İnsanlığın hayat düsturu Kur an ın ilk muhatabı Hz. Peygamber ve onun seçkin ashabıdır. Bu yüzden Hz. Peygamberin ve ashabının Kur an algısı ve onların Kur an karşısındaki duruşları, Kur an ı doğru ve hakkıyla anlama, gereklerini yaşama açısından son derece önemlidir. Zira bir teori kitabı olan Kur an, önce Peygamberimizin, sonra da onun eliyle yoğrulan sahabenin hayatlarında pratiğe dönmüştür. Evet, Peygamberimiz, kendisine nübüvvet görevi verilmeden önce yaşadığı kırk yıllık hayatında, diğer insanlardan farklı bir ahlakî yapıya sahipti. Namuslu, dürüst, güvenilir, yardımsever, uyumlu ve topluma yararlı bir insandı. Ancak Kur an ayetleriyle, onun ahlakı daha da muhteşemleşti ve kemale erdi. Dolayısıyla Kur an, onu değiştirdi, yetiştirdi ve geliştirip kemale taşıdı. Biz Peygamberimizin Kur an okuyuşunu ve Kur an karşısındaki duruşunu önceki yazılarımızda ele aldığımız için, bu yazımızda sahabenin Kur an algısını anlatmaya çalışacağız. İndiği günden itibaren Kur an, ona inanan inanmayan tüm Mekke insanının gündemine oturmuş, onların ilgisini çekmiş ve onları meşgul etmiştir. Hz. Ömer gibi pek çok sahabenin Kur an ayetlerini dinleyerek yahut okuyarak çarpılıp Müslüman oldukları bir vakıadır. Ashab-ı Kiram, hem Kur an ın inişine şahit olmuşlar, hem de O nun en doğru bir şekilde anlaşıldığı ve en güzel bir şekilde uygulandığı bir çağda yaşamışlardır. Kur an öncelikle onlar hakkında inmiş ve onların hayatında pratiğe dönüşmüştür. Bu yüzden Kur an ın anlaşılmasında, ilk Kur an çağı insanı olan sahabenin Kur an anlayışı ve bu konudaki tavırları ile gayretleri çok iyi bilinmelidir. 1 / 6
Her şeyden önce onlar, Kur an ı okuyup anlamanın önemini kavramışlar ve bunu kendilerine temel bir görev bilmişlerdir. Bir tek Kur an ayetini tanımamak bile onları mahzun ederdi. Onlar bu asil görevi hakkıyla yerine getirebilmek için birbirleriyle yarışırlar ve bu konuda hiçbir fedakârlıktan sakınmazlardı. Kur an onların gündemini oluşturuyor, her konuda onların müracaat kitabı oluyordu. Abdullah b. Mesud, şu sözleriyle bu konudaki azim ve kararlılığını ortaya koymaktadır: Allah ın kitabını benden daha iyi bilen birinin olduğunu bilseydim, bineklerin ulaşabileceği yere kadar gider, ondan istifade ederdim. (Taberi, Tefsir, I, 28; Kurtubî, Tefsir, I, 35; Zerkeşî, el-burhan, II, 157) Sahabe medresesinden yetişmiş olan büyük Tabî Said b.cübeyr ise şöyle diyordu: Kur an ı okuyup O nu tefsir etmeyen kör yahut bedevi bir kişi gibidir. (Taberi, Tefsir,I, 36; Suyûtî, Tefsir, II, 223) Onlar Hz. Peygamberin; Geçmiş ve gelecek olanların ilmini isteyen Kur an ı harmanlasın (Gümüşhânevî, Râmuzü l-ehâdîs, II,401) hadisinin gereğini yerine getirmek için yapılması gere ken her şeyi yapmışlardır. Hadiste, deşelesin, harmanlasın, araştırıp tahlil etsin anlamına gelen Esîru, felyüsevvir kelimelerinin seçilmiş olması oldukça dikkat çekicidir. Bu kelimelerin türetildiği svr kökü, yeri ziraat