Özgürlük dişidir özgürlük Lali Berte



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

ZONGULDAKLI GENÇ ŞAİR VE BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMNENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ UFUK SİLİK ŞİİR İLE HAYATIM YENİDEN ŞEKİLLENDİ

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?


A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Etkinliğin konusu öğretmen tarafından bir soruyla açılır: Sizin düşmanınız var mı? Düşmanı olan birini tanıyor musunuz?

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

Çocuk ve Gençlik Romanları Yazarı Tokatlı Hemşerimiz İbrahim Ünsal Uçar İyi yazar olmak isteyen bir gencin 100 roman okuyup bir roman yazması lazım

Yaz l Bas n n Gelece i

"ben sana mecburum, sen yoksun."

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

YARATICI OKUMA DOSYASI. En sevdiğiniz tatil kitabını anlatan bir resim çiziniz.

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. "dipnot

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

fizik güncesi ALBERT EINSTEIN DAN 10 HAYAT DERSİ Haftalık E-bülten MARMARİS KAMPÜSÜ

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Filmin Adı: Şaban Oğlu Şaban. Oyuncular: Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Adile Naşit, Şener Şen. Filmin Yönetmeni: Ertem Eğilmez. Senaryo: Sadık Şendil

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

Beşiktaş Gazetesi. Günlük web Gazetesi Salkım Söğüt Saç

S. 115 ARTI YÖN. Kemal Koçak: Üniversite yaşamı beklediğimden daha güzel. Sıdıka Pınar Temiz: Burada kendimi güvende hissediyorum

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Özlemle Anıyoruz. Robot Kulübü * Ahşap Boyama * Ebru Sanatı * Hayat Güzeldir * Gizli Gelen Davetiye. Bu Hafta Neler Oldu?

Beyni geliştirmek ve zekâmızı parlatmak mümkün. Beyin, yeni bilgiler ve beyin faaliyetleri ile gelişir ve büyür.

KİŞİSEL GELİŞİM NASIL BAŞLAR?

Sosyal Ajan. Melek mi Şeytan mı? ÖYKÜ. Marka Uzmanı GİZEM. Kokusunda Davet var ÖZKAN

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Bu kitabın sahibi:...

Benimle Evlenir misin?

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

CÜMLE TÜRLERİ YÜKLEMİNİN TÜRÜNE GÖRE. Fiil Cümlesi. *Yüklemi çekimli fiil olan cümlelere denir.

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

ATTİLA İLHAN ın HAYATI MAVİCİLİK AKIMI

Orhan benim için şarkı yazardı

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ


Yüreğimize Dokunan Şarkılar

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

ÇOCUK VE YETİŞKİN HAKLARI

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Türk Dili ve Edebiyatı Kaynak Sitesi

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

Ruhumdaki. Müzigin Ezgileri. Stj. Av. İrem TÜFEKCİ. 2013/2 Hukuk Gündemi 101

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

YAZ DEMEDEN ÖNCE. Gülsemin ERGÜN KUCBA Türkçe Öğretmeni. Terakki Vakfı Okulları 2. Yazma Becerileri Sempozyumu

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

Transkript:

Atatürk ün varlığı bütün milleti ordu haline getiriyor 28 Kasım 2014 Cuma Yıl: 3 A.M. CELAL ŞENGÖR Sayı: 144 MECİT ÜNAL Özgürlük dişidir özgürlük Lali Berte Berte dir ÜLKÜ TAMER KAYA ÖZSEZGİN MİNE SOYSAL Ey öfke, korku ve öç ustaları Bilincin kapısını aralarken Öykü işliğinde bir ömür...

HALDUN ÇUBUKÇU halduncubukcu@hotmail.com 28 Kasım 2014 Cuma 3 Bize kızan seçkin bir hukukçumuz ve devlet, diktatörlük ilişkisi üzerine Bu hafta son bölümünü yayınlayacağımız Prof. A.M. Celal Şengör le röportajımız beklediğimiz gibi epey bir ses getirdi. Beğenenler olduğu denli, olumsuz tepkiler de eksik değildi. Ama bu tepkilerden birinin çok değerli bir hukukçudan gelmesi şaşırtıcıydı. Hem de şu sözlerle: Bundan sonra sizi okumayacağım, siz Atatürk e diktatör diyen bir adamı kapak yaptınız. Hakların toplamı olarak hukuk kavramı; düşünce özgürlüğü hakkı, düşüncesini yayma hakkı ve elbette okumak zorunda olmamak hakkı! İşte geçen hafta, tam da söylemeye çabaladığım şeydi bu: Başka fikirlere tahammülsüzlük. Hele, o kadar önemli bir hukukçu bile, aslında aynı değerlerde buluştuğu bir bilimcinin, düşünce insanının görüşlerine niçin bu kadar tahammülsüzdür? Aslında, aynı safın insanlarıdır ki, örneğin o değerli hukukçumuz, Prof. Şengör ile Türkiye gerçeğinin kavranmasında ve Cumhuriyet ideolojisinde buluşamayacaksa geriye ne kalır? Yani, ve yine başka bir ifadeyle, aynı saflardaki insanlar bile birbirlerinin farklı düşüncesini öğrenmek, doğruyu ve gerçeği olgularda aramak yerine reddedişin, hem de sekter bir reddedişin gerekçesi yapıyorlarsa, hangi düşünce özgürlüğü ve haklar alanından bahsedilebilir? Örneğin diktatör, diktatörlük ve demokrasi kavramlarını geçerlilikleri ve ilişkin oldukları sosyolojik hukuksal temelde ve ideolojik bağlamlarında ne derece doğru yorumlayıp, tartışabiliyoruz? Yani Devlet Teorisi ni bilip, anlıyor muyuz? Devlet nedir sorusunu ayrıntılı olarak ve tarihsel bağlamı içinde diyalektik bir yöntemle tahlil edip incelemiş olan Bilimsel Sosyalizmin önderleri için devlet, sınıflı toplumların üst yapı örgütlenmesi olarak ikili karaktere sahiptir; zaman zaman demokrasiyi yönetici sınıf ve dost kesimler için uygular; ve çoğu zaman diktatörlüklüğü karşıtı sınıflar ve muhalif katmanlar için uygular. Yani devlet de karşıtların birliğidir; demokrasinin ve diktatörlüğün. Her devlet aynı zamanda diktatörlüktür. Önemli olan diktatörlüğün kimin için ve nasıl kullanıldığıdır. 12 Eylül'ün gayrı resmi ideolojisi Emperyalist ideoloji demokrasiyi diktatörlüğün, ya da tersi; diktatörlüğü demokrasinin düşmanı, bir arada bulunamayacak şeyler kabilinden yutturmaya çalışmış ve SSCB nin yıkılmasına denk gelen süreçte ve 12 Eylül sonrasının gayrı resmi muteber ideolojisi Sivil Toplumculuk la da salaklaştırılan bir bölüm sola dünyanın en içeriksiz, içeriği ancak sınıf mücadelesiyle doldurulacak kavramları olan barış- demokrasi- özgürlük- insan hakları budalalığını dayatmış ve önemli ölçüde de kabul ettirmiştir. Anımsayalım, şimdi harabesinde rüzgârlar esen ama etkisini ve gücünü gariptirki bugün en çok Kürt milliyetçiliği ve onunla ittifaklar zemini üzerinden gösteren o Sivil Toplumculuk un baş hedefi, formülasyonunda sayıklanırdı: İttihatül Jakoben Bolşevizmi! 12 Eylül faşizminin kendisine en büyük aykırılığı olan ve şeyin kendisini ilga ederek oymuş gibi, onun taban tabana zıddı Türk İslam modelini kurumlaştırırken sözde referansı olan Atatürkçülüğe ilişmenin yaratacağı sakıncalardan dolayı Sivil Toplumcular aslında düz-evrimci neo liberaller, Atatürkçülük yerine ve ama doğru bir işaretle İttihatçılığı ikame etmişlerdi. Yani bu koyu gerici, emperyalist zihin düzleme mekanizmasının proje uygulamacıları 'Sivil Toplum un zıddı olarak hedefe oturttukları Politik Toplumu yani devleti, özgürlükçülük adına anarşizan tripler içinde tu kaka ilan ederken, Bilimsel Sosyalizmin devlet teorisini kavrayamamış, kimi zaman ondan bile habersiz ebleh bir solculuğu en gerici burjuva ideolojisiyle donatıyorlardı. Düşmandan öğrenmeyi öğrenebilmek Jakobenlik kavramıyla bütün devrimlerin anası Fransız Devrimi'ni ve devrimcilerini; İttihatçılık kavramıyla Türk Devrimi'ni ve devrimcileri; ve Bolşevizm ile de mâlum, Sovyet Devrimi ve devrimcileri kastedilirdi. Yani devrimci olan her şeye alerji geliştirmişlerdi. Buna reel sosyalizm adı altında burun kıvırdıkları sosyalist devlet pratikleri de dahildi. Yani, neo liberalizm hedefinde birleştirdiği gücü son derece net tanımlamıştı: Fransız, Türk, Rus, Çinli... devrimciler ve devrimcilik. Karşıtlarınızdan ve hatta düşmandan öğrenmek de az şey sayılmaz. Onlar sizin nerede bulunmanız gerektiği kadar, kimlerle birleşmenizin ya da hangi gerçeklikte buluşmanızın da göstericisidir: Neoliberallerin İttihatül Jakoben Bolşevizmi ortak paydasında tanımladığı güçler gibi. Ya da şehri komik, dandik tarihçi Kadir Mısırlıoğlu gibilerin Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıyla kaçınılmaz kader arkadaşı olan sol düşmanlığının vardığı, ibretlik ve neşe dolu Marks a 'Kapital i cinniler yazdırdı ifşasının önemi, Amerika yı Müslümanlar keşfetti gibisinden havagazından teyyare bir gerçek olsa da Kadir Mısırlıoğlu'yla cinnileri de tıpkı neoliberaller gibi karşıtlarının, düşmanlarının kimliği kadar, nerede hedefe oturtacaklarını da bilmelerinden kaynaklı değil mi? Peki biz dostlarımızla nerede, nasıl, niçin toplanmamız gerektiğinin aciliyetini, kaçınılmazlığını biliyor muyuz? Birbirimizi anlamaya, yanlışlarımıza bile değer vererek yanlışlığımızdan arınmayı sağlamayı biliyor muyuz? Biliyor muyuz; hem de Atatürk ve Cumhuriyet sevgisi en az kendisi kadar güçlü olan Prof. Şengör ün ufuk açıcı tespitlerinden dolayı artık bizi okumayacağını söyleyen çok değerli hukukçumuz Biliyor muyuz? Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu halduncubukcu@hotmail.com Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla.yazici@msn.com Sayfa Sekreteri Neşe Yeşiloğlu Katkı sunanlar: İrem Halıç, Elif Korkut, Deniz Toprak Görsel Tasarım: Hakan Uğurluay, Şener Soysal Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Celal Demirel Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmen Yrd. Deniz Yıldırım Yazıişleri Müdürü Ergün Gedek Sorumlu Müdür Murat Şimşek Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Reklam Grup Başkanı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Reklam Servisi kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.Ş Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

4 28 Kasım 2014 Cuma ÜLKÜ TAMER Ey öfke, korku ve öç ustaları Ne Okuyalım? Başka yazarlar gibi, bana da sık sık sorulan bir soru bu. Eski kitaplardan söz açmaya kalksam, hemen yeniler konusunda öneri isteniyor. Ben de başlıyorum sormaya... Orhan Veli nin toplu şiirlerini en son ne zaman okudunuz? Yazık oldu Süleyman Efendi ye ya da İstanbul u dinliyorum, gözlerim kapalı dizelerinden başka hangi dizelerini hatırlıyorsunuz onun, hangi şiirlerini ezbere biliyorsunuz? Dranas ın Fahriye Abla sı sevdiğiniz şiirler arasında. Belki Olvido su da. Ya öteki şiirleri? Antolojilere alınmış bir kaçının dışındakileri okumamış da olabilirsiniz. Nâzım Hikmet sizin için dev bir şair. Belki okumadığınız halde. Melih Cevdet Anday ı önemli bir sanatçı olarak kabul ediyorsunuz. Belki onu da okumadığınız halde. Size öyle söylendiği için. Troya Önünde Atlar ı okumuş muydunuz? 1950 lerin şairlerini? Onları okuyun. Yeni yazarlar okudunuz. İyi de ettiniz. Kesinlikle küçümsemiyorum onları. Ama Orhan Kemal i, adını çok duyduğunuz bu sanatçıyı da mı okumadan önemli yazarlar listenize eklediniz? Bereketli Topraklar Üstünde yi okumuş muydunuz? Yaşar Kemal in Demirciler Çarşısında Cinayet ini? Sait Faik in öykülerini? Hüseyin Rahmi Gürpınar ı, Abdülhak Şinasi Hisar ı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu nu, Sadri Ertem i, Kemal Tahir i? Reşat Nuri Güntekin i? Sözgelimi, Olağan İşler adlı öykü kitabını bulabilir misiniz, bilmiyorum. Bulup okursanız seveceksiniz. Günümüz yazarlarını, yeni kitapları elbette okuyacaksınız. Ama arada bir çok eskilere değil, hiç olmazsa düne uzanın. Steinbeck yok artık, ama ABD de Gazap Üzümleri hâlâ gündemde. Fransızlar Gide in Kalpazanlar ını, İsveçliler Lagerlöf ün Gösta Berling ini, İngilizler Lawrence ın Oğullar ve Sevgililer ini okumayı sürdürüyor. Biz ise Sinekli Bakkal ı bile... Sahi, kim yazmıştı onu? çağda iyimser diye kime derler? Geleceğin belirsiz olduğunu düşünene derler. Yaşadığımız Bu söz, Russel Crouse ile Howard Lindsay in bir oyunundan alınma. Televizyonda naklen savaşlar ı izlerken çoğumuz iyimserliğimizi korumaya çalışıyoruz. Öyle bir duruma geldik ki, geleceğin belirsiz olduğunu düşünmek bile iyimserliğin dik âlâsı. Arjantinli şair Juan Gelman ın deyimiyle, öfke, korku ve öç ustaları, iyimserlik sınırını nerelere çekmiş... HHH Bir kenara başka sözler de not etmişim: En iyisi, savaşı yitirip barışı kazanmaktır. (Bob Marley) Şiddet karşıtlığı fiyaskodur. Daha büyük fiyasko ise şiddetin kendisidir. (Joan Baez) Orduya katıl, dünyayı gör, ilginç insanlar tanı ve onları öldür. (Savaş karşıtı slogan) HHH Fernando Gordillo Cervantes, 27 yaşında ölmüş Nikaragualı bir şair. Ölüler adlı kısacık bir şiiri var: Ölüler güç verecekler silâhına savaşçının, kitlelerin sesine, köylünün sabanına. Ölüler... Ölülere kim güç verecek peki? Gazetede ABD li baba, oğlunun fotoğrafını göstererek Başkan a Benim tek oğlumdu diyordu. Ona kim güç verecek peki? HHH Kostümcü (The Dresser) filmini izlemiş miydiniz? İzlemediyseniz, Peter Yates in yönettiği, Albert Finney ile Tom Courtenay in unutulmaz oyunlarıyla sinemanın en iyileri arasında yer alan filmi kollayın derim, belki televizyonda ya da DVD de yakalarsınız. Yıllar önce seyretmiştim Kostümcü yü. İki sahne beni çok etkilemişti. Biri, Finney in treni durdurması... Öteki ise... İkinci Dünya Savaşı yılları. Askere gidemeyen yaşlı ya da sakat oyuncular tiyatro yapmayı sürdürüyor. Finney in topluluğu da Shakespeare oyunlarıyla kent kent dolaşıyor. O arada İngiltere bombalanıyor. Yıkıntılar arasında yaşlı bir adamla karısı. Harabeye dönmüş evlerinin önünde, çaresiz, oturuyorlar. Finney yaklaşıyor onlara. Ve o akşamki temsil için cebinden çıkardığı tiyatro davetiyesini uzatıyor. Bombalar altında sanatı sürdürmek. Cephelerde çarpışırken oluyordu. 1940 ların topyekun savaş ında da oldu. (O topyekun idiyse şimdiki nedir?) Evet, şimdi? Irak ta ol da tiyatro yap bakalım. Olsa olsa, bireysel sanatın kanatları altına girer, iki şiir karalar ya da bir şarkı bestelersin, o kadar. HHH Son söz Albert Einstein dan: Benim savaş karşıtlığım, herhangi bir entellektüel kuramdan kaynaklanmıyor; zulmün, alçaklığın her türüne karşı duyduğum derin nefretten kaynaklanıyor. Bu kadar basit. Iraklı ağlayan çocuğun gözlerine bakarken, ne gibi entellektüel kuramlar üretebilirsiniz... HHH Günümüz yazarlarını, yeni kitapları elbette okuyacaksınız. Ama arada bir çok eskilere değil, hiç olmazsa düne uzanın. Steinbeck yok artık, ama ABD de Gazap Üzümleri hâlâ gündemde. Fransızlar Gide in Kalpazanlar ını, İsveçliler Lagerlöf ün Gösta Berling ini, İngilizler Lawrence ın Oğullar ve Sevgililer ini okumayı sürdürüyor. Biz ise Sinekli Bakkal ı bile... Sahi, kim yazmıştı onu? TEBESSÜM MOLASI ASKERLİKTE Anthony Burgess askerlik görevini yapıyordu. Bir gün, tuvaletleri temizlerken, teftişe gelen bir General yaklaştı yanına. Sivil hayatta ne iş yaparsın sen? diye sordu. Kitap yazarım, dedi Burgess. General güldü: Desene sonunda yararlı bir iş yapmaya başlamışsın.

5 ERDEM GEZGİNCİ Tesla! Eletrik alamıyoruz adın ve erkek televizyon programına çıkar. Aralarında birbirlerini görmelerini engelleyecek bir paravan vardır ve onlar evlenecekleri insanın paravanın arkasında olmalarını umarlar. Paravan açılır. Televizyon başındaki izleyiciler ve o an orada olan insanlar bu iki insanın ağzından çıkacak sözlere kilitlenirler. Son zamanlarda dillere dolanan o söz öbeği herhangi birinin ağzından düşüverir: Elektrik alamadım. Söz konusu televizyon ve şu an bu satırları yazdığım bilgisayar dahil kullanılan ve hatta kullanılması düşünülen birçok alet Tesla'nın düşüncelerinden geçti. Tesla'nın hayatını konu alan biyografik romanla ilgili birkaç söz söylemek isterken kitleleri peşinden sürükleyen evlendirme programıyla giriş yapmamın sebebi ise; ışık hızıyla bilimden uzaklaşan ve maalesef bunu marifet olarak gören memleket insanının bir elektrik dahisini bile şaşkına çevirecek elektrik kavramına dikkat çekmekti. Evet Tesla doğduğu şehir Belgrad'ta şimşekleri ve kuşları izleyerek büyüdü. Hayatım roman olur. tarzında bir cümleyi kurmayacak kadar kendini düşünmekten uzaktı ama Jean Echenoz onu ve hayatını kelimeleri adeta gerilla gibi kullanarak romanlaştırdı. Okuyucuyu bazen Tesla'nın yanına koyan Echenoz, onun dostu olmanızı ve ona sahip çıkmanızı istiyor. Sonra okuyucuyu alıyor ve Tesla'nın karşısında ona karşı bilenen bir düşman yapıyor. Birden sokağın karşısındaki yabancı olan ve bir anda Tesla'nın kafasının içindeki siste kaybolan okuyucu dilin karşısında diz çöküp kendini romana bırakıyor. Biyografik romanın en riskli durumu böylece bertaraf edilmiş oluyor yazar tarafından. Çünkü araştırdığım ve çevirebildiğim kadarıyla Echenoz'a en çok sorulan sorulardan biri: Biyografi kaydı mı tuttuğu yoksa roman mı yazdığı? Echenoz tereddüt etmeden: Romancı olduğunu söylüyor. Tabi ki yazdığı hayatları esas alıyor ve onlardan besleniyor ama ayrıntıları roman sanatıyla birleştirme beceresini gösteriyor. Okuyucu Echenoz'un kalemine aldığı besteci Ravel, atlet Zapotek, dahi Tesla'nın hayatlarını değil romanlarını okuyor. Bu yüzden sorgulamayı seven okuyucunun kafasına takılabilecek Acaba bu gerçek mi? sorusuna karşı Echenoz okuyucunun yakasından tutup sürükleyen ve hatta bazen küstahlaşan diliyle ön- K Şimşekler Jean Echenoz Helikopter Çev.: Mehmet Emin Özcan 112 s. lem alıyor. Tesla'nın dünyası Romandaki adıyla Gregor (Tesla) sürekli bir şeyler icat eden ve icat ettiği çoğu şeyin peşinden gitmeyen biri. Kibriyle, takıntılarıyla, insanlardan olabildiğince uzak, kuşlara olabildiğince yakın bir hayat süren Gregor'un davranışları dahi ilginçliğine ters düşmese de bilim dünyası tarafından şarlatan damgası yiyip tarih kitaplarında sümen altı edilmesi Echenoz'un da işaret ettiği gibi bu işte bir bit yeniği olabileceğini gösteriyor. Edison'un bağnazlığı ve tüccarlık kaygılarına rağmen bize sürekli bir kurtarıcı olarak sunulması resmi tarih yazımında kullanılan kanı ve parayı hatırlatıyor. Oysa Tesla olmasaydı bırakın şehri her mahallenin yanında elektrik üreten bir santral olmak zorunda olacaktı. Evet alternatif akım sayesinde elektriğin üretildiği yerden binlerce kilometre uzağa taşınması şarlatan damgası yiyen Tesla sayesinde mümkün oldu. Peki stretosferdeki elektriğin yeryüzünde kullanılması fikri? Bu şu demek oluyor: Bütün dünyayı saran bedava ve temiz enerji. Tabi ki fosil yakıt üreticileri için bu aptalca bir fikir! Echenoz okuyuculardan Tesla'nın dünyasını hayal etmelerini istiyor ve ütopya gibi görünen gerçekleri nasıl yakaladığını, nasıl o gerçeklerden uzaklaştırılıp deli yaftasına mahkum edildiğini gösteriyor. Şimşekler romanında komplo teorisi kokusunu takip ederken Tesla'ya kızmamak elde değil. Çünkü Gregor (Tesla) kibriyle her şeyi alt üst edebiliyor. Herkese üstten baksa da söz konusu para olunca hemen kanıyor veya kandırılıyor. Okuyucu bu yüzden küresel isyanın eşiğinde okumayı sürdürmek zorunda kalıyor., belki de yer yer Gregor'un başına gelenleri hak ettiğini düşünüyor. Aslında Hakkı olan ama umursamadığı maddi kaynaklardan yoksun kalan Tesla bir nevi kendim ettim kendim buldum. durumuna düştüğü zaman roman çaresizce bitiyor okuyucu için. Kahramanımız Gregor kendini göz ardı ederek benliğine, okuyucunun hayallerine ve ütopik gibi görünen gerçek olması mümkün dünyaya ihanet ediyor. Roman sonlandığında dünyanın en pahalı benzini, elektriği, elektronik eşyası vesaire okuyucunun aklına geliyor ve Tesla'ya sövüp elektrik alamayan lar toplumunu seyre dalıyor.

