Malatya Üniversitesi'nde Faşist Saldırı Bir Yurtsever Öğrenci Bitkisel Hayata Birdi

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Malatya Üniversitesi'nde Faşist Saldırı Bir Yurtsever Öğrenci Bitkisel Hayata Birdi"

Transkript

1

2 KURTULUŞ 2 10 Ocak İÇİNDEKİLER.. FAŞİST TERÖDE TIRMANMA VE DEVRİMCİ ÇİZGİ GENÇLİK- MÜCADELEMİZİ ENGELLEYEMEYECEKLE R ANTİ-FAŞİST MÜCADELE SUSURLUK DEVLETİ HALKA AHLAK DERSİ VEREMEZ MGK'NIN EMİR ERİ: ANAYASA MAHKEMESİ MESUT YILMAZ'IN TÜRKMENİSTAN GEZİSİ VE EMPERYALİZMİN SIÇRAMA TAHTASI POLİTİKASI... 9 TÜTÜN UMUTTUR, EMEKTİR, İSYANDIR HALK MECLİSLERİ HALK ADALETİ HAİNLERİ DE SABAANCILARIDA AFFETMEYECEK ÖZGÜR TUTSAK...16 HAPİSHANELERDE DÜŞMANIN BAĞIMSIZLAŞTIRMA P0LİTİKASI İNSANLARI TANIYALIM KÜRDİSTAN'DA TEK YOL DEVRİM AVRUPA'YA GÖÇ ÇARE Mİ? YOLDAŞLAR BİZİ AŞIN ÜMRANİYE ANMA MECİT, RIZA, GÜLTEKİN, ORHAN ÜMRANİYE ÖZGÜR VATAN HALK S1NIFI...J9-31 HALK GERÇEĞİ MEMUR YORUM-ZAMLAR SALDIRI POLİTİKASININ BİR PARÇASIDIR CEZAYİR DEVRİM VE BUGÜNKÜ CEZAYİR AVRUPA DEV-GENÇ BELÇİKA'DA KAMPI YAPILDI ÖYKÜ-ŞİİR-DENEME-ROSA LUXEMBURG KİTAPTANITIMI...42 DEVRİMCİ TİYATRO...43 BU'TARİH BİZİM GORÜNEN KÖY...45 AMİRCAL CABRAL Malatya Üniversitesi'nde Faşist Saldırı Bir Yurtsever Öğrenci Bitkisel Hayata Birdi Ülkenin dört bir yanında üniversitelerde aynı anda gelişen sivil faşist saldırılar katliam boyutuna ulaştı. Malatya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisi Ümit Cenan Tarho faşistlerin saldırısı sonrasında aldığı bıçak darbeleriyle yaralanarak bitkisel hayata girdi. MGK'nın talimatları ile tüm ülkede aynı anda geliştirilen bu saldırılar tüm öğrenci kitlesini tehdit etmeye devam ediyor. Saldırılar başta üniversitelerde yoğunlaşırken mahallelerde de yaşanmaya başlamıştı. Susurluk kazasıyla gerçek yapısı kitlelerin gözünde açığa çıkan faşist devlet önce faşist saldırıları planladı şimdi hayata geçiriyor. Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu'nun "üniversitelerdeki olayları solcu öğrenciler çıkarıyor" açıklaması devletin niyetini gözler önüne sermişti. Devlet gençliği ve halkı katletmenin, sindirmenin hesaplarını yapıyor. Tek icratları bu: Zam, zulüm, işkence ve katliam. Faşist devletin planları bu iken gençlik bu saldırıların nereden yönetildiğini ve nelerin amaçlandığını tarihinden yaşadığı deneyimlerle biliyordu. Devlet gençliğe ve halka saldırılarını zaman zaman bizzat resmi güçleri aracılığıyla zaman zaman da kendi beslemesi sivil faşistler aracılığıyla yapmıştır. Bu saldırılara karşı başeğmeyen direnen gençlik her dönem için devleti rahatsız etmiştir. Gençlik mücadelesinin yükselmeye başladığı dönemlerde yoğunlaşan saldırılar tesadüf değildir. Gençlik yeni bedeller ödeyerek direnişini sürdürüyor. TÖDEF yoğunlaşan sivil faşist saldırıların katliam boyutunda tırmanacağını tespit etmiş gençliği Faşist Teröre Karşı Savunma ve Mücadele Komiteleri'nde birleşmeye çağırmıştı. TÖDEF'in bu çağrısının aciliyeti ve Önemi her geçen gün meydana gelen gelişmelerle birlikte daha fazla hissedilmektedir. Özellikle 6 Kasım Boykotu'ndan sonra gelişen saldırılar kısa zamanda ülke geneline yayıldı. Çatlı'nın itleri yeni katliamlar peşinde idi. Susurluk sürecinden çıkan faşist devlet kontrgerilla taktiklerine kaldığı yerden devam ediyordu. Bu taktiklerin bizzat yönlendiricisi halkın giderek daha yakından tanımaya başladığı MGK'dır. Ülke genelinde MGK talimatlı faşist saldırılar birçok okul gibi Malatya Üniversitesi'nde de sürüyordu. 5 Ocak '98 Pazartesi günü İnönü Üniversitesi 1.I.B.F kantininde Eğitim Fakültesinden bir öğrenci 15 kişilik faşist bir gurubun saldırısına uğradı. Saldırı sonucu bir öğrenci yaralandı. Saldırıyı takip eden günlerde okul dışından destekli faşist saldırılar devam etti. Bu saldırıların ardından 7 Ocak Çarşamba günü İnönü Üniversitesi Kampüsü'nde yaklaşık 250 kişilik öğrenci kitlesi yaptıkları bir yürüyüşle olayları pratesto etti. Öğrenciler yürüyüş sonrası kontrollü bir şekilde dağıldılar fakat jandarma baskısını sürdürüyordu. Yürüyüş sırasında öğrenciler sürekli kameraya çekilerek psikolojik baskı altında tutulmaya çalışıldı. Kitle dağıldıktan sonra üç kişi gözaltına alındı. Ardından kampüsten merkeze inen üç öğrenci İçlerinde faşist öğrenci Caner Öztürk'ün de bulunduğu faşist bir grubun saldırısına uğradı. Bu öğrencilerden Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği 3. Sınıf Öğrencisi Ümit Cehan Tarho; biri kalbinden ikisi karın boşluğundan üç bıçak darbesi aldı. Ümit Cehan Tarho yere düşerken kafasını şiddetli bir şekilde yere çarpttı. (bunun sonucu beyin ödemi oluşuyor) Ümit Cehan yaralı olan iki arkadaşı ile birlikte İnönü Üniversitesi Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı. Yoğun bakıma alınan Ümit Cehan bir süre sonra kalbinin durduğu, şok ile tekrar çalıştırıldığı ancak saat civarında bitkisel hayata girdiği açıklandı. Yaralı olan iki öğrencinin ise durumunun iyi olduğu bildirildi. Faşist saldırının Malatya'da duyulmasıyla birlikte devrimcidemokrat kamuoyu harekete geçti. Araştırma Hastanesi'nin önüne yaklaşık bin kişilik bir kitle toplandı. Saldırıya tepki olarak bir sivil faşist devrimci-demokrat öğrenciler tarafından dövüldü. Battal Gazi Kız Öğrenci Yurdu'nda yaralı arkadaşlarının yanına gitmek isteyen 35 dolayında öğrenci bir yurt görevlisi tarafından engellendi. Bunun üzerine öğrenciler oturma eylemine başladılar. Diğer taraftan hastane Önüne toplanan kitleyi dağıtmanın yollarını arayan polis "Henüz ölmedi, merak etmeyin yaşar, helikopterle Ankara'ya götüreceğiz" gibi yalanlar uydurdular. Kitle bütün bunlara rağmen dagılmayarak Ümit Cehan Tarho ve arkadaşlarının durumlarını öğrenmek için hastanenin bahçesinde bekliyorlar ve arkadaşlarına sahip çıkıyorlar. Polis bu arada hastane çevresini ablukaya alarak destek için gelenleri engelliyor ve hastane içine girilmesine izin vermiyor.* ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ'NDE FAŞİST SALDIRI Son dönemlerde meydana gelen faşist saldırılara bir yenisi daha eklendi. 5 Ocak Pazartesi günü Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nde faşistler devrimci-demokrat bir Öğrenciye saldırdılar. Saldırıdan sonra üç faşist fakülte içinde devrimci-demokrat öğrenciler tarafından dövülerek cezalandırıldı. 7 Ocak Çarşamba günü öğrenciler jandarma tarafından aranarak okula alındı. Aynı gün öğleden sonra okuldan çıkan 26 öğrenciye okul içinde bulunan camiden çıkan 60'a yakın faşist sopalarla saldırdılar. Saldırıya karşılık veren öğrencilere daha sonra jandarma saldırarak 26 devrimci-demokrat öğrenciyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan öğrenciler 8 Ocak günü adliyeye çıkarılarak serbest bırakıldı.* FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE

3 10 Ocak 1998 FAŞİZM KURTULUŞ FAŞİST TERÖR DE TIRMANMA VE DEVRİMCİ ÇİZGİ Ölüm dolanıyor çevremizde. Edebiyat değil, abartı değil. Osman Daş, Mehmet Kurnaz, Burhanettin Akdoğan, SerpilYılmaz... Oligarşi işkencehanelerde ya da hapishanelerde katletmeye devam ediyor... Oligarşi katlederek, terör estirerek güç kazanmaya, Susurluk'la sarsılan moralini düzeltmeye çalışıyor. Faşist çeteler hergün öğrenci gençliğe saldırıyorlar, ölüm olmaması yalnızca tesadüf... Polis terörü dolanıyor etrafımızda. Mahalleler bu resmi üniformalılar tarafından işgal edilmeye çalışılıyor. Ama yılan yok, teslim olan yok. Gençlik örgütlü örgütsüz her saldırının karşısına dikiliyor yiğitçe. Mahallelerde polis halkı teslim alamıyor, meclisler, hayır diyorlar, baskılara rağmen halk meclislerinde birleşeceklerini haykırıyorlar. Faşist teröre karşı Örgütlenmek zorundayız. Devlet terörüne karşı örgütlenmek zorundayız Koşullar buyken, hala legal, yasalcı yöntemlerde, partilerde takılıp kalmak mücadele arenasının dışında kalmaya evet demektir. Faşist teröre anladığı dilden cevap kaçınılmazdır. Bugün ya da yarın, ama kaçınılmazdır. Bu yüzden de halkın şiddetini örgütlemek zorunludur. Devrimciler geçtiğimiz bir yılı çok-iyi değerlendirmek, gerek oligarşi açısından; gerek halk açısından ve gerekse de devrimciler açısından geçen yılın artılarım, eksilerini doğru tespit etmek durumundadırlar. Çünkü bugünden görülen odur ki, oligarşinin bugünkü saldırı politikası asıl olarak '97 boyunca yaşanan sürecin bir sonucu olarak biçimlenmiştir. Susurluk süreci diyebüeceğimiz bu süreçte, devletin nisbi geri çekilmesine, oligarşi içindeki çelişkilere ve halkın büyük öfkesine bağlı olarak adeta "icazetli" bir süreç oluşmuş, devrimcilerin bu sürece müdahaleleri ve insiyatifleriyle, oligarşi halk hareketine müdahale edemez hale gelmiştir. Ancak böyle bir süreç elbette oligarşi açısından çok daha fazla uzayamazdı. Bu oligarşi açısından sonunu yakınlaştırmaktan başka bir anlam taşımazdı çünkü. Oligarşi şimdi bu süreçten çıkmanın adımlarını atıyor. Daha doğru bir deyişle, geçtiğimiz yılın son aylarında başlattığı adımları şimdi boyutlandırıyor. *** '97 yılı egemenler cephesinde "rejimi yaşadığı kriz"den nasıl ve ne yaparak çıkarabiliriz tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı ama bir sonuca varılamadığı bir yıl olarak geçti. Denilebilir ki '97 yılı egemenlere kendi sonlarının gelebileceğini en yakıcı şekilde hissettirebilen bir yıl oldu. "Duvara dayandık", "dibe vurduk", "rejim tehlikede" söylemleri, gerek tekelci burjuvazi tarafından gerekse de burjuva yazarlar tarafından sıkça dile getirildi. Yaşanan kriz ve bu krizi tırmandıran Susurluk ortamı, egemenlerle halkı geçmiş yıllara göre daha fazla karşı karşıya getirmiş, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının, değer yargılarının tartışıldığı bir ortama sürüklemiştir. Egemenlerin devleti halkın nezdinde hızla değer kaybına uğramış, "devlet baba" imajı sarsılmış, adeta devlet yükselen devrimci mücadele karşısında çaresizleşirken, kendi iç çelişkileriyle de darbe üzerine darbe yemiştir. Gazi Ayaklanması'yla başlayan süreç halkın devlete isyanı, ayaklanması olarak tarihe geçmiş, Susurluk'taki kaza ile birlikte devletin gerçek yüzü milyonlar tarafından daha yakın görülmüş, devlet içi çelişkiler su yüzüne çıkarken, devletin aslında halkın değil kontrgerillanın devleti olduğu olgusu gözler önüne serilmiştir. Devlet bu süreçlerden ciddi sarsıntılar ve darbeler alarak ayakta kalma mücadelesi vermek zorunda kalmış, özellikle "Susurluk'taki devlettir" mesajından kurtulmak için yoğun bir çaba içine girmiştir. MGK öncülüğünde geliştirilen laiklik-şeriat politikaları işte büyük ölçüde buna hizmet etmiş, ve belli ölçüde de başarılı olmuştur. Oligarşi, bu politikadan sonuç aldığı ölçüde Susurluk Davasında tutuklamak zorunda kaldığı katilleri serbest bırakmaya cesaret edebilmiş ve yeniden saldırının koşullarını hazırlamıştır. *** Ancak bu durum, oligarşinin krizden çıktığı, ya da halk nezdinde MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM

4 KURTULUŞ 4 FAŞİZM 10 Ocak 1998 Susurluk vesilesiyle teşhir olmuşluğundan kurtulduğu anlamına da gelmiyor. Devletin teşhir olmuşluğu, gerçek niteliğinin görülmesi, halkın ve devrimcilerin kazanımı olarak artık geriye döndürülemez bir noktadadır. Egemenlerin sözcüsü Demirel 27 Aralık 1997 günü Çankaya Köşkü'nde yaptığı basın toplantısında '97 yılını değerlendirirken pek de pembe tablolar çizemedi. Oysa egemenlerin sözcüleri halka mesaj verdikleri basın toplantılarında hep pembe tablolar çizmeyi adet edinmişlerdir. Ancak Cumhurbaşkanı Demirel bugün aynı rahatlığı bulamamaktadır. Demirel basın toplantısının başında yaşanan krizden söz ederek bundan duyulan kaygıyı ve düzenin çözüm yollarını çözüm yollarını anlatmaya çalıştı. Anlattıkları, söyledikleri geçmişte tekrarladığı şeylerden pek de farklı olmamakla beraber bir şeyin kaygısını taşıyordu. Halkta umutsuzluk büyümüştü; halkın yüzde 42'si gibi büyük bir oranının bu düzenden bir şey beklemediğini kendi yaptırdıkları istatistikler de ortaya koymuştu. Bu toplantıda söylenenlerden, Susurluk'taki kazadan sonra devletin siyasi alanda yaşadığı kaosun da egemenleri rahatsız ettiği anlaşılıyordu. Demirel, "Herkes görevini bilecektir ve Halkın örgütlü gücüyle birleşmiş devrimci şiddet yenilmez. Bu devrimcilerin onyılların mücadelesiyle çıkardıkları, kanıtlanmış bir sonuçtur. Hayatın her alanında, gençliğin, gecekonduluların, işçilerin ve memurların, faşist teröre karşı kitlesel direnişini ve şiddetini Örgütlemek, bu doğrultuda Faşist Teröre Karşı Savunma ve Mücadele Komiteleri'ni oluşturmak, işte bunun için bugün öne çıkan güncel görev durumundadır. yerinde kalacaktır. Bu çarkın dişlilerinden birisi kırılırsa çark da kırılır." derken, bir yandan ordunun bu kadar ön plana çıkarak diğer düzen kurumlan gibi yıpranmasından duyduğu korkuyu dile getirmekte, diğer yandan ise ordunun bu kadar ön plana çıkmasından duyulan rahatsızlığı dile getirmektedir. Ordu, Susurluk sürecinden bu yana devlet içinde yaşanan tüm pisliklerden kendini aklayarak çıkmak için sağa sola kılıç sallamış ve bu durum da doğal olarak diğerlerini rahatsız etmiştir. Ve bu rahatsızlık bugün de sürmeye devam etmektedir. Asıl kaygı ise oligarşinin "son kozu" olan ordunun bu misyonunu kaybetmesidir. Oligarşinin kendi içindeki bu çıkar kavgaları elbette ki sistemin akıbeti gibi konularda söz konusu değildir. Demirel, ekonomik istikrarsızlık konusunda, "devletin yatırım yapacak gücü kalmamıştır" diyerek ekonomik iflası kabullenmektedir. Mesut Yılmaz Hükümeti'nin ortaklarından Bülent Ecevit'İn "önümüzü göremiyoruz" belirlemesi de aslında tam da egemenlerin bugün içinde bulunduğu durumu ifade etmektedir. Buna ek olarak Sabancı da yaşanan krizden memnuniyetsizliğini her fırsatta dile getirmektedir. Nedir bunlar? Yıllardır emperyalizm ve egemenlerin uygulanması için mevcut hükümetlere dikte ettirdikleri ekonomik, siyasal programların uygulanamamış olmasıdır. Sabancı tüm yüzsüzlüğü ile sanki ülkemizde yaşananlardan sorumlu değilmişler gibi kendi dışlarında sorumlular arayarak bu gidişatı kimin düzelteceğinin yaygarasını yapmaktadır. Sabancı'nın bütün derdi "Japon ortaklanın duymasın" sözünde kendini ifade etmektedir. Onun için önemli olan Japon ortaklarıyla yapacağı sömürü işbirliğine bir zarar gelmemedir. Oysa ülkedeki adaletsizlik ve eşitsizlik, egemenleri ve emperyalistleri ciddi biçimde kaygılandırmaya başlamıştır. Bugün İstanbul'da en zengin ile en fakir arasındaki gelir farkı 1473 kat olmuştur. Mesut Yılmaz Hükümeti veya bundan sonra gelecek hükümetlerin de bu uçurumu derinleştirmekten başka yapacak bir şeyleri yoktur. Kriz işte bu noktada kendini tüm çıplaklığıyla ortaya sermekte, egemenlerin çaresizliği de işte bu noktada somutlanmaktadır. Evet, yapabilecekleri birşey yoktur. Bunun için yine her zamanki tek çarelerine, terörü tırmandırmaya başvuracaklardır. Bugün yaptıkları da budur. Hükümet '98 reformlar yılı olacak diyor. Devletin yeniden yapılanması yılı deniyor. Ancak buna kendileri de inanmıyor. Bu yüzden de asıl hazırlıklarını bunları sağlayacak projeler, yasalar üzerinde değil, halkı daha büyük baskı altına alacak, devrimcileri terörle sindirecek yazalar üzerinde yapıyorlar. Hapishanelere yönelik girişimler, artan katliamlar, bunların ürünüdür. Devrimcilerin bütün bunların karşısında ne yapması, nasıl bir çizgi izlemesi gerektiği gerçekte kimse için sır değildir. Böylesi süreçler ilk yaşanmamaktadır. Türkiye devrimcileri ve halkı faşist terörün her türlüsü karşısında zengin bir tecrübe birikimine sahiptir. Faşist terör karşısında kitlesel mücadeleyi ve devrimci şiddeü birlikte hayata geçirmek zorunludur. Bunlardan biri faşist terörü geriletmeye yetmeyecektir. İşte bu nedenle gelinen noktada hiç bir reformist taktiğin bu düzen içinde sonuç yaratması imkanı da yoktur. Oligarşi saldıracaktır, katledecektir, ancak resmi ya da sivil faşist terörü geriletmek ancak FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE bu iki yoldan, bunları birleştirerek mümkün olacaktır. Halkın örgütlü gücüyle birleşmiş devrimci şiddet yenilmez. Bu devrimcilerin onyılların mücadelesiyle çıkardıkları, kanıtlanmış bir sonuçtur. Hayatın her alanında, gençliğin, gecekonduluların, işçilerin ve memurların, faşist teröre karşı kitlesel direnişini ve şiddetini örgütlemek, bu doğrultuda Faşist Teröre Karşı Savunma ve Mücadele Komiteleri'ni oluşturmak, işte bunun için bugün öne çıkan güncel görev durumundadır. Hayatın hiçbir alanında resmi, sivil faşist terör cevapsız kalmamalıdır. İnfazlar, katliamlar, gözaltılar, fiili saldırılar, kitlesel ve halkın şiddetiyle cevap bulmalıdır. Tüm alanlar, birimler açısından, diğer alanlarda gelişen her tür saldırı karşısında duyarlı olmak, ortak hareket etmek, bu noktada daha güncel bir öneme sahiptir. Oligarşinin elinde yalnızca "terör" kozu olmasına karşın, halk ve devrimciler, mücadeleyi çok yönlü geliştirebilme, halkların birliğini sağlama, halk güçlerinin ortak örgütlenmelerini yaratma olanaklarına sahiptirler. Egemenlerin bugüne kadar ülkeyi yönetmek için uyguladıkları "demokrasicilik oyunu" artık tutmamaktadır. Bunu onlar da görmektedir. Allayıp pullayip getirdikleri Mesut Yılmaz Hükümeti de geçen altı aylık zaman zarfında hiçbir şey yapamamış; yapma koşullarının olmadığı da her gün daha açık görülmektedir. Her ne kadar 1998 yılına girişle birlikte bir takım atılımların yapılacağı havası yaratılmaya çalışılsa da bunların da pek bir anlam ifade etmediği kısa sürede görülecektir. Egemenler, halkı uyutmak için ellerindeki medya gücüyle her gün yalan ve "umut" dolu haberler yayınlasalar da korkuları giderek artmaktadır. Halkın bu düzenden kurtulma umudu büyürken, egemenlerin umutlan küçülmektedir. Ülkenin gerçeği budur. Oligarşinin terörü halkın umudunu boğmak içindir. Halkın umudunu temsil eden devrimci örgütleri yoketmek içindir. Halk hareketini büyütmek ve devrimci şiddeti geliştirmek, oligarşinin bu saldırısını da etkisizleştirecek ve halkın umuduyla, umudun temsilcisi olan devrimciler büyümeye, gelişmeye, devrimi geliştirmeye devam edeceklerdir.*

