detay Ekim 2013 #diren tababet
Grafik Tasarım Laodikya Ajans Reklam Danışmanı Laodikya Ajans
detay 3
detay 8
detay 14
İç Hastalıkları Derneği nin San Diego daki toplantısında ilk gün bitmişti. Beni kaldığım otele götürecek bir taksiye atladım. Sürücü orta yaşlarda, bezgin görünümlü ve zayıf bir adamdı. Kibar ama şiveli bir İngilizce konuşuyordu. Biraz hava durumundan bahsettikten sonra ne kadar zamandır Birleşik Devletler de olduğunu sordum. Bir buçuk yıl, dedi. Hoş geldin, dedim. Teşekkürler bayan, dedi. Afganistan dan gelmişti. Doktor olup olmadığımı sordu. Toplantı ne hakkındaydı? Şey, dedim; nasıl daha iyi bir hekim ve hekim yetiştirecek hoca olunur hakkında. Daha iyi bir muayene yapabilmek ve hastayı en uygun biçimde sorgulayabilmek için nasıl daha mantıklı olunabilir ve gereksiz incelemelerden kaçınılabilir, bunu öğrenmeye çalışıyoruz. İlk günden emar (MRI) çektirmemeyi mi kastediyorsunuz? diye sordu. Kesinlikle, dedim. Biraz daha konuştuk. Ne zaman ki laf arasında Semptomatoloji kelimesini kullandı, bende bir merak uyandı. Afganistan daki mesleğinin ne olduğunu sordum. Bir cerrahmış. sinirlendi, yazdığı reçeteyi yırtarken, Eğer doktorsan penisilini sen yaz, yok değilsen, çeneni kapa da doktorluk yapabilelim! diye bağırdı. Penisilin hakkında sizinle tamamen aynı fikirdeyim, dedim. Yanlış yapmış olsanız bile, hiç kimseye bu denli kaba davranılmamalı. Ben bunu söyleyince taksi sürücüsü arkaya döndü ve bayan, dedi; ülkemdeki savaş sırasında, bir gecede sekizden çok diz altı ampütasyon yapardım. Bilirsiniz çok zordur. Ama asla soğukkanlılığımı, hem de hiç bu şekilde, yitirmedim! Bir hekim olmayı özlemişti. Bir gün burada da çalışma izni almayı umuyordu. Şimdilik ailesine bakabilmek için bir taksi sürücüsü olarak çalışıyordu. Savaşta olmayan bir ülkede olduğu için minnettardı. * KE. Victor un There but Fortune adlı yazısından kısaltılarak tercüme edilmiştir. American College of Physicians, 1996. Bilirsiniz bayan, dedi. Burada sağlık güvencemiz yok. Geçenlerde oğlum boğaz iltihabına yakalandı. Acil servise götürdüm. Tabii ki uzun süre bekledik. Nihayet bir doktor tarafından muayene edildi. Sanırım bir asistandı. Bir test yaptı ve oğlumda beta hemolitik streptokok infeksiyonu olduğunu söyledi. Sefaleksin yazdı. Evet dedim, geniş spektrumlu bir antibiyotik. Taksi sürücüsü şöyle sürdürdü konuşmasını; Ama ben, afedersiniz, dedim, neden penisilin yazmıyorsunuz? Doktor çok
Dr. Murat Alten Kalp Damar Cerrahisi uzmanı, Denizli Devlet Hastanesi Gezi parkı olayları ile ilgili yazı yazmak için defalarca karar verdim. Aslında bir iki yazı yazdım da ama bu konuda o kadar çok şey yazıldı ve birçok şey o derecede yinelendi ki adeta bir enformasyon bombardımanı ve bir anlamda da bilgi kirliliği oldu. O derece ki, artık Taksim deki palalı adamlar (adam demek ne derece doğru onu da bilemiyorum) bile gündelik yaşantımızın bir parçası haline geldi. O derece duyarsızlaştık. Bu enformasyon bombardımanına katkı yapmamak için paylaşmadım yazdıklarımı. Paylaşmayacak olsam da yazmam gerektiğini hissediyordum. Kafamı toparlayıp yazmak için Çarşamba günümün boş olmasına güvenmiştim.
Ne var ki, yapacağım zaman alıcı fazla bir iş olmamasına karşın, hastanenin o hareketli ortamı bana şöyle sakin kafayla bir yazı yazma olanağı vermedi. Kendime kafamı toparlayıp bir şeyler karalayacağım kuytu bir köşe aradım ama nafile. Hastanenin yüklendiği işleve göre çok yetersiz kalan alanı buna genellikle pek nadir zamanlarda olanak verir. Zaten bizden de beklenen de boşta kalan zamanlarında gerek mesleki, gerek meslek dışı bir şeyler okumak yazmak değil, yapacak bir şeyler bulup performans puanını yüksek tutmak yani, ekmeğini taştan çıkarmaktır. Yaşamda hepimizin kendi iç hesaplaşmalarını yapabileceği, kendi arayışlarını, güç dengelerini sorgulayabileceği kuytu köşelere ihtiyacı vardır. Bazen bir şeyler hissedersiniz, düşünürsünüz ama anlatamazsınız, işte o kuytu köşeler sığınağınız olur. Anlatamama sıkıntısını en güzel Orhan Veli anlatmış. Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda? Dokunabilir misiniz Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse bu kadar kifayetsiz olduğunu, Bu derde düşmeden önce, Bir yer var biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün, Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum, Anlatamıyorum. Bir yer var, evet. Benliğimizin içinde bir karartı gibi Ben anlatamam orayı kendime. O karanlık köşe müzikle dolduğunda mutluyumdur, Boşaldığında da ise başlar tekinsiz yalnızlık, mutsuzluk Bilirsiniz, Fazıl Say bir Nazım Oratoryosu bestelemiş ve başrolünü Genco Erkal oynamıştı. Bir televizyon kanalına telefonla bağlanan Eski kültür bakanı Ertuğrul Günay, bu ikiliyi Nazım Hikmet in sırtından para kazanmaya çalışmak la suçlamıştı. Bu suçlamaya karşın acaba Fazıl Say verdiği cevapla derdini anlatabildi mi? Yılda yüz konserden sadece ikisi Nazım konseri iken mi sırtından para kazanmak? 100 konserimden 40 ında çaldığım Beethoven in sırtından daha çok kazanıyorum o halde. Düşünüyorum da, Fazıl Say Kültür Bakanına anlatamıyorsa, Gezi parkı eylemcileri iktidarın evde tutmakta zorlandığı ve yüzde elliyi oluşturduğu söylenen ve bazen elinde sopa, pala ile karşılarına çıkan o kafalara neyi nasıl anlatacak? Anlatamamak sıkıntısını en çok duyanlardan biri de Fazıl Say. Bu ülkenin yüz akı, besteci ve dünyanın önde gelen yorumcularından biri. Herkesin Yetenek dediği o soyut öğeye Kuytu köşe adını takmış, O kuytu köşedir sihrim, yaşam iksirim, anlatamadığım, benim olan ama bazen benim de ulaşamadığım Ama var o yer. Çok yakın, çok uzak Yönetenlerce bir türlü anlaşılamamış, ya da anlatamamış. O da Orhan Veli den esinlenmiş ve şunları yazmış: