pecya * Dizildiği yer: Rüzgarlı Matbaa Basıldığı yer : Güneş Matbaacılık T.A.Ş. FİYATI 1 LİRA Basıldığı tarih : 25.12.1960



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

TEŞKİLATLANMA VE KOLLEKTİF MÜZAKERE HAKKI PRENSİPLERİNİN UYGULANMASINA MÜTEALLİK SÖZLEŞME

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

O KOLTUĞA GALİP HOCA YAKIŞIR!

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Cumhuriyet Halk Partisi

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Bu testi yapın, kendinizi tanıyın!

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Onlar konuşur, AK Parti yapar

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de

34 NOLU SÖZLEŞME ÜCRETLİ İŞ BULMA BÜROLARININ KAPATILMASI HAKKINDA SÖZLEŞME

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

Cumhuriyet Halk Partisi

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

ISBN :

BAŞKAN ÇİĞDEM DEMİRALP : ANKARA YA SÖZ VERDİK, BODRUM BELEDİYESİ Nİ ALACAĞIZ

Cumhuriyet Halk Partisi

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Biz yeni anayasa diyoruz

Dönem : 4 Topiant, : 3 MİLLET MECLİSİ S. Sayısı : 194'e 2 nci Ek

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

4 üncü Birleşim Perşembe

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

( TRT VAKFI ) TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MENSUPLARI SOSYAL DAYANIŞMA, TEDAVİ, EĞİTİM YARDIMLAŞMASI VE EMEKLİLİK VAKFI

Cumhuriyet Halk Partisi

Oktay Ekşi Çetin Emeç'i anlattı : Suikast listesindeydi koruma istemedi

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... V İÇİNDEKİLER... IX KISALTMALAR... XVII I. BÖLÜM TBMM X. DÖNEM ( )

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

STRES ATMAYA GELDİLER, DENİZ TEMİZLİĞİ YAPTILAR

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

ikonu bir yeşilçam (ev dekorasyon)

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

Yaz l Bas n n Gelece i

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Cemil ÇİÇEK TBMM Başkanı. Çocuklar bizim geleceğimizdir. Onlara ne kadar önem verir,onları ne kadar iyi eğitir, ne kadar donanımlı hale getirirsek,

Günlük Kent Gazetesi

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

Onceki izlenimdeki sevgi titresimleri sevgili Ugurcan'in izleniminde devam ediyor...

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Seçim sonuçları (İşte Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları 2018)

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Şehit yakınları ve gaziler için iş kurası

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Zeka Soruları 4 - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ZEKA SORULARI

Hikmet İlhan ise 134 oy alarak Şoförler ve Otomobilciler odası Başkanlığına veda etti. Hikmet İlhan 8 oy farkla seçimi kaybetti.

Bu haftaki yazımıza geçmişten bir medya kazasıyla giriyoruz Yıl 1983

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

KÜLTÜR SANAT-MAVÝ KARANFÝL-127

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

MİLLİ İTTİFAK BASIN'LA BİR ARAYA GELDİ

Seçmen sayısı. Böylesine uçuk rakamlar veren bir YSK na nasıl güvenilir?

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI NA. : Şüpheli hakkında suç duyurusu dilekçemizin sunumudur.

MUĞLA GAZETECİLER CEMİYETİNDE GÖREV GENÇLERİN

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

T U T A N A K. Dönem : 2015 Toplantı : Ocak Birleşim : 4 Oturum : 1 Birleşim Tarihi : Birleşim Saati : 15.00

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

Otistik Çocuklar. Berkay AKYÜREK 7-B 2464

Cumhuriyet Halk Partisi

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

Transkript:

AKİS Haftalık Aktüalite Mecmuası Yazı İşleri Yıl: 6, Cilt; XX, Sayı: 339 Rüzgârlı Sokak Ovehan Kat 5 Daire 7 Tel: 11 89 92 P K. 582 - Ankara * İdare : Denizciler Caddesi 23/B Rüzgârlı Matbaa Tel: 11 52 81 * İstanbul Bürosu Cağaloğlu, Türkocağı C. Gürsoy Han Tel : 27 12 07 * Başyazar Metin Toker * AKİS Neşriyat Ltd. Şirketi adına imtiyaz sahibi ve yazı islerini fiilen idare eden mes'ul müdür Kurtul ALTUĞ * Karikatür : TURHAN Fotoğraf : Hüseyin EZER Associated Press Türk Haberler Ajansı * Klişe : Doğan Klişe * Müesese Müdürü : Mübin TOKER Bu mecmua Basın Ahlak yasa ına uymayı taahhüt etmiştir. Abone şarttarı : 3 aylık (12 nüsha) : 10.00 lira 6 aylık (25 nüsha) : 20.00 lira 1 aylık (52 nüsha) : 40.00 lira İlan şartları : Santimi : 20 lira 3 renkli arka kapak : 2.500 TL, İlan işleri : Telefon : 11 62 21 Dizildiği ve basıldığı yar : * Dizildiği yer: Rüzgarlı Matbaa Basıldığı yer : Güneş Matbaacılık T.A.Ş. FİYATI 1 LİRA Basıldığı tarih : 25.12.1960 Kapak resmimiz Metin Oktay Gol kralı Kendi Aramızda Sevgili AKİS Okuyucuları, itirdiğimiz hafta üç mesele, çeşitli çevrelerin dikkat nazarlarını üzerine çekmiş bulunuyordu. Bunlardan biri, kolaylıkla tahmin edilebile B ceği gibi Kurucu Meclis hikâyesidir. Azami on ay müddetle memleketi idare edecek bir sistemin parçalarından biri olan Temsilciler Meclisine girebilmek için adayların birbirlerine karşı verdikleri mücadele ve Meclise temsilci gönderecek teşekküllerde cereyan eden hâdiseler küçük bir seçim havasını yarattı. Fakat, doğrusu istenilirse, hikâyenin fazla ciddiye alınmadığı ve "bir. minyatür siyasi faaliyet" damgası yediği, bu bakımdan zihinlerde endişeden ziyade bazen bir hoşgörürlük, bazen bir tebessüme yol açtığı muhakkaktır. AKİS okuyucuları YURTTA OLUP BİTENLER sayfalarımızın en büyük kısmının "Kurucu Meclis" yazısına ayrılmış bulunduğunu göreceklerdir. Cengelde mücadele devam ederken, bâzı siyasî partilerin veya siyaset adamı olmaya hevesli zevatın Kurucu Meclisle alâkalı olarak bir hava yaratmaya çalıştıkları görüldüğünden AKİS, projektörünü o tarafa da çevirmekten geri kalmamış ve gayretlerin arkasındaki yüzleri aydınlatıvermiştir. YURTTA OLUP BİTENLER kısmımızdaki ''Miller' yazımız böyle bir manzarayı gözler önüne sermektedir. S iyaset, daha doğrusu "sn katılmamış politika" çevreleri Kurucu Meclis üzerine eğilmişlerken İskenderunda patlayan bir bomba bitirdiğimiz haftanın ortalarında bir gün bütün memleketi yerinden oynattı. Heyecanın sebebi bombanın kudreti değil, yüreklerde yarattığı nefretin azametidir. O tarihte meçhul, fakat bu satırlar yazdırken malûm olan eller tarafından Atatürkün heykeline karşı girişilen gösteri, bir anda yurtta ruhları tutuşturdu ve Atatürk gençliğinin, bilhassa içinde yaşadığımız şu günlerde nöbet başından ayrılmaması lüzumunu tekrar ortaya koydu. Nitekim, haber duyulur duyulmaz inkılâpların bekçisi Gençlik derhal harekete geçti ve hislerini en asil şekilde gösterdi. Başta İstanbul ve Ankara, Türkiyenin her tarafında şu satırların okunduğu sırada Türk Gençliği vazife başındadır ve malûm elleri tel'in etmek için tekvücut olmuş haldedir, İskenderunda cereyan eden hâdise, AKİS'in "İnkılâplar" yazısında bütün tafsilâtı ve tepkileriyle birlikte verilmektedir. AKİS istihbaratının doğrudan doğruya İskenderundan temin ettiği ve bütün tafsilâtı ihtiva eden bilgilere Atatürk Gençliğinin hareketlerine ait haberler eklenmiş ve "Nümayişler" başlıklı yazı hazırlanmıştır. Kuru'cu Meclis ve İskenderun hâdisesi, biri siyasî, diğeri sosyal iki başlıca konuyu teşkil ederken bitirdiğimiz hafta-türkiyenin dört köşesinde dudaklarda bir tek isim dolaşıyordu: Meini! Sporun, -futbol demek istiyoruz- memleketimizde ne derece alâka çektiği hiç kimsenin meçhulü değildir. Nitekim AKİS, geçen sayısında Galatasaray-Fenerbahçe maçının uyandırdığı heyecanı "Millet" yazısında belirtiyor ve bunun Kurucu Meclis hikâyesini geçip, Yugoslav tankerinin sebep olduğu şehrâyinle birlikte günün konusu sayıldığını belirtiyordu. Maçın neticesi ve oyunda Metinin tek başına dört gol atması Türkiyenin bu, gelmiş geçmiş forvet oyuncularının en harikuladesini "Haftanın Adamı" haline getirmiştir. Hakikaten, bitirdiğimiz hafta içinde pek az dil, hiç olmazsa bir defa Metinin adını telâffuz etmemiştir. AKİS, bunu düşünerek Türkiyenin 1 numaralı futbolcusunu bu sayısında okuyucularına "Kapak Adamı" olarak vermektedir. SPOR kısmımızdaki "Futbol" yazısında İzmirin eşsiz kabiliyete sahip çocuğunu bütün hususiyetleriyle bulacak ve şimdiye kadar alışılmamış bir tarzda tetkik edildiğini göreceksiniz. AKİS'in Metin Oktayı nasıl anlatacağı, bitirdiğimiz haftanın sonunda bizzat Metin Oktayı meraklandırıyordu. Genç santrafor, kendisiyle uzun uzadıya konuşan AKİS muhabirine AKİS'in kapağına geçeceğini hiç ümit etmediğini söylemiş ve "Bakalım, AKİS beni nasıl yazacak?" demiştir. Siyasi de olsa, bir aktüalite mecmuası bulunan AKİS memleketin, başka sahalarında da o hafta kendilerinden bahsettiren şöhretleri üzerine elbette ki projektörünü hâdiselere tâbi olarak çevirecektir. önümüzdeki hafta AKİS'i cuma günü elinize alacaksınız. Bunun sebebi okuyucuların, yeni yıla AKİS'le girmelerini sağlamaktır. Şimdiden 1961 yılının AKİS için yeniliklerle dolu bir yıl olacağını müjdeleriz. Saygılarımızla AKİS 3

Cilt: XX, Sayı: 339 AKİS Millet Dikkat!. Dikkat!. B itirdiğimiz haftanın sonlarında bir akşam, radyolarda bir ses beklenilen tebliği okudu. Tebliğ İ- çişleri Bakanı Muharrem İhsan Kızıloğlunun imzasını taşıyordu ve Metinde şöyle deniliyordu: "Kudret gazetesinin 18 Aralık 1960 günü ve 69/2972 sayılı nüshasında yayınladığı (Bilecik Valisi C. H.P. propagandası yapıyor) haberinin mezkûr gazetenin Bilecikteki muhabiri Sobacı namile maruf Osman Sabit Yücel tarafından verildiği ve bu haberin bir işitmeye müstenit olduğu Bakanlık Müfettişinin yapmış olduğu tahkikattan anlaşılmıştır. Bilecik Valisi Alt Aksunun herhangi bir parti veya şahıs propagandası ile ilgili faaliyette bulunmadığı ve vazifeye başladığından beri kanunların uygulanmasında ve il çalışmalarında tarafsız hareket ettiği ve mezkûr gazetenin bu gibi yayınlarının bir kaste matuf olduğu neticesine varılmış bulunduğunu sayın umumi efkâra arzederim. İçişleri Bakanı Muharrem İhsan Kıztloğlu." Böylece, haftanın başında aynı radyolarda duyulduğunda hem derin bir hayret, hem de esef yaratan tebliğle yapılan gaf kısmen olsun telafi edildi, İlk tebliğe, hem de Başbakanlıktan bildirildiği kaydolunarak şöyle denilmekteydi: "Kudret gazetesinin 18 Aralık 1960 günlü ve 69/2978 sayılı nüshasında (Bilecik valisi Aksu C.H.P. Propagandası yapıyor) başlığı ile bir haber yayınlandığı görülmüştür. Bu haber üzerine mahalline hemen bir Mülkiye Müfettişi gönderilmiştir. Müfettişin vereceği rapor a- lınınca icabı yapılacak ve açıklanacaktır. Bu vesile ile bilhassa belirtmek yerinde olur ki, Milli Birlik hükümeti kanunların uygulanmasında ve Kurucu Meclisle alâkalı faaliyet karşısında bitaraf kalmaları hususunda idare âmirlerine kat'i direktif vermiştir. Umumi efkârımıza arz olunur." 26 HAFTALIK AKTÜALİTE MECMUASI YURTTA OLUP BİTENLER Metni duyanlar. Başbakanlıkta Kudret gazetesinin biç nü okunmadığını düşünmekten kendilerini alamadılar. Zira muteber politikacı Osman Bölükbaşının organı gazete, işin ta başından beri manevra çevirmekte, ortalığı bulandırarak aşikâr maksadına ermeye çalışmaktadır. Kopardığı gürültüler, suyu karıştırmakta gösterdiği meharet netice de vermiş ve Temsilciler Meclisinde C.K.M.P. hiç.bir seçimde almadığı, hiç bir seçimde hayal edemeyeceği nisbette kontenjana mazhar kılınmıştır. Böylece cüret, cesaret ve ü- midi artan Kudret, çimdi suni şekilde C.K.M.P. ni bir Büyük Parti hüviyetine bürümeye çalışmaktadır. Bunu temin için de Kurucu Meclis üzerine gölgeler düşürmeye gayret etmektedir. Bilecik valisiyle alakalı haber de bu senfoninin bir notasından ibaretti. Fakat muhtemelen Bölükbaşı dahi bu içte Hükümetin, tamamile fevri ve kolay tesir altında kalmasının neticesi olarak kendisine yardımcı mişti. M. İhsan Kızıloğlu Sütten ağzı yanan... kesileceğini düşünme ARALIK 1960 Tebliğ, İhtilâlden sonra, belki günün şartlarının bir icabı, belki de 14'lerin itmesiyle hareketi sanki partiler arasında ihtilaf çıkmış ta Türk Silâhlı Kuvvetleri hakemliğe kalkışmış gibi gösterme gayretini hatırlattı. Gerçi bu yorum sonradan reddedilmiş ve Cemal Gürsel bir basın toplantısında bunu imâ etmiştir ama, "Tarafsız Görünme" gayretinin sunilik hudutlarına eriştirilmesinin ne tehlikeli ihtilâtlara yol açtığı henüz hatırlarda bulunduğundan Kudret gazetesinin ithamlarının resmi tebliğlerde ve radyolarda aksettirilmesindeki mucip sebebi pek az kimse anladı. Doğrusu istenilirse, tebliğ, çok geniş bir kütle üzerinde bir soğuk duş tesiri yaptı. Bunun sebebi, idarenin tarafsız kalmasının arzulanmaması elbette ki değildi. O çok geniş kütle, tam aksine, idarenin tamamile taraşız kalmasını arzuluyordu, doğru buluyordu. Bir Mülkiye Müfettişinin ihbar mahalline gönderilmesi de mükemmel bir hareketti. Ama tebliğ» yazılış şekli, son paragrafı, sanki böyle bir hâdise varmış ve Kudret haklıymış, Bölükbaşı hasbi feryat ediyormuş, C.H.P. oyunlara başvurmuş, Hükümet bir ihtar zaruretini hissetmiş intihamı ister istemez bıraktı. Bu yüzdendir ki, hareketin nedeni anlaşılamadı. Kudretin yayınlarının hangi maksadı taşıdığını anlamak, öyle atla deve değildi ki bu gazetenin attığı çamurlara itibar edilsin, ithamı tetkikten evvel ciddiye alınsın! Allahtan ki tahkikat çabuk neticelendi ve İçişleri Bakanı Kızıloğlu vaziyeti aydınlattı. Ama, Kudretin ne menem bir yayın organı olduğu, kimlere, nasıl hizmet gayesi güttüğü bu vesileyle bir kere daha ortaya çıktı. Böltikbaşının gazetesi ilk tebliği şu başlıklarla veriyordu: "Hükümetin partizan idareye karşı yerinde müdahalesi-bilecik valisinin partizan hareketi tahkik ediliyor-başvekâlet, neşriyatımız üzerine M.B.K. Hükümetinin tarafsızlığım bir kere daha teyit ederek Bilecike bir müfettiş gönderildiğini resmi tebliğde dün açıkladı." Hükümet, o müfettişin vardığı neticeyi de ikinci tebliğle bildirince 4 AKİS, 26 ARALIK 1960