28 Kasım 2014 Cuma 6 M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com Cumhuriyetin ilk hafiyesi Son dönemde, pek çok yeteneğin ülke sınırlarına tekrar dönüşü, çizgi romanın yayıncılarda hala yeterli adette olmasa da- tekrar alan bulmasıyla ve cesaretli girişimlerle yeniden çizgi üretimimizin canlandığını ve umutla dolduğumuzu söylememiz mümkündür. Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları Cilt I ve II Devrim Kunter, Seyfettin Efendi Yayınları, 96 s. "Acizler için imkansız, korkaklar için müthiş gözüken şeyler, kahramanlar için idealdir." M. Kemal Atatürk Yerli kurgu kahramanlarımızı üretmekte ve tanıtmakta, yıllardan gelen bir güçlükle karşılaşırız. Bunun elbette içtimai ve felsefi pek çok nedeni bulunur. Bunların başında, tarihin geniş perspektifinde daha çok yeni sayılabilecek bir ülke oluşumuzun ortaya çıkardığı çeşitli sorunlar bulunur. Pek çok ülkenin yaşadığı değişim sancılarını, tarihi sürecin devrim ve reformlarının, elbette beraberinde buhranlarının da uzun soluklu etkilerini parça parça ve tarihle paralel şekilde yaşamayışımız, özellikle Batı dünyasının geçirdiği buhranlardan çıkardığı gereksinimleri de bizlerde geçersiz kılmış, önceliklerimizi farklı şekilde düzenlememize sebep olmuştur. Bu nedenle bilim, felsefe, kurgu, teknoloji ve hakikatte çağın elli -objesine göre yüz elli yıl- gerisinde kalmışlığımızı analiz ederek hareket etmeyişimiz, günü ve çağı anlayamayarak yüzyıllık reaksiyonlar yerine günlük siyasi monologlarla boğuluşumuz da bundandır. Anlayamadığımız bir gelişmişliğin ve tarihi gerçek bir kahramanın, yani Atatürk ün vizyonuna erişememiş çoğunlukların tahakkümü altında sürünmemiz de bundandır. Bir bakıma, Cumhuriyet devriminin sağladığı rahatlık insanlara batmakta, nankörlük silsilesi içerisinde, başka buhranları ve tarihi hezeyanları geçirmedikleri için şizoid bir evrenin içinde hapsolmaktadırlar. Dünyanın en bilindik çizgi roman kahramanlarından biri şüphesiz Superman dir. Büyük Buhranın ardından ayakta kalmaya çalışan birkaç yayıncının denemesiyle ortaya çıkan bu çizgi roman akımı (süper kahraman çizgi romanları), elbette karşılığını bulup bir meta haline dönüşünce (bkz. Eisner ın anılarında süper kahramanların artan taklitleriyle telif mücadeleleri) ardı arkası kesilmeden bir gelenek haline gelmiştir. Reynolds a göre Büyük Buhranın ve savaşların ardından ortaya çıkan yoksulluk, işsizlik ve ümitsizlik kurtarıcı bir süper kahramana ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Bu yalnızca tarihi ihtiyaç yoksunluğumuzdan da kaynaklanmaz. Aynı zamanda üretim fakirliğimizden, kurgu, hayal, imge gibi terimlere uzak kalışımız hatta dönem dönem gerçekçiliğin karşısındaki bir düşman gibi algılayışımız ve küçümsememizle de ilintilidir. Bu nedenle ne Amerikalı nın Batman i, İngiliz in Sherlock Holmes u, ne Belçikalı nın Tenten i, ne Fransız ın Asteriksi gibi tüm dünyaya yayılabilecek bir kahraman üretememişizdir. Uzunca bir süre, özellikle çizgi romanda kılıç öykülerinin (bkz. Karaoğlan, Tarkan) ötesine geçemeyişimiz de esasen arz-taleple de ilintili olarak bundandır. Son yüzyılda ürettiğimiz En Kahraman Rıdvan, Deli Balta, Abdülcanbaz, gibi meşhur karakterlerse çeşitli sebeplerle sadece yerel kahramanlar olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Zaman içerisinde Tayyar Özkan, Kutlukhan Perker, Yıldıray Çınar gibi olağanüstü yetenekler, başka nedenlerin yanında yerli yayın piyasasının, çizerlerin ufkunu yansıtamamasından ve paylaşamamasından olsa gerek, yurt dışına kaptırdığımız değerlerdir. Son dönemde, pek çok yeteneğin ülke sınırlarına tekrar dönüşü, çizgi romanın yayıncılarda hala yeterli adette olmasa da- tekrar alan bulmasıyla ve cesaretli girişimlerle yeniden çizgi üretimimizin canlandığını ve umutla dolduğumuzu söylememiz mümkündür. Bu konuya daha sonra, bir sayfadan fazla yer bulduğumuz birkaç sayıda kaldığımız yerden devam edeceğiz, o yüzden şimdilik virgül. Seyfettin Efendi ve olağanüstü maceraları Bu hafta umudumuzu yeşerten çok güzel bir çalışmaya değineceğiz: Devrim Kunter in yarattığı Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları na. Şu an asıl öykünün iki cildinin yanı sıra, başka yazarların kısa öyküleriyle birleşen Esrarengiz Hikayeler in ilk cildi yayımlanmış bulunuyor. Önümüzdeki yıl Olağanüstü Maceralar ın 3. ve Esrarengiz Hikayeler in 2.cildini yayımlamak için Devrim Kunter in canhıraş çalıştığının bilgisini de verelim. Kurgu, işleyiş, çizim ve yayımlanma süreciyle 4 te 4 yaparak beğenimizi kazanan bu çizgi romanın konusunu ve öne çıkan özelliklerini anlatmaya çalışalım. Cumhuriyetin ilk yıllarıdır ve Seyfettin Efendi ye İfşa-yi Sır Teşkilatını kurma görevi verilir. 1920 yılında sahte cenazesini düzenleyen Seyfettin Efendi karakteri (bkz. aynı yıl hayatını kaybeden Ömer Seyfettin e bir gönderme), gizemli vakaları aydınlatmak üzere bir ekip oluşturur. Bu ekipte kaba kuvvetiyle ön plana çıkarak bilindik bir figürü sergileyen pehlivan İsmail (İsmail in giysisindeki yeşil tonu, Osmanlı kadar Hulk u da çağrıştırır), adli tabip Aziz, bıçkın casus Esat ve mühendis Münevver (Cumhuriyet devrimiyle kadınların özgürleşmesinin adeta ete kemiğe bürünmüş hali Münevver karakteri, feminist karaktere güzel bir örnek teşkil eden ve dişi Holmes olarak adlandırılan Fransız Adele- Blanc in duruşuyla da benzerlikler taşır) bulunur. Bu açıdan Seyfettin Efendi, yalnız kahraman karakterden uzaktır ve mono-mit yapısını lehine çevirir. Yine de olayların merkezindedir. Temel kurgusunda bir dönemi, döneme ait karakterleri, mekanları, atmosferi yansıtma yöntemiyle ve alt metniyle tam puan alır. İşleyişine değinirsek, özellikle de benzer örneklemelerden sıyrılışını daha net yakalarız. Genel olarak, geleneksel çizgi romanda rasyonalitenin yerini, macera hissiyatını daha kolay aktarabildiği için fantazya kaplar (örneğin Dylan Dog). Seyfettin Efendi, hafiyelik bakımından bu nedenle Dupin ve Holmes a daha çok benzer. En doğaüstü görünen olaylar karşısında dahi mantığını ve zekasını devreye sokarak her şeyin mantıklı bir izahı olduğunu savunur. Mitler karşısında rasyonalitenin sağlam duruşunu temsil eder. Hikayenin yapraklarının açılarak genişlemesi de burada büyük önem taşır. Belli ki Devrim Kunter, okuyucunun nerede hangi tahmini yürüteceği, okurun hangi klişeden sakınacağı, hangi faktörle heyecanlanacağı üzerine iyi mesai harcamış. Hikayenin bir sonraki aşamasında neyle karşılaşacağınız, hangi mekanları, mitleri ve efsaneleri ziyaret edeceğiniz üzerine sürekli bir merak içerisinde kalmanız olası. Örneğin, ilk iki ciltte vampir mitolojisine güzel, yeni bir yaklaşımı sunmanın yanı sıra bir Laz efsanesi Germakoçi nin işlenişine tanık oluruz. Tarihi figürlerin, olayların ve verilerin birbirleriyle bağdaştırılarak daha büyük bir resim oluşturulmaya çalışıldığını görürüz. Çizimler içinse söylenecek hiçbir şey yok. Özellikle renklendirmelerin oldukça başarılı olduğunu belirtelim. Eleştirel bakımdan, yalnızca belirli karakterlerin belirli açılardan, bilindik figürleri anımsattığını söyleyebiliriz. Seri pek çok tarihi figüre, yaratıya, mite, efsaneye, olaya ve çizgi romana da göndermeler içerdiği için bu çağrışımların da bilinçli olarak yerleştirildiğini varsayabiliriz. Sonuç olarak elimizde kurgusu ve yaratımıyla, güçlü karakter tasarımıyla daha uzun süre karşılaşacağımızı şimdiden müjdeleyen bir yaratım bulunuyor. İlerleyen tarihlerde böyle bir karakterin, dizisini, filmini, romanlarını ve fan kültürüne ait yan ürünlerini görmemiz büyük olasılıktır. Bu nedenle, ortaya konulan harika bir işi başlangıcındayken keşfetmenizi ve mutlaka takip etmenizi öneririm. Üstelik Seyfettin Efendi, yayımlanma süreciyle de bir farklılık taşıyor. Tamamen yaratıcısının özverisiyle, yayınevlerinden bağımsız şekilde satış noktalarında bulunuyor. Yerli üretime burun kıvırarak dosyaları çarçur eden ve talebin önceden hazır olmasını bekleyerek gittikçe tüccar zihniyetine kayan yayın sektörüne, aldığınız her ciltle oldukça anlamlı bir mesaj göndermeniz de mümkün olacaktır. Haftaya görüşmek dileğiyle

7 MUCİZE ÖZİNAL Ömürdeğer'de sanatçının seçilmiş yalnızlığı ehmet Sadık Aslankara edebi- miş yaşında bir yel değirmeni hücresine çeyat evrenimizin çalışkan karın- kilmiş hatta mahkûm edilmiştir. Bu mahcalarından biridir. Onca vay- kûmiyet onun kendi eseridir. Alttan alta vela arasında gözden kaçan bunu duyumsamakta bu sezgilerinden görülmesi bilinmesi gereken öykücüyü, kurtuluşu bir başka güdüsel haz alanında romancıyı, dergiciyi, çocuk kitaplarını bir bir aramaktadır: Neredeyse torunu yaşında bir bulur çıkarır önümüze koyar. Yazın için keçi çobanı kız çocuğunun yeni yetme gövemeğini sebil edenlerden biridir. Öylesine desine ulaşmanın tensel hazzında. Aslınbir üretkenliktir ki bu, tiyatro sinema ala- da her şeyin farkındadır. Ama bu farkındalıkla yüzleşmeye cesareti yoktur. nında da kendisini ortaya koyar. Aslında seçilmiş bir yalnızlığın deşimdi yeni bir romanıyla karşığil, mış gibi yaşaya gelenlerin mızda: Ömürdeğer seçilmiş körlüğü içindedir. Adanmışlığın çileci yazah bir ünlü olabilse her gısı Ömürdeğer de saşey bir anda değişecektir. natçının seçilmiş yalnızlıo görülmek istemektedir, ğı olarak karşımıza çıkıbütün derdi budur. Anyor. Aslankara toplumulatmak anlaşılmak, bir muzun, insanımızın tinanlam kurmak bir ansel görünümünü sepya lamda buluşmak, insanın yansımasıyla verir. İşte toplumun halleri ile hiç ilbu diye parmağıyla gösgili değildir. termek yerine, sezdirböylece ete kemiği meleri anıştırmaları seçer. bürünen roman kahramaanlamı tümcenin sonuna nını biz yanı başımızdaysaklar. Küçük küçük işamışçasına tanıdık algılarla duretler bırakır anlata geldiği doyumsuyoruz. Cehalet ve komlambaçlı yollarda. Aslankara pleks gibi iki sağlam ayak üzerinnın önemli bir özelliği de tiyatro de yükselen kibir içinde, kendilerini büdünyasından devşirdiği kahramanlarla öykülerini, romanlarını kurmasıdır. Hatta bir tün yapıp etmeleriyle bilgi nesnesi yapayapıtının bütün kişileri tiyatrocudur. Kuş- mayan, bir başka deyişle kendini bilmeyen kusuz bunda yazarın aynı zamanda bir ti- insanların Delfin in kapısı önünde nasıl yok yatro adamı olmasının büyük etkisi vardır. olup gittiklerini, yarattıkları sahte varoluşböylece edebiyatın ana türlerinden biri ti- larla yok oluşlarını görmüyor muyuz sık sık yatroyu öykü ve romanla bir köprüde bu-? İşte onlardan biridir Mutlu Varlık. M.Sadık Aslankara gene de, ne edeluşturur. Ömürdeğer de de romanın baş ka- biyata ne de insana kıyıyor. Bir şey olmak rakteri vaktiyle bir oyun yazmış ve sergi- için dahi yazıya durmak Ömredeğer diyor. lenmiştir. Yazarlık yaşamının biricik sevin- Ama böyle bir ömür ne kadar değerli ci de bu olmuştur. Kendisini elli kuşağına olabilir? Kitabın kapağındaki kesme imi ile ait saymakta, bu kuşağın kimi başarılı ya- ayrılan değer sözcüğü ile birlikte yazar da hut ünlü yazarlarıyla kıyaslamakta, bir tür- bu sorunun yanıtını okura bırakıyor. Eğlü tanınmış ünlü bir yazar olamadığına ya- lenmek için okuyan okura değil elbet. Nizıklanıp durmaktadır. M.Sadık Aslankara telikli okura. Nitelikli edebiyatın bir ebesi de işte tam bu noktada bir kapı açıyor. Bir şey o değil midir? yapmak için değil, bir şey olmak için yazmak! Mutlu Varlık ın bütün dramının doğduğu yer burasıdır. Ünlü olmak için yazmak, bu yolla egosunu doyurmak, ihtirasını tatmin etmek. O aslında yeteneksiz bir muhteristir. Lakin kendinin ne olduğunu, ne olmadığını bilmek, kendini bilmek erdeminden yoksun bir muhm.sadık Aslankara teris. Bir şey yapmak için Can Yayınları değil, bir şey olmak için yazma yolunda tükettiği 264s. ömrünün sonunda, ilerle- M Ömürdeğer