5 10 Okak 1998 GENÇLİK 5 Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampusü'nde gerginlik devam ediyor... Öğrenciler Yaptıkları Basın Açıklamasıyla Saldırıları Protesto Ettiler; "MÜCADELEMİZİ ENGELLEYEMEYECEKLER" İstanbul, Marmara Üniversitesi- Marmara Üniversitesi'nde son dönemlerde yaşanan faşist saldırılara geçtiğimiz hafta Üsküdar Altunizade Erkek Öğrenci Yurdu'nda faşistlerin yeni bir saldırısı daha eklendi ve bıçak darbesi alan onlarca öğrenci ağır bir şekilde yaralandı. Saldırılar hafta başında da devam etti ve 5 Ocak Pazartesi günü kampus içinde faşistler polis desteğiyle yeniden saldırdılar. Saldırıların sınavlara denk gelmesi nedeniyle de birçok öğrenci sınavlara giremedi. Bu gelişmelerin ardından Marmara Üniversitesi Öğrencileri 7 Ocak Çarşamba günü bir basın açıklaması düzenleyerek kamuoyunu saldırılar karşısında duyarlı olmaya çağırdılar ve hiçbir gücün sınavlara girmelerine engel olamayacağını bildirdiler. Çarşamba günü Kadıköy ÖDP binasında toplanan öğrenciler toplu bir şekilde Haydarpaşa Kampusü önüne geldiler ve kampus içine girmeye çalıştılar. Burada polis barikatıyla karşılaşan öğrencilerin kampuse girmelerine izin verilmedi. Kendilerine destek amacıyla gelen çoğu İYÖ-DER'li olan öğrenciler ve ailelerle birlikte slogan atmaya başlayan öğrenciler her koşulda kampus içine gireceklerini bildirerek polisin bu keyfi davranışını protesto ettiler. Daha sonra polisin saldırgan tutumunun devam etmesine rağmen öğrenciler kararlılıklarını sürdürdüler ve sınavlarına girdiler. Sınavlarına giren öğrencilere destek olmak amacıyla orada bulunan yaklaşık 150 kişilik bir topluluk İse kampusun dışında kaldı ve yer yer slogan atarak Balıkesir TÖDEF: "Direnen Küba Onurumuzdur" Balıkesir- Küba Halkı, devriminin 39. yıldönümünü emperyalizme meydan okuyarak bir kez daha kutlarken Balıkesir TÖDEF de Küba Devrimi'nin yıldönümü dolayısıyla bir basm açıklaması yaptı. 5 Ocak Pazartesi günü, saat 12.30'da Necatibey Eğitim Fakültesi'nde yapılan açıklamada Küba halkının önderliğiyle birlikte her zorluğa göğüs gererek emperyalizme teslim olmadığını ve dünya halklarının onuru olduğu belirtildi. Fakülte öğrencilerinin yoğun ilgi gösterdikleri açıklama "Küba Halkı Yalnız Değildir", "Direnen Küba Onurumuzdur", "Yaşasın Küba, Yaşasın Fidel, Yaşasın Sosyalizm" ve "Halkız Haklıyız Kazanacağız" sloganlarının atılmasıyla sona erdi.* öğrencilere destek oldu. Dışarıda destek için gelen kitle de polisin saldırısına uğradı. Polis, kitleye tehditler savurarak dağılmasını istedi ve insanlara saldırarak gözaltına almaya çalıştı. Polisin saldırısına karşı sloganlar atarak karşılık veren kitle direnerek, gözaltına alma girişimlerini boşa çıkarttı. Sloganlar atılmaya devam edilerek Kadıköy istikametine doğru yürüyüşe geçildi. "Katil Polis Üniversiteden Defol", "Sağ-Sol Çatışması Yok Faşist Saldırılar Var" sloganlarıyla yürüyüşlerine devem eden kitleye burada yeniden polis saldırdı ve biriki öğrenciyi tartaklayarak gözaltına almaya çalıştı. Öğrenciler arkadaşlarını sahiplenerek vermediler ve yol boyunca halka yönelik kısa kısa konuşmalar yaparak polisin ve faşistlerin tavırlarını teşhir ettiler. Öte yandan sınavdan çıkan öğrenciler de toplu halde bir otobüse binip Çayırönü Köprüsü'nde Kadıköy'e doğru ilerleyenlerle birleştiler ve yürüyüşe dahil oldular. Kadıköy İskele Meydanı'na gelindiğinde bir kez daha polis ablukası altına alman öğrenciler burada bir basın açıklaması okuyacaklarını bildirdiler. İYÖ- DER'li bir öğrenci tarafından okunan basın açıklamasında devletin eğitim politikasına değinilerek şu açıklamada bulunuldu; "Susurluk'taki paralı katillerine bütçe bulanlar, milyarlık koltuklarına oturanlar, üniversitelere bütçe ayrılması gerekirken maddi imkansızlıktan bahsediyorlar. Hakkını arayan her öğrencinin karşısına ya. polis copu ya da sivil faşistlerin sal- "Meclisler varolan potansiyeli güçlü bir yumruk halinde sorunların kaynağına indirecek bir işlev görecektir" MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM dırıları çıkmaktadır. Hergün baştan aşağı arama ve kimlik kontrolü yapılan kapıdan, öğrenci bile olmayan beli silahlı, satirli ve sopalı faşistler nasıl girmektedirler. Bu saldırılar devlet merkezli olarak sistemli bir şekilde devam etmektedir. Şu süreçte de yeni bir boyuta girmiştir. Saldırıların boyutu her geçen gün tırmanmaya başlamıştır. Polis ve faşistler ortak hareket etmektedirler. Ama hiçbir saldırı bizim haklı mücadelemizi boğmaya yetmeyecektir" Eylem, okunan basın açıklamasını takiben saat dolaylarında sona erdi. Eylemin bitmesinin ardından öğrenciler dağılırken polis gözdağı vermeye çalışarak bazı öğrencileri gözaltına almakla tehdit etti.* ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ'NDE FAŞİST SALDIRI Son dönemlerde meydana gelen faşist saldırılara bir yenisi daha eklendi. 5 Ocak Pazartesi günü Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'ııde faşistler devrimci-demokrat bir öğrenciye saldırdılar. Saldırıdan sonra üç faşist fakülte içinde devrimci-demokrat öğrenciler tarafından dövül;- rek cezalandırıldı. 7 Ocak Çarşamba günü öğrenciler jandarma tarafındaı aranarak okula alındı. Aynı gün öğleden sonra okuldan çıkan 26 öğrenciye okul İçinde bulunan camiden çıkan 60'a yakın faşist sopalarla saldırdılar. Saldırıya karşılık veren öğrencilere daha sonra jandarma saldırarak 26 devrimci-demokrat öğrenciyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan öğrenciler 8 Ocak günü adliyeye çıkarılarak serbest bırakıldı.* bi meclis çalışmasında da öncelikle birebir ilişkiler kullanılmalıdır. Fakat bu ilişkiler öncelikle belli siyasetleri sahiplenen insanlarla değil sıradan insanlarla yapılmalıdır. Direkt HALK İÇİN KURTULUŞ siyasetlere gittiğimizde tartışmalar Öğrenci meclisten ile ilgili renci meclislerinde anti faşist, anti emperyalist bütün gençlik bira- dönecek ve meclislerin hayata çoğunlukla kısır tartışmalara Ankara'da öğrenci gençlik ile görüştük. rada sorunlarını çözmek için çalışacaklardır. Başta ufak sorunlar Önümüzde duracaktır. geçirilmesinde bir engel olarak - Geldiğimiz süreçte meclislerin taşıdığı önemi siz nasıl değerlendi çözülerek öğrenci gençliğin kendine olan güveni artacak ve birlik- ulaşmamız yetersiz kalabilir. Bu- Birebir ilişkilerle insanlara riyorsunuz? SİBEL GÜNDOĞDU: Şimdiye te mücadele edilirse sorunlarla nun dışında daha çok kitleye kadar öğrenci gençlik haklı bir başedileceği görülecektir. Süreç ulaşmak için panel, radyo programları yapılabilir. Bu tür prog- mücadele vermiştir. Fakat bu sadece sınırlı bir kitlenin kendi çaha da büyüyecek ve böylelikle süramlarda öğrenci gençliğin önce- ilerledikçe gençliğin hedefleri dabalarıyla sesini duyurma çabası reç içerisinde gençlik politikleşecektir. Belli bir aşamadan sonra sorunu, kütüphane sorunu gibi likle hergün karşılaştıkları ulaşım olarak kalmıştır. Çoğu zaman parasız eğitim, bilimsel eğitim, YÖK başta sorunların farkında olan fakat tepkisiz kalan gençlik artık solerin bu sorunların çözümünde sorunlardan yola çıkılarak meclis- kaldırılsın, anadilde eğitim vb. türünden taleplerle alanlara çıkmıştır. runlar noktasında yorum yapabilen, çözüm yollan üretebilen ve açıklanmalıdır. ne kadar Öneme sahip olduğu Fakat diğer yandan aynı sorunları yaşayan öğrenciler eğitim artık asıl sorunun düzen olduğunu görebilen bir hale dönüşecek- öneme sahip olduğunun bilincine Bizler meclislerin büyük bir biçiminden rahatsız oldukları halde bu rahatsızlıklarını somut tir. vararak çalışmalarımızı en yoğun olarak dile getirememişlerdir. Verilen mücadeleye seyirci olmakla tansiyeli güçlü bir yumruk halin- Meclisler hemen hayata geci- Kısacası meclisler varolan po- şekilde sürdürmeliyiz. yetinmişlerdir. Bu nedenledir ki de sorunların kaynağına indirecek bir işlev görecektir. Sorunlar ve engellerle karşılarilinebilinecek bir çalışma değildir. varolan sorunlar çözülmemiş ve yeni sorunlar eklenmiştir. Okullardaki potansiyelin aktifleştiril- için ne tür çalışmalar yapılmalı- süreci hızlandırabiliriz. * - Meclisleri hayata geçirmek şabiliriz. Ama biz çözümler üreterek mesi için öğrenci meclisleri kuşkusuz büyük rol oynayacaktır. Öğ- Bütün çalışmalarda olduğu dır? gi-

6 KURTULUŞ 6 GENÇLİK 10 Ocak 1998 YURTLAR VE ANTİ-FAŞİST MÜCADELE Yıl 'dır. Onbinlerce öğrenci kalacak yer sorunuyla karşı karşıyayken bazı yurtlarda 5-10 (evet yanlış okumuyorsunuz, beş-on) öğrenci kalmaktadır. Bu yurtlar faşistlerin işgali altında olan ve faşist terörün üsleri olarak kullanılır hale getirilen yurtlardır. Buralarda silah taliminden, kaçırdıkları devrimcilere işkenceye, hırsızlıktan, çevre halkın namusuna saldırıya kadar her türlü işi yapan faşistler bu yurtları öğrenci gençlik için kalınamaz duruma getirmişlerdir. Bugün anlaşılması, gözümüzün önünde canlandırması bile zor olabilir; öyle ya, nasıl olur da koskoca yurtlar beş-on kişinin eline kalır? Düzenin yurtlara nasıl bir "düzen" kazandırmaya çalıştığı ve faşistlerin Kasım ayından bu yana sürdürdükleri saldırıların ikinci aşaması olarak neden yurtları hedef seçtikleri, işte bu soru doğru cevaplanırsa anlaşılabilir. Altunizade yurduna faşistlerin yaptığı saldırı, anti-faşist mücadelenin görevlerini, bu görevlerin nasıl yerine getirilebileceğini ve özel olarak da yurtların bu mücadeledeki yerini gençliğe bir kez daha hatırlattı. Yurtlar öğrenci gençlik için hem ekonomik açıdan, hem de mücadele açısından son derece önemlidir. Böyle olduğu içindir ki, 12 Mart cuntasının da, 70'li yılların MC (Milliyetçi Cephe) hükümetlerinin de, 12 Eylül cuntasının da en önemli hedeflerinden, en çok müdahale ettiği yerlerden biri olmuştur. Milliyetçi Cephe dönemlerinde pek çok yurt sırf devrimcilerin etkinliği altında olması nedeniyle kapatılır, binlerce öğrenci sokağa atılır. Yurt yönetimleri tamamen faşistleştirilir. Ama devrimciler yurtları yine de terk etmez dönemlerinde sürekli faşistlerin hedefi olan bu yurtlar oportünist ve revizyonistler tarafından terk edilse de DEV-GENÇ buraların öğrenci gençliğin elinden alınmasına izin vermez. DEV-GENÇ'in doğru politikaları, kararlı tavrı ve militan mücadelesi sonunda öğretim yılından itibaren, yurtlar yeniden öğrenci gençliğin ihtiyaçlarını karşılayacak ve anti-faşist mücadelede bir mevzi olma özelliğini sürdürecek şekilde "normal" öğrenci yurtları haline getirilir. Elbette kolay olmamıştır bu. MC iktidarlarının yurt yönetimlerini faşistleştirmesinden sonra yurtlardaki polislerde de "gerekli değişiklikler" yapılır ve faşist çeteler aracılığıyla devrimci-demokrat öğrencileri yurtlardan tasfiye etme operasyonları başlatılır. Hemen her yurtta yüzlerce, binlerce devrimci öğrencinin kaydı silinir. Devrimci Öğrenciler yurtlara geliş gidişlerinde faşistler tarafından kurşunlanır. Vezneciler Site Yurdu'nda, Denizli Yurdu'nda olduğu gibi polis baskınlarıyla sıradan öğrenciler bile yurtları terketmeye zorlanmıştır. Ama devrimciler Atatürk Öğrenci Sitesi'nde olduğu gibi gerekirse blok blok mevzi savaşı verirler. Gerek faşistlerin saldırılarına, gerekse de Yurtlar İdaresinin kapatma kararlarına rağmen yurtlar terk edilmez. Mesela Niğde yurdundaki direniş bu açıdan öğreticidir. Niğde Yurdu Fındıkzade'de ve tam bir faşist çember içindedir. Faşistlerin elindeki Adana, Trabzon, Sakarya, Kayseri, Maraş yurtla- rı tarafından çevrilmiştir. Yurda giriş çıkış bile sorun olmasına, 76'da diğer gruplar bu yurdu terk etmesine rağmen DEV-GENÇ 12 Eylül'e kadar bu yurdu terk etmemiştir. Yurttaki direniş ve örgütlülüğün güçlenmesi etraftaki yurtlarda da faşist etkinliği ciddi biçimde sarsmaya başlamıştır. Öyle ki, yurdun Millet Caddesi tarafındaki çıkışını tutan Kocaeli yurdundaki faşistler bu "görevlerini" yerine getiremeyince bir süre sonra bu Bugün Susurluk Devletinin halkın tüm kesimlerine yönelik bir saldınsı var. Elbette liseli gençlik de bu saldınlardan payına düşeni alıyor. Soruşturmalar, cezalar, tehditlerle DLMK'lı öğrencileri diğer öğrenci kitlesinden yalıtmak istiyor. Ailelerimizi çağırarak bizleri suç işlemiş, kandırılmış gençler diye göstermeye çalışıyor. Onur kolu adı altında liselerde ihbarcılığı kurumlaştırmayı istiyor. Tabii bunları yaparak ailelerimizle bizi karşı karşıya getirmeye, diğer öğrencilerle kalın duvarlar örmeye çalışıyor. İşte bu noktada öğrenci meclislerinin önemi bir kez daha açığa çıkıyor. Çünkü Öğrenci meclisleri Susurluk Devletinin bütün bu politikalarını boşa çıkartacaktır. Öğrenci meclisleriyle birlikte en geniş öğrenci kesimiyle bütünleşmemiz ve kaynaşmamız çok daha kolay olacaktır. Elbette meclislerin tek amacı bizlere yönelik saldırılara karşı en geniş öğrenci kitlesiyle tepki göstermek değildir. Bu, kazanımlarımızdan sadece bir tanesidir. Bunun dışında asıl olarak öğrenci meclisleri, öğrencilerin kendi sorunlarına sahip çıkmasını sağlayacak kantin fiyatlarından kontrgerilla devletine, paralı eğrimden faşist saldı- yurt boşaltılıp polis yerleştirilir ve yurt bu noktadan da abluka altına alınmaya çalışılır. Ama DEV-GENC'liler yine de yurdu savunur. Bir başka örnek ÎTÜ yurdudur. İTÜ öğrencileri 70'li yılların çoğunda bir yurda sahip değillerdir. Çünkü, Gümüşsuyu'ndaki yurt binası 1968'deki polis baskınında Vedat Demircioğlu isimli devrimci öğrencinin katledilmesinden bu yana kapalıdır. 1974'den sonra gelişen İTÜ gençliğinin mücadelesinde yurdun yeniden açılması en önemli taleplerden biridir. Açlık grevlerinden, boykota kadar pek çok şey yapılır. Ve 1978'de İTÜ öğrenci gençliği vurdu venıden aç tırmayı başarır Oligarşi yurdun açılma sında denetimi Kredi ve Yurtlar Kuru mu'na vererek bu yurdu da faşı tlenn hizmetine sunmaya çalışır ama bu oyun da bozulur Faşistler burayı da defalarca bombalama} a kurşunlamaya çalışır ama DEV GENÇ'in aldığı önlemler sa yesinde başarılı olamazlar Bu yurtlar herşevden önce Anadolu'dan gelen öğrenci gençliğin barınma sorunu açısından gereklidir Öğrenci gençliğin kültürel, sosyal, sportif etkinlikler açısından vazgeçemeyeceği bir hakkıdır ve anti-faşist mücadele açısından gençliğin faşist-gerici ideolojinin etki ve faaliyet alanına terk edilmemesi açısından önemli olmuştur. Bugün yurtlarda uygulanan kışla disiplininin amacı esas olarak yurtları devrimci-demokrat öğrencilere kapatmak, okul-yurt baskı çemberini tamamlamak ve yurtları gençliği faşistleştirecek, yozlaştıracak mekanlar olarak kullanmaktır. İşte bu nedenledir ki, bugün çeşitli yurtlarda hala devrimci-demokrat öğrencilerin olması, dahası, faşistleşmeye, yozlaşmaya karşı direnen sıradan bir öğrenci kitlesinin bulunması oligarşi için rahatsızlık kaynağıdır. Faşist saldırıların kampüslerden sonra yurtları hedef seçmesinin rılara kadar birçok konuyu gündemine alıp bunları tartışarak çözüm üretecek ve öğrencileri harekete geçirecektir. Yani bizim hakkımızda başkaları karar alamayacaklar. Meclislerde bir konuyu tartışırken ne reformist bir tarzdan olayın sadece ekonomik-demokratik yanını, ne de sadece siyasi yönünü ele almalıyız. Bizler ikisini bir bütün olarak ele almak zorundayız. Eğer olayın sadece ekonomik yanını ele alırsak belki ilk baştan insanların sahiplenmesini sağlayabiliriz. Ama sorunun asıl kaynağını göstermediğimiz için o kitleler neyi ne için yaptığını bilemeyeceklerdir. Veya sorunlara sadece siyasi açıdan yaklaşırsak da öğrencilerin sahiplenmesini sağlayamayız. Bir katkı payından ülkemizdeki bir avuç azınlığın halk üzerindeki baskısını, bir onur kolu uygulamasından devletin insanları nasıl ihbarcılığa sevk ektiğini, 155 Polis İmdat'ın ne için olduğunu, telefon kulübelerinin bazılarında neden sürekli "Acil arama için" yazdığını anlatabilmeliyiz. Bizden toplanan katkı paylarının ve ailelerimizden alınan vergilerin hücre tipi hapishane yapımı için harcandığını yani en basit bir sorundan nedeni de budur. Yukarıda yakın tarihimizden çok kısa kesitler sunduk. Hem bu tecrübenin, hem bugünün gösterdiği şey şudur; öğrenci gençliğin önünde tercih edebileceği iki yol vardır; ya faşist saldırılar karşısında direnecek, ya da direnmeyip yurtları terk edecektir. Kimsenin kuşkusu olmasın ki, oligarşi, dün olduğu gibi bugün de yüzlerce, binlerce öğrencinin kalabileceği bir yurdu üç-beş faşiste vermekten, kapatmaktan geri durmayacaktır. Kimse, yok, o kadar olmaz diye düşünmemelidir Altunizade'ye yapılan faşist baskın, yurtları savunmanın önemini gösterdiği gibi bu savunmanın örgütsüz yapılamayacağını da göstermiştir. Öğrenci gençlik yurtlarda yıllarca nöbet tutarak kalmıştır. Gerektiğinde barikaüar kura rak çatışmıştır, kimse bunu çatışmalara askerciliğe" çok meraklı olduğundan yapmamıştır. Gençliğin bir hakkının gaspedilmesini, ekonomik-demokratik bir mevzisinin elinden alınmasını önlemek için yapılmıştır bütün bunlar. Çok küçük de olsa faşist saldırı riskinin olduğu her yerde, keza polis saldırılarına karşı öğrenci gençlik yurtlarda nöbetini de tutmak, saldırılara karşı diğer hazırlıklarını da yapmak zorundadır. Değilse sonuç bellidir. Yurtları kaybedecektir. Kampüslerde olduğu gibi yurtlarda da Faşist Teröre Karşı Savunma ve Mücadele Komitelerinin oluşturulmaı, bu mücadeleyi örgütlü bir tarzda yürütmek için zorunludur. Her yurt içinde blok blok bu tarz örgütlenmeleri yaygınlaştırmaksızın öğrenciler ne yataklarında doğru dürüst uyuyabilir, ne de o yurtta bannma imkanlarının ertesi gün de süreceğinden emin olabilir. Yurtlan faşistlere terk etmemeliyiz. Kısacası budur. Bunun için de örgütlenmek zorunludur. Başka çaremiz yoktur* Liselerde Öğrenci Meclislerini Kurmak Ertelenemez Bir Görevdir FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE bile bu pislik düzeni teşhir etmeliyiz. Öğrenci meclislerinin gündemi ülkemizde yaşanan sorunlarla, liselilerin gerek genel, gerek özel sorunlarıyla birlikte belirlemek zorundayız. Diyelim ülkemizin gündemi faşist saldırılar ve biz bu konuyu gündemimize almak istiyoruz. Bu konuda en geniş öğrenci kesimine faşizmi anlatmalı ve bu saldırıların amacının bütün gençliği sindirmeye yönelik olduğunu belirtmeliyiz. Meclislerde faşist saldırlara karşı Liseli Devrimci Gençliğin eylemlerinin, cezalandırmalarının meşruluğunu anlatmalı ve bunun propagandasını yapmalıyız. Öğrenci meclisleri, kontrgerilla devletinin ve onun liselerdeki yansıması olan idarenin bizim üzerimizdeki her türlü baskı, tehdit ve demagojisini etkisiz kılacak ve faşist saldırılara karşı liseli gençliğin kitlesel, meşru örgütlenmesi olacaktır. ÖĞRENCİ MECLİSLERİ BİRLİĞİ- MİZ, GÜCÜMÜZDÜR! GELECEĞİMİZİ KAZANMAK İÇİN ÖĞRENCİ MECLİSLERİNDE BİR- LEŞELİM!

7 10 Ocak 1998 SUSURLUK Susurluk Devleti Halka Ahlak Dersi Veremez... "Zinanın hapisle cezalandırılması talebi halktan geliyor, ben de kesin hapis cezasından yanayım zaten. Trabzon'daki kadınlar da feryat ediyorlar. 'Perişanız, mağduruz, AİDS salgını var. Devlet olarak bize sahip çıkın, bir yasa koyun diye yalvarıyorlar. Bu kadınlara sahip çıkmak bizim görevimiz. Aklı selim her erkek arkadaşımız da aynı fikirde. Adalet komisyonundan oy birliği ile geçti bu yasa tasarısı." Kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın söylüyor bunları. Namussuzluğun, ahlaksızlığın, fuhuşun, uyuşturucunun, her türlü pisliğin, çürümenin sorumlusu Susurluk devletinin bir bakanı namus bekçiliğine soyunuyor. Bunu yaparken de halkın değer, gelenek ve göreneklerini kullanarak yasa tasarılarına meşruluk arıyorlar. Oysa bugün devlet her türlü pisliğin, ahlaksızlığın yayıcısı durumundadır. Bu nedenle Susurluk'taki devlet halkın değer ve geleneklerinin savunucusu olamaz. Aksine bu devletin koruduğu, düzenin kendisi her türlü değersizleşmenin ve yozlaşmanın kaynağıdır. Genelev patroniçelerine vergi şampiyonluğu ödülleri veren, genelevleri bizzat açan, teşvik eden ve buralardan para koparan, vergi alan Susurluk devletinin kendisidir. Bu yanıyla Susurluk'taki devlet pezevenktir aslında. Bataklığı oluşturanlar tek tek sinek avlamayı öneriyorlar. Bekaret kontrolü ile ilgili yasa tasarısında ise Işılay Saygın'ın demagoji malzemesi, devlet yetiştirme yurtlarıdır. Buralarda kalan 18 yaşın altındaki kızlara bekaret kontrolü yapılması gerektiğini söylüyor. Bu tür uygulamalarla genç kızların onurlarının kırıldığı ve aşağılandıkları Işılay Saygın'ı İlgilendirmediği gibi 18 yaşın üstündekilere de aynı onur kırıcı uygulamayı yapabilmenin yolunu açık bırakıyorlar. Oysa üyesi olduğu parlamentonun üyelerinin Ankara'da öğrenci yurtlarında kalan genç kızları para karşılığı fuhuşa zorladıkları hala kamuoyunun belleğinde canlıdır. Ya da parlamentodaki milletvekili odalarının birer randevu evine çevrildiği, mecliste çalışan bayan memurların bizzat milletvekillerince taciz edildiği basına kadar yansıyan olaylardandır. Ankara'daki telekızların, hatta travestilerin en gedikli müşterilerinin milletvekilleri ve bürokratlar olduğu gazetelerde istatistiklerle açıklanmışür. Oligarşinin en has ailelerinin ise ne tür bir ahlaka sahip olduğu medyaya kadar yansıyan evlilik, boşanma ve seks skandallarından biliniyor. Boğazdaki yalılarda ne tür pisliklerin döndüğü artık hiç kimse için sır değildir. Erkek fahişelerin müşterilerinin ise kendine sosyete diyen Burjuva kadınlar olduğu yine TV'lere kadar yansımış gerçeklerdir. Daha birkaç ay önce yaşanan Şişli Belediye Başkanı Gülay Atıg'ın rezaletleri, daha boşanmadan bir başkasından hamile kalması medyada günün konusu olmuştu. Asil ve Ayşegül Nadir'in gayri meşru ve ahlaksızca ilişkileri yine Sabancılar'ın kızlarının namussuzlukları, Leyla Alatonlar'ın ahlaksızlıkları günlerce burjuva basında çarşaf çarşaf yayınlandı. Işılay Saygın eğer zinadan birilerini hapsedecekse, gitsin önce bunları hapsetsin de görelim. Eğer birilerini bekaret kontrolü yapacaksa, sıranın başına kendisini, Ayseli Göksoy. Ayfer Yılmaz ve İmren Aykut'u koysun. Utanmadan halkımıza ahlak ve namus dersi vermeye kalkmasın. Çünkü halkımızın Susurluk'taki devletten ahlak dersi almaya ihtiyacı yoktur. Sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmaya çalışanlar kendi namussuzluklarını halka mal etmeye çalışmaktadır. Bu yanıyla ülkemizde bir ahlaki dejenerasyon ve çürüme vardır. Fuhuş, kumar, uyuşturucu, alkol bağımlılığı gibi kitleleri etkisi altına alan, kişiyi ülkesinin, halkının hatta kendi sorunlarına karşı dahi duyarsızlaştıran bir yozlaşma yaşanmaktadır. Ama tüm bunların sorumlusu Susurluk'taki devlettir, oligarşinin sömürü düzenidir. Uyuşturucu ticaretinin arkasında devletin olduğu Susurlukla birlikte artık saklanamayacak ölçüde ortaya çıktı. Emperyal Casino'lan açtırarak, milli piyangoyla, at yarışlarıyla halkı kumara teşvik eden bu devlettir. Faşizmi ayakta tutan, ömrünü uzatan bu pislikleri yayan bizzat bunda çıkarı olan emperyalizm, oligarşi ve onların uşaklarıdır. Bu neden- le hiç bir zaman faşist devlet bu sorunları çözemez ve çözmekte istemez: Bilakis onu yaygınlaştırmak ister ve yaptığı da budur zaten. Peki kim çözecek? Veya biz nasıl çözeceğiz? Bugün de ülkemizde, özellikle büyük kentlerde fuhuş, kumar, uyuşturucu kullanımı, alkol bağımlılığı gibi konularda giderek artan, yaygınlaşan yozlaşmaya, ahlaki dejenerasyona bu düzen yıkılmadıkça kesin bir çözüm bulunamaz. Çünkü bu yozlaşmanın, çürümenin nedeni, üreticisi düzenin kendisidir. Bu nedenledir ki hu yozlaşma, çürüme, düzenin ürettiği ahlaksızlıklar bir bütün olarak devrimle, Devrimci Halk İktidarı ile adım adım sabırla çözülecektir. Ama bu demek değildir ki tüm bunlara sessiz kalacağız. Aksine bu sorunların üstünden adamadan, bu düzen içerisinde de bunlara karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. Kirlenmenin, yozlaşmanın önünde bulunduğumuz, örgütlendiğimiz her yerde set oluşturacağız. Bu konuda mahallelerde uyuşturucuya ve fuhuşa karşı yürüttüğümüz kitlesel eylemlilikler, Karadeniz'de fuhuşa karşı gerçekleştirdiğimiz kampanyalar, Cephe'lilere örnek olmalıdır. Bugün meclisler gibi halk örgütlülüklerine sahibiz. Halkımızın da büyük önem verdiği bu tür sorunları da meclislerde tartışmalı, sonuçlar çıkarmalı ve çözümler getirebilmeliyiz. Bir mahallede, köyde veya bir başka yerde bu türden sorunlarla karşılaştığımızda ne yapacağız? Örneğin halk meclisi veya köy meclisi gündemine geldiğinde ne yapacağız? Değerlerimize, geleneklerimize, MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM 7 HALK İÇİN KURTULUŞ göreneklerimize göre olaya yaklaşıp, sorunu değerlendirip işlenen suça göre ceza vermeliyiz. Örneğin suç işleyenlerle suça teşvik eden, zorlayanları aynı kefeye koyamayız. Halk Meclislerinde halkla birlikte oturup tartışmalı, kararlar vermeli ve uygulamalıyız. Bunu yaparken de tüm bu pisliklerin kaynağının devlet olduğunu, faşizm olduğunu bir kez olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. Bunun için suç işleyenlere ceza verilirken, yaptırım uygulanırken de eğitimi, onları kazanmayı temel almalıyız. Ancak kazanmak adına suçu hoş gören, meşru gören bir anlayışımız da olamaz. Ceza olmalıdır ancak ceza da kendi içinde eğitim amaçlı kullanılmalıdır. Tüm bunlara rağmen ahlaki suçları çizgi haline getirenleri ise bulunduğu çevreye teşhir edip, tecrit etmeliyiz. Suçun boyutuna göre gerektiği oranda daha sert bir tarzda cezalandırmayı ve bu yöntemi de kitle eğitimini esas almalıyız. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bu ve benzeri kararları mutlaka halkla birlikte almak ve cezayı da halkla birlikte uygulamaktır. Esas olan budur. Bu görev halk meclis-lerinindir. Halk Meclisleri halkımızın değer ve geleneklerinin korunacağı, yaygınlaştırılacağı ve yaşatılacağı güçlü mevzilerdir. Mesela mahalle aralarından, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar, hemen her yerde giderek yaygınlaşan randevu evi gibi fuhuş yerleri vardır. Buralar bizzat Susurluk devletinin polislerinin gözetimi ve koruması altına alınan, halkımızı dejenere etmeye dönük pislik yuvalarıdır. Buralarda düşürülmüş kadınlar pazarlanarak ahlaksızlık yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu tür yerlerin fedaileri, pezevenkleri ise mafyacı sivil faşistlerdir. Yine aynı şekilde bar, pavyon, birahane, meyhane, kumarhane gibi yozlaşmayı yayan pislik yuvaları mahalle içlerine kadar sokulmaktadır. İşte bu tür yerlere karşı halkı örgütlemeli, örgütlü gücümüzle bunlara karşı mücadele etmeli, pislik yuvalarının yaşamasına izin vermemeliyiz. Sonuç olarak halkımızın değerlerini, geleneklerini, ahlakını yozlaştırmaya, çürütmeye çalışanlar çıkaracakları yasalarla göz boyamaya çalışmaktadırlar. Kendileri namussuz ve ahlaksız olanlar, dahası bunların kaynağını oluşturanlar halkımıza ahlak dersi veremezler. Yozlaşmaya ve ahlaksızlığa karşı halklarımız artık savunmasız değildir. Susurluk'taki devletin namussuzluklarına, ahlaksızlıklarına karşı Halk Meclisleri'nde örgütlenelim, Meclisleri büyütelim. Ahlaksızlığın, namussuzluğun, çürümenin önünde set oluşturalım.*