G Haftanın İçinden Yok öyle şey, Menderes! eçenlerde Yassıadada, Radyo Dâvasında Menderesin ve ideal arkadaşlarının savunmalarını dinledim. İdeal arkadaşları her zamanki gibi boş, manasız ve şahsiyetsizdiler. Bir defa daha düşük Başbakanın verdiği la sesine oydular, notalarım ona güre çaldılar. Ama Menderesi dinlerken, itiraf ederim ki bir insanın başkalarını nasıl olup ta bu derece budala sayabildiğin!, siyahı beyaz diye göstermeye böylesine büyük fütursuzlukla çalışabildiğini, hafıza-i beşerin nisyanla maluliyet derecesini hangi ölçüde. mübalâğa edebildiğini kendi kendime derin derin düşündüm. Bana demagoji demek kabil değildi. Her demagoji, inanılabilecek bir temel üzerinde yükseltilir. Düşük Başbakan, sanki üzerinde hâlâ kudret hırkası varmış ve korkudan ya da menfaat hırsından deli saçmasından farksız sözlerine gene kimse itiraz edemeyecekmiş gibi konuştu, konuştu, konuştu.. Hakikaten, yalan tarihimizi tepetakla etme teşebbüsüne itibar edilecek ve kendisi Yassıadadan "uzun bir mücadelenin kazazedesi" olarak, göz yaşlarıyla uğurlanacak mı sanıyordu? Yoksa gene, o meşhur manevralarından birini mi çeviriyordu? Bir samanlar Ankara meydanlarında hürriyet şarkısı söyleyen gençlerin üzerine bizzat saldıran, onları yok etmek için Namık Argüçleri, İstanbulda Zeki Şahin ve Bumin Yamanoğluları seferber eden düşük Başbakan melâike edasıyla konuştu. Nasıl müsamahakârdı, her şeyi nasıl tarih açısından görüyordu, teşhislerinde nasıl insaflı, tefsirlerinde nasıl yumuşaktı! Meşhur 1946 seçimleri bile, artık bir meşru zaruretin tabii neticesiydi ve başka türlü cereyanına imkân yoktu! Balanız, Atatürk bile -Atatürk, Menderesin dilinde "Büyük Atatürk" olmuştu- o kadar istediği halde Demokratik Cumhuriyeti kurabilmiş miydi? Bu iş kolay mı sanılıyordu? Hiç, rejimin hastalığı olmayacak mıydı? Buna rağmen, "Sayın İnönü" 1946'da çok partili rejime seçmişti ve bu, tam 14 yıl sürmüştü. Adnan Menderesin ağzından 1946-50 devresini "Mühim, muvaffakiyetli merhale" diye duymak pek çok kimseyi güldürdü, Ama, o hiç aldırmadı ve devam etti. Madem ki rol yapıyordu.. 1950'den sonra yer değiştirenler prensiplerimle inhiraf etmişlerdi. D. P. de öyle,. Bu, bir "Hazin Hikâye" idi ve hâdiseleri anlamak için hâdiselerin cereyan ettiği günlerin şartlarını kaale almak lâzımdı. Demokratik rejimimiz bir sert çatışma havası içinde gelişmişti ve maalesef bu, sonuna kadar Öyle gitmişti. İki taraf da şiddete başvurmuşlardı. İşte, Radyo böyle bir mücadele anında bilinen şekilde kullanılmıştı. Bu, bir siyasi tasarrufta. Bu, bir siyasi davranışın icabıydı. Ceza Kanununa girecek bir tarafı yoktu. Partiler öylesine uzlaşmaz bur duruma düşmüşlerdi ki en sonda Ordu hakem olmuş ve kavgacıları ayırmıştı. Ne yapıldıysa, zaruretlerin neticesi olarak ve siyasî tasarruf diye yapılmıştı. Menderes bütün bunları ciddi ciddî, sanki hakikaten bir kazazedevmiş gibi ve son derece munis, acındırıcı, içten söylüyormuş havası yaratarak anlattı. D.P. Grubunda, kabinesi tekmeyi yediğinde ve bütün gemi batma tehlikesi gösterdiğinde "Siz ne isterseniz o olur!. Siz arzu ederseniz, Hilâfeti bile geri getirebilirsiniz.." dediği günleri düşük Başbakan tekrar yaşıyor gibiydi. Ama hitap ettiği hakimlerin, salonu dolduran Metin TOKER dinleyicilerin, dışardaki Ordunun ve nihayet Türk milletinin o D.P. milletvekilleri seviyesinde bulunduğunu farzetmek, hiç akıllılık sayılabilir mi?. "Uzun mücadelenin kazazedeleri", "hazin hikâyenin kahramanları" imişler. Kimler? Menderes ve arkadaşları? Uzun mücadele: Hürriyet mücadelesi! Hazin hikâye: Demokrasi hikâyesi! Düşük Başbakanın söylemek istediği şudur: Kaderlerinin ve eşyanın tabiatının icabı bugünkü vaziyete gelmişlerdir. Eğer İhtilâli doğuran şartları yarattılarsa, kusur hâdiselerin ta kendisindedir. Bu iş böyle gelmiş, böyle gitmiştir. Her kabahatleri sâdece siyasî tasarruftur. Cezası Canı Kânununda bulunmayan bir hareket. O kanunlar, o tedbirler, Radyonun o kullanılış tarzı.. Her şey, her şey memlekette sükuneti sağlamak, kardeş kavgasını önlemek için yapılmıştır. Yoksa, başka bir niyet yoktur. Bu, sâdece bir politikanın, evet kusurla bir politikanın, ama gene de politikanın tabii sayılması gereken neticesidir. Nitekim, iktidardan düşerek cezalarını görmüşlerdir. Yok öyle şey, Menderes! Bu sözlere inanılabilirdi. Eğer örtülü ödenekin nasıl kullanıldığı meydana çıkmamış bulunsaydı. Eğer İparın gemilerini nasıl aldığı bilinmeseydi. Eğer Kromit ortaklığının Sarola ve Zorlaya verdiği hisseler noter kayıtlarında tesbit edilmeseydi. Eğer Polatkanın evinde Ragıp Sipahinin mektupları yakalanmasaydı. Hangi siyasî tasarruf? Muhalefeti susturmak, memlekette sükûneti sağlamak değil, örtülü ödenekin nasıl kullanıldığının asla araştırılmaması, Park Otel sefalarının sözlü soru önergeleriyle bozulmaması içindir. Basın Kanununa konulan her madde bir yeni İpar, Kromit, Vinileks rezaletinin duyulmamasını temin maksadı gütmektedir. Ankara ve İstanbul meydanlarında genç göğüslere sıkılan, sıktırılan kurşunlar, tıpkı Radyonun kullanılması gibi bir zümrenin, Menderesle ideal arkadaşlarının arzuladıkları kadar çalabilmelerini, çırpabilmelerini, kendilerini aşarak çocuklarını dahi rahata kavuşturma gayretlerinin semere vermesini gaye bilmektedir. Hesap vermemek için hesap verme yollarını kapama! İşte, 27 Mayısı doğuran gerçek sebep.. Bir yanda Menderes ve ideal arkadaşları, diğer yanda bütün bir millet! Bunlar arasında hakemlik mi olurmuş? Olan, süngü kuvvetiyle, süngü soruyla açılan hesaplaşma saatidir. Saç torbası delinir delinmez ortaya dökülen milyonluk hisseler, gemi filoları, arsa satışları, gürbüz kızlar, millet parasıyla ödenen cımbızlar ve metres masrafları olmuştur. Bunları birer siyasî tasarruf diye kabul ettirebileceğini sanıyorsa, Menderes hayallerin en koyusu içinde demektir. 1954'te, eğer iktidarda bulunanlarda kırk paralık idealizm olsaydı Türklerin hürriyet mücadelesi zaferle sona ermiş sayılacaktı. O tarihten sonra "İnce Demokrasiye Paydos" demek hiç bir lüzumun İcabı değildi: Sabık olmamayı kafaya koymuş bulunmaktan başka! Sabık olunmayacak ve bugün Yassıadada hesabı verilen marifetler yapılacak! Menderes ve arkadaşları, inandırmak istedikleri gibi uzun hürriyet mücadelesinin değil, bu yolun kazazedeleridir. Bu yüzdendir ki, hiç kimsenin merhametine lâyık olmayarak hak ettikleri cezayı, kendilerinden sonra geleceklere ibret olacak şekilde mutlaka çekeceklerdir. AKİS, 26 ARALIK 1960 5

kendisini D.P. nin ıskatçısı sayan Kudret bitirdiğimiz haftanın sonunda haberi şu başlıklarla veriyordu: "Dahiliye Vekilinin maksatlı ithamı!- Bilecik valisinin partizanca hareketi hakkında bir muhabirimizin verdiği haberin intişar etmesini gazetemizin maksatlı neşriyat yaptığına delil olarak kabul etmek, maksatlı ithamın ta kendisidir." C.K.M.P. ve ona muvazi yayın yapan partisiz liderler cesaretlerini daha da arttırmak ve ellerinleki çamuru daha da bol sıvamak niyetindeydiler. Öyle ya, madem ki reklâmları radyo ile dahi yapılıyor ve oyunlarına gelen kimseler bulunuyordu... Ama, bitirdiğimiz haftanın sonunda M.B.K. nden gelen sert bir ihtar aşırı tutum sahiplerinin kulağına kar suyu kaçırdı. Komite, Kurucu Meclise, daha kurulmadan çamur atma teşebbüslerine müsaade etmiyeceğini kati bir ifadeyle bildiriyordu. Ama bunun yolu tebliğ çıkarmak değil, su bardaklarında fırtına yaratma teşebbüslerini dudaklarda müs tehzi bir tebessümle, herşeye gerçek değerini vererek mübalâğaya hiç kapılmaksızın ve asla telâş etmeyerek karşılamaktan ibarettir. Aksi her hareket sâdece bulanık su avcılarının İşine yarar. Bu, bitirdiğimiz haftanın sonunda bir defa dana ortaya çıkmış bulunuyordu. Bari bundan sonra, flütten yanan ağızlar yoğurdu biraz daha üfleyerek yemeye dikkat ve itina gösterseler!.. Hükümet Geç gelen istifa 0 rtadan uzun boylu, toplu fakat yakışıklı adam çalışma masasının bulunduğu sol tarafa doğru ilerledi ve çalmakta bulunan telefonu sağ e- liyle kaldırarak hafifçe sola meyletti, sonra gerisinde bulunan genç a- damlara mültefit bir nazar atfederek mimikleriyle müsaade istedi, konuşmağa başladı. Ortadan uzun boylu, toplu, matruş adamın ilk sözü "Merhaba Fethiciğim" oldu. -Fethi Aşkın- Ondan sonra "telefonun öteki ucundaki şahıs ile sempatik tavırlı adam arasında salonda bulunan genç adamlar tarafından dikkatle takip edilen, oldukça uzun süren bir muhavere cereyan etti. Son derece mütevazı giyinmiş sempatik adamın adı Ekrem, soyadı Alicandı ve İhtilal hükümetinin affa uğramayan şanslı Bakanlarından biri olan Alican tam bir buçuk saatten beri müstafi bir kabine üyesiydi. Telefondaki sesle Alican arasındaki muhavere şöyle devam etti; " Başka bîr sureti hali yoktu." " Olaylar da ayni istikamette yönüne girer." " Onlar da dönemeyiz demiş galiba," "..." " Öyle olacak, yok, işte bir saat kadar." "..." " O bana mütemayildi ama, olmadı." "..." " Hı, hı haa... öyle idi, öyle oldu." "..." " Dün akşam halletmediniz mi siz onu?" " Ben onu söyledim de, şey oldu..." "..." " Ben yapmayalım dedim, toplantıya o ısrar etti." Ekrem Alican Muamma çözüldü "..." "- Onların işi kardeşim, bir sürü teferruat..." " Onların eski çalışma şekline uyuyor." " Sürpriz oldu değil mi?" "..." " Başka çâresi yoktu. Sen son günlerde biraz uzak kaldın, bilmiyorsun" "..." " Başka türlü olmaz. Belki biraz inat adamım ama..." " Bunlara riayet etmezsek, yürümüyor iş!" " Tok canım iyiydi. Evet, hava gayet iyiydi. Güzel temeller atılmıştı, devam eder." "..." " Hadi hayırlısı olsun..." Müstafi Maliye Bakanı Alicanın bu son derece calibi dikkat telefon muhaveresi sona erdiğinde salonda bulunan genç adamlar oturdukları koltuklarında hafifçe kıpırdandılar ve keyifli keyifli gülümsediler. Anlaşılan işlerin kızışması genç gazetecileri sevindirmişti. Müstafi Bakan A- lican geniş salonu süsleyen mor-bej ve kırmızı renkli desenli yumuşak halıyı bir kaç adımda katetti ve salonun hemen dip tarafındaki stil koltuklara adeta gömülen gazetecilere yaklaştı. Salon son derece şevkle döşenmişti. Koyu vişne çürüğü koltuklarla tezat teşkil eden yeşil kumaşla kaplı saldalyalar salona serpiştirilmişti. Sol tarafta, üzeri bir hayli kalabalık bir çalışma masası vardı. Salon ayrıca muhtelif kısımlarına yerleştirilmiş masa ve sehpalar, rengârenk minyatür biblolarla süslenmişti. Ekrem Alicanın istifası haberini duyar duymaz soluğu Kavaklıderede Esat caddesindeki 7 numaralı apartmanda alan basın mensupları, bu sevimli dekor içinde Alicanı ve istifa muammasının anahtarını buldular. İşin içindeki iş lican her şeyi haftanın sonundaki A cumartesi günü karara, bağladı. Saatlerin 11'i gösterdiğ sıralarda İhtilal Hükümetinin şanslı Maliye Bakam cebinde istifa dilekçesi olduğu, halde Çankaya Köşküne yollandı Köşkte kaldığı yarım saati müteakip dışarı çıktığında kendisini kuşlar kadar hür ve serbest addediyordu Alican doğru evine döndü ve telefonlara cevap yetiştirmeğe başladı. Haddizatında Alicanın istifa kararı pek yeni değildi. Paris seyahati arefesinde ya- 6 AKİS, 26 ARALIK 1960

