Sayı: Yaz 11/13. Bağımsızlık Şenliği



Benzer belgeler
Silah arkadaşı Ata'yla sarayda 10 yıl!

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri


Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı


A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

Vergide son gün yarın

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Başkent Üniversitesi nde Mezuniyet Coşkusu

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Radyo. Bayram teklifi. MUSTAFA Kemal Atattürk 16 Mayıs ta annesiyle vedalaşıp Bandırma Vapuru

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Kumbahçe de otel inşaatında göçük meydana geldi

Beşiktaş Gazetesi. Günlük web Gazetesi Salkım Söğüt Saç

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU, İLKOKULU VE ORTAOKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 35.VELİ BÜLTENİ

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Beşiktaş Gazetesi. Ustalarının izinden!..

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik


Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

ÖZEL OKAN İLKOKULU EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

Cemil ÇİÇEK TBMM Başkanı. Çocuklar bizim geleceğimizdir. Onlara ne kadar önem verir,onları ne kadar iyi eğitir, ne kadar donanımlı hale getirirsek,

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim Aralık 2014 )

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

ÖZEL OKAN İLKOKULU EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU VE ÖZEL İLKÖĞRETİM OKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 8.VELİ BÜLTENİ

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

Altınordu Belediye Başkanı Engin Tekintaş, Altınordu İlçesi nde bulunan 92 Mahalle nin muhtarlarıyla ile bir araya geldi.

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ YERLEŞKESİ OKULLARI EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 8. VELİ BÜLTENİ

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

ÇALIŞKANLIK NİSAN 2017

EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ EYLÜL AYI HAZIRLIK-ARI GRUBU BÜLTENİ

''Hepimiz Atatürk'üz''

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Osmaniye Belediyesi Osmaniye Kent Konseyi Eğitim, Kültür ve Sağlık Meclisi Sayfa 44

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Bodrumlu seçmenden yoğun katılım

Yaşam alanları ihtiyaca ve koşullara göre değişiklik. gösterir. BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

Benimle Evlenir misin?

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Sayın Bülent SOYLAN Yeminli Mali Müşavir (E. Hesap Uzmanı)

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

Aşşk Kahve ve Laduree

Zürih Kantonunda İlköğretim Okulu

Transkript:

Sayı: Yaz 11/13 Bağımsızlık Şenliği 16-19 Mayıs ta Bağımsızlık İçin İlk Adım coşkusu ı sardı Genç Cumhuriyet in mirası; önce eğitim Teoman Özalp: Atatürk le Dolmabahçe de 10 yıl Bir semt: Bebek Benim ım: Pakize Suda

02 B+ YAZ

Daha güzel bir dünya mümkün! Gençlerin konuşmalarından yankılanarak kulaklarımda kalan ses şöyle diyordu: Daha güzel bir dünya mümkün Bu ileriye doğru uzatılmış, büyük dönüşümler gerektiren, büyük alt-üst oluşlara ihtiyaç duyan bir beklenti olarak da algılanabilir. Ama içtenlikle bakıldığında şimdi, hemen şimdi nin bir görevi de olabilir. Aslında daha çarpıcı olan, artık toplumsal beklentilerin hayatın tümünü sarmalayan talepler içermesi. Bir anlamda hayatımızın birbirini tetikleyen, birbirini belirleyen ilişkiler bütünü halinde seyrediyor olmasını kavrıyor olmamız. Tek başına durmanın, tekil davranmanın giderek önemini yitirdiği küresel insan, tüketici olma sarmalının dışında, insanlık için yeni bir çıkış yolu arıyor. Böyle bakınca Daha güzel bir dünya mümkün diyen gençleri, insanlarımızı alkışlamak gerekiyor. Öyle ki; günümüzden 92 yıl önce, hemen herkesin çıkış olarak mandacısığınmacı bir kurtuluş yolu önerdiği işgal günlerinde, genç bir önderin ulusu için Daha güzel bir dünya için kurtuluş mümkün diye düşünerek Anadolu ya doğru yola çıktığına tanık oluyoruz. Mayıs ın 16 sıdır. Akaretler de oturan Zübeyde Anne nin eli öpülür, kardeş Makbule ile helâlleşilir ve bir avuç inançlı yol arkadaşı ile Bandırma Vapuru na binilerek yola çıkılır. Mustafa Kemal Paşa nın dışında hiç kimse çıkılan bu yolun gerçek rotasının nerelere varacağını, nasıl daha güzel bir dünya kurulacağını hayal bile edemez İnsanoğlunun başarmakla hayal kurmak arasında oluşturduğu köprünün gücüne bu yıl kentlileri de tanık oldu. Üç yıl önce 16 Mayıs 1919 tarihini Bağımsızlık İçin İlk Adım etkinlikleri olarak kutlamaya başlayan Belediyemiz, bu yıl kitlesel katılımlı yeni bir etkinlik daha gerçekleştirdi; İlk Adım Halk Koşusu Pazar günü olması nedeniyle 15 Mayıs ta gerçekleşen Halk Koşusu, Meydanı-Arnavutköy arasında yapıldı ve kentlilerimizin ilgisi oldukça fazlaydı. Bağımsızlık idealine yürekten bağlı kentlilerimiz bundan böyle her yıl, bağımsızlığa giden yolda ilk adımını ta atan Gazi Mustafa Kemal in ve Cumhuriyet kurucularının aziz anısını yaşatmak için yarışacaklar. Belediye Meclis üyemiz Süleyman Kartal Bey in bu koşunun oluşmasındaki fikrî katkısını da burada anmak isterim. Dergimiz birbirine yol veren bir bütünlükte ilerliyor. Kurtuluş Savaşı komutanlarından ve Cumhuriyet in kurucu kadrosundan olan Kazım Özalp Paşa nın oğlu Teoman Özalp ile yapılan bir söyleşi de yer alıyor bu sayıda. Teoman Özalp in Atatürk ile ilgili çocukluk anıları oldukça ilginizi çekecek bir tür sözlü tarih niteliğinde kenti, daha güzel şeyler yaparak dünyaya dokunan kentlilerle bütünleşmiş bir kent. Güzele, iyiye, insan onuru ve özgürlüğüne akan yaratıcı insanlarıyla gerçekten yaşamaktan keyf alınan özel yerleşmelerden biri. Bu değerlerimizin bir kısmını bu sayıda sizlerle tanıştırmaya, evinize konuk etmeye çalıştık. Onların sessiz sedasız kent yaşamına kattıkları zenginliklerin, birlikte yelken açtırdıkları özgür düşüncelerin farkındayız! Daha güzel bir dünya arayışımızda onların öncülüklerini, çağdışı baskılara direnişlerini unutmak mümkün değil! Daha güzel bir dünya ne kadar mümkünse Daha fazla demokrasi de mümkün!.. Özellikle ta mümkün Her zaman yaptığımız gibi, bu yıl da nisan-mayıs aylarında yönetim kadrosu olarak lıların ayağına giderek Mahalle Buluşmaları gerçekleştirdik. Yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı paylaştık; övgüler aldık, eleştirildik. Ama ta kent yönetimi ile kentliler arasında yeni bir iletişim halkası oluşturduk. Bir anlamda demokrasi yi sandıktan sokağa ve mahallelere taşıdık. Sorular, sorgulamalar, imkân ve olanakları paylaşmanın yolları, yöntemleri hemen her şey büyük bir içtenlikle ve dürüstlükle paylaşıldı. Hatalarımızı, eksiklerimizi gördük; giderilmesi için iş planlamaları yaptık. Başarılarımız takdir edildi, alkışlandı. Ama asıl olanın halkın, kentlinin gücü olduğunu, gerçek demokrasinin onun gücüyle yüceleceğini bir kez daha birlikte yaşadık. lılar olarak mahalle mahalle yaşadığımız bu demokratik deneyimin olumlu sonuçlarını alacağımıza inanıyorum. O zaman, sadece Daha güzel bir dünya değil, Daha fazla demokrasi talebi de ortak heyecanımızı ve hedefimizi oluşturabilir! Esenlik dileklerimle. Cumhuriyet Tanıkları Sergisi ise, bu etkinliklere bağlı olarak yapılan bir çalışma. Toplam üç bin fotoğraflık bir koleksiyonun ilk bin fotoğrafını izleyicilerle buluşturan bir nehir sergi bu. Cumhuriyetseverlerin katkılarına açık bir tarih araştırması aynı anda. Koşut olarak B+ Dergisi nde Cumhuriyet mirasını anımsatmaya, bellekleri tazelemeye devam ediyoruz. Bu sayıda genç Cumhuriyet in olanaksızlıklar içerisinde eğitim hayatında gerçekleştirdiği atılımları anımsayacağız. Gücünü kendi ulusundan, köklerinden alan çözümlerin ne denli yaratıcı ve ne denli gerçekçi olduklarını hayretle yeniden öğreneceğiz. Taklitçi, kopyacı ve sömürgeci zihniyetlere karşı yerli yaratıcılığın ve ulusal çözümlerin önemli sonuçları var dizi yazıda. İsmail ÜNAL Belediye Başkanı B+ YAZ 03

