UFUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ UFUK UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES UFUK ÜNİVERSİTESİ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "UFUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ UFUK UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES UFUK ÜNİVERSİTESİ"

Transkript

1 ISSN: UFUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ UFUK UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES UFUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Journal of Ufuk University Institute of Social Sciences Yıl / Year: 4 Sayı / No: 7 Yıl / Year:

2 UFUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Sahibi Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Adına: Rektör: Prof. Dr. Aral EGE ISSN: Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Editör Yrd. Doç. Dr. Güner KOÇ AYTEKİN Yardımcı Editörler Arş. Gör. Çağlar DOĞRU Arş. Gör. Hazel BAŞKÖY Arş. Gör. Mehmet Gökhan UZUNER Arş. Gör. Ozan MUTLU Prof. Dr. Örsan AKBULUT (TODAİE) Prof. Dr. Oya AKGÖNENÇ (Ufuk Üniversitesi) Doç. Dr. M. Nail. ALKAN ( Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Emine AKYÜZ (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Orhan AYDIN (Ufuk Üniversitesi) Prof.Dr. Sertaç BAŞEREN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Semih BÜKER (Ufuk Üniversitesi) Prof.Dr.Yasin CEYLAN ( ODTÜ) Prof. Dr. Halil CİN (Ufuk Üniversitesi) Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK ( Gazi Ünversitesi) Prof.Dr. Yelda DEMİRAĞ (Başkent Üniversitesi) Prof.Dr. Türkmen DERDİYOK (Ufuk Üniversitesi) Prof.Dr. Gülen ELMAS ( Hitit Üniversitesi) Prof. Dr. Şefika Şule ERÇETİN (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Cenap ERDEMİR (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Azize ERGENELİ (Hacettepe Üniversitesi) Prof.Dr. Şanal GÖRGÜN (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Sadi GÜNDOĞDU (Ufuk Üniversitesi) Yerel Süreli Yayın Basım Yeri: Başkent Klişe Matbaacılık Bayındır Sokak 30/E Kızılay/Ankara Basım Tarihi: Danışma Kurulu Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR (Arel Üniversitesi) Prof. Dr. Coşkun İKİZLER (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Raşit KAYA ( ODTÜ) Prof. Dr. Ahmet KOCAMAN (Ufuk Üniversitesi) Prof.Dr. Müslüme NARİN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Cemal OĞUZ (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Erdoğan ÖNER (Ufuk Üniversitesi) Doç. Dr. Enver ÖZCAN (Ufuk Üniversitesi) Doç.Dr. Leyla ÖZER (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Osman Metin ÖZTÜRK (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Gülsev PAKKAN (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. Refia PALABIYIKOĞLU (Ufuk Üniversitesi) Prof.Dr. Deniz BÜYÜKKILIÇ ŞEREN (Gazi Ünversitesi) Prof. Dr. Burak TANGÖR (TODAİE) Prof. Dr. Erdinç TOKGÖZ (Ufuk Üniversitesi) Prof. Dr. İlhan TOMANBAY ( Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Özkan ÜNVER (Ufuk Üniversitesi) Dergimizin temel amacı; bilimsel normlara ve bilim etiğine uygun, sosyal bilimler alanında tercih edilen nitelikli ve özgün çalışmaları yayımlayarak akademik alana katkıda bulunmaktır. Dergiye gönderilen yazılar, derginin yazım kurallarına uygun olarak hazırlanarak değerlendirme sürecine girmek üzere sbedergi@ufuk.edu.tr elektronik posta adresine gönderilmelidir. Copyright@Temmuz 2015 Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Tüm hakları mahfuzdur. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi yılda en az bir kez yayımlanan hakemli bir dergidir. Dergide yayımlanan makalelerin dil ve bilim sorumluluğu yazara aittir. Dergide yer alan makaleler kaynak gösterilmeden kullanılamaz. Elektronik ve mekanik (fotokopi dâhil) herhangi bir şekilde izinsiz kullanılamaz ve çoğaltılamaz. Yönetim yeri: Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Mevlana Bulvarı No: Balgat / Ankara Tel: Faks: E-Posta: sbedergi@ufuk.edu.tr İnternet Adresi: 2

3 UFUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ Yıl : 4 No: 7 Yıl: 2015 İÇİNDEKİLER Sunuş Güner KOÇ AYTEKİN Kamu Görevlisine Rücu Edilmesinde Hukuki Sorunlar ve İdari Yargı Kararları Işığında Güncel Bir Değerlendirme Mehmet GÜNEŞ, Mustafa GÜNDÜZ Stratejik Yönetim Sürecinde Krizler ve Örgüt Üzerindeki Psikolojik Etkileri Mehmet Hişyar KORKUSUZ, Ersoy KUTLUK Gruplararası İlişkiler, Nefret Söylemine Yönelik Tutum ve Algılanan Nefret Davranışı Rahşan BALAMİR BEKTAŞ, Eda KARACAN, Aslıhan ALHAN Algılanan İçsellik Statüsünde Çalışanların Yeri ve Önemi S.Gökçe GÖK, Derya ÖZİLHAN 2002 Sonrası Dönemde Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Süleyman Çağrı GÜZEL Euro Krizinin AB ve Türkiye Üzerindeki Etkileri: 2008 Küresel Krizi Bağlamında Bir Değerlendirme Ahmet Turan ÇETİNKAYA İnsan Kaynakları Açısından Esnek Çalışmanın İstihdama Etkilerinin İncelenmesi: Türkiye Örneği Çağlar DOĞRU Yayım Alanı, Yazım Kuralları ve Yazıların Değerlendirme Süreci Dergimizin Tarandığı İndeksler Listesi.134 3

4 JOURNAL OF UFUK UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES Year: 4 No: 7 Year: 2015 CONTENTS Presentation Güner KOÇ AYTEKİN Juristic Problems to Have Recourse to Public Officials and An Actual Assessment Under the Administrative Judicial Decisions Mehmet GÜNEŞ, Mustafa GÜNDÜZ Crises in Strategic Management Process and Their Psychological Impacts on Organizations Mehmet Hişyar KORKUSUZ, Ersoy KUTLUK Intergroup Relations, Perceived Harm Speech and Behavior Rahşan BALAMİR BEKTAŞ, Eda KARACAN, Aslıhan ALHAN Place and Significance of Working Staff in Perceived Insider Status S.Gökçe GÖK, Derya ÖZİLHAN Turkey-EU Relations After Süleyman Çağrı GÜZEL The Effects of Euro Crisis on EU and Turkey: An Evaluation in the Context of Crisis in Ahmet Turan ÇETİNKAYA Analyzing the Effects of Flexible Work on Employment from the Perspective of Human Resources: The Case of Turkey Çağlar DOĞRU Guidelines for Contributors List of Indexes in which this Journal is Scanned 134 4

5 SUNUŞ Üniversiteler ve akademik çevrelerce ilgi ile izlenen Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, dördüncü yılında, yedinci sayısıyla, yayın hayatını etkin ve verimli bir şekilde devam ettirmektedir. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi olarak geçmiş sayılarımızda olduğu gibi; sosyal bilimler alanında yaşanan bilimsel gelişmelerin izlendiği ve özgün çalışmaların yer aldığı bu yeni sayımızda da siz değerli okuyucularımızla buluşmanın mutluluğunu ve gururunu yaşıyoruz. Dergimize göstermiş olduğunuz ilgiye en içten teşekkürlerimizi sunarız. Dergimizin 2015 yılı ilk sayısında, çeşitli alanlarda yedi tane bilimsel çalışma yer almaktadır. Bu sayıda yer alan, Kamu Görevlisine Rücu Edilmesinde Hukuki Sorunlar ve İdari Yargı Kararları Işığında Güncel Bir Değerlendirme adlı ilk makale, hakemsiz yayına sunulmaktadır. Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ ve Arş. Gör. Mustafa GÜNDÜZ tarafından kaleme alınan bu çalışmada; her geçen gün büyüyen idari faaliyetlerin ve devamında ortaya çıkan idari sorumlulukların sonucunda, kamu görevlilerinin kusurlu davranışlarının sonradan rücu edilerek ödenen tazminatların geri alınması için izlenen usül ve kararlardaki farklılıklar ortaya konulmakta ve yakın tarihli yargı kararlarının önemli noktalarının altı çizilerek idari yargının içtihadi özelliğinden dolayı ortak ve sürdürülebilir ilkelere erişim yolları aranmaktadır. İkinci sırada, Stratejik Yönetim Sürecinde Krizler ve Örgüt Üzerindeki Psikolojik Etkileri adlı makale yer almaktadır. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Hişyar KORKUSUZ ve Yrd. Doç. Dr. Ersoy KUTLUK tarafından ele alınan bu makalede, uzun soluklu bir stratejik yönetim sürecinde karşılaşılabilecek dönemsel krizlerde insan unsuru nun psikolojik boyutu ele alınmaktadır. Üçüncü sırada, Yrd. Doç. Dr. Rahşan BALAMİR BEKTAŞ, Yrd. Doç. Dr. Eda KARACAN ve Yrd. Doç. Dr. Aslıhan ALHAN tarafından ele alınan Gruplar Arası İlişkiler, Nefret Söylemine Yönelik Tutum ve Algılanan Nefret Davranışı adlı çalışma yer almaktadır. Bu çalışmada, farklı grup kimliği olan kişilerin, nefret söyleminin zararına yönelik algıları ve algılanan nefret davranışları arasındaki ilişki incelenmektedir. Dördüncü sırada bulunan, Öğr. Gör. S. Gökçe GÖK ve Yrd. Doç. Dr. Derya ÖZİLHAN tarafından ele alınan The Place and Significance of Working Staff in Perceived Insider Status adlı çalışmada, akademik ve idari kadro çalışanlarının aidiyet algılarının tespit edilmesi ve aidiyet algısında kadronun önemi incelenmektedir. 5

6 Beşinci sırada 2002 Sonrası Dönemde Türkiye - Avrupa Birliği İlişkileri adlı makale yer almaktadır. Doktora Öğrencisi Süleyman Çağrı GÜZEL tarafından kaleme alınan bu çalışmada, 2002 sonrası AB yolundaki gelişmeler ele alınmakta ve AB politikası değerlendirilmektedir. Altıncı sırada Euro Krizinin AB ve Türkiye Üzerindeki Etkileri: 2008 Küresel Krizi Bağlamında Bir Değerlendirme adlı çalışma yer almaktadır. Arş. Gör. Ahmet Turan ÇETİNKAYA tarafından ele alınan bu çalışmada, Optimum Para Sahası temelinde Euro Bölgesi ve 2008 Küresel Krizi bağlamında Avrupa Borç Krizi nin AB ve Türkiye ekonomisine etkileri incelenmektedir. Bu bağlamda çalışmada, Euro Bölgesi ekonomileri ve Türkiye nin söz konusu süreçte ekonomik olarak nasıl etkilendikleri araştırılmaktadır. Yedinci sırada İnsan Kaynakları Açısından Esnek Çalışmanın İstihdama Etkilerinin İncelenmesi: Türkiye Örneği adlı son makale yer almaktadır. Arş. Gör. Çağlar DOĞRU tarafından ele alınan bu çalışmada; uygulamada yer alan esnek çalışma türleri ele alınmak suretiyle kavramsal çerçeve çizilerek Türkiye deki insan kaynaklarının ne derecede esnek çalışma türlerinden yararlandığı ortaya konulmaktadır. Bu sayımızda da gerek üniversitemizden gerekse farklı üniversite ve kurumlardan önemli çalışmalarda bulunmak suretiyle dergimize katkı sağlayan değerli araştırmacı ve bilim insanlarına, çalışmaların değerlendirme sürecinde katkı sağlayan değerli hocalarımıza, basım öncesi ve sonrasındaki hazırlıklarda özveri ile çalışan değerli tüm Üniversite personelimize en içten teşekkürlerimizi sunarız. Dergimizin okuyuculara yararlı olması dileğiyle Saygılarımla, Yrd. Doç. Dr. Güner KOÇ AYTEKİN Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Editörü 6

7 KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME Mehmet GÜNEŞ* Mustafa GÜNDÜZ** 1 ÖZET Kamu idaresinin kusurlu eylem veya işlemiyle bir zararın meydana gelmesi halinde bu zararın meydana gelmesinde kusuru olan kamu görevlisine hem anayasal düzenlemeler hem de yasal düzenlemeler bağlamında rücu hakkı söz konusudur. Kamu idaresinin rücu hakkının niteliğinin bağlı yetki mi yoksa takdir yetkisi mi olduğu ve bu hakkın kullanılmasında görevli yargı merciinin adli yargı mı idari yargı mı olduğu doktrin ve yargı kararlarında tartışmalıdır. Bu noktada kamu idaresinin kusurlu sorumluğu neticesinde meydana gelen zarar dolayısıyla kamu görevlisinin kusuru mevzu bahis ise kamu idaresinin rücu hakkını kullanması bir zorunluluk olarak kabul edilir. Hem Anayasal düzenlemeler hem de mevcut yasal düzenleme sistematik olarak birlikte değerlendirildiğinde kamu idaresi tarafında rücu hakkının kullanılmasında bağlı yetkisinin olduğu açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır. Kamu idaresinin rücu hakkını kullanması konusunda görevli ve yetkili yargı merciinin adli yargı olması gerekmektedir. Rücu hakkının kullanılmasında adli yargı mercilerinin görevli ve yetkili olması hem adil yargılanma hakkının zedelenmemesi hem de hukuk devleti ilkesinin korunması açısından bir gerekliliktir. Anahtar Kelimeler: Rücu, Kamu Görevlisi, İdari Yargı, Kamu İdaresi, Sorumluluk. JURISTIC PROBLEMS TO HAVE RECOURSE TO PUBLIC OFFICIALS AND AN ACTUAL ASSESSMENT UNDER THE ADMINISTRATIVE JUDICIAL DECISIONS ABSTRACT İn case, a damage occurs as a result of defective acts and decisions of public administration the right of recorse is metioned to public officials responsible for the occurense of this damage in the contex or both contitutional and legal arrengements. İt is widely controversial that the qualification of then righet of recourse for public officials is whether discretionary power or conditional power and in the use of this right functionary judgemental authority is whether administrative justice or judical justice in doctrine and judical decisions. At this point, in case in consequence of the damage occured by defective, liability of administration public official has both contitutional and legal arrengements are systematically evaluated at the same time, it is clearly and explicitly comprehended with discretionary power in the right of recourse for public administration. In the right of recourse for public administration jurisdiction and authorized court is judical justice, is the necessity in that both the right to a fair trail is not damaged and state of law principle is preserved. Key Words: Recourse, Public Official, Administrative Justice, Public Administration, Liability *Doç.Dr., Ufuk Üniversitesi İİBF, mehmet.gunes@ufuk.edu.tr ** 1 Araştırma Görevlisi, Kara Harp Okulu, mgunduz@kho.edu.tr 7

