MANEVİ HASTALIKLARIN FERT, AİLE VE TOPLUMA ZARARLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI * Yüce Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış, onu yeryüzünün halifesi kılmış, ona şeref ve izzet bahşetmiştir. Kur an, güvenilir insanların hüküm sürdüğü huzurlu ve emniyetli bir toplumu, barış içinde bir dünyayı makro hedef olarak belirlemiştir. Dolayısıyla buna engel olacak her türlü kötülüğü yasaklamıştır. Kur an, insanların birbirinin hukukuna saygı duyduğu, şeref ve haysiyetlerin korunduğu huzurlu bir toplumu gaye edinir. Dolayısıyla fert, aile ve toplumun ahlâkî eğitimine büyük önem verir. Çünkü fert, aile ve toplumun yapı taşlarından biridir. Onun, olumlu veya olumsuz davranışları, öngörülen huzurlu aile ve toplumu aynı biçimde etkiler. Bu sebeple ferdin iyi ve kötü davranışlar konusunda bilgilendirilmesi, iyiliğe özendirilmesi, kötülükten sakındırılması gerekir. Kur an-ı Kerim, öngördüğü bu faziletli toplumu oluşturmak için fertlere doğru ve güzel davranışları emreder, kötü ve çirkin davranışlardan da kaçınmalarını ister. Kur an, bu doğrultuda insanları bütün kötü vasıflardan sakındırıp insanlığa en güzel örnek olarak Hz. Peygamber (s.a.v) i göstermiştir. 1 Bu makalede toplumumuzda insanlar arasında çok yaygın halde bulunan manevî hastalıklardan bazılarını Efendimizin hadisleri ışığında ele alıp bunların fert, aile ve topluma zararları üzerinde durup bu hastalıklardan kurtulma yollarını açıklamaya çalışacağız. 1. Gıybet: Herhangi bir kimsenin arkasından, duyduğu zaman hoşuna gitmeyeceği sözler söylemek 2 anlamına gelen gıybet, toplumda insanlar arasında çok yaygın olan manevî hastalıklardan biridir. İslam dininde şiddetle haram kılınmış kaçınılması gereken günahlardan kabul edilmiştir. Yüce Allah, gıybet etmenin çirkinliğini belirtmek için onu ölü eti yemeye benzetmektedir. 3 Gerçekten de gıybetle ölü eti yeme arasında bir benzerlik vardır. Çünkü ölen kişi, etinin yendiğinin farkında olmaz. Gıybet edilen de o anda, gıybet edenin kendisi hakkında söylediklerini bilmez. Ayrıca bu benzetmede insanın şeref ve namusunun, eti ve kanı gibi haram olduğuna bir işaret vardır. 4 Hz. Peygamber (s.a.v), bir hadis-i şerifinde: Her müslümanın her müslümana canı, malı ve ırzı haramdır. 5 buyurmuştur. Gıybet ise, insanın ırzı yani şeref ve haysiyeti ile alâkalıdır. Allah Teâlâ bunu mal ve can ile bir tutmuş ve haram kılmıştır. Yine başka bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.v): Çekememezlik yapmayın, kin tutmayın, alamayacağınız malın fiyatını yükseltmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinizi çekiştirmeyin. Ey Allah ın kulları kardeş olunuz! 6 buyurmak suretiyle gıybetten uzak durmamızı emretmiştir. Gıybet, günümüzde çok yaygın olarak işlenen günahlardan biridir. Gıybetle geçirdiğimiz her dakika ve saat, boşa geçmekte ve böylece şeytana uymakta ve onun peşinden gitmekteyiz. İnsanlar arasındaki sevgiyi, güveni ortadan kaldırarak kin, düşmanlık ve kötülüklerin yaygınlaşmasını sağlayan gıybetten kaçınmalıyız. Gıybet büyük günahlardan olduğu için, bu günahı işleyen kişinin, hemen pişman olup tövbe etmesi ve bir daha tekrarlamamaya karar vermesi, kalbiyle birlikte dili ile de Allah tan mağfiret dilemesi farzdır. Sonra da mümkün mertebe gıybet ettiği kimseden helâllik almalı ve onu kendinden razı etmeye çalışmalıdır. 2. Haset: Kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek 7 anlamına gelen haset, kalpte bulunan ve * 1 2 3 4 5 6 7 Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. msoysaldi@hotmail.com Ahzab, 33/21. Cürcanî, trs: 163; Rağıb el-isfahanî, 617; Gazalî, 1974: III, 321; Ateş, İslam Tasavvufu, trs: 364; Toksarı, 1997: 264. Hucurat, 49/12. Soysaldı, 2006: 57. Müslim, Birr, 32; Ebu Davud, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 18; İbn Mâce, Fiten, 2; Ahmed b.hanbel, 1982: II, 277, 360; III, 491; IV, 168. Buharî, Edeb, 57, 58, 62; Müslim, Birr, 24, 28, 30, 32; Ebu Davud, Edeb, 47; Tirmizî, Birr, 24; İbn Mâce, Dua, 5; Ahmed b.hanbel, 1982: I, 3,5,7; II, 277, 288; III, 110, 165. Rifat Paşa, 1275: 8; Erdem, 1996: 175. 1