30 Sanatçı Gözüyle Çevresine ışık saçan bir sanatçı: Prof. Dr. Cana Gürmen. BEŞİKTAŞ KENTLİSİ NİN DERGİSİ Yaz 11 / 13 İMTİYAZ SAHİBİ Belediyesi adına Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ Belediyesi Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1 34340, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ Dergi/Yaygın YAYIN KURULU Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak GENEL YAYIN YÖNETMENİ Gülçin Tahiroğlu GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel YAZI İŞLERİ Gülçin Tahiroğlu, Ayla Çiringel, Melis Baydur Nazan Ortaç, Nuran Savaş KOORDİNATÖR Melis Baydur SAYFA YAPIM Engin Ak KATKIDA BULUNANLAR Yalçın Çiringel, Cengiz Kahraman, Osman Bahadır, Murat Öztürk, Zümrüt Yılmaz, Rahim Gökmen Tezer Kapak fotoğrafı: Erdem Aydın 02 Başkan ın lılara Mesajı 06 Cumhuriyet Kazanımları Genç Cumhuriyet ten kalan eğitim mirası. 06 12 Birikim: Teoman Özalp Çocukluk yıllarında ailesiyle birlikte yaşadığı Dolmabahçe Sarayı nı ve Atatürk le ilgili anılarını anlattı. 30 34 Yaşam: ta Bahar Bahar bir başkadır bu şehirde. İstanbul un baharı tadır. 40 Mahalle Toplantıları Demokrasinin en güzel örnekleri ta mahallelerde hayata geçti. 46 Albüm: Murat Öztürk Gökyüzünden 52 23 Nisan Her şey çocuklar için... lılar 18-23 Nisan günlerini karnaval havasında kutluyor. FOTOĞRAFLAR Görkem Kızılkayak, Alaaddin Savaş, Erdem Aydın, Alaattin Timur, Burak Kara, İlker Akgüngör, Şenol Kaşıkçı, Burak Görgün YAPIM NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş. Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Sitesi. C Blok No:22/6 / İstanbul Tel: 0212 284 99 22 BASKI Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ Mayıs 2011 12 22 Yıldönümü Bağımsızlık İçin İlk Adım etkinlikleri coşkuyla kutlandı. 52 56 Bir Semt: Bebek ın Boğaz daki son mahallesi. 22 56 04 B+ YAZ

64 Benim ım Pakize Suda İstanbul da en çok Bebek i seviyor. Artı 64 Her sabah böyle bahar 68 Sergi: Sanata Özgürlük Çağdaş ta özgürlük rüzgârları. 74 Kadın Girişimci: Ressam Meray Akmut Şımart isimli atölyesinde lılara özgür bir çalışma ortamı sunuyor. 74 76 Sergi: Saray da bir fincan kahve Dolmabahçe Sanat Galerisi nde Osmanlı nın kahve kültürü günışığına çıkıyor. 82 Zanaat: S&N Kuyumculuk Kapalıçarşı dan a uzanan parlak bir serüven. 84 Sergi: Serdar Gökhan Türk sinemasının ünlü ismi Serdar Gökhan ilk kişisel sergisini açtı. Baharın ilk sabahları Tüyden hafif olurum böyle sabahlar Karşı damda bir güneş parçası İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar Bağıra çağıra düşerim yollara Döner durur başım havalarda Sanırım ki, günler hep güzel gidecek Her sabah böyle bahar Orhan Veli nin bu muhteşem dizeleri şöyle devam eder: Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum Derim ki, sıkıntılar duradursun Şairliğimle yetinir, avunurum. Sokağa adım attığınız an avunursunuz ta. Her mevsim farklı güzellikte yaşanır ama baharın tadı bir başkadır... Sarıp sarmalar sizi çiçek açmış ağaçlar, havadaki yosun kokusu Orhan Veli misali derdinizi unutur, sıkıntılara dur dersiniz. Baharda etkinlikler de bir başka coşkuludur. Evinizden biraz uzağa, Çağdaş a yolunuz düştü ise eğer, Özgürlük, Sil Baştan! sloganı çeker sizi içine. Otuz beş yaş altı 130 u aşkın genç sanatçının 111 eseri sizi derinden yakalar. Özgürlüğün kaybedilemeyecek kadar değerli olduğunu bir kez daha görürsünüz gençlerin eserlerinde. Ve Akaretler deki evinin önünden silah arkadaşlarıyla birlikte yürümeye başlayan Mustafa Kemal i düşünürsünüz bir an Cumhuriyet e uzanan yol, her yıl ta 16-19 Mayıs tarihleri arasında görkemli etkinliklerle kutlanır. B+ da bu yıl yapılan etkinlikleri göreceksiniz ve birine bile katılmadıysanız eğer önümüzdeki yıl mayıs ayını eminiz ki heyecanla bekleyeceksiniz. Canlı bir tarih sayfasıdır ; burada yaşamaksa bir ayrıcalık... B+ da bu ayrıcalığa değer katan isimleri bulacaksınız. Prof. Dr. Cana Gürmen onlardan biri. Prof. Dr. Gürmen, otuz beş yıldır Ulus a sevdalı. Gazeteci Pakize Suda içinse Bebek in ayrı bir anlamı var. Dolmabahçe Sarayı nda çocukluğu geçen Teoman Özalp in anılarını ise ilk kez B+ da okuyacaksınız. Osman Bahadır ın her biri ayrı bir değer ifade eden Cumhuriyet in Kazanımları dizisi ise bu sayıda yeni bir sayfa açıyor B+ da. Murat Öztürk ün Gökyüzünden izlenimleri bilinen dünyaya bilinmeyen kapılar açıyor. Özenle seçilen konu ve konuklar B+ da sizi bekliyor... Bahar sevinciniz eksik olmasın... Hoşça kalın. 84 86 Haberler ta gerçekleşen etkinliklerden özetler... 92 Rehber / 24 saat Özgürlük tutkusu sarar sizi de... Ve eğer 16 Mayıs ta Akaretler e yolunuz düşerse, kalabalık bir lı grubun Belediye Başkanı İsmail Ünal la birlikte sahile doğru yürüyüşünü izlersiniz. Her 16 Mayıs ta yaşanan bir ritüeldir bu... Bağımsızlık İçin İlk Adım etkinlikleri Cumhuriyet in değerini iyi bilenler için ayrı bir anlam ifade eder. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının Samsun a yola çıkmak için bindiği Bandırma vapurunun demir aldığı yerdir. besiktasarti@besiktas.bel.tr B+ YAZ 05

Cumhuriyet Kazanımları Genç Cumhuriyet ten kalan eğitim mirası Yazı: OSMAN BAHADIR Fotoğraflar: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ Cumhuriyet in ilk on yıldaki eğitim hamlesi, ülkemizin daha sonraki gelişimini belirlemiş olan en büyük başarılardan biridir. Bu başarıyı, eğitimin birleştirilmesi, okur yazar sayısının arttırılması, Harf Devrimi, üniversite reformu ve Köy Enstitüleri nin kurulması alanlarında görüyoruz. Cumhuriyet in beşinci yılını Harf Devrimi nin hayatı kolaylaştıracağını vurgulayan bir afişle kutlayan halk. 6 B+ YAZ

Eğitimin birleştirilmesi Cumhuriyet in kuruluşundan dört ay sonra 3 Mart 1924 tarihinde tevhid-i tedrisat (eğitimin birliği) yasasıyla farklı tipteki eğitim faaliyetlerine son verildi, ilköğretim zorunlu hale getirildi ve medreseler kapatıldı. Osmanlı devletinin kuruluşundan beri temel eğitim kurumu olarak faaliyet gösteren medreselerde, dini eğitim esas alınıyordu. Medreselerin 594 yıllık tarihinde kapanışlarına kadar hiçbir bilimsel araştırma yapılmadı ve hiçbir yeni bilgi üretilmedi. 20. yüzyılın başlarında bile medrese öğrencilerine dini bilgiler dışında, Aristotelesçi bilgiler öğretiliyordu. Medreselerde reform yapılması çabaları hiçbir zaman sonuç vermedi. Bu okulların ne yapısı, ne de eğitim programları değiştirilebildi. Medreselerin olumsuz tutumu, sadece kendi eğitim programlarının yetersizliğiyle sınırlı değildi. Yöneticileri, çağdaş okulların etkisinin ve etkinliğinin artmasından rahatsız oluyor, çağdaş eğitimin gelişmesini de engellemeye çalışıyordu. Çünkü bu gelişmenin sosyal pozisyonlarını bozmaya başladığını görüyorlardı. Bu nedenle tevhid-i tedrisat yasası ülkemiz tarihinde eğitimin modernleşmesi, bilimselleşmesi ve güncelleştirilmesi bakımından muazzam bir adım olmuştur. Okur yazar sayısı 3 kat arttı Cumhuriyet hükümetlerinin başlangıçtan itibaren en büyük hedefleri ülkedeki okur yazar sayısının çeşitli yollardan arttırılması olmuştur. Bu amaçla eğitim kurumlarının sayıları arttırılmış, ülke çapında eğitim seferberliği düzenlenmiş, kız çocuklarının eğitimi Çabalar asla boşa çıkmadı; okur yazar oranının 3 kat artması sevinçle karşılandı. B+ YAZ 7

