Alemde öğrenci olmak. Alemde öğrenci olmak bir Afrika atasözüne ne kadar da uyuyor:

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik


O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Renkli Bir Yazarın Kitabı: Renkli Masallar. Bazı insanlar gezi yazısı okumanın sadece daha önce gitmedikleri ya da hayatlarının

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.


FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

ISBN :

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Tarih:. Yer:. Katılımcı numarası:... Sosyolinguistik Görüşme 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum tarihiniz:.. Yaşınız:.. Milliyetiniz:.

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Sevda Üzerine Mektup

Özel gereksinimli çocuklar

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

2. En başarılı olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri? 3. En başarısız olduğunuzu düşündüğünüz dersler hangileri?...

OYUNCAK AYI. Aysel çok mutluydu. Çünkü bugün doğum. Annesi Elvan a oyuncak bir ayı aldı. Elvan. günüydü. Babası Aysel e hediye aldı.

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Otistik Çocuklar. Berkay AKYÜREK 7-B 2464

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Diğer: Diğer:... Diğer:...

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

OYUNCAK AYI. ayının adını Yumoş koydu. Halasına oturmaya. giderken Yumoş uda götürdü. Halasının kızı. Sorular: 1- Annesi Elvan a hangi hediyeyi aldı?

Okul fobisi nasıl gelişir?

Onceki izlenimdeki sevgi titresimleri sevgili Ugurcan'in izleniminde devam ediyor...

2013 / 2014 SAYI: 17. Haftanın Bazı Başlıkları

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

21 yıllık tecrübesiyle SiNCAN da

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

SINIRLARIMIZ SINIRLARINIZ SERT Mİ, YUMUŞAK MI?

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

1) İngilizce Öğrenmeyi Ders Çalışmak Olarak Görmek

Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme. Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Deniz Kantarcıoğlu Anaokulu Rehber Öğretmeni. «Okula Uyum»

OCAK AYI BÜLTENİ ŞEKİL KAVRAMI TEMA ÇALIŞMALARIMIZ KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI SES KAVRAMI ÖZEL BİLGİ İLKÖĞRETİM OKULU 6 YAŞ ANASINIFI

A2 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

SATRANÇ. Satranç öğrenmek benim için her zaman zor olmuştur. Yirmi yaşıma gelmeme rağmen

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

manzaraadalar.com.tr

Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Birimi Aile Bülteni SINIRLAR VE DİSİPLİN

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) PSİ354 - Prof.Dr. Hacer HARLAK

Yukarıdaki diyalogda kaçıncı cümlede diğerlerinden farklı türde bir fiilimsi kullanılmıştır?

Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

tellidetay.wordpress.com

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

Serbest Yazma Konuları. Yrd. Doç. Dr. Aysegul Bayraktar

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ REHBERLİK POSTASI 2

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

3. Genelde kendimi başarısız bir kişi olarak görme eğilimindeyim. 4. Ben de diğer insanların birçoğunun yapabildiği kadar bir şeyler yapabilirim.

Transkript:

Bağışta Bulunanlar: Öğretmen Mustafa Tahsinoğlu, Recep Salih, Gülsüm Ahmet, Emine Padallı, Şengül Kurt, Halil Halil, Abidin Abidin, Rıdvan Köse Memet, Taner Ömer Kehaya, Burhan Molla Şakiroğlu, Erdem Hüseyin, Hatice Sali, Aziz Şerif, Feriha Derviş, Feyme Raif, Şüheda Raif, Özhan Molla Şakiroğlu, Ayvaz Osmanca, Muharrem Yakup.

Alemde öğrenci olmak Öğrenme süreci sadece hayatın okul sıralarına yansıyan bölümü olmak dışında, dünyaya gözlerini açtığı günden son nefese kadar sürecek bir yarıştır. Öğrenmek 7 sinden 17 sine veya 27 sine olan bölüm sanılır çoğu zaman. Halbuki insanın öğrenme süreci sadece okul sıralarında olduğu sürede değil; hayat okulunun başladığı andan itibaren son sürat devam eder. Her güne bugün ne öğreneceğim ile uyanan insan için, kısa bir otobüs yolculuğu, bir alış-veriş, sınıfında veya işinde yaşadıkları bir ders olur çoğu zaman. Alemde öğrenci olmak; fakirdik, okuyamadık, Oxford vardı da biz mi okumadık gibi sebepler dinlemez. İbrahim Ali Elektrik-Elektronik Mühendisliği (ESOGU) Bursa Hayat okulunda öğrenci olmak zorunda olan insanoğlu için tatil yoktur. Bayram olsa da tatil yapsak, of hiç kar yağmayacak, bugünde gitmeyivereyim okula çok hastayım, neyse 2 derse girmem ödevimi de yapmadım nasıl olsa, dostum gel hadi okulu asalım, yeni bir börekçi açılmış, oradan ateri, playstation falan oynarız, sonrada internet cafeye gideriz. Diğerlerini de kafalayalım, hiç kimse gelmezse yoklama da almazlar. Ya disipline verirlerse? Bu ve buna benzer dialogları yaşayanlarınız vardır sanırım. Hayat okulu bu özürleri, bahaneleri kabul etmez. Özelden veya devletten rapor geçmez. Ne derece acımasız olduğunu anlamak için alemde öğrenci gibi yaşamak gerek! Alemde öğrenci olmak bir Afrika atasözüne ne kadar da uyuyor: Sabah bir ceylan uyanır Afrika da. Kafasında tek bir düşünce vardır. En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek, Yoksa aslana yem olacaktır. Her sabah bir aslan uyanır Afrika da. Kafasında tek bir düşünce vardır. En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek, Yoksa açlıktan ölecektir. İster aslan olun, İster ceylan olun hiç önemi yok. Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin. Yaşam adlı koşuyu ne kadar güzel anlatmış Afrika atasözü, bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir. Çünkü eğer aslansanız, Ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsanız Ve bugün bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz, Artık bilmelisiniz ki en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır. O halde düne göre hızınızı arttırmanız gerekmektedir. Yok eğer ceylansanız Ve henüz aslana yem olmamışsanız Hızınızı düne göre mutlaka arttırmalısınız, Çünkü sıra size gelmiş olabilir. Yani Hayat koşusunda, devam edebilmenin tek koşulu var Dünden daha hızlı olabilmek Bakın bakalım şimdi kendi kendinize Ondan, şundan, bundan değil dünden hızlı mısınız???? Eğer kasabanızda, şehrinizde en iyi çörekçi, börekçi dükkanlarını öğrendiyseniz, ateri, playstation, internet başında bir güzel bol kepçe olan zamanınızı harcadıysanız ve cumartesiye kaç gün kaldığını hesaplıyorsanız, bir hafta sonu gelse diyorsanız, şu okul bir bitse, şöyle olsa, böyle olsa deme sürecindeyseniz şimdiden sizi bekleyen süprize hazırlıklı olun. Bugün ne öğreneceğim diye uyanmadın belki, ama hala başını yastığına koyduğunda bugün ne öğrendim diyecek zamanın var sanırım. Kıymetli zamanınızı bu yazıyı okumak için harcadınız. Peki, bu yazıdan bir şey öğrendiniz mi? Cevabınız evet ise alemde öğrenci olmak durumundaki milyarlarca insan arasından huzurla başınızı yastığa koyabilirsiniz İyi öğrenmeler 5

