ÇOCUĞUNUZ SINAVA MI GİRECEK?

Benzer belgeler
Tüm IlnKI-'En ~ TÜM BANKA VE SiGORTA ÇALıŞANLARı SENDiKASı KES K. TOM BANKA VE SIGORTA ÇALıŞANLARı. AYlıK HABER BÜLTENi ÖZEL SAYı HAZiRAN 1997

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Perşembe İzmir Gündemi

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Sevda Üzerine Mektup

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Sevgili dostum, Can dostum,

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Kahraman Kit Misafirlikte

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

ISTE BIZ BÖYLE ANLAMISIZ ASLINDA BIZI SEVENLERLE DEGIL, BIZIM SEVDIGIMIZ March 2014 (5)

Yaz l Bas n n Gelece i

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

EKİM AYI BÜLTENİ YARATICI DÜŞÜNME ATÖLYESİ (3 YAŞ) 2-6 EKİM

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Fatma Atasever.

ISBN :

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

ERKEKLER ve Demografik Büyüklükler Hedef Kitle Tanımlamaları Yaşam Trendleri

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

TEOG 1. Dönem Türkçe Denemesi (3) 1

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

SEVGİ, SAYGI ve YARDIMLAŞMA

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;


5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

LİSE REHBERLİK SERVİSİ

Örnek Tarot Okuması

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

YARATICI OKUMA DOSYASI. En sevdiğiniz tatil kitabını anlatan bir resim çiziniz.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

KADINLAR ve Demografik Büyüklükler Hedef Kitle Tanımlamaları Yaşam Trendleri

2015 KIZILAY Haftası İlköğretim sınıf Takdimci El Kitabı

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.


Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

KORKU HAYAL GÜCÜNÜN MUHTEŞEM BİR HEDİYESİDİR

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Sevgili Kişisel gelişim Yolcusu,

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

Seher AHRAZ (505)

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf)

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

Evliliğin Yazısız Kuralları!..

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

Sevgi evlerinde kalan kardeşlerimize konser düzenledik. Huzurevi ziyaretlerimiz ara sıra oluyor,gönül Köprüsü diye bir proje de yer alıyoruz.

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

İnci Hoca CÜMLEDE ANLAM 2

A2 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

istiklâl Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi BİR GARİP HAL! Ithal Fikirlerle Milli Menfaatler Korunamaz...

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

'Yaşam, seçimler üzerine kurulu'

Mutfak Etkinliği. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Şarkı. Büskivili pasta yapıyoruz.

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

İlk 4 soruyu metne göre cevaplayınız. 1 Metinde geçen aşağıdaki cümlelerden hangisi metnin ana fikridir?

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

Aşkı Yorgunluktan Koruyan ve Taze Tutan 6 Kural - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

AİLE & YETİŞTİRME KONULU SORU LİSTELERİ

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

TÜRKÇE. NOT: soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır?

SAHİP OLDUKLARIMIZI KORUMANIN 4 RUHSAL ADIMI

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

Ücretsiz bir hizmet. Yemek masrafınız ayırdığınız bütçe kadar olsun.

KANUNEN OLMAYAN, AMA İLİMİZDE UYGULANAN HAYAT STANDARDI.? Yeni bir haftada yine beraberiz.geçen haftaki

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Agape Kutsal Kitap - God's Love Letter Scriptures

ARAŞTIRMANIN KAPSAMI. Saha Tarihi: 9 10 Nisan il ilçe mahalle/ köy

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Hani annemin en büyük yardımcısı olacaktım? Hani birlikte çok eğlenecektik? Kardeşime dokunmama bile izin vermiyor. Kucağıma almak da yasak.

Transkript:

ÇOCUĞUNUZ SINAVA MI GİRECEK? Günümüzde lise çağındaki pek çok genç için üniversite imtihanını kazanmak, hayatta başarılı olma adına olmazsa olmaz addedilen bir engel olarak karşılarında duruyor. Ancak üniversitelerin amacı, hayat başarısı değil, bilgi sunmak. Bu nedenle, üniversite imtihanının başarıyla ilişkilendirilmesi elbette yanlış. Bir üniversiteye girememek, üniversiteye giriş imtihanında başarısız olmak hayatın sonu olmadığı gibi, kampüslerde geçirilecek bir dört yıl, bir kişinin kendisini geliştirmesinin garantisi de değildir. Ayrıca bir ülke gençliğinin tamamının üniversite bitirmesi güzel olmasına rağmen gerekli de değildir. Çünkü eğer amacınız bilgiyse -ki aslında öyle olmalı- bu bilgiye ulaşmanın yolu sadece bu kurumlardan geçmiyor. İşinin zirvesinde olan fakat üniversite diploması olmayan pek çok insan var. Elbette bakkal olmak için üniversite mezunu olmak gerekmiyor ama üniversite mezunu bir bakkal tabiî ki işin ideal tarafı. Bunları söylerken, üniversite eğitiminin gereksiz olduğunu değil, üniversite eğitimini alamayanların da bu açığı kolayca kapatabilir olduklarını kast ediliyorum elbette. Talep edilen bilgi, ideale dönüştüğü ölçüde başarı kolaylaşır. Buradan imtihana girecek gençlere şunu söylemek isterim ki üniversite sınavını kazanmadan önce sağlam bir ideale sahip olmak gerekir. Başarı bunun ardından gelecektir. Çünkü bir ideale bağlanmak bir ömür boyu bilgiye ulaşmak için sizi kamçılar, fakat bir üniversite diplomasının size vereceği bilgi dört yıllık bilgidir. Özet olarak şunu söylemeliyim: İdealiniz olan tercihi kazanmanız sizi başarılı kılacaktır. Bu başarı dünyanın en iyisi olmanıza kadar sizi götürebilir. Aksine sadece bir yer kazanmak için girdiğiniz sınav ve okuduğunuz üniversite size fazla bir katkı sağlamayacaktır. Kimilerine tuhaf gelebilir, ama bugün eğitim alanındaki en büyük sorunumuz, gençlerimizin ilgi alanlarında dünyanın en bilgili insanı olmayı hedeflememeleridir. Dahası, böyle bir şey akıllarına dahi gelmiyor. Sadece üniversite sınavında bir yer tutturarak çevrenin baskısından kurtulmayı hedefliyorlar. Bu baskı öğrenciler üzerine ailesi, okul idaresi ve eğitimdeki yönetim kademesi tarafından bilinçli ya da bilinçsiz yapılıyor. Bugün içinde yaşadığımız ortam, ne yazık ki gençlerimize ümit değil, karamsarlık aşılıyor. Ekonomik şartların zorlaşması neticesinde, bilginin paraya endekslenmesi de bu durumu pekiştiriyor. Bütün bunların sonucunda, ideal kavramının tamamen denklemden çıktığını, gençlerin, hayat planını önce bir şekilde üniversiteye, ardından da bir işe kapak atmak şeklinde özetleyen bir düşünceye sürüklediğini bilmek gerekiyor. Maddeye endekslenen gençlerin önemli bir kısmı, değil branşlarında dünyanın en bilgili insanı olmak, kendi alanlarındaki temel eserleri dahi okuma ihtiyacı hissetmeden mezun oluyorlar. Bu durum kalite sorununu ele almamızı gerektiriyor ancak bu ayrı bir yazı konusu olabilir. Bu alanda yaşanan bireysel ve sosyal sorunları elbette gençlerimizin alanlarında dünyanın en iyisi olmamalarına bağlamak doğru olmaz. Böyle bir şey zaten teorik olarak mümkün değil. Sorun, bilgi eksikliğinde değil, bu eksikliği doldurmaya ihtiyaç hissetmeyen, bunu bir zaaf olarak görmeyen bir zihniyetin toplumun geneline hakim olup, amaçsız, hedonist bireyler üretmesi. Bu noktada, konu eğitimin felsefesine dayanıyor. Ama baştan hayat felsefesi çarpık olanların bu sorunu çözmeleri beklenebilir mi?

BABALAR VE OĞULLAR Değerli dostum, akademisyen Fatih Yalçın ın Babam ve Oğlum başlıklı yazısını okurken bir anda hayallerim Irak a götürdü beni. Millet olarak acıyı sevdiğimizden bahseden yazısını okurken Irakta yaşanan acılar canlandı gözümde. Takvimlerin üzerinde rakamlar değişse de Irak ın gündemi çok fazla değişmiyor. Rüzgarın ıslıkları yerine kurşun ıslıkları dinledikleri orada çocukların. Onların göklerinde çelik kanatlı kuşlar uçuyor. Buldukları bir bombayla oynarken ellerinde patlıyor ölüm. Oyuncakları farklı Iraklı çocukların. Bütün çocuklar kuşları sever. Ama savaş çocuklarının göklerinde kuşlar uçmaz. Siyah bir duman kaplamıştır semalarını kuş sürüleri yerine. Onlar dua uçururlar göklere kuş gibi uçsun diye. Anaları, babaları, arkadaşları ölmesin diye Savaş olmasın diye Farklı mekânların çocukları olsa da aynı sevgiyle çarpan yürekler taşıyor savaşın çocukları. Bütün çocuklar annelerinin kucağında uyurken nasıl uyusun savaşın kucağındaki çocuklar. Kameraların önünde ölmedikten sonra unutulup gider savaşın çocukları. Çocukların ölümüne duyarsız bir medyanın bu çağda bulunması ne kadar kötü. Küçülen dünyada ölen çocukların haberlerini bizden nasıl gizleyebiliyor ajanslar. Galiba medya iletişim organı değil, canilerin elinde bir kontrol aracı olarak kendini yapılandırıyor. Empati. Çocuklar için ne kadar anlamsız. Günahkar bedenler masum yavrulara nasıl empati yapabilir. Nasıl senin yerine koymaya çalışır insanlar kendilerini. Sen ölürken onlar hayatlarını zevk içinde yaşamanın yollarını ararlar. Senin yerine kim koyabilir kendini. Sen ötekisin. Ötekilerin hayatları da ölümleri de önemli değildir onlar için. Çok erken ölüyor savaşın çocukları. Okul çağında silahlarla tanışıyorlar. Kurşun kalem yerine kurşunlarla Eskiden savaş cephelerde yapılırdı. Şimdi savaş evlere taşındı. Artık savaşın ortasında büyüyor çocuklar. Savaşın çocukları benzer acıları yaşıyorlar değişik coğrafyalarda. Ben kendi adıma dudaklarımı bulsam saçlarından öpeceğim savaşın çocuklarını, kelebek öpücükleri konduracağım yanaklarına. Kelimeleri sözlüklerde unuttum savaşın çocuklarını anlatabilmek için... Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Onun için savaşın çocuklarına onları sevdiğimi söyleyemedim. Babam benim saçımı da okşamadı bir kez, ya da ben hatırlamıyorum. Aynı serzenişte çocuklarımız da bulunacak ilerde. Ama çocuklarımızı ve bütün çocukları sevdiğimizi çocuklarımıza söylememiz gerekiyor. Savaşın kucağında olmak yerine savaşsız bir coğrafyada baba kucağından uzak olmak da hamdetmeye değer. En azından bunu çocuklarımıza öğretebilsek.