8 1. GİRİŞ Anlamı, geri dönmek, müracaat etmek, -den kaynaklanmak, bir şeyin tazminatı için dava açmak, telafisini istemek, iade etme (Mutçalı, 2012, s.348) olarak bilinen rücu özellikle Borçlar ve İdare hukukunda içeriği her zaman tartışılan önemli bir kavramdır. Rücuen tazminat istemleri, özel hukuk kişisi tarafından zarara sebebiyet veren idareye karşı; idare tarafından zarara sebebiyet veren idareye karşı; idare tarafından zarara sebebiyet veren kamu görevlisine karşı; özel hukuk kişisi tarafından zarara sebebiyet veren özel hukuk kişisine karşı olabilmektedir (Kaya, 2012, s.122). Çalışmanın konusunu teşkil eden idare hukukundaki rücu kavramı; idarenin, bir idari işlem veya eyleminin yerine getirilmesinde veya sahip olduğu idari statü dolayısıyla, idarenin araç ve gereçleri vasıtasıyla kamu görevlisinin kusurlu fiiliyle üçüncü kişilere zarar verilmesi durumunda, ortaya çıkan zararın idare tarafından tazmininden sonra olayda kusurlu görülen kamu görevlisinden kusuru oranında idarenin ödediği tazminat miktarını geri talep etmesidir. Buna göre kamu görevlisinin kusurunun ön planda olduğu ve idarenin sorumlu tutulduğu tüm işlem ve eylemlerde böyle bir düzenleme ile idarenin kolaylıkla zararı karşılayacağı umulmaktadır. Ancak kamu idaresi hukukunda yer alan rücu yaklaşımı, kolay ve anlaşılabilir bir ilke olarak kabul edilse dahi uygulamada aynı kolaylıkların söz konusu olmadığı, idarenin rücu konusunda karar vermesi gereken farklı konuların bulunduğu, sonrasında ortaya çıkan hukuki sorunların yargı kararlarında da tam olarak çözüme kavuşturulamadığı görülmektedir. Örneğin yargıda rücuen tazminat istemleri değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bu tur istemler, örneğin, zarara uğrayana zararını ödeyen sigorta şirketinin daha sonra zarara sebebiyet veren idareye rücu etmesi; zarara uğrayana zararını ödeyen idarenin daha sonra bu zarara sebebiyet veren idareye rücu etmesi seklinde olabilmektedir. Rücuen tazminat istemiyle acılan davalarda, görevli yargı yerine bağlı olarak, dava adı da değişmektedir. Bu tur davalar adli yargıda görüldüğünde rücuen tazminat davası ; idari yargıda görüldüğünde ise tam yargı davası adını almaktadır (Kaya, 2012, s.124). Bu çalışmada her geçen gün büyüyen idari faaliyetlerin ve devamında ortaya çıkan idari sorumlulukların neticesinde kamu görevlilerinin kusurlu davranışlarının sonradan rücu edilerek ödenen tazminatların geri alınması için izlenen usül ve kararlardaki farklılıklar ortaya konulacak ve yakın tarihli yargı kararlarının önemli noktalarının altı çizilerek idari yargının içtihadi özelliğinden dolayı ortak ve sürdürülebilir ilkelere erişim yolları aranacaktır. 1.1.İdari Yargıda Rücunun Kısa Tarihi ve Dayandığı Temeller İdare Hukukunun doğduğu ülke olan Fransa da idarenin sorumluluğu ve bu sorumluluğu sebebiyle zarar görenlere tazminat ödenmesi konularında çeşitli aşama ve gelişimler yaşanmıştır lere kadar Fransa da da Kral hata yapmaz anlayışı hâkim olmuştur. Hatta bu döneme kadar kamu görevlisine karşı da dava açılabilmesine sınır getirilmiştir. Kamu görevlisine karşı ancak Conseil d Etat ın onayı üzerine dava açılabilmiştir. Fransa da ilk kez 1873 yılında Fransız Uyuşmazlık Mahkemesince verilen Blanco kararı ile idari kusurun, özel hukuktaki kusur kavramından farklı olduğu ortaya konulmuş ve kamu görevlisi ile devletin sorumluluğu kabul edilmiştir (Söyler, 2010, s.559). Fransa da önceleri, sorumlulukların içtima etmeyeceği kuralı geçerli görülerek kamu görevlisinin şahsi sorumluluğunun bulunduğu hallerde idare hiçbir şekilde sorumlu tutulmamış, idarenin sorumluluğu ajanın sorumluluğunun başladığı yerde bittiği kabul edilmiştir. İdare aleyhine açılan davalarda Fransız Devlet Şurası, görevlinin şahsi kusurunu tespit ettiğinde çoğunlukla görevsizlik kararı vermiş, aynı şey adli yargıda memur aleyhine açılan davalarda da geçerli kabul edilmiştir (Duez, 1950, s.85). 8

9 Fransız Danıştay ı nihayet kamu görevlisinin kusurunu dikkate almayan içtihadını 28 Temmuz 1951 tarihli Temmuz 1951 tarihli Delville ve Laurelle kararları ile terk etmiştir. Bu kararların ilki olan Delville kararında; sarhoş olan askeri şoförün yaptığı araç kazasında Fransız Danıştay ı sorumluluğu ikiye paylaştırarak, aracın freninin tam olarak çalışmaması dolayısıyla sorumluluğun yarısını idareye yüklerken aynı zamanda şoförün sarhoş olması dolayısıyla da sorumluluğun diğer yarısını kamu görevlisine vererek zarar dolayısıyla ödenecek tazminatı yarı yarıya idare ile şoför arasında paylaştırmıştır. Fransız Danıştay ının Laurelle kararında ise; sorumlulukların içtimaı söz konusudur. Askeri bir aracın şoförü, askeri aracı kendi özel işlerinde kullanırken kaza yapmıştır. Burada zarara sebebiyet veren durum şoförün aracı kullanması sırasındaki kusurudur. Aracın askeri hizmete ilişkin olmayan bir kullanımı ve askeri aracın hukuka aykırı bir şekilde kullanılmasının doğurduğu kişisel kusur söz konusudur. Ancak askeri idare için ayrıca gözlem eksikliği bulunduğu için hizmet kusuru da ortaya çıkmıştır. Bahse konu kaza sebebiyle zarara uğrayanın zararını tazmin eden idare, daha sonra şoföre rücu edecektir. Fransız Danıştay ı bu tür bir rücu davasını (action recursoire) ve şoförü idarenin zarara uğrayana ödediği miktarı idareye ödemeye mahkûm etmiştir. (Atay ve Odabaşı, 2010, s.92). Fransız Danıştay ını takiple Türk hukukunda Uyuşmazlık Mahkemesi 1960 lı yıllarda hizmet kusuru ve kişisel kusur ayrımı yaparak, hizmet kusurunda idari yargının kişisel kusurda ise adli yargının görevli olduğu yönündeki içtihadını geliştirmiştir (Akyılmaz, 2006, s.1045). Buna göre, zararın ödenmesine ilişkin olarak idarenin hizmet kusuruna dayanılarak Danıştay da, kamu görevlisinin kişisel kusura dayanılarak ise adli yargıda dava açılabiliyordu. Neticede memurun kişisel kusuru sebebiyle tazminat ödemek zorunda kalan idare, sadece haksız fiil hükümlerine göre memura rücu edebilmekteydi (Turgut, 2011, s.192). İdari yargıda 1963 tarihli Danıştay ın Konuralp Kararında bir profesörün işten el çektirilmesi sebebiyle ağır hizmet kusuru bulunan idare tazminata hükmedilirken, ağır hizmet kusurunda rektörün de kişisel kusuru bulunduğundan bahisle rektöre rücu edilmesine karar verilmiştir. Danıştay ın bu kararında şu ifadelere yer verilmiştir; İptal edilen bu kararın ittihazındaki ağır hizmet kusurunun husulüne rektörün kişisel kusurunun da yüzde kırk nispetinde tesiri bulunduğu olayın başlayış, akış ve kararın alınış ve uygulanış sekil ve seyrinden anlaşılmasına binaen davalı idarenin tazminat miktarının yüzde kırk nispetinde rektörün sahsına rücu etmekte muhtar bulunmasına karar verildi. (Akyılmaz, 2006, s.1046). Daha sonraki gelişmelerde Türkiye de rücu konusu yasal bir zemine oturtulmuş ve 1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu nun 13. Maddesinde,1972 tarihli ve 1602 sayılı AYİM Kanunu nun 24. maddesinde ve 1982 Anayasası nın 40/3, 129/5 maddelerinde açıkça düzenlenmiştir Türk Hukukunda Rücunun Düzenlenmesi ve İlkeleri Türk hukukunda rücu müessesinin Anayasa ve Devlet Memurları Kanununda (DMK) düzenlenmesi ve bu düzenlemelerin farklı tarihlerde olması doktrin ve uygulamada birlik sağlanmasını engellemiştir tarihli DMK ile yasal düzenlemeye kavuşan rücu, bu tarihten sonra da gereği gibi uygulanamamıştır. DMK yürürlüğe girmeden önce var olan sorumluluk sistemine göre şahsi kusuru bulunan kamu görevlisine karsı, zarara uğrayan tarafından zararın giderilmesi için tazminat davası açılabiliyorken; DMK ile teminat sistemine geçilerek kamu görevlisinin şahsi kusuru bulunsa dahi ancak idare aleyhine dava açılabileceği kabul edilmiştir. Ancak DMK nin yürürlüğe girmesi ile 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesi arasında kalan zamanda uygulamada bir süre daha kamu görevlisi aleyhine dava açılmıştır. Ancak 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesiyle bu uygulama son bulmuştur. Bu tarihten sonra da DMK ve Anayasa arasında farklı kavramlar sebebiyle tartışmalar başlamıştır (Turgut, 2011, s.195) Anayasası, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunu belirtirken (m.125) aynı zamanda, Memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini 9

10 kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabilir (m.129/5) hükmünü de getirmektedir. Ayrıca madde 40/2 de; Kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır. denilerek rücu edilmesinin anayasal karşılığı belirtilmektedir. Aynı şekilde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13ncü maddesinde de idarenin rücu hakkı düzenlenmiştir. İlgili maddede yer alan düzenlemeye göre; Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır. İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır. Yukarıdaki yasal düzenlemeler karşısında idarenin kamu görevlisine rücu edebilmesi için idarenin öncelikle kusurlu bir sorumluluğunun bulunması ve kamu görevlisinin ayrıca kusurlu davranışından kaynaklanan bir zarar mevcut olması gereklidir. Dolayısıyla idarenin kusursuz sorumluluğunun söz konusu olduğu durumlarda rücu mekanizmasının işletilmesi mümkün değildir. Bu konuda Yargıtay, kamu görevlisinin kişisel kusurunun ölçütü olarak sadece kin, düşmanlık ve benzeri duyguların etkisi altında gerçekleştirdiği eylemler bakımından değil, görevin gerekli kıldığı özenin gösterilmemesi ve mesleğin gerektirdiği ilkelere uyulmamasını da ele almaktadır (Yargıtay, 1998). Yargıtay, bazı kararlarında kişisel kusuru; görev ve yetki ile bağdaşmayan durumlar, idari işleme yabancı olan eylem ve işlemler, suç oluşturan fiiller, idari yetkilerin kullanım alanı dışına taşan eylem ve işlemler şeklinde ifade etmektedir (Yargıtay, 1986). Dolayısıyla burada sözü edilen kişisel kusur, bir kamu hizmetinde veya kamu hizmeti vesilesiyle işlenmişse, eğer hatanın araç ve gereçleri kamu hizmeti gereğince kusurlunun kullanımına sunulmuşsa, ayrıca mağdur ancak hizmetin kurallarının etkileri ile kusurlu duruma düşürülüyorsa ve kamu hizmeti söz konusu hatanın tamamlanmasını gerekli kılmışsa saf değil görevle ilişkili kişisel kusur söz konusu olmaktadır. Örneğin polisin görevli olduğu kolluk faaliyetini icra ederken aşırı kuvvet kullanımına başvurması sonucu zarar gören kişi ağır yaralandığında kamu görevlisi olan polisin kişisel kusurundan bahsedilebilir (Atay ve Odabaşı, 2020, s.89). Dolayısıyla rücu, kamu görevlisi kişinin, kamu hizmeti sırasında, bu kamu hizmeti dolayısıyla, hizmetin onu sağladığı araçlar vasıtasıyla icra ettiği bir faaliyet sırasında verdiği zararda söz konusu olmakta ve idare daha sonra kusurlu kamu görevlisine rücu edebilmektedir. Kamu görevlisinin göreviyle doğrudan ilişki kurularak açıklanan kusuruna görev kusuru da denilmekte ve Danıştay ın bir kararında görev kusuru şu şekilde tanımlanmaktadır: Kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen kusur görev kusurudur. (Danıştay, 1999). Bu arada kamu hizmeti sunumunda, idarenin kusurlu görüldüğü ve kamu görevlisinin ön plana çıkmadığı genel tanımlama ise hizmet kusurudur. Öğretide hizmet kusuru; Hizmetin bünyesinde var olan kusuru, yani kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık, düzensizlik ve bozukluğu ve hizmeti yürüten kamu personelinin kusurunu kapsadığı belirtilmektedir. Hizmet kusurunun özellikleri bağımsız ve objektifliği, asli bir sorumluluk olması, anonim, genel ve esnekliliği dir. Bu anlamda hizmet kusurunun anonim özelliği gereğince kusurun ismen belli bir şahsa atıf ve isnadına ihtiyaç yoktur. Kusur, hizmetin bünyesi ile kaynaşmıştır (Atay, Odabaşı, 2010, s.101). Sonuçta kamu görevlisinin kişisel kusurunun yol açtığı zararlarda, zararı ödeyen idare kişisel kusura ilişkin kısım (tamamen kişisel kusura dayanıyorsa zararın tamamı için) için kamu görevlisine rücu eder. Zarar birden çok kamu görevlisinin kişisel kusuruna dayanmakta ise, idare her kamu görevlisine sadece kendi kusuru oranında rücu edecektir (Akyılmaz, 2006, s.1057). 10

11 2. KAMU İDARESİNİN RÜCU KARARI İdarenin bir işlem veya eylemi sebebiyle kusurlu görülerek tazminat ödemesi sonrasında olayda kusuru görülen kamu görevlisine idare tarafından zorunlu veya ihtiyari rücu edilip edilmesi konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Örneğin Atay a göre; mahkeme kararının gerekçesinden veya olayın gelişim tarzından ilgili memurun da kusurunun bulunduğu anlaşılıyorsa rücu müessesesinin işletilmesi zorunludur. Bu anlamda rücu yöntemini uygulayıp uygulamama anlamında idarenin takdir yetkisinin varlığından söz edilemez. Nitekim bu husus DMK nın 13. maddesinin 2. fıkrasında İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi gerekliliği özellikle vurgulanmıştır. Bu fıkra bir istisna hükmü olmayıp, fıkrada belirtilen hususun özelliği gereğince ayrıca düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme Anayasa nın 40. maddesinin son fıkrasında belirtilen: Kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır. hükmünün uygulanmasına yöneliktir (Atay ve Odabaşı,2010, s.109). Öte yandan Akyılmaz a göre ise: 1982 Anayasası 40/2 ncü maddesi ile 657 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde yer alan kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır" ifadesine benzer bir şekilde Devletin, sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır hükmü benimsenmiştir. Böylece, sorumlu olan ilgiliden bahsedilerek birinci derecede devletin sorumlu olduğu zarar bakımından, kamu görevlisinin kişisel sorumluluğunun da devam ettiği belirtilmiş; lâkin bu konuda idareye takdir yetkisi tanınmıştır. Buna karşılık kamu görevlilerinin kusurları ile sebep oldukları zararlar için Anayasa ile getirilen yeni mali sorumluluk sistemi bakımından genel bir hükmü ihtiva eden m. 129/5 de rücu müessesesi, idarenin takdir yetkisinden çıkarılarak, bağlı yetki haline getirilmiştir. Bu nitelendirmenin temel nedeni; DMK 13 maddesindeki rücunun ifade ediliş şeklidir, söz konusu maddede rücu hakkı saklıdır denilerek bunun idarenin tasarrufunda olduğu ve bu ifadeden bir zorunluluk anlaşılmaması gerektiği ifade edilmektedir. Anayasanın 129/V hükmündeki rücu ise rücu edilmek kaydıyla şeklinde ifade edilerek rücu hakkının bir takdir yetkisi mahiyetinde değil bağlı yetki niteliğine sahip olduğu ifade edilmiştir (Akyılmaz, 2011, s.67). Diğer yandan Tan ve Gözübüyük, Rücu Sisteminin takdir veya bağlı yetki mi olduğuna ilişkin orta yolu benimseyerek; 1982 Anayasası nın rücu konusundaki düzenlemelerinden (m. 40/2 ve 129/5) önce, 657 sayılı Yasa nın, kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının saklı olduğuna ilişkin kuralı (m. 13), idareye bu konuda takdir yetkisi tanındığı biçiminde anlaşılıp uygulanmıştır. Ancak Danıştay ın idarenin sorumluluğuna hükmettiği bazı kararlarında kamu görevlisinin belirli oranda kusurluluğunu saptayıp, sorumluluktan payı belirlediği durumlarda rücu konusunda idarenin takdir yetkisinden söz edilemez. Nitekim böyle durumlarda idarenin tek yanlı işlemi ile kamu görevlisinden kendisine düşen payı isteyebileceği (Tan ve Gözübüyük, 2013, s.734) savunulmaktadır. Nitekim bu doğrultudaki bir Danıştay kararında; Olayda davacı hakkında suçlamaların ortaya çıkışı aşamasında ve sonraki aşamada görevlilerin ağır kusurları söz konusu olduğundan hükmolunan tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan görevlilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesinin Anayasa ve yasa hükmü gereği olduğunu belirtmektedir (Danıştay, 1989). Aynı şekilde başka bir Danıştay kararında ise bu düzenlemenin emredici olduğu gösterilmiştir; Anayasa nın 129.maddesinin 5.fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açabileceği şeklinde emredici kurala yer verilmiş olduğundan kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken İşledikleri kusurlar nedeniyle İdare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, İdarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etme zorunluluğu bulunduğu ve bu anayasal zorunluluk nedeniyle dava dilekçelerinde ayrıca rücu talebinde bulunmaya gerek olmadığına hükmedilmiştir (Danıştay, 1997). Kamu görevlisine rücu edilmesinin hem doktrinde hem de yargı kararlarında ifade edildiği üzere bir takdir yetkisi değil, kamu görevlisinin kusurun idarece saptanması ve zararın meydana gelmesinde bu kusurlu fiilin de tesirinin bulunması durumunda bir bağlı yetki 11