Ridvan Köse Mehmet Patra Üniversitesi Pedagoji Bölümü ASKERLİK Askerlik erkeklerin tam da yetişkinliğe adım attıkları bir zamanda vatanî görevlerini yerine getirmek için istemeye istemeye gitmek zorunda kaldıkları bir yer. Bazıları (omuzlarında üç-dört yıldız taşıyanlar) askerliğin kutsal bir görev olduğunu, vatanına ve milletine bağlı olan bütün erkeklerin seve seve, hatta mümkünse gönüllü olarak gitmeleri gerektiği bir yer olduğunu söylerler. Vatandaşlık görevimiz veya resmî prosedürler bunu öngörüyorsa bize de uygulamak düşer, sorgulamak değil; her ne kadar askersiz ve silahsız bir dünya, hatta sınırların olmadığı ve bütün dünyadaki değişik renklerin ve değişik dillerdeki çiçeklerin aynı bahçede açtığını, açabildiğini hayal ediyor olsak da. Ona rağmen sorgulamıyoruz, çünkü bugünün dünyasında sadece bir hayalden ibaret olduğunu biliyoruz ve yolumuza öyle devam ediyoruz. Bana göre özellikle savaş halinde olmayan ülkelerde askerlik, erkekler için hayatlarının geri kalan kısmında iki üç kişi bir araya geldiğinde her defasında hiç bıkmadan ve usanmadan hep, Hiç unutmam bir defasında diye başlayacak olan kahramanlık hikâyelerinin ve anılarının temin edileceği yerdir. Yani her erkeğin kendi roman kitabını yazabileceği, sonradan hikâyelerinde canlandıracağı o masal ülkesinin limanına uğrayacağı yerdir. İstisnalar muhakkak vardır, herkes askerliğini aynı şekilde yapacaktır diye bir kaide yok. Hikâyelerimizde nedense hep başrolde ve takımı son anda kurtaran kahraman rolünde biz oluruz. Bu ayrıntı beni küçüklüğümden beri hep düşündürmüştür. Neden acaba hep böyle oluyor diye? Dinlediğimiz bütün askerlik hikâyeleri beş aşağı on yukarı hep aynıdır. Nedense hikâyelerin sonları da hep aynı şekilde bitiyor işte tam o sırada çavuş geldi, eli ile beş işareti yaptı ve gitti. Sonunu bildiğin bir hikâyeyi saatlerce dinlemek ne kadar keyif verebilir ki insana? Ah o askerlik anıları ah! Genellikle anlatan için keyifli ama dinleyen için işkenceden ibaret olan anılar. Bayanların doğum hikâyeleri ile bire birdir bu hikâyeler. Fakat bazen anlatan kişiye bağlı olarak dinlemesi keyifli de olabiliyor, yeter ki anlatan kişi samimi olsun. Her ihtimale karşı yine de eğer bir ailenin en küçük erkek çocuğu iseniz, abileriniz ve kuzenleriniz askere gitmeden önce gönüllü yazılıp ilk siz gidin. Kesinlikle kârlı çıkan siz olursunuz. Bilenler bilir, askerlik anıları birçok programlarda mizahi açıdan irdelenmiştir Mesela en basitinden, neden hemen hemen bütün fotoğraflarımız, elimizde silah veya bir tankın üzerindeyken çekilmiştir? Neden elimizde bir süpürge veya bir tencere tutarken fotoğraf çektirmek aklımıza gelmez ki? Herhalde 12 ay boyunca hiç yemek yemeden ve etrafı temizlemeden yaşadık. Ve genellikle hikâyelerimizde figüranlar arkadaşlarımız olur. Bütün kötü ve trajikomik hadiseler hep kankalarımızın başına gelmiştir. Bir gün çok felaket yağmur yağıyordu, bir iki metre etrafımdaki bütün arkadaşlar sucuk gibi oldu. Bana bir şey olmadı. Çünkü benim durduğum yerde güneş vardı!!! Bu tür hadiseleri saymakla bitiremeyiz. O yüzden burada noktayı koyalım. Genel olarak askerdeki bireylerin çoğu ortak duygular ekseninde belirli heyecanlar ve maceralar yaşar. Fakat madalyonun öbür yüzü de var. Ortama bir türlü ayak uyduramayanlar, birbirine tıpa tıp benzeyen bütün üniformaların arasında yine de kendisine bir kalıp benimseyemeyenler... Hani her oyunu izleyici koltuğuna oturup da sessizce izlemeyi tercih vardır ya, ben bilmem, hocamız bilir, diyenler gibi. İşte bu grubun büyük bir kısmını biz azınlık bireyleri oluşturuyoruz. Sadece askerde mi dersiniz. Keşke sadece askerde olsaydı, ne de olsa sayılı gün çabuk geçer. Ama bana göre hayatımızın her alanında bu tavrımızı sergiliyoruz diyebilirim. Hiç şüphe yok ki gurbette olmanın verdiği zorluklar ve sıkıntılar buna bir nebze sebep oluyordur. Ne de olsa her horoz kendi çöplüğünde öter demişler. Oysa orası herkes için gurbet. Diğer en büyük özelliğimiz de ve aslında çok da güzel bir özelliğimiz. Daha önce hiç görmediğimiz adını bile duymadığımız bir hemşehrimizin varlığını bulunduğumuz ortamda tespit edebilmek her şeye bedeldir. Çünkü sadece bir iki saat içinde o kişi bizim kırk yıllık arkadaşımızdan daha yakın olacaktır ve bir lokma ekmeğimizi paylaşmaya başlayacağımız andır. Buraya kadar her şey normal tabiî. Fakat bu sayı üç-dört kişiye kadar giderse sonrası mâlum: Azınlık psikolojisi, azınlık bireyi olmanın verdiği çoğunluk fobisi ile dış dünyayı tehdit olarak algılama geleneği gereğince kendi küçük dünyamızı kurarız. Etrafımızdaki bütün herkese kapılarımızı sıkıca kapatırız. Kendi kabuğumuza kapanma olayı hemen hemen her yerde karşımıza çıkıyor. Uzak diyarlara eğitim almak için gidenlerimiz, aynı şekilde yine uzak yerlere çalışmak için gidenlerimiz ve hatta askerde bile Daha önceden dolaylı veya dolaysız yollardan bilinçaltımıza yerleştirilmiş basmakalıplardan ibaret fikirlerle azınlık olmanın psikolojisinin etkisi de eklenince, koskoca stadyum dururken kendimizi daracık bir koridorda top oynamaya mahkûm ederiz. Sonra da bizden neden kaliteli futbolcu çıkmıyor, diye yakınıyoruz. Kumaşımız mı kalitesiz? Hayır, alanımız dar. Çok yönlü çalışmaları benimsemiyoruz, benimseyenleri de yadırgıyoruz. Oysa her türlü başarının ve bulunduğumuz ortama adapte olmanın sırrı geniş alanda özgür beyinlerle paslaşabilmekten geçiyor. Özgür ve ufku açık olan beyinler değişik alanlarda değişik projeler üretebilir. Yeter ki, etrafımızda bulunan bütün güzelliklere gönül kapılarımızı açık tutabilelim. 6

Πλασιέ Βιβλίων συμβουλή προς νέους και παλιούς φοιτητές Συγγραφέας: Un-Jelo Το άρθρο δημοσιεύθηκε στην ιστοσελίδα του ogrencialemi.com Πολλές φορές εκεί που κάθεστε στο σπίτι ή στο δωμάτιο σας, χτύπα η πόρτα ή το κουδούνι, ανοίγετε την πόρτα και βρίσκεστε απέναντι σε έναν άγνωστο κύριο (τις περισσότερες φορές) ή κυρία. Σας χαιρετά, μιλάει χρησιμοποιώντας λέξεις ώστε να αποκτήσει μια οικειότητα μαζί σας, κάνει σαν να σας γνωρίζει από καιρό. Επίσης, εννοείτε δείχνει ενδιαφέρον για σας, για την πορεία των μαθημάτων σας, εντωμεταξύ προσπαθεί να μπει μέσα! Εδώ αρχίζει όλο το παιχνίδι! Ρωτάει σε ποια σχολή σπουδάζετε έτσι ώστε να εστιάσει προς εκείνη την κατεύθυνση, να βρει κάποιο κενό γνώσης, να καταπιαστεί από αυτό. Αρχίζει να σας μιλά για την φιλοσοφία της ζωής, για τη δύναμη της ψυχής, τη δύναμη του νου και εδώ αρχίζει το ψηστήρι ότι ο τάδε φιλόσοφος δίνει απαντήσεις για πολλές πτυχές της ανθρωπότητας και ότι διαβάζοντας τον, θα αρχίσετε να βλέπετε διαφορετικά την ζωή. Προσπαθεί να σας πείσει να αγοράσετε τον έναν τόμο από την τετράτομη σειρά, προφασιζόμενος ότι δεν χρειάζεται να ανησυχείτε για το οικονομικό και ότι είναι μηδαμινό το ποσό των 10-20 ευρώ μηνιαίως από το χαρτζιλίκι σας. Ένας τρόπος παραπλάνησης είναι, πείθοντας σας, ότι δεν θα σας κοστίσει απολύτως τίποτα και ότι είναι σαν να δίνετε 0,50 την ημέρα, όσο αξίζει δηλαδή, ένα μπουκαλάκι νερό («Τι αξία έχει ένα μπουκαλάκι βρε αδελφέ;» - σας κάνει να νιώθετε και πλούσιοι!). Αλλά επειδή δεν υπάρχει (και καλά) υπάλληλος που να κάνει αυτή τη δουλειά, για αυτό θα δίνετε 20 ευρώ περίπου μηνιαίως. Όλα αυτά δεν γίνονται τυχαία και από τυχαίους ανθρώπους. Οι συγκεκριμένοι εμπορικοί αντιπρόσωποι έχουν ορισμένα «προσόντα». Είναι εκδηλωτικοί, κινητικοί, χρησιμοποιούν πλούσιο λεξιλόγιο και έχουν ευφράδεια λόγου, «πάσχουν» από «ακατάσχετη» πολυλογία (μπουρδολογία για να λέμε τα πράγματα με το όνομά τους), προσπαθεί να σας φορτώσει με πολλές πληροφορίες σε μικρό χρονικό διάστημα, ώστε να μην προλάβετε να επεξεργαστείτε όλα τα στοιχειά σκοπός τους είναι να σας μπερδέψουν και να μην έχετε σωστή κρίση. Στο τέλος βρίσκεστε να έχετε «συμφωνήσει» να αγοράσετε όλη τη τετράτομη σειρά. Οι πλασιέ προτιμούν και ψάχνουν άτομα που είναι ευάλωτα, εύπιστα, αφελή και με έλλειψη κάθε επιφυλακτικότητας και αμφιβολίας για ό,τι ακούνε. Έστω ότι κάποιοι πέσατε θύμα αυτών των πλανόδιων πωλητών και αγοράσατε μια πεντάτομη εγκυκλοπαίδεια, φιλοσοφίας, ψυχολογίας κλπ, που τις περισσότερες των περιπτώσεων δεν θα διαβάσετε ποτέ, απλά θα διακοσμήσει την βιβλιοθήκη σας, αλλά το μετάνιωσατε βρε αδελφέ, τι μπορείτε να κάνετε; Υπάρχει ο Νόμος 2251/1994 Προστασίας των Καταναλωτών που σας προστατεύει, ενδεικτικά θα παραθέσω μέρος του 3ου άρθρου που αναφέρει : Συμβάσεις παροχής αγαθών ή υπηρεσιών, που καταρτίζονται με πρωτοβουλία του προμηθευτή χωρίς ρητή πρόσκληση από τον καταναλωτή ή με επίσκεψη του προμηθευτή στον τόπο κατοικίας, διαμονής ή εργασίας του καταναλωτή ή σε χώρο επιλογής του προμηθευτή έξω από το εμπορικό κατάστημά του, είναι άκυρες υπέρ του καταναλωτή, αν δεν καταρτισθούν με έγγραφο στο οποίο να αναφέρονται: α) το όνομα ή η επωνυμία και η πλήρης διεύθυνση του προμηθευτή και αυτού που συμβάλλεται στο όνομα και για λογαριασμό του προμηθευτή. Για οποιαδήποτε απορία ή ασυνεννοησία με τον προμηθευτή ή την εταιρεία που συνεργάζεται μην διστάσετε να ζητήσετε συμβουλή από έναν δικηγόρο. Με λίγα λόγια η φόρμα παραγγελίας που συμπληρώνει ο πλασιέ με τα στοιχειά σας και το ποσό που πρέπει να καταβάλλεται κάθε μηνά περιέχει επίσης ρήτρες όπως ακυρώσεις παραγγελιών δεν γίνονται, επιστροφές βιβλίων δεν γίνονται δεκτές, επιστροφή πρώτης συνδρομής δεν γίνεται, όλα αυτά δεν ισχύουν γιατί πολύ απλά δεν έχετε υπογράψει κάποιο επίσημο συμβόλαιο παρά μόνο μια απλή καρτέλα. Πως μπορείτε να απαλλαγείτε από το μαρτύριο αυτό; 1) Ζητάτε από τον πλασιέ να να σας φέρει πίσω τα λεφτά που του δώσατε, και ένα έγγραφο που να βεβαιώνει ότι δεν χρωστάτε τίποτα, επιστρέφοντας του τα βιβλία άθικτα! 2) Ζητάτε την συμβουλή κάποιου δικηγόρου ή φίλου σας, που με ένα απλό τηλεφώνημα θα διευθετήσει το ζήτημα. 3) Απλά αρνείστε να καταβάλλεται το μηνιαίο ποσό που <συμφωνήσατε> και έτσι ο πλασιέ θα αναγκαστεί να έρθει να παραλαβή τα βιβλία του, ζητήστε πίσω όσα λεφτά του έχετε δώσει και μην ξεχάσετε να του ζητήσετε ένα έγγραφο που να βεβαιώνει ότι δεν οφείλεται τίποτα. Φίλοι μου μην ξεχάσετε να κάνετε τα παραπάνω με περισσή αυτοπεποίθηση, μην φοβάστε δεν θα σας κλείσουν φυλακή επειδή δεν πληρώσατε έναν πλανόδιο-πλασιέ, υπάρχει νόμος και για αυτό. Δεν γίνεται προσωποκράτηση για μικροποσά. Συμπεράνουμε λοιπόν ότι, ποτέ δεν αποφασίζουμε εν θερμώ, με επιπολαιότητα και χωρίς να έχουμε σκεφτεί και ξανασκεφτεί για αυτό που πάμε να κάνουμε. Εννοείτε ότι αγοράζουμε βιβλία, γιατί είναι πηγή γνώσης, αλλά αγοράζουμε βιβλία που πραγματικά χρειαζόμαστε και θέλουμε εμείς και όχι επειδή μας το συνέστησε κάποιος άγνωστος (που μοναδικό σκοπό έχει το κέρδος). Υ.Γ.1: http://www.kepka.org/grk/lgs/ Legislation/2251.htm Νόμος 2251/1994 Προστασία των Καταναλωτών. Υ.Γ.2: Αυτές οι πωλήσεις αναφέρονται ως <πωλήσεις από αυτοκίνητο> που υπόκεινται σε άλλο νόμο με μεγαλύτερη δυνατότητα προσβολής της συμφωνίας και μάλιστα σας δίνει μεγαλύτερο περιθώριο. 7