teşvik edilmiş ve kışlalarda okuma yazma kursları düzenlenmiştir. Ancak tüm bu çabalara karşın ülkedeki okur yazar oranının istenilen seviyeye yükseltilememiş olduğunu görüyoruz. 1927 yılında ülkemizdeki okur yazar oranı yüzde 10.6; öğrenim çağını II. Abdülhamit döneminde geçirmiş Cumhuriyet vatandaşları arasındaki okur yazarlık oranı yüzde 9.1 idi. Bu durumda Cumhuriyet in ilk dört yılındaki okur yazar sayısının arttırılması çabalarının verimli olduğunu söylemek zordur. Bu gerçek, Arap harfleriyle okuyup yazmanın zorluğu ve caydırıcılığıyla doğrudan ilişkiliydi. Nitekim 1928 Harf Devrimi fikrinin olgunlaşması ve gerçekleşmesinde bu gerçeğin önemli bir rolünün olduğunu kabul etmek zorundayız. Harf Devrimi nden sonra millet mektepleri ve Halkevleri aracılığıyla da yürütülen çok kapsamlı çalışmalar sonucunda 1935 te okur yazar oranı yüzde 20.4 e yükselmiştir. Cumhuriyet in ilk dört yılında (1923-1927) yüzde 1.5, sonraki yedi yılda (1928-1935) ise (üstelik henüz Arap harflerinin kullanıldığı 1928 yılı da dahil olmak üzere) yüzde 9.8 artış gerçekleşmiştir. İki dönem arasındaki diğer farklılıkları ihmal ederek baktığımızda, Harf Devrimi nden sonraki dönemde görülen okur yazar sayısındaki artışın, Arap harflerinin kullanıldığı döneme göre yaklaşık üç katından fazla olduğunu görebiliyoruz. Harf Devrimi nden sonraki dönemde okur yazar sayısının arttırılmasında, Halkevleri nin çok büyük rolü olmuştur. 1932 yılında kurulan ve 1952 yılında Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatılıncaya kadar sayıları 478 i bulan Halkevleri nin (Halkodaları nın sayısı da 4322 yi bulmuştu) kuruluş amacı, çağdaş bir ulus yaratmak için halk eğitimini yaygınlaştırmak, güçlendirmekti. Halkevleri nde yaşam boyunca eğitim ilkesi esas alınıyordu. Harf Devrimi ni halka tanıtan Mustafa Kemal Atatürk 29 Eylül 1928 tarihli Resimli Gazete nin kapağında. Harf Devrimi 1928 Harf Devrimi nin yapılmasının birbirine bağlı iki önemli nedeni vardır. Birincisi, Arap harfleriyle okuyup yazmanın zorluğu. Medreselerde yıllarca eğitim gördükleri halde hâlâ okumakta zorluk çeken çok sayıda öğrenci bulunuyordu. Çünkü Arap harfleri Türkçe ye uyumlu değildi. Arap alfabesinde sadece iki adet sesli harf vardı ve bu iki harf daha fazla sesli harf içeren dilimizi kullanmakta ve geliştirmekte yetersiz kalıyor, bu nedenle de kullanışı sırasında belirsizliklere neden oluyordu. Arap alfabesiyle yazılmış metinlerde bazı kelimelerin birden fazla okuma biçimi olabiliyordu. Bu durum, belirsizlik ve okuma güçlüğü yaratıyordu. Ayrıca eski yazıda harfler kelimenin başında, ortasında ve sonunda genellikle farklı yazılıyordu. Çapa'da bulunan Kız Muallim Mektebi'nin 1932 yılı mezunları. 08 B+ YAZ

İkinci olarak, Arap harfleriyle Türkçe okumadaki güçlük, Türkçe kelimeleri kullanmada caydırıcı bir rol oynuyor ve böylece Arapça sözcüklerin dilimizdeki yeri korunuyor veya güçleniyordu. Bu nedenle Harf Devrimi yle hem çok kısa sürelerde okuma yazma öğrenme imkanı doğmuş, hem de uluslaşma sürecindeki bir toplumun kendi kimliğini ve dilini oluşturması ve geliştirmesi süreci hızlanmıştı. Harf Devrimi, ülkemizdeki okur yazar sayısının arttırılmasında ve eğitim düzeyi yüksek kuşakların yetiştirilmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Çok genç yaşında kaybettiğimiz Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati nin de Harf Devrimi nin ilk yılındaki başarısında çok büyük bir rolü olmuştur. Üniversite reformu Cumhuriyet in en büyük eğitim reformlarından biri de 1933 üniversite reformudur. 1900 yılında kurulmuş olan Darülfünun, gerçek bir üniversite niteliğinde olmaktan uzak bir kurumdu. Hem eğitim düzeyi düşüktü, hem de üniversite bünyesinde bilimsel araştırma yapma zihniyeti ve etkinliği yeterince gelişmemişti. Darülfünun da elbette çok değerli bilim insanları vardı ve bunlar uluslararası düzeyde araştırmalara, keşiflere ve yayınlara imza atmışlardı. Ancak bir bütün olarak Darülfünun un, modern bir ülke olmaya çalışan genç bir ulusun üniversitesi düzeyinde olduğu söylenemezdi. 1933 üniversite reformunun amacı, Darülfünun u uluslararası düzeyde bir eğitim ve bilimsel araştırma kurumu haline dönüştürmekti. Bu çerçevede öğretim metotları değiştirildi, öğretim üyelerinin önemli bir bölümünün görevine son verildi ve onların yerine Almanya dan Nazi baskıları karşısında ülkelerini terk etmiş bilim insanlarına ve Avrupa da eğitimini tamamlayarak dönmüş genç Türklere yer verildi. Reform sırasında bazı öğretim üyeleri haksızlığa uğramış olmakla birlikte ilk kez bu reformla, adı İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilmiş üniversitede modern eğitim ve araştırma metotları geliştirilmiştir. Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 da Köy Enstitüleri nin kuruluşu kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanunun gerekçesi, tüm çabalara rağmen ülkedeki okuma yazma oranının düşüklüğü ve otuz bir bin köyde hâlâ okul bulunmaması gerçeğiydi. Bu gerçeğe bağlı olarak, köy yaşamına ve koşullarına uyabilen öğretmenleri yetiştirecek bir ortam ve kurum gerekliydi. Böylece bu enstitüler sayesinde öğretmenler köy çocuklarına genel eğitim bilgilerini vermenin yanı sıra, köy yaşamında geçerli olan demircilik, marangozluk, çeşitli tarım ürünleri kooperatifçiliği; kız çocukları için de çocuk bakımı, dikiş, ev idaresi, hasta bakımı gibi konularda bilgiler kazandıracak ve bu enstitülerde eğitim gören kuşakların da öğretmen olmasıyla köylerde büyük bir kültürel ve ekonomik gelişme yaratılacaktı. Bu enstitüler sayesinde okulun ve öğretmenin devlete getirdiği yük de azalacaktı. İsmet İnönü, Köy Enstitüleri nin kısa zamanda yaygınlaştırılmasını, iki yüz bin köy öğretmeni ve tarımcı yetiştirilmesini istiyor ve Kırk yılda yapamadığımızı dört yılda yapmalıyız diyordu. Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç un büyük çabalarının öncülüğünde Köy Enstitüleri büyük bir eğitim başarısı kazandı. Köy yaşamının ihtiyaçları ve koşulları içinde yetişen öğrenciler, sadece eğitim görmekle kalmadılar, üretici de oldular. 1940-1945 yılları arasında 18 Köy Enstitüsü nde yirmi bin öğretmen adayı öğrenim gördü. Kırsal kesimi aydınlatıcı ve üretici hale getiren Köy Enstitüleri, ne yazık ki, aydınlanma karşıtı siyasi güçlerin engellemeleri sonucunda 1954 yılında kapatıldı. Böylece ülkemizin geleceğini belirleyecek olan büyük bir eğitim hamlesi de yarıda kalmış oldu. Köy Enstitüleri nin kısa yaşamına karşın, burada yetişen gençler daha sonra ülkemizin bilim, eğitim, kültür ve sanat hayatına çok büyük katkılarda bulundular. Cumhuriyet in kurucularının bize bırakmış olduğu büyük eğitim mirasının başlıca bölümleri olan bu beş alandaki eğitim çabaları ve başarıları, bugün de bizim geleceği inşa çabalarımızda dayanacağımız en kuvvetli temeli oluşturmaktadır. Yararlanılan Kaynaklar: Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, Necdet Sakaoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993. Türkiye de Orta Öğretim, Hasan Ali Yücel, Ankara, 1938. Türkiye de Üniversite Anlayışının Gelişimi (1861-1961), Ed: N. K. Aras, E. Dölen, O. Bahadır, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) yayını, Ankara 2007. Arifiye Köy Enstitüsü öğrenci ve öğretmenleri. B+ YAZ 09

Balmumcu da Yetim çocuklar yurdu Yazı: CENGİZ KAHRAMAN Fotoğraflar: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ Balmumcu Çiftliği ve Kasrı Osmanlı hükümdarlığı döneminde hanedanın mülklerinden olan Balmumcu Çiftliği ve Kasrı, günümüzde Balmumcu adıyla anılan semtteydi. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de Sultan İkinci Mahmud un (1785-1839) Zincirlikuyu Kasrı ile beraber çok sevdiği ve ziyaret ettiği yerlerden biri olduğu söylenir. II. Mahmud un hükümdarlık dönemi 1808-1839 arası olduğuna göre, çiftlik de bu yıllarda yapılmış olsa gerek. Bu çiftlik, meyve bahçeleri, bağlarıyla (özellikle çavuş üzümü çok ünlüymüş) İstanbul un en gözde yerlerinden birisiymiş. Rivayete göre, II. Mahmud döneminde sokak ve bahçelerin mumlarla aydınlatılmasından doğan mum ihtiyacı, bu çiftlikte üretilen mumlarla karşılanıyormuş. Semt, adını da buradan almış, çiftliğin etrafına kurulan mahalleye de bu vesileyle Balmumcu Mahallesi denmeye başlanmış. Abdülaziz döneminde de burada Balmumcu Kasrı inşa edilmiş. Sultan Abdülaziz Ayazağa da avlanmaya çıktığında buraya uğrar ve güreşe meraklı olduğu için, onuruna huzur güreşleri düzenlenirmiş. Hatta devrin en namlı pehlivanları da burada sultanın huzurunda güreşirlermiş. 10 B+ YAZ