kışıklı Maliye Bakanı bir kaç defa istifaya karar vermiş, fakat zamanın ve zeminin daha müsait olacağı bir sırayı gözetmişti. Alicanın istifa sebebi tamamen bir fikri ihtilâfa dayanıyordu. Her ne kadar Alican: " Şu anda müşahhas bir ihtilâf mevzuu yoktur" dediyse de kulağı delik bâzı gazeteciler "Komite ve Alican ihtilâfı"nin ana hatlarını yakalamakta gecikmediler. İşe başladığından bu yana kır saçlı Maliye Bakanı ekonomik politikada son derece dikkatli davranmayı ve azami tasarrufu benimsemişti. Stabilizasyon programının sâdece kâğıt üzerinde kalmayıp tatbik edilmesini, hem de gaddarca tatbik edilmesini arzuluyordu. Yatırımların büyük bir kısmından şimdilik vaz geçmişti. Ama öyleleri vardı ki bunları tatbik etmek zarureti mevcuttu. Bütçede tahmin edilen varidat fazlası bu yamalan ancak ve ancak kapayabiliyordu. Kaldı ki ileride temin edilecek krediler için böyle bir politikaya ihtiyaç olduğunda Alican ısrar ediyordu. Vadesi gelen dış borçların hiç değilse ufak bir kısmının ödenmesi kredi temin edilecek müesseseler ve memleketler için son derece büyük ehemmiyeti haiz bir durumdu. İşte bütün bunlar Maliye Bakanım bâzı hususlarda titizliğe sevk ediyordu. Y Kulağa küpe Prensib assıadada Celâl Bayar, İnöniiye karşı vaziyetini anlattı. Aralarında prensip anlaşmazlığı varmış ama, kendisi öyle devamlı bir düşmanlık beslememiş! Prensip? Peki, neymiş bu prensip? Pek basit canım: Bayar ömrü boyunca hırsızlan tutmuş, inönü ömrü boyunca bu hırsızlarla uğraşmış.. gün için 1 numaralı icabıydı. Bunların başında memur maaşları işi geliyordu. Bir yılan hikâyesine dönen bu mesele hakkında Alican doğrusu istenirse cesaretle ve Ur kaç' defa beyanda bulundu, kesin olarak bir arttırmanın yapılamıyacağını söy ledi. Bakan bu yüzden şimşekleri ü- zerine çeken bir paratoner halini aldı. Haftanın başında. bardağı taşıran damla bir sağnak gibi Alicanın üzerine geliverdi. Subay maaşlarına bir miktar zam yapılacaktı ve bu yüzden Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin arttırılması talep ediliyordu. Mesele sâdece talep meselesi olsaydı belki tartışmasına girişilecek, karşı taraf ikna edilmeğe çalışılacak ve hu yüzden kır saçlı Bakanın İstifası hiç değilse Kurucu Meclisin teşkilinden sonraya kalacaktı. Ama, kazın ayağı öyle değildi. Milli Birlik Komitesi subay maaşlarının arttırılmasıyla ilgili kanun tasarılarım kabul etmek üzereydi. Tasanlar kanunlaşınca, Savunma Bakanlığı bütçesinin kabarması ister istemez lüzumlu oluyordu. Bakan taraftar olma dığı böyle bir meselenin sorumlusu olmak istemedi. Ama, M.B.K. de aynı derecede haklıydı. Türk Silâhlı Kuvvetlerini bugünkü sıkıntıları içinde bırakmamak, milli menfaatin bu Salon sohbeti şte haftanın sonundaki cumartesi İ günü Kavaklıderede Esat caddesinde bir apartmanın son derece zevkli döşenmiş loş salonunda üç gazeteci ve bir müstafi Bakan bu mesele üzerine eğildiler. Muammanın anahtarım Bakanın da yardımıyla keşfettiler. Gazeteciler salona girdiklerinde müstafi Maliye Bakanı Alican henüz sofradan kalkmamıştı. Basın mensup ları salona alındılar ve ikram gördüler. Fakat muhabirlerin intizarı pek sürmedi. Zira takriben beş dakika kadar sonra, kır saçlı Alican salonun kapısında gözüktü. Mor koltuklara oturuldu ve sigaralar içilirken sohbete başlanıldı. Basın mensuplarının sohbeti, âdetleri veçhile sualler üzerine bina edilmişti, İlk sual sorulmak üzereyli ki müstafi Bakan gülerek: " - Geç kaldık galiba. AKİS öyle diyor" dedi ve sonra odada bulunan AKİS muhabirinden tarafa dönerek ilâve etti: " İşte, istifa ettik. İstifamın sebebini öğrenmek isterseniz söyleyeyim: Siyasi hayatımda hareket serbestisine sahip olabilmek için istifa ettim". Tam bu sırada salonda bulunan gazetecilerden birinin suali Alicanın bir an duraklamasına sebep oldu. Gazeteci, istif asının yeni bir parti ile alâkalı olup olmadığını soruyordu. Alican suali dikkatle dinlerken belli ki cevabım da hazırlıyordu. Nitekim cevap Alicanın ağzından tane tane döküldü: " Bunun gizli kapaklı bir tarafı yok ki... Yeni siyasî parti ile de alâkalı olabilir." Alican bu cevaptan sonra rahat insanların serbestliği içinde bir Yenice yaktı ve dumanlarım havaya savurarak açıklamağa başladı: " Devlet Başkam durumu yakından biliyordu. Dün görüştük. Dün akşam oturdum, kendi kendime karar verdim." Bu sırada Alican bir başka gazetecinin yeni bir suali ile karşılaştı. Gazeteci merak edilen bir hususu dile getiriyordu. Acaba Alican güç birliği çatısında yer alacak mıydı? Müstafi bakan hafifçe gülümsedi Ve: " Güçbirliği mi kaldı kardeşim" dedi ve sonra birden ciddileşerek ilâve etti: " Size samimi kanaatimi söyliyeyim. Benim parti kurmağa filan niyetim yok." Daha sonra Alican, büyük bir rahatlıkla fikirlerini sual sorulmasına meydan vermeden açıklamağa başladı. Müstafi Bakanın ilk sözü "Basının tutmadığı adam koltukta oturmamalıdır" oldu. Fakat gazetecilerin haklı hayretlerini dikkate alarak i- zah etmek lüzumunu hissetti: " Bununla Basının beni tutmadığını söylemek istemiyorum. Meselâ AKİS, benim için özel bir yer ayırmıştır. Yassıadayı görüp te zorla iktidarda kalmanın doğru olmayacağını söylemek fuzuli olur. Politikada insanın kendisini olduğu gibi tanıtabilmesi imkânsızdır" Bu arada bir muhabir tekrar yılan hikâyesine döndü ve Alican ile Komite arasında bir 'ihtilâf olup olmadığını sordu. Alican bu suali de aynı nazik ve dikkatli haliyle dinledikten sonra konuşmağa devam etti: " Benim mail görüşlerim, sert tedbirlerim vardır. İktisadi alanda kararlı bir insanım. Memleket ekonomisi için. sert tedbirlerin alınması icab eder. 1961 bütçesine vermek istediğim veçhe ile onların vermek istedikleri veçhe arasında fark olabilir. Bu da ufak tefek- komplikasyonlar yaratır. Memur maaşlarına zam yapılamıyacağına dair beyanlarım sert tenkidlere uğradı." Basın mensupları tenvir olunmuşlardı. Başka soracak sual de kalmamıştı. Müstafi bakana teşekkür ederek bürolarının yolunu tuttular ve geçen hâdiselerin bir muhasebesini yapmağa koyuldular. Bir kabine toplantısı ve sonrası addizatında Alicanın istifasının H kokusu perşembe günü aktedilen kabine toplantısında çıkmıştı. Kabine toplantısının aktedildiği perşembe günü saatlerin 12.58'i gösterdiği AKİS, 26 ARALIK 1960 7

z Aydın Yalçın İşte, sebep! emin müsait, vasat hazır sanılıyordu. Bunun bütün İşaretleri de ortadaydı. Meşhur Üçüncü Partinin kurulması için bir hamle; yapıldı. Netice? Bir kocaman fiyasko! Şimdi, müteşebbisler başarısızlıklarının sebeplerine teşhis koymaya çalışmakla meşguldürler. Bu teşhisi koyabilsinler ki, ikinci adımlan da birincinin âkibetine kendilerini sürüklemesin. Kemlilerine bir yardım: Aralarına karışıp, ömrü boyunca her çuval inciri berbat ettiği gibi o teşebbüsü de daha doğmadan perişan hale sokmayı başarıyla beceren zatın, -kendisine, gene kendisinin layık bulduğa tâbirle- "aydın lider"in Hür. P. nin yıldönümü dolayısıyla döktürdüğü incileri okusunlar. Teşhis de, tedavi çâresi de, hepsi o incilerin ortasında yatmaktadır. Bir garip fikrin sözcülüğü durumuna zorla, hiç istemeye istemeye, ama kurtulması güç şekilde düşürülen talihsiz öncünün başyazı sütununda "aydın lider" Aydın Yalçın politikada ne derece realist olduğunu şu parlak müşahedelerle ortaya koyuyor: "Hür. P. 1957 seçimlerine kadar Türk politikasında inisyatifi elinde tuttu. Mücadelesindeki azim ve samimiyet, tenkit ve murakabe faaliyetindeki olgunluk ve yüksek seviye onu bir hamlede Ana Muhalefet partisi haline getirmişti." Zaten üstadın ve bâzı arkadaşlarının bu şahane -ve ancak ayda yaşayanların inanabilecekleri- inancı dolayısıyla değil midir ki Hür. P. kendisini tıpkı bugün C.K.M.P. nin kendisini gördüğü şekilde hayaller aynasında seyretmeye koyulmuş ve ancak seçimlerde hakikatin şama ını yiyince ayılmıştır! Hür. P. Ana Muhalefet partisi olmuş! Siyasî anlayış, politika tecrübesi bu olan bir zat yeni parti kuracak, onu başarıya götürecek.. Buna imkân mı vardır? Kılavuzu böyle bir "aydın lider" olan, parti daha emeklemeye başlamadan korkunç bir İnönü kompleksine, C.H.P. düşmanlığına düşecek, ancak kendisinin vatanı kurtarabileceğine inanacak -Vatan Kurtaran Aslan Zorlu gibi..-, öküze heveslenen kurbağa tarzında şişe şişe çatlayacaktır. Nitekim, böyle de olmamış mıdır? Nitekim, partisiz liderin son gayretleri hep böyle bir ruh haletinin neticesidir. Halbuki Türkiyede menfiliğe dayanarak büyük politika yapılamayacağı Osman Bölükbaşı misaliyle de ortadadır. Bir adanan ölümü beklenerek, bir siyasî teşekkül kudret sahiplerine gammazlanarak, kurulacak bir yeni idare sistemi daha kurulmadan çamura bulanmak istenerek başarıya ulaşmanın hiç imkânı var mıdır? O adam ölse de, o siyasî teşekkül hiddet çekse de, yeni idare sistemine çamur bulaşsa da bir muvaffakiyet şansı bu çeşit politikada mevcut değildir. Nasıl olabilir ki Türk milleti sağır, kör ve dilsiz olmadığını en parlak şekilde daha geçenlerde ispat etmiştir. Sapasağlam sinirler, kendi kendini sureti katiyyede yememe, hiç acele etmeme, kompleksleri yürekten çıkarıp atma, başkalarının kusurlarına değil kendi vasıflarına -varsa- güvenme, hınç, kin, nefret yılanlarının kafasını ezme, ayakları daima yerde muhafaza etme, realistlikten ayrılmama ve dev aynasını kırma.. İşte, Türkiyede basarı şansına sahip politikacı tipi. Öteki tipin şampiyonlarının hepsi, Sayarlar ve Menderesler, Bölükbaşdar ve Gülekler, Yalçınlar ve Ekinciler az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, ama arkalarına her bakışta görmüşlerdir ki bir arpa boyu yol gitmişlerdir. Bilinmez, Üçüncü Partinin ciddi niyetlileri bu gerçeğin farkında mıdırlar, değil midirler? Biraralarda Başbakanlığın önünde bu hareket başladı. Makam otomobillerinin şoförleri arabalarına doğru koşuştular. Başbakanlığın önünde nöbet bekleyen polisler kendilerine çekidüzen vererek, büyük kapıyı dikkatle kollamağa başladılar. O gün Bakanlar Kurulu uzun zamandan beri akta fırsat bulamadığı toplantılarından -uzun toplantılarından- birini yapmış ve Başbakanlık binasının hayli meşhur cümle kapısının önü davetsiz misafirlerle dolmuştu. Davetsiz misafirler, kabine toplantılarının meraklı takipçileri, basın mensuplarıydı. Genç muhabirler, uzun zamandan beri hasret kaldıkları kabine toplantılarından birini takip etmenin sevinci içinde, Başbakanlığın önüne koşuştular ve hareket başlayınca gözlerini maden! kapıya dikip, boşalmağa hazır, beklediler. Eee, ne de olsa uzun zamandan beri göremedikleri memur Bakanlarla şöyle bir ayak üstü sohbeti yapmakta fayda vardı. Hem, Bakanlara sorulacak pek çok sualleri de birikmişti. İhtilâl Hükümetinin ikinci kabinesini teşkil eden bu politika dışı Bakanlarla temas temin etmek ve sadre şifa malûmat almak kabil olmuyordu. İşte, haftanın ortasındaki.o gün, bu iş için biçilmiş kaftan olacaktı. Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Perşembe günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısının ilk görülen Bakanı, Millî Savunma Bakanı Hüseyin Ataman oldu. Atamam Fehmi Yavuz ve Osman Tosun takip ettiler. Kabinenin bu az konuşan Bakanları gazetecilerin pek iltifatına mazhar olmadılar. Fakat kapıda Ekrem Alicanın görünmesi, basın mensuplarını harekete getirdi. Hemen saatlere bakıldı, ilk notlar alındı. Anlaşılan, Maliye Bakanı Alican, basın mensupları için fazla câlib-i dikkatti. Hele, bir üçüncü Parti hikâyesinden sonra bu alâka bir hayli fazlalaşmıştı. Muhabirler hemen Alicanın etrafım aldılar. Suallerin büyük bir kısmı tabii kabine toplantısında konuşulanlarla ilgiliydi. Alican bu defa az konuşmayı tercih ediyordu. Basın mensuplarına kısaca: " Mühim bir şey konuşmadık, sâdece Bütçe üzerinde durduk. Bir parça da Paris temaslarından bahsettik" demekle yetindi. Halbuki gazeteciler Alicana bâzı dedikodular hakkında sualler sormak istiyorlardı. Son günlerde kabinenin toptan istifa edeceği haberleri almış yürümüştü. Acaba Maliye Bakanı Alican bu hususta ne düşünüyordu? Alican bu sualleri dinlemeden yoluna devam etti ve otomobiline kurularak evinin yolunu tuttu. Belli ki ya- 8 AKİS, 26 ARALIK 1960