Bir umut İbrahim Ali Patra Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bir zamanlar onurlu bir Batı Trakya vardı, vardı diyorum evet çünkü ben bu yaşıma kadar bizim azınlığımızı, bizim toplumumuzu her zaman kendi işinde kendi gücünde görüyordum Fakat son yıllarda o kadar değiştiki bu gerçek, dışarıdan bakılınca sanki hepimiz bir birimizi yok etmek için programlanmışız birlik ve beraberlik duygumuz adeta yok olmuş gibi bir şey. Unutmayalım ki sadece oy sandığında birlikte olmamız gerekmiyor; birbirimize kenetlenmemiz bence tüm günlük hayatımızda gerekiyor tüm toplumsal olaylarda gerekiyor. Evren değişiyor dünya modernleşiyor bir takımımız bu durumu oraya bağdaştırabilir. Fakat ben bağdaştırmıyorum eğer ki benim toplumum öz güvenini kaybedecek ise eğer bizim gençlerimiz yabancı maddelerle boğuşacak ise eğer ki eğlencelerimiz düğünlerimiz fuhuş yuvasına dönüşecek ise eğer ki küçüğe sevgi büyüğe saygı yok denilecek kadar azalmış ise bu modernleşme değildir! Arkadaşlar bir azınlık mensubu yunanlı arkadaşlarının yanında kendi ismini bile söylerken yunan ismi kullanıyorsa, ufacık çocuklar daha onaltısında yabancı maddeyle tanışıyorsa bu modernleşme değildir arkadaşlar Aslında bu yazı hiç birşeyi de değistirmeyebilir ama tabi ki bilirsiniz zararın neresinden dönersek kardır derlerya aynen o mesele. Çok kişinin ağzından da duymuşluğum vardır her koyun kendi bacağından asılır diye; evet öyledir - asılmasına asılırda o koyun bir iki gün durunca da asıldığı yerde tüm çevresini o dayanılmaz kokusuylada rahatsız etmektedir bu gerçek de unutulmamalıdır bence Bu duruma nasıl geldik bilmiyorum ama tabi ki bir kaç tahminde de bulunabilirim; belki de bilinç altımızdan kaynaklanıyordur tüm büyüklerimizden duyduğumuz hikayeler hep eziklik içeren hikayeler değil miydi? Savaş zamanı olan olaylar ve ülkemizin Batı Trakya azınlığına karşı uyguladığı gaddar politika hikayeleri değil miydi? Şimdi peki bunların bir tanesi geçerli mi? Bence kalıpsal olarak geçerli değil arkadaşlar belki şuan ki durumumuz bizim bu rahatlığımızdan da kaynaklanıyordur Belki de eski önderlerimiz, politikacılarımız Türk müyüz Yunanlı mıyız bulmacasını çözmekle meşgul iken Batı Trakyamızın bu hale gelebileceği düşünülememiştir kimbilir Belki de herşeyin farkındaydılar ama bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesi gütmüşlerdir. Peki ya eğitimcilerimizin hiçbir vebali yok mudur bu içerisinde bulunduğumuz kaosla Herkez elinden geleni yapmış olsaydı yukarıda yazmış olduğum gerçeklerle yüz yüze kalmamış olurduk En önemlisi de arkadaşlar günler seneler geçtikçe biz daha da kötüye gidiyoruz bu durum kabul edilemez bence tüm azınlık fertlerine, sivil toplum örgütlerine, eğitim derneklerimize çok işler düşüyor en azından bu kadar olan olmuş bundan sonrası belki de engellenebilir yarınlarımızın bir güvencesi olur Zaten dibi bulmuşuz ille de fosil de mi olmamız lazım 8 Saygılarımla