İkinci Abdülhamit in padişahlığı yıllarında, burası veliaht Mehmed Reşad Efendi ye tahsis edilmiş. Tahta çıktıktan sonra burada çok güzel ve mutlu zamanlar geçirdiğini söyleyen Sultan Reşad Efendi belli ki, burada yaşadığı gençlik günlerini zaman zaman çok özlemekteymiş. Güzel hatıralarla yüklü bu asude yeri 1909 yılında tahta çıkınca halkın faydalanacağı bir mesire alanına dönüştürmüş, ziyaretçilere meyveler ve özellikle de çavuş üzümü ikram edilmesini emretmiş. Bu çiftlikte halk, Abdülhamit devrinin yasaklarına son veren Meşrutiyet in özgürlükleriyle iyice bir ferahlamış olmalı!.. Çiftlik, daha sonra Mehmed Reşad Efendi nin ölümüyle kızı Seniye Sultan ın ikametgâhına tahsis edilmiş, halk arasında da Seniye Sultan Köşkü olarak anılmaya başlanmış. Balmumcu Darüleytamı Birinci Dünya Savaşı nın son yılında (1918) savaşta babaları şehit düşen ilk ve ortaokul çağındaki yetimlerin barındırıldığı Balmumcu Darüleytamı na dönüştürülmüş. Burada yetişen çocuklar çok iyi eğitim alıp pek çoğu yüksek tahsil yaparak önemli görevlerde bulunmuşlar. Öğrencilerin yatakhaneleri ve dershaneler köşkün müştemilatında harap halde bulunan ahşap bir binadaydı. Seniye Sultan Köşkü art nouveau stilinde yapılmış, kâgir altyapı üstüne, ahşap bağdadi duvarlarla önden üçlü, yanlardan tek sivri çatı olarak algılanacak tarzda inşa edilmişti. Çocukların da yapı ustalarıyla beraber çalışarak onardığı binalar bu sayede tekrar işlevsel bir hal aldı. Zemin katı kâgir, diğer iki katı ise ahşap olan köşke bahçeden bir çift mermer merdivenle çıkılıyordu. Çok güzel bir ahşap yapı örneği olan köşkün önünde bir bahçe ve mermerden büyük bir havuz bulunmaktaydı. Yıldız dan Zincirlikuyu ya doğru giderken Barbaros Bulvarı nın sağ tarafında bulunan arazi, 1928 yılında Darüleytam ın kapanmasından sonra çiftlik arazisi ve binalarıyla ordunun kullanımına tahsis edildi. Seniye Sultan Köşkü, 3. Jandarma Tugay Komutanlığı olarak kullanılıp, müştemilatına da Jandarma Er Okulu yerleştirildi. Daha sonra 10. Bölge Komutanlığı nın kullanımına verilen Balmumcu Kasrı ve Çiftliği, 1980-1985 yılları arasında da İl Jandarma Komutanlığı olarak kullanıldı. Köşk yanıyor! 20 Nisan 1975 pazar sabaha karşı elektrik kontağından çıkan yangın, 10. Bölge Komutanlığı bahçesindeki, komutan ve müfettişlerin çalışma mekânı olarak kullandıkları köşkün iç kesimini kısmen yakıp kül etti. İtfaiye, üç saat boyunca uğraşarak yangını söndürdü. Su ihtiyacının bir bölümünü bahçedeki mermer havuzdan tedarik eden ekipler, askerlerin de yardımıyla köşkteki değerli evrakı kurtarmayı başardılar. Köşkün malakâri tekniğiyle yapılmış çok güzel süslemelerinden sadece girişin hemen sol tarafında yer alan odadaki tavan süslemeleri kurtarılabildi. Diğer odalardaki süslemeler itfaiyenin sıktığı suyla eriyerek ve yapılan müdahalelerle kırılarak yok oldu. Seniye Sultan Köşkü nün girişe göre sağ tarafı daha çok hasara uğradı ve buradaki tavan döşemeleri kâgir altyapıya kadar çöktü. Bütün bu tahribata rağmen yangından sonra köşkün dış kaplamaları birçok yerinde sağlam olarak kalabildi. B+ Savaşta babaları şehit düşen yetimlerin barındığı Darüleytam da çocuklar hayata hazırlandılar. Balmumcu Kışlası olarak da anılan Seniye Sultan Köşkü 27 Mayıs 1960 tarihindeki silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasından sonra gözaltına alınan ve tutuklananların barındırıldığı bir yer oldu. Sultan Reşad ın kızı Seniye Sultan ın, 1909-1918 yılları arasında yaşadığı; İstanbul halkının ve çok sayıda çocuğun belleğinde güzel hatıralar barındıran çiftlik, tarihin tuhaf şakasıyla gözaltına alınan ve tutuklananların anılarında da sevimsiz bir mekân olarak yer etmiş olsa gerek! B+ YAZ 11

12 B+ YAZ Birikim

Atatürk le Dolmabahçe de 10 yıl Söyleşi: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: İLKER AKGÜNGÖR Kurtuluş Savaşı nın önde gelen isimlerinden, Atatürk ün silah arkadaşı, TBMM eski başkanı Kazım Özalp, eski bir lı. Kazım Paşa nın oğlu Teoman Özalp, çocukluk yıllarında ailesiyle birlikte yaşadığı Dolmabahçe Sarayı nı ve Atatürk le anılarını B+ ya anlattı. B+ YAZ 13

1933 Atatürk, Kazım-Müveddet Özalp ın kızı Neriman Özalp ın nişan töreninde. Sol taraftaki çocuklar: Ömer ve Erdal İnönü. Sağ taraftaki çocuklar: Teoman Özalp, Özden İnönü, Güner Özalp, Türkan Apaydın, Suna Evcan Birbirini çok fazla tanımayan dört kişi, bir arabada, yoğun bir cumartesi trafiğinde ilerlemeye çalışıyoruz. Bizi biraraya getiren şey, merak ve heyecan. Atatürk ü tanımış, onunla zaman geçirmiş Teoman Özalp la tanışmaya, anılarını dinlemeye gidiyoruz. İTÜ Gemi İnşaat Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr. Teoman Özalp, tarihte Köprülü Kazım Paşa olarak da bilinen, Kurtuluş Savaşı nın ve Türkiye Cumhuriyeti nin mimarlarından Kazım Fikri Özalp ın oğlu. Kazım Özalp, 11 yıl TBMM Başkanlığı yaptığından, Teoman Bey in çocukluğu, Meclis Başkanlığı nın o zamanki yazlık rezidansı Dolmabahçe Sarayı nın Veliaht Dairesi nde geçmiş. Dolayısıyla Atatürk le sık sık biraraya gelmiş, onun yaşamına tanıklık etmiş. Ve Özalp Apartmanı na varıyoruz, işte Teoman Özalp karşımızda! Atatürk ü bir kez bile görenlerin anlatımındaki heyecan ve coşkuyu düşünürsek, Teoman Bey i serinkanlı olarak değerlendirebiliriz. Hatta günün popüler deyimi ile cool ve esprili. Bakması için dergimizi uzatıyoruz, Biliyor musunuz ben de eski lı sayılırım, Dolmabahçe de oturdum diyor ve anlatmaya başlıyor... Nasıldı günleriniz? Ben 1925 doğumluyum. Benim doğduğum yıllarda daha Dolmabahçe Sarayı ikamete açılmamış. İstanbul a geldiğimizde - yaz tatillerinde tabii ki, kışın gelmeye imkân yok- önce Mimar Sinan Üniversitesi nin binalarından birine gelmişiz. Bir yazı orada geçirmişiz, bir yaz da Ihlamur Kasrı na gelmişiz. Ben bunları hiç hatırlamıyorum. Sonra Dolmabahçe Sarayı nda oturmaya karar verilmiş; galiba 1927 yılında kalınıyor ilk. Veliaht Dairesi var, şimdi Resim Heykel Müzesi, oraya gelmişiz. Belki ilk yılını tam hatırlayamam ama sonraki yıllarını hatırlıyorum. 1935 e kadar hep oraya geldik, yani bir 10 sene süreyle ta oturduk. Hatta bazen kışta da gelirdik, bazen Meclis kapanırdı, okullar da kapandıysa, babam bizi alır getirirdi 10-15 gün için İstanbul a. O zaman da Veliaht Dairesi nin arka bahçesinin içinde, bir süre MİT in kullandığı, bir bina vardı. Orada kalorifer vardı. Padişahlar, Saray ı yaptırdıkları zaman, her yeri kaloriferle donatmamak için, küçük binayı ısıtır vaziyete getirmişler. İşte bazen kışın gelir, orada 10-15 gün kalırdık. O günlere ait, aile albümünüzde fotoğraflarınız var mı? Vallahi öyle fotoğraflar var. Çok fazla yok, ama benim sünnetim orada oldu. Film var asıl! Mesela o film hiç kimsede yoktur. 80 senelik bir film. 1927 de çekilmiş bir film daha var. Ama bu filmleri biz yıllardan beri hiç kullanmadık. Teneke kutunun içinde duruyor, belki birbirine kaynamış bile olabilir. Restore edilmesi gerekir... Son Atatürk filmlerindeki gerçek bölümleri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi restore etti. Evet, ama 1927 de çekilen film, Atatürk filmi değildir. Bizim Dolmabahçe Sarayı ndaki aile hayatı. Hatta aile, sarayın bahçesinde toplanmış, film de çekilecek diye belki amcalar, teyzeler falan onları da davet etmişler çocuklarıyla. Böyle 15-20 çocuk, kalabalık bir grup. Dolmabahçe Sarayı nın rıhtımına bir motor yanaşıyor. O motora biniliyor, hep beraber Beylerbeyi Sarayı na gidiliyor. Çünkü şöyle bir şey vardı; biz Saray da otururken bazen çocuklar dahil olmak üzere Beyoğlu nda sinemaya giderdik. Bazen de babam birilerine söylerdi, bir makine ve film getirirlerdi eve, toplanırdık, ailecek film seyrederdik. O toplantılarda, çekilen filmleri de seyrederdik. Hatta biz çoluk çocuk iskemleleri dizerdik, salon haline getirirdik, telaşlanırdık. Gelenlere yerlerini ayırırdık, yer gösterirdik sen burada oturacaksın falan diye... Sizden başka çok net tanık kalmadı. Atatürk ün 1933 Nutuk unda dinlediğimiz sesini biraz daha düzelttiler. Ses doğru mu, veya ne kadar yaklaştı? Yaklaştı, ama yüzde yüz o ses değil! Size gelip sordular mı? Bana sorulmadı, hayır. Ama ben bir fonetik uzmanı değilim, yani onu o kadar değerlendiremem. Ben de o konuşmalarda böyle tam hatırlamayabilirim de. Ama o Nutuk un okunmasında Atatürk ün sesi gayet ince çıkmıştı ve o zamanki teknolojinin müsaadesi oranında iyi aldıkları bir film kabul ediyorlardı. Hatta ben, Bunu ne dinletiyorlar, bu Atatürk ün gerçek sesi değil, yanlış bir intiba veriyorlar diye hep de söylüyordum. Tabii bu biraz restore edilip, yenilenince İyi olmuş dedik, ama hakikaten tam oldu mu? 14 B+ YAZ