insanı kötülüklere sürükleyen önemli hastalıklardan biri olup aynı zamanda birçok kötülüğün de kaynağıdır. Hz. Peygamber Efendimiz, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de insanın salih amellerini yiyip bitirir. 8 diyerek hasedin manevi bir hastalık olduğunu belirtmekte ve onu şiddetle yasaklamaktadır. Haset duygusu insanda doğuştan gelen bir duygudur. İnsan, bilgi, eğitim, sağlam ve kuvvetli inançla bu duyguyu kontrol altına alabildiği gibi, bazı şeyler de o duygunun olumsuz yönde gelişip artmasına sebep olabilmektedir. İnsanı haset etmeye iten başlıca sebepler; düşmanlık, kibir ve gurur, başkasını hor ve küçük görerek kendini beğenme, makam ve mevkî sevgisi, dünyevî birtakım hedef ve amaca ulaşamama korkusu, kötü huyluluk ve Allah ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimriliktir. Hasedin ferdî ve sosyal birçok zararı vardır. Haset, kişinin salih amellerinin yok olmasına, insanlar arasında yerilmesine sebep olmaktadır. Haset öyle bir hastalıktır ki, kişiyi daima rahatsız eder, içten içe kemirir ve huzurunu kaçırır, insanı psikolojik yönden rahatsız eder; onun beynini kemirir ve onda bazı psikolojik hastalıkların oluşmasına sebep olur. 9 Ayrıca haset nedeni ile insanlar arasında birlik bozulur, toplumda birtakım kötülükler ve düşmanlıklar ortaya çıkar. Toplumdaki fertler arasında güven sarsılır; kin, nefret ve düşmanlıklar artar. 10 Haset, toplumdaki fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma ruhunu yok eder. 11 Bu duygular içinde olan aileler parçalanır. Bu kötü hastalıktan kurtulmanın yolu, ilim ve ameldir. Hasetçi, haset ettiği kişiden ziyade kendisine zarar verdiğini bilmelidir. Ayrıca haset etmekle, âdeta Allah ın kulları hakkında yaptığı taksime rıza göstermeyip, onun iradesine karşı geliyor demektir. Hasedi en çok yıldıran ve yok eden şey, kadere imandır. Haset içimizde ne kadar şahlanırsa şahlansın, kadere imanımızı takviye ettiğimiz zaman, onun derhal dizlerinin dermanı kesiliverir. Özet olarak söylemek gerekirse haset iman ve ibadet nurundan çok yılar. Çünkü iman ve ibadet nuru hasedi yok eder. 3. Yalan: Sözün gerçeğe uygun olmaması 12 şeklinde tarif edilen yalan, manevî hastalıklarından biridir. İslam dininde haram kılınmış ve şiddetle kaçınılması gereken günahlardan kabul edilmiştir. Aynı zamanda dinimizde yalan bütün kötülüklerin anası olarak kabul edilmiş ve insanların kesinlikle sakınması gereken ruhî hastalıklardan biri olarak nitelendirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), yalandan şiddetle kaçınılmasını istemiş ve konuyla ilgili olarak: Size doğru sözlü olmayı tavsiye ederim. Çünkü doğruluk iyiliğe iyilik de cennete götürür 13, Yalandan sakının. Çünkü yalancılar, hak yoldan sapmış, günaha dalmış kimselerle beraberdir. Yalancılar ve facirler cehenneme gireceklerdir 14, Yalandan sakının. Yalanın ciddisi de şakası da iyi değildir 15, Devamlı doğru söz söyleyen kişi, Allah katında doğru sözlü (sıddîk) olarak yazılır. Devamlı yalan söyleyen kişi de Allah katında çok yalancı (kezzâb) olarak yazılır. 16 buyurmaktadır. İslam dininde yalan söylemek münafıkların vasıflarından sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz bir hadisinde; Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu vakit yalan söyler; söz verdiğinde sözünde durmaz, emanet edilen şeye ihanet eder. 17 buyurmuştur. Yalan, günümüzde çok yaygın olarak işlenen günahlardan biridir. Günümüz insanı beyaz yalan diyerek yalan söylemeyi meşrû göstermeye çalışmakta ve dolayısıyla sürekli işlenen bir günah olarak karşımıza çıkmaktadır. Müslümanların gerek kendilerini gerekse çocuklarını bu manevi hastalıktan korumaları gerekir. Çocuklar daha küçük yaşlarından itibaren doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine anlatılmalıdır. Yalanın gerek ferdî gerek sosyal hayatımızda birçok zararı vardır. Yalan söylediği ortaya çıkan insanlar, toplumda kendilerine güvenilmeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 Ebu Dâvud, Edeb, 44; İbn Mâce, Zühd, 22. Ateş, Çağdaş Tefsir, 1990: XI, 201. Soysaldı, 2006: 91. Şeker, 1997: 73. Cürcanî, trs: 183. Ahmed b.hanbel, 1982: I, 3, 5, 7, 8, 384. Müslim, Birr, 103, 105; Tirmizî, Birr, 46; İbn Mâce, Mukaddime, 4, 5, 7. İbn Mâce, Mukaddime, 7. Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 102, 103; Ebu Dâvud, Edeb, 88; Tirmizî, Birr, 46. Buhârî, İman, 24, Edeb, 69; Müslim, İman, 107, 108; Tirmizî, İman, 14; Kotku, 1994: I, 14. 2
düşerler. Ayrıca müminler arasında mevcut olan sevgi ve kardeşlik duyguları yalanla sarsılır. Yalan, güven duygusunu yok ederek insanları birbirine düşürür ve toplum içinde karışıklıklara sebep olur. Aynı zamanda dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Çünkü yalan, fertler arasındaki güven duygusunu ortadan kaldırdığı gibi, ailelerin parçalanmasına, komşuluk ilişkilerinin bozulmasına, toplumda yardımlaşma duygusunun körelmesine de sebep olmaktadır. Bu sebeplerden dolayı yalan söylemek aynı zamanda sosyal bir yaradır. Yalan söyleyenleri incelediğimizde genellikle Allah korkusu ve ahiret inancı zayıf olan insanların yalanı daha fazla kullandıklarını görmekteyiz. İnsanların birbirine güven duygusunu yok ederek, birbirine düşüren ve toplum içinde karışıklıklara sebep olan yalandan kurtulmak için Allah korkusunu ve ahiret inancını insanların kalplerine iyice yerleştirmek ve yalanın zıttı olan doğruluğun ne kadar önemli olduğunu insanlara öğretmek gerekir. 4. İftira: Arapça sözlükte, uydurmak, yalan söylemek, asılsız isnatta bulunmak 18 anlamına gelen iftira, dini terim olarak: bir kimseye işlemediği bir suç, günah yahut kusur sayılan bir söz, davranış veya nitelik isnat etmek 19 anlamında kullanılmaktadır. Hadislerde suçsuz kişilerin namuslarına iftira edilmesi manasında ifk, kazf ve remy kelimeleri kullanılmıştır. Müslümanları, kötü huy ve davranışlardan uzak tutmaya çalışan Hz. Peygamber, onları iftira konusunda da uyarmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v), İslama yeni girenlerden biat alırken, Allah a, hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, çocukları açlık korkusuyla öldürmemek, hiçbir hayırlı işte Resûlullah a muhalefet etmemek, gibi prensipler yanında, yalan dolanla hiçbir kimseye iftirada bulunmama yı da zikretmesi oldukça manidardır. 20 İftira eden kimse, bununla amacına ulaşamaz ve sonunda dünyevî ve uhrevî bakımdan kendisi zararlı çıkar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v): İftira eden kimse zarara uğramıştır. 21, Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söyleyerek iftirada bulunursa, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allah Teâlâ onu cehenneme sokar. 22 buyurmaktadır. İftira, genellikle çıkarları zedelenen, birine karşı düşmanlık, kin ve hınç besleyen veya başkalarıyla rekabet içinde olan, bazı yalan söylemekten çekinmeyen kötü niyetli insanların, karşılarındaki kişiye veya kişilere zarar vermek amacıyla başvurdukları çirkin yöntemlerden biridir. Kur an ahlâkından uzak olup da, dolayısıyla insani değerlerden uzak yaşayan toplumlarda, yaygın olarak başvurulan karalama yöntemlerinden biridir. Hz. Peygamber Efendimiz, iftirayı şiddetle yasaklamıştır. Çünkü iftira sosyal barışı tehdit eden manevî bir hastalıktır. İftiranın gerek fert gerekse toplum üzerinde olumsuz tesirleri vardır. İftira, insanlar arasındaki sevgi, dostluk ve güveni zedelediği gibi, toplumdaki fertler arasında çekişme ve düşmanlığın artmasına ve bu yolla toplum düzeninin bozulmasına sebep olmaktadır. Kur an, peygamberlerin kıssalarını naklederken zaman zaman onların maruz kaldığı