12 niteliğini haiz olduğu görülmektedir. İdarenin bu yetkisini şartlar vuku bulduğu halde kullanmaması durumunda, gereğini yerine getirmeyen kamu görevlisinin disiplin ve cezai sorumluluğu söz konusu olacaktır. Ancak idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda vatandaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarına da bir engel bulunmamaktadır. Nitekim bu konu bir Danıştay kararında şu şekilde ifade edilmiştir: Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte, idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarına bir engel bulunmamaktadır. Kamu hizmeti görevlilerinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın karşılığı olarak ulusal ya da uluslararası bir Mahkemece hükmedilen tazminat devlet tarafından zarara uğrayan kişiye ödendikten sonra ilgili kamu kurumu tarafından sorumlu personele rücu edilmemesi, bu yükün toplum üzerine bırakılması anlamına geleceğinden, her yurttaş ve özellikle kamu görevlilerinin kişisel kusuru nedeniyle zarara uğrayıp yargısal süreci başlatmış olan yurttaşlar, ilgili personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla idareye başvurabilirler ve bu başvuruların reddi üzerine de dava açma hakkını kullanabilirler. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararı toplum ödemek zorunda değildir. (Danıştay, 2008). Ancak bu kararın eleştirilebilir noktası: rücu mekanizmasının işletilebilmesini sağlayabilmek için idarenin kusurlu fiilinden hiçbir şekilde etkilenmeyen herkesin menfaat koşulu aranmaksızın idareye başvurabilmesinin savunulmasıdır. Bu şekilde geniş yorumun hukuk devleti ve hak arama hürriyetine yanlış imkânlar bahşedeceği ve adaleti bozacağı ileri sürülebilir İdarenin Rücu Konusunda Takip Edeceği Usül 657 sayılı Kanun'un 12 ve 13'üncü maddelere göre çıkarılan Devlete ve Kişilere Memurlarca Verilen Zararların Nevi ve Miktarlarının Tespiti, Takibi, Amirlerinin Sorumlulukları, Yapılacak Diğer İşlemler Hakkında Yönetmelik in Amirlerin Sorumlulukları" başlıklı 9 uncu ve Zararların Takibi ve Yapılacak İşlemler başlıklı 10 uncu maddesinde 12 nci madde de belirtilen zarar kavramı hem doğrudan doğruya idareye verilen zararları hem de üçüncü kişilere personelin verdiği zararların takip ve tahsil sorumluluğunu atamaya yetkili amire vermektedir. Rücu hakkı idare tarafından genel hükümlere göre kullanılacaktır. Rücunun genel hükümlere göre yapılmasından öncelikle anlaşılması gereken, bunun bir idari kararla yapılmasıdır. Rücu emrini veren kanunlar öncelikle idari kanunlardır ve yargılama usulüne ilişkin kanunlar değildir. İdare hukukunda rücu yetkisi özel hukuktaki rücudan zorunlu olarak farklılaşmaktadır. Özel hukukta rücu, yargı terimi olarak belirginleşse de bu, idare hukuku açısından geçerli değildir. Nitekim Fransa da kamu görevlilerine karşı rücu bir idari kararla yapılmaktadır. Kamu görevlileri de bu karara karşı idari yargıda dava açabilmektedirler (Bayındır, 2007, s.580). Genel hükümlere göre, idarenin zarara ve zararın kim tarafından işlendiğine ilişkin bilgiyi edindiği andan itibaren bir yıl içinde rücu davasını açması gerekmekte olup, herhalde zararın meydana geldiği tarihten itibaren on yıl içinde dava açma süresi sona erecektir. Genel hükümlere göre rücu hakkının kullanılmasında adli yargının görevli olduğu ve bu mahkemelerin haksız fiil esaslarına göre sorunu çözümleyecekleri görüşü geniş kabul görmektedir. Bu görüşü savunanlara göre; 657 sayılı kanunun m.13 rücunun aynı kanunun m. 12 aracılığı ile haksız fiil esaslarına göre yapılmasını öngördüğü için kamu görevlisi olan kusurlu personel, Borçlar Kanunu nun 41. maddesi uyarınca yalnız kasıt ve ağır ihmal den değil, hafif ihmal den de sorumlu olacaktır (Tan, 2013, s.452).. Danıştay 5. Dairesi bir kararında bu hususu şu şekilde belirtmektedir; Memurun idareye vermiş olduğu zararlarda ise zarara uğrayanla arasında doğmuş bir borç ilişkisi söz konusu olur. Burada zarar veren ferdin (memurun) kusurunun saptanması gerekir. Kişinin kusuru sonucundaki sorumluluğu ise Borçlar Kanununun haksız fiil hükümleri ile düzenlenmiştir. Memurun idareye karşı sorumluluğu da Borçlar Kanununun ilgili hükümleri gereğince nazara alınacaktır. (Danıştay, 1979). Dolayısıyla idarenin kendi aleyhine memur tarafından ika edilen zararlarda, idarenin doğrudan doğruya memurlara karşı re sen icra yetkisini kullanarak ortaya çıkan zarar miktarını aylığından kesebilme imkânı bulunmamaktadır (Atay ve Odabaşı, 2010, s.96). 12

13 Uyuşmazlık Mahkemesi, rücuda adli yargının çoğunlukla görevli olduğunu şu kararında belirtmektedir: 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu nun Kişisel sorumluluk ve zarar başlıklı 12. Maddesinde; Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve kendilerine teslim edilen Devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar. Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır. Zararların ödettirilmesinde bu konudaki genel hükümler uygulanır.(...) hükmüne yer verilmiştir. Bu duruma göre, Devlet memurunun sebebiyet verdiği Kurum zararının ödettirilmesi amacını taşıyan davanın, özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği açıktır. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu nun İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı başlıklı 2. maddesinin 1/b. bendinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtelif olanlar tarafından acılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmış olup; olayda hakları ihlal edilen kişi tarafından idare aleyhine açılmış bir tam yargı davası bulunmadığı gibi, idari yargı yerinde gerçek kişiler aleyhine dava açılamayacağından, ortada idari yargı yerince çözümü gereken bir dava bulunduğundan söz etmek olanaksızdır. (Uyuşmazlık Mahkemesi, 2006). Bununla beraber rücu için yasal düzenlemede gönderme yapılan genel hükümlerden mutlaka adli yargı mercilerinin anlaşılması gerekmediğine dair farklı yargı kararları bulunmaktadır. Uyuşmazlık Mahkemesi bir kararında genel hükümlere gidilmesinden sadece adli yargının anlaşılmaması gerektiği, idari yargıya da gidilebilmesinin mümkün olduğunu belirtmektedir (Uyuşmazlık Mahkemesi, 1989). Rücunun nasıl olması gerektiği ve hangi yargı kolunda inceleneceği konusu beraberinde çeşitli tartışmaları da getirmektedir. Bu durumların farklı başlık altında incelenmesi gerekir Rücunun İnceleneceği Yargı Merciinin Belirlenmesi Sorumluluğu belirlenen idarenin kusurlu görülen kamu görevlisine rücu etmesinde özel hukuk veya idari yargı usulünün uygulanıp uygulanmayacağı konusundaki tartışmalar, rücunun ilke ve sonuçlarını doğrudan etkilediğinden detaylıca incelenmesi gerekir. İlk olarak öğretide Duran a göre DMK nun 13ncü maddesinde gösterilen kurala göre sorumlu kamu personeline rücu mekanizması, özel hukuk kurallarına göre işletilmeye uygun değildir. Çünkü Anayasanın kabul ettiği idari rejim, idari sorumluluk konusunun tümünün adliye mahkemelerine bırakılmasını önlemiş, bunun yanında idare ile personelin birlikte sorumluluklarının ayrı mercilerde ve farklı usullerle gerçekleştirilmesine imkân vermemektedir (Tan, 2013, s.452). Bu sebeple Duran a göre; İdare, kendisini kişilere tazminat ödemek durumuna sokan personelin (görev kusuru) bulunup bulunmadığını, varsa sorumluluğunu gerektirir ölçüde ve yoğunlukla olup olmadığını da idare hukuku esasları gereğince tayin ve tespit edeceğine göre; uyuşmazlık çıktığında aynı soruna haksız fiil esaslarının tatbiki tecviz ve kabul edilemez. (Duran, 1974, s.169). Benzeri gerekçelerle Ozansoy da Duran la aynı noktalara işaret ederek: İdarenin rücu davası ancak ve ancak, onun üçüncü kişiye karşı bir tazminat yükümü doğuran yargı kararından sonra mümkündür. Böyle bir karar ise, ancak idareye bağlanabilen bir davranıştan doğan zararı gerekli kılar. İdarenin idare hukuku ilkelerine göre tazmin ettiği bir zararın kaynağının, aslında özel hukuk hükümlerine göre aranması tam bir çelişki olmaktadır. (Ozansoy,1989, s.344). Aynı konuda Güran a göre de idarenin hizmet, ajanın görev kusurunun bulunup bulunmadığı ve paylaşımı ilgi ve içeriği yönünden idari nitelikli bir sorundur. Bir başka deyimle idari yargının adliye mahkemelerine iş bırakmaksızın bitirebileceği türden bir uyuşmazlıktır (Güran, 1980, s.161). Konuya ilişkin Akyılmaz ise; Rücu davalarının adli yargıda görülüyor olması durumunda kamu görevlisinin kişisel kusuru haksız fiile eşit olarak kabul ediliyor. Yani kamu görevlisinin kusuru varsa bu kamu görevlisi için haksız fiildir. Ancak hiçbir zaman kişisel kusur haksız fiil olarak kabul edilemez. Kişisel kusuru bir idari kusur olarak özel bir kusur olarak görmek gerekir. Kişisel kusur bir idari kusur olduğuna göre onu belirleyecek olan idari yargı yeri olmalıdır. (Akyılmaz, 2009, s.541) görüşünü ileri sürmüştür. 13

14 3. RÜCU EDİLMEMESİNİN DOĞURACAĞI HUKUKİ SORUNLARIN İNCELENMESİ Rücuya ilişkin idarenin kararları, yine idarede görev yapan personel tarafından verilmektedir. Hukuk devletinde hiç bir personelin ana ilke olarak kamu yararı gerektiren bir konuda başka bir personel lehine vazgeçme hakkı bulunmamalıdır. Çünkü personelin eylemi sonucu ödenen tazminat bütçeden yapılan bir ödemedir. Bütçenin bütün vatandaşların ortak katılımıyla onların vergileriyle oluşturulan bir fon olduğu düşünülürse, bu fondan yapılacak harcamalar için kanunun açık hükümlerine ihtiyaç bulunacaktır. Her hangi bir kamu görevlisinin kendi kusurlu davranışı ile dolaylı ya da dolaysız olarak devlete verdiği zararların bütçeden karşılanmaması gerekir. Ayrıca idarenin, ödediği tazminatı, kamu görevlisine rücu etmemesi ve zararın idare üzerinde kalmasında kamu yararının bulunmadığı görülebilir. Bu nedenle idarenin kamu yararı niteliğinde olmayan bir işlemde takdir hakkının bulunması da söz konusu değildir. İdarenin kamu görevlisine rücu etmesi kamu görevlisini görevini yaparken daha dikkatli ve hukuka uygun davranmaya zorlayacaktır. Zarar gören kişilerin görevlinin kusurundan dolayı idareye dava açabilmesindeki amaç, kamu görevlisini sorumluluktan kurtarmak değil, zarar görenin tazminat alacağını garantiye almaktır. Çünkü ortaya çıkması muhtemel tazminat bazen kamu görevlisinin ödeyebilme kapasitesinin üzerinde olabilmekte ve bu durum zarar göreni ikinci kez mağdur olma riski ile karşı karşıya bırakabilmektedir (Genç, 20011, s.31) Rücunun İdare Tarafından İşletilmesinde Yaşanan Sorunlar Yukarıda ana esasları açıklanan rücu faaliyeti, birçok sebepten ötürü yazılı kurallarda gösterildiği şekilde uygulanamadığı görülmektedir. Bunun başlıca sebepleri arasında idarenin rücu davası açma konusunda isteksiz oluşu, dava açmak ya da açmamak yönünde yapılan baskılar ve rücu davası sonucunda verilen kararın uygulanabilirliği açısından fiili olarak bazı sorunların öne çıktığı görülmektedir (Akyılmaz, 2006, s.1052). Ayrıca rücu başta Anayasanın birden fazla maddesinde olmakla beraber farklı kanunlarda düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde yer alan kavram farklılıkları (memur, kamu görevlisi, genel hüküm gibi ) rücu konusunda sorunları desteklemektedir (Turgut, 2011, s.195). Rücu konusunda ilk tartışmalı husus, idarenin kişisel kusuru bulunan kamu görevlisine rücu hakkını hangi hükümlere dayanarak kullanacağı konusunda bir görüş birliğinin bulunmamasıdır. Anayasanın 40/son ve 129/5 inci maddesinde yer alan kanun ifadesi ile DMK nin 13 üncü maddesinde yer alan genel hüküm ifadesinden ne anlaşılacağı tartışmalı bir husustur. Doktrin ve yargının çoğunluğunun görüşü bu konuda Borçlar Kanununun 41 vd. madde hükümlerinin uygulanacağı yönündedir (Eroğlu, 1974, s. 247), (Onar,1966, s.1210). Konu ile ilgili diğer bir sorun ise rücunun düzenlendiği Anayasanın 40/son, 129/5 inci madde hükümleri ile DMK nin 13 üncü maddesinde görevli yargı yeri hakkında açıklık bulunmamasıdır. Yukarıda değinilen görüşler dâhilinde görevli yargı yeri de farklılık göstermektedir. Rücunun Borçlar Kanununun haksız fiil hükümlerine tabi olduğunu savunan görüşe göre görevli yargı yeri adli yargı iken, diğer görüşe göre idari yargıdır. İdare hukukunda kamu görevlisine rücu öz konusu olması için ortada bir kusur sorumluluğu olmalıdır. İdarenin kusursuz sorumluluğu durumunda rücuya başvurulamamaktadır (Turgut, 2011, s.198). Rücuya konu olan kamu görevlisinin kusuru konusunda ise Anayasanın 40/son ve 129/5 inci maddesine kusurun ağırlığı ile ilgili bir açıklık bulunmadığı görülmektedir. DMK nin 13 üncü maddesinde de bu konuda düzenleme olmamakla beraber, DMK nin 12 inci maddesinde memurun kasıt, kusur, ihmal ve tedbirsizliği sonucu verdiği zararları ödeyeceği 14