EbuCehil Tavrı Sergileyip EbuBekir Muamelesi Bekle İnsaf kelimesi Türkçede Hakkı teslim esasına dayanan ılımlı davranış, vicdana uygun hareket olarak tarif ediliyor. Hatta aşırılık sergileyenlere el-insaf şeklinde Arapçada kullanılan haliyle hitap ediyoruz. Hayatımız boyunca tavrımızı haktan yana değil de güçlüden yana koyuyoruz. Alkış tutuyoruz zalimlere. Zulme rıza gösteriyoruz çoğu zaman. Mazlumların yanında yer almaya cesaret edemiyoruz. Prensiplerimiz yok, duruşumuz yok. Flu bir resim çiziyoruz. Hayatımızın anlamı olacak temel mesnetten, istinatgâhtan yoksunuz. Olaylar karşısında aldığımız vaziyet elastiki. Dolduğumuz her kabın şeklini alan cıvık bir yapımız var. Tavrımızı genelde zalimden, hırsızdan, gaddardan, hainden, zorbadan, Tirandan, Nemruttan yana koyuyoruz. Kurtuluşu güçlünün eteğine yapışmada buluyoruz. Haksızlıklar karşısında susuyoruz. Şeytanı adım adım takip etmede bir beis görmüyoruz. Cebimizdeki beş kuruşun kaybolmasında verdiğimiz tepkiyi kaybolan ideallerimiz, değerlerimiz, onurumuz karşılığında vermiyoruz. Daha doğrusu değer yargılarımız altüst olmuş. Daha farklı bir ifadeyle değerimiz kalmamış. Bütün kötülüklere bulaşıyor veya bulaştırılıyoruz. Sonra hiçbir pişmanlık duymadan hayatımıza devam ediyoruz. Bunun akabinde de neden böyle, ne olacak halimiz türünden cümleler kuruyoruz. Karşımıza çıkan kötülüklerin besleyip büyüttüğümüz kötülükler olduğunun ya hiç farkına varmıyoruz ya da şahsımıza dokunmadığı sürece yaşamasında bir beis görmüyoruz. Bütün bunlar yaşanırken çok masumane çevremizdeki kötülüklerden bahsediyoruz. Kendimizi bütün kötülüklerden beri tutuyoruz. Hâlbuki kötülüğe şahit olmamız kötülükle aramızda ister istemez ilişki kuruyor. Çünkü kötülüğü gördüğümüz yerde uygun bir metodla üstüne gitmek gerekiyor. Mehmet Akif in diliyle: Dicle kenarında kurt kaparsa bir koyunu Gelirde adli ilahi Ömer den sorar onu. Her yanlışın, her haksızlığın parçası olmamıza rağmen Ömer tavrı sergileyemiyoruz. Dolaylı veya dolaysız şer kalelerine tuğla olmaktan geri durmazken şahsımıza yönelen zulümler karşısında feveran etmeyi de ihmal etmiyoruz. Bu çelişkiler karşısında el-insaf demekten gayri yapacak bir şey yok. Ancak bu el-insaf kelimesini aynanın karşısına geçerek söylemeliyiz. Kendi aleyhimizde kalemi kırmak pahasına olsa da. El-insaf. Nazım Hikmete kulak veriyoruz: Dünyanın En Tuhaf Mahluku Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