iftiraları da anlatmaktadır. Bu büyük insanlar, kendilerine yöneltilen iftiraları her zaman örnek bir sabır ve tevekkülle karşılamış, inkârcıların bu baskılarına aldırış etmemiş ve Allah ın emrettiği ahlâkı yaşamaya ve insanları da doğru yola davet etmeye devam etmişlerdir. Allah, her şeyi gören, bilen ve işitendir. Allah ın dilemesi dışında hiçbir insan başka bir insana en küçük bir zarar vermeye muktedir değildir. Hiçbir müfteri başıboş değildir. Hiçbir iftira, -iki kişi arasında geçse dahi- karşılıksız kalmaz. İftirayı atan unutsa dahi, onu gören, işiten ve yaratan Allah asla unutmaz. İnkârcıların söyledikleri tüm isyankâr sözlerin, iftiraların, sahip oldukları tüm kötü düşüncelerin, yaptıkları tüm zulümlerin ahirette hesabını vereceklerdir. İftira, dinimizde büyük günahlardan sayılmış ve şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır. İnsan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da yapmamalı, üç günlük dünya için ahiretini yıkmamalıdır. İşte müfteri, iftiranın kendisine yapılması halinde, bunun kendi ruhunda meydana getireceği tahribatı hesap ederek, bu kötü huydan vazgeçmelidir. Atılan iftira ile kul hakkı alınmış olduğu için hak sahibi hakkını helâl etmedikçe iftira eden kişinin Allah tarafından affedilmesi mümkün değildir. 18 19 20 21 22 Cevherî, 1979: VI, 2454; İbn Manzur, 1994: XV, 154. İbn Manzur, 1994: efk mad; Rağıb el-isfahanî, 1992: 634; Canbulat, 2002: 29. İbn Hişam, 1936: II, 73-75; İbnü'l-Esîr, 1385/1965: II, 96; Algül, 1997: 8. Ahmed b. Hanbel, 1982: I, 91. Ebu Davud, Edeb, 41. 3
5. Gurur ve Kibir: Manevî hastalıklarından biri de insanın imana girmesine engel olan gurur ve kibirdir. Kibir, büyüklenmek, büyüklük taslamak, ululuk iddia etmek, kendini başkalarından yüksek görerek onları aşağılamak 23 anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) e göre kibir, kişinin hakkı kabul etmemesi ve insanları hakir görmesidir. 24 Hz. Peygamber (s.a.v): Kalbinde zerre kadar iman bulunan kimse cehenneme girmez; kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse de cennete giremez. 25 buyurmuştur. Büyüklük Allah a mahsustur. Kula yaraşan tevazu, alçak gönüllülüktür. Allah a has bir sıfata kulun talip olması doğru değildir. Nitekim Peygamberimiz, Yücelik ve ululuğun Allah ın şanına lâyık sıfatlar olduğunu, bu sıfatlardan bir tanesinde Allah a ortak olmak isteyenleri Allah ın azap edeceğini 26 bildirmiştir. Müslümana yaraşan alçak gönüllü olmak ve böylece hem Allah ın hem de insanların sevgisini kazanmaktır. İnanan insan kibirli olamaz. Gerçek mü min kibirden kaçar ve korunmanın yollarını arar. Çünkü kibirle iman asla bir arada bulunmaz. Kibrin olduğu yerde, iman barınamaz ve imanın bulunduğu yerde de kibir bulunamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Müslümanları uyarma bakımından şöyle buyurmaktadır: Size ateş (Cehennem) ehlini haber vereyim mi? Katı kalpli, cimri ve büyüklük taslayan kimsedir. 27 Kur an-ı Kerim, kibri, kibirden türeyen davranışları açıklamış, kibir ve örneklerini teşhir ederek zararlarını belirtmiş, ondan kaçınmanın ahlâkî bir zaruret olduğunu ortaya koymuştur. Kur an dan anlaşıldığına göre kibir, kâfirlerin ve münafıkların bir sıfatıdır. Kibir, küfrün en önemli esası, kibrin zıttı olan tevazu ise kâmil müminlerin vasıflarındandır. Kur an, kibirlenenlerin ilk temsilcisi olarak, şeytanların atası İblis i göstermektedir. Nitekim kibir, onun Hz. Âdem e secde etmesine engel olmuştur. İnsanın büyüklük taslamasının sebebi, diğer insanlara göre sahip olduğu maddî ve manevî üstünlüklerdir. İnsanları kibirlenmeye yönelten sebepler; ilim, ibadet, soy-sop, giyim, kuşam, güzellik, zenginlik, kuvvet, makam, mevki gibi geçici şeylerdir. Kibir, insanın birçok manevi hastalıklara maruz kalmasına sebep olur. Kibirli insan, kendini gadr, gazap, haset, hıkd, hıyanet, hicr, riya, su-i zan ve şematet gibi manevi hastalıklardan kurtaramaz. Gurur ve kibri yok etmenin en etkili yolu bu fani dünyada hiçliğimizin farkına varmaktır. İnsana bahşedilen her şey emanettir. Emanetleri gerçek sahibinin razı olacağı bir biçimde kullanmamız gerekir. 