kışıklı Alican, kabine toplantısında bir hayli konuşmuştu ve artık susmak ihtiyacını hissediyordu. Gazeteciler başlarını tevekkülle, salladılar ve kısmetlerini başka tarafta aramağa koyuldular. Bu sırada Başbakanlığın merdivenlerinde kabinenin en uzun boylu üyesi Âmil Artüs ve Fethi Aşkın göründüler. İhtilâlin Adliye Bakanı, başını hafifçe sağ omuzuna eğerek Hama mensuplarına mültefît bir nazar atfetti, fakat konuşmadan otomobiline doğru ilerledi. Gazeteciler tam bu sırada merdivenlerde görünen yeni bir Bakanla ilgilenmeğe başlamışlardı. Bu j ilgi sebepsiz değildi. Zira merdivenlerde görünen Bakan, Sağlık Bakam tinerdi. Basın mensupları, bu gözlüklü ve şık gri pardesülü Bakanın etrafım aldılar. Çembere alınan Bakan, Başkan Gürselin sıhhatiyle ilgili sualleri cevaplandırdı. Başkanın sıhhati ve keyfi yerindeydi Endişeyi mucip bir hal yoktu. Gazeteciler ferahladılar ve öteki suallerine geçtiler, İlk sual, kabine toplantısında konuşulanlarla ilgili oldu. Bir gazeteci, Bakana: " Efendim, su kabine topantılarında neler konuşulur, bir türlü öğrenenleyiz. Üstelik o kadar da öğrenilecek mesele var" dedi. Bakan bu suali, pardesüsünün yakalarını kaldırıp, elindeki çantasını bir parça daha sıkarak ve gülerek cevaplandırdı: " Canım, bunda merak edilecek ne var ki? Bütçeyi konuştuk, ca mm". Fakat gazeteciler, Bakam bırakmak istemiyorlardı. Bir gazeteci hemen suali yapıştırdı: " Efendim, bir kabine istifası dedikodusu var. Ne dersiniz?" Sağlık Bakam bu suali doymamış olmalı ki, hemen başını sağ tarafında bulunan genç bir gazeteciye çevirdi ve genç gazetecinin bıyıklarım İşaret ederek: " Ne o, bakıyorum bıyıkların gene formuna girmiş" diye takıldı ve daha fazla sual sorulmasına meydan vermeden otomobiline doğru ilerledi. Sağlık Bakam Ünerin makam otomobilinin hareket etmesiyle gazeteciler için yeni bir bekleyiş devresi başladı. Fakat bu bekleyiş pek uzun sürmedi. Zira kapıda, İhtilâlin İçişleri Bakanı M. İhsan Kızıloğlu görünmüştü. Basın mensupları biraz çekinerek, biraz da sevinerek Kızıloğluna yaklaştılar. Kızıloğlu, e- lisde plâstik bir çanta taşıyordu. Gazeteciler Kızıloğlunun yolunu kestiler ve arabasına kadar kısa yolu kendisiyle birlikte yürüyerek suallerini sormağa koyuldular, İlk sual şuydu: " Efendim, Avrupa geziniz hakkında..." Sual, gazetecinin ağzında kaldı. Zira İhtilâlin İçişleri Bakanı, sorulacak suali hemen çakmış ve cevabı nevi şahsına münhasır bir edâ ile yetiştirmişti: " Ne olacak efendim, gittik geldik işte. Kontlar, kontesler gördük, o kadar. Başka bir şey yok, Çok güzeldi işte..." İkinci sual, umumi efkârın çok alâkalandığı bir meseleye temas ediyordu: " İskenderun hâdisesinin failleri yakalandı mı?" " Tahkikat yapılıyor işte..** " Bilecikte, Kudret Gazetesinin muhabiri tevkif edilmiş. Acaba sebebi nedir?" " - Vali Muavinine hakaret etmiş, onun için. Haydi bakalım, Allahaısmarladık." Basın mensupları, İhtilâlin İçişleri Bakanının pek kızgın okluğunu hissederek sualleri kestiler. Zaten Kızıloğlu bu sırada arabasına doğru ilerlemiş ve binmişti. Gene de bir gazeteci dayanamadı: " Efendim, Bakanlar Kurulunda ne konuşuldu?" diye sordu. Kızıloğlunun cevabı kesin ve sertti: " Bütçe!" Sonra da şoförüne hareket emrini verdi. Bakanların sonu gelmediği için, basın mensuplarının Başbakanlığın Selim Sarper Şakacı adam YURTTA OLUP BİTENLER önündeki vazifeleri de sona ermemişti. Nitekim biraz sonra kibarlığı müsellem Selim Sarper, Başbakanlığın merdivenlerinde göründü. Basın mensupları bu defa da Sarperi merdivenlerde karşıladılar. Sarpere de hemen aynı sualler soruldu. Sarper, günün esprisini yaptı ve basın mensuplarının, "Kabine toplantısında neler konuştunuz?" seklindeki sualine: " Seyahatin hesabını verdik" cevabını yapıştırdı. Fakat, basın mensuplarının merakı zail olmamıştı. Nitekim kulakları delik basın mensupları bu 55 dakikalık kabine toplantısının muhasebesini çıkardılar. Niyet ve kısmet abine toplantısı Sarperin tenvir K edici konuşmasıyla başlamıştı. Sarper bu konuşmasında Bakan arkadaşlarına, Nato Bakanlar Seviyesindeki Toplantıları hakkında izahat yermişti. Sarperi Alican takip etmiş ve Maliye Bakanı da kabineye, bütçede mevcut açığın kapatılması için sağlanan kredi ve Avrupa İktisadî İşbirliği hakkında bilgi sunmuştu. Daha sonra da, yurt dışında bulunan Bakanlar, uzun zamandan beri germedikleri Başkan Gürseli ziyarete gitmişlerdi. İşte 55 dakikalık kabine toplantısının neticesi buydu. Halbuki başkent semalarında beliren yeni havadis bulutları, kabinenin çok yakında istifa edeceği haberlerini savuruyordu. Ne var ki haftanın sonunda bile, havadislerin hangisinin doğru olduğu ortaya çıkmadı. Fakat, Kurucu Meclis meselesiyle başlayan Millî Birlik Komitesi -Bakanlar Kurulu anlaşmazlığı, aradaki münasebetlerin şekerrenk bir mahiyet arzetmesine sebep olmuştu. Zaten ortaya çıkan rivayetlerin istinatgahı da buydu. İşte, Alicamnı istifası böyle bir havanın esmekte olduğu sıraya rastladığından dolayıdır ki mûtadın üstünde bir alâka uyandırdı. Bir defa, Yeni Parti meseleleri üzerine çıkarılan resmi tebliğ karşısında, bu partinin kurul" şu hazırlıklarına ister arzusuyla, ister arzusu hilâfına karıştırılmış bulunan Alicanın istifası şartken hiç o taraflı görünmemesi büyük bir prestijle vazife başına gelen dürüst politikacının prestiji üzerine kocaman bir gölge vurmuştu. Bu bakımdan, Alicanın bu gölgeyi silmek için bir hareket yapacağı muhakkaktı. İstifa bunun bir neticesi olabilirdi. Sonra, yeni parti için. müstafi Bakama bahsettiği "siyasi hayatta hareket serbestisi" lâzımdı. Ama, müstafi Bakan bir parti kur- AKİS, 26 ARALIK 1960 9

YURTTA OLUP BİTENLER mağa niyetli bulunmadığını da söylüyordu. Her halde yol arkadaşlarının, hareketi başarıya götürmeyeceğini anlamıştı. Halbuki, yeni yol arkadaşlarıyla Alican memlekete hakikaten faydalı teşebbüsleri başarabilirdi. O zaman, Alicanın istifada geç kalmadığı, erken davrandığı intibaı uyandı. Öyle ya.. Kurucu Meclis açılınca Hükümet muhakkak olarak istifasını verecekti. Alican buna takaddüm ediyor ve bir evvelki gecikmenin gölgesini silmeye çalışıyordu. Bu satırlar yazıldığı sırada kat'i olarak bilinen tek şey, kabineden yeni bir münferit istifanın olmayacağıydı. Bakanlar, bu sıfatla Temsilciler Meclisine girecekler, Hükümet ondan sonra büyük revizyona tâbi olacaktı. Yeni Bakan adları olarak, bitirdiğimiz haftanın sonunda Turhan Feyzioğlunun, Cahit Zamangilin, Şevket Raşit Hatipoğlunun isimleri ağızlarda dolaşıyordu. Fakat, ihtilâlin başı kabinedeki bir boş koltuğu haftanın sonundaki cumartesi günü dolduruverdi. Yeni Maliye Bakam, bu defa politika ile uzak yakın hiç bir ilgisi bulunmayan Beynelmilel Para Fonu Türk temsilicisi Kemâl Kurdardı. Kurucu Meclis Kırankırana kinci Ağır Ceza Mahkemesi salonu ön sıralarından birine ters o İnun turmuş genç adam, karşıdan gelen kadının tam önünden geçeceği ânı hesaplıyarak elini kaldırdı ve aniden sordu: " Evvelki gün Zafer Paykoçun genç adam söylemek istediği ismi yanlış söylemişti. Söylemek istediği isim Zafer Gökçerdi- yazıhanesinde yapılan toplantıda hazır bulundunuz mu?" Mavi elbiseli, boğazında beyaz - mavi karışımı bir dizi-boncuk bulunan esmer ve balık etindeki hanım gülümsiyerek cevap verdi: " Yâni, siz Demokrat mısınız demek istiyorsunuz, öyle mi?" Sonra gülümsemesine devamla sözünü tamamladı: " Ben hiç bir partiyi tutmuyorum" Bu sefer genç adam gülümsedi. Buna sebep mavi elbiseli, balık etindeki güzel hanımın bir partiyi tutup tutmaması değildi. İsmi yanlış söylediği halde cevap almış,olmasıydı. Anlaşılıyordu ki dervişin fikri ile zikri gene aynıydı. Hâdise, geride bıraktığımız haftanın ortasında birgün, Ankara Adliye Sarayında cereyan etti. Mavi el- 10 biseli hanımın adı Sevinç Düşünseldi. Meşhur ve ziyadesiyle mâruf Feridun Fikri Düşünselin kızıydı. Ankara Barosunun Temsilciler Meclisine göndereceği üyelerin seçiminde ikinci seçmen adayıydı. Çetin bir mücadelenin devam ettiği salon tıklım tıklım doluydu. Taraflar -evet taraflar- kıyasıya kulis faaliyeti gösteriyor ve oylarım vermek için serbest kalmak istiyenler kurtuluşu tuvalete kaçmakta buluyorlardı. Zira oy pusulalarım önceden hazırlamayıp ta salonda doldurmağa kalkanların hemen yanmasında birisinin bitivermesi ve "filancayı da yaz" demesi işten bile değildi. Hâkimler heyetinin bulunduğu kürsüye bir. mikrofon yerleştirilmiş ve genç avukatlardan birinin önüne barodaki üyelerin isimlerini havi bir liste konmuştu. Genç avukat, alfabetik sırayla yazılmış i simleri listeden ağır ağır okuyordu. İsmi okunan avukat kürsünün karşısına konmuş sandığın başına geliyor, imza ' mukabilinde aldığı mühürlü kâğıda altı aday ismi yazarak sandığa atıyordu. Ancak, seçmede geç kalanlar sandık başında seçecekleri isimleri yazmağa kalktıkla- Ege Han Kulisin merkezi rında, kendi düşündükleri isimlerin birini bile yazamıyorlardı. Etraflarını alanların "şunu da, bunu da" avazeleri arasında alelacele altı isim karalayıp bu işkenceden kurtuluyorlardı. Taraflar -evet taraflar- hakikaten pek faaldiler. Bir koltukta yüz adam Bitirdiğimiz hafta, Ankaradaki İ kinci Ağır Ceza Mahkemesi salonunda geçen hâdisenin bir eşi hemen her tarafta tekrarlandı. Buna benzer oyunlar, Temsilciler Meclisine üye gönderecek bütün müesseselerde oynandı. Temsilciler Meclisinin 272 koltuğu için en azından 27 bin 272 talip vardı. Tabii bunlar, mücadeleye fiilen atılanlardı. Yoksa, gönüllerinde aslan yatanların miktarı daha da fazlaydı. Ama hafta içinde göze çarpan mücadelenin en alâka çekici tarafı şahısların faaliyeti değildi. Onların gerisinde, siyasî partiler veya gruplar Temsilciler Meclisinde mümkün nisbetinde fazla adam bulundurmak için harekete geçmişlerdi. Bunların arasında en şanslı bulunanlar, elbette ki C.H.P. mensuplarıydı. Bir Çok C.H.P. li, Temsilciler Meclisine gelmek için teşekküllere ve illere dağılmışlardı, teşkilâtlarının da yardımıyla oralardan seçilmek istiyorlardı. Partinin, bugünkü siyasi konjonktür içinde çok geniş halk' tabakalarının desteğini haiz bulunması dolayısıyla ve millî iradenin bu şekilde dahi yoklanması C.H.P. zaferini sağlayacağından C.H.P. li adaylar rağbette ve revaçtaydı. Bir çok il, kendisini son Mecliste en ziyade başarıyla ve şerefle temsil etmiş bulunan muhalif milletvekillerini Temsilciler Meclisine göndermeye hazırlanıyordu. Oralarda bir umumi seçim yapılsa zaten C.H.P. kazanacaktı. O bakımda;, netice bir sürpriz olmayacaktı. Meselâ iki temsilcili Adana, Kemal Satır ve Kasım Gülekten başka kimi gönderecekti? Ankara, 1957 deki milletvekillerinden üçünü seçerse kimse şaşmayacaktı. Tekirdağlılar, biraz da mahcubiyetten, kıymetli evlâtları Orhan Öztrakı her halde ittifakla Meclise göndereceklerdi. Daha bir çok ilde, eğer C.H.P. liler birbirlerine girmez de disiplinli davranırlarsa C.H.P. adaylarının seçimleri alması işten bile değildi. İşte, bu yüzdendir ki mücadeleye atılan başka parti ve gruplar -C.K.M. P., eski D.P. liler, düşük kuyrukları, yeni bir parti bekleyenler, yobazlar, v.s.- ayrı savaşacak yerde C E P. ne karşı geçici ittifaklar kurmayı tercih ettiler. Bir hedefte birleşmişlerdi: C.H.P. li seçtirmemek. Böylece, bitirdiğimiz haftanın sonlarında Türkiyenin büyük partisi bir rakibe de- AKİS, 26 ARALIK 1960

ğil, bir rakip koalisyonuyla karşı karşıya bulunuyordu. Nitekim, Ankaradaki İkinci Ağır Ceza Mahkemesi salonunda cereyan eden hâdise, bunun tipik bir nümunesiydi. Kapalı toplantılar A nkara Barosundaki kesif faaliyet, Kayseride yapılacak toplantıya katılacak ikinci seçmenler içindi. Altı İkinci Seçmen Kayseriye gidecek ve diğer barolar seçmenleriyle birleşip, Temsilciler Meclisine avukatların gönderecekleri üyeleri seçeceklerdi. Ankara Barosundan gönderilecek altı kişiden altısının da Meclise girmesi elbette ki imkansızdı. Ama İ- kinci Seçmen olarak hangi temayül ve kanaatte adam Kayseriye giderse o temayül ve kanaatte üyenin Temsilciler Meclisine girme şansı artacaktı. Hal böyle olunca taraflar -evet taraflar- hakikaten paçaları adamakıllı sıvamışlar ve Kayseri yolcuları üzerindeki ruletin bilyasının kendi önlerinde durması için gece dememiş, gündüz dememiş çalışmışlardı. Nitekim, salı günü öğle üzeri Posta Caddesinden Anafartalar Caddesine çıkmakta olanlar, dikkatliyseler, caddenin sağ tarafındaki Ege Hanın kapısından birçok kimsenin girdiğini görebilirler ve girenlerin heyecanlı hallerinden bunların önemli bir karar için önceden tasarlanmış bir toplantıya gittiklerini anlarlardı. Hele Hana girenler arasında birisi vardı ki, bu güler yüzlü ihtiyar politikacıyı tanıyanlar, şayet toplantının mahiyetini bilselerdi, muhakkak ki dudaklarını ısırırlar ve başlarım manalı manalı iki yana sallarlardı. A- celeci adımların son bulduğu odanın kapısının sol tarafında Avukat İstiklâl Gökçer adı yazılıydı. Büro içice geçmiş iki odadan ibaretti. Birinci odada dört maroken koltuk rastgele serpiştirilmişti. Bir yazı masası ve onun arkasını kaplayan yeşil çuha ile köşedeki çelik kasa ateşli avukatın yazıhanesini süslüyordu. Toplantı ikinci odada yapıldı. Toplantıda ev sahipliğini İstiklâl Gökçer yapıyor, ağabeysi Zafer Gökçer ikinci bir ev sahibi olarak bulunuyordu. Geçmiş devrin bu ateşli Demokratları, Temsilciler Meclisinde kendi taraflarını -evet taraflarını- temsil e- deceklerin üzerinde konuşuyorlardı. Ne var ki, Feyzioğlu Tasarısındaki bir hüküm, ellerini değilse bile ayaklarını bağlıyor ve adım atmalarını biraz güçleştiriyordu. Bu maddeye göre, 27 Mayıstan evvelki tutumlarıyla sabık devrin idarecilerini sonuna kadar desteklemiş olanlar, Temsilciler Meclisinde yer alamıyorlardı. Bu yüzden inceden inceye düşünmek ve ona göre davranmak lüzumluydu. Meselâ İstiklâl Gökçerin a- daylığı imkân ve ihtimali yok konamazdı. Bir devrin ateşli Demokratını yeni devrin Meclisine talip görenler dudak bükecekler ve kuzu postunun altındaki kurdun arzusunu anlıyacaklardı. Öyleyse ne yapılmalıydı? İşte, toplantıda bu husus kararlaştırılacaktı, Öyle adaylar öne sürülmeliydi ki bunlar, bağımsız kişilermiş gibi görünmeliydiler. Öyle adaylar gösterilmeliydi ki, bunlardan zerrece şüphelenilmemeliydi. Ayrıca, bâzı hakikaten bağımsız kimseleri desteklemek te lâzımdı. Böylece, kuzu postunun dişleri örtmesi kabil hale getirilmiş olacaktı. Başı, Gökçer kardeşlerin çektiği bu toplantıda Vasfi Raşit Sevigin ne YURTTA OLUP BİTENLER ründü. Bunların arasına eski D.P. liler, C.K.M.P. liler serpiştirilebdlirdi. Eh, İstanbulda da biraz gayret sarfedilir ve orada da böyle oyunlar yapılırsa Kayseride işler kolaylaşırdı. Konuşmalar, bir karara varılmadan sona erdi. Akşam gene bir toplantı yapıldı. D.P. devrinin hararetli taraftarları, bu arada kendilerine bir aday daha bulmuşlardı. Bu, bir bayandı ve soyadı pekâlâ işlerine yarardı. Sevinç Düşünsel, adaylığım koymayı aklından geçiriyordu. Kendisi desteklenecek olursa ve o da D. P. lilerin kendisini desteklediklerini bilirse, son derece romantik bir sahne husule gelebilir ve genç bayan a- vukat bir D.P. adayı gibi seçimi ka- Baroda Kurucu Meclis için rey kullanılıyor Cengelin koyusu maksatla bulunduğu pek anlaşılamadı. Zira Hocayı C.K.M.P. liler de destekliyorlardı. C.H.P. li avukatların birçoğu da Hocaya oy vermekten çekinmeyeceklerdi. Anlaşılan Vasfi Hoca hesabını kışa göre yapıyor, yaz çıktığında bahtına dua etmek istiyordu. Toplantı, esas itibariyle müdavele-i efkâr içindi. Bir hedef vardı: CHP. li seçtirmemek. C.H.P. liden başka kim seçilirse, Gökçer kardeşlerin makbulüydü. Bu bakımdan, listenin bâzı tarafsız kimselerle kuvvetlendirilmesi iyi olacaktı. Yoksa şartlar, bütün eski kuyrukların bir listede toplanmasına müsait değildi. Böyle düşünenlere bir Asım Ruacan, bir Osman Baysal, bir Vasfi Raşit Seviğ mükemmel isimler- olarak- gözanabilirdi. Bu, Kayseride bir oyun daha kendi taraflarına aktarılmasını sağlardı. Ancak bayan Düşünsel hiç de onlar gibi düşünmüyordu. Genç avukat hanım, seçimlerin sonunda kaybettiğini zannettiği bir sırada, C.H.P. liliğiyle tanınmış bir avukat arkadaşına bağıra bağıra: " Ben zaten talihsizim. C.H.P. liler D.P. li diye oy vermezler, diğerleri ise durumumu bildikleri için vermezler. Sizlerin hepiniz bir zaman gelir belki D.P. ye meyledebilirsiniz. Eğer böyle bir şey olursa, şunu bilin ki, bunların en sonuncusu ben o- lacağım. Zira Menderese olan kinim sizinkinin çok üzerindedir. Ben onu babama yaptığı baskılarla tanır ve ne olduğunu bilirim" dedi. AKİS, 26 ARALIK 1960 11