*İstese de âdil olamaz, zenginlik derdine düşen. MEDYALİZM Medyalizm, tanıdık bir kelimeymiş gibi görünse de aslında hiçbir anlamı yoktur. Fakat bu kelimeye benzeyen Komünizm, Liberalizm, Faşizm, Anarşizm sözcükleri vardır ki, bunlar farklı ideolojilerin tanımıdır. En basit tabirle bir ideoloji, düzenlenmiş, yapılanmış bir fikirler bütünüdür. Medyalizm de, bu tür ideolojileri hayata geçiren veya başka bir deyişle hayata geçmesine yardım eden medya kuruluşlarını tanımlayan ve belki ileride kullanılacak olan yeni kelimedir. Medyanın günümüzde siyasi, ekonomik ve stratejik dengelerin anlam kazanmasında en önemli güç unsurlarından biri haline geldiği her kesimde kabul edilir. Tüm Radyo-TV kuruluşları ve şirketleri hükümetin vereceği ruhsat ve izinlere ihtiyacı vardır, dolayısıyla hepsi hükümetin denetimine ve baskılarına açık durumdadır. Bu teknik ve hukuki bağımlılık medyayı hizaya sokacak ve gerektiğinde tehdit edecek bir sopa olarak kullanılabilir. Tabi kimi zaman bu şirketlere katılan propaganda amaçlı sinema ve kitap piyasasının kullanımı da unutmamak gerekir. Liderler kendilerine destek sağlamak veya sadece insanların akıllarını karıştırmak için medyayı kullanarak halkın siyasi olarak kontrolünü azaltmış ve bir kısmını ele geçirmiştir. Bunların bir delili olarak günümüzdeki belirli devletlerin yeni tip savaşların uygulanması adına medyadan yararlanarak terörist ilan ettikleri ülkeleri kamuoyu nezdinde şeytanlaştırmaktadırlar. Örnek vermek gerekirse 11 Eylül deki saldırıların ardından Filistin deki müslüman halkının sevinç gösterilerinin piyasaya sürülmesi ve onun nezdinde terorist ilân edilmeleri beraberinde tüm müslümanların terorist olabileceğini ima etmeleri bunun bir kanıtıdır. Böylece sözde terörü engellemek adına müslüman ülkelerine karşı yapılacak olan muhtemel saldırıların teorik temellerini atmış bulunurlar. Artık bundan sonrası stratejinin pratiğe geçmesi kalır. Tabii medyanın sadece hükümet veya devletle ilişkisi yoktur, rating ve reklamcılıkla da ilişkisi vardır. Ne kadar çok izlenme başarısını elde edebilirse o kadar rating (derece) kazanmış olur. Dolayısıyla rating in yüksek olması çok reklam ve çok para demektir. Toplum şöyle böyle etkilenir önemli değildir medya için, önemli olan rating`tir. Neticede, özellikle TV karşısına geçtiğimizde garipsediğimiz, tiksinti duyduğumuz görüntülerle karşılaşmaktayız. Günümüzün birçok Tv kanallarının, insanların ahlâki durumunu ve değerlerini yerle bir etmekte ve şikâyet etmemiz gerekirken, itibar etmememiz gerekirken sesimizi çıkarmayıp izlemeye devam ederiz. Çünkü bütün bunlar alıştıra alıştıra beynimize entegre edilmişki artık ahlâkımız, değerlerimiz bu yönde oluşuvermiş. Benzer bir şekilde manşetlerin de toplum üzerinde çok önemli beyin yıkayıcı fonksiyonu vardır. Aslında bir gazetede okunup hatırda kalan temel mesaj, manşetidir. Öncelikle onlar okunur ve okuru belli bir istikamete yönlendirir. Onun zihnindeki eski bilgileri faal hale getirerek haberde geçen detayların yorumunu kolaylaştırır. Örneğin, bir polis memurunun hayatını kaybetmesi sonucunda manşetlerde katledildi şeklinde gözükürken, aynı hadisede evine polislerin baskın yaptığı sırada kalp krizi geçirerek ölen bir adamın, manşetlerde hiç birşey yokmuş gibi basit bir kaza olarak gösterilir. Aynı şekilde azınlık üyesi insanlar bir suç işleyip hapse düştüklerinde manşetlerde ırklarının, derilerinin rengi vurgulanırken, beraat ettiklerinde birden renklerini kaybederek isimlerini kazanmaktadırlar! Demek ki manşet ve spotlardan gazetecilerin inançlarını, tutumlarını ve ideolojilerini anlamak mümkündür. Fakat genellikle bizler Gazetede okudum, Radyoda söylediler, Her gün televizyonda gösteriyorlar gibi cümleler kurarak tartışmalarda birer delil olarak kullanmaya başlarız. Akabinde peşin hükümler, ayrımcılık, ırkçılık doğmaya başlar bu da yanlış eğitim sistemi yüzünden düşünmesini öğrenemediğimizden kaynaklanır. Burhan Molla Şakiroğlu Patra Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği Kasıtlı yayınlarının büyüsünden kurtulmak için her türlü görüşü pasifçe kalbe misafir etmememiz gerekir, aksine medyanın sunduklarına tetkik amaçlı kendimize bu tür sorular sormamız gerekir: - Niçin özellikle bu konunun haber değeri var? - Niçin bu konu bu kadar çok (veya az) dikkat çekiyor? - Kimin görüş açısından bu haber verilmiş? - Görüş beyan edenler kimler? - Kimin çıkarları korunuyor? - Bu konu veya bu kelime, basmakalıp düşüncelere veya peşin hükümlere meydan mı okuyor, yoksa onları destekliyor mu? Bu soruları sormasını öğrendiğimizde, medya ve liderlerin bizi istedikleri gibi yönetmelerine dur demiş olacağız. Cevaplarını bulduğumuzda ise topluma yön veren insanların ister istemez kendilerine çeki düzen verdikleri görülecektir. 9

ŞİİRLER - SÖZLER KATRANA TERE KOKAR SENI SORGULUYORUM Senin için düşünüyorum Dünyayı Öylesine yoğun Öylesine yeni görmüşçesine Senin için çeviriyorum yapraklarını Kitapların bir bir Sanki şimdiye dek Körmüşçesine Senin için diktim antenlerini Tüm sezilerimin Belirsizlikleri yakalayıp Somutlaştırır diye Senin için sorguluyorum Düşüncelerimin meleklerini Zerdüşt örneği Bir yerlere varır diye Seni sorguluyorum Her şeyinle Varsa bile Günahların işim değil TEK TEK GELENLER: Mustafa TAHSİNOĞLU * Bazısına göre baldan tatlıdır, başı belâya sokmayan haramlar. * Korkular yok olur, bıçak kemiğe dayanınca. * Sahibini küçültür, duyulan kıskançlıklar. * Sabrın sonu selâmettir ama, çalışmadan o selâmete çıkılmaz. Mustafa TAHSİNOĞLU Gece birde Bir saat zırıltısı. Uykunun en tatlı yerinde Tam gecenin dik yarısı. Gözler isteksiz açılır, Çekilmez kırılası eller, Geçirmeyen bilmez Doyumuna varmadan gençlik gider. Katrana, tere kokar tütüncü, Gecesinde gündüzünde. Katrandır günleri, tökezler durur Yokuşunda düzünde. Doymamış mide, doymamış özlemler, Çökmüş avurtlar daha gencecik, Gecenin bir saatinde Tarlaya gider bir hayal incecik. Mustafa TAHSİNOĞLU ANISAL KURGU Bakıyorum penceremden bir güz akşamı Uçuşuyor gözlerimin önündeki sanki karlar Bu anlar alır beni götürür Bir gönül ki ökseye tutulmağa can atar Hep gözlerimin önünde Coşmuş tüm benliğimle Koşmacam papatya yapraklarına takılır Seviyor, sevmiyor En güzel yıllar akım hızında Gelip geçer güze erer Orada durup geriye bakmaya gör Yaşamamışsın sanki sen o günleri birer birer Ama nasıl tutarsın ki geçmişleri gelecekleri Tartıya mı konurmuş aşklar sevgiler Tartıya mı gelir dudaklardaki arzu istek Yoksa sevgi için dudaklardan çıkan ezgiler Onun için yapılmış yapılmamış gibidir Kumsaldaki gezi Acep duyulmuş mudur yağmurun tıkırtısı Ya da aşkın olduğu bir dünyada İnsanların üzerine yürüyen Tankların kulakları sağır eden gıcırtısı. Mustafa TAHSİNOĞLU 10

Tarihte Yolculuk - Ταξίδι στο χρόνο Derleyen Hukuk Fakültesi, Atina Fadile Molla Mustafa ΗΡΑΚΛΕΙΟ - λεωφόρος ΚΑΛΟΚΑΙΡΙΝΟΥ FRED BOISSONNAS 1920 ΗΡΑΚΛΕΙΟ - ΛΙΜΑΝΙ FRED BOISSONNAS 1911 014 - Αθήνα - Πλάκα 1920 Κεραμίτσα Θεσπρωτίας 1913 Έδεσσα 1908 το Γεφύρι της Άρτας 1913 ΑΚΡΟΠΟΛΗ, ΑΡΕΙΟΣ ΠΑΓΟΣ ΚΑΙ ΠΛΑΚΑ ΑΠΟ ΜΗΤΡΟΠΟΛΗ 1869 ( William James Stillman) Κέρκυρα 1903 XANIA 1920 ΜΟΝΑΣΤΗΡΑΚΙ ΚΑΙ ΑΚΡΟΠΟΛΗ 1869 ( William James Stillman) Ιωάννινα 1913 11