6. Riya/gösteriş: Riya, iş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. 28 İnsan her ne amel yaparsa yapsın Allah rızası için yapmalıdır. Allah rızası olmadan, sadece riya/ gösteriş için yapılan hiçbir amel Allah katında kabul edilmez ve kişinin o amellerinden sevap alması da mümkün değildir. Demek ki, riya, amellerin boşa çıkmasına sebep olmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v): Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiçbir amel kabul edilmeyecektir. 29 buyurur. Peygamber Efendimiz birçok hadis-i şerifte riyanın çirkinliği ve riya yapanların varacakları kötü sonuçları açıklamış ve inananları şiddetle uyarmıştır. Riya, insanın kalp, ruh ve düşünce dünyasının kirlenmesine sebep olan, Allah ın asla sevmediği ve razı olmadığı kötü ve çirkin bir davranıştır. İnsanın bu dünyada yaptığı güzel amellerden ahirette de istifade edebilmesi için amellerini ihlâs ve samimiyetle yapması gerekir. Aksi takdirde, başkalarına riya/gösteriş için yapılan amelden sevap beklemek doğru değildir. Çünkü riya, insanın amellerini, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi yakıp bitirir ve o kimseyi sevaptan mahrum bırakır. Riyadan/gösterişten kurtulmak çok zordur. Ancak bu zoru mutlaka başarmak gerekir. Bunun için her şeyden önce Allah Teâlâ ya dua edip yardımını talep etmeli, bu hastalıktan kurtulmak için çok 23 24 25 26 27 28 29 Firuzabadî, 1994: 602. Ebu Dâvud, Libâs, 26. Müslim, İman, 39. Müslim, Birr, 38. Buharî, Tefsir, 68, Edeb, 61, Eyman, 9; Müslim, Cennet, 46, 47; Tirmizî, Cehennem, 13. Tahanevî, 1984: I, 607; Şâmil İslam Ans., Riya mad., 2000: VII, 50; Ece, 2000: 541. Müslim, İman, 148, 149; Ebu Davud, Libas, 26; Tirmizî, Birr, 61; İbn Mace, Mukaddime, 9, Fiten, 27, Zühd, 16; Darimî, Mukaddime, 7; Ahmed b.hanbel, 1982: I, 451, II, 164, 215, IV, 151. 4
ciddi gayret göstermeliyiz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, riyanın tek ilacı ihlâstır. İhlâs ise, söylenen her sözde ve yapılan her işte Allah Teâlâ nın rızasını talep etmektir. Yaptığı her işte Allah Teâlâ nın rızasını talep eden böylece kalbini ihlâsla dolduran bir mümin, kulların rızasını almak için amellerini yok ederek riyakârlığa duçar olur mu? Böyle bir cinayete cüret edebilir mi? Riyanın asıl çözümü ve riyadan korunma yolu ise, nefsi arındırmaktır. Zira nefis arınmadığı sürece, yalnız da olsa kişi, amelini nefsi için yapmak gibi bir hale düşebilir ki, bunda hem riya ve hem de şirke girme ihtimali vardır. 7. Zan: Sanma, farz ve tahmin etme, ihtimale göre hükmetme, şüphe, tereddüt, şek gibi anlamlara gelmektedir. 30 Zan, hüsn-ü zan ve su-i zan olmak üzere ikiye ayrılır. Hüsn-ü zan, kişi veya olaylar hakkındaki tahmini, tereddüdü iyiye yorumlamaktır; bir anlamda kişi ve olaylar hakkında iyi düşünmektir. Bunun aksi ise su-i zandır. 31 Günümüzde su-i zan, insanlar arasında çok yaygın hale gelen manevî hastalıklardan biridir. Allah Rasûlü (s.a.v), Zandan kaçının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüste bulunmayın, birbirinizin içyüzünü araştırmayın, birbirinizin sözlerine kulak kabartmayın, birbirinizle rekabete girişmeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin, birbirinize karşı buğz etmeyin ve sırtınızı dönmeyin; ey Allah ın kulları kardeşler olunuz. 32 buyurmuş; tecessüsten, su-i zandan ve kardeşliği zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmamız ikazında bulunmuşlardır. Su-i zan, insanlar arasında düşmanlığın yaygınlaşmasına sebep olarak toplumun fertleri arasında yardımlaşma ve dayanışma ruhunu ortadan kaldırır. Su-i zan, o kadar tehlikeli bir hastalıktır ki, insanı küfre kadar götürebilir. 