YURTTA OLUP BİTENLER Genç bayan avukat kaybettiği, zannıyla salondan çıkarken, ismini taşıyan pusulalar yavaş yavaş tasnif heyetinin avuçlarında açılmağa bağlanmıştı. Nitekim, seçimi kazandı Ama netice, yine de Gökçerlerin istediği gibi olmadı. Bütün çalışmalara, bütün gayretlere rağmen yüzde yüz D.P. taraftarı birinin İkinci Seçmenler arasına sokulması sağlanamadı. Kazananlardan en fazla oy alanı Yavuz Feyzioğluydu. Sonra Vasfi Raşit Sevig ve Asım Ruacan geliyordu. Ruacan her iki tavaftan desteklenmiş, Vasfi Hocaya gelince üstelik bir de -çok az olmakla beraber- C.K.M. P. lilerin oylarını almıştı. Oy pusulalarında, Vasfi Hocanın isminin altında Niyazi Ağrınaslı adına rastlıyanlar C.K.M.P. adayının kim olduğunu anladılar. Ancak Ağrınaslı, ilk onbir kişinin arasına dahi giremedi. Aldığı oy miktarı diğerlerininkinin yanında oldukça azdı. Çarşıdaki hesap Koalisyonun isleri, İstanbulda da pek iyi gitmedi. Orada da C.H.P. liler rakiplerini yenmesini Dildiler. İkinci Seçmen seçimi haftanın ortasındaki bir gün, saat 16'da Galatasaray lisesinde yapılacaktı. Ama o gün, C.H.P. il merkezinde de C.H.P. nin Küçük Kurultaya İstanbuldan göndereceği delegenin seçimi vardı. Secimden evvel, ona katılacak avukat C.H.P. lilerin, Baro toplantısına da katılabilmeleri için öncelikle oy kullanmaları karar altına alındı. C. H.P. li avukatlar oylarım Şahap Gürler lehinde kullandılar ve ellerinde kendi adaylarının isimleri yazılı sarı listeler bulunduğu halde Beyoğluna koştular. İstanbul avukatlarının toplantısı sabahın dördüne kadar, yani tam 12 saat sürdü. 62 kişi adaylığını koymuştu., Neticede, başında Baro Başkam Muvaffak Benderlinin bulunduğu liste zaferi kazandı. Bu listeye İlhami Sancar, Muin Küley, Atıf Ö- dül, Muhlis Sırmalı, Reşit Ülker gibi şöhret sahibi C.H.P. liler dahildi. C. H.P. nasıl, bugün memlekette bir seçim yapılsa, her türlü koalisyona karşı başarı sağlayacak haldeyse, aynı şekilde Temsilciler Meclisi yolunda da rakiplerini eze eze ilerliyordu. Nitekim, bitirdiğimiz hafta içinde buna benzer bir faaliyet Esnaf teşekküllerinde de oldu. Esnaf teşekkülleri, Eskişehirde yapılacak toplantı* ya hazırlanırlarken, D.P. lilerin kesif bir kulis faaliyetine girişmeleri tebessümlere yol açtı. Tatlı su kahramanları, Temsilciler Meclisinin seçimiyle ilgili kanundaki maddenin sarahatine rağmen çalışmaktan geri kalmıyorlardı. Taktik aynı taktikti. Bütün mesele, İkinci Seçmenin D.P. kuyruklarından olması, daha sonra Meclise girecek Temsilcinin hiç değilse C.H.P. den veya sağduyusu olan şahıslardan seçilmemesiydi! Kanun bu kadarına müsaitti. Esnaf teşekküllerinde temsilcileri, idare heyetleri seçecekti, İstanbuldan gelecek delegelerin arasına bir sızma olabileceği düşünülmüyordu. Esnaf Teşekkülleri Konfederasyonu Başkanı Kasan Tez, doğrusu iyi çalışmış, İstanbulu avcunun içine almıştı. Temsilciler Meclisinin 1 numaralı adayı da kendisiydi. Dünya bir araya gelse, Tezi Temsilciler Mec lisine girmekten alakoyamazdı! Konfederasyon, diğer teşekküllere nazaran bir bakıma iyi hazırlanmış, dışardaki kuyrukların bütün gayretlerine rağmen, geçmiş devrin karşısında olanlar duruma hâkim olmuşlardı. Ticaret bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürü Mazhar Özkol, adaylar sırasında en azından ikinci sırayı işgal etmekteydi. İstanbul Esnaflar Birliği Başkanı Adil Vardarlı, Konfederasyon İdare Meclisi üyesi Naim Çapçı, Mehmet Şengün, Hikmet Savaş, Şerif Cansızoğlu, Hasan Kurt, Mehmet Badakal, Turhan Karayaprak, Zekeriyya Tahtacıoğlu, Fuat Tezer de Temsilciler Meclisine gönderilecek isimler arasındaydı. Bu arada bir türlü ümidini kır- Hasan Tez Esnaf temsilci mıyan bir vefakâr D.P. li de çalışmaktan geri kalmıyor ve sonuna kadar mücadele etmeyi, hiç değilse kendini tatmin babında uygun görüyordu. Bir devrin pek parlak adamı Nusret Uzgören, suyun altındakilerin liderliğini yapıyordu. Uzgören, zamanında "Nurlu İstikbal"in en önde giden temsilcilerindendi. Arasıra "Nurlu İstikbal" kervanından kısa bir müddet için ayrılır, Avrupaya filân giderdi. Ama döndüğünde ona saflarında gör gene Başbakanının mek zor olmazdı, İtirazlı seçimler emsilciler Meclisi, bir çok ağırbaşlı müesseseyi de Cengele çevirmekte gecikmedi. Yargıtay işi kolaylıkla atlattı, kendisine yaraşır bir muharebe verdi. Seçimler gürültüsüz patırtısız oldu. Seçilen dört adaya tek kişi itiraz etmedi. Esasen oy miktarları, bu adayların ittifakla seçildiğini gösterecek gibiydi. İştirak e- denlerin yüzde doksanı oylarını seçilen dört aday lehinde kullanmışlardı. Ama Sayıştaydaki seçim hiç de Yargıtayınktee benzemedi. Gerçi oylamada bir gürültü çıkmadı, seçim sırasında herhangi bir patırtı olmadi. Ama Temsilciler Meclisine gireçekler belli olur olmaz avazeler ayyuka çıktı. Üzerinde durulan isim Sayıştay Başkam Muhittin Güründü. Gürün hakkında Yargıtay 4. Ceza Dairesinde açılan dâva devam ediyordu. Dâva sâdece Gürün hakkında değildi. Bütün Sayıştay daire başkanları hakkında dâva ikame edilmişti. Dâva konusu, görevi kötüye kullanmaktı. Sayıştay 10 yıl müddetle, Bütçede usulsüz olarak sarfedilen meblâğlar hakkında bir itirazda bulunmamış, denetleme görevini yapmamış. Adeta düşük iktidarın bir hınk deyicisi olmuştu. Her şeye "evet" diyen bir Sayıştay, bu bakımdan suçlu görülüyordu. Ancak, dâvanın başlamasına en azından daha birbuçuk ay vardı. Hal böyle olunca ses seda çıkmıyacakmış zannedilmiş, ama netice ümit edildiği gibi olmamıştı. Nitekim seçimden sonra Yüksek Seçim Kuruluna bir itiraz yapıldı. İtirazın altındaki imza, Hilmi Dileke aitti. Kumla, 23 Ocak 1990 tarih ve 5122 sayı numarasıyla verilmişti. İtiraz, zan altında bulunan bir adamın, kanunun âmir bükümlerine göre seçilememesi gerektiği gerekçesiyle Kurula sunulmuştu. Bir başka karışıklık, Başbakanlık Yüksek Murakabe Kurulunda vukua geldi. Doğrusu, Murakabe Heyetindeki karışıklık pek eğlenceli oldu. Yüksek Murakabe Heyeti bir Temsilci gönderecekti. Temsilciyi 70 12 AKİS, 26 ARALIK 1960 T

Safa Kılıçlıoğlu İ Bir Talihsizlik nkılâptan bu yana Basın, nedense, sanki memleketin en âcil, em malûm derdiymiş gibi kudret sahiplerinden olağanüstü bir alâka sürmektedir. İnsanın bu alakaya baktığında "Vay canına, bir şu Basın işlerine nizam verilse, galiba her iş yoluna girecek" diyeceği geliyor. Kudret sahipleri, Basını bütün diğer müesseselerden ayırıyorlar ve ona farklı statü vermeye çalışıyorlar. Basın, daima yapılacak işlerin başına alınıyor. "Bütün öteki meseleler bir yana, Basın bir yana.." deniliyor. Ama, garip olan, bu a- lâkanın doğrudan doğruya Basının Dördüncü Kuvvet tarafıyla, yâni fonksiyonu ve çalışma şartları, mazhar olması gereken kolaylıklar, hürriyetleri ile ilişiği bulunmamasıdır. Basın bir âmme müessesesi sayılır, önemi göz önünde tutulur.. Bunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur, İnkılâptan bu yana Basın, sâdece iç bünyesi itibariyle alâkaya, tanzim gayretlerine mazhar olmaktadır. Bunun, Basından gelen bir sebebi vardır. 27 Mayısı hemen takip eden günlerde büyük gazetelerde çıkan ve patronların sesini duyuran bir garip ve müşterek tebliğ herkes üzerinde dondurucu tesir yapmıştır. Bunda patronlar, kazançlarını arttıracak çâreleri kudret sahiplerine memleketin başka hiç bir meselesi yokmuş gibi hatırlatıyorlardı. Bu tebliğin, patron düşmanı kudret sahipleri tarafından başkentte nasd bir istismar vesilesi yapıldığı ve onların görüşünün hak topladığı bilinirse hatanın azameti daha kolay anlaşılır. Patronları işçiler takip etmiştir. Bu sefer onlar, bâzı kudret' sahipleri nezdinde havanın kendileri «in müsait olduğuna anlayınca teşebbüse geçmişler, nasıl daha fazla menfaat sağlayabileceklerini anlatmaya koyulmuşlardır. Basım sosyalleştirme merakından yakalarım hâlâ kurtaramamış bulunanlar bu patron - isçi vaziyetinden faydalanana hevesine kapılmışlar ve bir sınıfı ötekine karşı pek âlâ oynayabileceklerini düşünmüşlerdir. Basının, ama müessese olarak değil, iç münasebetleri ve âmmeyi pek as alâkalandıran cephesiyle bugün de bir tartışma konusu olması bu niyetlerin bir neticesidir. Şimdi, ortalığı bulandıran bir yeni gürültü Teni Sabah sütunlarında koparılmaktadır. Basını, kudret sahiplerine karşı kim savunmaktadır, bilir misiniz? Kılıçlıoğlu! Evet, Menderesin bu eski ve en sâdık ideal arkadaşı Basın adına söz söylemektedir. Hey yarabbi! Böyle avukatı olan bir müessesenin en büyük belâlara uğramaması kabil midir? Eğer kudret sahipleri düşünürlerse ki "Madem ki Kılıçlıoğlu buna söylüyor, demek ki aksi fikir doğrudur", buna kim itiraz edebilir ve kim Basım kudret sahiplerinden değil, Kılıçhoğlunun avukatlığından kurtarmak için kolları sıvamaz?. Yeni Sabah bir havadis uydurmuş. Aklın güç alacağı bir statü, Basında patron - isçi münasebetlerini düzenleyecekmiş.. Bir statü ki batı telâkklleriyle alâkası yoktur. Kılıçlıoğlu, gazetesinde çıkan bu havadise dayanıp ver yansın ediyor ve talihsiz Basının savunuculuğunn yapıyor. Fakat bir de bakılıyor ki, statü tamamen hayal mahsulüdür. Meslek teşekkülleri derhal tebliğler yayınlıyorlar ve Yeni Sabahı Basın Şeref Divanına veriyorlar. Ama karışıldık, bir defa daha yaratılmıştır ya.. Çâre? Çare, Allah rızası için fa "Basın meseleleri"ni bir an bırakmakta'. Yâni, geçici devrede statüko muhafaza edilirse, Basın temsilcisi diye yollarını şaşırıp Babıftliye düşmüş bir fakım esnaf muhatap alınacak yerde Basının bir sistemin parçası olduğu, ona göre tanzimi gerektiği, bunun için de normal devreyi beklemek icap ettiği hatırlanırsa sükûnet avdet edecektir. kişinin seçmesi gerekiyordu. Yüksek Murakabe Heyeti, kendi arasından 10 kişilik bir İkinci Seçmen Kurulu seçti. Bu on kişi, adaylar arasından birisini seçecek ve Temsilciler Meclisine gönderecekti.'işin burasına kadar pek pürüz çıkmadı. Gelgeldim 10 kişilik İkinci Seçmen Kurulunun altı karıştırılınca çapanoğlu çıktı. Bunlardan beşi hakkında Yüksek Soruşturma Kurulunda hâlen tahkikata devam edilmekteydi. Böylece beş kişi elendi. Geriye kalanlar işi yürütmeğe çalıştılar. Bu defa da Yüksek Murakabe Kurulundan itirazlar yükseldi. Yetmiş kişi adına beş kişi! mi karar verecekti? Yetmiş kişinin oylarına bu beş kişi mi tercüman o- lacaktı? Hem, geride kalanların içinde bir zamanların pek ünlü adamları vardı. Bir Orhan Çapçı vardı ki, kendisini tanıyanlar, dik yakalı gömleğe, düz akaju renkli saça olan hayranlığını pek iyi bilirlerdi. Bir Necmi Özkazanç vardı ki, memleketin tek kazancının sabık Başbakan olduğuna adı gibi inanırdı. Hâsılı, Yüksek Murakabe Kurulundan seçilecek Temsilciler mazbatasının tasdiki biraz güç görünüyordu. Bitirdiğimiz hafta, Basın adına Temsilciler Meclisine katılacak üyelerin ilk üçü de Ankara gazetecileri tarafından seçildi. Ama, "Ankara gazetecileri" demek pek doğru değildi. Feyzioğlu tasarısındaki bir hükmün M.B.K. tarafından değiştirilişindeki isabetsizlik burada kendini daha iyi gösterdi. Basın temsilcilerini seçme yetkisi, basın teşekküllerinin idare heyetlerine verilmişti. Bu yüzden, pek az iştirakle yapılmış) kongrelerin işbaşına getirdiği daha da az sayıdaki idare heyeti âzası gazeteci, ne dereceye kadar temsil ettikleri pek meşkûk bir büyük kütle adına oy kullandılar ve bir bakıma kendi kendilerini seçtiler. Hakikaten, Ankara basınım temsilen Meclise gireceklerden İlhami Soysal Sendikanın, Altan Öymen Cemiyetin başkanıydı. Onlara eklenen genç Oktay Ekşi ise, Genel Sekreterdi!.Buna mukabil, arkadaşlarının arzusunu kırmayarak adaylığım koyan ve Ankara Basınını hiç şüphesiz en selâhiyetle temsil edeceklerden biri olan Bülent Ecevit bu kapalı çevrede oy almaya muvaffak olamadı. Ancak seçime Ankaradaki Spor Muhabirleri Derneği iştirak ettirilmedi. Suyun basında bulananlar, bur basın teşekkülü olduğu Basın - Yayın ve Turizm Umum Müdürü tarafından tasdik e- dilen Derneğin idare heyetini seçime sokturmadılar. Bunun üzerine Dernek, Ankara il seçim kuruluna itirazını yaptı. Aynı müşküller İstanbul gazetecilerini de bitirdiğimiz haftanın için- 13