YORGUN BEYİNLERE YOSMA SORULAR. Modernliği, galat ifadesi ile çağdaşlığı; Türk çayı içmek yerine, buzlu çay içmek biçiminde algılayan bir toplumun, Avrupa Birliği macerası da bu anlayışın sınırlarını aşamaz. Tamamen sathi(yüzeysel), tamamen yapmacık. En seçkininden, en sade vatandaşına kadar herkesin diline doladığı bu kelime, içeriğinde ne olduğu bilinmeyen bir iksir gibi sunuluyor bizlere. Şifa mı zehir mi olduğu noktası henüz aydınlatılmış değil. Vatandaşa gerçek anlamda anlatılmayan bu efsane, dinleyen herkesin iştahını kabartıyor. Hani dedik ya, kokusunda davet var... Bir nevi defineci hikâyelerine benziyor. Dinledikçe iştahınız kabarıyor. Yetkili olanlar öncelikli sorunları askıya alıp, popüler mesajları yeğliyorlar bence. Bir kere bu halkın önüne Avrupa Birliği bilmecesinin ne olduğu, en açık şekliyle konulmadan; tabanı aydınlatmadan tavan sağlam kurulamaz. Bu bağlamda aydınlarımıza, entelektüellerimize büyük görev düşüyor. Herkes bir rüyanın, bir hülyanın peşine takılıp giderse, sonumuz nereye varır; varın siz hesap edin... Halk arasında, kulak kabartıp gezdiğiniz zaman; herkesin kendine göre bir beklentisi olduğunu görürsünüz Avrupa Birliği nden. İşsiz iş, aşsız aş; baskı altında olduğunu düşünen özgürlük, okuma hakkı elinden alınmış başörtülü genç kız, okuma hakkına kavuşma özleminde. İşportacılarımız Paris caddelerinde tezgah açmayı düşünüyor beklide. Tanzimat tan beri, cilvesine meftun olduğumuz Avrupa isimli dilberin, bize atmadığı kazık kalmadı. Bizi başkalarıyla aldatmadı mı? Biz hâlâ, acaba? Safdilliği ile hareket ediyoruz. Son olarak AİHM nin başörtüsü konusunda verdiği karar bize bir fikir vermediyse Peygamberimizi(sav) çirkin şekilde gösteren karikatür krizi ne kadar beklenti içinde olmamız gerektiği konusunda bir fikir verir sanıyorum. Bence, Avrupa Birliğine girmeden önce, yapılması gereken işler yapılmalı. Önce kendimize değer vermeliyiz. İnsanımız tebaalıktan, reâyâlıktan vatandaşlığa yükseltilmeli. Birey olduğunun, insan olduğunun farkına varmalı. Özgürlüklerin önü açılmalı. Sağlık sorunları çözülmeli. Sosyal güvence geniş kitlelere yayılmalı. Yolsuzluklar önlenmeli! Hukukun üstünlüğü ilkesi işlerlik kazanmalı. Çalışanlar arasındaki ücret dengesizliği giderilmeli. Resmi kurum ve kuruluşlarda israfa, adam kayırmaya son verilmeli... Bunların gerçekleşmesi için Avrupa Birliğine girmemize de gerek yok. Bu gayret bize düşüyor. Kendi özümüze dönersek, bu cevherin içimizde saklı olduğunun farkına varacağız. Biz öyle bir hülyaya kapılıyoruz ki; sanki Avrupa Birliğinin sihirli değneği var; dokundurunca her yer güllük gülistanlık olacak, bütün problemler aşılacak, bütün sıkıntılarımızdan kurtulacağız. Yok böyle bir şey. Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah o milletin durumunu değiştirmeyecektir. Değil Avrupa Birliği. İnsanımızın insanca yaşaması, hastane kapılarında, kuyruklarda ölmemesi, gittiği mercilerde insan muamelesi görmesi gibi durumlar eğitim yoluyla erişilebilecek kazanımlardır. Bana kalırsa, bizim Avrupa birliğine girmekten ziyade; top yekûn bir silkinişe, kendimize dönmeye, insan olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var. Mesnevide okuduğum bir hikâye özetle şöyle: Bir ineğin üzerine sinekler konuyor. İnek kafasını bir sallasa sinekler kaçacak fakat inek kendindeki gücün farkında değil. Önce kendimizden başlamalı, nefsimizden, evimizin önündeki pislikten Herkes evinin önünü temizlerse şehir tertemiz olur. Hatta kimse evinin önünü kirletmezse sorun çözülür. Yoksa kayıtsız şartsız Avrupa Birliği hülyasının serapla sonuçlanacağı endişesini taşıyorum ben kendi adıma.