33 Su-i zan, insanların birbirlerine karşı nefret duymasına neden olduğu için, toplumu sorunlar yumağı haline getirebilir. Bundan dolayı Yüce Allah, müminlere hüsn-ü zan beslemeyi emretmiş ve su-i zandan sakınmayı istemiştir. Çünkü hüsn-ü zan, insanlar arasında sevgi ve hoşgörünün yaygınlaşmasına ve bu vesileyle toplumda sosyal barışın sağlanmasına katkıda bulunmaktadır. İnsanlar hakkında hüsn-ü zanda bulunma, bir esas haline getirilmeli ve bir disiplin olarak benimsenmelidir. Allah a imanı ve ahirette bu dünyada yaptıklarından dolayı hesaba çekileceğine dair inancı kuvvetli olan kişi, kesinlikle kendisini başkaları hakkında su-i zanda bulunmaktan alıkoyar. 8. İsraf: Arapça sözlükte, haddi aşma, hata, cehalet, gaflet 34 anlamına gelen israf, dini terim olarak: insanın yapmış olduğu her fiilde haddi aşması 35 anlamında kullanılmaktadır. Zamanla anlam daralmasına uğramış olan kelime, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe genellikle ferdî harcamalardaki aşırılığı ifade etmeye başlamıştır. Hadislerde de israf, genellikle bir nimeti gereğinden fazla kullanmak, telef etmek anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) ise israf üzerinde ısrarla durmuş ve israftan kaçınmamızı tavsiye etmiştir. Nitekim Buharî, İbn Abbas ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Dilediğini ye, dilediğini giy, ancak iki huy seni yanıltmasın: İsraf ve kibir. 36 Allah ın Elçisi konuyla ilgili olarak şöyle buyurur: Kibirsiz ve israfsız olarak yiyiniz, içiniz, giyininiz ve sadaka veriniz. Zira Allah, kulunun üstünde nimetini görmek ister. 37 İslam dinine göre, Allah ın insanlara bağışladığı maddî ve manevî imkânların hepsi birer emanettir. Dolayısıyla bu nimetlerin Allah ın emrettiği şekilde ve insanlara fayda sağlayacak bir biçimde kullanılması gerekir. Dinen haram kılınan içki, kumar, fuhuş, rüşvet gibi ferdî ve içtimaî zararlar doğuran hususlarda yapılan harcamalar israf ve haram olduğu gibi, helâl kabul edilen maddelerin günün icaplarına göre ihtiyaçtan fazla tüketimi de israf ve haram sayılmıştır. Bir müslüman, hayatının 30 31 32 33 34 35 36 37 Tahanevî, 1984: II, 939. Akademi Araştırma Hayeti, 2005: 659. Buharî, Edeb, 57, 58, 62; Müslim, Birr, 24, 28, 30, 32. Gazalî, 1974: III, 35. İbn Manzur, 1994: IX, 148; Rağıb el-isfahanî, 1992: 407. İbn Manzur, 1994: IX, 148. Zuhaylî, 1991: VIII, 184. Buharî, Libas,1; Nesaî, Zekât, 66; İbn Mace, Libas, 23; Ahmed b. Hanbel, 1982: I, 247, 274, 328. 5
her alanında olduğu gibi sosyal ve ekonomik alanlarında da dengeli, ölçülü ve tutarlı olmalıdır. Kur an, israfı şiddetle yasaklamış ve israf edenleri şeytanların kardeşleri olarak nitelendirmiştir. 38 Genellikle, aklî yetersizlik, bilgisizlik, lüks yaşama tutkusu, gösteriş ve malın kazanılmasında emek sarf edilmemesi israfa yol açan sebepler olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan hayatında görülen israf çeşitleri ise, insan israfı, yeme içme israfı, giyim kuşam israfı ve zaman israfıdır. İsraf, sosyal dengeyi alt üst eden manevî bir hastalıktır. İsrafın gerek fert, gerekse toplum üzerinde olumsuz tesirleri vardır. İsraf, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Malı rastgele kullanmak, saçıp savurmak geçimsizlik doğurup aile düzenini de bozmaktadır. Bu hastalık cemiyete sirayet edince, cemiyeti de sarsıp malî gücü yok etmektedir. 39 Günümüzde yaygın bir hal almış olan israftan kurtulmak için alınması gereken tedbirlerin başında insanların bu konuda eğitimi gelmektedir. Zira iyi bir eğitim görmüş insan, hayatın, sağlığın, gençliğin ve vaktin kıymetini bilerek yaşamını devam ettirecek, tembellikten, ataletten sıyrılarak üretken bir insan olup içinde yaşadığı toplumun yararına çalışacaktır. 