28 Kasım 2014 Cuma 8 DAMLA YAZICI 9 22 YIL SONRA YENİDEN... Seni hiç unutmamıştık Lali Berte Hepsi Lali Berte işte Ankara daki protesto gösterilerinde tazyikli suyun üzerine yürüyen tiyatrocu kadın, o muhabir kız, Hüsna Sarı, Gezi protestolarındaki kırmızılı kadın Hepsi Lali Berte: La Liberte, ÖZGÜRLÜK! Lali Berte'ye Mektuplar Mecit Ünal Alakarga 208 s. Bazen bir kitap gelir ve "iyi ki geldin" demekten geri duramazsınız. Sonda söylenecek sözü başta söyleyelim: "Lali Berte'ye Mektuplar" iyi ki geldi. Değeri okuyabilenlerce bilinen ama hakettiği kitleye ulaşamayan bir kitap "Lali Berte'ye Mektuplar". Aradan geçen uzun bir süreden sonra Mecit Ünal'ın güçlü kaleminden dökülmüş bu yapıt Alakarga Yayınları tarafından geçtiğimiz hafta okura sunuldu. 1992 yılında yaptığı ilk baskısı kısa sürede tükenen ve sahaflarda dahi bulunamayan kitap olarak efsaneleşen "Lali Berte'ye Mektuplar" bekleyenlerini sevindirdi, kitaba yetişemeyen bir kuşak için ise keşfedilmeyi bekliyor. Genel yayın yönetmenimiz Haldun Çubukçu'dan duymuştum ilk olarak Lali Berte'ye Mektuplar"ı. Haldun Abi; "Mecit Ünal acaba bu hafta neler yazdı diye merak eder, sırf 'Lali Berte'ye Mektuplar' yazısını okuyabilmek için şehre inip dergiyi alırdım" demişti. Mecit Ünal 11 yıllını siyasi suçlu olarak bulunduğu cezaevlerinde geçiriyor. 19 yaşında girilen cezaevi yılları bitip dışarı çıktığında 30 yaşında. Türkiye'yi cezaevi sürgünlerinde gezen Ünal, o yıllarda ilk olarak Demokrat, daha sonra da Sokak dergilerinde olmak üzere "Lali Berte'ye Mektuplar" başlığıyla haftalık ya da aylık olarak anlatı metinlerini yayımlar. Daha sonra bu yazılar 1992'de Alan Yayıncılık tarafından kitaplaştırılır. Farklı konularda ilerlemez bu yazılar, her yazı bir öncekinin devamı niteliğindedir. Haldun Abi'ye kitabı nasıl okuyabilirim dediğimde, baskısının olmadığını öğrendim. Mecit Ünal'a sorduğumdaysa, kendisinde dahi bir adet olduğunu söylemişti. İnternetten aradığımdaysa ellerinde bulunan "Lali Berte'ye Mektuplar" kitabını satışa 200 tl'den sunanları gördüm. Kitap üzerine fazlasıyla etkileyici yorumlar vardı. Çöp kutusunun yanına neden atıldığını bilemediği kitabı merakından açıp, şöyle bir karıştırdıktan sonra elinden düşüremeyenden tutun da askeri kütüphanede şans eseri başlayıp kitabı başucu kitabı yapana kadar birçok merak uyandırıcı ileti. Büyük yayınevlerinin piyasaya sürdüğü kitaplardan biri değildi, yazar piyasanın metalarından, adını her yerde duyduğumuz kişilerden değildi... Buna rağmen kitap, gücüyle okuru etkilemişti, önemsediğim şey de tam olarak buydu: Makyaja bulanmamış bir eserle karşılaşmak. Beklentim oldukça büyüktü ama kitaba ulaşmak imkansız gibiydi. Bundan çok kısa bir süre sonra masamızda "Lali Berte'ye Mektupları" görmek büyük mutluluk oldu. İnsanın elinden düşüremeden okuduğu, hem bir sonraki sayfaya geçmek isteyip hem de kitap bitiyor diye üzüldüğü yapıtlarla karşılaşması değerli bir duygu. "Bir kitabı bitirdiğinizde o kitabın yazarı keşke benim arkadaşım olsaydı, diyorsanız o iyi bir kitaptır" demiştir ya hani Salinger, size "Lali Berte'ye Mektuplar"ı öneriyorum. Kitabı bitirdiğimde rastgele sayfalardan tekrar okumalar yaptım. Her sayfada tekrar sürükleyiciliğe kapıldım. Belirtmeliyim ki edebiyatımızda iyi eserler sayılırken atlanamayacak kitaplardan biriyle tanışmıştım. Gerçekçi bir metin, lirik bir anlatım Düzyazı metin yazarlarının aynı zamanda iyi şair olabilmeleri zordur, ama iyi şairlerin iyi birer düzyazı yazarı olabileceğini düşünmüşümdür hep. Lali Berte'ye Mektuplar bana bunu ispatlamış bir eser. Gerçekçi bir metin, lirik bir anlatımla çok başarılı bir şekilde okuru sürüklüyor. Kitapta bir bölümde üç kişi bir masada oturur ve bardaklarında şarap vardır. Kadehler kaldırılır ve " aşka içelim" denir. Ali "ama aşk yok ki" der. "Çünkü özgürlük yok". Kitapta hem aşkın hem özgürlüğün peşinden koşar okur. Bütün bir coşkuyla ve içten bir naiflikle... Anlatının sahibi, baş karakterimiz Ali, kendisi yapar bizi. Onun yalnızlığı oluruz, onunla birlikte ararız güzel bir dünyayı, kalabalık meydanları, özgürlüğü... Sıkışmışlığımızı onunla duyumsarız, onunla cezaevinin bahçesinde yağan yağmurun altına ayakkabılarımızı çıkarıp gireriz, bize deli derler, Ali'ye dediler çünkü ama içimizdeki o özgürlük tutkusunu ve her şeye rağmen yaşama, hissetme becerisini Ali'yle yakalarız. Anlam veremediğimiz o kadar çok yanlışlık, o kadar çok haksızlık vuruyor ki hepimize, ve çaresizlik zaman zaman ele geçirir insanı, ama Ali'nin de dediği gibi; "Kuşkusuz yaşamak, nasıl olursa olsun, her koşul altında güzel olduğu için değil; bir gece, hadi, dedikleri vakit kirpikleri titremeden yürümek; ve Eskişehir tabutluklarından,koltuğumuzun altında Yeraltından Notlar, ağzımızda delikanlı bir ıslıkla çıkmak için de, "düşmana inat/ bir gün fazla yaşamak" zorundayız. Ve seninle köşe bucak kaçarak değil, kentin en kalabalık yerinde, herkesin içinde öpüşmek için bile, ve sırf bu nedenle ve sırf bunun uğruna, her koşulda dimdik ayakta kalmayı sürdürerek, yaşamak zorundayım ben de. " İnsanlar sokaklara sokaklar meydanlara Cezaevinde hayali bir kadın imgesine anlatır Ali her şeyi. Lali Berte'yi bekler, onu özler, derdini onunla paylaşır, ütopyasını, çaresini ve çaresizliğini de. Lali Berte aşktır evet, bir sevgilidir, dişidir. Hem geçmiştedir, hem şimdide, hem de gelecektedir. Lali Berte'ye şöyle yazar Mecit Ünal; Ne tuhaf değil mi? Sen bu mektubu okurken, yeryüzünde artık hiçbir cezaevinin kalmadığınışimdi herbiri birer müze- zincirin, copun ve bütün işkence aletlerinin; insanı büyük yürüyüşünden alıkoyan bütün baskıcı kurumların eski eserler müzesine kaldıralı yüzyıllar olduğunu biliyorsun da, ben yazarken bilmiyorum. İşkencenin, zincirlerin, duvarların olduğu bir dünyadan seslenir yazar. Lali Berte gelecektir, özgürlüktür, arayıştır. Bir dişi imge üzerinden bir sosyalizm özlemidir resmedilen. Ve birgün insanlar sokaklara, sokaklar meydanlara dökülecektir ve sevgiliye kırmızı bir gül verilecektir. Olacaktır bu, göreceksinizdir. Siyasetin, ideolojinin aşkla bağlamlanmış en şiirsel anlatımlarından birini sunmuş Mecit Ünal okura. Hatta sevgiliye hediye edilebilecek en güzel kitaplardan birini de. Reklam bulamacından sıyırarak, gerçekten edebi gücü yüksek ve idealist tutkusu olan kitaplara hasret kaldığımız bu günlerde, bütün umutsuzluk şartlarına rağmen, "aramak" gibi uçsuz bucaksız ve her daim diri bir umutla her çağda edebiyatımızın başucu kitabı olabilecek değerde ve nitelikte bir yapıt. Kitabın yazarı Mecit Ünal la Lali Berte ye Mektuplar üzerine bir de söyleşi gerçekleştirdik. Kitabı okuyan kişiler için Mecit Abi nin cevapları daha da anlam yüklü. Keyifle okumanızı diliyorum... n Lali Berte ye Mektuplar senin 11 yıllık cezaevi sürecinde yazıldı. Yalnızlık ve Lali Berte arasında nasıl bir bağlam vardı? İçerdeyken neyde güç bulur insan? Bağlam deyince şöyle bir şey geliyor şimdi aklıma; Lali Berte, evet, benim de yalnızlığımı paylaşan bir imge oldu baştan beri. Ama ben onun bir imge olduğunu, imgeye dönüşmüş olduğunu diyeyim, biliyordum. O çocuk (Ali) bilmiyordu bunu. Sayfalar dolusu yazıp durması onu gerçek sanmasındandı. Aklıyla, gerçek olmadığını bildiği anda bile yüreğiyle böylesine olmayan bir gerçeğe sarılıyordu. Ama zaten başka yolu da yoktu çünkü bakarsanız. Düşünsenize, 12 Eylül gibi bir zulüm düzeni yetmiyormuş gibi hemen ardından bir de inandığı sosyalizmin yıkılışı... Kime sarılacak, neye tutunacak bu çocuk? Çevresinde bir sürü kendi gibi insan var ve pek çoğu ne yapacağını, ne yöne gideceğini bilemez durumda, yalnız. Lali Berte işte bu yalnızlıktan doğdu. Daha doğrusu, bu yalnızlığı yıkma, bu yalnızlıktan çıkma düşüncesinden, bir duvar çatlağında hayat bulan hüdayı nabit gibi. İçerde neyden güç alır insan diye sordun ya, cevabı işte bu. Duvar çatlağında hayat bulan bir bitkiden! Çünkü bildiği ve hâlâ inandığı her şey o bitkinin yaşama direncinde toplanmıştır. Hamasi sözler etmeye gerek yok; toplumsal-siyasal idealleri olan insan tek başına kaldığında dahi en küçük yaşam belirtisinde bulabilir, yeni baştan kurabilir, yapabilir kendisini. Çatlaktan baş veren o minik yeşillik tutsağın imgeleminde bir anda dalları tüm dünyayı kaplayan bir akasya oluverir. Bu imgeye dayanarak her türlü baskı ve zulme kafa tutabilir, yıllar ne ki, yüzyıllarca yatabilir, ömrü yetsin yeter ki. n "İyi bir sosyalist olmak için önce iyi bir idealist olmak gerekir." diyorsun. 80 lerden bugüne bir şeylerin değiştiği açık. Sosyalistler ütopyalarını kaybediyor mu günümüzde? Evet, maalesef durum bu Birbirini bütünleyen iki olay neden oldu bence buna. Birincisi 12 Eylül darbesi, ikincisi Rus sosyalizminin yıkılması. 12 Eylül sendromu gene de şöyle ya da böyle atlatılabilirdi belki ama, iyi veya kötü, doğru veya yanlış, reel ya da değil Sovyet deneyiminin hüsranla sonuçlanmasının bizi bu denli derinden etkileyeceği hiç düşünülmedi. Aradan yıllar geçti, taşlar yerine oturdukça gördük ki, bir zamanlar en hızlı sosyalist olanlar asıllarına rücu etmiş, etnik, dinsel ya da mezhepsel köklerini keşfetmiş yönlerini oraya dönmüşler. Şurda burda, feysbukta filan sosyalizmi, eski günleri ağızlarından düşürmeyenler, sosyalist olmanın baş koşulunun emperyalizme karşı olmak olduğunu, işçileri, köylüleri halkı unutmuş, reddettikleri her şeyi kabul, kabul ettikleri her şeyi de reddetmişler. n Duvarların arasında yazıyorsun bu mektupları ve Berlin Duvarı yıkılıyor tam da bu süreçte. Ama bir de görünmez duvarlar var. Hangi duvarlar yıkıldı Mecit abi geçen sürede ve hangi yenileri örüldü dünyamıza? Berlin Duvarı dışında bir duvar yıkılmadı aslında. O zaman da yazdığım gibi, yerine daha sağlamları kurulduğu için o duvarın da yıkıldığını söyleyemeyiz pek. Bugün buradan bakınca, o gün olan biten her şeyin sanal olduğunu düşünebiliriz. Her şey yerli yerinde duruyor. Emperyalizm sadece tahkim etti yıkılıp dökülen yanlarını. O gün Polonya da, Romanya da, Yugoslavya da, bugün Afganistan da, Irak ta, Suriye de, yarın Türkiye de olan, olacak olan budur. İsrail in Batı Şeria da yaptığı yüksek duvar bunun sadece küçük bir örneği. Duvar mı? İşte sana Işid duvarı! O kadar uzağa gitmeye de gerek yok. İşte sana Işid i hiç de aratmayan nice hayatları katleden Hes duvarı, termik santral duvarı, üçüncü köprü ya da beşinci havaalanı duvarı. Tam sayısının açıklanmadığı maden işçisi yerin yedi kat dibinde gömülüyse, aynı yerde bir gecede 6 bin zeytin ağacını katlediyorsa bir şirket ve buna karşı hiçbir şey yapılamıyorsa orada aşılamayan çok büyük duvarlar var demektir ki Işid in katliamlarından ne farkı var bunların? Avrupa nın en büyük adalet saraylarını yap dur boşuna, bu da bir duvardır sonuçta içinde adalet yoksa! Sınır koşulu sınırsızlık olan özgürlük ve aşk n Lali Berte'ye ulaşabilecek miyiz? Hiç bulamayacak mıyız, yoksa bulsak da yeni bir Lali Berte mi yaratacağız? Sen n aptın Mecit Abi, hâlâ arıyor musun? Evet arıyorum, arıyoruz Sadece arıyoruz biz. Bazen bulur gibi oluyoruz, ama bunun bir yanılsama olduğunu anlıyoruz az sonra. Ama yılmıyoruz, bireysel ve toplumsal olarak aramaya yeniden başlıyoruz. Yaptığımız her şey, yürüyüşler, protestolar, bir araya gelmeler, ayrılmalar, kazandığımız haklar, başardığımız işler, devrimler onu aramaktır. Salt bir kişinin değil bütün bir insanlığın macerasıdır aslında bu. İyi ve güzel olan her şey, aşk, özgürlük, bağımsızlık, cumhuriyet, demokrasi, sosyalizm... Lali Berte budur. Biz yaşadığımız yerde, ülkemizde, dünyada arıyoruz; bizden sonrakiler bizim bıraktığımız yerden sürdürecekler. Çok yakın bir gelecekte insanlık yıldızlarda arayacak onu. Lali Berte bir ülkeyle, dünyayla, kafamızın içindekilerle sınırlı olmayan bir özgürlüktür ve aşktır çünkü. Sınır koşulu sınırsızlık olan özgürlük ve aşk. Günü neden 48 saate çıkarmıyoruz ki? n "Seviyorum beklemeyi. Bir heykel gibi kıpırtısız, tüm bir beklemeye, beklemenin kendisi olmaya adanarak burda duruyorum. İşte'yim." diyor kitapta. Anlatıcı Ali'de gerçek senden büyük bir pay var. "Aramak ve beklemek" bu kitapta iki önemli kelime bence. İkisi de fazla yorucu değil mi? Yorgunluğumuzu nasıl kenara bırakacağız? Yorucu ama güzel! Zaten bu denli yorucu olmasa bu kadar güzel olmazdı! Çünkü bu kadar güzel olan bir şey ancak bu denli yorar insanı. Yorgunluğumuzu bırakamayız ama. Dinlenmek için başka bir şeyde, başka bir yerde ararken ve beklerken yorularak dinleneceğiz. Ben öyle yapıyorum. Okurken yorulunca yazarak dinleniyorum, duvar örerken dinlenince zeytin silkerek yoruluyorum. Sonra alıyorum bağlamayı; beni sorma bana, ben ben değilem/bir ben vardur bende benden içeru. Günü neden 48 saate çıkarmıyoruz ki? n Aşk mı, ideoloji mi? Seçmek zorunda olsan hangisini seçerdin? Aşksız ideoloji, ideolojisiz aşk olmaz! İdeolojinize, ki bu dünya görüşü demektir esasında, aşkla bağlıysanız eğer değilse hobidir, hevesiniz geçer ideoloji de biter gider. Bunu aşk için de yineleyebilirim. Seçmeye gelince, ikisinden birini seçmek durumunda kalmadım hiç. İkisini birden seçtim hep. Yine de şimdilerde sevda kavramını çok daha önemli buluyorum. Aşk alkor haldedir, yakar, kül eder. Sevda ise akkor halde, ışıktır, yanar ve ışıtır. Aşk yakıp kül etmeden, yanıp tükenmeden sevda hali kazandığında, buna bir ömür yetmez! n Lali Berte'ye Mektuplar'la ilgili bulunamayan kitap efsanesinde senin başına ne gibi olaylar geldi. Kitabı bulamayanlardan tepkiler aldın mı, ya da sana ulaşanlar oldu mu? Kitabı çok arayan oldu, evet. Eşine, nişanlısına, arkadaşına, duygularını bu yolla açabileceğini düşündüğü kıza, erkeğe hediye etmek isteyenler Bana ulaşabilenlere ilk zamanlar bendeki tek nüshadan fotokopi yapıp yolluyordum. Sonra baktım olacak gibi değil, hem masraflı hem de meşakkatli-köyden kalk bir saatlik yola git, telli dosya yaptır, kargoya ver, ooo, bir sürü iş! Arayan bulur, gerçekten arıyorsa bulacaktır deyip vazgeçtim bundan. Bu kitap, bu mektuplar baş belası inanır mısın? Okuyanın hayatını alt üst ediyor bir yandan da. Birçok nüshası kıskanç kocalar, sevgililerce çöpe atılmış, yırtılıp yakılmış, yasak bir kitap gibi gizli saklı okunmuş, sonra da saklanmıştır. Tevatür değil bu, inan bana. Benim bildiklerim var, başkalarından duyduklarım var Tanışmalara vesile olduğu hoş durumlar, raslantılar da oluyor tabii bu arada. Bir tanesi şöyle, bundan yıllar önce iki genç dolmuşta aralarında kitap ve benim hakkımda konuşuyorlar. Ön koltukta oturan genç kız arkasına dönüp Lali Berte den mi söz ediyorsunuz diyor ve oradan başlayan bir arkadaşlık Hiç ummadığım yerlerde kitabın ve mektupların takipçileriyle karşılaştım. Büyük bir alışveriş merkezindeki kasiyer kız kartın üzerinde adımı görünce siz o musunuz diyor örneğin. Ya da bir banka memuru Kendisini Lali Berte ile özdeşleştiren, Lali Berte yi kendisine ikinci bir ad olarak seçenler Bana bu adla mektup yazan da çok oldu. Hepsinin ortak yanı içlerine dönük mazlum, inandıklarına tutkuyla, aşkla bağlı olmaları. Hepsi de çok güzellerdi. Lali Berte ve bir fotoğraf n Nasıl karşıladın bütün bunları. Senin yıllar yılı mektuplar yazıp durduğun Lali Berte ni birileri çıkıp elinden alıyor. Kızmadın mı, kıskanmadın mı ya da merak etmedin mi? Merak ettim ama ne kızdım ne de kıskandım. Mektupları okuyan birçok kişi, ta içerdeyken daha sormuştur bana kim bu Lali Berte, is midir, cis midir diye. Lali Berte nin bir sevgili imgesi olarak da dayandığı gerçek bir kişi -ve bir de bir fotoğraf- benim için hep vardı. Ama ben şu cevabı verdim hep soranlara; kim kendisini Lali Berte hissediyorsa odur. n Kim bu gerçekten? O biliyor mu Lali Berte nin o olduğunu, ondan doğduğunu? Fotoğraftan söz edeyim sadece. Tam yılını hatırlamıyorum ama 86 veya 87 olmalı, o yılın 1 Mayıs ından gazetelere yansıyan bir fotoğraf bu. Fotoğrafta uzun, sarı saçlı mavi gözlü, benim aklımda öyle kalmış ya da ya da en öyle hayal ettim, genç bir kız vardı. On on beş polisin arasında kolları ve bacaklarından tutulmuş, örümcek ağına yakalanmış bir kelebek gibi çırpınır haldeyken çekilmişti fotoğrafı. Aklıma geldikçe hâlâ ürperirim o fotoğaf; kesip saklamıştım, koğuş aramalarından birinde kayboldu sonra. Sonra ben onu Lali Berte yaptım. Benzer fotoğraf ve görüntüleri sonraki yıllarda da gördük. Hepsi Lali Berte işte Ankara daki protesto gösterilerinde tazyikli suyun üzerine yürüyen tiyatrocu kadın, o muhabir kız, Hüsna Sarı, Gezi protestolarındaki kırmızılı kadın Hepsi Lali Berte: La Liberte, ÖZGÜRLÜK! Gelecekteki bir kişi için yazıyordum n 22 yıl sonra yeniden Lali Berte ile okuruna ulaşıyorsun. Bir yazar için ilginç bir durum. İlk basıldığı zamanda bir bakıma yaşıtlarına ulaşan bir metindi, şimdiyse yeni bir kuşakla buluşuyor. Bu sende neler hissettiriyor? İyi ki yazmışım diyorum şimdi yıllar sonra. Ama zaten böyle bir şeyi ancak, sadece ben yazabilirmişim, öyle geliyor şimdi bana bu. O çocuğu (Ali) taa içimde hissetmiştim çünkü. O ben değildi ama, ben sanki biraz oydum. Sadece tek bir kişi için, şimdi olmayan gelecekteki bir kişi için yazıyordum. İşte o bulacak okuyacak... Oysa kuşaklardan kuşaklara geçti. Belki daha da geçecek. Ve ben de yazmaya devam edeceğim. Belki 70 ime doğru, giderayak bir dizi mektup daha yazarım. Çünkü sonradan yazdıklarım, kitaba almadıklarım var. Çünkü daha çok var o özgür dünyaya ulaşmamıza.