Olmadı. Çünkü gerçeği vermiyor. Biz çocuk olduğumuz için o dönemde, Atatürk ün masasına oturup, konuştuğu, tartıştığı konuları konuşma imkanımız olmadı tabii. Yani bir büyüğün, bir çocukla neler konuşabileceğini düşünün, o çapta konuşmalarımız olurdu. Bir kere şu var; biz Atatürk ten korkardık demeyeyim de, büyük bir saygı gerektiğini bildiğimiz için çekinirdik. Bütün bunların yanında da Atatürk bizi görmesin demezdik. En çok ablanız Güner Hanım korkuyormuş, siz korkmuyormuşsunuz... Evet... Şimdi Saray ın bahçelerini düşünürseniz, deniz kenarında olan beyaz parmaklık, her bir binanın bahçeleri arasında da vardır. Bizim oturduğumuz kısımla, Atatürk ün oturduğu kısım arasında da böyle bir bölüm vardı. Babam isterdi ki, Atatürk geldiği zaman Ankara dan, Saray da oturduğu sürece biz çocuklar ön bahçeye çıkmayalım. Yani bir nevi yasaktı bize ön bahçeye çıkmak. Ama bir çocuğa böyle bir yasak koyarsanız, bilakis onu teşvik edersiniz. O yasağı delmeye teşvik edersiniz. Onun için biz oradan hep kollardık; Atatürk bahçede dolaşmaya çıktığı zaman, biz de oradan görünmeye çalışırdık. Gördüğü zaman, bizi çağırırdı. Ya o duvarın önüne kadar gelirdi, oraya çağırırdı, yahut Buraya geçin diye çağırırdı. Boyumuz, ebadımız küçük olduğu için o demir parmaklıklar arasından geçerdik. Büyük insan sığmaz, ama çocuk sığar! Demir kapı kapalı bile olsa, oradan geçerdik. Orada bizimle konuşurdu. Sorular sorardı, okul hakkında. Bazı zor sorular sorar mıydı, sorardı herhalde; ablam çok korkardı, Bana matematik sorusu sormasın diye. Ama ona rağmen giderdik, Atatürk ü de görmüş olurduk. Kaç yaşlarındaydınız? Bu hikaye, 1930 gibi, yani 4-5 yaşındaymışım. Ablam benden 1 yaş büyük. 6 yaşındaymış. Dayımın iki oğlu, teyzemin bir oğlu, amcamın kızları vardı; hep aynı yaşlara yakın. Bayağı kalabalık bir çocuk grubuymuşsunuz... Evet... Atatürk, Ankara ya gittiği zaman o bahçeye çıkmak bize serbest olurdu. Hatta Atatürk ün tarafına da geçme müsaadesi olurdu. Çünkü bizim bahçede fazla ağaç yoktu. Tamam çok güzel düzenlenmişti, çimler falan çok güzeldi ama öyle önceden dikilmiş, büyümüş ağaçlar yoktu. Atatürk ün kaldığı tarafta güzel ağaçlar vardı, havuz vardı. Oraya kaçardık. Daha cazip geliyordu size herhalde... Tabii, çok daha genişti, düşünün Dolmabahçe nin başından caminin oraya kadar. Orada bir giriş kapısı vardır, zaten o kapıyı kullanırlardı. Atatürk, öndeki büyük, görkemli kapı vardır, onu pek kullanmazdı. Biz ise doğrudan tarafındaki, Akaretler den iner inmez karşıya gelen giriş kapısını kullanırdık. O taraflara geçmezdik. Atatürk ün bu kadar yakınında olmak hayatınızı nasıl etkiledi? Asıl şunu söyleyeyim; biz bunun değerini çok anlayamamışız. Yani Atatürk ün değeri de gün geçtikçe anlaşılıyor. Tabii o zaman da anlaşılırdı, o başka, daha çok zafer kazanmış bir kumandan gibi. Ama bu memleket için ne yapmış, ne düşünmüş, biz o kadar bilinçli değildik. Belki Türkiye de daha deneyimli değildi. Öyle olaylar oluştu ki Atatürk olsaydı, bunlar olmazdı dedirten olaylar hâlâ olmuyor mu? Hâlâ oluyor. Şimdi geçmişte böyle anıları tazelediğimizde, onun o zaman bize söylediği bazı sözlerin öğüt değerinde olduğunu da anlıyoruz. Neler söylerdi mesela, nasıl anılarınız var Atatürk le ilgili? Mesela, benim bir kere ismimi değiştiren Atatürk. Benim ismim İlter di. 1931 de, Ankara da bir akşam bizim eve geldi. Arkadaşları da vardı, daha evvelden karar vermiş; Kazım Paşa nın oğlunun ismini değiştirelim diye. Geldi, toplandılar bir masanın etrafında. Beni de uyandırdılar, aşağı indirdiler. Gel, senin ismini değiştireceğiz dedi. Sonra, Yazı olarak bunu bir tespit edelim dedi. Babamın kendi ismiyle antetli kağıtları vardı, onlardan verdiler, hâlâ duruyor bende o yazılar. O kağıtlara yazdılar; bana, Hun İmparatorluğu nun ilk Türk devleti olduğunu, neler yaptığını, imparatorlarının kim olduğunu, bunların önemini, Teoman ın büyük bir kumandan, oğlu Mete nin büyük bir kumandan olduğunu anlattı. Mete, aslında Teoman dan daha çok işler yapmış, ama Teoman olmasaydı, bu orduyu, bu başlangıcı hazırlamasaydı Mete o kadar başarılı olamazdı diye anlattıktan sonra, İşte oğlum sen şimdi bu babalarla oğullarını mukayese et, ondan sonra bunların isimlerinden birini kendine ad olarak seç. Ve bu yeni unvanın içerisinde; çalışkanlığını, senden daima daha büyük olan ve onun büyüklüğü yanında kendini her zaman hiç hissedeceğin milletine göster. Böyle bir yazı yazıldı. Altına imza attı; Gazi Mustafa Kemal... O zaman Atatürk yoktu. Öyle bir kağıt var, onu hâlâ saklıyoruz. B+ YAZ 15

Peki, ne hissettiniz? Daha çocuksunuz, birden adınız değişiyor? 5 yaşındaydınız, garipsediniz mi? Tabii alıştırmak lazımdı evdekileri. Herkese tembih ettiler, Artık İlter demeyeceksiniz, Teoman diyeceksiniz diye. Ben de hemen Teoman ismini benimsedim. Zaten bana seçimi bıraktı; Bir Teoman var, bir Mete var. Bunlardan birinden kendine ad seç diye. Gerçi bir sürü isim değil, iki isim! Sınırlı demokrasi! Ve vasiyet de etmiş, Oğlunun adını Mete koyacaksın. Siz vasiyeti yerine getirdiniz... Getirdik, çok şükür. O imkânı bulduk, getirdik. Belki torun olurdu, belki çocuğum hiç olmasaydı ne olurdu? Onda yapacak bir şey yok. Bu konuşmadan sonra, defalarca değişik bahanelerle görüşme imkanı oldu. Sonra sünnetime geldi. Dolmabahçe Sarayı nda oturuyorduk. Zaten babam Atatürk e gidip sordu, Sünnetini yapmak istiyorum Teoman ın diye. Burada yap demiş. Babam, Siz de bulunur musunuz? diye sorunca, İstanbul da olursam gelirim demiş. Biz de ayarladık, Eylül ayı olsun, Atatürk de bulunsun, bir programı olmasın diye. Sünnete geldi, hediyeler getirdi. Bir imzalı fotoğraf verdi bana, çerçeve içinde Teoman a diye yazılı. Kimsede böyle bir fotoğraf yoktur herhalde, bir çocuğa yazılı... Sonra ben ameliyat olmuştum, Ankara Numune Hastanesi nde yatıyordum, Gidip Kazım Paşa nın oğlunu ziyaret edelim demiş. Hastaneye geldi, o zaman da tabii çok heyecanlandım, hatta o gece ateşim çıktı! İran Şahı Türkiye ye geldiği zaman, Şah ın gezi programı içinde bir gün bizim evde öğle yemeği daveti verildi. O davete ben çıktım; Bir konuşma yap Şah a dedi Atatürk, beni Paşa nın oğlu diye tanıttı. İşte, orada bir olay vardır başımızdan geçen... Heyecanlanmış mıydınız, bir tarafta Atatürk, diğer tarafta Şah? Evet, Atatürk bana Bir şey oku dedi. Hani çocuklarının becerisini göstermeyi ister ya aileler, Bak amcası, okumaya başladı gibi... Çok başarılıdır diye beni takdim etti, dedi ki, Şah a bir şeyler okusana, bir şiir biliyor musun sen? Biliyorum dedim. Türklük diye bir şiir var, biliyor musun onu? diye sordu. Biliyorum dedim. Oku bakayım onu dedi. Peki, Atatürk ün Özalp ın İlter olan ismini değiştirmek için önerdiği iki ismi yazdığı antetli not kağıdı. ben de çıktım. Böyle durdum orada bir aralık, Ne duruyorsun dedi bana Atatürk. Şah da Türkçe biliyor. Bir şey söyleyeyim mi sizin kulağınıza dedim. Gel söyle dedi. Eğildim, dedim ki, Ben bu şiiri biliyorum da, bu şiirin bir yerinde Hindiçin e, İran a, her yana at salan biz diye bir laf var. Şimdi ben burayı atlarsam, şiiri şaşırırım, okuyamam. Atlamasam da okusam, Şah Türkçe biliyor, alınmasın? Durdu böyle, güldü. Babama döndü, Sen başıma bir politikacı daha mı yetiştiriyorsun? Al bunu götür içeri, yaz bir şeyler getir onu okusun. Gittik babamla içeri, bir şeyler yazdı; Hoş geldin muhterem Şah hazretleri... Onu okudum. Şah da beni öptü, sevdi. Sonra Atatürk giderken, Sana akşamüstü bir araba yollayacağım, köşke gel, bir konuşalım senle dedi. Akşamüstü bir araba geldi, beni köşke yolladı babam. Atatürk bana hediyeler verdi. Hastaneye geldiği zaman oraya da hediyeler getirmişti. Atatürk ün hediyeleri duruyor bende. Sonra Adana ya bir seyahat yapmıştık. Meclis Reisi olarak babam Anadolu nun muhtelif şehirlerine giderdi. Eğer okullar tatilse, bizleri de götürürdü. Gittiğimiz yerlerde bazen Atatürk de gezide olurdu, rastlaşırdık. Adana gezisinde Atatürk de geldi. İşte, orada beraber geziler yaptık; Teoman ı da al gezelim derdi babama. Beni öyle bir-iki yere götürmüştü. Ablamın nişanı bizim evde yapılmıştı, oraya da gelmişti. Ve bir konuşma yapmak istedi. Çocuklara da dedi ki: Gelin önümde durun, size arkadan bir şey söyleyeceğim, yüksek sesle onu tekrar edin. Düğünde de benzer bir olay olmuştu. Atatürk söylüyor, ben tekrar ediyorum yüksek sesle. Konuşmayı bitirdik, bir alkış koptu. Tuttu beni kolumdan çekti, Bu alkışlar sana mı, bana mı? dedi. Ne yapayım bilemedim... Ben de, Konuşan alkışlanır, ama siz olmasanız ben bunları söyleyemezdim dedim. İşte böyle hikayeler... Mustafa Kemal Atatürk ün Teoman Özalp a verdiği imzalı fotoğraf / 21 Eylül 1931 En son da; burada eski evimiz vardı bizim, sonra yıkıldı, bu apartman oldu. O eski evin bir gün bahçesinde otururken, telefon geldi, Büyükada dan karakol komiseri arıyor, Atatürk şimdi motorla hareket etti, Dolmabahçe ye gitmek üzere. Kazım Paşa da yanında, motorla Paşa yı Kadıköy e bırakacaklar. Bir otomobille aldırın Paşa yı. Otomobil gelirken de eğer Teoman 16 B+ YAZ