40 9. Cimrilik: Harcanması gereken malı sarf etmekten kaçınmak, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmek 41 anlamına gelen cimrilik, manevî hastalıklarından biridir. Kur an ve hadislerde genellikle buhl, şuhh, katr ve men gibi çeşitli kavramlar cimrilik anlamında kullanılmaktadır. Hadislerde cimrilik yerilen ve müminlerde bulunmaması gereken bir kötü vasıf olarak nitelendirilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v): Bir müslümanın kalbinde cimrilik ve iman bir arada bulunmaz. 42 buyurmak suretiyle, iman ile infak, inkâr ile cimrilik arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. İnsanlarda bulunan kötü duygulardan birinin de cimrilik olduğu hadislerde şöyle belirtilmektedir: İnsanda bulunan en şerli şey, aşırı cimrilik ve şiddetli korkudur. 43, İki özellik vardır ki, bir müslümanda asla bulunmazlar: Bunlar, cimrilik ve kötü ahlâktır. 44 Hayatı boyunca daima cömert olan Hz. Peygamber (s.a.v) daima insanlara cömert davranmış ve müslümanları cimrilikten sakındırmıştır. Nitekim bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v): Cimrilikten sakının. Zira sizden önce gelip geçenler bu huy yüzünden helâk olmuşlardır. Bu huy onlara cimriliği emretti, onlar da hemen cimrileşiverdiler, doğru yoldan çıkmayı fücuru emretti, hemen doğru yoldan çıktılar. 45 buyurmaktadır. Kur an, cimrilik duygusunun insanın yaratılışında var olan psikolojik bir özellik olarak belirtmektedir. İnsan, bu duyguyu eğer kötü yönde, yani sadece dünyevî mal biriktirme ve başkalarına yardım etmeme şeklinde kullanırsa, bu duygu, ferde ve cemiyete büyük zararlara sebebiyet verebilir. Bu vesileyle insan hem yaratıcısının hem de insanların yanında sevilmeyen bir kişi haline gelir. Toplumda saygınlığı kalmaz. Cimrilik kötü ahlâkın temelini oluşturur. Her kötü ahlâkî sıfat gibi cimrilik de kulu, Allah tan uzaklaştırır. Aradaki perdelerin kalkmasına engeldir. Cimri, pinti, nekes ya da hırslı kişi, ruhsal bir bozukluğa yakalanmıştır; bu psikolojik bir durumdur. Bu duygu insana hâkim olmaya görsün; ne benliği, ne düşüncesi, ne de iradesi kendi elinde ve emrinde olur. Tersine, canına ve kanına işlemiş olan, örneğin, para aşkı gibi bozuk bir psikoloji, bütün benliğine hâkim olur. İnsanı cimriliğe iten başlıca sebepler; aşırı mal sevgisi, tul-i emel ve çocuklarının geleceği düşüncesidir. Bu hastalık, teşhis edildiği andan itibaren, hemen tedavi edilmeye çalışılmalıdır. Bu hastalığı tedavi etmenin iki yolu vardır. Bunlardan biri ilmî, diğeri de amelîdir. Kur an ve hadislerde ifade edildiği gibi cimriliğin zararlarını öğretmekle insanların cimrilikten kurtulmasını sağlayabiliriz. İkinci olarak da insanları her zaman ve zeminde sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya teşvik edip cömertliğe alıştırarak cimrilikten ve zararlarından kurtarabiliriz. 38 39 40 41 42 43 44 45 İsra, 17/27. Erdem, 1996: 178. Soysaldı, 2006: 168. Soysaldı, 2006: 17. Nesaî, Cihad, 8; Ahmed b.hanbel, 1982: II, 256. Ebu Davud, Cihad, 21; Ahmed b.hanbel, 1982: II, 302, 320. Tirmizî, Fazailü l-cihad, 8, Zühd, 8; Nesai, Cihad, 8; İbn Mace, Cihad, 9; Ahmed b.hanbel, 1982: II, 256, 340, 342, 441, 505. Ebu Davud, Zekât, 46. 6
Nitekim Kur an a ve hadislere baktığımızda, insanların cimriliğin zararları konusunda daima ikaz edildiğini, zekât ve sadaka yoluyla sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya davet edildiğini görmekteyiz. Sonuç İslam, insanlığı kötülüklerden, çirkin huy ve davranışlardan kurtarmak, dünya ve ahirette saadete kavuşturmak için gelmiştir. Fertleri felaketten felakete sürükleyen, aileleri yıkan, toplumları harap eden kötü huy ve davranışları haram saymış ve insanlara manevî hastalıklardan kurtulma yollarını da göstermiştir. Yüce Allah, insanı beden ve ruh olmak üzere iki yönlü yaratmasına rağmen insanoğlu çoğu zaman bir yönüne önem verip diğer yönünü ihmal etmektedir. Bazen her şeyi bedenî yönüne bağlayarak hayatını, yeme-içme, yatak ve istirahat üçgeninde geçirmekte, bazen de bedenini ihmal edip ruhçu anlayışlara takılıp kalmaktadır. Bu konuda tam dengeyi ise bize, İslam dini getirmiştir. Zira