8 KURTULUŞ 8 ANAYASA MAHKEMESİ 10 Ocak 1998 MGK'nın Emir Eri: ANA YASA MAHKEMESİ Son yıllarda devleti oluşturan kurumlar içinde en "medyatik" olanlardan biri de Anayasa Mahkemesi'dir. Oligarşinin krizinin derinleştiği, özellikle de MGK kurmaylığında laiklik-şeriat " çatışması"nın kızıştırıldığı son aylarda yıldızı daha da parladı. Öyleki, tüm toplumu ilgilendiren bir çok konuda, adeta "son söz hakkı" ya da "hakemlik" Anayasa Mahkemesi'ne bırakılmaktadır. Elbette, o da "görevi gereği" bu hakkı bol bol kullanıyor. Son birkaç yıldır Anayasa Mahkemesi'nin kararları bu yanıyla daima gündemde oldu. Hukukun üstünlüğünün kanıtı olarak gösterilmeye çalışıldı. Oysa ülkemizde ne hukukun üstünlüğünden söz edilebilir, ne de Anayasa Mahkemesi bunun teminatıdır. Olmayan bir şeyin teminatı olur mu? Elbette ülkemizde oligarşiye ait bir hukuk vardır. Bu, kontrgerilla hukukudur. Anayasa Mahke- Yekta Güngör Özden MGK talimatlarına uyup düzenin istemediği partileri kapattı, terör yasalarının "hukuka uygunluğunu" ilan etti! mesi de bu kontrgerilla hukukunun en "yüksek" yargı organıdır. Bu niteliğiyle, MGK'nın emir ve talimatlarını hazırola geçerek yerine getiren bir kurumdur ve MGK'ya rağmen Anayasa Mahkemesi'nden bir karar çıkması eşyanın doğası na aykırıdır. Örneğin önceki yıllarda DEP'in kapatılmasına ilişkin aldığı karar tamamen MGK'nın talimatları çerçevesinde olmuştur Yine son aylarda RP'nin kapatılması ve kontra şefi Mehmet Ağar ile korucu başı Sedat Bucak'ın dokunulmazlıkları konusunda aldığı kararlar da MGK'dan bağımsız değildir. MGK, emir erleri durumundaki yargı organlarının düğmelerine basmış ve RP'nin kapatdması davası da başlamıştır. Önce Yargıtay Başsavcısı iddianameyi bile yazmadan RP'yi suçlamış, ardından da söz konusu dava Anayasa Mahkemesi'nde görülmeye başlanmıştır. Çıkacak karar, her ne olursa olsun, bu, MGK nın tercihi olacaktır. Oligarşinin Sadık Uşakları: Her biri Anayasa Mahkemesi'ne gelmeden önce görev yaptıkları sivil ve askeri yargıda halka, devrimcilere karşı yüzlerce kararın altına imza atarak oligarşiye sadakatlerini kanıtlamışlardır. Kimileri Yekta Güngör Özden'i utanmadan "solcu" diye lanse etmeye çalışmaktadır. Oysa o Özden ki, yıllar önce devrimci öğrencilere karşı ODTÜ'nün, devletin avukatlığını üstlenmiştir. Özden'in emekliliğinden sonra Başkan adaylarından biri de Yalçın Acargül'dü. Basında laik-demokrat olduğu yazıldı. O Acargül ki, cunta yıllarında İzmir'de görevli olduğu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde üç TKEP'linin idam cezasını verip uygulattırandır. O Acargül ki. Devrimci Sol savaşçısı İbrahim Yalçın Arkan'ın "yargılamasını" tutsak düşmesinden sonraki 15 gün içinde jet hızıyla bitirip idam cezası verdirtendir. Tüm iddianame, mütaala, savunma ve karar aşamaları toplam 15 gün sürmüştür. Onların hukukçuluğu bu kadardır. Onlar hukukçu değil, faşizmin hukuk adına meşrulaştırılması görevini üstlenen halk düşmanlarıdır. FAŞİZMİN HUKUK DÜZENİNDE EN ÜST BASAMAK 1961 Anayasası ile devletin hukuk sistemi içine giren Anayasa Mahkemesi, o yıllarda daha çok hükümetlerin Anayasaya aykırı yasa çıkarmalarına karşı bir denetim aracı olarak görüldü. Bu misyonunu istenildiği biçimde yerine getirmesi için mahkemeyi oluşturan üyelerin seçiminin nasıl olacağı da önemliydi. Bu nedenle 1961 Anayasası'na göre, Anayasa Mahkemesi'ni oluşturan 15 üyeden 8'i "yüksek" yargıdan, 5'i yasama meclisi ve 2'si de Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyordu. Mahkeme kendi başkanını da kendi belirliyordu. Bu durum Anayasa Mahkemesi'ni görece bağımsız bir yapıya kavuşturuyordu. '61 nispi demokratik koşullarında bu şekilde kurumlaştırılan Anayasa Mahkemesi '82 faşist Anayasası ile birlikte yeniden düzenlendi. Buna göre, tümü Cumhurbaşkanı'nca seçilen 11 üyeyi aday gösteren kesimlerin içinde "sivil" yargının etkisi azaltılıp, askeri yüksek yargının etkisi artırıldı. Dört üyeyi ise doğrudan cumhurbaşkanı kendisi seçiyordu. Anayasa Mahkemesi'nde dava açma hakkı da kısıtlandı. Böylece mevcut düzende hukuk sisteminin en üst yargı organı olan Anayasa Mahkemesi de göreli olan Özerkliğini de tamamen yitirerek, doğrudan kontrgerilla kurmaylığına bağlı kılındı.* FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE Bu yanıyla Anayasa Mahkemesi, MGK kararları doğrultusunda, Susurluk'un üzerini örtme operasyonunda aktif olarak görev almıştır. Zira RP yeni bir parti değildir. Bugün kapatılmasına gerekçe gösterilen hemen herşey dün de vardı. Ancak Anayasa Mahkemesi için o zaman RP bir dava konusu değildi. Ne zaman ki, Susurluk'taki devletin gerçek yüzü geniş kesimlere teşhir oldu, ne zaman ki halkın devletle artan çelişkisini farklı bir yöne kanalize etmek için laiklik-şeriat "saflaşması" politikası izlenmeye başlandı, işte bu dava da o zaman gündeme getirildi. Oligarşinin ittifaklarını genişletip güç toplama politikasını bizzat yürüten MGK'nın planları çerçevesinde Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay da yerlerini almışlardır. Anayasa Mahkemesi'nin daha düne kadar başkanı olan Yekta Güngör Özden de bu planın başarıya ulaşması için, "Kemalist" maskesiyle tam bir şovmen gibi üzerine düşeni yaptı. Özden, "irtica düşmanı", "laiklik kahramanı" rolünü oynayarak, bu yapay saflaşmada halkın bilincinin bulandırılması görevini üstlendi. Anayasa mahkemesi ve Yargıtay gibi yüzlerine "hukuk" maskesi takmış kurumlar, kontrgerillanın yargıdaki en temel ve önemli ayaklarını oluştururlar. Susurluk devletinin diğer kurumları gibi halkın karşısındadırlar. Anayasa Mahkemesi'nin koruyup kollamakla görevli olduğu anayasa Amerikancı Generaller cuntasının, halkın kanı, canı üzerine inşa ettikleri faşist '82 Anayasası'dır. Anayasa Mahkemesi önüne gelen davalara bu '82 Anayasası'na bakarak karar vermek durumundadır. Temel hak ve özgürlükleri yok edip, faşizmin terörünü "yasallaşüran" faşist '82 Anayasası'nı korumakla yükümlü bir mahkemenin de zaten halk düşmanlığı yapmaktan başka bir işlevi olamayacağı açıktır. Böyle olduğu içindir ki, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararların bir hukukiliği yoktur. Bu mahkemeyi oluşturan üyelerin hukuka ve İnsan haklarına saygıları olsaydı, bir an dahi bu anayasayı korumakla kendilerini Ahmet Necdet Sezer "Laikliğin kalesi" şimdi ona teslim edildi. Zulmün Anayasası'nı Şimdi o "koruyacak"! yükümlü görmezlerdi. Bu yanıyla Anayasa Mahkemesi'nin görevleri, '82 Anayasasının hedefleriyle aynıdır. Bu hedef, zulüm ve sömürünün devamını sağlamaktır. Kararlan belirleyen oligarşinin çıkarları ve MGK talimatlarıdır. Bu mahkemenin başkan ve üyeleri, Özden'ler, Sezerler, Acargül'ler, Vural Savaş'lar oligarşinin güvenini kazanmış sadık uşaklardır ve misyonları da bu çıkarları koruyup, talimatları uygulamaktan ibarettir En tepedeki "adalet" kurumunun durumu buysa, daha alttakiler zaten farklı olamaz. Sonuç şudur; ülkemizde en üstteki Anayasa Mahkemesi'nden her hangi bir asliye mahkemesine kadar tüm yargı kurumunda adalet aranmaz, arandığında bulunamaz, onların "adaleti" oligarşi ve uşaklan için vardır. Onların "adaleti" zulüm ve sömürü düzeninin devamı için vardır. Bu ise adalet değil, ADALETSİZ- LİKTİR. Çünkü, Adalet, ancak halkın, haklının, insanlığın yanında olursa adalettir.*

9 10 Ocak 1998 İŞBİRLİKÇİLİK 9 KURTULUŞ MESUT YILMAZ'IN TÜRKMENİSTAN GEZİSİ VE EMPERYALİZMİN SIÇRAMA TAHTASI POLİTİKASI Türkiye oligarşisi kendisine biçilen misyon gereği emperyalizmin Türki cumhuriyetlerdeki çıkarlarına köprü rolünü oynamaya devam ediyor. Mesut Yılmaz'ın ABD dönüşü ayağının tozuyla Türkmenistan'a üç günlük bir gezi düzenlemesi de bu role uygun gelişmelerden birisi oldu. Burjuva basının "Türkiye Enerji Köprüsü", "Türkmenistan Çıkarması" başlıklarıyla verdiği geziye beş bakan, çok sayıda milletvekili ve bürokrat katıldı. Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı ile görüşen Mesut Yılmaz'ın ilk gündem maddesi Türkmen doğal gazının güzergahı oldu. Mesut Yılmaz'ın ABD gezisi sırasında karara bağlanan "stratejik enerji ittifakı" gereğince Türkmenistan doğal gazı ile Kafkasya ve Azeri petrollerinin İran hattı yerine Hazar hattı üzerinde" geçmesi isteniyor. Bu ülkelerden 'Türkiye'ye uzanan ve Avrupaya ulaşacak olan enerji hattı için iki hat düşünülüyor. Biri ABD'nin desteklediği Hazar altından geçecek olan hat, diğeri de İran'dan Türkiye'ye uzanacak olan hat. Hem Türkiye oligarşisi, hem Türkmenistan ve projeyi gerçekleştirecek olan petrol şirketleri açısından İran'dan gelecek hat daha uygun görünüyor. Çünkü Iran üzerinden gelecek hattın maliyeti bir milyar dolarken, Hazar'dan gelecek hattın maliyeti üç milyar dolar. Ayrıca projenin Hazar üzerinden gerekleşmesinin önünde Hazar'da kıyısı olan ülkeler arasında sorunlar olması ve mutabakata varılmaması sözkonusu. Iran hattının önündeki engel ise ABD'nin İran'a aldığı tavırdu. ABD, enerji hattının İran'ın denetiminde olmasını istemiyor. Yılmaz ve Türkmenbaşı'nm görüşmeleri sırasında hem Iran, hem de Hazar olmak üzere iki alternatif de görüşüldü. Ancak Türkmenler, ABD'nin baskısı altında olan Türkiye oligarşisinin enerji hattı üzerinde net bir tavır sergileyememesinden rahatsızlar. Mesut Yılmaz hangi hat üzerinden çalışılacağına ilişkin net bir karar bildiremiyor ve "Türkiye alacağı doğal gazı Iran veya Azerbaycan-Gürcistan ya da her ikisinden de alabilir. Bunun için gerekli teknik çalışmaları başlatmak üzere gereken anlaşmalar yapıldı. Teknik çalışmaların dokuz ay içinde tamamlanması beklenmektedir" diyor. Yılmaz ve beraberindeki heyetin üç günlük ziyareti sonunda Aşkaabat'ta imzalanan altı doğal gaz anlaşması, Türkmen gazının Türkiye'ye ulaştırılmasında İran güzergahının şansını arttırıyor. Yapılan ön anlaşmayla Shell şirketine araştırma görevi verildi. Shell dokuz ay içinde araştırmalarını tamamlayacak. Proje uygun bulunursa Türkmenistan, İran ve Türkiye arasında ana anlaşma imzalanacak. Yani aylardır gündemi kaplayan enerji hattı ve başarı olarak lanse edilen Türkmenistan gezisinden bu yönde bir sonuç çıkmadı. Türkmenistan gezisinden çıkan diğer iki sonuç, halen bu ülkede doğal gaz sahaları bulunan TPAO'yı (Türkiye Petrol Araştırma Ortaklığı) yeni ve verimli bazı sahaların daha verilmesi ile elektrik ithali oldu. YıJmaz'ın açıklamasına göre, çok kısa sürede Türkmenistan'dan 1000 megavatlık yani yaklaşık bir milyar kilovatsaatlik enerji ithal edüecek. Türkmenbaşı ve Yılmaz'ın görüşmesi ortak bir bildirinin imzalanmasıyla sonuçlandı. Bildiride Türkiye ve Türkmenistan arasındaki ilişkilerin her alanda daha da geliştirileceği ifade edilirken iki ülkenin enerji, üretim ve sevk sistemine ilişkin görüşeceği de belirtildi. "Taraflar Türkmenistan ve Türkiye Cumhuriyeti arasında, Türkmenistan'daki petrol ve gaz yataklarının aranması ve işletilmesi dahil olmak üzere enerji alanında mevcut işbirliğinin daha da arttırdması imkanları üzerinde durmuşlar, bu alanda anlaşmalar yapılmasında karşılıklı yarar bulunduğuna işaret etmişlerdir. (...) Türkiye Türkmenistan'dan doğal gaz satın alma kararını teyid etmiştir. İki taraf bu amaçla gerek Hazar Denizi, gerek İran üzerinden gaz nakline ilişkin fizibilite çalışmalarının başlatılması hususunda mutabık kalmışlardır." Bildiriden de anlaşılacağı gibi, Mesut Yılmaz'ın Türkmenistan gezisi daha çok ABD'nin istediği çerçevede gelişmiştir. Ancak Türkiye oligarşisi Türkmenistan'la bağlayıcı bir anlaşma dahi imzalayamamış, görüşme temenni ve mutabakat bildirileri ile sınırlı kalmıştır. Türkiye'ye biçilen rol, efendisi ABD'nin bu bölgede köprüsü olmak ve ABD'nin bölgedeki siyasi ve ekonomik denetimini arttırmasına hizmet etmektir. Mesut Yılmaz'ın Türkmenistan gezisinden Türkmenistan ve Türkiye halklarının bir çıkarı yoktur.* MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM SİYANÜR BU KEZ DE ARTVİN'DE Bergama topraklarını altın aramak adına zehirleyen emperyalist şirketler şimdi de Artvin halkını zehirlemek için uğraşıyorlar. Siyanürle altın çıkarmak için çalışma başlatan Cominco adlı şirkete karşı Artvin halkı topraklarına sahip çıkarak mücadele ediyorlar. Yeşil Artvin Derneği'nin altın arama çalışmasının durdurulması talebiyle başlattığı imza kampanyasında 8 bin 122 imza toplanarak Artvin valiliğine verildi. Burada bir açıklama yapan Artvin'liler madenin işletilmesi halinde ormanlık alanların yok olacağını, bunun sonucunda da sel, heyelan, çığ gibi afetlerle karşı karşıya kalacaklarım söylediler. BERGAMALI'LAR DEVLETE TAZMİNAT DAVASI AÇTI Bergama halkı siyanürle altın çıkaran emperyalist şirkete karşı yıllardır verdiği mücadeleyi sonunda kazanmış ve açtıkları davada şirketin çalışmalannın durdurulması kararı çıkmıştı. Ancak mahkeme kararına rağmen Eurogold firması hükümetin de desteğini alarak çalışmalarına devam ediyor. Bergama halkı bunun üzerine başta Başbakan Yılmaz olmak üzere, Çevre Bakanı İmren Aykut, Müsteşarı Zeynep Arat, Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu ve izmir Valisi Erol Çakır'dan 1'er milyar lira manevi tazminat talebiyle dava açtıîar. KATİL POLİSLERE ÖDÜL İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, daha önce sadece Terörle Mücadele, İstihbarat, Güvenlik ve Özel Harekat şubelerinde görevli olan polislere verilen tazminatın '98 yılında karakollarda görev yapan polislere de verileceğini açıkladı. Özdemir konuyla ilgili yaptığı açıklamada "yeni uygulamayla terör yönünden hassas olan İstanbul'da Gazi Mahallesi ve Ümraniye gibi kritik bölgelerdeki 31 bölge karakolunda görevli polisler bu imkandan yararlanacak" dedi. Karakollarda görevli polisler böylece her ay sekiz ila on milyon arasında "tazminat" alacaklar. Oligarşinin şu korkusuna, şu pervasızlığına bakın! Faşist düzenlerini yıkmaya çalışan halkın ve devrimcilerin mücadelesini katliamlarla, provokasyonlarla bastırmak için her türlü yolu deniyor. Şubeleri, karakolları, Emniyet müdürlüklerini kiralık katillerle dolduruyor, onları her türlü imkanla donattıktan gibi bir de ceplerini doldurarak pervasızlığını daha üst boyutlara sıçratıyor. Gazi, Ümraniye gibi halkın zulme karşı ayaklandığı, Örgütlenmenin ve mücadelenin daha gelişkin olduğu emekçi semtlerindeki karakol polislerinin halka ve devrimcilere bir cop daha fazla vurmaları, bir ev daha fazla basmaları, daha fazla insana işkence yapmaları için kiralarını arttırıyor. Katilleri şimdiye kadar yaptıklarından dolayı onlan ödüllendiriyor ve daha fazla katletmeleri için teşvik ediyor. Eh artık, kiralık katiller de artık amirlerinin kendilerine yaptığı zamların hakkını vermeye çalışacak, aldıkları maaşa layık olmaya çalışacaklardır. Ama bunun karşılığında ödeyecekleri bedel de daha fazla olacaktır. TOKAT KÖYLERİ BOŞALTILIYOR Karadeniz'de gerillayı desteksiz bırakmayı, halkı sindirmeyi amaçlayan oligarşi halka saldırılarını sürdürerek köyleri boşaltmaya devam ediyor. Tokat'ta son olarak merkeze bağlı Santarla, Sırçalı, Bozatalan, Eskiköy ve Halilan köyleri özel tim tarafından boşaltıldı. Köylüler ise gözaltına alındı. Gözaltına alınan köylülerden yedisi tutuklanırken diğerleri serbest bırakıldı. Bu arada Eskiköy okulu da karakola dönüştürüldü. Kontrgerillanın baskı ve terörüyle köylüleri artık köylerinde bile sokağa çıkamaz hale getirmeye çalışıyor. Örneğin Kızıldere köyünde akşam saat sekizden sonra sokağa çıkma yasağı getirildi. Köylüler bir yerden bir yere gitmek istediklerinde bile sıkı bir kimlik kontrolünden geçiyorlar. Saldırılar sadece köylülere yönelik de değil elbette. Devrimcilere yönelik saldırılar da sürüyor. Son olarak kırsal alanda iki TİKKO gerillası katledilirken Tokat merkezde Kurtuluş muhabiri tutuklandı. *

10 KURTULUŞ 10 KÖYLÜLÜK 10 Ocak 1998 TÜTÜN UMUTTUR... TÜTÜN EMEKTİR... TÜTÜN İSYANDIR... Genç-yaşlı, kadın-erkek, çolukçocuk her sene yeni bir bebek büyütür gibi, özenle bakmışız toprağımıza. Günü gelmiş bebelerimizi kundağında bırakıp, gece yanları koşmuşuz tarlaya. Günü gelmiş bin bir acıyla bin bir zorlukla sürmüşüz toprağımızı, günü gelmiş düğünlerle, bayramlarla kaldırmışız ürünümüzü. Ve bekler olmuşuz, kar-kış demeden, soğuğun ayazında, sıcağın kavuruculuğunda döktüğümüz alın terinin karşılığını almayı. Bekliyorduk; çünkü beklediğimiz, hasat sonrası yapacağımız düğün, hastamıza alacağımız ilaç, çocuklarımızın okul parası demektir. Doğrudan özelleştirilmesi göze alınamayan TEKEL, "ortaklık" anlaşması imzalanması yoluyla emperyalistlere peşkeş çekildi. Akhisar Tütün Fabrikasi'nın yüzde 51 hissesi ve Samsun ve Yeni Harman sigaralarının isim hakkının kullanımı British -American Tobacco'ya verildi. Samsun Ballıca'daki fabrika da benzeri bir ortaklık anlaşmasıyla bir Fransız tekeline devrediliyor. Bu gelişme emperyalist tekellerin Asya pazarına açılma planının bir parçasıdır. Ama bekleyişimiz hep hüsranla sonuçlanmış. Açıklanan taban fiyatları hep umutlarımızı tırpanlamış. Zaten faiz borçlanna giden emeğimizin çoğu taban fiyatlarıyla yok sayılmış. Bir de şu akbabalar gibi bekleyen tefeci tüccarlar yok mu? Dönüp dururlar alın terimizin üzerinde. Bunca eziyet yetmemiş ki, egemenler yeni sömürü yöntemleri arar olmuşlar; adına Özelleştirme diyorlar. Önce sütümüze, sonra hayvanlarımıza ve ardından da ormanlarımıza göz dikip birer birer sattılar. Bizim alınterimizden, emeğimizden çalınanlarla kurulmuş olan SEK'i, EBK'yı, ORÜS'ü akbabalara peşkeş çektiler. Şimdi de köylünün tütününe göz dikti kan "ORTAKLIK" DEĞİL UŞAKLIK Plana göre; birçok Asya ülkesindeki TEKEL benzeri kuruluşlar emperyalist tekeller tarafından birer birer yutulacak ve 2 trilyon 770 milyar dolarlık Asya pazarı, emperyalizmin soluk almasını sağlayacaktır. Dünyanın onuncu en büyük sigara pazarı olan Türkiye'de de bu plan hayata geçirilmeye başlanmıştır. TEKEL'in tütün dışında alkollü içki ve tuz alanında emperyalist şirketlerle "ortaklıklar" kurmasını sağlayacak yasa değişikliği hazırlığı da emperyalizmin bu isteği emiciler. Bu ülkede 3,5 milyon nüfusun geçim kapısı olan tütünümüzü yok pahasına aldıkları yetmiyormuş gibi, uyguladıkları kotalar yetmiyormuş gibi, bir de güya bizi tefeci-tüccara ezdirmemek için kurulmuş olan TEKEL'i de satıyorlar. Hem de kime? Dedelerimizin kanlan, canları pahasına kovdukları emperyalist gavurlara satıyorlar.. Bunun ilk adımı olarak, SAMSUN ve Yeni Harman sigara fabrikaları, isim haklarıyla İngiliz- Amerikan ortaklığındaki, British American Tobacco'ya yok pahasına satıldı. Adım adım yabancı sigaraların pazar payının artmasına göz yuman devlet, emperyalizme ve doğrultusunda yapılıyor. Ayrıca TEKEL'in İzmir, Bitlis, Adana ve Malatya'daki fabrikaları eski teknoloji gerekçe gösterilerek kapatılıyor. Tütün üretimindeki kota ve sübvansiyon kaldırıldı ve 1998 bütçesinde tütün üretimi için ödenek ayrılmadı. Tütün üretimi her yıl yüzde 10 azaltılacak. Bu yıldan itibaren Amerikan tipi tütünün ekimine izin verilerek desteklenecek. Sonuç; TEKEL fabrikalannda çalışan işçiler aç ve işsiz, geçimini tütün üretiminden sağlayan köylü aç ve yoksul, ülke emperyalizmin eline teslim! FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE onların uşaklarına hizmetini böylece yerine getirmiş oldu. Ülkemizi emperyalist tekellerin pazarı haline getiren devlet, önce fabrika kurma izni verdi ve sonra da TEKEL fabrikalarını satmaya başladı. Hem de bunu yangından mal kaçırırcasına, ihale dahi açmadan yaptı. Satılan fabrikalarda çalışan işçinin üçte ikisinden fazlasının işsiz kalmasına da sebep oldu. Köylünün ürününün değerinin her geçen yıl daha da düştüğü yaşanan bir gerçek. 1979'da 1928 kilo tütüne bir traktör alınırkenbugün 5000 kilo tütün satmak gerekiyor. Toprak aynı toprakken, geçinebilmek için her sene aynı topraktan daha fazla ürün kaldırmak gerekmekte. Bu da olamayacağına göre, köylü her yıl daha da yoksulluğa itilmektedir. Bunun sonucunda ise giderek geçimi sağlamanın yolu kente göçmekte aranmakta, kentte ise işsizliğin pençesine düşülmektedir. Hem köyde kalınsa ne olacak ki? Hesap-kitap ortada, 1997'de taban fiyatlar açıklandıktan sonra gübreye %72, akaryakıta %75 zam geldi. Tarımsal kredi faiz oranı ise %70 seviyesine çıkartıldı. Eh, hal böyle olunca, çiftçi yeni ürünün yetiştirilmesi için gerekli olan krediyi %118 faiz ile aldı. Sonucu kestirmek zor değildir; küçük üreticiler, büyük üreticilere yem edilmektedir. Az topraklı köylü giderek toprağını büyük toprak sahiplerine kaptırmakta ve kendi toprağında ırgatlık yapmak zorunda kalmaktadır. Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. ANASOL-D hükümeti Dünya Bankası'nın, IMF'nin direktifleriyle hazırladığı "Tarımsal Destekleme Politikalan Reform Taslağı"yla halkın her kesimine olduğu gibi, köylülere de saldıracağını, daha da yoksulluğa,