BANA DOKUNMAYAN YILAN Türkçemizde bir deyim var: "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." Bu söz belki de "Laisser faire, laisser passer Monde va de lui meme: Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler, dünya kendi kendine dönüyor." liberal görüşün Türkçe versiyonu. Bunun gibi daha nice sözlerimiz var. "Gemiyi kurtaran kaptan.", "Devlet malı deniz..." Böyle düşüncelerin yeşerdiği bir toplumda bu sözlere uyan aklıevveller çıkacaktır şüphesiz. Fakat gün gelecek bu insanlar bize de dokunacaktır. Toplum olarak vurdumduymazlığımız devam ettiği müddetçe birileri gemilerini yüzdürecektir. Fakat yüzen bu geminin ne yazık ki kürek mahkûmları bizleriz. Toptan bir millet. Toplum olarak olaylara lakayt kalmamızın sebeplerini incelemekte fayda var. Bizim gördüğümüz sadece aysbergin üst kısmı, suyun altında kalan büyük kütle hakkında bilgimiz yok fakat varlığından da haberdarız. Sanki toplum olarak hafızalarımıza "level format" atılmış ta geçmişi hatırlayamıyoruz. "Hafızayı beşer nisyan ile maluldür." derler; fakat bizdeki unutkanlık bir hastalık halini almış. Hâlbuki toplum olarak idiot, embesil veya moron olma ihtimalimiz söz konusu değil. Söylediklerimiz bir yerlerde yankı bulmayacak, bunu da biliyoruz. Ancak; Ahmet Turan Alkan'ın dediği gibi: "Bizi bu gereksiz yere endişelenmeler mahvediyor. Halk irfanının şekillendirdiği "ağanın malı gider, azabın canı" özdeyişi, bizler gibi siyasi gündemi zerre miskal etkileme kudreti olmadığı halde ölesiye siyaset düşünen ve kahrolasıya "n'olacak bu memleketin hâli" diye tasalanan kuru kalabalıkların fuzuli sıkıntılarını aksettiriyor. "Bugün Türkiye'de..." girizgâhı ile başlayan her cümle, aslında hiçbir maddi yaptırım gücüne haiz olmadığı için neticede beyazperdede seyrettiği "içli melodram"a mendiller dolusu gözyaşı döken saf ve temiz ev hanımlarının teessürü kadar karşılıksız kalıyor. Baskı gruplarının veya kamuoyunun siyaset gündemini etkileyebilme katsayısı, bir sinema salonunu dolduran iyi niyetli ve masum seyirci kalabalığının filmin gidişatını değiştirmek yolunda gösterdiği gayret kadar etkisiz ve beyhude görünüyor. Biz yine de tırnak kemirmeye devam ediyoruz. Çünkü insanız ve vicdanımızın bir yerlerinde irfan kırıntıları var. Bu tür düşünceler şahsi olmaktan öteye gitmiyor, kamu vicdanında yankı bulmuyor. Laing: "Yaşamaktan ve sevmekten, ölmekten korktuğumuz gibi derin bir korkuyla korkuyoruz," diyor. Toplum olarak sevgiye, hayata ve sorgulamaya yanaşmaktan çekiniyoruz. Kendi kendini öldüren akrep misali. Mustafa İslamoğlu buna "Entellektüel Sadomazoşizm" diyor. "Bildiğiniz gibi "sadomazo"lar, kendi kendilerine işkence etmekten hoşlanan, bununla "tatmin" olan "ruh hastalarıdır." Biz bu hastalığı Sultan II. Mahmud döneminden beri tanıyoruz. O günden bu güne, içimizdeki beyaz casuslar, emellerini müstevlilerin emelleriyle birleştirip, kendi değerlerine, düşmandan beter düşmanlık ettiler. Son yıllarda, entellektüel sadomazoşizmin ne derekelere inebileceğinin çarpıcı örneklerine şahit olduk Yılan soğuk bir hayvan. Yazının başlığını bize atasözü diye yutturulan uydurma bir cümleden aldık. Gayri sahih atasözleri de hayatımızda önemli bir yer etti atasözlerine karşılık. Ancak gerçek atasözlerini kim dinliyor ki. Mesela: Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Şimdi atasözleri yerine torun sözleri revaçta Torun sözü de ne ola ki derseniz. İşte size Abdurrahim Karakoçtan birkaç tane torun sözü: Yedir arpayı, oynat sıpayı. Koltuğa buyur eyle, koruğu seyir eyle. Ver parayı, kullan maskarayı. Artırıver yemini, inkar etsin dinini. Göster eti, götür iti. At tuzu, yalasın kuzu. Maymuna makam ver babasına oğlum der. (Düşünce Yazıları, Abdurrahim Karakoç)

