, Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Zeybek Türü: Aydın, İzmir, Muğla, Denizli Teke Türü: Burdur, Antalya, Isparta, Alanya Diğerleri: Üsküp, Kafkas Sizlere birazda halk oyunlarının faydaları konusunda birşeyler yazmak istiyorum. Halk oyunları özellikle küçük yaş çocuklarda işitsel zeka, görsel zeka, matematiksel zeka, ve sosyal zekanın gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca bedensel ve psikomotor gelişime de faydası vardır. Disiplin ve sorumluluk duyguları gelişir. Yapılan takım çalışmalarında içine kapanık, ya da dikkati daha az olan çocukların sosyalleşmesine yardımcı olur. Daha sonraki sayılarda halk oyunlarının insanlar ve toplum üzerindeki faydalarını detaylandırarak sizlerle paylaşacağım. Şimdilik sağlık, huzur, mutluluk ve halk oyunları ile dolu günler diliyorum. 48

49

Günsel İSLAMOĞLU Şiir Bir Sen Eksik Bir Sen Eksik Kalabalık sokaklardayım Etrafımda aradığım yüzler eksik Rüyalarıma gelen babam Evimde yurdumda eksik Güneşi görür gözlerim Tenimde sıcaklığı eksik Bahar gelmiş de çiçekleri açmış Üzerinde kokuları eksik Bakar sevdalı yüreği Gözlerinde sevgim eksik Geçmiş hayat benden Saçımda rüzgarı eksik Sen varsın yanımda Ruhumda bir sen eksik Bir ben eksik 50

Güzel Perde Rüzgâr, rüzgâr, rüzgâr Varlığımı ne kadar hızlı sürüklüyorsun, Ömrümün tek perdelik vodviline. Oysa karma toplumları gömdüm yürek parselimde. Kalmadı hüzünlerime mizahının çivisini çakacak Tek bir gönüllü mizah oyuncusu. Ceyda CEVHER Şiir Güzel Perde Ve acele etme zaman, zaman, zaman İçimdeki asıl(ı) konuya dokunabilecek bir tavır arıyorum. Belki kurda kuşa yalnızlığımı evlatlık vermeliyim. Kudretli bir meşe ağacının kollarına, Psişik tüm paranoyalarımı asmalıyım. Belki de beşinci mevsimlerin estiği bir vadinin ağzından Sükûnetimi yoran acılarımı damıtmalıyım. En iyisi hayal dünyamdan aryan bir ruh Yaratmak için toplu mezarlar kazmalıyım. Bilimcimin karşı kıyısına gömmeliyim; Köleliğinden çürüdüğüm bilgeliğimi. Tutkularımın kapağını açmalıyım ki Kurumuşlardı şişesinde iç içe geçmiş cesaretlerimin 51

8. KALE 15 EĞİTİM-SEMİNER ORGANİZASYONU HAKKINDA 8. KALE 15 Eğitim ve Seminer Organizasyonu Kocaeli Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Kulübü tarafından Kaliteni göster Araştır Lider ol Etkile sloganıyla yola çıkılmış Mühendislik ve İktisadi İdari Bilimler Fakülteleri başta olmak üzere tüm üniversite öğrencilerine hitap eden ve yaklaşık 1114 kişilik katılımla gerçekleşen organizasyonumuz her yıl farklı güncel konularla düzenlenmektedir. Bu yıl da 8. si düzenlenecek olan bir kişisel gelişim organizasyonudur. Türkiye nin en etkili iş ve kariyer kulüplerinden biri olan Endüstri Mühendisliği Kulübü, 2007 yılından itibaren akademisyen ve sanayiden konularında uzman konuşmacılarla öğrencileri buluşturarak KALE Eğitim Seminer Organizasyonunu düzenlemektedir. Bu bağlamda üniversite sanayi iş birliğine önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Her sene kendini geliştirerek ilerleyen KALE Eğitim Seminer Organizasyonu bu yılda ulusal alanda etkinliğini sürdürüyor. Bu yılki konumuz FARKINDALIK. Bilgi paylaşımına değer veren akademisyenler ve şirket yöneticilerinin konuşmacı olarak katılacağı ve entelektüel gelişime önem veren öğrencilerin yer alacağı 1114 kişilik dev organizasyonumuz 13-14-15 Mart 2015 tarihlerinde gerçekleşecektir. Kocaeli Üniversitesi Endüstri Mühendisleri Kulübünün 13-14-15 Mart 2015 tarihinde, gerek akademisyen gerek iş çevresinden gerekse öğrencilerden oluşan 8. KALE (Kaliteni göster-araştır- Lider ol-etkile) organizasyonunun bu seneki konusu FARKINDALIK. Bu dev organizasyonda Farkındalık Dergisi adına Sosyal Tanıtım Sorumlumuz Serdar Serhat ALTAN, Farkındalık temalı konuşmasıyla yer alacaktır. 52