11 10 Ocak 1998 KÖYLÜLÜK 11 KURTULUŞ sefalete sürükleyeceğini ilan etmişti. Şimdi saldırıyor işte. Peki ne yapmak gerek? Yıllardır aşımıza, toprağımıza göz koyanlara, vatanımızı parça parça emperyalist gavurlara satanlara, göz mü yumacağız? Yoksa dedelerimizden, ninelerimizden bize miras kalan bu çıkacağız? Bize düşen görev, tıpkı Şeyh Bedrettinler gibi, Çakırcalılar gibi, '70'lerde ağa ya da hazine topraklarını işgal eden Anadolu köylüsü gibi, zalime, zulme karşı, onurumuz için, geleceğimiz için savaşmaktır. Bunu nasıl yapacağımız da bir sır değil. İlk önce birlikte hareket edebilmek, yani Örgütlenmek gerekir. Bunun için her köyde Köy Meclislerini hayata geçirmek zorundayız. Sorunlarımız aynı, beklentilerimiz aynı olduğuna göre, komşularımızla, akrabalarımızla bir araya gelip, kendi kararımızı alacağımız, hayata geçireceğimiz kendi meclislerimizi oluşturarak, aşımıza, onurumuza, geleceğimize sahip çıkmalıyız. Bu konuda özellikle, Anadolu'daki Cephe taraftarlarına büyük iş düşmektedir. Nasıl yaparız, yapabilir miyiz? Bağımız yok ki!.. kaygılarını gütmeden hızla meclis çalışmalarına başlamalıyız. Nasıl ki, emeğin olduğu yerde bereket varsa, faaliyetlerimizin ciddileştiği yerlerde de sorunlar kendi doğallığı içinde hallolacaktır. Tütün emekçileri, on yıllardır yaygın olarak devrimci bir potansiyel özelliği gösterirler. Cepheliler, işte bu potansiyeli somut sorunlardan hareketle, meclislerde birleştirmeli, örgütlemelidirler. Ege'de, Karadeniz'de, Kürdistan'da, kısacası tütünün yetiştiği her yerde, meclislerin de maddi zemini vardır. Meclisler, egemenlerin yoz, çıkarcı, bencil, ahlaksız ilişkilerinin yerine, halkın kültürünün yaşatılacağı yerler olacaktır aynı zamanda. Şeyh Bedrettin'in Ortakçılarını, İmecelerimizi meclislerde yaşatarak, emeğimize sahip çıkabiliriz. Ancak böyle geleceğimizi kendi ellerimize alabilmek için adım atabiliriz. Nasıl Malatya'da binlerle şehir merkezîne yürüdüysek, nasıl Akhisar'da onbinlerle günlerce alanları zaptettiysek, Bursa'da, Balıkesir'de, Çanakkale'de, Ege'de, Karadeniz'de nasıl bir olup hakkımızı aradıysak, yine bir olmalıyız ve birliğimizi meclislerde kalıcılaştırarak, bağımsız, demokratik bir ülke için halkın diğer kesimleriyle birlikte iktidarı istemeliyiz.* Köylüler, İşçiler, Aydınlar Açık Gerçeğe Gözlerimizi Kapamayalım; Ortak Düşmanımızın Adı Belli: EMPERYALİZM TEKEL parça parça satılıyor. İsim hakkından fabrikalara kadar önemli parçalar da satılmış durumda. Kamuoyunda fazlaca tartışılmadı. Kitlesel anlamda da fazlaca bir tepki oluşmadı. Ancak TEKEL, işletmelerde çalışan onbinlerce işçi ve aileleriyle birlikte yiizbinlerce kişiyi ilgilendiren dev bir kuruluş. Dahası tütün tarımından ekmek yiyen milyonlarca insanı da ilgilendiriyor. Evet, bu ülkede yaklaşık bir hesapla tütünden 3,5 milyonluk bir tarım nüfusu geçimini sağlıyor. TEKEL'in emperyalist şirketlere satışı ise bu 3,5 milyon için açlık, işsizlik demek. Çünkü, sigara üretiminde kullanılan yerli üretim Türk tütününün kullanımı giderek azaltılacak. Peki TEKEL NİYE SATILDI? Biliniyor ki, yıllardır tüm iktidarların özelleştirme gerekçesi, KİT'lerin zarar etmesidir. Ama TEKEL'in özelleştirilmesi asla bu gerekçeye sığmıyor. Çünkü TEKEL, Türkiye'deki en karlı işletmelerden biridir. 1997'de "500 büyük firma" sıralamasında üçüncüdür. 96'da, 227 trilyonluk bir satış geliri var ve 7,6 trilyon kar etmiş. TEKEL gelirleri, hazine gelirleri içinde % 5.2'lik bir pay sahibi olmuş. Yani ortada zarar etme durumu falan yok, aksine oldukça büyük miktarda bir kar var. O zaman soruyu tekrarlıyoruz; TEKEL niye satıldı? British American Tobacco BAT! Sorunun cevabı bu isim. Evet, TEKEL özelleştirme gerekçesine hiç uymamasına, bu kadar karlı bir işletme olmasına rağmen satıldı; çünkü emperyalizm böyle istiyordu. IMF böyle istiyordu. Uluslararası tekeller böyle istiyordu. Onların istekleri Türkiye oligarşisinin hükümetleri için emirdir. Emir yerine getirildi ve TEKEL British American Tobacco BAT'a satıldı! Hem de "sudan ucuz"a. Açıklanan rakamlara göre hemen hemen aynı kapasitedeki bir fabrika Meksika'da 1 milyar dolara satılırken, Akhisar sigara fabrikası bu Amerikan şirketine 71 milyon dolara satıldı. Ancak TEKEL'in emperyalizme peşkeş çekilmesi sadece bu fabrikalarda çalışan işçileri ve tütün çiftçisini etkilemeyecek. Sigara içicileri, özellikle de tiryakileri bunun acı sonuçlarıyla karşılaşacaklar. Türkiye'de sigara emperyalist ülkelere göre yine de çok ucuzdu. Hatta Marlbora, Camel gibi yabancı sigaralar bile Avrupa'ya göre neredeyse yan fiyatına satılıyordu. Bunu sağlayan da karşılarında TEKEL gibi bir işletmenin olmasıydı. Şimdi TEKEL tasfiye edilip, meydan onlara bırakılıyor. Sigara piyasasında yabancı şirketlerin TEKELLEŞMESİ dönemi başladı. Bu demektir bundan sonra sigara fiyadarmı da onlar belirlemeye başlayacak. Yani giderek sigara daha pahalı içilecek, daha çok paramız emperyalizmin kasasına akacak. TEKEL'in satışıyla aynı günde hükümet bir başka girişimde daha bulundu. Bunun köyle, köylülerle, tarımla en azından doğrudan bir ilgisi yoktu. Ama özü, amacı, şekli-şemali aynıydı. Yabancı filmlerden alman rüsum azaltılıp %10 indirilirken, yerli filmlerden alınacak rüsum için büyük bir oran tespit edildi. O da 0'dan %10'a çıkarıldı. Niye? Çünkü son zamanlarda yerli filmler bir çıkış yapmış, Amerikan filmlerine rakip olmaya başlamış ve onların pazar payı ve karı düşmüştü. Amerikan tekelleri hemen duruma müdahale ettiler. Türkiye oligarşisinin hükümetleri onların isteklerini reddedemezdi. Oligarşi ve emperyalizm. Bu ikisi birbirinden ayrı düşünülemez. Hükümetlerin çıkardığı ve çıkaracağı tüm kararlann son tahlilde belirleyicisi emperyalist karar mekanizmalandır. Tarladaki köylünün yoksulluğundan, açlığından, fabrikadaki işçinin sokağa atılmasından, aydının sanat üretimine ambargo konulmasına kadar, her şeyin sorumlusu emperyalizm ve onun ülkemizdeki işbirlikçileridir. Türkiye'yi bir tarım ülkesi ilan edip sanayinin gelişmesine engel olan da, şimdi 40 yıl sonra, sanki sorumlusu kendileri değilmişçesine "tarımdaki nüfus çok fazla, tasfiye etmek gerek" diyen de aynı kesimlerdir. Katledilmemizin, kaybedilmemizin, işkencelere çekilmemizin sorumluları bunlardır. Maraşların, Çorumların, Sıvaslann, Gazilerin sorumlusu bunlardır. Açlığın, işsizliğin, özelleştirmenin, zamların sorumlusu bunlardır. Bunlardan kurtulmadıkça hiçbir zaman rahat bir gün yüzü görmeyeceğiz. Türkiye halklarının işçisiyle, köylüsüyle, memuruyla, öğrencisiyle, esnafıyla, aydınıyla, çıkan antiemperyalist, anti-oligarşik bir mücadelededir. Tütünde ve sinemadaki bu iki olay, halkın tüm kesimlerinin emperyalizme karşı birleşmelerinin ne kadar gerekli, zorunlu olduğuna açık bir kanıttır. Hayatın, yaşadığımız günlük gelişmelerin gerçeği ve gereği budur.* MÜCADELE KOMITELERİ'Nİ KURALIM

12 HALK İÇİN KURTULUŞ 12 İNSAN HAKLARI 10 Ocak 1998 Tam 138 haftadır eylemlerini sürdüren kayıp, tutsak ve şehit anaları 3 Ocak 1998 günü saat 12.00'de her zamanki gibi Galatasaray Lisesi önündeki yerlerini almışlardı. TİYAD'lılar ve TÖDEF'li öğrencilerin de içinde bulunduğu yaklaşık 150 kişilik kitle kayıp fotoğrafları ve "Hesap Soracağız" dövizlerini açarak oturma eylemine başladı. Eylemde yapılan basın açıklamasında da "polisin bu kadar sıkı bir şekilde aradığı Ali Efeoğlu'nun bird- en bire ortadan kaybolması, dört yıldır en küçük bir izine bile rastlanmaması, Ali'nin de gözaltında kayıplarla aynı akibete uğradığını Diğer hükümetler gibi Anasol-D hükümetininde başa geldiğinden bu yana kemer sıkma politikasıyla halkın elindeki bir parça ekmeği almaya çalışması Okmeydanı Halk Meclisi tarafından 3 Ocak günü Örnektepe pazar yeri girişinde basın açıklaması ile protesto edildi. Saat 14.15'te kitlenin toplanmasıyla "Zama Zulme Karşı Yaşasın Halkın Adaleti", "'98'de Zamlar İstemiyoruz" sloganlarının atılmasıyla birlikte yürüyüşe geçen kitle pazar yerine geldiğinde basın açıklaması okudu. Yapılan basın açıklamasında "Artık halkımızın bizlerin zam, zulüm cenderesi altında ezmeye çalışan çete devletinden bir beklentisi yoktur. Çünkü bunu yıllardır tüm çıplaklığıyla gören ve yaşayan halktır. Bu kokuşmuş düzende zamsız, zulümsüz yaşamak mümkün değildir. Ülkemizde yaşanan bu krizin kaynağı ise gelir dağılımındaki eşitsizlik ve ABD'ye ödemekle bitmeyen borç, yıllardır sürdürülen kirli savaşlar, yani sorun iktidarlarda değil çeteler tarafından ve beş-on tane zengin ile yönetilen 1998'in İlk Eyleminde Ali Efeoğlu Tanıtıldı gösteriyor" ifadesine yer verildi. Basın açıklamasının ardından "Anaların öfkesi Katilleri Boğacak" sloganı atıldı. Kendisinden iki yıl önce de kardeşi Ayhan Efeoğlu kaybedilen, sistemdedir" denildi. Açıklamanın okunmasının ardından imza metinleriyle imza toplandı. İmza toplanması sırasında siyasi polislerin imza toplamak isteyen insanları gözaltına almaya çalışması kitlenin kararlı tutumu sayesinde önlendi. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu 27 yaşındaki Ali Efeoğlu, 5 Ocak 1994 günü İznik-İstanbul yolunda gözaltına alındıktan sonra kaybedilmişti. Gözaltına alınmadan önce polis tarafından aranan Ali Efeoğlu'nun ailesi, o tarihten sonra İstanbul Cumhuriyet Savcılıgı'na, Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne, İstanbul Valiliği'ne ayrı ayrı dilekçelerle başvurmuş ve devletin çeşitli kurumlarından oğullarının akibeti hakkında bilgi istemiş, ancak devletin savsaklama çabalan ve hakaretine maruz kalmıştı. Kontrgerilla devletinin kayıpları bir politika haline getirdiği 1990'dan bu yana gözaltında kayıplar resmi rakamlara göre 400 olarak görünürken, gerçek rakamın 1000'e yaklaştığı tahmin ediliyor. * Okmeydanı Halk Meclisi Zamları Protesto Etti "Artık Yeter, Zamlar Geri Alınsın", "Zamlara Karşı Halk Meclislerinde Birleşelim", '"98'de Yeni Zamlara Karşı Birleşelim" dövizleri eylem sonuna kadar ellerde taşındı. Eylem saat 15.00'te Örnektepe pazar yerinde sona erdi. FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE Basın Emekçileri Katledilen Basın Emekçilerini Andılar Her yıl tekrarlanan "Basın Şehiderini Anma Haftası" nedeniyle 8 Ocak 1988 günü, aralarında Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) İstanbul şubesi yöneticilerinin de bulunduğu basın emekçileri, önce Türkiye Gazeteciler Cemiyeti önünde toplanıp bir basın açıklaması yaptıktan sonra, Valiliğin önüne kadar alkışlarla ve sloganlarla yürüdüler. Gazeteciler Cemiyeti önünde ellerinde basın şehitlerinin fotoğraflarıyla toplanan gazetecilerden Çağdaş Gazeteciler Derneği istanbul şubesi yönetimi adına yapılan açıklamada kısaca şunlara değinildi: "Bugüne kadar katledilen gazetecilerin katilleri hala bulunamamıştır. Bu durum gösteriyor ki yargı bağımsız değildir. Yargı bağımsız olsaydı bugün cinayetler aydınlatılmış olacaktı... Bizler gazeteciler olarak katledilen gazetecilerin katillerinin yargılanmasını isterken bunun peşini bırakmaya cağız" Basın açıklamasının ardından valiliğe doğru yürüyüşe geçen basın emekçileri, "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek", "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak", "Katiller Bulunsun Hesap Sorulsun" sloganlarını haykırdı. Basın emekçilerinin sürekli tekrarladıkları "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek" sloganı güncelliği bakımından oldukça anlamlı ama anlamlı olduğu kadar da anlamına (çağrısına) uygun olmayan bir gerçeklik içermektedir. Susmamak örgütlü olmaktan ve sıranın bize gelmesini beklemeden mücadele etmeyi gerektiriyor. Ya da "Katiller Bulunsun Hesap Sorulsun" demekte yetmiyor. Yargının bağımsız olmadığından sözederken katillerden kim hesap soracak? Basın şehitlerinin katillerinin bulunup hesap sorulması için önce hesap soracak bir gücü, örgütlülüğünü yaratmak gerekiyor. Bu güç, bu örgütlülük ellerimizdedir. Okmeydanı'nda Keyfi Gözaltılar Devam Ediyor Okmeydanı Petek Market'in önünde 6 Ocak günü saat 20.25'te gazetemizin dağıtımını yapan Deniz Karakuş ve A. Rıza Döven keyfi bir şekilde gözaltına alındı. Gazetemiz dağıtımcıları ile sivilresmi polisler arasında geçen itişmeden sonra iki dağıtımcımız gözaltına alındılar. Aynı gün yazılı bir basın açıklaması yapan Okmeydanı Devrimci Halk Güçleri "Mahallemizde polisin estirdiği bu terör ve baskıları halkın bizleri sahiplenmesini hazmedememelerinden kaynaklanıyor. Onlar acizleşerek saldırdıkça bizler daha direngen ve kararlı bir şekilde gazetemize sahip çıkacağız." dedi. Saldırılan nefretle kınadığını belirten Devrimci Halk Güçleri baskılar bizleri yıldıramaz diyerek açıklamalarını bitirdi.*

13 10 Ocak 1998 HALK MECLİSLERİ "Mahallelerde Halk Meclislerinde Örgütlenmeli, Sivil ve resmi faşist saldırılara karşı komiteler oluşturulmalı" Halk Meclisleri üzerinde son dönemlerde yoğunlaşan polis terörü ve tırmandırılmaya çalışılan faşist terör üzerine Esenler halkından Özcan Erdoğan ve Kenan Erdoğan ile görüştük. - Son dönemlerde Halk Meclisleri yoğunlaşan polis terörü ve tırmandırılmaya çalışılan faşist terör üzerine görüşlerinizi alabilirmiyiz? Bugün insanlar artık herşeyi biliyor. Devletin bir çete devleti, meclistekilerinse halka hiçbir faydası olmayacağını, çünkü onlarında bu çetenin içinde olduğunu biliyor ve devlete güvenmiyor. Devlette gelişen halk muhalefetini kırmak İçin saldırıyor. Onlarca insan gözaltına alındı, birçok insan tutuklandı. Baktı yine durduramıyor sivil faşistleri devreye soktu, sanki kendisinin bir ilgisi yokmuş gibi faşist saldırılan sağ-sol çatışması gibi gösteriyor. - Peki bu saldırıların karşısında ne yapılmalı? Bu saldırılar karşısında halkın öz gücü olan Halk Meclislerinde örgütlenmeliyiz. Halk Meclislerini hayatın her alanına yaymalıyız. Ancak o zaman bu saldırıları püskürtürüz. Gerici faşist örgütlenmeye izin vermemeliyiz. Çünkü Halk Meclisleri anti-faşist bir örgütlenmedir. İnsani değerlerini Kenan Erdoğan "Öğrenci Meclislerini Kuracağız" yıtirmemış olan insanların meclisidir. - Son olarak söylemek istediğiniz birşey var mı? Son olarak bu saldırıların hiçbir zaman bizleri yıldıramayacağını söylemek istiyorum. Ve tüm insanları buradan bu düzene alternatif olan Halk Meclislerinde örgütlenmeye çağırıyorum. Kenan Erdoğan Şimdi herşeyden önce bu saldırılar yalnız bugün yaşanmıyor. Tarihe baktığımız zaman devrimci mücadele ne zamanki yükselmiş, ne zaman gelişmiş sivil faşisder devreye girmiştir. Bugün de böyle bir süreç yaşanıyor. İşte okullarda öğrenci gençlik büyüyor, meşrulaşıyor, mahallelerde halk birleşiyor sokaklara çıkıyor. Yani düşmanın korkusunu büyütüyor. Düşman gelişen halk muhalefetini kırmak için sivil faşistleri yine devreye soktu. Okullarda, mahallelerde polis desteği ile halka saldırıyorlar. Biz halk olarak herşeyden önce birleşmeliyiz. Kendisine, devrimciyim, demokratım diyen yani insanım diyen herkes bu saldırılar karşısında birleşmeli. Sivil ve resmi faşist saldırılara karşı komiteler oluşturulmalı. Bugün mahallelerde Halk Meclislerinde örgütlenmeli, çünkü faşist saldırıları geri püskürtecek tek güç halkın gücüdür. Zaten bu saldırılar özünde halkadır. Halkın gelişen mücadelesini sindirmek içindir. * Gazi mahallesinde oturan DLMK'lı öğrenci Uğur Kandemir, 3 Ocak günü saat 09.00'da evinin önünden gözaltına alındı. Son günlerde halkın her kesimde uygulanan polis terörünün DLMK'lı Öğrenciler üzerinde de yoğunlaşmasına ilişkin Uğur Kandemir ile görüştük. Uğur Kandemir - Gözaltına alınmanızın sebebi neydi? Bu tamamen keyfi bir gözaltıydı. Bize yani DLMK'lı öğrencilere yönelik saldırıları sürüyor. Bu saldırılardan biri de benim gözaltına alınmamdı. Polisler itirafçılık teklif ettiler. Psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz kaldım. Halk Meclislerinin ve öğrenci gençliğin yükselen muhalefetini engellemek için, özellikle onbinlerin sokağa döküldüğü Gazi halkına ve Gazi Halk Meclisi'ne saldırdılar, keyfi gözaltılar oldu. Ama bugüne kadar hiçbir zaman yılmadık, yılmayacağız. DLMK'nın demokratik lise mücadelesini bu şekilde engelleyemeyeceklerdir. - Faşist terör karşısında DLMK olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz? Uğur Kandemir: Faşist saldırılara boyun eğmeyeceğiz. Öğrenci gençliğin muhalefetini yükselteceğiz, öğrenci meclislerini kuracağız. Faşist Teröre Karşı Savunma ve Mücadele Komitelrini kurup faşist saldırıları püskürteceğiz. - Son olarak söylemek istediğiniz birşey var mı? Bizleri gözaltılarla, işkencelerle susturamazlar, mücadelemizi sürdüreceğiz.* Halk Meclisleri düşüncesi ortaya atıldıktan bugüne kadar hızla tüm yoksul emekçi mahallelerinde örgütlenmeye devam ediyor. Gazi Halk Meclisi'nin kurulduğu 5 Ekim 1996'dan bugüne 10'a yakın mahallede kurulan Meclis veya Meclis Girişimleri meşruiyet temelinde örgütleniyor, mahalle halkının en küçük sorunundan ülkenin siyasal sorunlarına kadar tüm sorunlarla gücü ölçüsünde mücadele ediyor. Halk Meclisleri meşru temelde yürüttüğü bu mücadelesinin sonucu olarak halk nezdinde yarattığı meşruluğunu gün geldi işkencecüere kendi inlerinde, gün geldi DGM'lere kabul ettirdi. Kim ne derse desin Halk Meclisleri yoksul halkın kendi öz örgütü olarak büyümeye, yaygınlaşmaya devam edecektir. Bu durum elbette birilerini rahatsız edecektir, nitekim ediyor da. 12 Eylül'den bu yana halkın örgütlenmesini, gaspedilen haklarını kazanmak için mücadele etmesini hazmedemeyenler, onca baskının, katliamların, işkencelerin, kayıpların yaşandığı bir dönemde halkın kendi öz örgütlülüklerini yaratmaya ve geliştirmeye çalışması, çeteleri ve çetelerin iktidarım rahatsız etmektedir. Özellikle Susurluk'taki kazadan sonra ortaya çıkan kontrgerilla çetelerine, Susurluk'taki devlete karşı en güçlü muhalefeti yoksul insanlarımızın yaşadığı ve Halk Meclislerinin örgütlendiği mahallelerin göstermesi tabiri caizse "fincancı katırlarını" ürküttü. Halkımıza bunca yıl acı çektirenler, halkın Halk Meclisleri öncülüğünde sokaklarda, alanlarda, çetelerin kalbine, Ankara'ya "Adalet istiyoruz", "Çeteler Halka Hesap Verecek" sloganlarıyla yürümeleri, çekilen bunca acının hesabını sormaları, onları ürküttü. Verecekleri hesaptan kaçmak için Halk Meclislerine saldırmaya, üyelerini çeşitli bahanelerle gözaltına almaya, tutuklamaya çalışmaktadır. Gazi Davası için Trabzon'a gitme kararlılığı yaşandığı süreçte Gazi Halk Meclisi üyesi ve GAZİ DAVASI KOMİTESİ MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM 13 KURTULUŞ Halk Meclisleri Baskılara Karşı Mücadele Etmelidir sözcüsü Mehmet Akdemir'in tutuklanmasıyla başlayan bu süreç, baskıların artmasıyla devam ediyor. Nurtepe-Güzeltepe Halk Meclisi Girişimi üyesi Hakan Özek Trabzon'da, Okmeydanı Halk Meclisi üyesi Gülbahar Ünlü, yine saldırının yaşandığı duruşmadan dönüşte İstanbul'da gözaltına alınıp, keyfi olarak tutuklandılar. Yine aynı süreçte çeşitli Halk Meclisleri ve Girişimcinin Gençlik ve Kültür Komisyonları üyesi gençler Ulaş Ateş, Murat..., İlyas... aynı baskının ürünü olarak tutuklandılar. Bu çetelerin iktidarının halkın adalet arama özlemlerine tahammülsüzlüğüdür. Halkı baskılarla ve tutuklamalarla yıldırma, sindirme politikasıdır. Ne yaparlarsa yapsınlar yılmayacağız. Halk olarak birbirimize daha fazla kenetleneceğiz. Halk Meclisleri olarak haklılığımızdan aldığımız güçle baskılara karşı mücadele edeceğiz. Çünkü biz meşruyuz. Ancak haklı ve doğru olan meşrudur. Bizler, Halk Meclîsleri üyeleri olarak bu meşrululuğumuzu her yerde haykırmalıyız. Gözaltılarında, hapishanelerinde ve mahkemelerinde Halk Meclisleri üyeleri olarak meşruluğumuzu ve haklılığımızı savunacağız. Çünkü, halkımızı yoksulluk denizinde söndürmeye çalışanlara karşı, kültürümüzü fuhuş ve uyuşturucuyla kirletmeye çalışanlara karşı, bizleri yolsuz, susuz, ışıksız, sağlıksız koşullarda yaşatmaya terkedenlere karşı, mahallelerde devlet terörüne karşı mücadele etmekten daha haklı ve meşru bir davranış olamaz. Bu meşruiyetimizle direnerek mücadele etmeliyiz, edeceğiz. Baskıları, meşruluğumuz temelinde geliştirdiğimiz mücadelemizle gerileteceğiz. Halk Meclisleri bu baskılara karşı mücadele içerisinde büyüyecek, kararlılığını arttıracak, yaygınlaşacaktır. Unutmayalım ki, karanlığın en koyusundan sonraki an pırıl pırıl şafak vaktidir. Gefecek bizim gelecek Halk Meclislerinindir. Alibeyköy Halk Meclisi Girişimi