12 Emine Padallı Franeker Hollanda

13

14

getirerek son nefesimizi vermemizi nasip eylesin. 15

Zeynep Boz Dikmeci İskeçe GENÇLİK Bu kelimenin anlamını hangi sözlükte arasak ilk alacağımız karşıtı «Cahillik» olacaktır. Deli dolu, unutulmaz, bazen üzücü bazen de komik olayların yaşandığı; hayatın başlangıç, dönüm ve bazen de ne yazıkki bitiş noktası. Kısacası, hayatta geçirebileceğimiz en önemli dönem. Hayata atıldığımız ilk ve en tehlikeli zaman. Çok kişi; her fırsatta gençlik yıllarında geçirdiği çok güzel anılarını anlatır. Hatırlıyor musun ne kadar da eğlenmiştik o akşam?! Sorusuna benzer sorulara çok sık rastlıyoruz. Fakat herkez için gençlik bu kadar eğlenceli olmamış ya da olamamıştır. Ne yazıkki arkasına baktığında yüzünde sıcak bir tebessüm olan insanların aksine; arkasına bakmak istemeyenler de vardır. Bu kişiler hiç şüphesiz gençliklerinde cahilliğin pençesine düşmüş insanlardır. Bunun sebebi herzaman aynı değildir. Çok kötü, aklımızdan geçirmediğimiz olaylara mağdur olanlar da vardır. Fakat en çok duyduğumuz tuzaklardan olan maddelere bağımlılık; en kötü sayılanlardandırlar. Bunları uyuşturucu, sigara, alkol gibi sıralayabiliriz. Bu demek değildir ki sadece aklı başında olmayan gençler yapıyorlar bu tür hataları. Bu çok yanlıştır. Aklı artık başına gelmiştir dediğimiz insanlar da çok büyük yanlışlar yapıyorlar. Ama bu bizim konumuz değil. Bunun için üzerinde fazla durmayacağım. Biz asıl konumuza devam edelim. Maddelere bağımlılık. Ailelerimizin bizim bulaşmamızdan belki de en çok korktukları şey. Neredeyse her gün; okula gitmeden, dışarı çıkmadan önce anne veya babamızdan şu sözleri işitiriz <<Dikkatli ol yavrum! Hayat çok acımasız!>> ve sıkılmış, bıkmış bir halde cevap veririz <<Tamam anne - baba!>> ve ardımızdan kapı kapanır. Buraya kadar ailemize yakındık. Ama öyle bir zaman gelir ki; ailemizden uzaklaşırız ve kendi hayatımızı kurmaya başlarız. Bu 18 yaşından itibaren belirginleşir. Artık bize en yakın kişiler arkadaşlarımızdırlar. Ailemiz bizim için en çok bu yaşlarda endişelenir. Çünkü artık hayatımızda neredeyse yokturlar. Bu çok yanlıştır. Ama çoğu kişi artık büyümüş, kendini herşeye karşı yeterli görmüştür. O kendine göre artık tam olarak bir «Yetişkindir». Herşeyi çok büyük problemlermiş gibi algılar. Ağır eleştiriler ve çok büyük girişimlerde bulunur hayatta. Okul hayatı da iyice zorlaşır. Bulunduğu ortamın asıl insanları arkadaşlarıdır. Kankaları, sevgilisi, vs. Bu 18 yaşında başlayan dönem; hayatın başlangıç ama biraz da dönüm noktasıdır. Eğer başta doğru bir seçim yapabilirlerse işleri çoğu zaman iyi gider. Ya da tam tersi. Peki nasıl olabiliyor da bu seçimler doğru veya yanlış olabiliyorlar? Cevap cok uzağında olmayacaktır gencin. Bilakis çok yakınında -arkadaşlarındadır cevap. Bu arkadaşların gencin üzerinde etkisi çok büyük olacaktır. Genç; bunu anlamaz, ruhu bile duymaz! Eğer arkadaşlarını çok iyi seçememiş ise hayatı tehlikededir. Artık herşey öncekinden daha da zorlaşmıştır. Kendini yanlız, umursanmıyormuş gibi hisseder yok yere. Böylece kendini kaybeder. Artık mantıklı düşünemez. Arkadaşı ne yapsa; aynısını o da yapar. Tabi bu en korkulan şeydir. Arkadaşı her nasıl ise; sigara, alkol, uyuşturucu bağımlısı olsun hiç farketmez; ona uyar. Bir tuzağa düşmüştür. Ama bunu anlaması için zaman gerekir. Bazen de çok geç olur. Birdenbire, kendini ailesinin nasihat sözleri içinde bulur <<Dikkatli ol yavrum! Hayat acımasız!>> Artık çok geçtir Artık uyuşturucu bağımlısı, sigara kullanıcısı, alkolik veya herneyse Ona kötü birşey olmuştur Hayatının neredeyse bitiş noktasıdır burası. Belki kendini toparlar ama arkaya bakmak istemez!!! 16

Kalem işi ve Edirnekâri Sanatı Aslında her insan farklı şartlarda açıyor dünyaya gözlerini. Farklı beklentilerle geliyor hayata, her ne kadar aynı havayı soluyup aynı gök kubbe altında yer alsa da. Asırlardır Avrupaya kültürü, medeniyeti öğreten bir toplumun evlatlarıyız. Fakat çok acı ki bugün batının esiri olmuş bir haldeyiz hatta o kadar abartmışız ki kendi özümüzden kopup batı kültürünün müptelası olmuş duruma gelmişiz. Ancak batılaşmayalım demek yanlış olur elbette batılaşmalıyız fakat ilmen, bilimen batılaşmalıyız. Mesela; batılı anlamda ilk romanlarımızdan Halit Ziya Uşaklıgil-Aşk-ı Memnu şuan bile okunmakta. Hatta ve hatta medya sayesinde evimize kadar girmiş bulunmakta. Fakat gelin görün ki bizden çıkmış bir halde, farklı şekillerde beynimize empoze edilmekte... Özümüzü anlatan eserleri dinlemekten, okumaktan kaçınıyoruz. Hiçbir anlamı olmayan, müziklerin sevdasına kapılıp gidiyoruz kimi zaman. Gençliğin konuşmasından, davranışlarından tutunda giyinişine kadar her şey batı örneği. Birazcık kendimizden feda ederek bu güzel ülkemizi medeniyetlerin zirvesine çıkartalım her şey bizim elimizde. Eğer her şeyin farkına varıp neleri kaybettiğimizi anlarsak o zaman diriliş yakın demektir. Unutmayalım ki bir zamanlar doğu da bizdik, batı da... Sibel Duman Mimari Eser Restorasyonu Uludağ Şimdi asıl konuya, kaybolmaya yüz tutmuş kültür miraslarımıza gelecek olursak; kalem işi bunlardan sadece bir tanesi şimdiyse yerini grafiti almış vaziyette. Gençlerin çoğu kalemişini bilmezken grafitiyi çok iyi bilir durumda. Elbette kıyaslama yapmak yalnış olur, farkları mutlaka var yok değil ama vurgulamak istediğim nokta uslubunu değiştirerek çağımıza uygun hale getirip kendi zevk ve isteklerimiz doğrultusunda uygulamaya koyulmak, ki zaten her dönemin kalemişi uslubu farklı çünkü bir süre sonra hep aynı tarzları uygulamaktan sıkılır hale geliyoruz Şimdi son olarak birazda kalemişinden ve uygulandığı yerlerden bahsetmek istiyorum.. Kalemişi, sivil, dini, askeri, mimari yapıların duvarlarında, kubbelerinde, tavanlarında renkli boyalar kullanılarak yapılan süslemelerdir. Bu süslemeleri yapan kişilere kalemkar, desenleri hazırlayan kişilerede nakkaş denilmektedir. Günümüzde, çiziminde kurşun kalem kullanılan kurallı ve gelenekli desenlerin, yarı geçirgen kağıt üzerinde iğnelenerek delinmesi ve uygulanacağı yüzeye, kömür tozundan yapılan tampon ile silkelenip yüzeye aktarılmasından sonra çeşitli renkler ile fırçalar yardımı ile boyanıp ince fırçalar ile kontürlenmesi (tahrirlenmesi) ile elde edilen süsleme tarzıdır. Türk kalemişi sanatı, kökeni orta Asya ya dayanan 8-9. yüzyıl Türk Uygur sanatı ile başlayıp, Türklerin göçleri ile Anadolu topraklarına taşınan bir sanat kolumuzdur. Selçuki, Klasik, Barok, Rokoko, Ampir gibi tarzlarda uygulama tarz ve dönemleri olan bu sanatta 16. yüzyıl Klasik tarzla zirveye çıkılan dönem olmuştur. Günümüzde orjinalliğini kaybetmeden gelen kalemişleri o dönemin sanat anlayışını, desen ve kompozisyonların karaktaristik özelliğini yansıtmaktadır. Kalemişi sanatında; sıva üstü kalemişleri, ahşap üstü kalemişleri yani diğer adıyla edirnekari, taş mermer üstü kalemişleri deri-bezüstü kalemişleri, malakari teknikleri kullanılmaktadır. 1. Sıva üstü kalemişleri: Camii ve türbe gibi yapılarda görülen sıva zeminine sürülen kireç üzerine yapılan tekniktir. 2. Ahşap üstü kalemişi (Edirnekari): Özellikle 15.16 yy dini ve sivil mimarimizde müezzin mahfili tavanlarında ve dolap kapaklarında kullanılan bir tarzdır. 3. Taş ve mermer üstü kalemişleri:tutkallı toz ve yağlı boya malzemesi uygulanarak yapılan bir tekniktir. 4. Deri bez üstü kalemişleri: Ahşap tabla (konstürsiyon) üzerine tutkalla sulandırılmış üstübeç veya litopan sürülerek yağlı boya ve toz boyalar uygulanmaktadır. 5. Malakari kalemişleri: Osmanlı mimarisinde kubbe, tavan ve duvarlarda yapılan alçı kabartması ve boya ile yapılan süsleme tarzı. Mala ile yapılan alçı süsleme denmektedir. 17