28 Kasım 2014 Cuma 10 HALDUN ÇUBUKÇU-DAMLA YAZICI A.M. CELAL ŞENGÖR İLE DAHİ DİKTATÖR ÜZERİNE - 2 Atatürk ün varlığı bütün milleti ordu haline getiriyor FOTOĞRAFLAR: DOĞAN KEMANCI Atatürk e diktatör diyen de, diktatörlüğün ne olduğunu bilmiyor. Çok demokrat diyen de bilmiyor. Pozitivist diyen de, pozitivizmin ne olduğunu bilmiyor. Diyorum ki diktatör nedir? Atatürk pozitivistti diyorlar. Bizim yobazlar bilimi pozitivist zannediyorlar. Pozitivizme saldırarak bilime saldırdıklarını sanıyorlar. Pozitivizm 19. Yy ortalarında kaldı. Bu tamamen cehaletin ürünüdür Dahi Diktatör A.M. Celal Şengör Ka Kitap, 150s. Atatürk halkın içinde bir adam. Hava Tümgenerali İhsan Aras akrabımızdı. Onun anısı: Eskişehir ordu evinde teğmenler masanın etrafına oturmuş rakı içiyorlar, başka kimse yok. Kapı açılıyor, bir bakıyorlar Atatürk. Hemen ayağa kalkıyorlar. Oturun çocuklar, oturun. Bana bir rakı ısmarlayın diyor. Ondan sonra gülüyor: Bana ısmarlayamazsınız, sizde de para yoktur. Çünkü ben sizin durumunuzdayken bende de yoktu diyor. Sonra bir soru soruyor: Biliyorsunuz Fransızlarla başımız derde girebilir Hatay hakkında. Cephaneniz biterse gidip Fransızların tayyarelerine çarpıp düşürür müsünüz? diyor. Düşünmeden ayağa kalkıyorlar: Düşürürüz Paşam! Sizden bu cevabı bekliyordum, sağ olun diyor. Bu arada kapı aralanıyor. Bir bakıyorlar Eskişehir valisi,,emniyet müdürü, Mareşal Fevzi Çakmak... Atatürk Mareşali görünce Çocuklar benim Azrailim geldi, ben gidiyorum diyor. Meğer trenden kaçmış. İstanbul a gidiyorlar, tren duruyor Eskişehir de Atatürk kaçıyor. Şerefinize yurttaşlarım Atatürk halkını çok iyi anlamış bir adam. Sarayburnu nda Ertuğrul yatının güvertesinde içki içiyorlar. Etrafındakiler başlıyor: Paşam milletin gözünün önünde içmesek? Öyle mi diyor. Alıyor kadehi gidiyor küpeşteye, etrafta yüzenlere kadehini kaldırıyor: Yurttaşlarım, bu gördüğünüz rakıdır. Keyif verir, ben de çok severim. Şerefinize diyor. Şerefinize diyince, Şerefine Paşam, yaşa Paşam alkış kıyamet... 1919 dan sonra ilk defa İstanbul a geliyor, yıl 1927. Bir tarafında Tevfik Rüştü Aras, bir tarafında da Recep Zühtü. Benim annemin amcası. Büyük bir coşku var sahillerde. Tevfik Rüştü ve Recep Zühtü zevkten mestler. Atatürk e bakıyorlar, hiçbir his yok yüzünde. Recep Zühtü soruyor: Heyecanlanmadın mı? Hayır diyor. Niye, hale bak diyor. Bana bak Recep, şunlar var ya şunlar, aynı heyecanla yarın seni beni darağacına götürürler diyor. Aile içinde anlatılanlar yani bunlar. Bu zekayı anlayabildik mi biz? İTÜ'den hocam İhsan Ketin den dinlemiştim. İhsan Hoca, Batı Anadolu Fayı'nın kaşifi. Kayseri doğumlu, 1914. Şimdi düşünün o yılları, ne kadar gariban bir yerdi herhalde. Ama bir lisesi var. İhsan Ketin, okuması yazması olmayan lisede hademe Ali Efendinin çocuğu. İhsan Ketin babasının hademe olduğu liseye devam ediyor. Bir gün Atatürk geldi, okul yıkıldı diyor. Bizim fizik dersine geldi, geldi en ön sıraya oturdu diyor. Tabii arkasında müdürler zırtlar pırtlar. Tipik dalkavuk takımı. Atatürk hocaya dönmüş: Sen derse devam et, bizi yok farz et demiş. Adamcağız hiçbir şey yokmuş gibi anlatmış dersi. Atatürk ün o kadar çok hoşuna gitmiş ki, çıkınca müdüre: Bu adama beş lira zam yapın demiş. Atatürk gidince çağırmış fizik hocasını müdür, Paşanın emri var, sana beş lira zam yaptılar. Ne demiş öğretmen? Kabul edemem efendim, ben görevimi yapıyorum. Havaya bak. Bir kere Atatürk beş lira zam yapın diyor. Diktatör mü? Diktatör. Kanunu var, kuralı var. Öteki hocaları dinledin mi ki bu çok daha iyidir, al sana beş lira. Tabii onun kafasında neler var ama, haksızlık da olabilir. Değil mi. Öğretmen kabul etmiyor. Atatürk ün varlığı bütün bir milleti ordu haline getiriyor. Adam diyor ki İyi öğretmen olacaksın İhsan Ketin hoca derdi ki: Yümnü Tolgay Bey, Sivas Öğretmen Okulundan Kayseri Lisesi'ne yeni gelmiş. Buram buram Atatürk kokuyordu. Ne heyecan vardı adamda! Hiç unutmuyorum o lafı. Atatürk böyle bir heyecan aşılamış. Bakın bu komutanlıktır. Kim ne derse desin. Çünkü komutan emrediyor. Git ölmeye, diyor. Emredersin diyorsun. 1981'de İhsan Bey bilim ödülü aldı Tübitak tan. Gitti en arkada oturan yaşlı bir adamın elini öpüyor. Yümnü Tolgay Bey, hayattaymış. n Eğitime, bilime gelmişken... Bu konuda en çok kafa yoranlardansınız. 2014 Türkiye sinde bilim nerede? Çok kötü durumda. Çünkü iki grup oluşum var bilim yapan. Birincisi üniversitelerimiz, ikincisi ise MTA gibi Etibank gibi devlet kuruluşları var bilim yapması beklenen. Devlet kuruluşları, hemen hemen Atatürk ün vefat ettiği günden beri çok kötü ellerde. Hep politika tabanlı. Hatırlarım, bir bakan MTA nın misafirhanesi güzel diye orada kalıp misafir ağırlıyordu. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir rezillik olamaz. İşte bu hale gelmiş vaziyette Türkiye. Türkiye'nin büyük şansı Üniversitelerimiz Almanlar zamanında çok iyiydi. Atatürk üstüne düşen vazifeyi çok iyi yaptı. Şansı da çok yaver gitti. 1933 te Atatürk bakıyor Darülfünun kabul edilebilir bir düzeyde değil. Buna bir çare lazım. Felaket durumda üniversite. Kıymetsiz öğrencinin cesareti ilk senede kırılmalıdır. Avrupa onu yapıyor. Herkesi alıyor üniversiteye, bir senenin sonunda bir döküyor, bir daha da dönemiyorsun. Üniversitede demokrasi olmaz hiçbir şekilde. Atatürk Darülfünun u kapatıyor. Yeniden açtığı zaman hoca yok. Belirli kararlar alıyorlar, gelecek hocanın üniversite diploması olsun diyorlar. Mesela Malik Sayar ın üniversite diploması yok. Pertevniyal Lisesi ne gönderiliyor. Hamit Nafiz Pamir jeoloji profesörü oluyor. Diyor ki, Ben jeolojiyi kendim bilmiyorum ki, ne anlatacağım. Onun üzerine seçkin yabancı bilim adamları davet ediliyor. Ama bu arada Atatürk bir sürü politik atama yapıyor. Fuat Köprülü nün tepesi atıyor. Atatürk e diyor ki, Bak bu böyle olmaz, yaptığın iş değil. Kavga ediyorlar yine. Bu arada büyük bir şans eseri Hitler iktidara geliyor. İktidara gelir gelmez Yahudiler, homoseksüeller, sosyal demokratlar, komünistler temizleniyor üniversitelerden. Müthiş entelektüel bir grup, müthiş kaliteli bilim adamları işsiz kalıyor. Atatürk bir duyuyor bunu, En iyilerini istiyorum diyor. Hemen kürsüler açılıyor. Kimler gelmiyorki... İş geliyor diş hekimliğine. Atatürk en iyisi kim soruyor. Prof. Schwartz diyor ki: Paşam, Kantorovicz en iyisi fakat, o olmaz Atatürk, Niye olmaz bir dakika diyor. Efendim o sosyal demokrat, Naziler bunu vermez Atatürk, Sen onu bana bırak diyor, dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras ı çağırıyor. Reich hükümeti nden istekte bulunun Profesör Kantoroviç Türkiye ye gelsin. Biz iş vereceğiz kendisine diyor. İki ay cevap yok. Zavallı Schwartz elinde liste geliyor Atatürk ün yanına. Paşam ben size arz ettim. Bırakmazlar bu adamı diyor. Atatürk, tekrar Tevfik Rüştü Aras ı çağırıyor. Bir nota çekeceksin Rayt hümetine, iki ay cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine kasıtlı bir hakaret midir?