YURTTA OLUP BİTENLER de üzüyor ve temsil kabiliyetleri noksan kimselerin Meclise gönderilmeşinin önlenebilmesi için gayret sarfediliyordu. Ankarada olan İstanbulda da olursa, doğrusu Basın pek cılız bir kadroyla temsil edilecekti. İşçiler iş başında tibar gören bir başka kulis, işçilerin kulisi oldu. Zira büyük işçi İ kütlesini temsil için gönderilecek altı üyeliğin pek çok talibi vardı. Bunların seçim günü yaklaştıkça kulis faaliyeti arttı ve görüşler daha ziyade vuzuha kavuştu. Taraftarları fazla olması bakımından dikkate a- lınacak iki noktai nazar bulunuyordu. Bunlardan birincisi altı işçi temsilcisinin de işçi sıfatını haiz adaylar arasından seçilmesi, meselelerinde ilmî diğeri ise, işçi kifayetleri milsellem ilim adamlarının işçi sıfatını haiz kimselerle birlikte Kurucu Meclise gönderilmesiydi, İkinci görüş, münfesih D.P. saflarında faal rol almış, devr-i saltanatın ikbalinden gereği kadar nemalanmış veya maziye gömülmüş siyasi teşekkülün sempatizanı olmuş mâruf sendikacıların karşısında seçilme şansları az olanlar tarafından bir taktik olarak piyasaya arz edildi. Zira, işçi temsilcilerini, seçimde korporasyon sistemine itibar edildiğinden, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu İcra ve İdare Heyetleriyle, Türkiyede kurulu İşçi Sendikaları Birlikleri ve Federasyonları İcra ve İdare Heyetlerinin teşkil edeceği Temsilci Seçme Kurulu intihap edecekti. İcra ve İdare Heyetlerinin hepsi de 27 Mayıstan önce aktedilen, tehdit ve 14 tazyik ile, menfaat yemi torbasının ağzının sonuna kadar açılmasıyla yapılan seçimler neticesinde, münfesih D.P. tarafından tesbit edilen "adam"lardan kurulmuştu. Buna rağmen, ikinci fikir pek revaç bulmadı. Muhalifleri, "Kırk yılda bir işçilere temsil hakkı verildi; hazır fırsat zuhur etmişken Kurucu Mecliste işçilerin olgunluğu ve çalışma kaabiliyeti ispat edilsin" şeklinde propaganda yaptılar. Halen Kurucu Meclisteki altı işçi sandalyesini doldurmak üzere Ankaraya gönderilecek temsilciler için, adaylar arasında İstanbuldan Avni Erkalan, Ankaradan Kerim Akyüz ve Zonguldaktan Ömer Karabasanın isimleri üzerinde hemen hemen bir fikir birliği bulunmaktadır. Geriye kalan İki temsilci için ileri sürülen C.K.M.P. Genel Merkez binası Kazanın kaynadığı yer adaylar arasından en fazla İbrahim Denizcier, Muzaffer Daysal, İsmail Aras ve Bahir Ersoy şanslıdır. Ersoyun, geçilmesi halinde, halan Amerikada görmekte olduğu eğitimi yanda kesmesi zarureti hasıl olacaktır. İkinci görüşü destekliyenler, işçi sıfatını haiz temsilcilerle birlikte Kurucu Meclise sokulmak üzere, ilim adamlarından Ankara Üniversitesi mensubu Prof. Dr. Cahit Talas ve İstanbul Üniversitesinden ismi henüz belli olmıyan bir Sosyoloji doçentini namzet göstermeğe hazırlanmaktadırlar. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu sabık Başkanı, milletvekilliği sevdalısı Nuri Beşerin de a- daylığını koyması muhtemeldir. Böyle bir yol takip ettiği taktirde, Beşerin Temsilci Seçme Kurulundaki delegelerin çoğundan rey tophyabileceğinden pek az kimsenin şüphesi vardır. Ancak, Beşeri gölgeliyen bazı kara bulutlar mevcuttur: 27 Mayıstan önce münfesih D.P. nin düşük Genel Başkanı Adnan Menderese bağlılık telgrafı çekmiş ve gençlerin 28 Nisanda başlıyan hürriyet mücadelelerini şiddetle takbih etmiştir. Her nekadar şimdi tevile kaçmakta, mahut telgrafın zorla çektirildiğini iddia etmekteyse de Telgrafçı Beşer, hareketinin yarattığı tepki üzerine 27 Mayıstan sonra istifaya mecbur kalmıştır. Fakat o kadarla da yetinilememiş, Türkiye İşçi Sendikaları Federasyonunun gayretli Yüksek Haysiyet Divanı Beşeri istifa etmiş olmasına rağmen Başkanlıktan ihraç suretiyle işi iyice perçinlemiştir. İnsanı çileden çıkaran, Beşerin 27 Mayıstan hemen sonra soluğu bir P.T.T. Merkezinde alıp Milli İnkılâbın lideri Orgeneral Cemal Gürsele bağlılık telgrafı çekmesi ve askeri hükümet darbesini kalpten desteklemesidir. Bâzı Sendikacılar, lafazan Beşerin tutumundaki tezatları gözönünde tutarak. Beşerin adaylığına itiraz edeceklerdir. İşçilerin temsilci seçme kurulu ö- nümüzdeki haftanın perşembe günü îstanbulda Eminönü öğrenci Lokalinde toplanacaktır. Yirmi kadar teşekkülün icra ve idare heyetlerinin iştirak edeceği bu toplantıda tur esası kabul edilecek ve reylerin yarıdan bir fazlasını alabilenler Kurucu Mecliste işçileri temsil etme şansına sahip olacaklardır. İlk iki turda netice elde edilemediği taktirde, üçüncü turda en fazla oy toplayan adaylar temsilci seçilmiş addedileceklerdir. Bu seçim öncesi kararlaştırılan usûl, işçilerin diğer teşekküllere nazaran daha rasyonel çalıştıklarını göstermektedir. İstanbuldaki işçi kesafetini dikkate alan sendikacılardan bir grup İstanbulun vilâyete ayrılan 4 kişilik kontenjanına da göz dikmekten geri durmadılar. işçilerin temsilci arasına hiç olmazsa bir aday ithal etmeleri istenmektedir. Bu aday, isçi meselelerine vakıf doçent Sebahattin Zaim olacaktır. İşçiler adaylarının kazanması için siyasi cengelde deboy göstermeğe, bitirdiğimiz hafta içinde başladılar. Dev parti! Ç eşitli teşekküllerde, bitirdiğimiz hafta işte bütün bunlar olup biterken hadiselerin en eğlencelisi gene de C.K.M.P. da geçiyordu. Dev parti, bütün gayretini C.H.P. li seçtirmemeye ve kurulacak Meclisi daha şimdiden -bir başka hırslı adamın, Aydın Yalçının işbirliğiyle şüp-

he altında bırakma savaşına teksif etmişti. Ama, hadiselerin üzerine projektör çevrildiğinde uzun boylu, iri yarı bir adamın pek fazla sıkıntıda olduğu kolaylıkla görüldü. Sıkıntıda olan zat, meşhur Bölükbaşıydı. Lider -malûm sebepten- Kurucu Meclis hikâyesi ortaya atılınca İnönü girmezse Temsilciler Meclisine girmiyeceğini el altından etrafa duyurmuştu. Ama dervişin zikri hiç de fikri gibi değildi, İnönünün girmeyeceği katiyetle anlaşılınca Bölükbaşı bal gibi Meclise girmek ve pek özlediği meydan nutuklarını atmak isteğini ortaya vurdu. Kaldı ki, bu nutukları şimdi harfi harfine sütunlarına alacak bir yayın organı da mevcuttu ve söylediklerinin bütününü beyaz kâğıt üzerinde görmekten pek fazla zevk duyan irikıyım lidere bu zevki bol bol tattıracaktı. İşte C.K.M.P., 25 kişilik kontenjanının nasıl doldurulacağı tartışmasına liderin bu hissiyatıyla girdi. Sakarya Caddesindeki binanın, kapıdan girince karşıya gelen yeşil çuhalı masası başına oturanlar, ne yapacaklarını ilk ağızda kestiremediler. Evvelemirde, lider Meclise girecekti. Buna bir itirazları yoktu. Sonra kendileri de -Genel İdare Kurulu üyeleri- gireçeklerdi. Buna hiç mi hiç itirazları yoktu. Böylece kontenjanın 18 kişilik bir kısmı kapatılmış Oluyordu. Buna oy birliğiyle karar verildi. Ama gene şişin ve kebabmınyanmamasına dikkat edilecek ve il temsilcilerinin kalpleri kırılmamağa çalışılacaktı. Zira C.K.M.P. nin vefakâr il başkanlarının gönüllerindeki aslanlar kükrüyordu. Öyle ya, bunca yıl C.K.M.P. İl Başkam ol, İl İdare Kurulunu kurabilmek için anandan emdiğin süt burnundan gelsin, seçime gir kaybet, sonra ayağına hazır milletvekilliği gelmişken onu da Genel İdare Kuruluna hediye et! Eee, işin bu kadarı da cidden dayanılmaz bir sabrı gerektirmekteydi. Teşkilâttan gelen haberlere bakılırsa, idealist il başkanlarının sabrı artık "dama!" demişti! Bununla beraber C.KM.P. Genel İdare Kurulu geri kalan 7 kişilik kontenjanın 11 başkanlarını tatmin edeceğini düşündü, Öyle ya, şunun turasında kaç il vardı ki, C.KM.P. teşkilâtı onda bir il teşkilâtı hüviyetine bürünmüş olsun? Bu gerekçe Genel İdare Kurulunun yüreğine biraz su serpti. Sonra iş 26 kişilik kontenjanla bitmiyordu ki... Vefakâr il başkanları çalışır çabalar, illerindeki temsilcileri C.K.M.P. den gönd, rebilirlerdi! C.H.P. nin her ilde kazanması mümkün değildi. Hele bir manevrayla D.P. evleri çantaya atı- Şahap Gürler Rakipsiz aday lırsa, iş tamamdı! İl Başkanları da, bulundukları ili temsilen Meclise girerlerdi. Bunun için Başkanları Genel Merkezde toplamak, 7 kişiyi onların arasından seçmek, diğerlerine de birer kuvvet şırıngası yapıp il seçimlerini kazanmaları için nasihat vermek gerekiyordu. tein burasına kadar Genel İdare Kurulu üyeleri pek iyimserdiler. Gelgeldim, irikıyım lider işin sonunu pek tatlıya bağlamadı. lider, geri kalan 7 kişilik kontenjanın kendisine tanınması ve Genel Başkanın bu yedi kişiyi seçmesi gerektiği fikrini ortaya attı. Nasıl Devlet Başkanına bir kontenjan tanınmıştı, Partisinde de kendisine böyle bir kontenjan tanınmak ve C.K.M.P. lı Temsilciler Meclisi üyeleri Bölükbaşının süzgecinden geçmeliydi! Genel İdare Kurulu üyeleri bu teklif karşısında şaşırdılar. Ne yapacaklardı 7 Evet deseler, il başkanlarım toplamağa lüzum yoktu. Hayır deseler, lider ateş püskürecekti. Derin derin düşündüler ve itilarin isteğini redde karar verdiler. Zira teşkilât kendileri için çok daha önemliydi. Kırık dökük de olsa, il teşkilâtını kaybetmek istemiyorlardı. İşte bu yüzdendir ki Bölükbaşı ile Genel İdare Kurulu üyeleri arasından geride bıraktığımız haftanın sonunda bir karakedi geçti ve suratlar asıldı. Yaman savaşçılar Bu sırada, başkentteki bir başka partinin Genel Merkezinde zahiri bir sükûn hüküm sürüyor, fakat ka- YURTTA OLUP BİTENLER zan alttanalta kaynıyordu. C.H.P. mn Karanfil Sokaktaki sarı badanalı Genel Merkezinde otoriter Genel Sekreter Aksal duruma hâkimdi ve bir yandan Genel Başkanın, bir yandan mesai arkadaşlarının, fakat en mühimi,,teşkilâtın hemen tamamının desteğine sahip olmanın verdiği prestijle bu badireden şerefle çıkmaya çalışıyordu. C.H.P. nin 49 üyeliği için binlerle talip vardı. Eski şöhretler, eski milletvekilleri, seçim kazanamadıklarından bir türlü Meclise girememiş teşkilâtçılar en mükemmel adayın ancak kendileri olabileceğinden emindiler. Hafta biterken Genel Başkan İ- nönif, Küçük Kurultayı teşkil edecek Parti Meçlisi üyelerine, Merkez Kadın ve Gençlik Kolu başkanlarına, 67 ilin temsilcisine bir davetiye çıkardı. Bu davetiyeyle İnönü İkinci Seçmenleri 30 Aralık cuma günü Ankaraya, Partinin 49 temsilcisini seçmeye davet ediyordu. Ancak onlar gelmeden Genel Merkezde bâzı isimler değil de, bazı vasıflar üzerinde ittifak olması lüzumlu görüldü. Partiyi iyi bilen 11 temsilcileri, bu vasıfların üzerine gerekli etiketleri şüphesiz mükemmelen yapıştıracaklardı. Ancak, her teşekküldeki müşkül C.H.P. nin de başındaydı. Seçmen ve aday aynı kimseydi. Parti Meclisinden pek as kimse adaylığa hevesli değildi İl temsilcileri de -bunların yüzde 95'- ten fazlası il başkanıdır- gönüllerinde aslanlar yattığın; hissediyorlardı. Genel Başkanın ve Genel Sekreterin bir endişesi, aday - seçmenlerin bir kısmının karşılıklı tavizlerle bir araya gelerek değersiz liste hazırlamaları ve bunu kazandırmalarıydı. Tek ümitleri ise, seçmen rolü oynayacak olanların olgunluklarıydı. Zaten bizzat İnönü, C.H.P. nin Temsilciler Meclisine kimleri değil de, ne vasıfta insanlar göndermesi gerektiğini İkinci Seçmenlere anlatacaktı. Buna, mukabil bâzı gazetelerde çıkan listelerin aslı yoktu. Genel Merkezin listesi mevcut değildi, fikirleri vardı. Üzerinde aşağı yukarı ittifak olan husus on yıllık D.P. devrinde eski şöhretleriyle geçinmiş, bu şöhretleri sayesinde yukarı kademelerde yer a labildikleri halde küçük parmaklarını kıpırdatmamış tatlı su kahramanlarının, ömrü boyunca bir tek ciddi fikir söylememiş sahte isimlerin, mücadeleyi dışardan seyretmiş kabadayıların, Menderes veya arkadaşlarıyla ideal veya i arkadaşlığı etmiş C H.P, lilerin, ama bunlarla beraber sâdece ayakları çalışan zevatın da Temsilciler Meclisine girmesinin partinin orestijini sıfıra indireceğiydi.