YUVA Mustafa Tahsinoğlu Öğretmen, İskeçe Yarı uykulu bir halde annesinin eline sıkı sıkıya tutunmuş, ondan daha geri, sürüklenircesine yürümeye çalışıyordu. Ayakları ileri değil, geriye, eve gidiyordu sanki. Annesini öylesine geriye doğru çekmeğe çalışıyordu. Annesi, çocuğunun bu isteksizliğini görüyor, onu meraklandırmağa çalışıyordu; binbir dereden su getirerek. Yuvanın güzelliğinden, oradaki oyuncaklardan söz ediyor, yeni arkadaşlar edineceğıni söylüyordu. Çocuk, annesinin tüm dediklerini boşa çıkarmak istercesine: -Ben o çocukları hiç tabımıyorum! Oyuncak moyuncak da istemiyorum! Sonra ben onların dillerini de bilmiyorum; anne beni oraya neye götürüyorsun? Gitmek istemiyorum işte!... diye yalvardı. Anne, çocuğunun beni oraya neye götürüyorsun? sorusuna bir çıkışmış gibi sarıldı: -İyi ya işte oğlum, seni oraya o bilmediğin dili öğrenmen, böylece o çocuklarla da anlaşabilmen için götürüyorum. İnsan bir dil bilince bir kişi, iki dil bilince iki kişi gibi olur. Tüm bunları büyüyünce anlayacaksın. O zaman da bize dua edeceksin, dedi. Çocuk bir şey anlamamıştı. Ne olursa olsun, yine de oraya gitmek istemiyordu. Sanki içinde bir şeyler kopuyordu, ya da bir şeylerden, bir yerlerden koparılıyordu... *** Çocuğun anne ve babası düşünmüşler taşınmışlar, birçok anne ve baba gibi çocukarını, çocuk yuvasına vermeyi kararlaştırmışlardı. Böylece, çocukları daha okul öncesinde, yaşadıkları devletin dilini öğrenecek, ilkokula bir şeyler bilerek başlayacaktı. Aynı zamanda sosyalleşecek, kolay arkadaşlıklar kuracaktı. Kendileri gibi olmaycak, toplumsal yanı güçlenecek, kısacası sosyal ve çağdaş bir kişi olacaktı. Daha bir sürü bilmedikleri kazanımları olacak, yuvada beceriler kazanacaktı. Üstelik çocuk yuvalarında çalışanların çoğu da, azınlık çocuklarına çok sıcak davranıyorlarmış diye söyleniyordu. Bunun gibi ve daha bilemedikleri bir sürü nedenden çocuklarını yuvaya vermeye karar vermişlerdi. Ama nedense, durmadan kendilerini haklı gösterecek nedenler arıyorlardı. Sonunda da işin döğrusu bu olmalı diyorlardı. Çünkü, azınlık içinde ileri gelenler, tahsil görüp meslek sahibi olmuş kişilerden çoğu, çocuklarını yuvalara gönderiyorlardı. Onlar böyle davranıyorlarsa doğrudur. İşte bu kişilerden sormuşlar, soruşturmuşlar göndermelerinin doğru olacağına kanısına varmışlardı. Kısacası yuvaya gitmekle çocukları kazançlı çıkacaktı. Onun için de bir meslekten emekli yaşlı komşularının uyarılarına kulak asmamışlardı. İnsanların yaşlanınca daha bir tutucu olduğu, gençlere yönelik eleştirel bir tutum içine girdiklerı hep bilinen şeylerdi. Yüksek okullar bitirmiş, zehir gibi, çoğu kendi dalında uzmanlaşmış,her tuttuğunu koparır görünen nice gençler de bu gibi yaşlıları hep eleştirmiyorlar mıydı? İşte bu nedenle, bu yaşlı emeklinin sözlerini hiç hesaba katmamışlardı. Sabahın soğuğunda çocuğunu yuvaya götürenanne bunları geçiriyordu aklından. Ona göre herşey güzel, verdikleri karar doğruydu. Yanlız, çocukları isteksizdi. Hepsi o kadar. -Bak oğlum, o yuvada yalnız sen değilsin. Komşumuzun oğlu olan arkadaşın Altan da kaç zamandır bu yuvaya gidiyor. Ayrıca, sen de tanıyorsun. Kasım amcalarının kızı Işık da gidiyor. Onlar hiç senin gibi yapmıyorlar. Onlara da sordum, yuvayı çok sevdiklerini söylediler. Öteki çocukları diyeceksin, onlar da senin gibi çocuk; seni yiyecek değiller ya... diyerek çocuğunu sakinleştirmeğe çalışıyordu. Bu arada çocuk sanki sakinleşmiş, artık direnmiyor, sesini çıkarmıyordu. Annesinin kolunda uslu uslu yürüyordu. Çocuğun bu tutumu annesini rahatlattı. *** Gerçekten de çocuk sakin görünüyordu. Biraz önceki isteksizlği üzerinden atmıştı. Şimdi mahallelerinin sokağını geçmişler, küçük bir alana çıkmışlardı. Dere Mahallesi batıda arkalarında kalmıştı. Önlerindeki küçük alanın karşısında bir zamanlar dört-beş dönümlük bir tarla (arsa), hemen onun yanında da Halil Ağa nın yanmış un fabrikası, yani değirmeni vardı. Biraz daha aşağıda sağ tarafta, yüksek duvarları içinde kaybolmuş gibi duran Niyazi Bey in konağı. Yalnız konak, daha yıllar öncesinden el değiştirmiş, yabancı bir tütün şirketinin nalı olmuştu. Bu güne bu gün, o konağa lüks özel arabalar girip çıkmakta; böylece konak o eski güzelliğini ve yüksek duvarları içindeki gizini hâlâ korumakta, ve de onu bilenlerin ilgi kaynağı olmaktadır. Şimdi anne ile çocuğu bu küçük alanı geçmiş, oldukça çarşı içindedirler. Anne, çocuğun çarşı içinde kendisine problem olmayacağını düşünerek rahattı. Sakin sakin alanı geçerek bir zamanlar Karasuların hanı olan, Zincirli Han ı önündeki sokağa girmişlerdi. Gittikçe yuvaya yaklaşıyorlardı. Çocuk biraz önce takındığı sakin tavır içindeydi... Ne olacak, çocuk dünyası işte... Değışken ve renkli bir dünya. Alabildiğine ilginç, sınır tanımaz, dış etkenlerden ve eleştirilerden ders alınarak imrenilecek derecede özgür, kaygılardan uzak bir dünya. Onun için de onlar, dünyalarını kaygısız ve sakıncasız istedikleri gibi kurarlar. Bu özelliklerinden olacak, lâfın doğrusunuçocuklarda ararız. İşte Kaya nın halinden de, olayları istediği şekilde yönlendireceği, amacı doğrultusunda kullanacağı anlaşılıyordu. Kafasında bunları kuruyor olacaktı. Belki de sakinliği bundandı. Onu istemediği bir yere bakalım nasıl götürürlerdi?... Yine de içinde bir çekingenlik, bir korku vardı. Hiç 18