28 Kasım 2014 Cuma 11 Kırk sekiz saat sonra Kantorovicz İstanbul da. Hemen Dişçilik Okulu açılıyor. Bu arada öğreniliyor ki Rıza Şah ın diş sorunu var. Atatürk haber gönderiyor. Rıza Şah resmi bir ziyaret yapıyor. Dolmabahçe Sarayı na özel bir muayenehane kuruluyor. Kantorovicz, Rıza Şah a protez yapıyor. Atatürk ün verdiği mesaja bakın. En iyisini arıyorsan bende! Yobazlar bilimi pozitivizm sanıyor Atatürk e diktatör diyen de, diktatörlüğün ne olduğunu bilmiyor. Çok demokrat diyen de bilmiyor. Pozitivist diyen de, pozitivizmin ne olduğunu bilmiyor. Diyorum ki diktatör nedir? Diktatör, roma senatosunun oylayarak verdiği bir rütbedir. Magistratus Extraordinarius denen kişiye Diktatör rütbesi verilir. Şu süre içinde, şu sıkıntıdan kurtulalım denir. Atatürk pozitivistti diyorlar. Bizim yobazlar bilimi pozitivist zannediyorlar. Pozitivizme saldırarak bilime saldırdıklarını sanıyorlar. Pozitivizm 19. Yy ortalarında kaldı. Bu tamamen cehaletin ürünüdür. Atatürk pozitivist değildir, olamaz. n Neden olamaz? Çünkü Atatürk bir problemi çözmek için önceden hazır kalıplarla çalışmıyor. Sürekli eleştirel kalıp icat ediyor. Halbuki pozitivizm bir bulgusunun pozitif olduğunu düşünür. Böyle bir şey yok Atatürk te. Hipotez bunlar, geçerli olduğu yere kadar. Dil devrimi yapıyor adam. İyi gitmediğini görüyor kaldırtıyor. Dil devrimini raydan çıkartanlar Atatürk ün çevresinde ve ondan sonra yaşayanlardı. Atatürk sıkı bir tartışmayı çok istiyordu. Bunu yapacak kişi bulamıyordu. Türk Tarih tezi çıkıyor. Atatürk: Bunu uzmanlara gönderin tenkit edilsin. İlk bölümünü alın küçük bir kitap yapın 30 bin tane basıp halka dağıtın. diyor. Konularının uzmanlarından gelen şu: Paşam ne müthiş bir düşünce. Herkes bunu diyor. Atatürk bakıyor ki rezalet bu notlar. Daha geniş bir gruba gönderin diyor. Cevaplar geliyor, aynı. Daha dar bir gruba gönderin diyor. Cevaplar yine aynı. Atatürk tarih tezinden vazgeçiyor. İki adam kafa tutuyor. Fuat Köprülü ile Zeki Velidi Togan. Böyle zırvalık olmaz diyorlar. Böyle zırvalık olmazın Atatürk ten bulduğu karşılık Köprülü ye, Mebus ol oluyor. Fuat sana ihtiyaç olacaktır, mebus ol diyor. Köprülü kabul ediyor. Zeki Velidi çok kafa tutuyor. Zeki Velidi eski Başkurdistan Cumhurbaşkanı. Atatürk, Uludağ da kayak yaparken Zeki Velidiye, Bana bak Zeki, bir memlekette iki cumhurbaşkanı olmaz diyor. Bakın diktatör mü değil mi?türk Tarih Kurumu na emir veriyor: Araştırmalar devam etsin. Türk Tarih Kurumu nu kurarken de diyor ki: Tarihi yazan tarihi yapana sadık kalmazsa, hakikat insanı çok şaşırtacak mahiyet kazanabilir. Atatürk Köprülü'ye, Harf devrimi yapıyoruz gel komisyonun başına geç diyor. Köprülü: Yaptığın iş yanlış diyor. Atatürk, Köprülü ye dokunuyor mu? Hayır. Çatır çatır tartışıyor Fuat Köprülü yle. Diktatör. Ama Bilim yapın diye dikte ediyor. Benim dediğime inanın demiyor. Ama Bilim yapın diktası var. Tekkede oturup miskinlik etmeye kalkarsan bırakmam diyor. Bugünkü üniversitelerimizin durumu felaket. Hatırlıyor musunuz İlber Ortaylı'nın ne dediğini: her şehre bir üniversite ahlaksızlıktır. Dünya üniversitelerinde sıralamaya dahil ediyorlar bizim üniversiteleri, hepsi yalan. Bugün 11. çıkıyor, yarın 500. sonra 100. falan. Ben söylüyorum bugün dünyada 10 tane zirve üniversite vardır. Bizimkiler burada yok. Silahlı Kuvvetler hazırlıksız yakalandı n Kendinizi Havacı bir asker olarak da tanımlıyorsunuz. Balyoz duruşmalarını da izlediniz. Ne düşünüyorsunuz Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi davalar hakkında? Balyoz duruşmalarının pek çoğuna gittim, eşim Oya hemen hemen hepsine gitti. Makale yazmak bana düşüyordu. Komutanlarımı ziyaret Oya'ya düşüyordu. Ama Ankaraya da gittik, Sincan'da Tuncer Kılınç generalimi, İbrahim Fırtına generalimi ziyaret ettik. n Sizin Hava Kuvvetleriyle özel bir ahbaplığınız ve hukukunuz var... Çok uzun zaman tabii, 5 yaşındaydım, düşünün Haldun bey. Siz 5 yaşındaki bir çocuğa üniformayı giydirir, askelik yaptırır bir de tayyareyle uçurursanız bundan kurtulmak mümkün değil. Hava Kuvvetleri benim ikinci ailemdi. Olan biten karşısında şoke oldum. Bizi en çok üzen Silahlı Kuvvetlerin bu kadar hazırlıksız yakalanmasıydı. Ve benim yaptığım tek yorum şudur; Fatih'e (Altaylı) de öyle bir mektup yazdım, daha yayımlamadı, yayımlar umarım: Türk Silahlı Kuvvetleri bir; hazırlıksız yakalanmıştır, iki; hazırlıksız oldukları için çok akıllıca bir karar almışlardır, o da şudur: Ne derlerse yapalım. Birden bire birden bire dünya gördü ki bizde bela asker değil. Kimileri bugüne kadar diyordu ki; Türk ordusu, ikide bir de demokrasiye müdehale eder. Bu sefer ordu dedi ki: aha karışmıyoruz. Birden bire ortaya çıktı ki iş, diktatör olan, hukuku dinlemeyen, halka baskı yapan ordu değil, sivil yönetimlerdir. Bunun sebebi de cehalet ve görgüsüzlüktür. Böyle büyük bir faydası oldu Balyoz'un. ama Balyoz Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki çok kaliteli büyük bir grubu elimüne etti. Bu adamların hayatlarını zehir etti, ailelerini süründürdü. fakat en acısı gelecek nesillerin ümidini söndürdü. ve şu anda ordu içerisinde hangi faktörler vardır, Fethullahçı mı vardır, bilmem neci mi vardır, Süleymancı mı vardır bilemiyoruz... Bunu temizlemek de çok zor. Ben büyük bir bilim adamıyım ama üstümü kazırsan altımdan mavi renkli üniformam çıkar. Ne ahlaksızlıklar yapıldı bu insanlara, ne telefon montajları ve bu şekilde yıpratılan insanların hepsi n Bunu kim yaptı ve neden yaptı sizce? Kanuni olmaz ama, hepiniz biliyorsunuz zaten. İçeri alınan adamlara bakın ya, kim bu adamlar, milli gemiyi yapmak isteyenler, milli uçakları yapmak isteyenler... Celal Şengör, Damla ya takılırken eşi Oya Hanım röportajın bitmesini bekliyor.