YURTTA OLUP BİTENLER İnkılâplar Patlayan bomba aat tam 21,58'i gösteriyordu. Her S gece olduğu gibi o gece de, iki dakika sonra ışıklar sönecek, kısa bir süre sonra yeniden yanacaktı. Nizamiye kapısında nöbet bekleyen genç ve dinç er, kol saatine bakıp ışıkların iki dakika sonra söneceğini düşündü. Birbuçuk yıllık askerdi. Tezkere almasına sâdece alta ay kalmıştı. Birbuçuk yıl sonra tezkere için ay değil, gün sayılırdı. Bu ise, hizmetin bitmesi demekti. Orduevinin önünde nöbet bekleyen er, bir Orduevinin içinden yayılan ışıklara, bir de, daha geçen yıl yapılmış olan Atatürk heykeline baktı. O anda iki dakikalık zaman Ankaralı gençlerin İskenderun hadisesini tel'in mitingi Emaneti koruyanlar dolmuştu. Bütün saatler 22'yi gösteriyordu. Işıklar birden söndü. Bu sırada bir teğmenle bir assubay Orduevinin merdivenlerinden iniyorlardı. Er, nöbetçi subayları selâmlamak üzere kapıda hazırol durumuna geçti. Karanlıkta, sâdece sinemaların önlerindeki seyyar satıcıların sesleri duyuluyordu. Bir kaç dakikalık bir fasıladan sonra ışıklar yandığı zaman, Opel marka gri bir otomobilin büyük bir gürültüyle heykelin yanından süratle uzaklaştığı görüldü. Arkasından, kulakları sağır eden, bütün İskenderunu bir anda ayağa kaldıran müthiş bir patlama duyuldu. Teğmen, assubay ve nöbetçi şaşkınlık içinde patlamanın olduğu yere baktılar. Sonra süratle uzaklaşan küçük otomobili gözleriyle takip ettiler. Kısa süren bir duraklamadan 16 sonra, üçü birden heykele doğru koftular. Heykelin başı kopmuştu. Ayak lan parçalanmış, kaidesi tanınmıyacak şekilde harap olmuştu. Ortalık bir anda ana - baba gününe döndü. Bütün İskenderunlular kafileler hâlinde, Cumhuriyet meydanına doğru akın etmeğe başladılar. Hesaplı ve plânlı iş âdise, geçen hafta pazartesi gecesi İskenderunun Cumhuriyet H meydanında cereyan etti. Hâdiseden hemen sonra, heykelin altında bir beyaz kâğıt parçası bulundu. Bu kâğıtta-millî Birlik Komitesi ile İnönü aleyhinde cümleler vardı. Ayrıca heykelin bulunduğu meydandan çıkan bütün yollarda damla damla kan izlerine rastlandı. Hâdise, bütün görünüşü ve delilleriyle profesyonel eller tarafından hazırlanmış oldu- ğunu belli ediyordu. Profesyonel tertipçiler, her gece saat 22'de motor değişmesi yüzünden İskenderunda e lektriklerin söndüğünü hesaba katmışlardı. Bombanın tam bu sırada patlatılması, bunun açık deliliydi. Bu suretle heykelin tam karşısındaki Orduevinin kapısında bekleyen nöbetçiden saklanabileceklerdi. Nitekim plânlarını da bu hesaba dayamışlar ve umdukları neticeyi almışlardı. Meydana çıkan yolların hemen hepsinde görülen kan izleri, akla birkaç ihtimal getirdi. Bunlardan birincisi, tahkikatı bir çıkmaza sokmak için bu kan izlerinin önceden hazırlanmış bir plâna göre düzülmüş olmasıydı. İkinci ihtimal, bombanın yerleştirilmesi sırasında tertipçilerden birinin yaralanmış bulunmasıydı. İhtimaller ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın ortada, üzerinde büyük bir önemle durulması gereken acı bir gerçek vardı. Bu gerçek, tertipçilerin profesyonel oluşları, Atatürk heykeline yapmayı, tasarladıkları suikastı önceden büyük bir titizlikle hesapladıkları ve elhak, bu plânlarını tatbikte tam başarıya ulaşmış olduklarıydı. Böylece Türk Milletini canevinden vurmanın yolunu bulmuşlardı. Profesyonel tertipçilerln bu işten elde edebilecekleri sonuç da daha başka türlü olamazdı. HAtatürk, izindeyiz! âdisenin ertesi günü çıkan gazetelerin hemen hiç birinde tskenderundaki Atatürk heykeline yapılan tecavüz yer almadı. Bunda suç, her zaman olduğu gibi, Anadolu A- jansındaydı. Ajans, olayı gece saat birde bir sürü yanlışlarla, yorum ve haber değeri sıfır derecesinde olmak üzere verdi. Fakat haberin sâdece bir gazetede yayınlanması bile Türk gençliğinin kükremesi için yetti. E sasen aynı gün İskenderunda büyük bir miting tertiplenmişti. Suikastçıların derhal yakalanması için alman sokağa çıkma yasağına rağmen, İskenderunluları evlerine sokmak müm kün olamadı. Halk sokaklara döküldü, sabaha kadar bu menfur olayı tel'in etti. Türk milletini canevinden vurmaya kasdeden profesyonel tertipçilerin yakalanabilmeleri için a lınması gereken bütün tedbirler en kısa zamanda ve süratle alındı, bütün yollar tutuldu. İlgili makamlar ve halk, suçluların en kısa zamanda yakalanmaları için büyük bir sabırsızlık gösteriyordu. Müessif hâdise aynı gece Ankarada duyulunca Milli Birlik Komitesi ile Bakanlık çevrelerinde bir bomba tesiri yarattı. Verilen ilk emir, halkın sükûna davet edilmesi ve suçluların derhal yakalanması için bütün tedbirlerin alınması oldu. Hâdise sabahı, erken saatlerden itibaren İstanbul ve Ankarada gençlik için için kaynamağa başlamıştı. Fakültelerde öğrencilerin hiç biri, daha önceden bir sözleşmeleri olmadığı halde derse girmedi. Ellerinde bayraklar, caddelere döküldüler. Bü-~ tün gençlik, büyük bir hınç ve öfke içindeydi. Ama buna rağmen vekarını muhafaza ediyordu. Gözler dolu, yürekler doluydu. "Atatürk, İzindeyiz!" sesleri Ankara ve İstanbul semalarını çın çın çınlatıyordu. Atatürke uzanan el mutlaka kırılacak, kötü niyetlilerin kökü mutlaka kurutulacaktı. Bu hâdiseden en çok.korkanlar Ankara ve İstanbul'da okuyan Arap AKİS. 26 ARALIK 196l

öğrenciler oldu, Arap öğrenciler Ankaradaki öğrenci teşekkülleriyle temasa geçerek korktuklarını bildiriyorlar ve sokağa çıkmağa cesaret edemiyorlardı. Aldıkları cevap şu oldu: "Öyleyse hemen bir protesto tebliği yayınlayın. Olayı tefin edin." Arap öğrenciler Başkan Gürsele çektikleri bir telgrafla, olayı protesto ettiklerini bildirdiler. Ankarada, hadisenin ertesi günü hava yağmurluydu. Şakır şakır yağan yağmurun altında iliklerine kadar ıslanmalarına rağmen en küçük bir dağılma alâmeti göstermiyen gençler, sabahın saat dokuzundan itibaren kafileler halinde Anıt Kabirde toplandılar. Değil yağmur. gökten taş yağsa, Türk gençliği A- tasının huzurunda toplanacak, onun izinde olduğunu, onu herşeye ve herkese karşı, kanının son damlasına kadar koruyacağını bir kere daha bütün dünyaya ilân edecekti. Bu ka AKİS, 26 ARALIK 1960 rarın önüne geçilemezdi. Nitekim, yağmurun bütün şiddeti bu kararın tatbikine zerre kadar engel olamadı. Vatandaşlar, haberi radyodan bekliyorlardı. Herkes radyosunun başındaydı. Devlet Başkanı Gürselin demeci, yüreklere su serpti. Başkan, rahatsızlığı dolayısıyla Hataylıları bağrına basamamaktan duyduğu ü- züntüyü belirtiyor, sonra şöyle diyordu: "ölümsüz Atatürke dil ve el uzatmağa cesaret edebilecek bedbahtların kaynağı nerede olursa olsun mutlak surette kurutulacak, vefakâr ve fedakar Türk Milleti bu kabil iğrenç hareketleri hiç bir zaman affetmiyecektir." Devlet Başkanının mesajını Hataylılara götürmek üzere, Milli Birlik Komitesi üyelerinden Cemal Madanoğlu, Osman Köksal ve Sezai O- kan öğleden sonra bir askeri uçakla Adanaya gittiler. Saat 18'de uçak Adanaya indi ve üç Komite üyesi bir YURTTA OLUP BİTENLER otomobille İskenderuna doğru yola çıktılar. Hataylılara Devlet Başkanının büyük üzüntüsünü bildiren Komite üyeleri, sâde bir şekilde Atatürk heykeline de bir çelenk koyduktan sonra ilgililerle gerekli temasları yaptılar ve aynı gün Ankaraya döndüler. Bu hâdiseyi tel'in etmek üzere bu satırların yazıldığı sırada yedisinden yetmişine bütün Türk Milleti kaynıyor, yurdun her yerinde mitingler birbirini kovalıyordu. Simdi bütün gözler, yapılmakta olan soruşturmanın sonucuna dikilmiştir. Atatürkün heykelini bombalamak cür'et ve cesaretini gösteren bu profesyonel tertipçiler kimlerdir? Mütecasirlerin yakalandığı ve cezalandırıldığı bildirilmedikçe, kimsenin içi rahat etmiyecek, huzura kavuşulamıyacaktır. Ancak, hâdisenin profesyonel eller tarafından tertiplenmiş bulunması faillerinin yakalanmasını güçleştirdi. O gece kaçan Opel belki da suikastçıları hududun ötesine götürmüştü. Şüpheler, bilhassa Arap komünistler üzerinde toplandı. Zira güdülen gaye, bir kuvvet gösterisinden ziyade Türk cemiyeti içinde karışıklık yaratmak, şüpheleri onun bunun üzerine atmaktı. Heykelin altındaki kâğıt melun ellerin düşük kuyrukları, ya da yobazlar olduğu intibaını veriyordu. Ama, kâğıt -tıpkı kan izleri gibi- acaba gerçek miydi, yoksa o intiba uyansın diye mi oraya yerleştirilmişti? Bitirdiğimiz hafta içinde faillerin bulunduğu, fakat linç edilmemeleri için isimlerinin ilân olunmadığı bâzı gazetelerde yazıldı. Bu, tamamile a- sılsızdı. Emniyet makamları oniki kişiyi tevkif etmişlerdi, ama bunların suça iştirakleri bulunup bulunmadığı, varsa iştirak dereceleri bilinmiyordu. Mevkuflardan üçü Hatayın tanınmış Mursaloğlu ailesine mensuptu. Politikacılar Başkanın kahvesi eride bıraktığımız haftanın içinde G Başkan Gürselin sıhhatiyle yakından alâkadar olanlar -daha doğrusu sıhhati hakkında yekinen bilgi sahibi olanlar- sevinçle gözlerini kırpıştırdılar. Doktorlar Başkanın kahve içmesine müsaade etmişlerdi! Demek ki General iyiye doğru süratle gitmekteydi, hattâ ve hattâ hiç bir şeyi kalmamıştı. Değil mi ki Generale çok sevdiği sade kahvesi yemeklerden sonra bir tane dahi olsa veriliyordu, öyleyse büyük tehlike -haki- 17