14 KURTULUŞ 14 HALKIN ADALETİ 10 Ocak 1998 "Pişmanlık Yasası" Bu Defa Devleti Ve Tekelci Burjuvaziyi Vurdu HALKIN ADALETİ HAİNLERİ DE SABANCILARI DA AFFETMEYECEK Siz "affedin? veya "affetmeyin?, Halkın Adaleti ne Duyar gibi halkma ihanet eden hainleri, ne de işkence, katliam, sömürü ve zulmün birinci dereceden sorumluları Sabancı'ları asla affetmeyecek. Dağlardan, gecekondulardan, fabrikalardan, okullardan gelmeye ve hesap sormaya devam edeceğiz. "Hükümetin öncelikli görevi eldeki sanığı affetmek değil... biz affetmiyoruz, ben affetmiyorum." Hain Mustafa Duyar'ın Pişmanlık Yasası'ndan yararlanabileceği tartışmaları sürerken ABD'den dönen Sabancı havaalanında basına yaptığı açıklamada bunları söylüyor. Bununla da kalmıyor "idam edilmelidir" diyor. Sabancı, "İdam" cezalarının uygulanmasını daha önce katıldığı birçok tv programında da savunmuştu. Burjuva basınında kendine "demokratlık" payesi biçen kimi köşe yazarları Sabancı'nın bu tavrını, kardeşinin DHKP-C tarafından cezalandırılmasından kaynaklanan duygusal bir tepkiye bağlarken, sahibinin sesini dile getiren pek çoğu da Sabancı'nın haklı olduğunu, "teröristlerin, özellikle de kişiye karşı Sabancı'nın "Duyar" haininin 1995 yılında yürürlükten kaldırılan "Pişmanlık Yasası"ndan yararlandırılmak istenmesine tepki göstermesine kadar "Pişmanlık Yasalan"nı destekleyen burjuva partilerinden, medyasına kadar bir çok kesim, Sabancı'nın tavrından sonra birden "Pişmanlık Yasası" aleyhine yazılar yazmaya, yorumlar yapmaya başladılar. Kimisi "Pişmanlık Yasası"nın pek bir işe yaramadığını, üstelik bundan yararlanan itirafçı hainlerin daha sonra hep gasp, uyuşturucu ticareti, mafyacılık gibi pis işlere bulaştıklarını söylemeye başladı. Kimisine göre "devlete karşı işlenen suçlar affedilebilirdi" ama "kişiye karşı işlenen suçlar affedilmemeliydi." Bu nedenle çıkarılacak bir "Pişmanlık Yasası" çok dikkatli hazırlanmalıydı. İlk defa "Pişmanlık Yasası" karşısında egemenler cephesinden bu kadar aleyhte sesler yükselmeye başladı. Kendi aralarında da çelişkiye düştüler. Tabii bunun altında yatan neden büyük patronlarından Sabancı'nın tavrı, tekelci burjuvazinin arzulan, istekleriydi. Eğer Sabancı "Devletin bekası, düzenin çıkarı için çıkarılması gerekiyorsa çıkarılsın. Duyar da yararlanacaksa yararlansın" deseydi, onlar da bu sefer yine Sabancı'yı alkışlayıp, övgüler düzerler, yasanın bir an önce çıkarılmasını isterlerdi. Sabancı'ya ilk destek Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican'dan geldi. DGM'nin Duyar'ın "Pişmanlık Yasası"ndan yararlanıp yararlanamayacağını sorması üze- suç işleyenlerin affedilmemesi gerektiğini" yazıp, çiziyor. Sabancı'nın "idam cezalan uygulanmalıdır" talebi, kişisel değil, tekelci sermayenin sınıfsal tavrıdır, halka, halkın savaşçılarına duyduğu sınıfsal kinin ifadesidir. Burjuvazi hele ki tekelci burjuvazi kişisel duygularıyla hareket etmez. Bir şey yaparken, birşey isterken sınıfsal çıkarları kişisel duygularından önce gelir. Ve çıkarları için her türlü pislik, çirkeflik içinde yer alırlar. Çıkarları gerektiriyorsa en yakınlarını, kardeşlerini bile kendileri öldürtürler. Birbirlerini arkadan hançerlemekten, birbirlerine kazık atmaktan çekinmezler. Sabancı'nın kardeşinin cezalandırılmasına elbette oldukça üzülmüş de olabilir, ama onun bugünkü tavnndaki kin ve intikam isteğini sadece cezalandırılanın kardeşi olmasına, kan bağından kaynaklanan bir duygusal tepkiye bağlamak yine de yanlıştır. Eğer cezalandırılan Özdemir Sabancı değil de başka bir tekelci sermayedar, örneğin bir Eczacıbaşı ya da Koç ailesinden biri olsaydı da söyleyecekleri yine pek farklı olmazdı. Bunu zaten kendisi de, "Rahmetli Özdemir'i geri getiremem. Fakatyanlış düzenlemelerle ortaya atılacak afların da yeni Özdemirlerin öldürülmesine yol açmasına yandaş olamam" diyerek İfade ediyor. HALKIN ADALETİ'Nİ ENSELERİNDE HİSSETTİLER Dediğimiz gibi Sabancı'nın tavrı sınıfsaldır, bunu onun şu sözlerinde çok daha açık olarak görmek TEKELCİ SERMAYENİN YALAKALARI rine, olumsuz cevap verdi. Bunun üzerine Bilican atlanarak İçişleri Bakanlığı Müsteşar Muavini "uygundur" diyerek DGM'ye görüş bildirdi. Ancak Sabancı'nın tepki göstermesi üzerine hükümet hemen geri adım attı. "Yanlış anlaşıldı" falan demeye başladılar. Burjuva partileri içinden en sert tepki ise bugünlerde başı epeyce sıkıntıda olan Refah Partisi'nden geldi. Döne döne Kabe'nin pusulasını bile şaşıran Refah Partisi Sabancı'nın gözüne girmek için fırsatı kaçırmadı. RP'li Naci Terzi, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevaplaması istemiyle TBMM'de soru önergesi verdi. Ardından RP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan Duyar'ın affedilmesine izin vermeyeceklerini söyleyerek gerekirse TBMM'de Pişmanlık Yasası görüşülürken Duyar'ın kapsam dışı tutulması için önerge vereceklerini söyledi. Burjuva basındaki örneklerden bir kaçı ise şöyle: "(...) Sabancı'nın toplumun ortak yargısını seslendirdiğine nedense değinilmiyor.... Terörist, asker ve polis öldürüyor, itirafçı yasasından faydalanıp yakasını sıyırıyor. Her konuda örnek alman ABD'de ise İnsan haklan olmadığı için, bu katiller idam ediliyor. Bizde ise idamlar Meclis'teki dosyalarda onay bekliyor." (29 Aralık 1997, Türkiye) mümkün: "Yetişmiş insanlar teröristler tarafından öldürülüyor, sonra az bir ceza ile kurtuluyorlar. Bu doğru ve adil bir sonuç olamaz. Amerika Birleşik Devletleri aptal mı? Yanlış mı yapıyor? insancıl bakmıyor bu olaylara. Gaddar mı ki idam uyguluyor? Bu ve bunlar gibi teröristlere idam uygulanmalıdır." Kimdir Sabancı'nın gözündeki yetişmiş insanlar? Sabancılar, Eczacıbaşılar, Koçlar... yani tekelci burjuvazi ve onlara hizmet eden generaller, bürokratlar, polis şefleri. Kendilerini bu ülkenin tek gerçek sahibi gibi görürler. Halkı iliklerine kadar sömürmek onlara verilmiş ilahi bir "haktır". Halka baskı, işkence yapılmış, katledilmiş, hakları gasp edilmiş, köyler yakılmış yıkılmış onları ilgilendirmez. Çünkü devlet "Adaletin bu mu? Hukuk devleti suçluyla uzlaşmaz. Suçluyla mütareke olmaz. Sakıp Sabancı haklı: Hükümetin görevi elindeki sanığı affetmek değil, öbür sanığı da yakalamaktır. 'Pişman oldum' diyen her katil bırakılırsa bu yanlış, 'yeni Özdemirlerin öldürülmelerine yol açar.." (30 Aralık 1997, Güngör Mengi, Sabah) "Hukukçular Sabancı'nın Yanında "(...) Hukukçular Derneği Başkanı Av. Necati Ceylan, Mustafa Duyar'ın bu yasadan yararlanmasının tartışılmasının bile yanlış olduğunu vurgulayarak,... 'Bu uygulama, Türkiye'de hukuk devletinin olmadığını bir kez daha gösterdi. Hiç değilse mevcut kanunlar uygulanmalıdır. Sabancı'nın tepki göstermesi normaldir, insanidir' dedi." "Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Şadi Çarsan-caklı, pişmanlık yasasının çok dikkatli uygulanması gerektiğini belirterek şunları söyledi: 'Pişmanlık yasası iyi uygulanmadığı takdirde toplumda derin sosyal yaralar açar. Ülkeyi kaos ortamına sürükler, adalete olan güven yok olur. İnsanlar kendi kanunlarını uygulamaya başlarlar. Kendimizi Sabancı'nın yerine koymamız gerekir." (31 Aralık 1997, Zaman) FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE

15 10 Ocak 1998 HALKIN ADALETİ 15 KURTULUŞ O güne kadar halka, devrimcilere yapılan işkenceler, infazlar, katliamlar, çıkarılan "Terör Yasaları", "Pişmanlık, itirafçılık yasaları", DHKP-C savaşçılarının, Halkın Adaleti'nin kendilerinden hesap sormasını engelleyememişti. İlk defa bedel ödemenin acısını ve ondan daha da fazla korkusunu yaşamaya başladılar. bunları onların çıkarlarını korumak, sömürü düzenlerini, iktidarlarını korumak için yapıyordur. Onun için ordunun, polisin yanındadırlar. Emperyalizmle, kontrgerillayla elbirliği, işbirliği içinde zulüm düzenini sürdürürler. Ülkeyi emperyalizme peşkeş çekerler. Sabancı'nın bizzat kendisinin yaptığı gibi halkı, devrimcileri daha çok katletsinler diye kontrgerillanın sivil çetelerini örgütleyen MHP'ye finansörlük yapar, çanta dolusu para aktarır, polise araçlar alırlar. Sonra kalkıp "Benim kardeşimin, arkadaşlarımın günahı neydi?" diyerek masum pozlarına bürünürler. Halk katledilirken, devrimciler katledilirken sorun yoktur, halka işkence yapanlar, katledenler cezasız kalırken sorun yoktur, ama işin ucu kendilerine dokundu mu böyle feryat ederler. Peki onyıllardır baskı, işkence gören, katledilen, horlanan yoksul halkın günahı ne? Halkın çektiği çilenin, bunca zulümün nedeni emperyalizmin işbirlikçisi Sabancılar, onların yarattığı sömürü düzeni değil mi? Bu ülkede onyıllardır bir savaşsürüyor. Ölenler sadece devrimcilerden, halktan olmadı, Sabancı'ların düzenini korumakta olan devlet güçlerinden, uşaklarından da yüzlerce, binlercesi cezalandırıldı. 12 Eylül'den bu yana pek çok kez "itirafçılık yasaları", "pişmanlık yasaları" çıkarıldı. Duyar gibi yüzlerce hain bu yasalardan yararlandı, ama bugüne kadar bunların hiç birine Sabancı'nın sesi çıkmıyordu, aksine bu onursuzluğu, alçalmayı teşvik ediyor, destekliyorlardı. Düzenlerini, çıkarlarını korumak için gerekliyse, yararlanacak hain on kişiyi, yüz kişiyi de öldürmüş olsa önemli değildi. Çünkü savaşı, halkın adaletini henüz kendilerinden uzak görüyorlardı. Nasıl olsa düzenlerini korumak için ölen, cezalandırılan uşaklarının yerini alabilecek daha geride binler, onbinler vardı. Onların ölmesi önemli değildi. Ama işte 9 Ocak 1996'da, Sabancı Center'ın 25. katında herşey birden tersine dönmüştü. O güne kadar halka, devrimcilere yapılan İşkenceler, infazlar, katliamlar, çıkartılan "terör yasaları", "Pişmanlık, itirafçılık yasaları", DHKP-C savaşçılarının, Halkın Adaleti'nin kendilerinden hesap sormasını engelleyememişti. Beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Bedel ödemenin acısını ve ondan daha da fazla korkusunu yaşamaya başladılar. Halkın Adaleti'ni ilk defa bu kadar yakınlarında, enselerinde hissediyorlardı. "Gecekondulardan gelip gırtlaklarımızı kesecekler" diye feryat edip, güvenlik önlemlerini yeni teknolojilerle yeniden donattılar. Zırhlı otomobiller ısmarladılar. Ama madem "pişmanlık yasaları", Halkın Adaleti'nin kendilerine ulaşmasına engel olamıyordu, o zaman bu yasayı çıkarmanın, "teröristleri affetmenin" ne anlamı vardı? Kendilerini cezalandıranlar pişmanlık gösterse de, itirafçı olsa da affedilmemeliydi. İlla da bir yasa çıkarılması gerekiyorsa "Devlete yönelik suçlar" için yani polis, asker cezalandıranlar için çıkarılsın önemi yoktu, ama "kişiye", yani burjuvaziye yönelik "suçlar" için uygulanmamalıydı, kendilerine yönelik "suçlar" karşılıksız kalmamalıydı. İşte Sabancı'nın ve onun yaltakçılığını, sözcülüğünü yapanlann söyledikleri budur. Sınıfsal çıkarları doğrultusunda düşünüyorlar, sınıfsal kinleriyle hareket ediyorlar. Onun İçindir ki Sabancı bu meseleyi konuşurken birden araya gecekonduları sokup halka düşmanlığını "gecekonduyu affettiniz de ne oldu" diye sorarak halktan korkusunu ve halka düşmanlığını ortaya koyuyor: "Cesaret veriyorsunuz" diyor. Gecekondulardan, gecekondu halkından korkuyorlar ve kin kusuyorlar. Ama Sabancı ve Sabancı gibi düşünenler yanılıyorlar. Eğer idam cezaları uygulandığında Halkın Adaleti'nin hesap sormaktan, adaleti uygulamaktan ve iktidara yürümekten vazgeçeceğini sanıyorlarsa çok aldanıyorlar. 12 Eylül'den sonra onlarca idam yaptınız, halkın bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini engelleyemediniz. Yüzlerce devrimciyi, Parti-Cephe savaşçısını evde, sokakta infaz ettiniz, dağda, şehirde katlettiniz, ama yine halkın iktidara yürüyüşünü durduramadınız. Bundan sonra da ne yeni "Pişmanlık Yasalarınızla", ne de idamlarınızla bu yürüyüşü durduramayacaksınız. Siz "affedin" veya "affetmeyin", Halkın Adaleti ne Duyar gibi halkına ihanet eden hainleri, ne de işkence, katliam, sömürü ve zulmün birinci dereceden sorumluları Sabancı'ları asla affetmeyecek. Dağlardan, gecekondulardan, fabrikalardan, okullardan gelmeye ve hesap sormaya devam edeceğiz.* "Bana Ne" Diyebilir misin? Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, herşey o kadar berrak ve gözler önünde cereyan ediyor ki, "nasıl olur?" bile diyemiyorsun. Çünkü çekilen acılar, ödenen bedeller irademiz dışında bize birçok şeyi kendiliğinden öğretiyor. Şimdi soruyorum sana: "Bana ne" diyebilir misin? Adam satırlarla, silahlarla polis eşliğinde kantine giriyor, herkesi tehdit ediyor, yetmiyor, kafa-göz yarıyor ve yine elini-kolunu sallaya sallaya ve yine polis koruması altında çekip gidiyor. Sonrası mı? Tabii dayak yiyenler, yani devrimci-demokrat ve birçok kez de herhangi bir görüşe sahip olmayan insanlar "gözlem altına" alınıyor... Saldıranlar ise, yani faşistlerin yaptıkları yanlarına kar kalıyor ve başka saldırılar için fırsat kollamaya devam ediyorlar. Bunlar yarın sana da saldırabilirler. Ne bileyim, saçın mesala, hoşlarına gitmeyebilir, giyiminden rahatsızlık duyabilirler ya da örneğin, okuduğun gazeteyi beğenmeyebilirler. Çünkü onlar sadece devrimcilere, demokratlara değil, tüm insanlığa düşmandırlar. Sen de bir insansın, "bana ne" diyebilir misin? Bu satırlar, bu bıçaklar bu silahlar sana birşeyler hatırlatmıyor mu? Mesela 78 Maraş'mı... Hamile kadınların kesilen karınlarını, kafaları kesilmiş çocukları, ihtiyarları... İşitmiyor mu kulakların yürek parçalayan ağıtları... İşitmiyorum kudurmuş itlerin kana susamış ulumalarını, İşte bugün kantine gelenler onlar. Baksana hala kan damlıyor parmaklarından... Çevirip de kafanı beni ilgilendirmiyor diyebilir misin? Bana ne diyebilir misin? Şu an belki hedefleri değilsin. Belki sana şu an için dokunmuyorlar. "Niye" diye hiç sordun mu? Çünkü önlerinde ortadan kaldırmaları, etkisiz kılmaları gereken güçler var da ondan. Susmanın onaylamak demek olduğunu, susmanın bir gün sıranın sana da geleceğini bilmek olduğunu, başına bir satır darbesi yediğinde bilincine çıkmasını beklemenin bir anlamı olmadığını anlamıyor musun? Hala "bütün bunlardan bana ne?" diyebiliyor musun? Şimdilik bırakalım bütün bunları bir kenara. Gelelim üniversite sorunlarına. Bu sene ne kadar har(a)ç ödedin? Eğer harç kredisi almıyorsan -ki büyük olasılıkla alamamışsındır- seni ne kadar zor duruma düşürdüğünü, aileni, o maaşlarıyla zor geçinen aileni ekonomik olarak nasıl da çökerttiğini -diğer masraflarını da düşündüğünde- en iyi bilenlerden biriyim. Ben de öyleyim... Biz de aynı zorlukları çekiyoruz. Yurt sorunu apayrı bir sorun. Ayrılmışsın memleketinden, evinden, başını sokacak bir yurt yok. Ev kiraları ateş pahası. Ulaşım, kitap, sosyal yaşam... Bütün bunlardan sorunu olmayan mutlu azınlıktan değilsen "Bana ne?" diyebilir misin? Bırakalım devrimciliği de bir kenara; bunları yaşayanların sadece devrimciler olmadığı çok açık değil mi? Ve yaşanan sorunların sadece MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM bunlar olmadığı da çok açık. Ne mesela? İşte bu sorunlar karşısında susmayanların, birşeyler yapanların ödediği bedeller. Hatırlarsın belki, 1993'ün 30 Nisan gecesi, senin benim gibi birer üniversite öğrencisi olan Uğur Yaşar Kılıç ve Şengül Yıldıran, evlerinde otururlarken polis tarafından katledildiler. Suçları neydi? Suçlan sorunlarına sahip çıkmaktı, "hayır" demekti. YÖK'e, har(a)çlara dur demekti... Ve bu "suç"larmın "ceza"sı Ölüm oldu. Örnek sadece onlar değil, ama uzatmaya da gerek yok. Demek istediğim, susmamanın sonucunda işkenceyle, hapishaneyle, hatta ölümle karşılaşıyorsun. Onlar için birer suç yaratıldı ve "terörist" denildi. Ya geçenlerde Ege Üniversitesi'nde tuvalette ölü bulunan Serkan Eroğlu için ne diyeceksin? İntihar mı, yoksa polisçe mi öldürüldüğü belki şu an için muğlak. Ama sonuçta pek önem taşımıyor bu. Niye mi. Çünkü Serkan, defalarca polis tarafından gözaltına alınan ve kendisine dünyanın en onursuz "mesleği" olan ajanlık teklif edilmiş bir insan. Yani her iki durumda da suçlu olan polis. Ve Serkan öğrenci gençlik içinde pek öne fırlayan biri de değil. Yarın senin de başına böyle birşey gelmeyeceğinin garantisi var mı? Bana ne diyebilirmisin? Gördüğün gibi can güvenliği artık en sıradan öğrenciler için bile başlı başına bir sorun haline geldi. Kim Öğrencilerin can güvenliğine kasteden? Devrimci, yurtsever, demokrat öğrenciler olmadığı açık. Peki kim? Polis, sivil faşistler, jandarmalar... yani devletin resmi ve sivil güçleri. Neden yapıyorlar bunu? Çünkü üretmeyen, kafa yormayan, düşünmeyen, sormayan, boyun eğen bir gençlik istiyorlar. O yüzden yükselen seslere tahammül edemiyorlar. Ve inan, hedefleri sadece sesini çıkaran öğrenciler değil. Herkes... Yani halk.. Yani sen... "Bana ne" diyebilir misin? Ne yapmak mı gerekiyor? Güç olmak, güçlü olmak gerekiyor. Çünkü onlar şu an için güçlü. Ama haklı olan biziz. Unutma haklılık gücün kaynağıdır. Biz onlardan çok daha güçlüyüz. Çünkü biz halkız... Korkularını, korkularını atlatmak için nasıl saldırdıklannı görmüyor musun? İşte oradan anla, esas güçlünün sen olduğunu. Güçlü olmanın yolu da biraraya gelmekten geçiyor. Adına komite denen, işte bu sivil-faşist terörden tutalım da, faşizmin tüm saldırılarına karşı mücadeleyi ve kendimizi savunmayı hedefleyen yapılarda biraraya gelmek gerekiyor. Yani örgütlenmek gerekiyor. Kaybedilen her an, her saniye bizim için tehlikeyi doğuracaktır. Görmüyor musun? Bana ne diyebüir misin? Sana bunları neden mi anlatıyorum? "Bana ne" demeni istemiyorum da ondan. Bütün bunlar yaşanırken sıranın sana gelmemesini ve bunun için de susmamanı istiyorum... O kadar...*