evdeyse, onu da alsın getirsin, Atatürk görmek istiyor diye. Ben de gittim otomobille, motor yanaştı, babam beni çağırdı. Girdim içeriye, oturuyorlardı. Makbule Hanım bir tarafında, başkaları da var. Bana sordu: Sen şimdi kaçıncı sınıftasın? Ne meslek seçeceksin? Ortaokul birinci, yahut ikinci sınıf. Yaşım da biraz küçük, erken başladım tahsile çünkü. Dedim: Daha karar vermedim. Babama döndü, Asker yapar mısın Teoman ı? dedi. Babam da, Paşam ben ömrümün 25 yılını çadırda geçirdim. Siz askerliğin ne kadar zor bir meslek olduğunu biliyorsunuz dedi. Böyle deyince, Sen geri kalmışsın, askerlik öyle rahat oldu ki şimdi. Bugünün askerliği gibi değildi bizim askerliğimiz. Şimdi çok rahat askerlik, ama sen anlaşılan oğluna kıyamıyorsun dedi. Bana döndü, Bak, neyi seçersen seç, ülkene hizmet etmen lazım. Eğer ülkene hizmet etmek için yapacaksan, hangi mesleği seçersen seç, başarılı olmaya çalış. Onun için bu kadar üzerinde düşünme, mühim olan ülkene hizmet etmektir. İşte son öğüdü bu. Zaten bir sene sonra artık hastalığı ilerledi. Bu, sizin Atatürk ü son görüşünüz müydü? Evet, benim son görüşümdü. Babam hastalığı süresince sürekli görüştü tabii. Gider gelirken haber getirirdi, hatta Atatürk sana selam söyledi derdi ama benim son görüşmem bu olaydı. 1937 nin sonbaharı. Hasta olduğunu biliyor muydunuz? Hasta olduğunu biliyorduk tabii, iyi olmadığını biliyorduk. İşte, hikâyelerimiz böyle... Derseniz ki: Peki, siz neden Dolmabahçe de oturdunuz? Ben seneler sonra bir gün babama sordum: Biz Dolmabahçe de oturmuşuz, fakat siz halk çocuğu değil misiniz? Halkın içinden yetişmiş, Rumeli nin bir kasabasında doğmuş, yıllarca cephelerde yaşamış, ondan sonra böyle koskoca görkemli bir sarayda oturmayı yadırgadınız mı? Nasıl geldi size? Biz çocuktuk anlayamadık. Düşünün bir salonda oturuyorsunuz, tavanlarında yağlıboya tablolar. Tasavvur edemeyeceğiniz bir ihtişam içerisinde. Belki Veliaht Dairesi, Saray ın diğer yerleri gibi görkemli değildi. yazlarını geçir dediği zaman ben de aynısını sordum: Bu nasıl karşılanır böyle? O zaman Atatürk bana dedi ki, Bak bu Osmanlı Hanedanı kendilerini ayrı bir sınıf olarak görmüşler. O kadar ayrı görmüşler ki, onların yediği yemeği kimse yiyemez, onların gittiği yere kimse gidemez. Onların oturduğu yerde kimse oturamaz. İnsanüstü bir varlık gibi, bunu senelerdir halka telkin etmişler. Halbuki biz bunun tamamen karşısındayız. Ve biz anlatmalıyız ki, onlar da bizim gibidir, bizim içimizden yetişmiş insanlardan farkı yoktur. Bu millet bilmelidir ki; bugün ben oturuyorsam, yarın kendileri de burada oturabilir. Bizim burada oturmamız bilakis eğitici anlamdadır. Ben bunun üzerine tatmin oldum demişti. Zaten Atatürk de İstanbul a geldiği zaman bir konuşma yapıyor, Biz Türk halkının misafiriyiz burada şeklinde. Öyle kabul etmişti, babam. İlk kez 1927 de gelmişti değil mi? Evet, Atatürk hemen gelmedi. Belki bir süre bekledi. Benim kanaatim şu: Atatürk, Ankara yı kurduğu zaman büyük tepkilerle karşılaşmış. Özellikle yabancılar tarafından. Demişler ki; köy burası. Milli Mücadele nin sonlarında bir yabancı Ankara yı ziyarete geliyor, tren durduğu zaman yanına kendisine mihmandar olarak verilmiş subaya diyor ki: Ne zaman geliyoruz Ankara ya? İşte, diyor subay: Burası Ankara. O tepedeki köy mü? Bütün bu büyük işler orada mı yapıldı? diye şaşırıyor. Yani o kadar küçümsemişler ki! Atatürk de Ankara yı hükümet merkezi haline getirmek istediği zaman birinci düşündüğü şey, oraya gelecek sefaretlerin yaşamlarına aykırı bir yerlerde yaşamamaları. O yüzden zamanla oteller, restoranlar yapıldı. Sefaretlerin Ankara ya nakli için onlara çok kolaylıklar göstermişler. Arazi vermişler, bütün inşaat malzemesini dışarıdan gümrüksüz getirebilirsiniz demişler. Sırf bunları, yabancıları Ankara ya çekmek için yaptı. Buna rağmen birçok sefaret itiraz ediyor, Ankara da çalışmayız diye. Çünkü adamın Boğaz üzerinde görkemli sarayı var, orayı bırakıp Ankara ya gelecek! O perişan Ankara da yol bile yok! Babam, Atatürk bana gelip de, Paşam, Saray ın Veliaht Dairesi nde sen Yani Ankara da yaşanacaktır, artık bu memleketin kalbi Ankara da atacak- B+ YAZ 17