*Köpek kuyruk sallamasını durdurur, dalkavuk konuşurken. YUVA tanımadığı, kendi dilinin konuşulmadığı bir yere gittiğini çok iyi biliyordu. O yer ona, kapkaranlık bir bodrum gibi görünüyordu. Acaba, kafasında tüm kurduklarını yapabilecek miydi?... *** İşte sonunda yuvaya gelmişledi. Yuva, oyuncaklarla dolu güzel bir yerdi. Ama hiçbir şey, hiçbir güzellik onun gözünde yoktu. Annesi öğretmenle anlamadığı bir sürü şeyler konuşuyor, arada sırada da onu gösteriyordu. Bayan öğretmen de annesinin her gösterişinde ona gülümseyerek bakıyordu. O ise, artık işin sonuna gelindiğini, annesinden ayrılacağını düşünüyor, çevresini görmüyordu bile. Derken bir elin kendi elini tutup çektiğini sezinledi. O an var gücüyle annesinin eline sarıldı. Annesi kendini çekince, öylece öğretmenin elinde kalakaldı; içinde sonsuz kara bir boşluk! O kara boşluk içinde durmadan düştü düştü, düştükçe sanki o küçücük geçmişinden koptukça koptu; annesi, evi, aılesi o karanlığın başında aydınlık kaldı... O karanlıkta, içinde onulmaz bir şeyler incindi, kırıldı! Yolda kurduğu hiçbir şey aklında kalmamıştı. Karanlık içinde kaybolup gidiyordu! Elini tutan ele sımsıkı sarıldı! Sanki o karanlık çukura sonsuz düşüşte onu kurtaracak bu eldi... *** Anne yuvanın kapısından çıkınca bir oof çekti. Bu iş bitmişti. Zaten yuvaya yazdırmakta geç kalmışlardı. Diğer çocuklar nerdeyse bir buçuk aydır yuvaya gidiyorlardı. Eve geldi. İçleri pek rahat olmayan dede ile nine gelinlerine çocuğun yuvaya nasıl gittiğini sordular. O da: -Baştan yolda giderken biraz mız-mız etti. Ama gidince yatıştı, dedi. İhtiyarların içi bu sözlerden hiç de rahatlamadı. Biraz sonra baba da dükkândan telefon etmiş, durumu sormuştu. Kadın ona da aynı şeyleri söyledi; onu rahatlattı. Sonraki sabah için kadının içinde yine de endişeler vardı. Acaba çocuk yine problem yaratır mıydı? Hiç de düşündüğü gibi olmadı. Çocuk problemsiz yuvaya gidip geliyordu. Orada ne yapıp ettiği sorulunca da, pek bir şeyler anlatmıyor, yalnız oyuncaklarla bol bol oynadıklarını, şarkılar söylediklerini, oyun oynadıklarını söylüyordu. Ama sordukları halde bunları inceden inceye anlatmıyordu. Oysa çocukları yuvaya gitmezden önce çok konuşkandı. Anne baba, çocuğun bu durgunluğunu, yuvadan bir şey söylememesini, dili bilmediğine yorumluyorlardı. Bunun üstünde de zaten pek durmadılar. Çocuk her gün kuzu kuzu yuvaya gidip geliyordu. Daha ne istiyorlardı. Bir şeyler öğrenince onlara anlatırdı. Hele bir dili öğrensindi... Böylece günler, haftalar geçti. Çocuk hafta tatillerini iple çekiyordu. Güzel havalarda, hafta sonu tatillerini hep bahçede geçiriyortdu. Havanın tek yağdırı olmasın, soğuk da olsa o hep dışarda oynamak istiyordu; evdekileri dinlemiyor, kendi kendine gün boyunca evlerinin büyük bahçesinde oynuyordu. Yine böyle bir Pazar günüydü. Sanki bahardan kalma bir gündü. Çocuk bahçedeki kum yığını izerine oturmuş, oynuyordu. Elindeki şeylerle bir şeyler yapmağa çalışıyordu. O sırada emekli komşu amca bahçe kapısından girmiş, fakat çocuk onu görmemişti bile. Amca ilgiyle ona yaklaşırken ancak sezdi. Komşu amca: -Kaya paşa, orada ne yapıyorsun bakalım? Dedi. Çocuk bağladığı iki tahta parçasını kaldırıp göstererek: -Istavro! Dedi. Yaşlı amca bir anda kaygılandı: -Ne, istavroz mu?!... dedi. Kaya: -Istavro işte! Dedi, aldırışsız ve gülümseyerek. Komşu amca endişelendi, fakat çocuğa hiçbir şey demedi. Dedesinin içerde olduğunu öğrenince eve doğru yürüdü, seslendi. İçerdekilerden biri kapıyı açtı, komşuyu karşıladı. Çocuk kum yığını üzerinde oyununa devam etti. Komşu amca içerde de hiçbir şey demedi. Yalnız, çocuğun yuvada nasıl gittiğini sordu. Kaya nın annesi: -Şükür yatıştı artık, dedi. *** Günler geçmiş, çocuğun beklediği büyük tatil gelmişti. İki hafta yuvaya gidilmeyecekti. Çok seviçliydi. Günlerini yine hep bahçede geçiriyordu. Nerdeyse her akşam da evlerine misafirler geliyordu. Büyüklerin konuşmalarını dinlemek onun için ayrı bir zevkti. Bir köşeye oturur onları dinlerdi. O akşam da, o çok sevdiği emekli komşu amca gelen misafirlerin arasındaydı. Onun konuşmalarını ilgiyle dinlerken, nasılsa genç bir komşu amca söz arasına girerek: -Hadi bakalım Kaya, yuvada öğrendiğin şarkılardan birini bize söyle, dedi. Tam babası, o, şarkılardan hiçbirini bilmiyor diyecekken, Kaya: -Ayos Vasilis erhete... diye Hıristiyanların ilâhi niteliğinde olan bir dilek şarkısını söylemeğe başladı. Şaşıran anne baba, ne diyeceklerini, ne söyleyeceklerini bilemediler. Çocuklarının sonunda istenmeyen bir hareket yapmasından çekinerek, kaş göz işaretiyle onu susturmağa çalıştılar. Fakat çocuk onlara bakmıyor, söylemesini sürdürüyordu... Çocuğun söylediği şeyden çok kaygılı da olsa, emekli amca, bu dersten tek memnun olan kişiydi. İçinden kendi kendine, acı da olsa, Bir musibet, bin nasihatten yeğdir. İnşallah gençler derslerini almışlardır, dedi -------------------------------------------------------------------------------------------------- Mustafa Tahsinoğlu 1942, İskeçe (Kireççiler) doğumlu. 1954-55 öğretmen okulu sınavlarına katılarak, Konya İvriz Öğretmen okulunu bitirdi. 1961-62 öğretmenlik görevine başladı ve şimdi emekli. 35 yılı aşkın zamandan beri Batı Trakya da çıkan dergi, gazetelere şiirler, günceler, denemeler, hikâyeler, makaleler, inceleme yazıları yazdı (Öğretmenin sesi, Şafak gibi). Ayrıca Şafak dergisinin üç kurucusun dan biri olup on yıla yakın yazı yazdı. 19

Emrah Emver Oğlu emraxfep@hotmail.com Patra Üniversite si, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği GENERASYON (NESİL) Y Selamlar, her bir üniversite ögrencisinin ilk hedefi bir gün mezun olmak. Bu hedefe her geçtiğimiz gün dahada yaklaştıkca son zamanlarda aklımı kurcalayan bazı sorular oluştu ve günler geçtikçe oluşmaya devam ediyor. Annem ve babam benim yaşımda iken bir iş, bir çocuk (ben), belirli bir maaş ve genel olarak çok mutlu bir aile ortamına sahipmiş. Bu sadece benim ailem için değil, genelde 80 li yıllardaki ailelerin çoğunda böyle bir yaşam tarzı geçerliydi, yani kısacası 80 li yıllardaki ailelerin profili böyleydi. Aklıma takılan soru, benim yaşıtlarım günümüzde neden böyle bir şeyi başaramıyor? Belki mutlu bir aile kurmak kolay, ama iş para kazanmaya ve aileni bakmaya gelince bir şey yolunda gitmiyor! Eminim ki bu soru işaretleri benim yaşıtlarımın çoğunun aklında beliriyordur. Son günlerde okuduğum bir yazıda sanırım bu soruların cevabını buldum. Okuduğum yazı Generasyon Y diye bir şeyden bahsediyordu, ilk başta gençlikle ilgili bir kurum zannetim, daha sonra yazıyı okumaya devam edince beni ve benim yaşıtlarımı temsil eden bir şey olduğunu anladım. Generasyon Y, 1980 ile 1994 arası doğan kişilerin nesli, (bundan önceki generasyonun ismi Generasyon X miş, 1961 ile 1980 arası doğan kişiler). Generasyon Y in alternatif isimleri: Yers, Milenium çocukları ya da Echo Boomers diye uluslararası kullanılıyor. Gelelim Generasyon Y in özelliklerine, internet te kendi odalarında gibiymiş gibi dolaşıyorlar Neredeyse teknoloji bağımlısılar. İlk cep telefonlarını ilk okulda aldılar. Bilgisayar önünde geçirdikleri vakit neredeyse televizyon önünde geçirdikleri vaktin iki katı. Günleri e-mail lerini kontrol ederek başlıyor, kişisel blog larını yenilemek, facebook veya twitter den geçmekle devam ediyor. Birçoğu üniversite mezunu bazılarında master bile var. Doğa ya karşı çok büyük bir hassasiyetleri var. Yunanistanda 1,5 ile 2 milyon kişi (en son sayıma göre) ve dünya çapında nüfusun 20 % kapsamaktalar. Sosyologların görüşlerine göre, yakın gelecekte Generasyon Y en büyük korkusuyla karşı karşıya gelecek : Fakirliği yaşayacak, seviyeli bir şekilde geçmişin rahatlıklarına hasret kalacak. Yunanistan da, işsizlik oranı 15-24 yaş arası 22,1 % varmakta ve 25-34 yaş arası 11,7 %. Bu arada 30 yaşından aşağı olan çalışanların 56 % aylık maaşı 700 euro nun altında. Yunanistan`daki ekonomik krizi de hesaba katarsak bu maaş bile belirli bir zaman sonra hayal olacak gibi gözüküyor. Yukarıda yazdıklarımdan sonra, sizlere Generasyon Y nin ruhsal sağlığı ile de psikologların görüşlerini paylaşmak istiyorum: Generasyon Y ile ilgilenen psikologlar, kronik gerilim, sık sık beslenme düzensizliği, depresyon ve intihar gibi olayların yükseleceğinden eminler. Okuduğum yazıda gazeteci 18-25 yaş arası dört gence aynı soruları soruyordu, bende aynı soruları kendime sorup, sizlere 23 yaşında bir gencin (ben) görüşlerini aktarmak istiyorum. Geleceğin hakkında ne düşünüyorsun? Üniversite yi bitirdikten sonra askerliğim var, ondan sonra da İskeçe ye dönüp üniversite ve hayattan aldığım bilgi ve tecrübe ile insanlığın yararlanacağı bir iş kurmayı düşünüyorum. Ekonomik kriz hayatını nasıl etkiliyor? Bu yaşıma kadar annem ve babamın (ekonomik) yardımıyla yaşıyorum, bu günlerde onlardan (kriz) elimden geldiği kadar para istememeye çalışıyorum. Ekonomik hayatım daha iyi bir seviyede olsaydı master veya doktora ya devam etmeyi düşünürdüm. Sence bir <<kazançlı>> gün nasıldır? Yapmadığım yeni bir şey yapmak, bir şey keşfetmek, bir film seyretmek, arkadaşlarımla bir kahve içmek veya bir küçük gezi yapmak. Gelecekte neden korkuyorsun? Mezun olupta bir iş sahibi olamamam kabuslarımdan biri, yani işsizlik. Siyaset hakkında görüşlerin? Yunanistan da siyaset başka ülkelere bakış hayatımızda çok aktif. Siyaset hiç sevilmeyen ama ona muhtaç olduğumuz bir şey, dolayısı ile siyaset hakkında bilgili olmak, bir parti kanatları altında olmak, gerektiği yerde yumruğumuzu masanın üstüne vurmak ve gerektiği yerde de oturup bazı şeyleri kabullenmek siyaset kaos unun içinde hayatta kalmak için bence kanundur. 5 sene sonra hayatın? Umarım yukarıda hayal ettiğim gibi bir işin sahibi olmuşumdur! 40 sene sonra hayatın? Umarım 63 yaşıma varınca hayatımdaki hedeflerin çoğunu başarmış olur, vatanıma ve milletime örnek bir insan, bu günden o güne kadar kendimi gün geçtikçe daha çok geliştirir ve o günün gençlerinin hayat tarzlarına kendimi uyarlamış olurum. Generasyon un - neslin hakkındaki görüşlerin? Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce sizlere teknoloji hakkında bir yazı hazırlamayı düşünüyordum ve bu yazıda günümüzde teknolojinin gelişme hızının artık frenleri kopmuş bir tren gibi hızlı ve durdurulamayacak şekilde gittiğinden bahsedecektim. Neslim için de aynı görüşteyim, neslim artık teknoloji hızıyla her gün gelişiyor ve durdurulamaz, eminim ki ilerleyen senelerde örnek anne ve babalar, başarılı iş adamları (kadınları) ve daha başarılı bilim adamları şu an benim yaşıtlarım arasında olan gençlerden oluşacak. Yazımın sonuna gelirken, çoğu kişileri eski yıllara bakış çok karamsar görüyorum, karamsarlık hiç bir problemi çözüme götürmeyen birşey. Umarım bir genç neslin görüşlerini sizlere güzel bir şekilde aktarabilmişimdir! Gülümsemeyi unutmayın! 20