15 düzenlenmiştir. Bu konuda herhangi bir açıklık bulunmadığından ve DMK nin 12 inci maddesinde memurun sorumluluğu için kusur bakımından ayrım gözetilmeden hepsi dâhil edildiğinden, bu düzenlemeler sonucu kamu görevlisine rücu için kusurlu personelin, kast, ağır hafif kusur, ihmal ayrımı yapmadığı belirtilmektedir (Turgut, 2011, s.199) Rücuya İlişkin Güncel Kararlar ve Öne Çıkan Hususlar -Kamu Görevlisi Hakkında Rücuya İdarenin Başvurması Yasal Bir Gereklilik ve Zorunluluktur: Konu ile ilgili olarak idarenin hizmet kusuru olarak sorumlu tutulduğu konularda, idarenin kusurlu görülen kamu görevlisine rücu etmesi gerektiğini ortaya koyan Danıştay ın 10ncu Dairesinin 2009/144 Esas No ve 2009/3183 Karar Nolu kararına göre; Dava konusu olayda idarenin hizmet kusuru olarak nitelendirilen "haksız yere suç duyurusunda bulunma" işleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu tartışmasızdır. Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasanın gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresi; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etme zorunluluğunu ifade etmekte olup; davacıların, bu anayasal zorunluluk nedeniyle dava dilekçelerinde ayrıca ve mutlaka rücu talebinde bulunmaları gerekmemektedir. Buna göre; dava konusu olayda, Vergi Usul Kanunu'nun 134 ve devamı maddelerinde yer alan vergi inceleme yetkisine sahip Gelirler Başkontrolörü... tarafından, anılan Yasanın 367. maddesine dayanılarak düzenlenen suç duyurusu raporunun eksik incelemeye dayalı olması nedeniyle davacı hakkında suç duyurusunda bulunulduğu anlaşıldığından; davalı idarenin, adı geçen kamu görevlisine, hizmeti kusurlu yürütmesi nedeniyle Anayasanın yukarıda yer verilen 129. maddesi hükmü uyarınca adli yargıda dava açmak suretiyle rücu etmesi gerektiği açıktır. (Danıştay, 2009). Benzeri şekilde 12nci Dairenin Esas No: 2009/4964, Karar No: 2012/5278, 26/09/2012 tarihli kararında da aynı durum vurgulanmaktadır; Uzman olarak görev yapan davacının izin taleplerinin ise görev yaptığı birimce uygun görülmesine rağmen onay makamınca herhangi bir gerekçe de gösterilmeden reddedildiği somut herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin davacının Yasal hakkı olan izinin kullandırılmaması işlemleri nedeniyle duyduğu üzüntü ve ıstırap nedeniyle uğradığı manevi zarar karşılığı bir miktar tazminatın ödenmesine hükmedilmesi gerektiği; öte yandan, Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verildiği, Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmadığı, davacının izninin kullandırılmaması, olayın gelişimi dikkate alındığında kasta dayalı olmayan hukuki hata olarak nitelendirilmesine olanak bulunmadığı, dolayısıyla hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, olayda kişisel kusuru ve sorumluluğu saptanacak kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesinin Anayasadan kaynaklanan bir zorunluluk olduğu (Danıştay, 2012). -İdarenin Sorumlu Görülerek Ödediği Tüm Tazminatlarda Kusuru Görülen Hem Kişilere ve Hem de Kurumlara Dahi gerekirse Rücu Edilmelidir: Konu ile ilgili olarak idarenin haksız şekilde tazminata mahkûm edilmesi karşısında olaya sebebiyet veren kişi dışında eğer bir kurum sorumlu ise rücu bu kuruma dahi yöneltilebileceğini ortaya koyan Danıştay ın 11nci dairesinin 2004/4910 Esas No ve 2005/4663 nolu kararında şu şekilde açıklanmaktadır: Olayda, davalı belediyede zabıta memuru olarak çalışan... hakkında tesis edilen re'sen emekliye sevk işleminin yürütülmesinin durdurulması üzerine, davalı kurumca ilgili şahsın göreve başlatıldığı, mahkemece tarihinde verilen iptal karan üzerine açıkta kaldığı sürelere ilişkin her türlü özlük hakları kişiye ödenmekle kurumun bu yönden hukuki sorumluluğunu yerine getirdiği görülmekte ise de; hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile saptanan re'sen emeklilik işlemi sonucu...'e ödenen emekli aylıkları sebebiyle, davacı Sandığın da zarara uğradığı kuşkusuzdur. Re'sen emekliye sevk işlemi iptal edildiğinden kişiye yersiz ödenen emekli aylıklarının, kusurlu işlemi ile bu ödemeye neden olan kurumdan tahsil edilmesinde, kurumun ilgili kişiye rücu imkânı da dikkate alındığında, hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Bu durumda, davalı idarece tesis edilen ve hukuka 15

16 aykırılığı yargı karan ile saptanan re'sen emeklilik işlemi dolayısıyla kişiye yapıları ödemenin, hizmet kusuru uyarınca davalı idare tarafından tazmini gerektiğinden, aksi yöndeki mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir. (Danıştay, 2005). -Yargı Kararını Yerine Getirmeyen Tüm Kamu Görevlilerine Rücu Edilmesi Bir Zorunluluktur: Konu ile ilgili olarak mazeretsiz olarak bir yargı kararını yasal süreler içerisinde yerine getirmeyerek idareyi zarara uğratan kamu görevlisine rücu edilmesinin gerekli olduğunu belirten Danıştay ın 10ncu Dairesinin 2004/13990 Esas No ve 2007/739 numaralı kararında özetle şu şekilde konu açıklanmamıştır; Bu itibarla, davacının Genel Başkanı olduğu derneğin ve dernek yönetimi ile ilgili tasarrufların kamuoyu tarafından yakından izlenmesi nedeniyle davacı hakkında tesis edilen işlemler de kamuoyunun bilgisi dâhilindedir. Bu nedenle davacı hakkında verilen yargı kararının uygulanmamasının davacının kişisel haklarının zedelenmesine ve üzüntüsüne neden olduğu açıktır. Bu nedenle, davalı idarenin olaydaki ağır hizmet kusuru dikkate alınarak manevi tazminatın manevi tatmin aracı olma niteliği de göz önünde bulundurulmak suretiyle, davacının duyduğu acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi amacıyla takdiren YTL(otuz bin YTL ) manevi tazminatın davalı idare tarafından yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Diğer yandan bu davada hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarelerin, yargı kararının uygulanmasını sağlamayan, uygulamadan kaçınan yetkili ve görevlilere Anayasanın yukarıda yer verilen 129. maddesi hükmü uyarınca adli yargıda dava açmak suretiyle rücu etmesi gerektiği açıktır. (Danıştay, 2007). -Rücu Davalarının Görüleceği Yargı Merci Adli Yargıdır: Konu ile ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun tarihli Esas No 2006/4-310 ve Karar No 2006/330 sayılı kararında da vurguladığı üzere; Somut olayda, görevi esnasında teröristlerce öldürülen kurum işçisinin mirasçıları tarafından... aleyhine tazminat davaları açıldığı, mahkemece hükmolunan tazminatların davalı ortaklığa yüklendiği ve bu yoldaki kararların derecaattan geçerek kesinleştikleri anlaşılmaktadır. Tazminat davalarına bakan mahkemelerce, bilirkişi raporu ile saptanan kusur ve sorumluluk oranları esas alınarak, hüküm verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, görülmekte olan rücu davasında adli yargının mı, yoksa idari yargının mı görevli bulunduğu noktasında toplanmaktadır sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun "...İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı..." başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre idari davalar; - İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları, - İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, - Kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir. Ödenen tazminatın rücuan tahsili istemiyle açılmış olan eldeki davanın, yukarıda sözü edilen kanun hükmü anlamında bir iptal davası veya idari sözleşmeden kaynaklanan bir dava olmadığı açıktır. Yine eldeki davanın aynı kanun hükmü anlamında "tam yargı davası" niteliği taşımadığında da kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Çünkü tam yargı davaları; ancak, herhangi bir idari eylem ve işlemden dolayı kişisel hakkın doğrudan muhtel olması halinde ve o kişisel hakkın sahiplerince açılabilirler. Dolayısıyla, herhangi bir davanın tam yargı davası olarak nitelendirilebilmesi için, ortada öncelikle bir idari işlem veya eylemin bulunması şarttır; ayrıca, bu işlem veya eylem nedeniyle kişisel bir hakkın ihlal edilmiş olması da gerekir. Dava konusu olayda davacı vekili, rücu istemini, davalı idarenin kendisine yönelik herhangi bir eylem veya işlemine dayandırmamaktadır. Yine davalıya rücu edilmek istenilen tazminatın, davacının hukuki statüsü gözetildiğinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun kapsamında bir kamu alacağı olmadığı da tartışmasızdır. Öte yandan, aynı olayda ölen başka kişilere davacı şirketçe ödenen tazminatların davalı idareye rücu istemiyle ilgili olarak önce idare mahkemelerinde verilen görevsizlik kararları üzerine de adli yargıda açılan başka bazı davalarda, görev ( yargı yolu ) yönünden ortaya çıkan uyuşmazlık üzerine; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nce verilen kararlarla da, yukarıda değinilen ilke ve kurallara dayanılmak suretiyle, uyuşmazlığın Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğinin benimsendiği, bu benimsemeye bağlı olarak görevin adli yargıya ait bulunduğu sonucuna varıldığı ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararlarının bu gerekçeyle kaldırıldığı görülmektedir. (Yargıtay HGK, 2006). 16

17 SONUÇ İdarenin kusurlu sorumluluğu söz konusu olduğunda zararın meydana gelmesinde kusurlu hareket eden kamu görevlisine kusuru oranında rücu edilmesi hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. İdarenin kamu görevlisine rücu etmesi konusunda Anayasanın 40/3 ile 129/5 de ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu nun 13. maddesinde rücu müessesesi ve rücu hakkı düzenlenmiş olmakla beraber rücu mekanizmasının işletilmesini takdir yetkisi mi yoksa bağlı yetkiye mi tabi olduğu konusunda farklı görüşler mevcuttur. Anayasa 40/3 ve DMK nın 13. maddesinde rücu hakkı saklıdır derken, yine Anayasa m. 129/5 te rücu edilmek kaydıyla düzenlemesi söz konusudur. Rücu konusunda gerek doktrin ve gerekse yargısal içtihatlar değerlendirildiğinde idarenin bir eylemi veya işlemi nedeniyle zarar meydana gelmiş ise ve bu zararın meydana gelmesinde kamu görevlisinin belirlenmiş bir kusuru söz konusu ise idare rücu mekanizmasını işletmek zorundadır. Bu durumun aksinin kabulü kamu görevlilerinin kamu hizmetini ifa ederken göstermesi gerekli olan dikkat ve özeni göstermemesine ve keyfi durumlara sebebiyet verebilecektir. Ayrıca kamu görevlisinin özellikle kasıtla oluşan kusuru dolayısıyla meydana gelen zararın tüm topluma yükletilmesi de anayasaya aykırı bir durum teşkil edecektir. Rücu hakkı, idare tarafından uygulamada genel hükümlere göre kullanılmaktadır. Genel hükümlere göre rücu hakkının kullanılmasında adli yargının görevli olduğu ve bu mahkemelerin haksız fiil esaslarına göre rücu davasını sonuçlandıracakları doktrinde öncelikle kabul edilen görüştür. Bu konuda hem Uyuşmazlık Mahkemesinin hem de Danıştay ın kararları söz konusudur. Ancak doktrinde özellikle kamu görevlisinin kusurunun tespitinde haksız fiil esaslarının uygulanması da ayrıca eleştirilmektedir. Bu eleştiri kanımızca yerinde ve haklıdır. Çünkü idare hukuku ve idarenin sorumluluğu bağlamında kamu görevlisinin kusuru ile borçlar hukuku bağlamında bir kimsenin haksız fiil sorumluluğu çoğunlukla aynı nitelikte kabul edilemez. Yine doktrinde bazı yazarlar tarafından idarenin rücu hakkını kullanmasında adli değil doğrudan idari yargı mercilerinin görevli olması gerektiği de savunulmaktadırlar. Bu görüşü savunan yazarların gerekçeleri daha çok; idare hukuku ilkelerine göre tespit edilip, idarenin kusurlu sorumluluğuna ve dolayısıyla tazminata mahkûm edilen kamu idaresi, kusuru olan kamu görevlisine kusur oranında rücu edeceği zaman, idare hukukunun esaslarına göre kurulmuş ve idare hukukundaki sorumluluk esasları, idare hukukunun temel ilkeleri vb. noktalarda ihtisaslaşmış idari yargı mercilerinin rücu hakkının kullanılmasında görevli ve yetkili olmasının daha uygun düşeceğine dayanmaktadır. Ancak doktrinde bazı yazarlarca ifade edilen ve bizim de katıldığımız görüşe göre; idari yargılama usulünde idarenin rücu hakkının yerine getirilmesi ile ilgili olarak kusuru olan kamu görevlisine mevcut davayı ihbar mükellefiyetinin olmaması ve dolayısıyla kusuru olan kamu görevlisinin davaya müdahil olma olanaklarının kısıtlı olması ve hem anayasamızda hem de idari yargılama mevzuatımızda bu duruma olanak veren düzenlemelerin olmaması sebepleri ile kusuru olan kamu görevlisinin adil yargılanma hakkının zedelenmesi söz konusudur. Dolayısıyla kamu idarelerinin kusurlu sorumluluğu olması durumunda kusuru olan kamu görevlisine rücu davasını idari yargı yerinde değil adli yargı merciine açması halinde kamu görevlisinin adil yargılanma hakkının sağlanması ve kamu personelinin adli yargıdaki yargılama usulünden kullanabileceği bazı imkânlarla kendini savunabilmesinin fırsatı elde edilmiş olacaktır. 17

18 KAYNAKÇA Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:4 Sayı:7 (2015) Akyılmaz, B. (2006). İdare Hukukunda Kamu Görevlisine Rücu Sorunu, Prof. Dr. Fikret Eren e Armağan, Ankara. Akyılmaz, B. (2009). İdarenin Kusurlu Personeline Rücu Sorunu, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Sempozyumu, Ankara. Akyılmaz, B. (2011). Kamu Zararı ve Kamu Zararında Rücu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi M C., LXIX, S.l-2, s Atay, E. ve Odabaşı, H. (2010). Teori ve Yargı Kararları Işığında İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, 2. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara. Bayındır, M. S. (2007). Sağlık Hizmetlerinde İdarenin ve Hekimlerin Sorumluluğu, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt. XI, Sa. 1-2, Danıştay.(1989). D10D, , E.988/1042, K.989/857, legalbank. net/ belge/d- 10-d-e k t danistay-10-daire-karari/529120/ ( ). Danıştay. (1997). D5D, , E.:1995/3611, K.:1997/2485, Danıştay Dergisi, Sayı. 96, Danıştay.(1999). D10D, , E. 1999/1746, K. 1999/5376, www. Kanunum.com/Danistay/ /10-Daire E, K, T_xxcid47592 ( ). Danıştay. (2012). D12D. Esas No: 2009/4964, Karar No: 2012/5278, 26/09/2012 tarihli karar, T_xxcid ( ). Danıştay.(1979). D5D, , E. 1975/9257, K. 1979/1132, www. kanunum.com/danistay/ /5-daire e, k, T_xxvid67843_xxmid67843_search ( ). Danıştay.(2005). D11D. 2004/4910, Esas No ve 2005/4663 Nolu karar, www. kararara.com/danistay/11d/danistay7518.htm ( ). Danıştay.(2007). D10D. 2004/13990 Esas No ve 2007/739 numaralı kararı, legalbank.net/belge/d-10-d-e k t danistay-10-dairekarari/619249/ ( ). Danıştay.(2008). D5D, , E. 2007/7369, K. 2008/3234, www. Lebib yalkin.com.tr/mevzuat/mevbank/yargi/danistay-kararlari_ dan_ / danistay-5-dairekararlari_dan_d5d_/esas-no karar-no html ( ). Danıştay.(2009). D10D. 2009/144 Esas No ve 2009/3183 Karar No kararara.com/danistay/10d/danistay5905.htm ( ). Duez, P. (1950). Mukavele Dışında Amme Kudretinin Mesuliyeti, Çev: İbrahim Senil, Güney Matbaacılık, Ankara. Duran, L. (1974). Türk Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu, Prof. Dr Tahsin Bekir Balta ya Armağan TODAİE Yayını, Ankara. 18