İslam, bir taraftan insanın ruhunu yüceltirken, diğer taraftan da bedeninin isteklerini meşru ve helâl yollardan tatmin etmesini emretmektedir. Günümüzde binlerce çeşit hastalığa maruz kalan insanoğlu, bunların tedavisi için nice hastahaneler kurmuş, nice bilim dalları geliştirmiş ve nice ekonomik yatırımlar yapmıştır. Hatta hastalık söz konusu olunca, diğer bütün önemli meseleleri unutacak kadar bu konuya özen göstermiştir. Ama ihmal edilen bir yön vardır ki, o da insanın manevî hastalıklarıdır. Öyle ki, birçok insan, bunların ciddi bir manevî hastalık olduğunu dahi kabul etmez. Hâlbuki bu hastalıklar insanın dünya ve ahirette mutsuzluğuna sebep olmaktadır. Gerçek kurtuluşa erişmek isteyen insanın mutlaka bu hastalıklardan arınması gerekmektedir. KAYNAKLAR Ahmed b.hanbel, (ö.241/885), el-müsned, Çağrı Yay., İstanbul 1982. Akademi Araştırma Hayeti, Bir Müslümanın Yol Haritası, Işık Yay., İzmir 2005. Algül, Hüseyin, İslam Tarihinden Örneklerle İftira Olayına Tahlili Bir Bakış, Diyanet İlmî Dergi, Cilt: 33, Sayı: 1, Ankara 1997. Ateş, Süleyman, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1992. - Yüce Kur an ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990. Buhârî, Muhammed b.ismail, (ö.256/879), el-câmiu s-sahih (Sahihu Buhârî), Mısır 1345. - el-edebü l-müfred, Beyrut 1986. Canbulat, Mehmet, Toplumsal Güven Açısından İftira ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi, Diyanet Avrupa Aylık Dergi, Sayı: 42, Ankara 2002. Cevherî, İsmali b.hammad, (ö.393/1002), es-sıhah Tacu l-luga ve Sıhahu l-arabiyye, Dâru l-ilm, Beyrut 1979. Cürcânî, Ali b.muhammed eş-şerif, (ö.816/1413), Kitabu t-ta rifât, Beyrut trs. Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b.abdurrahman, (ö.255 /869), es-sünen, (nşr. Muhammed Ahmed Dehman), Beyrut trs. Ebu Dâvûd, Süleyman b. el-eş as es-sicistânî, (ö.275/ 888), Sünen, Mısır 1951. Ece, Hüseyin K. İslamın Temel Kavramları, Beyan Yay., İstanbul 2000. Erdem, Hüsameddin, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlâk, Sebat Ofset Matbacılık, Konya 1996. Firuzabâdî, Mecduddin Muhammed b.yakub, (ö.817/ 1414), el-kamusu l-muhit, Müessesetü r-risale, Beyrut 1994. Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed, (ö.505/ 1111), İhyâu Ulûmiddin, Beyrut trs. - İhyau Ulumi d-din, (trc.ahmed Serdaroğlu), Bedir Yay., İstanbul 1974. İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdülmelik, (ö.218/833), es-sîretü n-nebeviyye, (nşr. Mustafa es-sakka ve dğr.), I-IV, Kahire 1356/1936. İbn Mâce, Muhammed b.yezid Kazvinî, (ö.275/888), es-sünen, (thk. M.Fuad Abdulbaki), İstanbul 1981. İbn Manzur, Ebu l-fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, (ö.711/1311), Lisanu l-arabi l-muhit, Dâru l-fikr, 3.Baskı, Beyrut 1994. İbnü l-esîr, Ebu l-hasan Ali b. Muhammed, (ö.630/ 1323), el-kâmil fi t-tarih, I- XII, Beyrut 1385/1965. Kotku, Mehmed Zahid, Nefsin Terbiyesi, Seha Neşriyat, İstanbul 1994. Malik b.enes, (ö.179/795), el-muvatta, İstanbul 1981. 7
Rifat Paşa, Mehmet Sadık, Risale-i Ahlâk, İstanbul 1275. Müslim, Ebû l-hüseyin Müslim b.el-haccac el-kuşeyrî, (ö.261/874), es-sahih, (thk. M.Fuad Abdulbakî), İstanbul 1981. Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b.şuayb (ö.303/916), Sünenü n-nesâî, Çağrı Yay., İstanbul 1981. Rağıb el-isfahanî, Ebu l-kasım Hüseyin b.muhammed, (ö.502/1108), Müfredatu Elfazı l-kur an, ed- Dâru ş-şamiyye, Beyrut 1992. Soysaldı, Mehmet, Kalbin Manevi Hastalıkları, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2006. Şeker, Mehmet, İslamda Sosyal Dayanışma Müesseseleri, D.İ.B.Yay., Ankara 1997. Tahanevî, Muhammed Ali b.ali, (ö.1158/1745), Keşşafı Istılahatı l-funun, İstanbul 1984. Tirmizî, Ebû İshak Muhammed b.isa es-sevrî, (ö.279/892), Sünenü t-tirmizî, Mısır 1965. Toksarı, Ali, Gıybet mad., İslamî Kavramlar, Ankara 1997. Zuhaylî, Vehbe, et-tefsiru l-münir, Daru l-fikri l-muasır, Beyrut 1991. 8