AHİR ZAMAN YAZILARI "Milenyum" Hristiyan aleminin son bin yıl olarak kabul ettiği zaman dilimine verdikleri isim. İslam aleminde kıyamete yakın olan zaman dilimi "Ahir Zaman" olarak isimlendiriliyor. Fakat İslam aleminde ahir zamanın ne zaman başlayacağı belli değil. Her zaman ahir zamanın başlangıcı olabilir. Öyle bir zamandayız ki; kargaşa ve stres içinde yaşamak normal algılanır oldu. Zamanın işlerimizi yapmak için yetmediğini söylemekten çekinmiyoruz. İşte bu zaman diliminde tanıdıklarımız arttı, dostlarımız azaldı. İçten "dostum" dediğimiz kaç kişi kaldı Allah aşkına. Bolluk arttı, bereket azaldı. Günübirlik aşklar arttı, sevdalar azaldı. Hayatımızı kolaylaştıracak eşyalarımız arttı, huzurumuz kalmadı. Ömrümüzü eşyalar karşısında ipotek eyledik. Taksit taksit ömür veriyoruz eşyalar karşılığında. Bir ömrü boş şeylere heba ediyoruz. Gün doğumlarını uykuya, gün batımlarını telaşa kurban ediyoruz. Talih ve şans oyunlarına bağladık umutlarımızı. Manavımızda brokoliden avakadoya kadar her şey mevcut, ama damak tadımız kalmadı, iştahımız kalmadı. Çocukluğumuzda bize uzatılan bir sakızın verdiği huzuru şimdi bütün oyuncakçı dükkanı bizim olsa vermiyor. Eskiden bakkallar bizden biriydi. İstediğimiz zaman deftere yazarlardı. Şimdi muhatabımız digital fiyat bildirgeleri, kasiyerler, alışveriş arabaları ve kredi kartları. Evvelden "Bereket versin!" Vardı. Şimdi ise onun yerini "Kredi kartı limitiniz dolmuş" aldı. Hastanelerimiz, hastanelerde doktorlarımız arttı; tedaviler güçleşti. Hastalık hastası olduğumuz da söylenebilir. Dertler sıkıntılar arttı, çareler azaldı. Poşetler dolusu alışveriş hayatımıza 1 kg. portakalın verdiği o eski mutluluğu vermiyorsa bizde bir problem var demektir. Sohbetlerimizi televizyonlar çaldı, düşlerimizi televoleler... İletişim araçları arttı artmasına ama iletişim kurduğumuz kaç kişi var acaba? Ajandamızdaki adresler arttı, yazdığımız mektuplar azaldı. Cep telefonumuza kaydettiğimiz numaralar arttı, konuşmalarımız azaldı. Dostlukları kontur sayılarına bağladık. Ulaşımı kolaylaştıracak vasıtalar arttı. Misafirlikler azaldı. Son gittiğimiz misafirliğin üzerinden veya bize gelen misafirin üzerinden kaç gün geçti? Bütün estetik anlayışımızı tene heba ettik. Estetikle ilgili kurduğumuz tek cümle: "güzele bakmak sevap." Ruh güzelliğini bir tarafa attık. Ruhlarımız curufat içinde yüzüyor. Camiler, mescitler arttı; cemaatler azaldı. Zenginler arttı; hayır hasenat yapanlar azaldı. Okullar arttı; okuyanlar azaldı. Kütüphanelerde kitaplar arttıkça müdavimler azaldı. Kurallar arttı; kurallara uyanlar azaldı. Velhasıl kötülükler arttı; güzellikler azaldı. Yüreğimizin sesini parazitler boğdu. Sesler altmış desibeli geçti. Frekanslar arasında kayboldu yürek sesimiz. Kısacası garip bir hayat yaşıyoruz vesselam. İşin doğrusu garipliğimizin farkında da değiliz. Yoksa ahir zamanda mı yaşıyoruz? Her şey bizim içimizde. Mutluluk da sıkıntı da. Onu ortaya çıkarmak önemli olan!..