için eşmek, deşelemek, sürmek anlamına gelir. Buna göre hakiki ilme ulaşmak isteyen Kur an tarlasını sürecek, başka bir deyişle onun altını üstüne getirerek onu işleyecek ve vakti zamanı (hasat mevsimi) gelince o tarlanın içerisinden ürünleri devşirecektir. İşte sahabe de bunu en güzel bir biçimde yapmıştır. Kur an ile Yüce Allah ın kendilerinden istediğini yerine getirebilmek için Kur an ı anlamaya yönelen sahabe, Kur an ın iniş esprisine uygun bir şekilde, gereksiz detay açıklamalarının içerisinde asıl manayı kaybetmemeye de özen gösteriyorlardı. Onlardan bize intikal eden tefsir 2 / 6
rivayetleri kısa ve özlü oluşlarıyla bu özellikleri taşımakta ve bu söylediklerimizi desteklemektedirler. Onların Kur an anlayışlarının önemli bir özelliği de, Allah ın hükümlerini peşinen kabul etmiş olmalarıdır. Onlar öyle bir imanî noktaya ulaşmışlardı ki, haklarında nasıl bir hüküm/ayet geleceğini bilmedikleri halde inandık biz ona, hepsi Rabbimiz katındandır diyerek teslimiyet gösterebilmişlerdir. Onların bu tutumu, Allah ın ayetlerine ön yargılı, tereddüt ve şüphelerle yaklaşan günümüz insanı için iyi bir örnektir. Ashab da farklı seviyelerde idiler. Yaşları, işleri, anlayışları, Kur an a ayırdıkları vakitleri farklı idi. Ancak onların bu farklılıkları Kur an ı anlama ve yaşamaktan onları geri bırakmamıştır. Hepsi kapasitesi nispetinde ondan faydalanmasını bilmiştir. Diğer insanlar da öyledir. İnsanların bu seviye farklılıkları Kur an ı anlamada da kendisini gösterir. Her insanın aynı seviyede Kur an ayetlerini anlaması mümkün değildir ama her insanın Kur an dan anlayacağı pek çok şey vardır. Tıpkı maddi bir gıdanın her bedende, olumlu-olumsuz farklı etkiler doğurması gibi. Sözgelimi kimi insan, bir ayetten çokça etkilenir ve büyük ölçüde ondan yararlanır; kimi ise, ondan o kadar etkilenmez. Bu gerçeğin bilinmesi, hem kişinin haddini bilmesini sağlar, hem de Ben ilim ehli değilim, Kur an ı anlayamam deyip Kur an ı anlama işinden tamamen sıyrılıp kaçmasını önler. 3 / 6
Onlar Kur an ayetleri hakkında konuşurken ihtiyatlı davranıyorlar, bilmedikleri/anlayamadıkları yerleri, bilmediklerini söylemekten çekinmiyorlar, ama en önemlisi bu konudaki eksikliklerini tamamlamak ve seviyelerini yükseltmek için çalışıyorlardı. Yine onlar Kur an dan bir şeyler anlama ile, Kur an ı tefsir etmeyi ayrı tutuyorlardı. Kur an dan bir şeyler anlamak için çırpınıyorlar, ama Kur an ı yorumlama konusunda son derece ihtiyatlı ve çekimser davranıyorlardı. Onun için yüz binden fazla sahabenin çerisinde Kur an tefsiri konusunda öne çıkanlar parmak sayısını geçmeyecek kadardır. İman-İlim-Amel Üçlüsü Ashabın Kur an karşısındaki duruşunu, Abdullah b. Ömer den gelen şu rivayet net bir şekilde ortaya koymaktadır: Vaktiyle öyle bir hayat yaşadım ki, o sıralar her birimize Kur an dan önce iman verilirdi. Hz. Peygambere bir sure iner inmez, o surede yer alan helal ve haramları, üzerinde durmamız gereken yerleri öncelikle öğrenirdik. Tıpkı sizin Kur an (metnini) öğrendiğiniz gibi. (Said Havva, el-esas fi s-sünne, VII, 342) 4 / 6