28 Kasım 2014 Cuma 12 KAYA ÖZSEZGİN Susan Sontag Bilincin kapısını aralarken Geçmişten geriye kalanı gösteren bir fragman dan başka bir şey değil fotoğraf Sontag a göre. Geçen zaman, fotoğrafları değiştirmektedir çünkü. Akıl almaz miktarda kitap okumaktan hoşlanması ise, gene Sontag a özgü bir tutku olmalı. Okumak, onun eğlencesi, kafa dağıtma yolu, tesellisi, hatta kendi deyimiyle küçük intiharı dır Bilincin Kapısını Aralamak Jonathan Colt ın Susan Sontag ile söyleşisi Çev.: Zeynep Heyzen Ateş Sel Yay. 124 s. Türk okuru, Amerikalı yazar Susan Sontag ı, dilimize de çevrilen fotoğraf sanatıyla ilgili kitabı nedeniyle, daha çok fotoğraf kuramcısı kimliğiyle tanıyor olsa da, onun çok yönlü bir aydın olduğunu, kendisiyle yapılan kapsamlı söyleşide görmüş olacak. İranlı lider Humeyni nin gazabına uğrayarak hakkında ölüm fetvasının çıkması, belki ününü geniş bir çevreye yaymış oldu, ama ona gerçek ün kazandıran şeyin, söz konusu söyleşiyle de kanıtlanmış olacağı gibi, işlek bir beyin gücünden ve aktivist yapısından kaynaklandığı kuşku götürmez. Rolling Stone dergisinin kurucu editörlerinden Jonathan Cott ın birbirinden farklı ama ortak bir kültür ekseninde buluşan sorularını yanıtladığı söyleşi, Cott ın önsözde belirttiği gibi, düşünerek geçen bir hayatın ve düşünceyi bir varoluş biçimi olarak algılama alışkanlığının, ender rastlanan bir örneğiyle bizi karşı karşıya getiriyor. Sanatın erotikliği ni savunmuş olmasından tutun, olgubilimsel yaklaşımına, tutkulu bir estetik düşkünü olmasına, nostalji ve ütopya arasında gidip gelen çok yönlü yaklaşımına kadar, sorulara verdiği yanıtlarda, açık sözlü olmaktan kaçınmayan ve her sorunu etraflı biçimde düşünmeye öncelik tanıyan bir düşünür le tanışmış oluyoruz. Örneğin kendisini, fotoğraf kuramcısı olmasına rağmen fotoğrafçı olmamakla suçlayanlara karşı, fotoğraf çekmeyen ama fotoğraflara bakarak onlardan keyif alan bir kişi olduğunu, bu konuyu işlediği kitabında dile getirmişti. Fotoğraf çekmiş olsaydı, Fotoğraf Üzerine kitabını yazamayacağını söylemesi, sanat planında kuramcılıkla eylemciliğin örtüşmediğine ilişkin benzer birçok iddiaya bir kez daha haklılık kazandırmış olduğunu belirtmek bile fazla olacaktır. Hastalığın romantikleştirilmesi Paris ve New York ta gerçekleşen ve söyleşi metninin tümünü kapsayan kitapta değinilen konular arasında sanatla ilgili olanlarına ağırlık verilmiyor değil, ancak sanatın kendisinin de yan konulardan soyutlanmayacak dolaylı ya da dolaysız ayrıntılar içerdiği gerçeği, kitabın her satırında ortaya çıkıyor. Sontag a göre, insanların bilincini açmak ve her şeyi daha da karıştırmak dışında kimsenin işine yaramadığına inandığı fotoğraf hakkındaki kitabı da göstermiştir ki, insanlara yararı dokunacak bir şeyler yazmak, büyük bir zevk Acı veren ameliyatlardan sonra, bir gün öleceğini bilmek, bu süreci yaşayan Sontag a bakılırsa, gerçekten olağanüstü bir duygudur. İnsan yaşamak istemiyorsa, hastalığının suç ortaklığını üstleniyor demektir. Söyleşinin bir yerinde, hastalıkla ilgili kitabında sanatın ve hayatın iç içe olduğunu söylüyor ki, bir itiraf değil, sanatın özüyle uyumlu ve paylaşılan bir düşüncedir bu kuşkusuz. Ayrıca hastalığın romantikleştirilmesi nde bir gerçeklik payı bulunduğunun altını çizmesi de, özellikle biz ve bize yakın toplumlarda paylaşılan bir düşünce değil midir? Söz gelişi lösemi, yazarın dediği gibi kanserin romantik bir türü mü? Olabilir. Hatta o, delilikte bile romantik bir yan bulunduğu kanısındadır. Gene yazara göre, dinsel inancın çöküşünden beri ruhani değerleri yüklenebileceğimiz iki şey kalmıştır; sanat ve hastalık... Geçmişten geriye kalanı gösteren bir fragman dan başka bir şey değil fotoğraf Sontag a göre. Geçen zaman, fotoğrafları değiştirmektedir çünkü. Cinsiyetsizleştiren eylem: Yazmak Akıl almaz miktarda kitap okumaktan hoşlanması ise, gene Sontag a özgü bir tutku olmalı. Okumak, onun eğlencesi, kafa dağıtma yolu, tesellisi, hatta kendi deyimiyle küçük intiharı dır. Örneğin bir konsere gittiğinde, eğer daha önce Nietzsche okumuşsa, fazlasıyla kaptırıyor kendini müziğin akışına. Çünkü Nietzsche, yüz yıl önce söz etmişti modern toplumdaki bu tutkudan. İnsanlığın ruhani zirvesine gelince, bu, Budizm dir Sontag a göre. Nazizm için gerçek ilham kaynağı olsa da, Nietzsche den, çağdaş bir düşünür olarak vazgeçecek değildir. Cinsellik konusunda ise, bu konudaki yaygın denklemi tersine çevirir ve toplumların cinselliği tarih boyunca hatırı sayılır derecede bastırmasının altında, bu tutkunun kontrolden çıkabileceği ve bütünüyle yıkıcı olabileceğine inancının yattığı kanısındadır. Yaygın kanının aksine, cinsellik yalnızca kontrol altında tutulur ya da kısıtlanırsa iyi işleyeceğine inanır. Sanatın kökeninde zenaatkârlığın yattığı yolundaki Antik düşünceyle barışıktır. Platon ve Aristoteles in şairi bir marangoza benzettikleri eski analojilerle ortak görüşleri paylaşır. Bu arada Fransızları öfkelendirecek bir kanısını dile getirmekten de kaçınmaz: Fransız kültüründe hayret verici derecede ciddi bir kadın düşmanlığı yattığını dile getirmekten çekinmez. Kadın olması, onu o yapan sayısız özelliklerden yalnızca biri dir çünkü. Hiçbir şeyde cinsiyet ayrımı gözetilmemeli. Yazmayı, cinsiyetsizleştiren bir eylem olarak görmesi bundandır. Yazarların ve sanatçıların garip davranışları karşısında, kendisi gereksiz hamleleri ni zamanla azaltmış olsa da, örneğin Wagner in tütsü ve parfümlerle donatılmış bir odada beste yapmış olmasını, Goethe ya da Schiller in ayaklarını sıcak suya sokup yazmış olmalarını, sanatçı dünyasının ekstrem ve olağan alışkanlıkları olarak gördüğünü dile getiriyor bir soruyu yanıtlarken. Kitapta, yazara soru yönelten Jonathan Cott ın daha başka kışkırtıcı soruları da var. Ancak liberal bakıştan hoşlanmayan Sontag ın bu sorular karşısındaki entelektüel tavrı, hiç de beklenmeyecek türden değil. Kısaca belirtmek gerekirse, Sontag ile yapılan bu görüşme, sık tanık olduğumuz benzer görüşmelerden farklı. O nedenle de yeterince sürükleyici ve açıksözlülük örneği.