tır görüşünü yerleştirmek için bence Atatürk, onları bir süre alıştırana kadar İstanbul a gelmedi. Yani demesinler ki, Öyle diyor ama kendi yaz tatili için kalkıp gidiyor. Atatürk ün İstanbul a ilk gelişi 1927 nin sonbaharıydı. Ama 2 yaşlarındaydım, hiç hatırlamıyorum. Babam, Atatürk seni kucağına alırdı diye anlatıyor, ama ben hatırlamıyorum tabii. Atatürk vefat ettiğinde 14 yaşındasınız. Anılarınızda hiç onunla ilgili anekdot yok. Ölümü üzerine hiç konuşmamışsınız... Bir çocuk ne konuşur; bilemiyorum... Peki, konuşuluyor muydu evde, hasta olduğu, durumunun ağır olduğu? Evet, mesela şöyle konuşmalar olurdu; Atatürk ün iyileşmesinin imkanı yok, ölüyor. Bir profesör vardı, Fissenger, karaciğer mütehassısı, Fransa dan onu getirdiler. Hatta Fissenger daha gelmeden, Atatürk sık sık hastalanırdı. Mesela grip olurdu, çok uzun sürerdi. Hastalanıyor, çabuk iyileşemiyordu. Atatürk yine hastalandı gibi laflar edilirdi. Babam onları çok fazla önemsemiyordu. Sonra Fissenger gelip muayene etti ve siroz teşhisi koydu. Bir süre sonra karnında su birikmeleri başladı. Hatta daha Ankara dayken bile. Son seneye gelince o suyu almak zorunda kaldılar. Bir kere de birkaç kilo su alınmıştı karnından, Oh, rahatladım diye söylüyordu. Bir süre sonra yine su topladı. şey hatırlamıyorum. Onun için ben Atatürk ün o zamanki döneminde mütalaa beyan edecek şekilde kendimi görmüyordum. Ölüm haberini nasıl aldığınızı hatırlıyor musunuz? Artık öleceğini biliyorduk. Biz Ankara daydık. Ben lise birinci sınıftaydım. Derse girdik, hatta matematik dersi vardı. Hocayı dışarı çağırdılar, gitti. Geldi, Hüsnü Bey di adı galiba, hatta Formül derdik kendisine. Dedi ki: Çok üzücü bir haberim var, artık maalesef derse devam edemeyeceğim, zaten okulda kimse devam edemeyecek, çünkü Atatürk ün ölüm haberini aldık. Biraz sonra bizi evlerimize yolladılar. Babam birtakım toplantılara gitti. O zaman Milli Savunma Bakanı ydı. O akşam gelenler gidenler oldu. Saat 7 gibi İsmet Paşa geldi, babamın çalışma odasında oturdular. Bir, birbuçuk saat kadar konuştular, sonra Paşa gitti. Gittikten sonra, babam Paşa, yarın Reis-i Cumhur olacak. Cenaze Ankara ya getirilecek. Siz de cenazede bulunacaksınız, cenazeyi görme imkanınız olacak dedi. Sonra iki gün üst üste tören oldu. Birinci gün istasyonda indirildi, Meclis in önüne çıkarıldı. Orada bir katafalka konuldu. Sonra da o katafalkın önünden alınıp, Etnografya Müzesi ne götürüldü. Biz her ikisine de gittik, Ankara Garı nın Halkevleri tarafına bakan yanında Devlet Demiryolları Binası vardı. Onun birinci katında bir balkon ya da büyük pencereli bir odada, İsmet Paşa nın hanımı, çocukları, biz, oradan cenazeyi izledik. Belki Atatürk ölmeden evvel, nereye defnedileceğini konuşmak istememişlerdir. Ama sonunda Etnografya Müzesi ne geçici mezar olarak gömülmesine karar verildi. İstanbul daki törenleri bilmiyorum, burada da çok törenler yapıldı. Hatta Dolmabahçe Sarayı nda yığılmalarda ölenler oldu. 11 kişi ölmüş... Evet, benim bir ilkokul arkadaşım da öldü. Babam, Atatürk e Dolmabahçe de oturmamız nasıl karşılanır diye sormuş. Atatürk, şu cevabı vermiş:...bu millet bilmelidir ki; bugün ben oturuyorsam, yarın kendileri de burada oturabilir... Atatürk belli ki sizi çok sevmiş. Acaba çocuk sevgisini sizinle yaşamış olduğunu düşünür müydünüz? Atatürk ün iç duygularını bilmiyorum. Ama Atatürk ün genel olarak çocuk sevgisi vardı. Yani şöyle bir insandı Atatürk; çocukla çocuk olmasını bilen bir insandı. Çocukla nasıl konuşulur, çocukla nasıl ahbaplık edilir, iyi biliyordu. Çünkü görüyordum da, yalnız ben değil, birçok çocukla sohbetler ediyordu. Ülkü, onun kendi evladı gibiydi. Uzun süre Dolmabahçe de, Florya da, Yalova da hep yanındaydı. Onunla oyalanırdı, oynardı, sohbet ederdi. Atatürk bir kere çok insancıldı, insan sevgisi çok olan biriydi. İnsanlara karşı sevgisi olanın insanlara saygısı da olur. Bunları Atatürk gibi bir adamın bilmemesine, idrak etmemesine imkân yok. Son yıllarda çekilen Atatürk filmlerini seyrettiniz mi? Seyrettim. Zaten son dönem fotoğraflarına bakınca karnının şiş olduğunu görüyoruz. Evet, son dönemlerde öyleydi. Bizim evde, eniştem vardı, o da artık Atatürk ün öleceğini düşünüyordu ve biraz da pesimistti. Çok kötü şeyler olabilir diyordu. Belki o günler için pesimistti de, bugün için çok kötü şeyler olduğunu görüyoruz. Yani çok uzak görüşlü olabilir. Her neyse, mesela eniştem böyle derdi. Ama babam o kanaatte değildi. Atatürk ün öleceğini biliyordu ama Onun önlemi alınır diyordu. Nitekim aralarında konuşuyorlardı. Ben çocuktum; belki de şunu düşünüyordum, böyle bir şeylerle ortaya çıkmam babamın hoşuna gitmeyebilir. Nihayetinde Sen bir çocuksun, böyle işlere ne karışıyorsun?, diyebilirdi. Ama Atatürk e tanıklık etmiş en büyük çocuk sizsiniz. Ülkü Adatepe nin bazı şeyleri yaşı itibariyle hatırlaması mümkün değil. Ülkü, Atatürk ün sağlığında çocuktu. Öldüğünde 5 yaşındaydı. Bir-iki yerde bazı konuşmalarında bulunmuştum, kendi de söylüyordu: Ben o kadar küçüktüm ki, hatırlamıyorum. Olaylar tekrar edildiği için, bir yerlerde konuşulunca, insanlar hatırlıyorum diyor. Ben de mesela 4 yaşından evvel, belki çok yer etmiş birkaç olayı hatırlarım. Mesela Afgan Kralı, Türkiye ye gelmiş. Birtakım geziler olmuş, Afgan Kralı nı bize çıkarmışlar, ama hiçbir Nasıl buldunuz, Mustafa yı mesela? Onun kişiliğini veriyor mu filmler? Hayır. Can Dündar ı çok aşmış o. Atatürk, Can Dündar ı çok aşmış. Sizinle çekimlerden önce hiç görüşüldü mü? Hayır, ama sonrasında filmle ilgili benimle çok röportaj yapıldı. Ama o filmde benim anladığım; esas tarafları yakalayamamış. Atatürk uzak kalmış. Bir şeyler yapmak istemiş, belki niyeti iyidir. Zaten Atatürk hakkında kötü niyetle bir şey yapılır mı? Atatürk ün düşmanı yapar! Onu da düşmanı kabul etmiyorum. Atatürk ün büyüklüğü aşmış Can Dündar ı. Bir şeyler yapmak istemiş. Ama hiçbirini tam yapamamış. Birçok şeyi yanlış bırakmış. Ondan sonra bir film daha seyrettim, eğitimle ilgili. Dersimiz: Atatürk, Turgut Özakman ın senaryosunu yazdığı... Onu da fazla beğenmedim. Pek beni sarmadı. Atatürk hakkında tam bir film yok. Belki daha evvel çekilmiş, Kurtuluş diye bir film vardı, en iyisi oydu. O da kâfi değil. Ama hiç olmazsa doğru kişilerle konuşmuşlar, yani senaryo daha iddiasız yazılmış. Mesela Turgut Özakman daha iyi bir şeyler yapabilirdi. Onun Çılgın Türkler kitabı, çok objektif bir kitaptır. Her şeyi olduğu gibi anlatan. Atatürk hakkında film yapmak çok zor. Hem de dikkatli olunması gerekir. İstediğiniz gibi oynayamazsınız. 18 B+ YAZ

Babanız Kazım Özalp; İsmet Paşa, Mareşal ve Atatürk ile Cumhuriyet in dört ayağını oluşturmuş. Babam ölene kadar hafızasını korudu. Hatta ölümünden bir gece önce, oturuyorduk. Bir haber geldi; Kennedy nin kardeşini vurdular diye. Kafasından kurşunla vurmuşlar. Babam başından geçen bir olayı anlattı. Cephede, bir asker kafasından kurşun yemiş. Bir delik alnında, bir delik de ensesinde. Kurşun önden girmiş, arkadan çıkmış; adam vurulmuş ama konuşuyor! Ya bir şey oldu galiba falan diyormuş. Bakıyoruz diyor babam, alnında delik, ensesinde de delik. Kıta sıhhiye çadırına götürmüşler, bir de incelemişler ki alnından sekiyor kurşun, adam sırtüstü düşüyor, düşerken de bir taş geliyor ensesini deliyor. Onlar da sanıyorlar ki, alnından girmiş, ensesinden çıkmış! Halbuki kurşun falan girmemiş, hiçbir şey yok! Haberlerde Kennedy nin vurulmasını duyunca babamın aklına bu hikaye geldi, bize anlattı. O gece sabaha karşı da kalp krizi geçirdi, vefat etti. Yani, son anına kadar olayları hatırlar, bize anlatırdı. Hafızası çok yerindeydi. Paşa nın madalyası sizde değil mi? İstiklal Madalyası mı, evet o var. Ben üzerime intikalini de yaptırttım. Milli Mücadele den sonra İstiklal Madalyaları nı değişik şeritlerle ayırmışlar. Yani Kırmızı İstiklal Madalyası, cephede bilfiil hizmet görenler; Beyaz Hizmet Madalyası, cephe gerisinde hizmet görenler; Yeşil Hizmet Madalyası Birinci Büyük Millet Meclisi nde olanlar, cepheyle ilişkisi olmayanlar. 23 kişiye de, bir kanunla, yarısı yeşil, yarısı kırmızı olmak üzere İstiklal Madalyası verilmiş. Babamınki onlardandı. O, 23 kişiden biriydi. Kazım Paşa önce Balıkesir cephesinde çalışıyor, daha Kuvayi Milliye başlamadan, yerel örgütlenme yapıyor... Evet, Yunanlıların İzmir i işgal ettiğinin ertesi günü başlıyor. Hatta orada başlamak için Bandırma ya gidiyor, oradakilerle konuşuyor. Kalkıyor İstanbul a gidiyor, Genelkurmay Başkanı na. Diyor ki: Ben böyle bir örgüt kurmak istiyorum, hizmette bulunmak istiyorum. Daha Atatürk ün Samsun a ayak bastığı günler. Ama bunu yapabilmem için beni Balıkesir de bulunan 61. Fırka Kumandanlığı na getirmeniz lazım. Babam o sırada Şarköy deki 60. Fırka Kumandanı. Tesadüfen senelik izin için İzmir e, anne babasını ziyarete gidiyor. O gün Yunanlı nın İzmir i işgal edeceğinin haberini alıyor. İzmir in B+ YAZ 19