16 KURTULUŞ 16 ÖZGÜR TUTSAK 10 Ocak 1998 "HÜCRELERE KARŞI DİRENECEĞİZ GİRMEYECEĞİZ" Devletin devrimci tutsaklara yönelik hücre tipi politikasına karşı protestolar çeşitli eylemliliklerle devam ederken Ermenek Hapishanesi'nde bulunan devrimci yurtsever tutsaklar da bir basın açıklaması yayınladılar ve devletin bu politikasını da boşa çıkartacaklarını belirttiler. Ermenek Hapishanesi'ndeki DHKP-C, TKP(ML), PKK, MLKP TKP/ML, TDKP, PYSK ve TDP adına yapılan açıklamada devrimci tutsakları kişiliksizleştirme ve teslim almaya yönelik politikaların bir uzantısı olan hücrelerin 14 Temmuz Genelgesi ile MGK güdümündeki Adalet Bakanı'nın aracılığıyla yeniden gündeme getirildiği belirtilerek şöyle denildi; "Bedel ödemekten çekinmedik çekinmeyeceğiz. "Bizlere güç verin, onlara diz çöktürelim" diyoruz ve herkesi duyarlı olmaya çağırıyoruz"* ADLİ TUTSAKLAR DA HÜCRELERE KARŞI DİRENİŞTE Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi'nde Mehmet Keskin adındaki, demokrat adli tutuklu önce saldırıya uğrayıp sonra hücreye atılması üzerine açlık grevine başladı. Devletin hapishanelerdeki politikası devrimci tutsakları düşüncelerinden, onurlarından soyundurup kimliksizleştirmeyi hedeflerken, özellikle demokrat adli tutsakları da kişiliksiz, onursuz kobaylar haline getirmek istemekte. Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi'nde bulunan devrimci-demokrat düşüncelere sempati duyan Mehmet Keskin'de bu politika çerçevesinde hücreye atıldı. Asker ve gardiyanlarca tartaklanarak bilinmeyen bir hapishaneye sürgün ediliyor. Mehmet Keskin adındaki tutsakta bu konuyu sormak için gittiğinde işkenceci başgardiyan Hasan ve Yılmaz'ın öncülüğünde gardiyanın saldırısına uğradı. Bu durumu anlatmak için 2. müdür Recep Şensoy'un yanında ikinci defa gardiyanların saldırısına uğrayarak, hapishanenin bodrumunda bulunan ve yıllardır kullanılmayan hücreye atıldı. Birçok yerinden yaralı olduğu halde atıldığı hücreden başgardiyan, başsavcı ve hapishane müdürüne başvurmasına rağmen hücreden çıkarılmadı. Mehmet Keskin'in Ankara Numune Hastanesine verilmiş olan belgeleri olmasına rağmen hastaneye götürülmezken Çorum, Çarıkın veya Bartın Hapishanesi'ne istediği şevki de yapılmamaktadır. Bunun üzerine 5 Aralık günü Süresiz Açlık Grevine başlayan Mehmet Keskin 31 Aralık günü kamuoyuna yazılı bir açıklamayla gelişmeleri anlattı. Açıklamada, açlık grevinin 30'lu günlere dayanmasına rağmen Özellikle faşist gardiyanların saldırılarının devam ettiğini belirterek, haberleşme özgürlüğününde kısıtlandığını vurguluyor. Yine kendisinin kalp hastası olduğunu, daha önceden 46 gün açlık grevi yapması nedeniyle vücudunda tahribatlarında olduğu ve kaldığı yerin çok soğuk olduğu bulantı, kusma, kramp ve öksürme bozukluğu gibi rahatsızlıkların da başladığı vurgulanarak hiçbir yetkilinin kendisinin yanına gelmediğini belirterek "Ölüm oruçlarında 12 insanımız şehit düştü, onlarcası sakat kaldı, bu tabutluklar İçin direniş çizgimizden ve geleneklerimizden asla ödün vermeyeceğini, bu hücrelerde yatmayacağım. Tüm kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyorum. "Halkız Haklıyız Kazanacağız" diyerek kararlılığını vurgulamakta.* AÇLIK GREVİ SÜRÜYOR Erzurum Özel Tip ve E tipi Hapishaneleri'ndeki PKK'li tutsakların 22 Kasım'da başlatmış olduğu açlık grevi sürüyor. Tutsakların, temsilcilerinin biraraya gelebilmesi, spor ve kültürel faaliyetlerin toplu bir şekilde yapılabilmesi, A Blokta bulunan tutsakların B Bloka nakledilmesi gibi temel haklarının geri alınması yönündeki talepleriyle başlattıkları açlık grevinin görüşmeleri devletin umursamaz bir tavır takınmasıyla tıkanmış durumda. Açlık grevindeki tutsaklardan 13'ünün durumu ağırlaşmasıyla yeni bir aşamaya giren eylemde çeşitli demokratik kitle örgütü ve tutsak yakınlarının başvurulan da sonuçsuz kaldı. Tutsaklar üzerindeki İmha politikalarının da mimarı olan Adalet Bakanı Oltan Sungurlu kendisine yöneltilen soruları yanıtlarken "Devamlı doktor takibindeler. Ama ciddi boyuta ulaştığı durumda ise müdahale edeceğiz" diyerek açlık grevlerinin bir operasyonla bitirilebileceğinin de mesajını vermiş oldu. DAHA GELİŞKİN BİR KADROLAŞMA DAHA GÜÇLÜ BİR ÖRGÜTLÜLÜK Hapishaneler ve tutsaklık koşullarında mücadele, savaşımızın bir cephesidir. Kendine özgü yanları olan, bir yanıyla manevi bir değerken, diğer yandan mücadele içindeki örgütlü, maddi bir güçtür. Düşman da bunu bildiğinden hapishaneleri her dönem devrimcilerin yıldırıldığı, düzenin bir parçası haline getirildiği, en iyi halde devrimci savaşçı kimliğinin törpülenerek reformistleştirildiği birer kurum haline getirmek istemiştir. Bizlerin ise, THKP-C'den Devrimci Sol'a ve DHKP-C'ye uzanan süreçte tutsaklığı ele alışımız, düşmanın bu yok etme ve sindirme politikalarının karşısında, siyasal kimliği korumak, ve bunun da ötesinde hapishaneleri devrimin birer mevzisi haline getirmek çizgisinde gelişmiştir. Bedelleri göze alan, uzlaşmaz, teslim olmayan bir anlayışın damgasını vurduğu bir çizgide zengin bir birikim, güçlü gelenekler, evrensel boyutta değerler yaratılmıştır. Özgür tutsak kimliği, cuntanın ağır yok etme koşullarında mayalandırılmış, geliştirilmiş ve '90'lara gelindiğinde, tutsaklıkta duvarları ortadan kaldıran, tutsaklıkta özgürlüğü yaşayan somut bir gerçeklik haline getirilmiştir. İdeolojimizin, önderliğimizin yön verdiği örgütlü gücümüzle ve iradiliğimizle bu gerçekliği yaratabildik. Yakın vadeli programımız, bu birikimi tüm yönleriyle ele aldığımız, özümsediğimiz, alanımızı daha iradi ele alıp, bugüne ve geleceğe yönelik olarak devrimin daha başarılı okulları haline getirme anlamında değerlendirmeyi hedeflemelidir. Bu doğrultuda Önümüzdeki süreçte bir tartışma, değerlendirme, eleştiriözeleştiri süreci programlayacağız. Tüm kitlemizin içinde yer aldığı bir tartışma olacak. Bu tartışmalara başlarken öncelikle yazılı hale getirdiğimiz birikimi yeniden okumak, irdelemek, kavramak durumundayız. Tutsaklığa yüklediğimiz misyon, tutsaklık koşullarında mücadeleyi ele alış tarzımız, kadrolaşmaya bakışımız yeniden ele alınıp kavranmalıdır. Bu kapsamda temel alacağımız belgeler, Rapor ve Kararlar'da alanımıza ilişkin yapılan değerlendirme ve tespitlerle, "Direneceğiz, Savaşacağız, Kazanacağız" ismiyle kaleme alman, alanımızı hemen tüm yönleriyle değerlendiren yazımız olmalı. Yani 1995 yılına gelindiğinde nasıl bir değerlendirme yapılmıştı, nasıl sonuçlar çıkartılmıştı ve tutsak- FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE lığa bakışımıza ilişkin hangi tespitler yapılmıştı ve o günden bugüne neler yaptık? Özgür tutsaklığın evrensel boyutta bir değer olduğunu söylüyoruz. Bu ne anlama geliyordu? Tutsaklığı ne dört duvar edebiyatıyla siyasi içeriğinden ayrı ele aldık, ne de ne de siyasal içeriğini darlaştırdık. İkinci olarak '95'te tespit ettiklerimizi ne oranda hayata geçirebildiğimizi tartışmalıyız. Direniş, eğitim, yaşam bir butundur. Bir yanda biz bunları bütünlüklü ele alır ve daha da zenginleşen bir pratiği örgütlerken, diğer yandan düşmanın politikalarında da farklılıklar meydana geldi. Sindirme ve ezme politikası katliamcılıkla şekillendi. Psikolojik savaş boyutlandı. Baskılar sadece tutsaklara yönelik olmaktan çıkıp, tutsak yakınlarını da hedef aldı. Yani '95'ten bu yana geçen süreci tüm yönleriyle değerlendirmeliyiz. Bu iki kapsamda geçmiş sürecin değerlendirilmesinin ardından bugünkü mevcut durumu ele almalıyız. Bu konu da hiçbir abartıya düşmeden, gerçeği tüm açıklığıyla ortaya çıkartmak durumundayız. Bunu sağlıklı bir şekilde yaptığımızda yarattığımız değerleri de, başaramadıklarımızı da, eksikliklerimizi de, tek tek birimlerde yaşanan çarpıklıkları da görmüş olacağız. Gerek yaşanan sürecin değerlendirilmesi, gerek mevcut durumun ortaya çıkartılmasıyla, bundan sonrasına ilişkin neler yapmamız gerektiği de belirlenecektir. Sürecin geçmişten bugüne, bugünü de kapsar tarzda değerlendirilmesi doğal olarak tek tek insanlarımızın da bu süreçteki yerleri yanıyla kendilerini ortaya koymalarını, devrimci bir sorgulamaya, eleştiri-özeleştiriye tabi tutmalarını gerektiriyor. Yalnız eleştiri-özeleştirilerde dikkat edilmesi gereken konu, düz, mekanik, sekter ve sonuç almayan tarzdan uzak durulmasıdır. Olumluluklar, olumsuzluklar, geçirilen süreç, yaşananlar, yetişme koşulları, devrimci eğitim düzeyi vb. vb. ele alınmadan yapılan eleştiri-özeleştirilerde ya adaletsiz değerlendirmeler ortaya çıkacak ya da basmakalıp, vur deyince öldüren bir tarz hakim olacaktır. Bu yaklaşım doğru değildir. Bu sürecin belli bir programı, süresi, hedefleri ve sonuçlan olacaktır. Hedefimiz tutsaklık koşullarında mücadeleyi daha iradi ele aldığımız, daha gelişkin bir kadrolaşma, daha güçlü bir merkezilik yarattığımız, yaşanan çarpıklıklann giderilerek Özgür Tutsaklığı tüm birimlerimizde hakim kıldığımız bir alan yaratmaktır. Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi Tutsakları

17 10 OCAK 1998 HAPİSHANELER 17 KURTULUŞ HAPİSHANELERDE DÜŞMANIN BAĞIMSIZLAŞTIRMA POLİTİKASI Düşman işkencehanelerde devrimci tutsağı halkına, partisine ihanet etmeye, "pişmanlık" getirmeye zorlar. Bir yandan da devrimcilerin bulunduğu örgütlü yaşam içerisinde bulunmamasını sağlamaya çalışır. Düşmanın fiili olarak başlattığı teslim alma politikası görüldüğü gibi salt hapishanede başlamaz. Düşman esas olarak teslim almayı hedeflediğinde inançsız bir insan yaratmayı ve kendi düzenine zarar vermeyecek bir hale getirmeyi istemektedir. Bunu başaramadığında ise en azından kişinin kafasında "acaba" sorularını bırakmak ister. Bunun içinde bir yandan psikolojik saldırıları yöntemleri dener. Daha net ifadeyle inançsızlığı, kendini düşünmesini, devrimin boş bir hayal olduğu propagandasını yaparak kişide yaptıklarından pişmanlık duyacak bir noktayı hedefler. Savaş "İki iradenin çarpışmasıdır" veya politikanın başka araçlarla yürütülmesidir, deyimi savaş gerçeğinin yalın bir ifade ile anlatımıdır. Emperyalizm ve oligarşiye karşı sürdürdüğümüz savaşta doğal olarak egemen güçlerin elinde bulundurduğu teknik imkan ve olanaklardan yoksun fakat devrime inanç ve kararlılıkta şekillenen irade gücüne sahibiz. Bu güçle her türlü bedeli göze alarak mücadelemizi, vatanımızı emperyalizmin ve işbirlikçilerinin elinden çekip alıncaya dek sürdüreceğiz. Doğal olarak mücadelemizin zorunlu bir durağı ve bedel ödenmesi gereken bir mevzi de hapishanelerdir. Savaşın biçimi değişmesine karşın muhtevası aynıdır. Savaş bu zorunlu durakta da sürdürülecektir. Düşman, bizleri tutsak alıp hapsetmiş, düşüncelerimizden, davamızdan, devrime olan İnancımızdan, vatan sevgimizden vazgeçmemiz için her türlü baskı ve zor yöntemine başvurmuştur. Kendi iktidarı varoldukça yeni yöntemler uygulamaktan vazgeçmeyecektir, geçmezde... Düşman, devrimcileri tutsak alırken, hedeflediği teslim almaktır. Çünkü, çok iyi biliyorki devrimcileri teslim alırsa halkıda teslim alacaktır. Düşmanın teslim alma politikasını bozan devrimci tutsakların özgür vatana ve halka duydukları güven devrime olan inançlarıdır. Bu da özgür tutsak kişiliğinin somutluğudur. Bu yazımızda ağırlıkla düşmanın teslim alma politikalarından biri olan bağımsızlaştırma politikası üzerinde duracağız. Bilindiği gibi düşmanın teslim alma yöntem ve uygulamalarından birisi de bağımsızlaştırmadır. Bağımsızlaştırma, hainleşme potansiyelinin yoğun yaşandığı bir statü olduğundan düşman bu politikayı ısrarlı ve kararlı bir biçimde uygulamaktadır, Tabi ki hu politika tek başına düşmanın "ben bu politikayı uygulayacağım" demesiyle olmaz. Kendini devrimci ortamda yenilemeyen, inançsızlığı düzen özlemleriyle perçinleyenler, devrime inançsız olanlar, kendine güvensiz, bunalımlı ve yılgın tipler bu politikanın aletidir, öznesidirler. Düşmanın geliştirdiği ideolojik, psikolojik, fiziki, kültürel saldırıları ilk olarak bu unsurlarda etkili olmakta, bazen bu sürece yayılıp uzun bir dönemi kapsamaktadır. Kendini yenilemeyen, düzen özlemleriyle beslenen, yaşam tarzını dünyasında kuran, yaşamda uyum sağlamayanlar, devrimci barutunu tüketenler belli bir süre sona "inancım zayıfladı", "tükendim, bittim", "kafamı dinlemek istiyorum" vb. söylemlerle karşımıza çıkmaktadır. Bu yaklaşımın samimiyeti ise ayrı bir konu. Kısacası ortaya çıkan bu sonuç düşmanın yürüttüğü geniş anlamıyla saldırılarının neden olduğu sonuçlardır. Bu ruh halinin sonucu hainleşme olabileceği gibi teslimiyetin ilk durağı olan bağımsızlaşma ile sonuçlanabilmektedir. Bugün düşmanın en fazla sonuç aldığı noktada budur. Kişiyi bu noktaya savuran şeyin kişinin yaşamında aranması daha gerçekçi bir değerlendirme ortaya çıkartacaktır. - Teslim Alma Politikasında Bir Durak: Bağımsızlaştırma Kişinin bağımsızlaşması veya hainleşmesi birden bire ortaya çıkan bir durum değildir. Hainleşmiş ya da bağımsızlaşan unsurların durumlarını incelediğimizde bu gerçeği daha açık görebiliriz. Bağımsız olma ve hain olma arasındaki ayrımı net olarak yapabilmek, objektif olarak yapılanların denk düştüğü noktayı belirleyip, değerlendirmekle mümkündür. Bir anlamıyla hainleşme son noktanın konulmasıdır. Giderek gelişen sınıf mücadelesinde kitleselleşerek yerini alan bir halk hareketi içerisinde sosyal-sınıfsal katmanlar ve buna bağlı olarak çeşitli özelliklere, kültürlere sahip insanların yeralması kaçınılmazdır ve her zaman olacaktır. Bu devrim için yola çıkmış her halk hareketinin doğasıdır. Hele ki ülkemiz halklarının içinde bulunduğu gerçeklik gözönüne alınıp değerlendirildiğinde bu gerçek, kimsenin kaçamayacağı bir olgudur. Çeşitli kültürel, sınıfsal, sosyal özellikleri barındıran halk kitleleri düzenin tüm etkilerini etkişimlerini ister istemez devrimci hareketin içerisine taşıyacaklardır. Bu unsurların gelişmesi, değişip dönüşmesi süreç sorunudur. Henüz siyasal bilincin davranışlara yön vermediği kişilerin ideolojiyi Özümsemesinden ideolojik sağlamlılıkla donanmasından bahsedenleyiz. Süreçle birlikte tanıma, kavrama, bilince çıkarma gibi temel yönler kazanıldığında siyasallaşmadan bahsedebiliriz. Bu özellikleri donanma, salt ağızın İyi laf yapması veya M-L'yi teorik olarak yalayıp yutması anlamında değerlendirmemek gerekir. Sorun MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM devrime, partisine güvenme, yürekten bağlanma vatanı özgürleştirme sorunudur. Kendini yenilemeyen, bir ayağı devrimde bir ayağı düzende olan tiplerin vatanı özgürleştirme gibi bir sorununun olduğunu söyleyemeyiz. Niyet olarak halktan her insan devrimi ister. Kendisini sunmayan, değiştirmeyen, dönüşmek istemeyenlerin ayak direyenlerin devrimi istediğini söyleyebilir miyiz? Devrimci hareket içerisinde ideolojiyi özümsemeyenlerin, sosyal ve kültürel anlamda yenilemeyenlerin bu yüzden de hem düzende, hem devrimde olanların şekillendiği çarpıklık, kendince yarattığı sorunlar ve açık olamamanın getirdiği birikimler vb. nedenlerden dolayı her an yalpalamaya, sallantıda olmaya hazır bir çizgide yeralırlar. Düşmanın kendi potasına alıp eriteceği kişilikler; kendine, partisine, devrime güvensiz, iradesi zayıf, tek başına kaldığında şaşkın, düşman saldırıları karşısında yılgınlaşan, devrimci disiplin ve örgütsel ilişkiler içerisinde devrimci bir çizgide yeralmayıp bunalımlı biri haline bürünen, giderek silikleşen, yaratıcılığı körelmiş, düzen yaşantısı ve zaafları ağır basan kişiliklerdir. Bağımsızlaştırma, düşmanın hapishanelerde en fazla çaba harcadığı politikalardan biridir. Özünde teslim alma politikası olan bağımsızlaştırma, hapishaneyle sınırlı bir süreç değildir. Nasıl ki, kişinin devrim saflarından kopması birdenbire olmuyorsa düşmanın teslim alma politikaları da birden bire sonuç vermemektedir. - Bağımsızlaşmaya Giden Yol Düşman işkencehanelerde devrimci tutsağı halkına, partisine

18 KURTULUŞ 18 HAPİSHANELER 10 Ocak 1998 ihanet etmeye, "pişmanlık" getirmeye zorlar. Bir yandan da devrimcilerin bulunduğu örgütlü yaşam içerisinde bulunmamasını sağlamaya çalışır. Düşmanın fiili olarak başlattığı teslim alma politikası görüldüğü gibi salt hapishanede başlamaz. Düşman esas olarak teslim almayı hedeflediğinde inançsız bir insan yaratmayı ve kendi düzenine zarar vermeyecek bir hale getirmeyi istemektedir. Bunu başaramadığında ise en azından kişinin kafasında "acaba" sorulanın bırakmak ister. Bunun İçinde bir yandan psikolojik saldırıları yöntemleri dener. Daha net ifadeyle inançsızlığı, kendini düşünmesini, devrimin boş bir hayal olduğu propagandasını yaparak kişide yaptıklarından pişmanlık duyacak bir noktayı hedefler. Bazen bu açıktan olduğu gibi bazende "gizli pişmanlık" şekillenen bir durumdur bu. Gizli pişmanlık gösterenlerinde özünde devrime İnançsız, kendini yenilemeyen, iç devrimini devrimci dinamiklerini güçlü olmadığından yapamayanlar devrimci ortamda hasbel kader yaşamı sürdürmekte ve düşmanın saldırılarının sonuçları İse uzun sürece yayılabilmektedir. Bu sonuç hapishanede bağımsızlaşma olduğu gibi dışarıda mücadeleyi bırakma, devrim saflarından bilinçli olarak ayrılma ve safin belirlenmesidir. Devrime inanmayanların, ideolojik sağlamlılığı donanamayanların gerçek yüzleri bedel ödenen dönemlerde açığa çıkar. Gizli olan yüzler bu dönemlerde İç çatışmaları daha hızlı başlatır. Adeta içinde fırtınalar kopar. Ama belli etmemeye çalışır. Ne kadar çabalasada yaşama yansır. Bu insanlar bencilleşir, düşünce sistematiği bireyci bir yaşamla yoğiulur, en ufak sorunlarda daha hak-hukuk diye feryat etmeye başlar. Adeta son noktayı koymak için neden arar. Gerçekte aradığı devrimci yaşam tarzı değil kendi dünyasıdır. Bencilliği öyle bir noktaya varır ki, silikleşir ve bunalımlı yaşar. Bu ruh halini dayatır. Devrimci ortamdan gitmenin zeminlerini hazırlar. Bağımsızların bulunduğu mekana gitmek ister. O mekanda kimse kimseye karışmamakta istediği gibi hareket etmekte, düşmanın belirlediği statü dışına çıkmadığı sürece herhangi bir fiziki yönelim ve baskı olmadığından bireyci yaşamına uygundur. Ve bunda nettir. Düşman bu unsurlara karşı gayet yumuşaktır. Kişiden daha önce yaşadığı mekandan devrimciler hakkında bilgi almak ister. Birçok hapishanede bu yöntem ve yönelimler sürece devrimcilerin etkinliğine ve denetimine göre değişebilmekte. Bir tarafta baskı kurarak bilgi elde etmek isterken başka bir tarafta herhangi bir yönelime girmemektedir. Düşmanın her zaman istediği ise bağımsızlaşan kişinin geldiği yer hakkında bilgi almaktır. Düşman bu unsurlardan istediğini elde ettiği sürece bir kısım düzeltmeler ve imkanlar sağlamaktadır. Bu anlamıyla bu mekanlar he zaman için şaibeli alanlardır. Devrimcilerde bu açıdan dikkat etmeli, tedbir ve önlemlerini alana uygun bir şekilde Önceden düşünmelidir. - Bağımsızlar Nasıl Yaşar? Bağımsızlar koğuşunda iki ayrı kişilik tipi vardır. Bunlardan birincisi; Devrimci ortamda bulamadığını, elde edemediğini, hayata geçiremediğini vs. düzen özlemlerini bağımsızlar koğuşunda hayata geçirmek isteyen hemencecik buna uğraşan, ikincisi; ruh hali karmaşık olup, neyi nasıl yapacağını bilemeyen, ayrılmış olmasına karşın tereddüt yaşayan; kendini sorgulamaktan kaçamayan ve bu ruh haliyle devrimci yayınları takip etmekte olan sık sık partisine güven duyduğunu ifade eden fakat bu süreci pratiğe dökecek kadar gücü kendinde bulamayanlar olarak belirleyebileceğimiz kategoriler vardır. Birinci tip kişiliklerin yaşam tarzı, halkın olumlu tüm değerlerinden her geçen gün uzaklaşan, yabancılaşan, yoz ve kozmopolitik bir şekilde sürdürmektedir. Yaşadığı kimlik bunalımı, bunalımlı bir ruh ne yaptığını bilmeyen çarpık kültürel şekilleniş, ne idüğü belirsiz sapkın ideolojik yönelimlerle kişilik bunalımına giren ve bunu giyiminden dinlediği müziğe, konuşmasından yemek yemesine oturup kalkmasına, "özgürlük" adına istediği davranışlara kadar sinen bir yaşam tarzıyla hayata geçiren tiplerdir. Bu kişilik yapıları bağımsızlar koğuşuna geldiği andan itibaren kendi içinde de birçok şeyi tekrar sorgular. Ve bunun olumlu bir sonucu yoktur. Devrimci yaşam tarzına küfreder. Devrimciliği, adaleti, partiyi, devrimi sorgular. Bu sorgulamayı ise kendi kafasında istediği tarzda geliştirdiği, kendini haklı çıkaran, "ben haklıydım" anlayışıyla yapar. Ve güçlü barikatlarla düzen özlemleri ve yaşam tarzını güçlendirir. Bir sürü ucube sonuç çıkarır. Çıkardığı sonuçların tümü oligarşinin kontrgerilla kaynaklı antipropagandalarından etkilenmelerinin bir sonucudur. Düşmanın yaptığı anti-propaganda bu sapkın kişiliklerin kafasında bireyci, yoz yaşamla birleşir. Bu kişilik yapılarında bir diğer ayırdedici özellikte muhbirleşmeye, işbirlikçiliğe açık kişiler olması karşı devrim potansiyelinin objektif ve sübjektif olarak taşınmasıdır. Devrimci ortamda bulunup, ama düzen özlemleriyle yanıp tutuşan ve değişip dönüşmeye ayak direyen, verilen emeği hor gören kişiler devrimci ortamın kollektif yönünden nasibini almak yerine biran önce bağımsız ortama gidip "rahat" yaşamayı düşünür. Rahat dediği yaşam ise bir kalıp kokulu sabun, istediği kadar sigara içmek, şampuan ve parfüm kullanma, istediği gibi yatıp istediği gibi kalkma, istediğince yiyip içme... kısacası bencil yaşamla sınırlıdır. Ama bağımsız ortama gittiğinde bu özlemleri ancak üç-dört ay sürer. Yukarıda saydıklarımız da artık cazibesini kaybedip hevesi bitince bıkkınlık yaratır ve bu yaşam bunalımı tekrar başlar. Tekrarlanır. Bu anda kendini sorgulayabilirse, eksildiğini, bencil yaşamın hevesli ve cezbeden yanlarının olumsuzluklarını görürse olumlu bir noktaya varabilir. Ama sorgulama yapma güçsüzlüğünü gösterirse gittikçe olumsuzlaşır ve batar. Kimlik bunalımından kaynakb kişilik arayışı bu tiplerin yaşamında ilk göze çarpan yanlardır. Bu ise bağımsızlar koğuşunda ideolojik keşmekeş ne idiğü belirsiz sapkın akımlar (anarşizm, özgür birey, troçkizm, neo-liberalizm, postmodernizm, postmarksizm, anti- Stalinizm, anti-sosyalizm, vb...) boy verir. İlk göze çarpan bir diğer şey kültürel yozlaşmadır. Bir köşede saç sakal birbirine karışmış bir tip, bir diğer yerde donla gezeni, bir diğer tarafta yırtık pantolonla ilginç, alışılmadık giyim tarzı ve üslubu ile dolaşan ve anormal hareketler yapanı... Bunlar sadece birkaç örnek. Bu tarzda gelişen kültürel yozlaşmaya eklenebilecek diğer ve önemli bir noktada ahlaki sapkınlıklar, içki yapımı vb. ahlaki rezilliklerdir. Sonuç ise, sosyal bunalımdır ki, müthiş bir bireycilik, egoizm, asosyallik, hırçınlık, insanlardan kaçma, içe kapanıklık, hazımsızlık, çekememe, vb. olgulardır. Bağımsızlar koğuşundaki yaşamda eksik olmayan koğuş sakinlerincede kanıksanan kavga, dalaşma yaşamın bir parçasıdır adeta. Bunlar bazen birbirlerine zarar vermeyen münakaşalar, bazende ölümüne saldırganlıklarda olabilmektedir. Bu tarz bir yaşamdan da bunun aksi beklenemez. Ve ortamın sakinleştirilmesi bu kişilerce idare tarafından sağlanması istenilmektedir. Bu ya başka bir hapishaneye sevk ya da başka bir bağımsızlar koğuşuna geçme olarak gelişmektedir. Kısacası, hapishanede bulunan bu kişilikler ideolojik, kültürel, sosyal ve her boyutuyla düşmanı yaşamaktadırlar. Bunalımlı anormal bu kişilikler yatacakları yıllan düşündükçe bu düşünce içerisinden çıkmadıkça pişmanlık yasasından yararlanma, işbirlikçilik, muhbirlik gibi sonuçlan da beraberinde getirebilmektedir. Bu kişinin durumuna bağlı olarak bazen "iyi" yaşamak için bazende bir an önce dışanya çıkmak için yapılabilmektedir. Böylesi bir durumda dikkate alındığında bu kişilik tiplerinin giremeyecekleri kılıf, işlemeyecekleri suç yoktur. Devrimci tutsaklar bulundukları hapishanelerde bu türden oluşturulacak statüye izin vermemeli, böyle bir statü varsa bile devrimci denetimi ve güvenliği sağlayacak tedbirleri geliştirmeli, düşmanın FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE buraya yönelik her hareketini incelemeli, denetimi düşmana kaptırmamalıdır. Bağımsız koğuşunda ikinci kişilik tipi olarak adlandırdığımız örgütlü yapı içerisinden ayrılarak bağımsızlar koğuşuna geçen, halka tümüyle yabancılaşmayan fakat devrimci saflara dönebilecek, devrimci dinamikleri barındırabilecek olanlardır. Bu kişileride düşman yukarıda anlattığımız kişilerin ortamında bir tutmaktadır. Bu kişilerin ayrılışlarının niteliği ve gelişen süreç gözönüne alınıp kazanılma perspektifi varsa dialog elden bırakılmamalıdır. Çünkü bu kişilerin devrimci örgütten ayrılmış olması ve yaşadığı kanşık durum nasıl davranacağını bilememe vardır. Kendini sorgulamaktan kaçınmak İstesede kaçamayan ve kendini sorgulayan ve bu ruh hali içerisinde yayınlarımızı takip etme, eğitim programlan oluşturma, düzenli yaşam çabası, örgütle girdiği ilişkilerde sık sık güvenini ifade etmesi vb. Tabii ki güvenini ifade etmesi geldiği aşama açısından samimi olarak değerlendirme konusu olamaz. Samimiyet pratikte yaşandıkça somutluk kazanacak bir davranış tarzıdır. Bu kişilere yaklaşımlar her ne kadar ayrılmış olsa da eğitim ve eğiticilik temelinde olmalı, içinde bulunduğu statünün devrim ve devrimciler cephesine verdiği zararlar kavratılmalıdır. Temel yaklaşım bu evrede dahi düşmanın kucağına itmemedir. Bizim asıl olarak ilgileneceğimiz devrim safına dönebilecek potansiyeli olanlardır. Bu noktada da daha ince eleyip sık dokumak gereklidir. En küçük ayrıntıya değin değerlendirilmeli, izlenecek yol buna göre belirlenmelidir. Kısacası yönelimimiz kişiyi devrim cephesinde tutmaktır. Bu cephede kalabümenin koşullarını ve çözüm yollarını devrimci temel üzerinde yaratmaktır. Sonuç olarak, özgür tutsaklara düşen görev düşmanın bu saldırıları karşısında yaşamı baştan sona planlıprogramlı, devrimci yönelimler temelinde şekillendirmektir. Düşmanın saldırıları karşısında devrimci uyanıklık geliştirilmelidir. Bu yaşam biçiminden, yönetim biçimine, ruh halinden insan ilişkilerine kadar devrimci temel üzerinde yükselmelidir. "Zayıf" kişilikleri böyle güçlendirecek, devrimci kişilikleri de böyle sağlamlaştıracağız. Derimci politika pratikte yaşam buldukça düşmanın teslim alma politikaları bozulacaktır,etki sahası daralacaktır. Düşmanın hapishanelerdeki sıkıntısı örgütlü yaşam, korkusu ise ortak bir ruh ve davranış tarzının yaratılmış olmasıdır. Bu korkuyu daha da büyüteceğiz...*