19 Eroğlu, H. (1974). İdare Hukuku Dersleri (Genel Esaslar, İdari Teşkilat ve İdarenin Denetlenmesi), S Yayınevi, Ankara. Genç, E.(2011). Rücu Kavramı ve Sayıştay Denetimi Kapsamında Rücu Müessesesi, Mali Hukuk Dergisi, Yıl. 26, Sayı. 151, Güran, S. (1980). Türk İdare Hukukunda Tazminat Miktarının Saptanması, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul. Kaya, C. (2012). Rücuen Tazminat İstemiyle Açılan Davalarda Görevli Yargı Yerinin Belirlenmesi Konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi Uygulaması, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 70, Sayı. 1, Mutçalı, S. (2012). Arapça- Türkçe Sözlük, 3. Baskı, Dağarcık Yayınları, İstanbul. Onar, S.S. (1966). İdare Hukukunun Umumi Esasları, İsmail Akgün Kitabevi, İstanbul. Ozansoy, C. (1989). Tarihsel ve Kurumsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Söyler, Y. (2010). Yargıtay Kararları Işığında Kişisel Kusur, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Aralık, Cilt 14, Sayı 2, Tan, T.(2013). İdare Hukuku, 2.Bası, Turhan Kitapevi, Ankara. Tan, T.ve Gözübüyük, Ş.(2013). İdare Hukuku Genel Esaslar, 9.Bası, Turhan Kitapevi, Ankara. Turgut, T. (2011). İdare Hukukunda Kamu Görevlisine Rücu, Adalet Dergisi, Sayı. 39, Uyuşmazlık Mahkemesi. (1989).UMK, E. 1989/24, K. 1989/30, RG: , Uyuşmazlık Mahkemesi. (2006). UMK, , E. 2006/14, K. 2006/20. Yargıtay HGK.(2006). Hukuk Genel Kurulunun tarihli Esas No 2006/4-310 ve Karar No 2006/330 sayılı kararı, ( ). Yargıtay. (1986). Y4HD, , E: 1986/4898, K: 1986/7786, legal bank net/belge/y-4-hd-e k t haksiz-eylemden-dogan-madditazminat/233200/ ( ). Yargıtay.(1998). Y4HD, , E: 1998/6342, K: 1998/9531, www. hukuki. net ( ). 19

20 20

21 STRATEJİK YÖNETİM SÜRECİNDE KRİZLER VE ÖRGÜT ÜZERİNDEKİ PSİKOLOJİK ETKİLERİ Mehmet Hişyar Korkusuz ÖZET Ersoy Kutluk İnsan kaynağı, organizasyonun hedefine ulaşması noktasında yöneticilerin göz önünde bulundurması gereken en önemli unsurdur. Yönetim bilimi, bu açıdan bakıldığında özü itibariyle bir davranış bilimi olarak nitelendirilebilir. Stratejik hedeflere ulaşmak isteyen tepe yöneticileri bu zaman diliminde yaşanabilecek krizlerde insan unsuru nun psikolojik boyutu nu örgütsel dayanıklılık bağlamında eşsiz bir alan olarak görebilecektir. Bu anlayış, krizlerin etki ve sonuçlarının organizasyon ve çalışanların üzerinde, gerekli eğitimin de verilmesiyle kabul edilebilir bir düzeye indirilmesine katkı sağlayabilir. Stratejik yönetim sürecini yürüten yöneticilerin kriz ve çatışma alanlarını öngörerek doğru tahminlerde bulunması ve örgüt psikolojisinin de bu duruma uyum sağlayabilecek bir esneklikte olması amaçlara ulaşılmasını sağlayabilecektir. Stratejik yönetimin yönetim ve örgüt psikolojisi bağlamında dikkatle ele alınması organizasyona bir açılım ve vizyon kazandıracaktır. Anahtar Kelimeler Stratejik Yönetim, Krizler, Örgüt Psikolojisi, İnsan Kaynakları CRISES IN STRATEGIC MANAGEMENT PROCESS AND THEIR PSYCHOLOGICAL IMPACTS ON ORGANIZATIONS ABSTRACT Human resources are the most important factor that the managers have to consider in relation to reach the organizational goals. Management science when viewed from this aspect could describe as a behavioral science in essence. Top managers who want to reach to the strategic goals could accept psychological dimension of the human factor as a unique area in the context of organizational durability in crises that could experience at this period. This understanding could make a contribution to lowering the impacts and consequences of crisis to an acceptable level on the organization and employees with providing a required training. When managers who run the strategic management process, make safe estimates thereby foresee the crises and conflict areas, and having a flexible organizational psychology to accommodate to this conditions could provide to attain the objectives. To handle the strategic management in the context of management and organizational psychology will acquire a vision and offer an insight into the organization. Key Words Strategic Management, Crises, Organizational Psychology, Human Resources Yardımcı Doçent, Arel Üniversitesi, M.Korkusuz@gmx.net Yardımcı Doçent, Arel Üniversitesi, ersoykutluk@gmail.com 21

22 1. Giriş Bilişim çağında küresel boyutta artan etkileşimle birlikte, uyarı ve etki merkezlerinin sayısındaki önlenemez yükseliş, organizasyonel refleks ve adaptasyon mekanizmalarının güçlü ve hazırlıklı olması gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu mekanizmaların güçlendirilmesi ve hazırlanması ise gelebilecek uyarı ve etkilerin yapısının/mahiyetinin ve oluşturabilecekleri kriz/darbe şiddetinin bilgi-deneyim boyutu yla çözümlenmesine bağlıdır. Yönetim bu süreçte bilgi unsurunu devreye sokabilme yeteneği ve ufkuna sahip olmalıdır. Bilgi; öngörülemez alanı daraltan, tahmin seçeneklerini netleştiren ve farklı krizden çıkış planlarının ve alternatif yollar ın hazırlanmasına imkan veren mühim bir yönetsel enstrümandır. Bilgi, yetenek/beceri ve kaynak anlamındaki kazanımlar organizasyonel süspansiyon göreviyle krizlerin şiddetini söndürebilecek, hatta bu krizleri yönlendirme maharetinin de edinilmesiyle yepyeni fırsatları gün yüzüne çıkarabilecektir. Maraton koşusunu gerektiren büyük örgütsel hedeflere ulaşmada çok yerinde bir tercih olan stratejik yönetim yaklaşımı, tepe yöneticilerine krizleri en detaylı hesaplamalarla atlatabilme imkanını sağlamaktadır. Stratejik yönetim bilginin doğru kullanımını, programlı hareket imkanını ve bir vizyon zenginliğini yöneticilere sunmaktadır. Bu makalede uzun soluklu bir stratejik yönetim sürecinde karşılaşılabilecek dönemsel krizlerde insan unsuru nun psikolojik boyutu ele alınacaktır. Psikolojik boyut bu yaklaşımla organizasyonun tepe yöneticileri tarafından krizlere mukavemet bağlamında eşsiz bir alan olarak değerlendirilebilecektir. Bu değerlendirmenin stratejik yönetim sürecine dahil edilişi değişim ve etkileşim in olağan ve olağanüstü etki ve sonuçlarının organizasyon ve çalışanların üzerinde kabul edilebilir, makul bir düzeye çekilebilmesine katkı sağlayabilecektir. Günümüz dünyasında siyasî, ekonomik, toplumsal alanlarda ardı arkası kesilmez krizlerle sarsılan bir ortamda sürekliliği yakalamak isteyen örgütlerin bu hazırlığa ihtiyacı kaçınılmazdır. Genel psikoloji, yönetim ve politik psikoloji ile de ilgili olan kriz yönetim süreçleri belirlenen stratejinin planlama-koordinasyon- icraat ve takip-kontrol aşamalarında çok yönlü bir ele alış tarzını gerekli kılmaktadır. Nasıl bir yöntem geliştirilirse hedefe daha rahat ulaşılabilir. Özne-nesne uyumu ve nicelik-nitelik birlikteliği yönetimin başarı ve motivasyonunda etkili olmaktadır. İşin özüne inildiğinde bir davranış bilimi olan yönetim biliminin stratejik boyutu tutum ve davranışların doğasına ilişkin temel yaklaşımları ve metodları öngörebilme ve geliştirme aşamalarını da içermelidir. 2. Stratejik Yönetim Süreci 2.1. Yönetim Kavramı Yönetim bir faaliyet ya da süreç olarak tanımlanabilir. Burada ifade edilen süreç plan yapma, karar verme, değerlendirme yapma gibi eylemler ve operasyonlar serisini içermektedir. Eğer daha detaylı bir tanımlama gerekirse yönetim organizasyonel bir ortamda işleri/görevleri başarıyla tamamlamak için hedefe yönelik bir yöntemle bir takım kaynakları bir araya getirme ve kullanma sürecidir denilebilir. Yönetim, bazen de bu aktiviteyi yerine getiren bir insan grubunu (üst yönetim top management) tanımlayabilmektedir (Hitt, Black ve Porter, 2005: s. 8). Yönetim kavramı; sevk ve idare, idari sistem ve örgüt anlamları yüklenerek kullanılabilmektedir (Eryılmaz, 2006: s. 3). Yönetimden söz edilebilmesi için: İnsanların varlığı, işbirliği ve bir amaca yönlenme şartları mevcut olmalıdır. Yönetim, ortak 22

23 bir amacı gerçekleştirmek için bireysel ve grupsal çabaların eşgüdümlenmesi olarak tanımlanmaktadır (Akat, Budak ve Budak, 1994: s. 10). Yönetsel etkililik (effectiveness) örgütsel amaçlara ulaşmadaki başarıyla ölçülür. Etkili yönetici örgütsel kaynakları hedefe varmada verimli kullanır. Yönetsel verimlilik (efficiency) üretim sürecine katkıda bulunan her bir örgütsel kaynağın üretkenlik oranıdır. Örgütsel kaynaklar ne kadar israf edilirse ve atıl kalırsa yönetici de o kadar başarısız sayılır. Organizasyonel başarının maksimize edilmesi hem etkililiğe hem de verimliliğe bağlıdır (Certo, 1986: s ). Certo, örgütsel kaynakları dört ana başlıkta incelemektedir. Bunlar; (1) İnsan Kaynakları (2) Menkul Kaynaklar (3) Hammadde (4) Sermaye Kaynaklarıdır (makine, teçhizat vb.). Üretim süresince kaynaklar kombine edilir, kullanılır ve nihayet ürün ve hizmete dönüşürler. Burada insan kaynakları organizasyon için işgören bireyleri ifade eder. İşgörenlerin yetenekleri, bilgi ve tecrübeleri yöneticiler için paha biçilmezdir (Certo, 1986: s. 16). Yönetim sistemleri; faaliyetlerinde yararlandığı bilimsel disiplinlerdeki veri, kavram, araç ve teknikleri nerede ve nasıl kullanacağını genel olarak bilip, bunları tanımlanmış amaçlar doğrultusunda kullanabildiği ve nihayetinde de bu amaçlara ulaşabildiği ölçüde etkili/başarılı olarak kabul edilebilir (Seyidoğlu, 2001: s. 154). İnsan kaynağının, örgüt psikolojisinin ve gerçekleşen davranışların (kızgınlıklar, moral bozuklukları, çatışmalar, güç mücadeleleri) öneminin kavranması da yine etkili bir yönetim sisteminin kurulmasının en önemli şartlarından biridir (Koçel, 2007: s. 5-95) Stratejik Yönetim Yönetim için ifade edilen bu özellikler stratejik yönetim için de geçerlidir, denilebilir. Stratejik yönetim örgüt amaçlarını gerçekleştirmek üzere, üretim kaynaklarını (ve yeteneklerini) etkili ve verimli biçimde kullanma süreci dir. Ancak burada belirtilmesi gereken husus stratejik yönetimin, organizasyonun günlük rutin işlerinin idaresine değil, örgütün uzun dönemde yaşamını sürdürebilmesini mümkün kılacak işlerin yönetimi ne yönelik oluşudur (Dinçer, 2007: s ). Stratejik yönetim, hiç durmaksızın değişen dış çevreye uyum sağlama ve giderek daha da zorlaşan bir ortamda devamlılığı güçlenerek sağlama amacına yönelik özel bir yönetim sürecidir. Stratejik yönetim, daha çok işletmelerin tepe/üst yöneticilerinin karar alanında yer alan bir süreçtir (Rue ve Holland, 1989: s. 23). David e göre iş dünyasında daha çok tercih edilen stratejik planlama genellikle bu sürecin sadece formülasyon boyutunu içerirken, akademik dünyada daha yoğun olarak kullanılan stratejik yönetim formülasyon (planlama), uygulama (organize etme ve yürütme) ve değerlendirme (kontrol) aşamalarının tamamını içerir. Stratejik yönetimin amacı gelecek için yeni ve farklı fırsatları oluşturmak ve onlardan yararlanmaktır (David, 2001: s. 5). Ülgen ve Mirze ise stratejik planlama dan stratejik yönetim e geçişte artık stratejistlerin sadece analiz, karar süreçlerinin (sert unsurlar) yeterli olmadığını anlamasının payı olduğunu vurgular. Bu aşamadan sonra stratejik planlama unsurları yanında diğer unsurlar olan yönetim tarzı, yapısı, kültürü, davranışsal unsurları (yumuşak unsurlar) ve uygulama ve kontrol işlevleri de stratejik yönetimin kapsamı içine girmiştir (Ülgen ve Mirze, 2004: s ). Zaten bir organizasyon, hard power (sert unsurlar) ile soft power'ın kombinasyonu durumunda işlerin akış şeması ve organizasyonel işleyiş hedeflerini tutturabilir. Stratejik yönetim süreci organizasyonların sürekli olarak iç ve dış olay ve eğilimleri gözlemlemesi düşüncesine dayanır. Bu gözlemler neticesinde farkına varılan değişiklik girişimleri ihtiyaç doğduğunda, zamanında yapılabilir. Günümüz piyasalarındaki değişimi başarılı organizasyonlar etkin biçimde yönetirler. Ve örgütsel bürokrasilerini, stratejilerini, sistemlerini, ürünlerini ve kültürlerini bu değişime adapte ederler (David, 2001: s. 7-8). 23

24 Bugün, yükselen globalleşme trendi ve teknolojinin artan kullanımı daha büyük değişime neden olmakta, organizasyonel başarı için bilginin önemi ni net bir şekilde göstermektedir. Hitt, Black ve Porter, 21.yy ın yöneticileri için değişim, teknoloji ve globalleşme nin kritik meydan okumalar olduğunu vurgulamaktadırlar. Hep var olan değişimin, vazgeçilemez teknolojinin ve gözardı edilemeyecek globalleşmenin organizasyonlara etkisi kaçınılmazdır (Hitt, Black ve Porter, 2005: s. 5-7). Strateji kavramından doğan stratejik planlama ve stratejik yönetim çağdaş yönetim anlayışında üzerinde önemle durulan alanlar olmuşlardır. Stratejik yönetim; Stratejik amaçlara ulaşılabilmesi için mevcut tüm unsur ve parametrelerin en etkin şekilde kullanılmasıdır. Stratejik yönetim süreci genel hatlarıyla şu şekilde işlemektedir: öncelikle stratejistler tarafından veri toplama çalışması yapılır. Bu verilerin analizi (iç ve dış çevre analizi) ile fırsat ve tehditler (dışa bakış olarak da ifade edilebilir) ve üstünlükler ve zayıflıklar (içe bakış olarak da ifade edilebilir) tespit edilmeye çalışılır. Bu tespitler neticesinde ulaşılan ÜZFT (SWOT 2 ) durum matrisi ile gerekli değerlendirmeler yapılır (SWOT Analizi). Bu değerlendirmelerle birlikte misyon, vizyon, amaç ve hedefler doğrultusunda örgütün yönü belirlenir (stratejik yönlendirme); daha sonra örgüt başarısı için seçilen stratejik kararlarla (temel ve alt stratejiler) faaliyete geçilir ve bir sonraki aşamada bu faaliyetler kontrol edilir. Bu ilerleme sürecinde çevresel faktörler stratejik yönetim sürecini etkileyebilir ve amaçlananlar ile ulaşılanlar arasında bir farklılık olabilir. Bulunulan çevre koşullarının basitten karmaşığa doğru evrimi, yöneticilerin gittikçe daha üretken, yüksek çözüm kabiliyetine sahip ve inovatif olmalarını da gerekmektedir (Ülgen ve Mirze, 2004: s ). Stratejik yönetimde insani değerlerle potansiyelin harekete geçirilmesi ve bunun amaçlanan çizgide yürümesi için elverişli bir örgüt ikliminin tesisi, inşası ve bunun sürdürülebilir nitelikte bir kıvama kavuşturulması gerekmektedir. Organizasyonun başarılı ve esnek bir kriz algısı ve yönetiminin olabilmesi bireysel ve kurumsal psikolojinin farkındalığı ve kapsayıcılığı ile mümkün hale gelebilir. Stratejik yönetimin kriz ve çatışma alanlarını kestirerek iyi bir tahminde bulunması ve örgüt psikolojisinin de bu süreç ve değişime uyum sağlayabilecek bir esneklikte olması durumunda sonuca daha net gidilebilir. 3. Krizler Stratejik düşüncenin ve hareket tarzının gerekliliği geleceğin doğasında olan belirsizlikler ve bu nedenle çıkabilecek krizler e dayanır (Akgemci, 2008: s. 427). Sürekli değişen dış çevre şartlarında, bünyesinde stratejik çalışmalara gerekli yeri vermeyen organizasyonların başarı şansı oldukça düşüktür. Ancak yetersiz ve doğru olmayan stratejik çalışmalar da krize düşülmesinin önemli sebeplerinden biri olabilir (Dinçer, 2007: s. 403). Stratejik yönetim çevresel karmaşayı/değişimi yönetebilmek olarak da yorumlanabilmektedir. Bunun da pasif (reaktif) bir geleceği tahmin yöntemiyle değil, aktif (proaktif) bir geleceği şekillendirme yöntemiyle olabileceği değerlendirilmektedir. Meydana gelebilecek kriz durumlarında ise kriz yönetimi, işletmelerin stratejik yönetim sürecine ciddi katkılar sağlayabilmektedir (Akgemci, 2008: s. 428). Uzun bir zaman dilimi için ortaya konan stratejik yönetim planının bir parçası olarak hazırlanacak dönemsel kriz yönetim planları organizasyonlar için önem taşımaktadır. Krizlerle karşılaşılmadan önceki örgütsel faaliyetlerin amacı ise; krizi önlemek, gerçekleşmesi durumunda etkisini en aza indirgemek 2 Stratejik yönetimin amacı, örgütün kaynak ve yetenekleriyle çevre şartları arasında uyum sağlamaktır. Organizasyonun mevcut durumunun ve deneyiminin incelenmesi, üstün ve zayıf yönlerinin tanımlanması ve bunların çevre şartlarıyla uyumlu hale getirilmesi sürecine SWOT Analizi adı verilmektedir (S:Strengths/Üstünlükler; W:Weaknesses/Zayıflıklar, O: Opportunities/Fırsatlar; T: Threats/Tehditler) (Dinçer, 2007: s. 142; Certo ve Peter, 1988: s. 47). 24