PANDORANIN KUTUSU Açtırma kutuyu söyletme kötüyü. Bu tabir zaman zaman kullanmakta olduğumuz bir tabir. Bana dokunma yoksa bütün kötülüklerini sayar dökerim anlamında kullanılıyor. Buna benzer bir deyim daha var: Pandora nın kutusu Pandora nın kutusu eski yunan mitolojisiyle alakalı bir efsaneden alınma; bizde sıkça kullanılan bir deyim. Efsane şu: "tanrıların armağanı" anlamına gelen Pandora, ilk kadındır. Prometheus un ateşi çalmasına misilleme olarak Zeus un emriyle yaratılır: Topal tanrı Hephaistos, Aphrodite dan esinlenerek toprağa bir kadın şekli ve sesi verir; Athena Pandora ya çeşitli elişleri vb. öğretir; Aphrodite ise onu çeşitli büyüler ile kuşatır. Son olarak Hermesias Pandora nın içine bir köpek yüreği, tilki huyu koyar ve Pandora Zeus un ona "sakın açma" diyerek verdiği kutusuyla birlikte dünyaya gönderilir. Kutunun içinde bilumum kötülükler, hastalıklar vardır. Merakına yenik düşen Pandora kutuyu açar, yaptığı hatayı fark edince kutuyu hemen kapatır fakat iş işten geçmiştir, bütün kötülükler yeryüzüne dağılmıştır ve umut tek başına, kutunun içinde kapalı kalır... Açtırma kutuyu söyletme kötüyü dediğimizde açılacak kutu bu Pandora nın kutusu mudur bilinmez. Buna yakın manaca aynı şeyi karşılayan bir deyimimiz daha var: Ben senin Cemaziyülevvelini bilirim şeklinde. Cemaziyülevvel bir ay ismi. Osmanlı döneminde kullanılan Arabî aylardan birisi. Anlatıldığına göre iki arkadaş devlet dairesinde çalışıyormuş. Bu arkadaşlardan birisi arşivlenen evrakların konulduğu bez torbalardan birini alarak iç donu yapmış. Bir gün iki arkadaş hamamda yıkanırken birisi diğerinin üzerindeki iç donunun üzerindeki cemaziyülevvel yazısını görmüş. Bu yazının arşiv torbalarında bulunan yazı olduğunu, arkadaşının arşiv torbasından iç donu yaptığını anlamış. Çünkü arşiv torbalarının üzerine ay isimleri yazılarak o aya ait evraklar o torbaya konulurmuş. İlerleyen zamanlarda arkadaşın birisi terfi etmiş değişik makamlara gelmiş. Gelmesine gelmiş ama mesai arkadaşını görmez olmuş. Artık arkadaşını küçümsüyor, ona tepeden bakıyormuş. Bu duruma içerleyen arkadaşı kendisine haber göndermiş ve demiş ki; o kadar büyüklenmesin ben onun cemaziyülevvelini bilirim. Cemaziyülevvelini bilmek deyiminin tarihi arka planını bu şekilde hatırladıktan sonra şunu söyleyelim. Ne kutuyu açalım ve ne de kötüyü söyleyelim. Fakat pınar kadar berrak deyimlerimizden birkaç misal vererek yazımızı bitirelim. Arabayı düze çıkartmak: Sonunda işini kolaylaştırmak Boyunun ölçüsünü almak: Biri tarafından ağzının payı verilmek Çizmeyi aşmak: Haddini bilmemek Dümen suyundan gitmek: Karşısındakinin huyuna göre davranmak Ensesinde boza pişirmek: Çok eziyet çektirmek Feleğin çemberinden geçmiş: Tecrübeli, bilmiş Gemi aslanı: Gösterişli, işe yaramayan adam Habbeyi kubbe yapmak: Önemsiz bir şeyi büyütmek Hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmak: Kimin sözünü ve yolunu tutacağını, ne yapacağını şaşırmak İstemem yan cebime koy: Rüşvet konusunda alay yollu söylenir Kınalar yakmak: Çok sevinmek Lügat paralamak: Anlamını bilmediği halde, bilgiç konuşmak Nabzını yoklamak: Karşısındakinin ne düşündüğünü anlamaya çalışmak Paparayı yemek: Paylanmak, azar işitmek Rüzgâr ekip fırtına biçmek: Yapılan kötülüğe karşı daha büyük kötülüğe uğramak Sarı Yahudi: Paraya düşkün kişi Tut kelin perçeminden: Boşuna uğraşma, onda yok anlamında Üvey evlat muamelesi görmek: Ayrı ve hor görülmek Voyvoda kesilmek: Zalim olmak. Yel kayadan ne alır: İmkânsız bir durumu belirtmek için kullanılır. Zevahiri kurtarmak: Bir işi yarım yamalak yapıp eleştiri almamak

Bir Şehri Yaşanır Kılmak Bir şehri yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da orada yaşayan insanlardır. Doğal güzellikler bir şehirde yaşamak için yeter sebep olamaz. Bir şehrin sakinlerini mutlu eden ya da mutsuz eden coğrafyadan öte aynı ortamı paylaştığı kimselerdir. Çünkü hüzünler dostlarla giderilir, sevinçler dostlarla paylaştıkça çoğalır. İnsan sosyal bir varlıktır. Hiçbir yaratığa verilmeyen konuşmak ve gülmek melekeleriyle donatılmıştır. Bu iki fiil de insanın sosyal olmasıyla ilgilidir. Sosyalleşen insan medenidir de. Medeni insan diğer insanların kendisinden emin oldukları insandır. İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biridir. Ama orada yaşamak artık tercih edilir bir şey değildir. Çünkü bütün tabii güzelliğine rağmen huzurlu yaşanacak bir şehir olma özelliğini kaybetmiştir. Son zamanlarda artan bombalama olayları, kapkaç olayları, trafik yoğunluğu ve daha başka sebepler o güzelim şehri yaşanmaz hale getirmiştir. Tüm bu olumsuzlukların arkasında insan unsuru vardır. Mekke Rasulullah(sav)ın çok sevdiği bir yerdir. Orada yaşamıştır. Oraya tarif edilemez duygularla bağlıdır. Ancak o mekânı terk etmek zorunda kalmıştır. Hatta Mekke den ayrılırken Kabe ye dönüp: Ey Mekke sen bana sevimlisin ancak senin ehlin beni buradan çıkarmak istiyor diyerek duygularını dile getirmiştir. Tarihin güzel şehirlerinden Bağdat, bu gün bir kaos şehridir. Bağdat sokaklarında huzurlu insanlar, mütebessim çehreler göremezsiniz. Bağdat sakinleri Bağdat tan kaçmanın yolunu aramaktadır. Çünkü insanların bir kısmı Bağdat ı yaşanmaz hale getirmişlerdir. Burada da yine insan unsuru ön plandadır, coğrafya değil. Bütün bu sözlerin üstüne Gümüşhane yaşanabilir bir şehir midir? Bu soruya benim cevabım bütün olumsuzluklara rağmen evet tir. Bu evet cevabının oluşmasını destekleyen birçok sebep vardır tabiî ki Ama bu sebeplerin en başta geleni yine insan unsuruna dayanmaktadır. Ankara da yaşayan bir hemşehrimizle sohbet ederken bana şöyle bir soru sordu: Ankara da yaşamak mı daha iyi Gümüşhane de mi? Ben cevap vermeden kendisi ekledi. Gümüşhane de işten çıkınca en az yirmi kişiye selam verirsin, stres atarsın. Ama bu şehirde böyle bir şey yoktur. Kapı komşunu bile tanımazsın. Hemşehrime hak vermiştim. Çok basit gibi gözüken selamlaşmanın kıymetini insan yaban ellerde, gurbette daha iyi fark ediyor. Gümüşhane ye yolu düşen bir kamyon sürücüsü Fuadiye köprüsünün yanında dükkânların üstünde bulunan plastik boruları görünce merak edip sormuş. Bunlar her zaman böyle açıkta mı durur? Evet, cevabını alınca hayret etmiş. Bizim memlekette olsa sabaha bir tane kalmaz diye söylemiş. Gümüşhane huzurlu iller sıralamasında ilk sıralarda bulunuyor. Bu bizim için övünülecek bir durumdur. Olumsuz yanları olmasına rağmen bu Gümüşhane nin yaşanabilir bir il olduğunu gösteriyor. Ancak Gümüşhane nin kitap okuyan iller sıralamasında listenin sonunda yer aldığını da bilmemiz lazım. Bu bizim için bir utanç vesilesi olmalıdır. Bir şehri yaşanır kılan da yaşanmaz kılan da o şehrin sakinleridir diye yazının başında söylemiştim. Bu bağlamda bu şehri paylaştığımız insanlara çağrımız şu olacaktır. Lütfen uygar bir insan olarak davranışlarımıza dikkat edelim. Bu şehrin medeni ve modern bir şehir olması bize bağlı.