Bir Mezundan Süre(k)li Öğrencilik Üzerine Üniversitede girdiğim ilk ders.ben ürkek bir halde, soğuk, yabancılarla dolu bir yerdeyim, karşımızda tebeşirli tahtaya yazı yazmaya çalışan dilini bilmediğim bir adam. Bu adam hoca olsa gerek,çünkü yaşça diğer yabancılardan büyük görünüyor. Ders çıkışı aklımda tek bir kelime kalmış velocity onunda hız olduğunu yanımdaki yabancıya sormuştum. Zaten bir gece önce zor uyumuştum.yurt diye biryerde kalmıştım aslında artık orada yaşayacaktım- yurtlara alışıktım ama burası başkaydı. Oradaki herkes yabancı ve benden yaşca büyüktü,tanımadığım milletlerden insanlar vardı ve gerçekten ne konuştuklarını anlıyamamıştım. Birleşmiş milletler bu olsa dediğimi hatırlıyorum. O anda o soğuk yerden çıktıktan sonra kaçmak istedim, yokolmak istedim.bu okulu bu bölümü ben istememişmiydim, heyhat bu bir şaka olmalıydı.nasıl bu kadar farklı olabilirdi ki. Ama öyleydi işte herşey gerçekti, burası bir üniversiteydi,ben buraya kendi isteğimle ve ailemin kısıtlı imkanlarıyla gelmiştim.yurt,bu soğuk yerler ve bu yabancılar bir bütündü.ama bu bütünün içerisinde ben neredeydim.sadece onyedi yaşındaydım ve ürkmüştüm. Ηüseyin Bayram Hüseyin Bilgisayar Mühendisi Gümülcine biryerlere yerleştirsinler.ben sadece idealleri olan ve insanlığa yararlı olan işler yapmak isteyen yeni mezun birisiydim.eskiden gelecek diye bahsedilen şimdiydim. Ama öyle bir yere gelmiştim ki devlet memuru alımında pozitif ayrımcılık ilkesinin uygulamada olduğu bir yerde bana pozitif tanıdıklık dahi yapacak kimse yoktu.bu durumda alıp başımı bana değer veren bir yere gitmeliydim yada eğitimimi meslek etiği çercevesinde burada kullanmalıydım o yüzden o kadar okumamışmıydım. Düşündüm...düşündüm. Sizler bu durumda ne yapardınız hiç düşündünüz mü? Zamanla ürkekliğim geçti,soğuk yer artık sınıfımdı ve o yabancılar benim arkadaşlarım olmuştu, artık korkmuyordum. Hayallerim vardı benim ve bu okulu bitirdikten sonra onlara daha da yaklaşacaktım.ayrıca ailem bana destek olmak için bir çok fedakarlık yapıyordu ve ben bu okulu bitirirsem onlara karşı olan sorumluluğumu yerine getirmiş olacaktım.herşey bir bütündü ve işte o zaman bu bütünün bir parçası olduğumu anladım. Orada neler mi öğrendim ben, çok şey.ilk önce oradaki arkadaşlarımla beraber büyüdüm. Ben büyüdükçe bilgim de artıyordu.bir yandan mesleğimi öğreniyordum bir yandan da hayatı. Değişik ülkelerden insanlar vardı aramızda Kenya lı,iran lı Alman arkadaşlarım oldu.onlarla beraber yaşamayı öğrendim.farklı kültürden geliyorlardı bu çok karmaşıktı ama sonunda saygı vardı. Dersler yoğun ve zordu.bazen dersleri bazen de kendi yaşamımızı kısıtladık.okul sadece ders değildi ki.konserler olurdu final geçelerinden önce bir ikilem ki sormayın.bazen hem ders çalıştık bazen de konsere gittik. Ama sorduklarında hep ders çalıştık.derslerden kaldığımızda açıklama yapmak çok zordu, ya sorular kolay değildi yada hoca tersti ve bize takmıştı ama kimse bilmiyordu ki kız arkadaşımızla kavga ettiğimizi.orada öğrendim sosyal projeleri ve Kar Gütmeyen Sivil Toplum Kuruluşlarını.Can attım bu projelerin bir parcası olmaya insandım sonuçta kaygısız kalamazdım etrafımda olup bitenlere ben de insanlığa faydalı olmak için elimden geleni yaptım, bizler yarınlardık o büyüklerin söyledikleri.ve yarınlar bir an önce şimdi olmak için caba sarfettik ve mesleğimizi öğrenmek dışında iş hayatına atıldık.para güzeldi ama diploman yoksa şu caycıdan farkın yok diyordu patron.derslerden uzak kalmıştık toparlanalım derken zaman ne cabuk geçmişti.bir baktığımda etrafımdaki kişiler ne kadar da yabancılaşmıştı.arkadaşlarım mezun olmuştu ve ben yine yalnızdım.biraz uzun sürsede toparlamıştım okulu.anne okul bitti dediğimi hatırlıyorum telefonda,sanıyorum bana inanmamıştı annem ki bir kaç daha tekrar ettim.orada herşey durdu,düşündüm acaba ne oldu diye.şimdi peki şimdi ne olacaktı elimde bir kağıt parcası vardı gerci benim için çok değerliydi ama ben bununla ne yapacaktım.altı yaşında başladığım serüven artık bitmişti.okul bitti diyordum okul bitti yaşasın. Okulu bitirip sonraki gün memleketine mutlu bir şekilde dönen her genc gibi bir zamanlar bana ait olan yerlere geldiğimde şimdilerde bana çok yabancı olduklarını farketmiştim.askerlik bunun tuzu biberi oldu.bir belirsizlik vardı hayatımda okul bitmişti diploma tamamdı peki ya iş,evet iş neredeydi. Babamın bir tanıdığı yoktu, siyasetle uzaktan yakından ilişkim olmamıştı ki beni Ben, biz, ne mi yaptık.her ikisinide.bazılarımız kaldı bazılarımız ise göçtü.sonuçta ben yalnız değildim, benimle aynı durumda olan insanlar çoktu. Yukarıda size bizden bütünden derlediğim beni anlattım.bakalım şimdi o sizlere neler söyleyecek. Orada o okullarda o soğuk sınıflarda o yabancılarla ve o yurtlarda (belki de evlerde) olanlar herneredeyseniz oranın tadını çıkarın. Hayat sadece ders değildir ama aynı zamanda unutmayın ki zamanı geriye döndürebilen bir makina YOK o yüzden zamanınız iyi değerlendirip o diplomayı alın.öğrenin ki öğretesiniz. Bilgi değerlidir ve emin olun ki onu isteyip alamayanlar çok.size verilen eğitimi ve meslek etiğini tam olarak alın ve onu özümseyin çünkü onsuz o diploma sadece bir kağıt parcasıdır.belki üniversite okuyacak da ne olacak, ben onlardan daha fazla para kazanıyorum diyen insanların fısıltılarını duyuyorsunuz.ama şunu unutmayın üniversitede okumak bir seçimdi ve siz onu seçtiniz. O yüzden eğer isterseniz seçiminize sadık kalın. Her üniversite seçim yapmış olan öğrencilerine ilk önce bir meslek kazandırmak ister,öyle yada böyle. Ama bunun yanında meslek ahlakı olan meslek etiğini de öğretir.yapılması gerekenler ve yapılmaması gerekenleri.-bunları göremezsiniz size doğrudan doğruya kimse söylemez.sadece yaşarsınız -.Bununla her zaman mesleğinizi nasıl daha yukarıya taşıyacağınızı bilirsiniz. Bilginizle,disiplininizle,azminizle ama meslek etiği çercevesinde.sizler bunları doğru bir bicimde kullandığınız da bu zaman içerisinde hem sizi hem de mesleğinizi yüceltir.şuna ayrıca inanmanızı istiyorum insanın mesleği ile ilgili bir konuda birisine yardım ettiğinde duyduğu haz hiçbirşeyle ölçülmüyor.emin olun bizim insanımız bunu çok iyi biliyor ve size gerekli değeri veriyor. Bizim insanımızın da en çok buna ihtiyacı var aslında.o zaman daha ne diye bekliyorsunuz? 21