YURTTA OLUP BİTENLER Gürsel çocukları seviyor Geçmiş olsun katen büyüktü- atlatılmış demekti. İşte bunun içindir ki geçen hafta Generali: ziyarete gidenler kendisini pek neşeli buldular ve sevindiler. Gürsel gelenlere takılıyor, şakalar yapıyor, onları bol bol güldürüyordu. Aralığın ilk haftasından itibaren nekahat devrine girmiş olan Başkan hiç bukadar iyi olmamış hiç bukadar keyiflenmemişti. Haftanın içinde ziyaretçiler arasında birinci sırayı işgal eden, Başbakan Yardımcısı Fahri Özdilekti. Özdilek hemen her gün Başkan Gürsele uğradı. Bu hem ziyaret, hem de ticaretti, Özdilek Gürsele uğradığı sıralarda memleket meseleleri ve Hükümet işlerini de konuşuyor, gerekli direktifleri alıyor, Başkam olan bitenin gazetelere intikal etmiyen kısmından haberdar ediyordu. Ziyaretler 15 ilâ 17 arasında oluyordu. Doktorlar Başkana günde ancak iki saatlik bir çalışma hakkı tanımışlardı. Başkan diğer saatlerini istirahatla geçiriyordu. Ayağa kalkış.. G eneral Gürsel iki haftadan beri ayakta rahatça dolaşabilecek hale gelmişti. Sabahları mûtadı veçhile erkenden kalkan General, doktorların tesbit ettiği menü icabı zeytin, peynir ve kızarmış ekmekten müteşekkil kahvaltısını ediyor, açık renk bir çay veya şekeri çok az bir sütle kahvaltıyı takviye ediyordu. Generale hayvani yağlar hâlâ yasaktı. 8ekerli maddeler verilmiyordu. Tatlı, reçel v.s. Gürselin kursağına bir aya yakındır girmemişti. Ama bu, Generali fazla müteessir etmiyordu. Zira tatlıyla başı hakikaten hoş değildi. Başkan Gürsel artık kahvaltısını müteakip salonda geziniyor ve yürüyüş eksersizleri yapabiliyordu. Buna, ifrata kaçmamak şartiyle doktorlar müsaade etmişlerdi. Bu arada Başkanın hususi doktoru ve diğer birkaç doktor günlük viziteyi ikmal ediyorlardı. General günlük muayenelerde pek neşeli oluyor» doktorlara takılıyor, onlarla ş akalar yapıyordu. Muayene son günlerde oldukça kısalmıştı. Bu kısa zaman içinde Başkan doktorlardan mütemadiyen ne zaman çalışmasına müsaade edeceklerini soruyordu. General doktorların elinden kurtulduktan sonra derhal gazetelere sarılıyordu. Günlük gazeteleri başından sonuna kadar okuyordu. Sonra gene salonda mûtad turlarını atmada başlıyordu. Ağır ağır ve doktorların tavsiyesine uyarak kendini yormadan yaptığı bu gezinti esnasında, Başkanın düşündüğü görülüyordu. Düşündüğü mesele hakkında bir karara varır veya yepyeni bir şey aklına gelirse robdöşambırının cebinden düşürmediği küçük bloknotu çıkarıp, deftere ufak notlar alıyordu. Sonra bunları 15-17 arasındaki ziyareti sırasında Özdileke söylüyor, meşgul olmasını istiyordu. Başkana sigara ve içki hâlâ yasaktı. Ama dinç asker kendini bu yasaklara kolay alıştırmıştı. Öğle yemeği gene hafif gıdalardan mürekkepti. Başkan henüz perhize devam ediyordu. Öğle yemeğinde Başkanın, büyük istikayla yediği, yağı az çorbaydı. Gürsel çorbasını iştiha ile.kaşıklıyor ve ailesiyle yemek esnasında bol bol sohbet ediyordu. Daha sonra hafif sebzeler geliyordu. Erik hoşafı -tabii şekeri az- Başkanın zevkle kaşıkladığı menünün son, yemeği oluyordu. Doktorlar Gürsele Koka Kola içmesinde mahzur olmadığını söylemişlerdi. Başkan hararetini bol Koka - Kola ile gideriyordu. Bu içkiyi Gürsel pek sevdi. Öğle yemeğinden sonra sıkıntılı saatler başlıyordu. Başkanın saat 15 e kadar yataktan çıkmaması gerekiyordu. Gürselin bütün ısrarları, yüzünü buruşturması, canının sıkıldığını belli etmesi para etmiyordu. Dr. Albay Mustafa Bilhan bu üç saati Generale yatakta geçirttiriyor ve saat 15 de ayağa kalktığında kendisini daha zinde hissetmesinden büyük sevk alıyordu. Saat 15 ziyaretçileri arasında Kurmay Albay Osman Köksal da bulunuyordu. Komitenin bu sessiz ve mütevazi, ama sebatlı ve işbilir Albayı Generali hemen her gün ziyaret et mekte, kendisiyle Komitedeki meseleler üzerinde konuşmakta ve dışarıda olup bitenleri anlatmaktaydı. Başbakanlıktaki işler hakkında Başkan muntazaman malûmat almaktaydı. Onun için Başbakanlık Müsteşarı Hilmi İncesulu gün aşırı Generali ziyarete gidiyordu. İmzalanması gereken kâğıtları da yanında götüren Müsteşar hem bilgi veriyor, hem de direktif alıyordu. Akşam yemeğinin menüsü öğlenkinden pek farklı, olmuyordu. Yemekten sonra doktorlarla sohbete koyulan General son üç gün içinde, sabırsızlandığını ve artık çalışması için müsaade etmeleri lâzım geldiğini söylemeğe başladı. Doktorlar vaktin henüz erken olduğunu, Gürsele biraz daha dişini sıkması lâzım geldiğini bildirdiler. Hekimler bu ara da kontrvizit yapıyorlar ve aralarında durumu kritik ediyorlardı. Beklenen haber İ şte, Generalin günleri bu minval ü- zere giderken geçen haftanın sonlarındaki gün, Gürselin kulağını kadife yumuşaklığında bir söz âdeta okşadı. Verilen haber Generali çocuk gibi sevindirdi. Uzun olmamak şartiyle perşembe günü dışarı çıkabilir, hattâ kısa bir basın toplantısı dahi yapabilirdi. Gürsel bu habere bir sevindi, bir sevindi. Zira dinç asker bir aya yakın zamandır tıkanıp kaldığı yerden sıkılmağa başlamış, neredeyse patlıyacak hale gelmişti. 18 AKİS, 26 ARALIK 1960

YASSIADA DURUŞMALARI Büyük B Dâvalar temizlik ugün, yeni bir hafta başlarken Yüksek Adalet Divanının.elinde, sonuna gelmemiş tek dâva bulunmak tadır: Topkapı Suikastı. 14 Ekimden bu yana açılan bütün dosyalar ya karara bağlanıp rafa kaldırılmıştır -yani, meşhur 1 numaralı dosyayla birleştirilmiştir-, ya da mütaleâ ve müdafaa safhasına gelmiştir. Girdiğimiz haftanın tam başındaki gün bunlardan ikisinin son fasılları tamamlanacaktır, İddia makamı Od "Görülmemiş Kepazelik" dâvasında,iparın Gemileri ve Örtülü Ödenek işlerinde mütaleasını söyleyecek, muhtemelen aynı gün Gemi rezaletinin kahramanlarının avukatları müvekkillerini savunmaya çalışacaklardır. Tıpkı Îparın gemileri gibi örtülü ödenekte de sölenecek fazla bir şey kalmadığından Menderesle Korurun avukatlarının da son barutlarını atmaları uzamayacaktır. Böylece, bitirdiğimiz haftanın sonunda Yüksek Adalet Divanı yedi dâvada karara varmış bulunuyordu. Bunların birincisi "Köpek Dâvası"dır ve sanıkları Bayarla Ökmen mahkûmiyet almışlardır. İkincisi "Bebek Dâvası"dır ve sanıkları Menderesle Dr. Atabey beraat etmişlerdir. Üçüncüsü "Börek Dâvası"dır ve sanıkları Polatkanla Vinileks ortakları Dölay, Altan, komisyoncuları Sipahi suçlu görülmüşlerdir. Dördüncü dâvanın tek sanığı vardır: Nedim Ökmen. Nüfuz ticareti yaparak eşine ait bir arsayı İş Bankasına fahiş fiyatla satan düşük Tarım Bakanı mahkûm olmuştur. Beşinci dâva, "Mandalincinin yollukları" davasıdır. Divan o meselede Mandalinciyi sâdece borçlu, fakat Hayreddin Erkmeni suçlu - bulmuştur. Karaca bağlanan altıncı dâva "Değirmen Dâvası"dır. Onun sanıkları Yırcalıyla Demirkan zaman aşımı sayesinde yakayı kurtarmışlardır: Biten yedinci dâva "Gürbüz Kız Davasıdır.. Hasta eşine "sıhhi malzeme" diye kendisine Almanyadan "sarışın, gürbüz bir Alman kızı" getiren sefa düşkünü Koraltan, peşinde döviz müsaadesini veren talihsiz Polatkanı da sürükleyerek Adaletin sillesini yemiş ve suçlu bulunmuştur. Bu yedi dâvanın yanında iki dâva karara kalmıştır. Bunlardan birincisi "Radyo Dâvası"dır. İçine girdiğimiz haftama ilk günü, Divan o dosyayla alâkalı kararını tebliğ e- decektir. Aynı vaziyette bulunan bir başka dosya, 6/7 Eylülle ilgili- AKİS, 26 ARALIK 1960 dir. Divan, o dâvayı da tamamlamıştır ve hükmü 5 Ocak günü bildirecektir. Onların yanında "İparın Gemileri" ve Örtülü Ödenek" de tamamlanacağına göre, o iki Görülmemiş Kepazelik hakkındaki hüküm de, muhtemelen 6/7 Eylül hâdiselerinin karar günü tefhim edilecektir. İçine girdiğimiz hafta, Yassıadada sâdece "Topkapı Dâvası" devam ediyordu ve henüz tahkikat safhasındaydı. Tanıklar dinleniyor, hâdiselerin aydınlatılmasına çalışılıyordu. Fakat birkaç gün içinde yeni dosyaların havale edilmesi ve yeni dâvalara başlanması hiç kimseyi şaşırtmayacaktır. "Uşak Hâdiseleri", yeni seriyi açacaktır. Onu muhtemelen "Demokrat İzmirin Tahribi'' takip edecektir. Daha sonra sıra "Kayseri Hâdiseleri"ne gelecektir. İstanbul ve Ankara Üniversitesi hâdiselerine ait dosya da hazırdır ama, ona Anayasanın ihlâli dâvasından bir önce bakılacak, bu suretle kronoloji muhafaza edilecektir. Mamafih, yeni serinin yılbaşından sonra başlaması ve bu hafta içinde yakınlarının düşükleri ziyaretleri sona erdirilerek Yüksek Adalet Divanının çok sıkı bir çalışma temposu içine girmesi kuvvetle muhtemeldir. Zaten haftanın sonuna, yılbaşı dolayısıyla, muhtemelen cumadan itibaren duruşma konulmayacaktır. Şimdi bütün arzu, duruşmaların esas kısmının, yani Anayasa dosyası dahil rejimle alâkalı suçların tamamının en geç Mayısa. kadar tamamlanmasından ibarettir. Anayasayla alâkalı karar açıklandıktan sonra, cezaların infazı faslı başlayacaktır. Dîvanda idam kararlan verildiği takdirde bunlar infazdan Önce Kurucu Meclise gidecektir. İdamdan gayrı kararlar, derhal infaz edilecektir. Düşükler Yassıada yolcuları A çık kahve rengi manto giymiş bereli genç ve sempatik bir kadın, tombul yanaklı iki küçük kızı ile birlikte Muvakkathaneden bozma büronun deniz tarafındaki demir parmaklıklı kapısından çıktı ve kendisini karşılayan orta boylu, şişmanca kadın arkadaşına: " Çok zayıflamış" dedi. Göz pınarlarından iki damla yaş 19

YASSIADA DURUŞMALARI süzüldü ve elmacık kemikleri çıkık pembe yanakları üzerine döküldü. Bereli kadın daha fazla bir şey söylemeğe lüzum görmeden yanaklarından aşağı süzülen yası kolunun tarat ile yavaşça sildi ve biraz ilerde kendisini beklemekte olan hususi o- tomobile doğru ilerledi. Adeta kaçarcasına bindi. Hâdise geçen haftanın ortasında bir gün Milli Birlik Komitesinin Dolmabahçedeki İrtibat bürosu önünde cereyan ediyordu. Gözü yaslı kadın düşük Maliye Bakam Hasan Polatkanın eşi Muhattere Polatkandı. İki küçük kızı, Nilgün ve Sema İle eşini Yassıadada ziyaret etmek fırsatım bulabilmişti. Muhattere Polatkanın kocasında müşahede ettiği en büyük değişiklik düşük Bakanın pek fazla zayıflamış olmasıydı. i Düşük aileleri isin her şey geçen haftanın ortasındaki çarşamba günü saat 9.45 de başladı. O gün takvimler 21 Aralık 1960 ı göstermekteydi. Dolmabahçe rıhtımından kalkan meşhur ve emektar Fenerbahçe vapuru 29 düşük ailesini Yassıadaya götürüyordu. O gün Fenerbahçe personel hariç- tam 99 yolcu ile hareket etti 1. Bu yolculardan 60 si düşük avukatlarıydı. Geriye kalanları düşük aileleri teşkil ediyordu. Böylece tam 204 gün sonra düşükler aileleri ve çocuklarıyla görüşmek imkanın bulabildiler. O gün Yassıada sakin günlerinden birini yaşamaktaydı. Zira duruşma yoktu. Düşük aileleri saat 10.25 te Yassıadaya ayak bastılar. Onar kişilik gruplar halinde mahkeme salonunun üst tarafındaki tepede bulunan kantine götürüldüler. Saat tam 10.40!ta muhafızları arasında kantine getirilen düşükler, birer masa etrafında aile ve akrabalariyle görüştürüldüler. Sâdece her masanın başında bir tek subayın a- yakta beklediği bu görüşme, şimdiye kadar pek az tutukluya nasip olmuştu. Düşükler, çocuklariyle, eşleriyle, kardeş ve babalariyle samimi bir şekilde ve rahatça konuşabiliyor, ağlaşabiliyor, hattâ öpüşebiliyorlardı. Tam 1 saat 10 dakika, masa başında dertleşen bu topluluğun arasında düşüklerden bilhassa Behçet Uz, M. Faruk Gürtunca, Ali Harputlu, Hüseyin Fırat ve Remzi Birantın eşi ve çocukları göze çarpmaktaydı. Namde Gediğin damadı Turan Akarca bir yanda kardeşi Adnan Akarca ile sohbet ederken, Turgut Acuner babası Halit Acunerle karşılıklı dertleşmekte, Nazlı Tlabar da kocasıyla konuşmaktaydı. Hiç bir tutuklu, normal cezaevlerinde aileleriyle bu derece serbest Polatkanın eşi ve çocukları Yassıadayı ziyaret görüştürülmemektedir. Nitekim aynı yere, aynı anda giden avukatlara, bu imtiyaz tanınmadı. Vapurdan bilâhare çıkan avukatlar, her zaman olduğu gibi, yine mahkeme salonunun arka tarafındaki özel barakada, tel örgülerin arkasından düşüklerle konuşabildiler. İnkılâp Hükümeti, düşük ailelerine centilmenliklerinden birini daha göstermekteydi. Artık, Yassıadada da duruşmaların olmadığı hemen her gün, düşükler aileleri ile görüşebileceklerdi. Karışıklıklara meydan verilmemesi için de, ziyaretçi listeleri hazırlanmıştı. Listeler o günden itibaren Dolmabahçedeki Danışma Bürosunun mermer duvarlarına yapıştırıldı. Haftanın ortasındaki çarşamba günü, saat 9.45 te giden ve saat 16.55 te dönen Yassıada yolcuları, adam başına tam 80 lira 75 kuruş vapur ücreti ödediler. Normal günlerde 480 kuruş olan bu ücretin artışına sebep Fenerbahçe vapuruna bir tek Yassıada seferinin tam 3084 liraya mal oluşuydu. Bu para, düşük afla ve avukatlarından toplandı. Yine o gün, düşükler aileleriyle görüştükleri saatlerde, kendilerini yargılayan tarihi mahkemenin Başkam Başol ile Başsavcı Egesel de özel bir motorla İstanbula inmişlerdi. Başol ve Egesel, ilk defa olarak İstanbul Valisi Tulga ile Ordu Kumandanına "iade-i ziyarette" bulun dular. Mecliste gibi... Suikastlar itirdiğimiz haftanın sonlarındaki uma günü, Yassıadaya gitme fırsatım bulanlar, akşam oldukça geç vakit şehre döndüklerinde gördüklerini anlata anlata bitiremiyorlardı. Fenerbahçe vapuru o sabah Dolmabahçeden yavaş yavaş ayrılırken rıhtım gene kalabalıktı ve pek çok kişi, muratlarına nail olamamış halde geri dönüyorlardı. Zaten "Topkapı Suikastı" dâvası başladığından beri Yassıadanın meşhur duruşma salonu en kalabalık günlerini yaşamaktaydı ve o günler İrtibat Bürosu alâkalılarının analarından emdikleri süt burunlarından geliyordu. Herkes Yassıadaya gitmek istiyor ve tabii neticede, korkunç bir izdiham doğuyordu. Ama bitirdiğimiz haftanın sonlarındaki o cuma günü, "Topkapı meraklılarının haklı bulunduklarını ortaya koydu. Dinleyiciler, dâvanın en alâka çekici şahitlerini o gün görmek fırsatım buldular. Manzara bundan da ibaret kalmadı. Bu tanıklara karşı Bayar ve Menderes müdahaleler yaptılar, onların tahlillerine itiraz ettiler. Onlar da, fikirlerini daha fazla açıkladılar. Alâka çekici tankların başında Şemseddin Günaltayla Avni Doğan vardı. Bülent Ecevit ve Bayarın eski başyaveri Faik Taluy iki başka enteresan şahsiyetli Bunların arasında mikrofon başına ilk gelen Albay Taluy oldu. Hâdise günü Bayar, yanında Başyaveri bulunduğu halde, sinirli bir vaziyette İstanbul vilâyetine gelmiş, hattâ merdivenlerden çıkarken kapaklanacak gibi olmuştu. Kapı polisinin ifadesine göre düşük Cumhurbaşkanı orada, kendisini karşılayan Aygünle Yetkinere "öldüremediniz!" diye çıkışmıştı. Başyaver, böyle bir sözü duy- 20 AKİS, 26 ARALIK 1960 B