Babamla olayları çok fazla tartışmazdım. Bir-iki şey sormuşumdur, Dolmabahçe de niye oturduk gibi, Atatürk le ilgili bazı özel soruları, ama başka bir karşılıklı fikir tartışması yapmamışızdır. Zaten babam tartışmayı seven bir adam değildi. Karşısındakini tartardı, bende de aynı karakter vardır. Eğer karşındaki inatçı, bir şeyde ısrar eden bir insansa hiç onunla tartışmaya girmezdi. Ben de aynı kafada olduğum için babamla hiçbir tartışmamız da olmadı. Meslek seçiminde de öyle. Teknik Üniversite ye girdiğim zaman, önce makine bölümüne girdim. Sonra gemi inşaat bölümü kuruldu, buraya geçmek istedim. Ya, bu meslek geçerli mi? diye tereddüt etti. Hatta gidip İsmet Paşa ya danıştı, Teoman, gemi inşaat mühendisi olmak istiyor, ne diyorsun, senin fikrin ne? diye. O da Çok isabetli bulurum, Türkiye de bu mesleğin geleceği var demiş. Babam ondan sonra fazla bir itirazda bulunmadı. Mesela bizi alır sinemaya götürür, maça götürürdü. Bugün sizi maça götüreceğim derdi, öğlen uykusu uyurdu mesela. Hadi gideceğiz diye sabırsızlanırdık. Acele etmeyin, ben bilirim saatini derdi. Bize yer ayırıyorlar nasıl olsa diye. Babamız olmadan gidersek kimse yer ayırmıyordu, o yüzden babam götürsün isterdik ki, rahat girelim. Hangi takımı tutuyorsunuz? Ben maalesef Galatasaray ı tutuyorum. Kazım Özalp, Mustafa Kemal Atatürk le İzmit te / 5 Haziran 1926 işgal edildiği gün, İzmir den kaçıyor, Bandırma ya gidiyor. Genelkurmay Başkanı, Kumandanlığa tayin, Padişah ın onayıyla olur. Ben edemem, ama vekilliğine tayin ederim diyor. Babam, Bu benim için kafidir deyince oradan emri alıyor. Kalkıyor geliyor, Fırka Kumandanlığı na gidiyor, Ben buraya tayin oldum diyor. Kumandan da bırakıyor babama 61 inci Fırka yı. Öyle başlıyor. Ama Balıkesir de vatanperver ve münevver grup var. Ondan sonra Atatürk le temas kuruyorlar. Meclis kurulacağı zaman da Mustafa Kemal Paşa, oradaki örgütlerin başlarına yazı yazıyor: Münevver, vatanperver kimseleri yollamaya çalışın. Babam sonra aynı zamanda Meclis üyesi olmaya başlıyor. Ama gitmiyor ki, cephede görevi var. Ta Sakarya Muharebesi bitiyor, 1919-1922, düşünün 2 yıl sonra Meclis e gidiyor. Milli Savunma Bakanı oluyor. O zamanki adıyla Milli Müdafaa Vekaleti. Babamın 34 sene devamlı milletvekilliği vardır. En uzun Meclis Başkanlığı yapan da babanız... Galiba, tam bilemiyorum. En uzun başkanlık yapanlardan biri. Kazım Özalp çok büyük bir asker, çok önemli bir devlet adamıydı. Sizin kişisel ilişkiniz nasıldı? Şimdi insan kendi babasının özelinde konuşurken tamamen tarafsız olabilir mi? Onu kabul ediyorsanız... Yoksa babasını methediyor demeyin! Kabul ediyoruz... Nasıldı ilişkiniz? Babamla büyük yaş farkımız vardı. Ben doğduğum zaman babam 43 yaşındaymış. Üstelik görevleri nedeniyle, bizim o en çocuk dönemimizde, bizimle meşgul olabilecek bir imkanı yoktu. Onun için babamla olan çocukluk ilişkilerimde bir mesafe vardı aramızda. Belki babamın görevi nedeniyle, etraftan duyduğu saygı nedeniyle vardı. Ama babam, bizimle beraber olmayı isterdi, bizi her yere götürmek isterdi. Hep bizi düşünürdü. Ama sonradan, ilk eğitim döneminde bize çok yardım ederdi. Bunun için vakit ayırırdı. Hatta ortaokula başladığımız zaman haritalarımızı çizerdi. Ayrıca yapısı itibariyle sert karakterli olmadığı için, şefkatini bize gösterirdi. Babamla bir arkadaşlık oluşmadı aramızda, benim çocuklarımla olan arkadaşlığımız gibi. Mesela bir gece bir yere gidip, kadeh kaldırmak, sohbet etmek, biraz ileri geri hikayeler anlatmak gibi; böyle bir olay, hayatımız boyunca aramızda geçmedi. Ama o bize bağlı, biz ona saygılıydık. Fakat bir baba-oğul yakınlığıyla sürdü. Ablam da, ben de babamızı çok severdik, babam da bizi çok severdi. Bizim için her türlü fedakarlığı yapmaya razıydı. Onu da biliyorum. Neden maalesef? Birkaç seneden beri maalesef! Ben 1936 dan beri Galatasaray Kulübü üyesiyim. Bu sene 75 inci yılım. Eskiden ilgilenirdim, Divan toplantılarına giderdim, seçimlerle ilgilenirdim. Ama o kadar soğuttular ki! Yönetim ve futbolcular o kadar soğuttu ki Galatasaraylılıktan... Mesela bugün Galatasaray- maçı var, seyretmeyeceğim. Merak etmiyorum! O kadar eminim ki kazanamayacağından! Galatasaray-Fener maçını da hiç etmiyorum! Her seferinde bir rezalet, bir üzüntü. O yüzden maalesef diyorum. Kulüpten istifa etmeye de utanıyorum. Futbolla ilgilenmeyi tamamen bırakamıyorum ama. Mesela öyle maçlar oluyor ki, Real Madrid- Barselona gibi, hele onları hiç kaçırmıyorum. Bütün spor müsabakalarını seyrederim. Hepsini, ne rastlarsam! Sumodan masa tenisine kadar... Öyle teselli oluyor insan. Sıkıntı o kadar çok ki! Haberleri ne dinleyeceğim? Dinlenecek hali mi var? Tartışmaların bile ayarı düştü. Size babamı anlatıyordum, nereden nereye geldik! Yani babamı öyle tarif ediyorum. Kendisinin yapısı itibariyle yaptığı işlerden asla böbürlenmeyen bir adamdı. Ama yaptığı işlerin takdir edilmesinden hoşlanırdı. Herkesle ahbaptı, herkesle sohbet ederdi. Hiç ayrım yapmazdı. Din, dil, ırk hiçbir ayrım yapmazdı. Hep hakem rolü oynamış hayatı boyunca, uzlaştırıcı rol oynamış. Mesela, savaşlarda çok acımasız birtakım kararlar alan bir insandı derler. Bir bakışta, Benim babam bunları yapabilir mi? dersiniz! Ama öyle öğreniyoruz ki, bilmemne çatışmasında şöyle yapmış, bilmemnede de böyle yapmış... Yani asker olarak da, askerlik görevini önde tutmuş. Ailesine çok düşkündü. Yalnız bize değil. Kardeşlerine de Mesela İzmir de bir kardeşi oturur, haber almaz ise, Ya bunun parası var mı? diye dertlenir. Arada bir eline para geçer, tutar onu İzmir e yollar. Yani eliaçıktı. Zaten annem para hesabını babama bırakmazdı. Ona buna dağıtırdı. Parası varsa, verirdi. Parası da fazla yoktu zaten. Zamanında buraya gelip, bu araziyi almışlar. O zaman 25 bin liraya almışlar. Sonra değerlenmiş, değerlenmiş, şimdi bir daireyi zor tutabiliyoruz. Bundan yararlanıp daha fazla bir şey yapayım, diye hiçbir zaman düşünmemiş. Para mefhumu yoktu. Bankaya yatırayım, oradan faiz alayım gibi düşünceleri yoktu. Hayatında bankada parası olmamış bir adam. Kazım Özalp ın oğlu olmak sizin hayatınıza nasıl bir sorumluluk yükledi? Benim için büyük şans, mutluluk. Ben Kazım Özalp ın oğlu olmasaydım, bilmiyorum ama belki bu kafam yine olurdu. Benden akıllı çok insan var bu dünyada; bilmiyorum, belki de daha akıllı olurdum! Ama Kazım Özalp ın meziyetleri bir ölçüde bize intikal etmiş. Onun yapısından bir şeyler almışız. Ve bu bahaneyle çok şeyler tanımışız. Bir insan düşünün; çocukluğundan itibaren en iyi şartlarda beslenmiş, en iyi şartlarda okumuş, en güzel evlerde oturmuş, ya tabii bu bir şanstır! Atatürk ü tanımış! Türkiye de yetişmiş başka münevver insanları tanımış, devlet adamlarını tanımış. Tabii bunların hepsini üst üste eklerseniz, herkesin erişmesi zor olan bir şey. Diyorum ya, gelmiş geçmiş en yaşlı Teoman benim. Çünkü Teoman ismini Türkiye ye Atatürk getirmiş, ilk defa bana koymuş. Benim şansıma... 20 B+ YAZ