25 için tedbirler almak ve bu yönde gerekli örgütsel, yönetsel ve iletişimsel çalışmaların yapılmasını sağlamaktır (Johnson ve Peppas tan aktaran Korkmazyürek ve Basım, 2009: s. 28). Beklenmedik şekilde ortaya çıkan ve önceden sezilemeyen ya da krizin sinyallerini alamayan yönetimler nedeniyle hazırlıksız yakalanılan bazı değişiklikler krizlere sebep olabilir. Krizler organizasyonları değişikliğe çabuk ve acele cevap vermeye ve dolayısıyla mevcut tecrübe, bilgi ve işleyişinin dışına çıkmaya zorlar (Dinçer, 2007: s. 405). Örgüt içinden ve dışından kaynaklanabilen krizlerin yıkıcı etkilerini aşma becerisi süreklilik bağlamında yaşamsal önem taşımaktadır. Krizler örgütsel amaçları tehdit ederek acil cevap vermeyi gerektiren ancak bu cevap için gerekli olan karar verme süresini kısıtlayan, karar birimlerini şaşırtabilen ve hatta kararsızlığa sürükleyebilen durumlardır. Krizler, yöneticileri örgütsel değişiklikler yapmaya hatta yönetimin değiştirilmesine varan yenilikler yapmaya zorlayabilmektedir. Bu durum da işletmenin üst yönetiminin gerekli olan yeniliklere karşı isteksiz davranmasına yol açabilmektedir. Ayrıca krizler örgütleri tepkisizliğe ve yanlış tepkiler vermeye itebilir. Veri eksikliği ve zaman kısıtı karar vericiler üzerinde gerilime neden olabilir. Krizlerin çıkmadan önce gönderdikleri sinyallerin yöneticiler tarafından yeterli düzeyde algılanamamaları ya da göz ardı edilmeleri organizasyonu zor durumda bırakabilir (Akgemci, 2008: s ). Kriz sinyallerinin doğru okunabilmesi, anlaşılıp değerlendirilmesi için psikolojik durum ve süreçlerin algı, yorum ve davranış boyutunda bilinmesi gerekir. Örgütün toplam gücü çalışan bireylerinin psikolojik uyaranlar karşısında verdikleri cevaplar ya da geliştirdikleri tutum ölçeklerinde saklı olabilir. Günümüzde organizasyonların sık sık karşılaştıkları kriz kısaca a)beklenilmeyen ve önceden sezilemeyen b)çabuk ve acele cevap verilmesi gereken c)örgütün önleme ve uyum mekanizmalarını yetersiz hale getirerek d)mevcut değerlerini, amaçlarını ve varsayımlarını tehdit eden gerilim durumudur. Kriz durumları çabuk ve acele uyum sağlamayı gerektiren değişiklikler olarak tanımlanabilir. Kriz dönemlerinde örgüt yönetimi kısıtlı kaynaklarla öncelikli amaçları ve uygulamaya sokulacak faaliyetleri belirlemede yetersiz kalabilir. Bu ortam içinde önemli kararların alınması gereken ancak bilgi yetersizliği nin sebep olduğu problemlerle dolu geniş bir alandır. Yine krizler örgütün temel felsefe, amaç, yaklaşım ve değerlerinin değişmesini zorunlu kılan, kazanma ya da kaybetme riskinin çok yüksek olduğu kısacası örgütün hayatiyetini ciddi şekilde tehdit eden durumlardır (Dinçer, 2007: s. 407). Krizler birçok beklenmedik hadise (afetler: deprem, kasırga vb.; salgın hastalıklar: Avian kuş- Gribi, Sars Virüsü gibi) neticesinde ortaya çıkabilir ve organizasyonları (kamuözel) ciddi şekilde etkileyebilir, onların hukuksal varlıklarını tehlikeye sürükleyebilir, kamu kurumlarında anahtar role sahip yöneticilerin görevden alınmasına neden olabilir. Süratli teknolojik gelişmeler, nüfus artışı, terörizm, etnik sorunlar ve diğer kaçınılmaz olaylar örgütlerin krizlere hazır olunması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır (McConnell ve Lynn Drennan, 2006: s. 59). Örneğin afetler, toplum yaşamında her an karşılaşılabilecek olan ve bireylerin sosyo-psikolojik durumunu derinden etkileyen hadiseler olduğu için, sonuçlarına örgütlü bir şekilde hazırlık yapılması gereken sorun alanlarının başında gelmektedir (Yılmaz, 2003: s. 2). Yapılan bir istatistik, yılları arasında meydana gelen afet sayısının, yılları arasında meydana gelenlerden 7 kat fazla olduğu gerçeğini ortaya koymuştur (Kadıoğlu, 2008: s. 252). Afetlerin küresel çaptaki ortalama maliyeti de (1970 ile 2000 yılları arasında) yaklaşık 6 kat artmıştır. Daha da trajik olan afetlerin etkilerinden dolayı her yıl ortalama olarak kişinin hayatını kaybedeceği iddiasıdır (Bendimerad, 2007: s ). Yapılan araştırmalar birçok yöneticinin kriz yönetimine tepki odaklı ve teknik bağlamda yaklaştığını göstermiştir. Bu tavır her ne kadar oldukça önemliyse de sistemli bir kriz yönetim yaklaşımının yalnızca bir yönünü teşkil etmektedir. Bazı araştırmacılar ise bu alanı biraz daha 25

26 genişletmekte, hem kriz öncesi hem de kriz sonrasında insanlar ile teknik sistemler arasında mevcut olan karmaşık ilişkilere de odaklanmak gerektiğinin altını çizmektedirler (Pauchant, Mitroff ve Lagadec, 2008: s. 25). Kriz in salt teknik bir olay ve olgu olmadığı çok aşikardır. İnsan algı ve yorumunun dahil olduğu her pozisyon ve gelişme insan davranışları ile beraber krizi ya da krizleri karşılıklı sarmal etkileri ve ağ- network bağlantıları çerçevesinde görmemizi zorunlu kılıyor. İnsan davranışlarının tepki niteliği zamanla yerini etki ve yönlendirme fonksiyonuna bırakabilmektedir. Burada belirleyici olan rol öğrenen kurum niteliği ve kurumsal kültür ve psikolojinin değişen ve süregelen niteliği olmaktadır. 4. Krizlerin Örgüt Psikolojisi Üzerindeki Etkileri 4.1. Krizlerin Birey ve Toplum Psikolojisi Üzerindeki Etkileri Etkili bir yönetim modelinin inşa edilebilmesi için bireylerin ve toplumun kriz durumunda verdiği tepkilerin çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Her biri bir organizasyonun olduğu gibi toplumun da üyesi olan birey lerin kriz anlarındaki davranış kodlarının okunması yönetim sistemine önemli katkılar sağlayabilecektir. Belirsizlik kriz dönemlerinin en belirgin özelliklerindendir. Belirsizlik durumlarında bireylerin tepkilerini farklı kişilik özellikleri, motivasyon, sosyo-ekonomik durum, sosyal destek, mesleki birikim gibi özel koşullar belirler. Kişinin yaşamına katacağı bilgi ve değerler (donanım) krize karşı geliştireceği tepkilerde belirleyici olur (Baltaş, 2002a: s. 6-7). Krizin ilk evresinde, Türk toplumu gibi korumacı kültürüne sahip toplumlarda yaygın panik duygusu ve birilerinin bir şeyler yapmasını bekleme tepkileri öne çıkar (Baltaş, 2002a: s. 10). Hofstede ye göre belirsizlik, bir olasılığa bağlı olmaksızın herhangi bir şeyin/olayın meydana gelebileceği yönündeki, kaygıya neden olan beklentidir. Ona göre belirsizlikten kaçınma kültürüne sahip toplumlarda (Japonya, Fransa, Türkiye, Yunanistan gibi) kurumsal ve insani ilişkilerde yapılandırılmış, ayağı yere basan durumlar tercih edilir. Muğlaklık korkuya sebep olur, tahmin edilebilirlik önem taşır, güvenlik ihtiyacı hissedilir, belirsizliğin doğurduğu kaygı ve stres oranı yüksektir (Hofstede den aktaran Örmeci, 2010: s. 4). Kriz, belirsizlik ve bu durumun ortaya çıkardığı değişime doğal tepki olarak bireyin kendisini geri çekmesi, bekleyip görme tutumu, sessizlik kısacası katılmama davranışı ortaya çıkabilir. Ayrıca şaşkınlık ve zihin karışıklığı ile yönlendirilme ihtiyacı görülebilir. Bu süreçte iş ya da pozisyon kaybının yaşanması, mevcut durum ve gelecekle yüzleşilmesi gerçeği yerine geçmişe yönelme ve sürekli bir yakınma tepkisine neden olabilir. Problemlerin çözüm hızının oldukça düştüğü bu süreç aynı zamanda işgören performansı üzerinde şu etkileri yapabilir: Üretimde kalite düşüşü ve hata oranındaki artış; iş tatmininde azalma; motivasyon kaybı; zihinsel yorgunluk hali; yapılan işten ve kendinden emin olamama (Baltaş, 2002b: s. 10). Türkiye de 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi sonrasında afetzedelerde gözlenen şu irrasyonel davranışlar bireylerin ve toplumun kriz anındaki davranış kalıplarına iyi birer örnek teşkil etmektedir (Özerkan, 2004: s. 293): Bir an önce deprem olsun da kurtulalım tepkisi; deprem korkusuyla dışarıda ikamet ederken hasarlı binalara eşya kurtarmak amacıyla girmek; nereden geldiği belli olmayan söylentilere dayanarak geceyi evin dışında geçirmek; yaşanan büyük depremin olduğu saati dışarıda geçirmek, diğer saatlerde ise evlere ve işyerlerine daha rahat girmek; depremin oluş saatine kadar uyanık kalmak; deprem korkusuyla daha fazla sigara tüketmek; astroloji gibi bilim dışı kaynaklara deprem öncesine nazaran daha duyarlı olmak; çaresizlik ve yüksek seviyede hissedilen bilgi alma ihtiyacının tutum ve davranış değişikliği düzeyinde etkili olması (örneğin, yalan yanlış söylentilerin yayılma 26

27 hızının medyanın hızı ile yarışır duruma gelmesi); afet bölgesini terk edip gerekli rasyonel değerlendirmeyi yapmadan benzeri deprem riski yüksek bölgelere göç etmek. Bu araştırmanın sonuçlarında da görüldüğü üzere yaşanan deprem/kriz sonrası insanların düşünüş ve davranışları rasyonel çizgiden diğer zamanlara göre daha fazla ayrılmaktadır; ortaya çıkan bu durum yönetim tarafından ihmal edilmemelidir. Yine aynı deprem hadisesinin İstanbul da yaşayanlar üzerindeki psikolojik etkilerini değerlendirmeyi amaçlayan bir diğer araştırmada (diğer bazı araştırmaların neticeleriyle de zenginleştirilerek) şu sonuçlara ulaşılmıştır (Yeniçeri, 2008: s ): Afet şokunun sosyal psikoloji üzerindeki etkisi medyada yaralılara ve yerle bir olmuş binalara yer verilen görüntülerle daha da artmıştır; gelecek 30 yılda İstanbul da büyük bir deprem olasılığının ifade edilmesi artçı şokları yaşayan İstanbullularda endişe, korku ve sıkıntıyı arttırmıştır; afetin ne zaman meydana geleceğinin belirsiz olması endişe seviyesini arttırmıştır; afet sonrası psikolojik rahatsızlıklar kadınlarda ve düşük eğitim ve gelir düzeyine sahip toplumsal gruplarda daha çok gözlenmektedir; travma sonrası stres belirtilerinden en çok aşırı dikkat artışı görülmekle birlikte kaygı, uyku bozuklukları, anı tekrar yaşama, saplantılı düşünceler de öne çıkmıştır; travma geçirenlerin çoğunluğu travmatik etkilerden uzun süre kurtulamamıştır; afetzedelerin büyük çoğunluğu ilk duygusal tepkilerini korku ve panik olarak belirtmişlerdir; evlerinde (az da olsa) hasar olanlar daha fazla psikolojik sıkıntı yaşamıştır; beton bina korkusundan dolayı birçok insan dışarıda uzun süre ikamet etmiştir. Bu araştırmalar özellikle alanda faaliyet gösterecek personelin karşılaşacağı insanı ve özelliklerini tanımalarını, verebileceği reaksiyonları tahmin edebilmeleri gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu süreçte aşırı stres yükünün ve diğer sorunların ortaya çıkardığı çatışmaların da yönetilebilmesi önem taşımaktadır Kriz Dönemlerinde Örgüt Psikolojisi Organizasyonel başarıyı elde etmek isteyen yöneticiler insanı, ihtiyaçlarını, davranışlarını ve birbirlerinden ayrılan yönlerini tanımalı ve farkında olmalıdırlar. Yöneticiler her insan davranışının bir nedeni olduğunu bilmeli ve bu davranışları ortaya çıkaran nedenleri anlamalıdırlar (Can ve Güney, 2007: s. 271). Krizler tüm yönetim sistemini ilgilendirir. Özellikle ilk safhada yönetim üzerinde yüksek stres oluşmasına neden olurlar. Kriz durumlarında medyanın da yönetim birimleri üzerinde baskısı artar (Can, 2006: s. 6). Standart uygulama ve yöntemlere başvurulamayan kriz evresinde çözümlerin hızlı üretilmesi gerekliliği zaman baskısı nı da beraberinde getirir. Kriz, duygusal nitelikleri ağır basan bir süreçtir. Bu nedenle yönetici ve çalışanlarda bazı değişikliklere neden olur, bu süreçteki nabız değişikliği organizasyonun krizi nasıl yaşadığının da göstergesidir. Psikolojik boyut değerlendirildiğinde yaşanabilecek bazı değişiklikler şunlar olabilir (Baltaş, 2002a: s. 14): Çatışmalarda artış gözlenir Stres ve zaman baskısıyla alınan kararların kalitesi bozulur Otoriter, (denetimci) ve tutucu eğilimler güçlenir Çalışanlarda savunmacı/çekimser tutumlar ortaya çıkar Güven duygusu azalır, kaygı 3 düzeyi yükselir Motivasyon düşer ve iş tatmini azalır Değişim dönemlerinde kurumdan ayrılanların haricinde işine devam eden personelde geride kalan sendromu adı verilen ve şaşkınlık, korku, duyarsızlık, bunalım gibi negatif 3 Kaygı, çalışanın pozitif ürünler sunmaktan ziyade doğabilecek negatif sonuçlara odaklanmasına ve pasif bir tutum sergilemesine neden olur. Bu sebeple kaygının etkisinin azaltılması yönünde bir tavır ve iletişim yöntemi benimsenmelidir (Baltaş, 2002b: s. 22). 27