DEĞERLERİMİZ VAR MI? Değerden azade siyaset, değerden mahrum ekonomi, değerden yoksun mimari olmaz. Aslında hayat bir değerler bütünüdür. Hayatta yaptığımız her işin bir etik birde estetik tarafı vardır. Her doktrinin kendi kuralları mevcut. Tabii ki, siyasetin, ekonominin, mimarinin ve diğer bütün bilim dallarının kendisine mahsus kuralları, kaideleri olmak zorunda. Her bilimin objektif kıstasları, dikkat edilmesi gereken şartları bulunur. Mesela ekonomide "piyasaya fazla para sürerseniz enflasyon ortaya çıkar" şeklindeki kural gibi yüzlerce kural vardır. Ekonomiyi yönetenlerin bu objektif kurallara uyması başarılı bir ekonomi yönetimi açısından asgari bir şarttır. Ya da bir bina inşa edecekseniz, bunun objektif kaideleri, hesaplamaları vardır. Bir tuvaletin asgari ölçüleri vardır, bir mekânı aydınlatacak pencerenin ölçüleri belirli hesaplara göredir. Bu kuralları gözardı etmek, binanın eksik olmasına sebep olur. Tüm bunlar doğrudur. Ama bir de bu bilimlerin normatif boyutları vardır. Siz sahip olduğunuz dünya görüşüyle, ideolojiyle, dini veya kültürel anlayışla belli bir ekonomi politiğine, mimari tarza sahip olabilirsiniz. Bu sizin kültürünüzü oluşturacak argümandır. Mesela misafir odası bizim kültürümüze ait bir şeydir. Bina yapmanın mimari kuralları dışında böyle bir plan oluşturmamız var olan kuralları kültürümüze göre şekillendirmemiz demektir. Kendi değer yargılarınız, hassasiyetleriniz, ahlaki ölçüleriniz ve ideallerinizle şekillendirdiğiniz yaklaşımlarınız vardır ki, bunlar işin normatif kısmını oluşturur. Günümüzde unutulan harem, selamlık buna misal olarak verilebilir. Sadece ekonominin, siyasetin veya mimarinin matematiğiyle hareket ederseniz ortaya sığ, kuru ve ruhsuz bir eser çıkar. Sizin kültürünüzle, medeniyetinizle, ideolojik önceliklerinizle şekillendiremediğiniz durumlarda ortaya sizin karakterinizi yansıtmayan mahsuller çıkar ki bu yapılar ruhtan, estetikten oldukça uzak kalır. Daha doğrusu sizin kültürünüzün bir parçası olmaktan fersah fersah ötede kalır. Benim burada vurgulamak istediğim, genel-geçer bilimsel kurallar ile kişinin tarihi birikimiyle getirdiği kültürel, manevi, fikri yaklaşımların harmanlanmasıdır. Bütün bu ekollerin bağımsız olarak ele alınması; kültürden, ahlaktan ve inançtan uzak tutulması, günümüzde yaşanılan birçok olumsuzluğun ana kaynağıdır. Günümüzde sanat, bilim ve ahlak arasında kopan bağların yeniden kurulabilmesi bize özgü olanın ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Böylece kültürümüzü sergileyecek mimari tarzın ortaya çıkması mümkün olur.