19 10 Ocak 1998 PERSPEKTİF 19 KURTULUŞ İNSANLARIMIZI TANIMALIYIZ İnsan bilmediği, tanımadığı hiçbir şey hakkında fikir yürütemez. Görevi kapsamına giren olayları, araçları, kişileri, yeterince araştırmadığı, öğrenmediği sürece de istediği sonucu elde edemez. Örneğin, bir doktor hastasını iyice muayene etmeden, doğru bir teşhis koymadan doğru tedavi uygulayabilir mi? Elbette yapamaz. Muayenesiz, teşhissiz, tahlilsiz birşey yapmaya kalktığında ise ya hastayı iyileştiremeyecek ya da yanlış tedavi uyguladığından hiç istenilmeyen sonuçlar alarak, hastayı daha kötü bir duruma sokacaktır. Yani aslında her mesleğin, her işin özünde tanımak, anlamak ve ona göre bir yol izlemek gereği vardır. Mesleğimiz devrimcilik olunca da tanımak, anlamak, öğrenmek esas işimiz oluyor diyebiliriz. Uzun yıllar devrimci mücadele içinde olan yoldaşlarımızdan biliriz, insan sarrafı olmuşlardır. Birçok İnsanla tanışmış, çalışmış ve deneyimler kazanmışlardır. Bizler de bu işin sırrını, yöntemini öğrenmek ve giderek bu deneyimleri kazanmak durumu ndayız. Niçin bu deneyimi hepimiz kazanmalıyız, bu özelliği kazanmanın önemi nedir? Çünkü böylesi bir özelliğe sahip olmadan ne tam iyi bir örgütçü olabilir, insanları örgütleyebilir, ne de kadrolaştırmayı gerçekleştirebiliriz. Saflarımıza giren bir insanın özelliklerini ne kadar iyi kavrarsak, onu geliştirmemiz o kadar kolay olur; kadrolaşmasına yönelik uygulayacağımız program o kadar isabetli ve sonuç alıcı olur. İnsanlarımızı yeterince tanımazsak bu bizi yanılgılara, şaşkınlıklara ve sonuçta hatalara götürür. Örneğin Parti bir işin yapılması için talimat verir. Biz de talimatı yerine getirmek için birini görevlendiririz. O kişiye kesinlikle bu işi yapar gözüyle bakarız. Ama sonuca baktığımızda verdiğimiz görevin İstediğimiz gibi yerine getirilmediğini görürüz. Bu durumda Parti'nin enerjisini, zamanını kaybettirmiş, en önemlisi de Parti talimatını yerine getirmemiş oluruz. İşte bizi bu duruma düşüren, insanlar hakkında yaptığımız yanlış değerlendirmelerdir. Yani yeterince tanımamamızdır. İnsan tanımanın hazır bir reçetesi yoktur. Ama dikkat etmemiz gereken belli başlı noktalar belirtilebilir: Örneğin insanların dünyasına girmek, psikolojisini anlamak, pratiğine bakmak, yaşamlarını paylaşmak, sorunlarını bilmek, sıkı bir denetim kurmak, ve bunların sonucunda da doğru, sağlıklı çözümlemeler yapmak gibi... Biz en azından bunları yerine getirmeye çalışır ve bu doğrultuda çaba sarfedetsek, tanımamadan kaynaklı olumsuz sonuçlarla daha az karşılaşırız. Bir insanı tanımanın o insanın psikolojisini, ruh halini anlamaktan geçtiğini düşündüğümüzde, bir psikolog titizliğine ve insan kavrama yeteneğine de sahip olmalıdır devrimciler. Bir insanın nerede, nasıl davranacağını, nasıl düşüneceğini, neler hissedeceğini, hangi olaylara hangi tepkiyi gösterebileceğini ancak o insanın psikolojisini anlarsak çözebiliriz. Yaşanan acı bir olay karşısında "o şöyle şöyle davranır" diyebilmek önemlidir. Ya da çoğu kez şu olay karşısında panikler, şu sorun moralini bozar vb. değerlendirmeler yapmak durumunda kalırız. Böylesi değerlendirmeleri sağlıklı bir şekilde yapmak için ise öncesinden o insanın ruh haline, duygularına, düşüncelerine de girebilmemiz gereklidir. İnsanların olaylar karşısındaki tavrı, yaklaşımı bize bu konuda yeterli bilgiyi verir. "Bir psikolog gibi olabilmeyi" gözümüzde büyütmemeliyiz; bunun için özel bir eğitimden çok, yoldaşlarımız üzerinde kafa yormak, emek vermek, dikkatli bir gözlemci olmak, ayrıntıları yakalayabilmek ve paylaşım temel önemdedir. Bunlar bizi bu konuda yetkinleştirecektir. Hatta bazen çok küçük ayrıntılar bir fikir edinmemizi sağlar. Örneğin polis gördüğünde heyecanlanan birini düşünün. Böyle bir izlenimimiz varsa bu durumu biraz daha iyi gözlemleyerek arkadaşın çeşitli korkular taşıdığını ortaya çıkartabiliriz. Ya da evde ailesinin yaşadığı bir sorun karşısında aşan ölçüde morali bozulup etkilenen bir arkadaşımızın tavrı bizi düşündürebilir. Yarın bir gün evden ayrılması gerektiğinde buna hazır olabilecek midir? Ya da sık sık morali bozulup, küsüp kenara çekilmeler neyin ürünüdürler? Ya da sabırsız birisine oturup bekleyeceksin denildiğinde oturup bekleyebilecek midir? Ya da küçük de olsa söylenen bir yalan, konuşurken kişinin bizden gözünü kaçırması, çelişkili şeyler söylemesi, söylenilenleri unutması, yerli yersiz sorular sorması, aşırı meraklı olması, gereksiz yere harcamalar yapması, yediğine, içtiğine, giydiğine dikkat etmemesi, sürekli hastalıklardan şikayetçi olması, verilen görev karşısında gösterdiği olumlu, olumsuz bir tepki, yüzünde oluşan ifade ya da mimik veya en basit bir olayda bile inisiyatif koyamayan, kararsızlık gösteren bir arkadaşımızın farklı bir durumda nasıl müdahaleci olabileceği, nasıl hızlı karar alıp uygulayabileceği, işte bütün bunlar bizi düşündürmelidir. Daha sayılabilecek onlarca davranış insanların ruh halini anlamamıza yardımcı olur. İnsanlar hakkında bu tip olumlu olumsuz gözlemler, yapacağımız değerlendirmelerin daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır. PRATİK KİŞİNİN AYNASIDIR İnsanların kendisini anlatmasına izin vermeliyiz. Kendini, düşüncelerini ifade edebileceği zeminler sunmalıyız. Bu ilk adımda o insan hakkında belli bir fikir edinmemizi sağlar. Böyle bir izlenim edinmek elbette onun kişiliğini tam olarak tanımış olmak değildir. Çünkü söylenenler pratikte sınanmadığı sürece bir anlam ifade etmez. İnsan tanımada bize en geniş imkanı pratik sunar. Halkımız boşuna "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" dememiştir. Önemli olan insanların söylediklerini hataya geçirmesidir. Hayata geçirilmeyen ya da tutulmayan hiçbir sözün anlamı yoktur. Düşünmek gerekir; bu insan acaba nasıl biridir, söyledikleri acaba bizi etkilemek için mi söylenmiştir, anlık, geçici bir motivasyonun sonucu mudur?.. Bütün bunların anlaşılacağı yer pratiktir. Elbette pratik deyince bu yalnızca "eylem"den ibaret değildir; örgütsel faaliyetin ve devrimci yaşamımızın bütününü kapsayan bir pratikten sözediyoruz. Bir insanın ne kadar disiplinli olduğunu, ne kadar yaratıcı olduğunu, görevine dört elle sarılıp sarılmadığını, verilen işe ne kadar kafa yorduğunu, örgütlemedeki başarısını, emir talimatları nasıl yerine getireceğini, coşkularını, inancını, moral gücünü ya da güçsüzlüğünü bize hep pratik gösterir. İnsanların Örgütsel mekanizma içinde ilişkilere yaklaşımlarında da kişilik özelliklerini görebiliriz. Alt ilişkilerine karşı ne kadar geliştirici olabiliyor, ne kadar eğitiyor, kollektivizmi nasıl hayata geçiriyor? Amir-memur ilişkisi mi yürütüyor, sekter yaklaşımlarla gelişiminin önünde engel mi oluyor, liberal mi yaklaşıyor, hava mı atıyor, paylaşımcılığı, mütevaziliği, davranışlarıyla örnek olabiliyor mu, her türden ihtiyacına cevap verebiliyor mu? Yine üst ilişkilerine karşı öğrenmesini bilen, yerini bilen, MÜCADELE KOMİTELERİ'Nİ KURALIM bilgi ve tecrübeye değer veren saygılı, eleştiri-özeleştiri mekanizmasıyla üstünü de geliştiren olabiliyor mu? Pratikte tanımak, bunları en geniş biçimde gözleyebilmek ise temel olarak ancak kollektivizm ve denetimle mümkündür. Bunların hepsini anlamak, görebilmek için insanlarla 24 saat birlikte olmamız gerekmiyor. Kaldı ki hiçbir zaman her insanla 24 saati birarada geçirmek de mümkün değildir. Ancak denetim konusunda çeşitli yöntemler geliştirilebiliriz. Asıl olarak başvuracağımız yöntemlerimiz; görüşmeler, kollektif toplantılar, eleştiri-özeleştiri toplantıları, rapor sistemi ve çeşitli biçimlerde ortak mekanları paylaşmaktır. İmkan oldukça birlikteliği en geniş zamana yaymalıyız. Bunun imkanlarını zorlamalıyız. Özellikle, sorumlu, yönetici insanlar, mutlaka altlarındaki insanlarla evlerinde, işyerlerinde birlikte olmanın, onları kendi ortamları içinde tanıyabilmenin koşullarını yaratmalı, bu şekilde paylaşabileceği bir zamanı başka şeylere ayırmamalıdır. Ama öte yandan en sınırlı ilişki koşullarında bile "tanıma"nın yollarını, yöntemlerini de geliştirmeliyiz. Görüşme imkanlarının olması insanların bütün yaşamına hakim olacağımız anlamına gelmez. Ancak bize kişiyi tanımak açısından yine de önemli imkanlar sunar. Böylesi görüşmeleri olabildiğince iyi değerlendirmek, bahsettiğimiz noktalan bu sınırlı İlişki içinde gözlemleyebilmek durumundayız. Birebir görüşmeler yalnız bilgilendirmeye, haberleşmeye hizmet etmez. Yoğunlaşıldığında, sorgulayıcı düşünüldüğünde kadroları tanımanın anahtarıdır. Sabo'nun çalışma biçimi bu konuda da örnektir. Geçmişte Sabo'yla çalışan bir yoldaşımız bu konuda şöyle örnek veriyor, İnsanlarla birebir görüşmeleri yürütüyor ve bunları Sabo'ya aktarabiliyordum. İnsanların yazdığı raporları da götürüyordum. Bir insan hakkında oldukça olumlu sayılabilecek değerlendirmeler yapmıştım. O sıralar değerlendirme yaptığım insanın bir raporu geldi. Sabo raporu okudu ve bu insan hakkında nasıl böyle bir değerlendirme yaptığımı bu insanın ruh halinin iyi olmadığını, hatta mücadeleyi bırakabileceğini söyledi. Şaşırmıştım. Bir süre sonra Sabo'nun dediği çıktı. Ve o İnsan mücadeleyi bırakmak istediğini söyledi." Parti önderliğini düşünelim. Birebir görmese de Parti-Cephe çatısı

20 KURTULUŞ 20 PERSPEKTİF 10 Ocak 1998 altındaki yüzlerce kadrosunu, taraftarını, hatta kitle ilişkilerini her yönüyle tanır. Her insanı büyük bir isabetle çözümler, ayrı ayrı hepsinin sorunuyla ilgilenir, çözümler üretir, yol yöntem sunar. Hergün birlikte olan insanlarımız bazen birbirlerinin şu ya da bu konudaki tavrı karşısında "çok şaşırdığını" belirtirken, önderlik bu şaşkınlığı yaşamaz genellikle. Kuşkusuz bu ayrı bir ustalıktır. Yüzlere insanı tanımanın, yönetmenin, yönlendirmenin ustalığıdır. Bir önderlik tarzıdır. Bu tarzdan alabileceğimiz, çıkarabileceğimiz sonuçlar vardır: Bunun en başlıcaları, insanlar üzerinde emek vermektir, onları sevmek, güvenmek, yoldaşlık duygularıyla, halk sevgisiyle kucaklayabilmektir. Bu duygulan kendimizde somutlayabildiğimizde, artık daha içten ve geniş bir paylaşımı yaşayacağız demektir, ki bu da tanıma sorununu büyük ölçüde çözmek demektir. Elbette tanıma konusunda çeşitli araçları da değerlendireceğiz; hepsinden alınabilecek yanlar bulacağız. İlişkilerden zaman zaman alacağınız raporlar da bize o insan hakkında bilgiler sunar. Bilmediğimiz, duymadığımız yönlerini öğrenmemizi sağlar, onu tanımamıza yardımcı olur. Ya da örneğin, insanlarımız hakkında bölge halkının ya da çevresindeki halktan insanların bize ileteceği değerlendirme ve gözlemleri de dikkate almak gerekir. Halkımız çok iyi bir gözlemcidir ve onların gözlemlerinden faydalanmakta yarar vardır. HİÇBİR ŞEYİ MASUM GÖRMEMELİYİZ Bu gerçek Partimizin yıllardır yaşadığı deneyimlerden çıkardığı bir sonuçtur. Masum görmemeliyiz, çünkü, biz herşeye bilimsel olarak bakmak, neden-sonuç ilişkisiyle ele almak zorundayız. İnsanlarımızın takındıkları tavırların mutlaka nedenleri vardır. Bu yanıyla her davranışı gözlemlemek, yorumlamak ve maddi zeminini bulmak gerekir. Sadece anlatımlarla, verilen sözlerle yetinmek saflık olur. Bu, insanlara güvenmeyeceğimiz anlamına kesinlikle gelmez. Aksine ilişkilerimizin temeli olun güven, boş soyut şeyler değil, yine bilimsel temellere oturan bir güvendir. Örneğin; bir insana şuraya gitmeyeceksin, şu bölgeden geçmeyeceksin denir, ama bir bakarsınız ki gitme denen yere gidilmiştir. Kendisine sorulduğunda bize ya gerekçe getirilecek ya yanlış yaptığını kabul edecek, ya da davranışlarını inkar edecektir. Her üç durumda da sorgulanması gereken yan samimiyettir. Gitme denildiği halde gerekçe getiriyorsak, gerekçesi ne kadar haklı olsa da bile bile suç işlemiştir. Bir talimattan ne anlıyor, sorgulanması gerekir. Yanlışını kabulleniyorsa neden bu yanlışa düşmüştür? İnkar ediyorsa durum çok daha ciddidir. Çünkü yalan söylüyordur... Hele ki birden fazla tekrarlanan hatalarda masumiyet aramak, sorgulanmadan, düşünmeden üzerinden atlamak, çok daha büyük hatalara, bedellere neden olacaktır. Örneğin bir görev verildi ve şu kadar zamanda bitirilecek dendi, karşımızdaki insan verilen süre içinde aldığı görevi yerine getirmiyorsa düşünmeliyiz. Becerisi dışındaki etkenlerden mi kaynaklı, yapmak için ne kadar çaba harcamış, alternatif düşünmüş mü, görevini yerine getirmemenin eksikliğini duyuyor mu, özeleştiri veriyor mu? İşini yapmadığı halde rahat ve vurdum duymaz mı? Yoksa yapamadım diye onun rahatsızlığını, eksikliğini duyuyor, sonuçlar çıkarıyor mu? Sonuç olarak, insanları tanıma sorununu çözmemiz, bugünün temel sorunlarından biri olan kadrolaşmakadrolaştırma açısından son derece önemli ve gereklidir. İnsanlara ne çok saf, ne de çok güvensiz yaklaşacağız. Sadece sözlerle yetinmeyeceğiz. Söylediklerine pratiğine bakarak ikna olacak, kendini kanıtlamasını ve bu şekilde güven kazanmasını sağlayacağız. Çok çeşitli yol ve yöntemlerle denetimimizi sağlayacak ve bunu sürekli hale getireceğiz. Çok yönlü bakmasını bilecek, bunun sonucunda karşımızdaki insanın gelişiminde doğru taktikler belirleyeceğiz. İnsanlarımızı, yoldaşlarımızı gözlemlememizin amacı, onları mahkum etmek, eksikliklerini yakalamak değil, onları eğitmek, daha hızlı geliştirmektir. Gözlemlerimiz ve değerlendirmelerimiz ne kadar doğru ve yerinde olursa, insanların gelişimi de o denli hızlı olacak ve kadrolaşması sağlıklı bir süreç izleyecektir.* "ÇATI" HADEP İstanbul İl Başkanı Yardımcısı geçtiğimiz günlerde birlik konusunda bir soruya karşılık şunları söylüyordu: "Tüm sorunlara karşı bir çatı örgütlülüğünden yanayız. Bu noktada biz açık olduğumuzu ifade ediyoruz... Birbirimize güç ne destek vermek zorundayız... Biz olumsuzlukları tartışmaktan ziyade, bu olumsuzluklara karşı duruşu tartışmak zorundayız " Çatı örgütü Kürt ulusalcılarının uzun süredir kullandıkları bir kavram. Defalarca dile getirilmiş olmasına rağmen içi doldurulmamış bir biçimde tekrarlanıp durmaktadır. Bu çatının direkleri kimler olacak? Bu çatının altında kimler, nasıl yer alacak? Bunlar belirsizdir. HADEP 11 Başkanı Yardımcısı aynı demecinde diyor ki, "böylesi bir birlikteliğin geliştirilmesi konusundaki çabalan destekleyeceğiz, güç vereceğiz, kendimiz katılacağız..." Ne yazık ki, pratik böyle demiyor. Çatı örgütü denilince kastedilen, esas olarak demokratik muhalefetin birleştirilmesidir. Böyle bir gereklilik tartışılmayacak kadar açıktır. İşte örneğin iki yıl önce yazdığımız bir yazıdan kısa bir alıntı: "Bugün sendikalar, demokratik örgütler, memurlar, gecekondu halkı, gençlik, meslek grupları, yoksul köylüler, milliyetler ve çeşitli inanç toplulukları, işsizler hemen tüm halk kesimlerinin demokratik mücadelesinin örgütlenmesi ve bu mücadelenin tek merkezden yönlendirilmesi mücadelenin can alıcı bir sorunu haline gelmiştir." (M. Ali Baran, Kurtuluş, 17 Şubat 1996) Sorun bunun gerekliliğinin tespit edilmesi değildir. Bunu tek başına tekrarlayıp durmak, bir şey söylememekle eştir. Sorun, böyle bir birlikteliğin NEDEN GERÇEKLEŞMEDİĞİNİ tespit edip, NASIL GERÇEKLEŞEBİLECEĞİNİ ortaya koymaktır. Bu dün de böyleydi, bugün de aynıdır. İki yıl önce bu gerekliliği tespit ettiğimiz ve yukarıda bir alıntı aktardığımız yazının devamında ise işte bunlar vardı. "Demokratik Muhalefet Meclisi veya Demokratik Muhalefet Cephesi oluşturulmalıdır" deniyordu. Sonraki süreç içinde de öneri daha kapsamlı olarak şekillendirilmişti. Yaklaşık iki yıl önce ortaya koyduğumuz Demokratik Muhalefet Meclisi önerisi bu muhtevaya denk düşen en şekillenmiş öneridir. Ancak ne HA- DEP, ne de başkaları bu öneriye olumlu cevap vermemişlerdir. Demek ki, bu birlikteliğin muhtevasının "demokratik" bir nitelik taşımasının ötesinde sorun farklıdır. Bir kere farklı "çatı"lardan sözediyoruz. Demokratik Muhalefet Meclisi'nin çatısı tüm halk güçlerini kapsayacak genişliktedir ve bu çatının direkleri devrimci, demokratik tüm halk örgütlülükleridir; Demokratik Muhalefet Meclisi'nin temel direği, asıl dayanağı ise, kitlelerle bağı olmasıdır. Kürt ulusalcılarının çatısı ise HADEP- ÖDP-EMEP-SİP-DBP klasik beşlisinden öte FAŞİST TERÖRE KARŞI SAVUNMA VE değildir. Varsa yoksa HADEP-ÖDP-EMEP- SİP-DBP. (biraz daha "geniş" düşünüldüğünde bu birlikteliğe, KESK, DİSK ve TMMOB'un temsilciler düzeyindeki bürokratik katılımı da öngörülmektedir.) Peki böylesi bir çatının kurulması mümkün mü ve kurulursa ne olur? Bir kere bu çatının direklerinden önemli bir kısmı bir çatıyı ayakta tutabilecek güç ve iradeye sahip değillerdir zaten. İkincisi, bu çatının altında toplayabileceği kesimler daha baştan seçilen direklerden bellidir. Üçüncüsü, sözkonusu çatı örgütlenmesi anlayışı yalnızca temsilciler düzeyinde, yalnızca bürokratik şekillerde biraraya gelmeyi öngören, bundan öte bir ufka sahip olmayan yaklaşımlardır. Bu tür birliklerin ise artık ülkemizde nasıl ve nereye kadar bir işlev yüklenebileceği bellidir. Gelinen noktada sorun artık sol, sosyalist, devrimci sıfat ve iddiasını taşıyanlann birleştirilmesi de değildir. İddiası, sıfatı ne olursa olsun, demokratik mücadelenin muhtevasında, şekillenişinde açık, net bir hemfikirlik şarttır. Mesela bu bileşenler açısından ele alındığında, eğer düzene payanda olacak bir çatı örgütlülüğü düşünülmüyorsa MGK sendikacılığı, MGK solculuğu mahkum edilmeden, o birlik ne yapabilir? Hangi mücadelenin çatısı olabilir. Tüm demokratik muhalefeti birleştirecek bir örgütlenmenin gerekliliği çok açıktır. Bu muhalefetin birleşebileceği, pratik İş yapacağı zeminler de bellidir ve hazırdır. Ama mesele buna niyet var mı? Örneğin Halk Anayasası Taslağı bunun için adeta programatik bir zemindir. Ama bu çatı örgütünü önerenlerin, savunanların, "özgürlükler için birleşik mücadele" diyenlerin Halk Anayasası karşısındaki tavırları nedir? Tam bir duyarsızlık. Daha doğrusu yok sayma. Mesela, mahallelerde, işçilerde, memurlarda halkın düzenden rahatsızlık duyan, demokratik, sömürüsüz bir ülke İsteyen hemen her kesimi birleştirecek bir mücadeleyi örgütleyecek, kitlelerin iradesini, inisiyatifini, yaratıcılığını ortaya çıkaracak Meclislerde neden yer alınmaz? Çatı denilenin bir de tabanı olmayacak mı? Başka daha somut ve güncel bir örnek; Gazi Davası. Demokratik mücadeleyi yürütmek, demokratik muhalefeti birleştirmek gibi bir amaç ve niyet taşınıyorsa, bundan uygun bir konu, bundan uygun bir zemin düşünülebilir mi? Ama sözü edilen bu "beşli" yoktur bu davada. Gazi'davası Demokratik mücadele diye, özgürlükler için mücadele diye bir derdi olanların bulunacağı yerdir. Orada bulunmayanlar bu konuda samimi değillerdir. Hemen tüm kamuoyu biliyor ki, böyle somut ve güncel örneklerin sayısı bir hayli fazladır. Bu "beşli" ve daha başkaları infazlarda, devrimcilerin cenazelerinde, hatta gözaltı, tutuklama vb. karşısında büe olmaları gereken yerde değillerdir. Demek ki şu çok açıktır; Gerçek anlamda bir niyetin, isteğin ve bunun kanıtı olan bir pratiğin olmadığı yerde ise, ne çatı olur, ne zemin! Gerçekten bunu isteyenler içinse zeminler de hazırdır, bunun örgütsel biçimleri de. Ötesi, hayatın içinde zenginleştirilir, şekillenir.