MİNE SOYSAL 28 Kasım 2014 Cuma 13 Öykü işliğinde bir ömür... Kitap fuarlarının Tepebaşı nda yapıldığı mutlu günlerdi. O zamanlar kitap fuarı; vapurdan inip tünelle Beyoğlu na çıkan, salına salına yürüyen hanımefendilerin; adımlarını, mırıldandığı eski bir şarkıya uydurup, Taksim den Kallavi ye bir solukta varan beyefendilerin; kitaba meraklı işçilerin, esnafın; okul çıkışı soluğu fuarda alan liselilerin; eylemden dağılan heyecanlı üniversitelilerin; yazarların, yayıncıların, kentin her yerinden gelen cümle edebiyatseverin buluşma yeriydi. Zeynep Cemali yle ilk orada, Günışığı Kitaplığı standında tanışmıştık. Çocuklar için hikâyeler yazıyordu. Okur musunuz? diye sormuştu çekingen. 1998 in o rüzgârlı gününden sonra geçen 11 yılda, öykülerini, romanlarını hep aynı çekingenlikle verdi bize; biz de her seferinde onu okumaktan, onun bir kitabına daha kafa yormaktan, emek vermekten zevk duyduk. Editörü olmak, onun yayınevi olmak, daima sevinç ve gurur verdi. Yazdığı 8 kitapla sadece Türkiye de büyüyen nesillerin yaşamına dokunmakla kalmadı, başka dillerde de sadık okurlar edindi. Onu okumaya, ne yayıncı gözlerimiz doydu, ne de hikâyelerine sığınmayı alışkanlık edinen yüz binlerce okuru... Zeynep Cemali, gerçekçi bir insandı. Çocuklara hiçbir zaman çocukça davranmadı. Onlara inandırıcı olmayan, savruk öyküler anlatmadı. Tam tersine onlara, daha zor, daha karmaşık kurgular yaratarak, yaşama hazırlanmaları için incelikle dokuduğu ipuçları sundu. Tanıklık etmekten onur duyduğumuz yazarlık yaşamında çevresi hep güneşli, bahar kokuşlu, hep sakindi. Duvarlarını son derece mütevazi seçimlerle ördüğü sessiz kalesinde, sabırla çalışarak birbirinden güzel kitaplar yazdı. Okullar, evler, sokaklar, çocukların yüreğinin çarptığı her yer onun öyküleriyle ısındı, renklendi. İyi ki işimiz çocuklarla! Uzun yıllarda biriktirdiği onlarca öyküden, ilk kitapları olan Ben, Çınar Ağacı ve Pufböreği (1999) ile Gül Sokağı nın Dikenleri (2000) doğdu. Her iki kitaptaki izlenimci öyküleri, okura sunduğu güçlü gerçeklik duygusu ve engin hümanist yaklaşımıyla dikkati çekti. İlk romanı olan Güzelce de Bir Kaçak, Memo da (2001) kan davası gibi ağır bir temayı çocuk gerçekliğinde işlemeye cesaret etti. İkinci romanı olan Patenli Kız (2003), çocuk edebiyatımızda nirengi noktası yaratan bir başyapıttı. İşitme engelli bir çocuğun yaz tatilini geçirdiği bir İstanbul köyünde yaşlılardan dinlediği bağımsız öykülerle ustaca kurguladığı bu ilginç roman, kısa zamanda çocukların en sevdiği kitaplar arasına girdi. Yayımlanan bu dört kitapla tüm Türkiye de çok sevilen, çok okunan bir yazardı artık Zeynep Cemali. Yine de her zaman alçakgönüllüydü. Hem bize yazar-editör işbirliğinin keyfini yaşatıyordu, hem de üst üste gelen tekrar baskılara inanamıyor; sıklıkla davet edildiği okullarda buluştuğu okurlarına, kendisine henüz yazar demeye dilinin varmadığını; yazar olmak için bin fırın ekmek yemek gerektiğinden dem vuruyordu. Sadece yazar değil, hem de usta bir yazar olduğuna yine çocuklar ikna etti onu. Kitaplarını okuyan çocuklardan aldığı sayısız e-posta iletisi, anlattığı hikâyeler için teşekkür doluydu. Çocuklar onun kitapları sayesinde öyküye ve romana bağlanıyor, dil estetiğinin tadına varıyordu. İyi ki işimiz çocuklarla! Yoksa bu dünyaya katlanmak mümkün mü? derdi bazen. Son nefesine kadar onu ayakta tutan işte bu düşünceydi. Çocuklar onunla sohbet etmekten zevk alırdı. Bir seferinde, Yaratıcılık asla kaybolmaz, korkmayın, dediğini duymuştum çocuklara. Ama yaratıcılığı artırmak, büyütmek için bilgi gerek, eğitim gerek. Çocuklar onu can kulağıyla dinliyordu. Onu duyuyor, onu görüyor; kitaplarını okudukça aralarında çok renkli, umut ve güven dolu, sevinçli köprüler kuruluyordu. Cemali, onların yüreğine sadece kitaplarıyla değil, saygıyla, sevgiyle, daima ciddiye alan nazik yaklaşımıyla ve cesaretle dokunabildi. Bu tutumu sayesinde çok çocuk, ilk kez onun kitaplarıyla edebiyatı sevdi, başka yazarların başka kitaplarını merak etti. Belki okurlarıyla kurduğu bu muhteşem iletişimdi, aile tarihini yazmaya cesaret etmesinin nedeni. Çılgın Babam da (2004), 1950 li yıllar İstanbul unda büyüyen Zeynep in orta halli ailesinin gerçek yaşamını tarih sıralı öykülerle anlattı. Sıradışı babası, cefakâr annesi, gül kızkardeşi, Kızıltoprak taki konu komşuyla canlanıveren geçmiş, yazlık sinemalar, okul sıraları, sandal sefaları, sokak oyunlarıyla çoktan yitirdiğimiz güzelliklere methiye gibiydi. Kitabında okurlarına kendini var eden eski bir dünyayı sunmamıştı yalnızca; onları aile evine konuk etmiş; ellerinden tutup Beyoğlu nda, Kadıköy de, Kapalıçarşı da gezdirmiş, İstanbul un kıyı bucağını ayaklarının atına sermişti. İtalyanca ve Bulgarca da yayımlanan romanı Ballı Çörek Kafeteryası (2005) ikinci başyapıtı niteliğindeydi. Annesini yitiren Sıla nın, babası ve teyzesiyle hayata tutunma çabasının naif hikâyesini anlatırken, Anadolu insanının gülümseten öyküleriyle hüznü dağıtmayı, ülkenin bin bir çehresine dair merak uyandırmayı ve çocuk okurları yeni duygusal ve düşünsel keşiflere heveslendirmeyi başardı. Yaşarken yayımlanan son kitabında yine öyküye geri döndü. Mahalleyi haraca kesen siyam kedisi Selami'nin dokunduğu komşu yaşamları öyküleştirdiği Öykü Öykü Gezen Kedi (2007) yayımlandığında, artık sayısız çocuk ve yetişkin çoktan onun okuru olmuş; her yaştan insanın zevkle okuduğu kitaplar kaleme alan usta bir yazar olduğunu kanıtlamıştı. Onsuz geçen beş uzun yıl... Zeynep Cemali ülkesine ve insanlara sessiz, sevgi dolu bir yeminle bağlıydı. 2007 de Hrant Dink in acısıyla kavrulduğumuz o uğursuz günlerde, Dev örümcekler, kurdukları ağlar, onlara takılan maşalar, satılık beyinler... Yanan yüreğim, ağlayan gözlerim, kırılan onurum... Ah, nereye kadar?.. diye yazmıştı bana. 26 Kasım 2009 a kadar dayanabildi... Son romanı Ankaralı (2010) ölümünden sonra yayımlandı. Cemali, hastaneye kaldırılmadan sadece birkaç gün önce tamamlamayı başardığını, onu kaybettikten sonra öğrendiğimiz bu son romanında, geçmişiyle yüzleşemeyen bir ailenin dramını çocuğun gözünden anlatırken, kadının toplumdaki yerini sorgulayan güçlü söylemiyle gençlik edebiyatına göz kırpıyordu. Kitap, Cemali yle aynı yıl kaybettiğimiz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği nin (ÇYDD) efsane başkanı Türkân Saylan ın anısına ilk kez verilen 2011 Türkân Saylan Sanat Ödülü ne değer görüldü. Cemali nin vakitsiz ölümünün üzerinden geçen beş uzun yılda onsuz yaşamayı, çalışmayı, sayıları her geçen gün artan okurları sayesinde, onlarla birlikte öğrendik. 2011 den beri düzenlediğimiz Zeynep Cemali Öykü Yarışması, onun çocuklara duyduğu tükenmez sevdasının simgesi haline geldi. Ülkenin her köşesinden gelen binlerce öykü, çocukların onun edebiyat davetine nasıl kulak verdiğinin en güzel kanıtı. Yine 2011 den beri düzenlediğimiz ve ülkenin tek edebiyat yayıncılığı konferansı olan Zeynep Cemali Edebiyat Günü de, sektörü geliştiren benzersiz bir bilgi platformu olarak gelenekselleşti. Onun bayrağını dalgalandıran projeler gerçekleştirmek, yayıncılık emeğimize güç verdi, edebiyat tutkumuza direnç kazandırdı. Zeynep Cemali, çocuklar için yazmaktan hiç yorulmadı. Günışığı Kitaplığı nın 1996 da çıktığı çocuk ve gençlik edebiyatı yolculuğuna bütün benliği ve yüreğiyle katıldı. Hem bizlerin, hem de bütün çocukların yoldaşı oldu. Kimsenin arkasından konuşmadı, kimseyi incitmedi, üzmedi. O sadece insanları, edebiyatı, öyküleri ve çocukları düşündü. Yazdıklarıyla bu denli sevilmek, bunun için çok ama çok çalışmak kolay değildir. Bir ömrü öykünün işliğinde geçirmek sabır gerektirir; dünyayı ve kendini bilmeyi gerektirir. O bunu başarabilen gerçek bir yazardı. Onun edebiyatımızda bıraktığı derin izler, dün çocuk, bugün genç, yarın yetişkin olan okurlarının yaşamında parlıyor, hep parlayacak. Usta öykücü Zeynep Cemali, 26 Kasım 2009 da aramızdan ayrıldığında, aralarında çağdaş çocuk edebiyatımızın başyapıtları da bulunan 8 unutulmaz kitap bıraktı...

14 28 Kasım 2014 Cuma Yeni çıkanlar Gerçi Rum İsek De, Rumca Türkçe Söyleriz Evangelia Balta Çev: Kolektif İş Bankası Kültür Yayınları, 424 s. Anadolu tarihinin unutulmuş bir unsurunun ve bu unsurun yeniden hatırlanışının öyküsü Rumları ve onların kültürü, yarım yüzyıldan fazla ancak bir avuç uzmanla meraklının ilgisini çekebildi. Rumca, Yunanca ve Osmanlı Türkçesi kaynakların birbirini nasıl bütünleyerek tarihe ışık tutuyor. Tatavla'da Bir Delirme Vakası Bade Osma Erbayav Yitik Ülke Yayınları,126 s. Yoğun, keskin, büyülü ve güçlü öyküler var bu kitapta... Öykü okuru boşuna beklemiş olmayacak. Edebiyat lezzetini özleyenler için çok özel bir kitap... "Doru atlar öldüğünde, viran ahırlar birer birer çöktüğünde, derin kuyular sebepsiz kuruduğunda, laternalar ansızın sustuğunda, bahara sevdalı insanları kentten sürdüklerinde ve Tatavla bir daha barışmamak üzere hayata küstüğünde Zaman Apartmanı'nın uzleti başlamış olmalı." Ariel ve Seçme Şiirler Sylvia Plath Çev: Yusuf Eradam Kırmızı Kedi, 136 s. Plath 1963'te 32 yaşındayken kendi eliyle hayatına son verdiğinde arkasında özgün şiirlerini bırakmıştı. Depresif ruh hali hemen hemen bütün şiirlerine yansıyan Plath'ın ölümünden sonra 1965 yılında yayımlanan Ariel'deki şiirleri onun şair olarak ününü sağlayan çalışmaları oldu. Bu kitapta Ariel'le birlikte yine ölümünden sonra eşi şair Ted Hughes'un seçerek yayımladığı şiirler de yer almaktadır. Dalgaların Sesi Yukio Mişima Çev: Zeyyat Selimoğlu Can Yayınları, 208 s. Romanlarında insan doğasının karanlık yönlerini deşen, onlarla cesurca hesaplaşan Mişima, bu kez kalemini ışığa çevirerek sevginin farklı veçheleri etrafında kuruyor öyküsünü. Dalgaların Sesi'nde, Şarkılar Adası olarak da bilinen Uta-Jima adasında genç balıkçı Şinji ile varlıklı Miyata ailesinin güzel kızları Hatsue arasındaki ilk aşk öykülenir; cesur, heyecanlı, duru iki gencin masalsı bir dille kaleme alınmış öyküsüdür bu. 300'ler Komitesi John Coleman Çev: Mert Akcanbaş Destek Yayınları, 416 s. Dünyayı 1600'lü yıllardan beri uyuşturucu ticareti parasıyla servetler kazanmış ve başında İngiliz monarşisinin bulunduğu 300 kişilik bir komite yönetmektedir. Yeni Dünya Düzeni içinde Tek Dünya Devleti kurmayı amaçlayan bu komitenin her ülkede vatan hainliği yaparak komplo hiyerarşisi içinde yükselmek isteyen adamları bulunmaktadır. İşte Benim Zeki Müren Kolektif Yapı Kredi Yayınları, 368 s. Şarkılara duygu seren, çilelere göğüs geren, dertli gönüllere giren "İşte Benim Zeki Müren" İşte Benim Zeki Müren" sergi kataloğu, sanatçının kendi koleksiyonunda bulunan fotoğrafları, desenleri, kostümleri, gözlükleri, plakları, şiirleri, gazete ve dergi kupürleri ve arşiv görüntülerinden oluşuyor. Sergi kataloğu Müren'in hiç bilinmeyen binlerce fotoğraf arasından seçilen çok özel karelerine ışık tutuyor. Özgürleşme Makineleri Deleuze ve Marx Çev: Aslı İkizoğlu Otonom Yayıncılık, 192 s. Deleuze'ün politik bir düşünür olduğunu reddetmek için en sık başvurulan strateji, onun Marx'la olan ilişkisinin dışsal bir ilişki olduğunu öne sürmektir. Oysa bu derlemedeki bütün katkılar, bu iki düşünür arasındaki ilişkiyi doğrudan onları oluşturan bir parça, bir eğilim olarak ele alır. Deleuze ün kapitalizm eleştirisi, doğrudan militan praksisin imgesindeki bir dönüşüme açılır. Işık Doğu'dan Yükselir John Freely Çev: Gül Çağalı Güven Doğan Kitap, 264 s. Tanınmış tarihçi John Freely dünya tarihinin çok önemli bir parçasını titiz bir çalışmayla gün ışığına çıkararak Batı merkezli tarihyazımına karşı ciddi bir alternatif oluşturuyor. Freely'nin kitabı, kültür ve medeniyet gibi kavramları Batı'ya özgü olmaktan çıkarıp Doğu topraklarını güneşin ve kültürel aydınlanmanın ışıklarıyla aydınlatıyor. Batı'nın göz kamaştıran ihtişamının bizlere unutturduğu bir gerçek. Homeros'un İzinde Troya'dan Savaş Efsaneleri Yaşar Atan Kaynak Yayınları, 256 s. Mitoloji alanındaki çeviri ve incelemeleriyle tanınan Yaşar Atan, Anadolu kökenli eski yunan mitolojisini toplumcu bir bakış açısıyla yorumlayarak okura destan tadında bir mitoloji tarihçesi sunuyor. Hefaystos biliyordu ki bütün dünya emekçileri el ele verip, inanılmaz yetenek ve yürekleriyle dünyayı dönüştürecekler, savaşları, insanın insana köleliğini yok edeceklerdi. Marksizm ve Sınıflar (Dünyada ve Türkiye'de Sınıflar ve Mücadeleleri) Sungur Savran Yordam Kitap, 400 s. "Yazıların konuları geniş bir yelpazeye yayılıyor. Marksizmde sınıfların teorik statüsü, günümüzde sınıfların ortadan kalkıp kalkmadığı, sınıf mücadelelerinde merkezî bir rol taşıyan sendikalar, Türkiye'de sınıfların yapısı, köylülükten Gezi'ye sınıf mücadeleleri bunların bazıları. Bütün bu yazıları birbirine bağlayan çizgi ise sınıflı toplumlarda yaşanan adaletsizlik ve yabancılaşma. Ruhun Kuytusunda Aharon Appelfeld Metis Yayıncılık Çev.: Aslı Biçen, 168 s. Doğu Avrupa'da ücra bir dağ tepesinde yıllar yılı amcalarının yaptığı işi devralıp Yahudi şehitliğinin bekçiliğini üstlenen biri kız biri erkek iki kardeşin, Amalia ve Gad'ın hikâyesini anlatıyor kitap. Evleri zamanla Gad ve Amalia'nın kendi vicdanlarıyla boğuştukları bir hapishaneye dönüşür. Karakterlerin iç dünyasının ve hapsoldukları çıkmazın geçmişe ait fragmanlarla ortaya konuyor. Şeytanî Mihail Bulgakov Encore Çev.: Osman Çakmakçı 84 s. "Vazifelerine karşı mazur görülemeyecek ilgisiz hal ve tavırları sonucu kurumun resmi evraklarında hayatî sayılabilecek karışıklıklara neden olmasından ve ayrıca işyerine adeta bir kavgadan çıkmış gibi suratı berbat bir halde gelmesinden dolayı, Yoldaş Korotkov, ayın 25'inin tramvay ücreti dahil kendisine ödeme yapılmak üzere, ayın 26'sı yani bugün itibariyle işten çıkarılmıştır."

ne kedisiz