28 haller gözlemlenebilir. Hatta bu zihinsel ve duygusal durum geçici bir verimlilik artışına dahi neden olabilir. Ancak bu kısa dönemin ardından uzun vadeli bir verimlilik kaybı, moral çöküntüsü, çeşitli sağlık sorunları ve çatışmalar gündeme gelebilmektedir (Baltaş, 2002b: s. 30). Yine bu dönemde işgörenler yeni uygulamalar hakkında ihtiyaç duydukları bilginin kendileriyle yeterince paylaşılmadığına hatta saklandığına inanırlarsa çalışma ortamına en kuruntulu kişinin kuruntuları egemen olur. Böyle bir durumda verimlilik azaldığı gibi güvensizlik hissi kurumda hâkim olur (Baltaş, 2002b: s. 39). Örgüt yöneticileri ve işgörenleri krizlerin neden olduğu ciddi bazı olumsuzluklarla karşılaşılmaktadır. Bunlar: baskı altında çalışma zorunluluğu; daha önce benzer bir durumla karşılaşmamış olmanın getirdiği tecrübesizlik ; yaşanan hadisenin tam mahiyetini bilememekten gelen algılama sorunları ; kriz sürecinde çalışma şartları nın getirdiği zorluklar (çalışma saatlerinin uzaması, güvenlik sorunları vb.) olarak ifade edilebilir. Bu olumsuzluklar neticesinde yöneticiler ve çalışanlarda görülen stresle baş etme yolu olarak da şunlara dikkat edilmelidir: yöneticiler, işgörenlerin çalışma şartlarını çok iyi bilmelidir; çalışanların sorunları dinlenmeli, onlarla konuşulmalıdır; personelden yaşanan süreç hakkında bilgi (brifing) alınmalı (İTÜ AYM, 2005 (Bölüm 6): s. 3-4) ve rasyonel ve insani çözümler ortaya konmalıdır. Seitel, krizlere karşı yeterli hazırlığı olmayan organizasyonlarda şaşkınlık, panik ve kuşatılmışlık duygularının hakim olabileceğini; veri yetersizliği nedeniyle süreçte söylentilerin önem kazanabileceğini ve dış unsurların mütereddit ve şüpheli yaklaşımlarıyla karşı karşıya kalınabileceğini ileri sürmektedir (Seitel den aktaran Korkmazyürek ve Basım, 2009: s. 19). Caponigro da bir iş krizinin organizasyon üzerindeki olası etkilerinden bahsederken; işgören sadakatinin azalması ya da hiç kalmaması, işgörenlerin verimliliğinin azalması ve kritik konumdaki bazı çalışanların işten ayrılması gibi sorunlar üzerinde durmaktadır (Caponigro dan aktaran Korkmazyürek ve Basım, 2009: s. 17). Yine çalışanların bir bölümünün işine son verilmesi gibi uygulamalar diğer işgörenlerde tedirginliğin artmasına, motivasyon kaybına ve işgücü verimliliğinin azalmasına neden olabilmektedir (Tekin ve Zerenler, 2005: s. 48). Bireyin taşıdığı psikolojik ve sosyal özelliklerin ilgililer tarafından ihmal edilmesi kriz dönemlerinde hizmet sunumunu neredeyse durma noktasına getirebilir. Bu duruma örnek olarak 1999 da meydana gelen Marmara Depremi nde yaşananlar verilebilir. Bu süreçte kamu yöneticileri kendileri de birer afetzede konumunda olduklarından hastane, itfaiye, karakol ve benzeri bütün acil hizmet birimleri fonksiyonsuz kalmış, hizmet verememişlerdi (ATSO, 2000: s. 58). Kriz ortamında mutlaka dışarıdan bir göz ve akıl artı değer üretimine katkı sağlayacaktır. Kriz in vakum etkisi içinde yer alan yöneticilerin çözüm ve çare üretiminde beklenen performansı yakalayabilmeleri kolay olmasa gerektir. Bu ve buna benzer engelleyici ket vuran sebeplerden dolayı kriz içi ve dışı dengesi gözetilerek kriz yönetiminde belli bir seviyede denge ve kararlılık yakalanabilir. Balcıoğlu nun deprem sonrası yaşanan ruhsal problemlerle ilgili şu ifadeleri yaşanan bu kriz durumunun örgüt psikolojisi üzerindeki etkilerine bir örnek teşkil etmektedir: (ilk şok atlatıldıktan) sonraki evre(de) ortaya çıkan ruhsal problemler oluyor örneklendirmek gerekirse, uykusuzluk uykusuzluk problemini herkes yaşamaya başladığında, iş verimi düşer. Öğretmenler verimli olamaz ya da işçilerin dikkat dağınıklığı yüzünden iş kazaları meydana gelebilir. Depremden sağ olarak kurtulan kişilerin en büyük hatası, ben depremden hiç etkilenmedim demek oluyor (ancak) herkes depremden az ve ya çok mutlaka ve mutlaka etkilenir (İHABER, 2012). Kriz hallerinde stres altındaki personelde şu eğilimler görülebilir (İTÜ AYM, 2005 (Bölüm 6): s. 3): 28

29 1) Göreve uygun olmayan bir ruh halinde bulunarak, fevri ve ani davranışlar gösterebilirler. 2) Sadece acil problemlere odaklanıp daha büyük problemleri unutabilirler. 3) Afet öncesi hangi konuda eğitim aldığını unutabilirler ve deprem öncesi aldığı sorumluluklardan çekilebilirler. 4) Basit görevleri karmaşık görevlerden daha başarılı şekilde yerine getirirler. Kriz süresince algıda seçicilik fonksiyonu tersinden bir süreçle daraltıcı ve bunaltıcı bir perspektifi tetikleyebilir. Daha mikro ve sınırlı bakış öncelenebilir. Acil ihtiyaç ve durumların baskısı daha lokal tutumlara kaynaklık edebilir. Bu durumlar beraberinde yetersizlik ve yönetilemezlik sorunlarına yol açabilir Stratejik Yönetim Sürecinde Kriz Personeli nin Geliştirilmesi İnsanı dikkate alan organizasyonların daha başarılı oldukları insan kaynakları literatüründe üzerinde oldukça durulan bir konudur. Kendisine gereken önem verilmeyen işgörenin tüm potansiyelini organizasyona adamasını beklemek pek de rasyonel değildir. Modern insan kaynakları yönetimi çalışanların eğitimine ve geliştirilmesine özel bir önem verir. Örgütün günümüzde sürekli değişen çevresel şartlara uyumu noktasında en dinamik faktör insan dır (Yüksel, 2007: s. 3-10). Organizasyonun insan kaynakları yöneticileri dinamik iç ve dış koşulları en iyi şekilde izleyip değerlendirerek uygun politikalar üretmek durumundadırlar (Can, Kavuncubaşı ve Yıldırım, 2009: s ). Krize hazır örgütleri diğerlerinden ayıran dört nokta olduğu ifade edilmektedir. Bunlar: Örgütsel stratejiler (krizle başa çıkma plan ve prosedürleri); örgütsel yapı (etkili kriz yönetim alt yapı sistemleri); örgütsel kültür (inanç, değerler ve mantıksal açılardan krizlerin uygun şekilde değerlendirilmesi) ve personelin özellikleridir (işgörenlerin krize karşı gerekli donanıma sahip olmaları) (Booth dan aktaran Örmeci, 2010: s. 12). Kuruluşlar özellikle yeniden yapılanma evrelerinde hızla değişen koşullarda yeni roller üstlenebilecek insan kaynağını geliştirebilmelidirler (Baltaş, 2002b: s. 11). Blake, krizin fırsata dönüştürülebilmesi için planlama ve iletişimin önemini vurgularken krizden etkilenmesi muhtemel olan yakınların ve de işgörenlerin içinde bulunduğu stres ortamının kurulacak iletişim kanallarıyla azaltılması gerektiğini vurgulamaktadır (Blake den aktaran Korkmazyürek ve Basım, 2009: s. 4). Pauchant, Mitroff ve Lagadec alan araştırmaları neticesinde kriz yönetiminde psikolojik ve kültürel çalışmalar ın oldukça az gelişme kaydettiğini tespit etmişlerdir. Bu öznel ve pratiğe geçirmekte zorluklar yaşanan alan daha az somut ya da belirli faktörlerle veya korku, kuşku, stres ve kaygı gibi emosyonel konularla meşgul olur. Bu çalışmalara destek olan üst düzey yönetici sayısı küçük bir azınlık olarak kalmaktadır. Halbuki üst düzey yönetimin bu alandaki kesin kararlılığı sistemli bir stratejinin geliştirilmesi bağlamında zorunluluk arz etmektedir. Beklenmedik olaylarla ilgili eğitim endüstriyel ve teknik alanda üretim yapan firmalarda yeterince yapılmamaktadır. Bu hazırlık şirketlere kâr değil bir maliyet olarak gözükmektedir. Tepe yöneticileri kötü olaylar ın kendi başlarına gelmeyeceğini düşünmektedirler. Pauchant, Mitroff ve Lagadec tarafından vurgulandığı üzere kriz yönetiminde sistemli çalışmaların gelişimi köklü bir zihniyet değişimine bağlıdır. Kriz yönetimi etik, ahlaki değerler ve politik bir cesaret; zihinsel ve duygusal güç ve mukavemet; ve de birtakım rahatsız edici, belirsiz, kaygıları tetikleyici konularla meşguliyeti gerektirmektedir. Yöneticiler endişeleriyle yüzleşmek gerektiğini kabullenmek durumundadırlar (Pauchant, Mitroff ve Lagadec, 2008: s ). Sistemli bir kriz yönetim stratejisinin psikolojik ve kültürel çalışmalar boyutu yukarıdaki bilgiler ışığında kısaca şu unsurları içermelidir (Pauchant, Mitroff ve Lagadec, 2008: s. 27): 29

30 Kriz yönetimi konusunda tepe yönetimin kararlılığı Aktivist gruplarla artan ilişkiler Kurum içinden haber verenlerle (muhbir) iyi iletişim Kötü/olumsuz davranış şekilleriyle ilgili bilgi birikiminin artışı Krizlerin insan üzerindeki etkilerinin işgörenlere aktarılması Daha önce yaşanmış kriz ve tehlikeli durumların hatırlatılması Çalışanlara psikolojik destek Stres yönetimi ve kaygının yönetilmesi Yöneticinin, karşılaştığı meydan okumalara verdiği uygun cevaplar (response) başarıya giden yolda ona önemli bir birikim sağlar. Bu süreçte karşılaşılan zorlukların derecesi yöneticinin kişiliğinin güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Yaşanan kaygının/stresin bu bağlamda geliştirici bir işlevi olabileceği öngörülebilir. Önemli olan bu meydan okumaların tahrip edici boyutta olmasına engel olmaktır. Yöneticiler stresin/gerilimin yansımalarını stres yönetimi ışığında dengeye kavuşturabilmelidirler (Korkusuz, 2012b: s. 222). Türkiye de 2001 Şubat Ekonomik Krizi nden sonra yapılan bir araştırmada, bu süreçten başarıyla çıkan şirketlerin hayata geçirdikleri en doğru uygulamalardan biri İnsan kaynaklarına önem vererek, iletişim düzeyini arttırmak ve takım ruhu içerisinde paydaşları sürekli bilgilendirmek olarak ortaya çıkmıştır. Kriz sürecinde mevcut durumu çalışanlarıyla açık bir şekilde paylaşan organizasyonların onlardan her türlü desteği görebilecekleri düşünülmektedir (aktaranlar Tekin ve Zerenler, 2005: s. 21). Krizle karşı karşıya kalan organizasyonların en önemli hedeflerinden biri personelin birbirlerine kenetlenerek, yüksek bir enerji ve dayanışmayla amaca odaklanmış disiplinli ve sistemli bir çaba içinde (yer almasıyla) sürecin aşılmasıdır (Baltaş, 2002a: s. 11). Krizi etkin bir yönetsel yaklaşımla aşabilmek için gerekli olan hususlardan biri de psikolojik ve kültürel öğelerin yönetimi dir. Bu süreçte kuruma yepyeni bir dinamizm kazandırmak; takım bilincini güçlendirmek; panik psikolojisinden çıkılmasını sağlamak ve duygusal/psikolojik tepkiler için profesyonel destek almak bu evrede yönetime yarar sağlayabilecektir (Baltaş, 2002a: s. 22). Stres ve değişim yönetimi eğitimleri çalışanların bu süreçte yaşadıkları stresle başa çıkmalarını sağlayabilecektir. Kaygı, depresyon, uykusuzluk ve kronik hastalıklardan korunmak için ortaya konan çabaların sistemli olması yarar sağlayacaktır (Baltaş, 2002a: s. 39). Kriz dönemlerinde kilit pozisyon alabilecek personelin belirlenmesi, bu kişilere gerekli desteğin verilmesi ve yeni becerilerle donatılmaları organizasyona hedeflere ulaşma yolunda önemli katkı sağlayacaktır (Baltaş, 2002a: s. 47). SONUÇ Stratejik yönetimin yönetim ve örgüt psikolojisi bağlamında dikkatli ve özenli bir tarzda ele alınması alan, çevre ve fonksiyon tanımlamaları ile birlikte çok değerli bir açılım ve vizyon sağlayacaktır. Yapı ve fonksiyonların alabildiğine farklılaşıp kompleks hale geldiği hızlı değişim ve alt üst süreçlerinde bu durum hayati derecede önem arz edecektir. Tek bir insandan diğer insanlara ulaşabilmenin en kolay ve masrafsız yolu ve yöntemi işin ve durumun psikolojik zeminini sağlamlaştırmak ve toplumsal ortamını elverişli hale getirmektir. Organizasyonların/örgütlerin varlık sebepleri amaçlara ulaşmak için gerekli zaman zarfında gelişip güçlenmek ya da en azından herhangi bir kayba uğramadan başlangıçtan çok daha pozitif bir konumda hedefe vararak süreci tamamlamaktır. Burada vurgulanan gelişip güçlenme ve pozitif konum sağlama hedefleri organizasyonun yapısı ve tespit edilen hedeflere göre değişiklik gösterebilmektedir. Belki de krizlerin nedeni sonsuz ilişki örgüsüyle birbirlerine bağlı bu örgütlenmelerin hedef ve çıkar farklılaşması; varlık ve pozitif sınırlarının diğeri/diğerleri aleyhine aşırı zorlanması ve güdümlü güç sahibi örgütlenmelerin yeni alan hakimiyetine sahip olma 30

31 çabalarıdır. Kriz, çatışma ve çözüm arayışları süreçleri uzlaşılan, razı olunan bir ortak sistem üretilmeden neticelendirilemeyecektir. Stratejik bir yaklaşımla kurulacak, değişen şartlarda denge kurabilecek yeni örgüt ikliminin oluşumunda bilginin yanında ahlaki değerlerin ve yüksek ideallerin de büyük bir rolü olacaktır. Çağdaş yönetim yaklaşımlarında yönetim ile etik değerler arasındaki ilişkinin vazgeçilmez olduğu kabul edilmektedir. Etik değerler bütünü hem yönetimin meşruluk temellerini sağlamlaştırır, hem de insan merkezli yaklaşımla, yönetilenler ve yönetenler arasındaki keskin ve yapay ayırımları ortadan kaldırarak yönetim olgusunun bir bütün olarak sorumluluğunun, görev dağılımının, icraat ve fonksiyonlarının herkes tarafından eşdeğer olarak paylaşılmasına zemin hazırlamış olur Moral değerleri güçlü, manevi kaynakları sağlam yönetimler bilgi ve teknolojiye de sahipseler her krizin üstesinden gelebilecek pozisyondadırlar (Korkusuz, 2012a: s. 489). İdeal değerlerle pratik uygulama ilkeleri arasında bir köprü kurma fonksiyonu stratejik yönetimin psikolojik arka planını derinlikli bir şekilde oluşturacaktır. Strateji ile bireysel ve kurumsal yapı ve fonksiyonların içinde biçimlendiği örgüt iklimi ve psikolojisi uyumlulaştırılarak bir bütün haline getirilebildiği nisbette başarı ve performans düzeyi yükselecektir. 31