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR BALIKESİR - 30.09.2014 HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR Balıkesir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Hüseyin Gündoğdu, Ankara ve Hatay Tabip odaları üyelerinin Gezi Parkı olayları sürecinde hukuka aykırı

Detaylı

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR ANAYASANıN TEMEL ILKELERI 2 1. madde Türkiye devleti bir cumhuriyettir. 2. Madde Cumhuriyetin nitelikleri Cumhuriyetçilik Başlangıç ilkeleri Atatürk

Detaylı

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. 28 Nisan 2014 Basın Toplantısı Metni ; (Konuşmaya esas metin) Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. -- Silahlı Kuvvetlerimizde 3-4 yıldan bu yana Hava Kuvvetleri

Detaylı

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ BASINA VE KAMUOYUNA Erkek egemen kapitalist sistemde kadınların en önemli sorunu 2011 yılında da kadına yönelik şiddet olarak yerini korudu. Toplumsal cinsiyetçi rolleri yeniden üreten kapitalist erkek

Detaylı

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB 2010-2012 ISBN 978-605-01-0372-4 Baskı Mattek Basın Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti Adakale Sokak 32/27 Kızılay/ANKARA Tel: (312)

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Havacılık sektörüne grev yasağı getiren yasa tasarısı mecliste onaylandı. Hava-İş Sendikası, yasa mecliste görüşülmeye başlanmadan

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR Bilgi Notu-2: Cinsel Suç Mağduru Çocuklar Yazan: Didem Şalgam, MSc Katkılar: Prof. Dr. Münevver Bertan, Gülgün Müftü, MA, Adem ArkadaşThibert, MSc MA İçindekiler Grafik Listesi...

Detaylı

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 23 OCAK 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi Öldürme,

Detaylı

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık Sendikamız Yapı-Yol Sen 12 Nisan 2012 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü önünde ve eşzamanlı olarak tüm şube binaları önünde, Otoyol ve Köprülerin özelleştirilmesi, görevde yükselme ve unvan değişikliği

Detaylı

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim:

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim: Hemen başlangıçta belirteyim: Bu yazı Mihrac Ural ile ilgilidir. Suni denge ile Mihrac Ural ın ne ilgisi var? diye düşünüyorsanız, okuyunca görürsünüz. Suni dengenin tanımını biliyorsunuz: Halkta potansiyel

Detaylı

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürü Mustafa Özcan ın kurum değişikliği ile Ankara Gölbaşı belediye başkan yardıcılığı görevine

Detaylı

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ!

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ! MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ! İşçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs; tüm yurtta olduğu gibi İstanbul da da coşkuyla kutlandı.1978 1 Mayıs ın ardından ilk kez izin verilen

Detaylı

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 19 EKİM 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi

Detaylı

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ 12 Eylül Darbesi 1973 seçimlerinden 1980 yılına kadar gerçekleşen seçimlerde tek başına bir iktidar çıkmadığından bu dönem hükümet istikrarsızlığı ile geçen bir dönem olmuştur.

Detaylı

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

Yeni anayasa neyi hedefliyor? Yeni anayasa neyi hedefliyor? Siyasal iktidar Yeni Anayasanın yazımına kapalı kapılar ardında devam ederken, yeni anayasanın yazılma sürecine dair öğrenebildiğimiz yegâne şey, mecliste oluşturulan uzlaşma

Detaylı

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 4.19.4 TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 1) Dosya No : 2013/551 E. : Ankara 17. Asliye Ceza si : 1- TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı 2- TMMOB Genel Sekreteri N. Hakan Genç :2911 sayılı Toplantı ve Gösteri

Detaylı

TÜRKİYE DE BULUNAN SURİYELİ MÜLTECİLER

TÜRKİYE DE BULUNAN SURİYELİ MÜLTECİLER TÜRKİYE DE BULUNAN SURİYELİ MÜLTECİLER Merve Nur Bulut, Kübra Sezgin www.improkul.impr.org.tr facebook.com/improkul @improkul improkul@gmail.com SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE DE BULUNAN SURİYELİ MÜLTECİLER 2011

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi Erdoğan, "OHAL uygulaması kesinlikle demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere karşı değildir" dedi. 21.07.2016 / 09:56 Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından

Detaylı

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI 1 Nasıl bir anayasa yapım süreci? Maddeleri değil ilkeleri temel alan Ayırıcı değil birleştirici Uzlaşmaya zorlamayan Uzlaşmazlık alanlarını ihmal etmeyen Mutabakatı değil ortak

Detaylı

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti Türkiye Cumhuriyeti nin 9. Cumhurbaşkanı, 40 yılı aşkın siyasi hayatında kendi deyimiyle altı kez gittiği başbakanlığa yedi kez gelen parti lideri, Devlet Su İşleri nin

Detaylı

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ TÜRK HUKUK SİSTEMİ İdari Yargı Adli Yargı Askeri Yargı Sayıştay Anayasa Mahkemesi İDARİ YARGI SİSTEMİ İdarenin eylem ve işlemlerine karşı açılan davaların görüşüldüğü,

Detaylı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 9TOPLUMSAL ETKİNLİKLER 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 11111 260 01 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 11111 262 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR

Detaylı

Ýstanbul hastanelerinde GREV!

Ýstanbul hastanelerinde GREV! Ýstanbul hastanelerinde GREV! Onaylayan Administrator Wednesday, 20 April 2011 Orijinali için týklayýn Doktorlar, hemþireler, eczacýlar, diþ hekimleri, hastabakýcýlar, týp fakültesi öðrencileri ve taþeron

Detaylı

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri Eflref Ar kan Bildiğiniz gibi Almanya aile birleşiminin gerçekleşmesi konusunda göç yasasında bazı değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikleri eleştirenler ve olumlu görenler bulunmaktadır. Ben göç yasasının

Detaylı

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını denetleyen en yüksek organ ise devlettir. Hukuk alanında birlik

Detaylı

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00 Türkiye de siyaset yalnızca oy kaygısı ile yapılıyor Siyasete popülizm hakimdir. Bunun adı ucuz politika dır ve toplumun geleceğine maliyet yüklemektedir. Siyaset Demokrasilerde yapılır. Totaliter rejimler

Detaylı

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi MTM Medya Takip Merkezi, 2010 yılında medyanın gündemini belirleyen konu ve olayları derledi. İki bini aşkın gazete, dergi, TV kanalı ve haber sitesinde periyodik olarak yapılan takip sonuçları, yıl boyunca

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 21 TEMMUZ 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Günlük Haber Bülteni 13.03.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sanliurfa.com Tarih:12.03.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi: www.sabah.com.tr Tarih:12.03.2015 İNTERNET HABERLERİ

Detaylı

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar Dt. Evin Toker dtevintoker@gmail.com Şiddet Nedir? Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti; fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir

Detaylı

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir.

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir. Haziran 25 Medya ve Güven 2013 Tüm hakları gizlidir. Gündem 1. Yöntem Bu araştırma Xsights Araştırma ve Danışmanlık, bu konu hakkında online araştırma yöntemiyle, toplamda 741 kişi ile bir araştırma gerçekleştirmiştir.

Detaylı

Yargıdaki skandallar Kollama-filmindeki Yiğit-in durumunu cazib hale getirmekte, Kurtlar Vadisi Pusu-daki Polat-ın durumuna özendirmektedir.

Yargıdaki skandallar Kollama-filmindeki Yiğit-in durumunu cazib hale getirmekte, Kurtlar Vadisi Pusu-daki Polat-ın durumuna özendirmektedir. YARGI İNTİHAR ETTİ *Sevr-le sınırları tesbit edilen Türkiye,Lozanla geleceği şekilleniyor,elleri kolları bağlanıyordu.şimdiki hukuk ise bunun kollarından biri..ahtapot gibi.. etti *Mailime gelen bir notta;

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

SARACAĞIZ YARALARIMIZI

SARACAĞIZ YARALARIMIZI BİRBİRİMİZLE KONUŞARAK, DİNLEYEREK, SARACAĞIZ YARALARIMIZI 1 Tek adam rejimi kurulacak, tek adam herşey olacak, devletin tümüne hükmedecek. Bir kişi Başkan seçilecek ve o kişi hem hükümet, hem Meclis,

Detaylı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi 1990 yılında Latin Amerika'nın ada ülkesinde bir grup Müslüman ülkedeki yönetimi ele geçirmek için silahlı darbe girişiminde bulunmuştu.

Detaylı

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI Uluslararası Arka Plan Uluslararası Arka Plan Birleşmiş Milletler - CEDAW Avrupa Konseyi - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Detaylı

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 HAZİRAN 2012 Araştırmacılar Derneği üyesi olan GENAR, araştırmalarına olan güvenini her türlü denetime ve bilimsel sorgulamaya açık olduğunu gösteren Onur

Detaylı

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları OLAYLAR TBB Olağan Genel Kurulu Toplandı Baro Genel Kurulu Toplantısı Başkanın Açış Konuşması ve Kararlar Anayasa Mahkemesi Madenler Hakkındaki Yasanın İptali İstemini Reddetti Vergiler Temyiz Komisyonu

Detaylı

DİŞ HEKİMLERİ İSYAN BAYRAĞINI ÇEKTİ http://www.zamanindahaber.com/saglik/dis-hekimleri-isyan-bayragini-cekti-h50455.html 23.12.

DİŞ HEKİMLERİ İSYAN BAYRAĞINI ÇEKTİ http://www.zamanindahaber.com/saglik/dis-hekimleri-isyan-bayragini-cekti-h50455.html 23.12. DİŞ HEKİMLERİ İSYAN BAYRAĞINI ÇEKTİ http://www.zamanindahaber.com/saglik/dis-hekimleri-isyan-bayragini-cekti-h50455.html 23.12.2014 Dişhekimleri, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'ndan randevu bekliyor

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 01 KASIM 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları Cumhuriyetin kuruluşu Anadolu insanının iman, namus, bağımsızlık, özgürlük, vatan ve millete sevgi ile bağlılığının inancı ve iradesi ile kendisine önderlik yapan Mustafa

Detaylı

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız Bölüm 18 Demokrasi Mücadelesinde Odamız 268 M M O 40. Dönem Çalışma Raporu M M O 40. Dönem Çalışma Raporu 269 TMMOB Makina Mühendisleri Odası bugüne dek olduğu gibi bu dönemde de kendi meslek alanları

Detaylı

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İ RAPORU -BİLANÇO- 21 TEMMUZ 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi Öldürme,

Detaylı

Kuzey Irak'a harekat

Kuzey Irak'a harekat Kuzey Irak'a harekat Asker terörü engellemek için yeniden Irak'a girdi. Irak'ın kuzeyinde istihbarat uçuçu yapan insansız uçaklar bugün hareketli PKK gruplarını tespit etti. Türk Silahlı Kuvvetleri Zap

Detaylı

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler... 3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler... Seçime Doğru Giderken Kamuoyu: 3 Kasım 2002 seçimlerine bir haftadan az süre kalmışken, seçimin sonucu açısından bir çok spekülasyon bulunmaktadır.

Detaylı

https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ Soru: İşçi sendikasına üye olmanın şartları nelerdir? Cevap: a.15 yaşını doldurmuş olmak b. 4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde; bir iş sözleşmesine

Detaylı

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz?

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz? On5yirmi5.com İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz? İmam Hatip Liseleri Son günlerin en gözde hedefi Katsayı, Danıştay, ÖSS ve başörtüsüyle oluşan okun saplandığı tam 12 noktası. Kimilerinin ötekileri Yayın Tarihi

Detaylı

Haziran Direnişi'ni okullara taşıyalım 23 Ekim Son Güncelleme 07 Ocak 2014

Haziran Direnişi'ni okullara taşıyalım 23 Ekim Son Güncelleme 07 Ocak 2014 Bu yıl, okullar daha açılmadan egemenleri büyük bir korku sardı. Çünkü okullar, Haziran direnişinin coşkusuyla kapanmış, mezuniyet törenleri protesto ve gösterilerle geçmişti. Böyle bir kapanışın, çok

Detaylı

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) İçinde Bulunduğumuz Evre Ve Gençliğin Durumu Türkiye gibi yarı sömürge ve az gelişmiş

Detaylı

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADINLARA DESTEK MEKANİZMALARI ONLİNE KİTAPÇIĞI Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Gençlik Topluluğu 2015-2016 İÇİNDEKİLER 1. Giriş 2. Kadın Dostu Akdeniz Projesi 3. Projenin

Detaylı

Sayın Komiser, Saygıdeğer Bakanlar, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sayın Komiser, Saygıdeğer Bakanlar, Hanımefendiler, Beyefendiler, ÇOCUKLARIN İNTERNET ORTAMINDA CİNSEL İSTİSMARINA KARŞI GLOBAL İTTİFAK AÇILIŞ KONFERANSI 5 Aralık 2012- Brüksel ADALET BAKANI SAYIN SADULLAH ERGİN İN KONUŞMA METNİ Sayın Komiser, Saygıdeğer Bakanlar, Hanımefendiler,

Detaylı

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'de 1990'lı yıllardaki duvar yazıları, İslamcılığın yükseldiği döneme yönelik yakın bir tanıklık niteliğinde. 10.07.2017 / 18:00 Doksanlı

Detaylı

T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19

T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19 09/04/2010 BASIN BİLDİRİSİ Anayasa değişikliğinin Cumhuriyetin ve demokrasinin geleceği yönüyle neler getireceği neler götüreceği dikkatlice ve hassas bir şekilde toplumsal uzlaşmayla değerlendirilmelidir.

Detaylı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Hayallere inanmam, insan çok çalışırsa başarır Pelin Tüzün, Bebek te üç ay önce hizmete giren Şef makbul Ev Yemekleri nin

Detaylı

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14 Dünya Basınında OHAL Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu. 21.07.2016 / 11:14 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı 3 ay süreli OHAL kararı dünya

Detaylı

Uygulanacak ekonomik politikalar, istihdam ve üretime öncelik tanımalı, politikaların temelini insan oluşturmalıdır.

Uygulanacak ekonomik politikalar, istihdam ve üretime öncelik tanımalı, politikaların temelini insan oluşturmalıdır. TERÖR VE BEKLENTİLER Türkiye, önce 22 Temmuz genel seçimleri ve ardından Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yaz aylarını kendini yenileyerek geçirmiş, sonbahara ise artan terör olayları, şehitlerimiz, onların

Detaylı

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur. Parti varlık sebebi, isminden de anlaşılacağı üzere, hakların savunulmasıdır. Müdafaa-i Hukuk düşüncesine göre: 1. İnsanın 2. Toplumun 3. Milletin 4. Devletin 5. Vatanın hakları vardır. Şu anda bu haklar

Detaylı

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ... ÖRNEK SORU: 1 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti açısından, 30 Ekim 1918 de, yenilgiyi kabul ettiğinin tescili niteliğinde olan Mondros Ateşkes Anlaşması yla sona erdi. Ancak anlaşmanın,

Detaylı

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret eden ilk Türk siyasi lider olan Perinçek, onurlarına verilen yemek sırasında bir konuşma gerçekleştirdi. ABD'nin savaş

Detaylı

: İstanbul Barosu Başkanlığı

: İstanbul Barosu Başkanlığı 31.05.2013 815 İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA İHBARDA BULUNAN : İstanbul Barosu Başkanlığı İHBAR EDİLENLER : Şiddet ve zor kullanan kolluk görevlileri, onlara bu yönde emir ve talimat verenler, bu

Detaylı

ÖZETLE. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

ÖZETLE. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem ÖZETLE Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem MiLLETiN ONAYIYLA Mevcut Anayasa da Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin başıdır. Sistemin işleyişi, devletin bekası ve vatanın bütünlüğü, Türkiye

Detaylı

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim 1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim Türkiye de 2007 genel milletvekili seçimlerine ilişkin değerlendirme yaparken seçim sistemine değinmeden bir çözümleme yapmak pek olanaklı değil. Türkiye nin

Detaylı

1-Hâkim ve Savcılar idari görevleri dolayısıyla aşağıdaki kurumlardan hangisine bağlıdır?

1-Hâkim ve Savcılar idari görevleri dolayısıyla aşağıdaki kurumlardan hangisine bağlıdır? 1-Hâkim ve Savcılar idari görevleri dolayısıyla aşağıdaki kurumlardan hangisine bağlıdır? A) Cumhurbaşkanlığı B) Başbakanlık C) Adalet Bakanlığı D) Halk E) HSYK 3-Aşağıdakilerden hangisi adli yargının

Detaylı

2006 Yılı Türkiye Đnsan Hakları Đhlalleri Bilançosu

2006 Yılı Türkiye Đnsan Hakları Đhlalleri Bilançosu 2006 Yılı Türkiye Đnsan Hakları Đhlalleri Bilançosu YAŞAM HAKKI ĐHLALLERĐ Yargısız Đnfazlar 44 914 Toplumsal Gösterilere Müdahalede Aşırı Güç Kullanımı 12 869 Dur ihtarı na Uymama ve Silah Kullanma Yetkisinin

Detaylı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı Cumhuriyet Halk Partisi Bodrum İlçe Örgütü Yalıkavak Mahalle Temsilciliği tarafından geniş katılımlı birlik ve dayanışma

Detaylı

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ Hazırlayanlar: Habib Hürmüzlü, ORSAM Danışmanı / Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı / Temmuz - Ağustos 2013 - Sayı: 27 15 Temmuz 2013: Tuzhurmatu olaylarının araştırılması

Detaylı

ADALET KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ. Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı. Cesaret ve umudu ateşledi.

ADALET KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ. Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı. Cesaret ve umudu ateşledi. 1 ADALET KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ Adaletin yok edildiği, korku, endişe ve çaresizlik duygusunun toplumu teslim aldığı bir süreçte milyonlar adalet için yürüdü. Adalet yürüyüşü korku zincirini kırdı.

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor. Babalarını Yola Getiren Kızlar! Prof. Dr. Hasan Şimşek İstanbul Kültür Üniversitesi (www.hasansimsek.net) 28 Aralık 2014 Yakın geçmişte Cübbeli Ahmet Hoca hakkında bir yazı yazdım. Özellikle dindar geçinen

Detaylı

SAVUNMA: Ben sizin sanığınız değilim AHMET ALTAN

SAVUNMA: Ben sizin sanığınız değilim AHMET ALTAN SAVUNMA: Ben sizin sanığınız değilim AHMET ALTAN İnsanların bir dinin çevresinde toplanmalarını sağlayan inanç, onların Tanrı nın dürüstlüğüne olan güvenlerinden kaynaklanır. Tanrı yalan söyleyemez. Yalan

Detaylı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! Clara Zetkin haklı olarak Kadının özgürlüğünün, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, emeğin sermayenin

Detaylı

ALİ ÇAVUŞ: KİMİN IRKÇI OLDUĞUNU HEPBİRLİKTE GÖRDÜK Salı, 13 Aralık :23

ALİ ÇAVUŞ: KİMİN IRKÇI OLDUĞUNU HEPBİRLİKTE GÖRDÜK Salı, 13 Aralık :23 DEB Partisi Genel Başkanı Mustafa Ali Çavuş, Bizler ırkçı bir parti değiliz. Yapılan bu saldırıyla birlikte bizlere Irkçı Parti diyenlerin ve hangi partinin ırkçı bir parti olduğunu hepimiz birlikte görmüş

Detaylı

AĞUSTOS 2015 TÜRKİYE GÜNDEMİ VESEÇMEN EĞİLİMİ ARAŞTIRMASI SONUÇ RAPORU 25 AĞUSTOS 2015

AĞUSTOS 2015 TÜRKİYE GÜNDEMİ VESEÇMEN EĞİLİMİ ARAŞTIRMASI SONUÇ RAPORU 25 AĞUSTOS 2015 ARGETUS ARAŞTIRMA, DANIŞMANLIK, EĞİTİM, PROJE VE ORGANİZASYON AĞUSTOS 2015 TÜRKİYE GÜNDEMİ VESEÇMEN EĞİLİMİ ARAŞTIRMASI 25 AĞUSTOS 2015 Mehmet Akif Mah.Recep Ayan Cad. Günaydın Sok. No:6 Kat:3 Çekmeköy

Detaylı

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA TBMM 27. Dönem Başkanı İsmail Kahraman'ın "Laiklik anayasada olmamalıdır" sözleri, Kahraman'ın ülkedeki en büyük gerici ayaklanmalardan biri olan ve tarihe Kanlı Pazar olarak geçen saldırının faillerinden

Detaylı

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA 25.5.2005 tarihli ve 5352 Sayılı Adli Sicil Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifim gerekçesi ile birlikte ektedir. Gereğini arz ederim. 29 Ocak

Detaylı

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ www.dse.org.tr

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ www.dse.org.tr DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ www.dse.org.tr YENİ ANAYASA DEĞİŞİKLİK ÖNERİLERİMİZ (TCBMM Başkanlığı na iletilmek üzere hazırlanmıştır) 31.12.2011 İletişim: I. Anafartalar Mah. Vakıf İş Hanı Kat:3 No:

Detaylı

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1 Rapor No: 41, Mart 2011 KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Center for Mıddle Eastern Strategıc Studıes mezhepçilik Irak

Detaylı

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU CHP BODRUM İLÇE BAŞKANLIĞINA YENİLİKÇİ VE BAŞARI ODAKLI BİR SİYASET İÇİN ADAY OLDUĞUNU AÇIKLADI Emre Köroğlu 29 Kasım 2015 Pazar günü yapılacak

Detaylı

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ NİN AVUKATLIK SINAVI, STAJ DEĞERLENDİRMELERİ VE HUKUK FAKÜLTELERİNİN ASGARİ STANDARTLARA KAVUŞTURULMASI İÇİN YAPTIĞI ÇALIŞMALAR Mayıs 2015 Değerli Meslektaşım,

Detaylı

SESIN YOLCULUGU 8: GENÇ BESTECILER SENLIGI

SESIN YOLCULUGU 8: GENÇ BESTECILER SENLIGI Portal Adres SESIN YOLCULUGU 8: GENÇ BESTECILER SENLIGI : www.bugunbugece.com İçeriği : Kültür/Sanat Tarih : 06.04.2015 : http://www.bugunbugece.com/git-gor/sesin-yolculugu-8-genc-besteciler-senligi 1/2

Detaylı

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye Nükleer Enerji Santralleri ve Türkiye nin Enerji Politikası Ortak Paydalar Ortadoğu ve Kuzey Afrika da ki rejimlerin

Detaylı

1 2 icin- ucretsiz- ped- hakki/

1  2  icin- ucretsiz- ped- hakki/ BASIN DUYURUSU Hapishanelerde ücretsiz ped sağlanması talepli kampanyamız 21 Haziran 2017 tarihinden beri sürüyor. Bu süreçte sosyal medyada ve diğer basın araçları nezdinde konuyu gündeme getirmeye çalıştık.

Detaylı

Temmuz Ayı Tekstil Gündemi

Temmuz Ayı Tekstil Gündemi Temmuz Ayı Tekstil Gündemi 05.08.2016 Temmuz Ayı Tekstil Gündemi «Bangladeş de 5 yeni denim firması kuruluyor» «Etiyopya devasa endüstriyel tekstil parkı açacak» «Hindistan, İran tekstil pazarını keşfediyor»

Detaylı

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem NEDEN Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem YERLi VE MiLLi BiR SiSTEM Türkiye, artık daha büyük. Dünyada söz söyleyen ülkeler arasında. Milletinin refahını artırmaya başladı. Dünyanın en büyük altyapı

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Birliği ne değil, hemen

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Birliği ne değil, hemen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Birliği ne değil, hemen hemen tüm Avrupa Devletlerinin üyesi olduğu Avrupa Konseyi ne bağlı olarak 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Avrupa

Detaylı

TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN

TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN TEMEL HUKUK BU DERSTE NELER ÖĞRENECEĞİZ? Yargı nedir? Türk hukukunda yargının bölümleri Anayasa Yargısı İdari Yargı Adli Yargı TEMEL HUKUK YARGI Yargı, devletin hukuk

Detaylı

2015 yılı ülkemizde ve dünyada büyük sıkıntı ve sorunların

2015 yılı ülkemizde ve dünyada büyük sıkıntı ve sorunların 2015 yılı ülkemizde ve dünyada büyük sıkıntı ve sorunların yaşandığı bir yıl olarak geçti. Yıllardır kan gölü haline gelen orta doğu, geçtiğimiz yıl sorunların daha da derinleştiği, insanlığa acı bir tarihsel

Detaylı

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! TEMMUZ 2016 İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! Taşeron işçilere kayıtsız şartsız kadro! Kıdem tazminatıma dokunma! Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ne hayır! TAŞERON İŞÇİLERE KAYITSIZ ŞARTSIZ KADRO! AKP hükümeti

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı Irak ta 7 Mart 2010 seçimlerinin ardından hükümet kurma konusunda siyasi çekişmenin etkileri halen devam

Detaylı

özlü bir medya kazası işledi. Yıldırı m

özlü bir medya kazası işledi. Yıldırı m - Bakan Yıldırım dan yıldırım gibi özlü sözler - Manisa 4. Asliye Ceza dan insan hakları ve Anayasa dersi - Telefon Ablukası ile Gazze Ablukası arasındaki on benzerlik RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar

Detaylı

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI 16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI Değerli Arkadaşlar, Türkiye zor günlerden geçiyor. Ajan filmlerini aratmayan olaylar gün geçmiyor ki gündeme

Detaylı