Bu rivayetten ashabın Kur an ı önce iman, sonra ilim, ardından da amel üçlüsü ile algıladıkları anlaşılmaktadır. Yani onlar önce iman ediyorlardı. Kur an ın Allah kelamı olduğuna inanıyorlar ve onu Yüce Yaratıcının sözü olarak ciddiyetle okuyorlardı. Onun emir ve yasakları, nefislerinin aleyhine bile olsa, hiç alışık olmadıkları bir emirle karşılaştıklarında yahut alışık oldukları bir şeyin yasaklanmasıyla karşılaşıyor bile olsalar ona iman ediyorlar, hükmüne boyun eğiyorlardı. İkinci olarak onlar, inen ayetleri doğru olarak bir iyice anlamak için gayret sarf ediyorlardı. Çünkü onlara göre, bilinç olmadan onun hükümlerini okumanın bir anlamı yoktu. Bunun için kendi ana dillerinde gelen Kur an ayetlerini yüzeysel olarak anlıyor olsalar bile, o ayetlerde derinleşmek, onların hükümlerini doğru bir şekilde öğrenmek için gayret ediyorlar, bilenlere müracaat ediyorlardı. Üçüncü olarak onlar, iman ettikleri ve anladıkları ilahî hükümleri hayata geçiriyorlardı. Onlar biliyorlardı ki inen ayetlerde asıl Murad-ı İlahî, o hükümlerin gereğini yerine getirmekti. Sözgelimi onlar inen on ayeti Hz. Peygamberden alıyorlar, onların Allah kelamı olduğuna inanıyorlar, onları doğru bir şekilde anlıyorlar ve hemen ardından onların gereklerini yerine getiriyorlardı. Ancak bundan sonra ikinci bir onluğu (aşır) almaya, öğrenmeye geçiyorlardı. Evet, bugün Kur an bütünüyle inmiş durumda elimizdedir. Ancak çoğu Müslümanın durumu, Kur an ı okuyup anlama ve yaşama konusunda ilk Müslümanların durumunu andırmaktadır. İlk Müslümanlar, henüz ayetler inmediği için bilmiyorlardı, günümüzdeki Müslümanlar Kur an a karşı duyarsızlıkları sebebiyle bilmiyorlar. İlk Müslümanlar, Kur an hükümlerini henüz açıklanmadığı için uygulamıyorlardı, günümüzdekiler ise bilmediklerinden yahut gafletlerinden onları yaşamıyorlar. Dolayısıyla ashabın Kur an algısı, onu okuyup anlama ve yaşama metodu günümüz Müslümanları için de geçerlidir. 5 / 6
Halef b. Hişam şöyle diyerek ümmetin ilkleri ile sonrakilerinin Kur an anlayışını özetler: Ben Kur an ın elimizde bir emanet olduğu inancındayım. Bize, Hz. Ömer in Bakara Suresi üzerinde tam on sene çalıştığı ve sureyi bitirince Allah a şükür için kurban kestiği haberleri ulaştı. Bakıyorum da, günümüzde bir çocuk, bir çırpıda Kur an ın tamamını yahut büyük bir kısmını, bir harf eksiksiz okuyuveriyor! Hayır, hayır! Ben Kur an ın bizde bir emanet olduğunu düşünüyorum! (Kurtubî, Tefsir, I, 40) Sonuç olarak Peygamberimizi ve onun kutlu ashabını şekillendirip yetiştiren Kur an, bizleri de aynı çizgide yetiştirmek için indiği gün gibi ter ü taze durmaktadır. Yeter ki o, doğru anlaşılsın ve ilk muhatapları gibi ciddiye alınsın, okunsun ve hayata geçirilsin. O halde Kur an karşısındaki duruşumuzu yeniden gözden geçirmeliyiz. 6 / 6