32 Kaynakça Akat, İlter, Gönül Budak ve Gülay Budak. (1994). İşletme Yönetimi. 1.Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Akgemci, Tahir. (2008). Stratejik Yönetim. 2.Baskı. Ankara: Gazi Kitabevi. ATSO. (2000). Adapazarı nda Deprem ve Sonrası: Sesimi Duyan Var Mı? Yusuf Mısırlıoğlu ve Bilal Eryılmaz (Hzl.). Adapazarı: ATSO Baltaş, Zuhal. (2002a). Krizde Fırsatları Görmek: Yöneticiler İçin Krizde Yönetim El Kitabı. 1.Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi. Baltaş, Zuhal. (2002b). Değişimde Değer Yaratmak: Kriz ve Yeniden Yapılanma Sürecinde Çalışanın El Kitabı. 1.Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi. Bendimerad, Fouad. (2007). Afet-riskinin Azaltılması ve Sürdürülebilir Kalkınma. Afetrisk Yönetimi: Risk Azaltma ve Yerel Yönetimler. Nihal Ekin Erkan, Ayşe Güner ve Katalin Demeter (drl.). İstanbul: Marmara Üniversitesi ve Dünya Bankası, Büyükbeşe, Tuba. (2004). Stres ve Stres Yönetimi. Çağdaş Yönetim Yaklaşımları: İlkeler, Kavramlar ve Yaklaşımlar. İsmail Bakan (Ed.). İstanbul: Beta Basım Yayım, Can, Ergüder. (2006). Entegre Afet Yönetim Sistemi ve İlkeleri. Afet Yönetiminin Temel İlkeleri. Mikdat Kadıoğlu ve Emin Özdamar (Ed.). Ankara: JICA Türkiye Ofisi, 1-8. Can, Halil ve Semra Güney. (2007). Genel İşletme: İlkeler, Kavramlar, Kurumlar. İstanbul: Arıkan Basım Yayım Dağıtım. Can, Halil, Şahin Kavuncubaşı ve Selami Yıldırım. (2009). Kamu ve Özel Kesimde İnsan Kaynakları Yönetimi. 6.Baskı. Ankara: Siyasal Kitabevi. Certo, Samuel C.. (1986). Principles of Modern Management: Functions and Systems. Third Edition. Iowa: Wm. C. Brown Publishers Certo, Samuel C. ve J. Paul Peter. (1988). Strategic Management: Concepts and Applications. New York: Random House. David, Fred R. (2001). Strategic Management: Concepts & Cases. Eighth Edition. New Jersey: Prentice Hall. Dinçer, Ömer. (2007). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası. 8.Baskı. İstanbul: Alfa Yayınları. Eren, Erol. (2005). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası. 7. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Eryılmaz, Bilal. (2006). Kamu Yönetimi. İstanbul: Erkam Matbaası. Hatemi, Hüseyin. (1999). Krizin Kritiği. Düşünen Siyaset (Kriz Sayısı), Y. 1, S. 1, Hitt, Michael A., J. Stewart Black ve Lyman W. Porter. (2005). Management. New Jersey: Pearson Prentice Hall. İHABER. (2012). İÜ de Deprem ve Korkularımız Konuşuldu. Erişim Tarihi: İTÜ AYM. (2005). Acil Durum Yönetim Operasyonları. İstanbul: İTÜ Press. Kadıoğlu, Mikdat. (2008). Modern, Bütünleşik Afet Yönetiminin Temel İlkeleri. Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri. Mikdat Kadıoğlu ve Emin Özdamar (Ed.). 1.Baskı. Ankara: JICA Türkiye Ofisi, Koçel, Tamer. (2007). İşletme Yöneticiliği. 11.Bası. İstanbul: Arıkan Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şti. Korkmazyürek, Haluk ve H.Nejat Basım. (2009). İş Modeli ve Kriz Yönetimi. Ankara: Siyasal Basın Yayın Dağıtım. 32

33 Korkusuz, Mehmet Hişyar. (2012a). Mukaddime den Muahhire ye: Modern Dünya nın, Ulus-Devlet in, Din in ve Milliyetçiliklerin Ekonomi, Kültür ve Siyaset Atlası. 2.Baskı. İstanbul: Bilge Kültür Sanat. Korkusuz, Mehmet Hişyar. (2012b). Kamu Yönetiminde Stres Algısı. 1.Baskı. İstanbul: Hayat Yayınları. McConnell, Alan ve Lynn Drennan. (2006). Mission Impossible? Planning and Preparing for Crisis. Journal of Contingencies and Crisis Management, Volume 14, Number 2, June 2006, Öncer, Ayla Zehra. (2010). Giriş. Krizle Yaşamak: Çok Boyutlu Bir Yaklaşım. 1.Basım. Ayla Zehra Öncer (Ed.). İstanbul: Yalın Yayıncılık, v-ix. Örmeci, Ebru. (2010). Belirsizlik Kuramı ve Kriz. Krizle Yaşamak: Çok Boyutlu Bir Yaklaşım. 1.Basım. Ayla Zehra Öncer (Ed.). İstanbul: Yalın Yayıncılık, Özerkan, Şengül. (2004). Medya, Kültür ve Risk Algılaması. Özel ve Kamusal Alanda Kriz Yönetimi 2.Uluslararası Toplantı Metinleri Nisan Basım. İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Yayını, Pauchant, Thierry C., Ian I. Mitroff ve Patrick Lagadec. (2008). Toward a Systemic Crisis Management Strategy: Learning from the Best Examples in the US, Canada and France. First Published. London: Sage Publications. Rue, Leslie W. ve Phyllis G. Holland. (1989). Strategic Management: Concepts and Experiences. Second Edition. New York: McGraw-Hill Book Company. Seyidoğlu, Halil. (2001). Ekonomi ve İşletmecilik Terimleri Açıklamalı Sözlük. 2.Baskı. İstanbul: Güzem Can Yayınları. Tekin, Mahmut ve Muammer Zerenler. (2005). Krizi Yönetebilmenin Sırları. 1.Baskı. Konya: Çizgi Kitabevi. TDK (Türk Dil Kurumu). (1983). Türkçe Sözlük Cilt Baskı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ülgen, Hayri ve S.Kadri Mirze. (2004). İşletmelerde Stratejik Yönetim. 3.Baskı. İstanbul: Literatür Yayınları. Yeniçeri, Nur. (2008). Deprem Sonrası Psikolojik Tepkiler. Afet ve İnsan: 1999 Marmara Depreminin Yansımaları. 1.Baskı. Fişek, Güler Okman ve Hayat Kabasakal (Hzl.). Selin Akkoç (çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Yılmaz, Abdullah. (2003). Türk Kamu Yönetiminin Sorun Alanlarından Biri Olarak Afet Yönetimi. 1.Baskı. Ankara: Pegem A Yayıncılık. Yüksel, Öznur. (2007). İnsan Kaynakları Yönetimi. 6.Baskı. Ankara: Gazi Kitabevi. 33

34 34

35 GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER, NEFRET SÖYLEMİNE YÖNELİK TUTUM VE ALGILANAN NEFRET DAVRANIŞI ÖZET Rahşan Balamir Bektaş* Eda Karacan** Aslıhan Alhan*** 4 Bu araştırmanın amacı farklı grup kimliği olan kişilerin nefret söyleminin zararına yönelik algıları ve algılanan nefret davranışları arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu doğrultuda öncelikle nefret söylemine maruz kalmanın ve nefret söyleminin algılanan zararının etnik/kültürel kimliklere göre nasıl algılandığı betimsel olarak ele alınmış ve sonrasında nefret söyleminin algılanan zararının ve nefret söylemine maruz kalmanın etnik/kültürel kökene ve cinsiyete göre farklılık gösterip göstermediğine bakılmıştır. Araştırmaya Ankara'da bulunan farklı üniversitelerde okuyan öğrenciler ve bu öğrenciler aracılığıyla ulaşılan ve üniversite öğencisi olmayıp değişik yaşlarda (18 ile 70 yaş arası) 213 kadın ve 154 erkek olmak üzere toplam 367 kişi katılmıştır. Çalışmada Nefret Söyleminin Algılanan Zararı Ölçeği (Harm and Freedom of Speech Scale), Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeği (Hate Speech Experience Questionnaire) ve demografik bilgi formu uygulanmıştır. Sonuçlar öncelikle katılımcıların çeşitli kimlik bilgilerine verdikleri cevaplar açısından betimsel olarak ele alınmıştır. Buna göre katılımcılar her ne kadar etnik/kültürel kimliklerini (Türk, Kürt, Alevi, Laz vb.) belirtseler de katılımcıların çoğu kendilerini daha çok kişisel özelliklerine göre (örn; dürüst, saygılı, eğlenceli, sakin, kadın, öğrenci, anne/baba vb.) tanımlamışlardır. Katılımcıların algıladıkları nefret söyleminin zararı ve nefret söylemine maruz kalma (nefret deneyimi) etnik/kültürel kökene ve cinsiyete bağlı olarak değişip değişmediğini belirlemek amacıyla çok yönlü varyans analizi (MANCOVA) uygulanmış ve sonuçta etnik/kültürel kökenin temel etkisi ve etnik/kültürel köken ve cinsiyetin ortak etkisi anlamlı olarak bulunmuştur. Sonuçlar nefret deneyimi ve nefret söyleminin zararı açısından ele alınarak tartışılmıştır. Anahtar kelimeler: gruplar arası ilişkiler, nefret söylemi, nefret deneyimi INTERGROUP RELATIONS, PERCEIVED HARM SPEECH AND BEHAVIOR ABSTRACT The objective of this research is to investigate the relationship between the perceived harm of hate speech and hate speech experience with individuals from different group identities. In this sense, first of all perceived harm of hate speech and hate experience is descriptively analyzed in terms of ethnic/cultural identities, and then it is examined whether experiencing hate speech and perception of the hate speech differentiates by ethnic/cultural identities and gender. The research included students from different universities in Ankara and a total of 367 individuals (213 females and 154 males; aged ranged 18 through 70) contacted through those students. The Harm and Freedom of Speech Scale, the Hate Speech Experience Questionnaire and demographic form were used for this study. The results were firstly examined descriptively in terms of the participants' responses to the variety of identity questions. Results revealed that although individuals identified their ethnic/cultural (Turk, Kurd, Alawite, Laz etc.) identities, majority of them specified themselves according to their personal properties or identities (e.g., honest, respectful, enjoyable, calm, woman, student or parent). The Multivariate of Covariance analyses (MANCOVA) was used to determine whether the harm of hate speech perceived by participants and the hate speech experience varied by ethnic/cultural origin and gender. Results revealed that the main effect of ethnic/cultural identity and the interaction effect of both ethnic/cultural identity and gender were significant. Results were discussed in terms of the experience of hate speech and the perceived harm of hate speech with the literature. Key words: Intergroup relations, hate speech, experience of hate * Yrd. Doç.Dr.,Ufuk Üniversitesi, Fen-Edb. Fakültesi, Psikoloji Bölümü, Ankara, rbalamir@yahoo.com ** Yrd. Doç.Dr Ufuk Üniversitesi, Fen-Edb. Fakültesi, Psikoloji Bölümü, Ankara, eda.karacan@ufuk.edu.tr *** Yrd. Doç.Dr Ufuk Üniversitesi, Fen-Edb. Fakültesi, İstatistik Bölümü, Ankara, aslihan.alhan@ufuk.edu.tr 35

36 Kişinin/kişilerin kendilerinden farklı olarak gördükleri kişi veya gruplara yönelik nefret söylemi geliştirmesi insanlık tarihi boyunca tanık olunan bir durum olmakla birlikte, özellikle 1960 sonrasında konuyu bilimsel temelde ele alan çalışmalar ve yasal düzenlemeler ivme kazanmıştır (Bleich, 2011, Ataman, 2012). Sıkça kullanılan bir kavram olmasına rağmen nefret söyleminin ne olduğu konusunda üzerinde evrensel olarak uzlaşılan bir tanımlama yapılamamıştır. Bu konuda devletler özelinde çeşitli tartışmalar ve farklı bakış açıları mevcuttur (Weber, 2009, Ataman 2012, Karan, 2012). Özellikle ülkeler arasında nefret söylemi ile düşünce özgürlüğü arasındaki sınırlar açıklığa kavuşturulamamaktadır. Bazı ülkelerde nefret söylemi olarak değerlendirilebilecek ifadeler suç olarak değerlendirilmeyerek konu ifade özgürlüğü çerçevesinde ele alınır. Amerika, bu konuda çok 'libertaryan' bir tavır almakta, düşünce özgürlüğünün sınırlarını koruma gerekçesiyle nefret söylemi kavramına oldukça mesafeli yaklaşmaktadır (Keyman, 2013, s.9). ABD de ırkçı ifadeleri dile getirme fiillerinde dahi ifade özgürlüğünün korunmasına ağırlık verilir. Nefret söylemi söz konusu olduğunda ifadenin açıkça bir tehlike ortaya koyup koymadığı ölçütüne göre hareket edilir (Karan 2010, s.58). Buna karşın, Avrupa'da nefret söylemi ve suçu üzerinde, tanımsal bir uzlaşma arayışına gidilmiştir. Tartışmalı bir konu olan nefret söylemi bazı Avrupa ülkelerinde bir suç olarak tanınmaya başlamıştır (Keyman, 2013, s.9). Nefret söyleminin uluslararası düzeyde kabul görmüş tanımı ise 1997 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nefret söylemiyle ilgili aldığı Tavsiye Kararı nda yer almaktadır. Buna göre yabancı düşmanlığı, ırkçı nefret, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi olarak tanımlanmaktadır (bkz. Nefret Söylemi El Kitabı 2008; Alğan ve Şensever, 2010, 15; Karan, 2012, 84; Weber, 2009). Nefret söyleminin tanımındaki muğlaklık devam etse de terim genellikle ırk, renk, etnik köken, ulusal köken, dini inanç, cinsel yönelim veya diğer statüleri temelinde bireylere veya gruplara karşı şiddet, nefret ve ayrımcılığın savunuculuğunu içeren bir söylem kategorisi olarak tanımlanmaktadır (Boyle, 2010). Türkiye de nefret söylemini düzenlemeye yönelik uygulamalara bakıldığında ise, Türk Ceza Kanunu nun 216. maddesiyle düzenlenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu nefret söylemini önlemeye yönelik bir örnek olarak düşünülebilir. Bu madde nefret söylemi ile ilgili bir madde olarak nefret içerikli açıklamaları bazı şartlar dâhilinde suç olarak niteler (Karan, 2012). Nefret söylemini kavram olarak tanımlarken insani bir duygu olan nefretle, nefret söyleminin birbirinden ayrılması gereklidir. Göregenli nin (2013, s.57) dikkat çektiği gibi, nefret söylemi ve nefret suçlarının bir duygu olarak 'nefret'ten kaynaklandığı düşüncesi, bireysel boyutun öne çıkarak, olgunun kişiselleştirilmesine neden olabilmekte ve nefret söylemi veya nefret suçları kişilerin şiddet davranışları olarak, 'münferit' vakalar biçiminde yorumlanmasına yol açabilmektedir. Dolayısıyla, nefret söylemi ve nefret suçları, çoğunlukla, nefret söylemi ve suçlarının yöneldiği kişi ya da gruplardan 'hoşlanmama', 'nefret etme' ve bu duyguların ifade edilmesi biçiminde anlaşılmaktadır. Oysa nefret, ideolojinin bir parçası olarak kullanıldığında ve söylem haline getirildiğinde toplumsal düzeni bozucu niteliği ortaya çıkmakta ve nefret söylemi, öncelikle, toplumu oluşturan gruplar arasındaki hiyerarşiye işaret eden bir dışlama ve düşmanlaştırma ideolojisinin varlığına işaret etmektedir (Göregenli, 2013,s.57). Dolayısıyla, nefretin bir duygu olduğuna dair bir çıkarımdan yola çıkarak ayrımcı söylem türlerinin tümünün duygularla ilintili bir boyutu olduğunu öne sürmek bir grubun 36

37 başka bir gruba karşı olması gibi bir gerçeği gözardı etmeye yol açmaktadır (Göregenli,2013). Halbuki, benzer şekilde Dijk'e göre de (2010, s.37), ayrımcılık ve ırkçılık türlerinin duygularla ilişkisi olmayıp, bir grubun başka bir gruba yönelik önyargıları ve grup ideolojisinden dolayı karşı olması söz konusudur. Bu doğrultuda Dijk, Yahudi Soykırımı örneğini vererek duygulardan hareket edilmediğinin ve milyonlarca yahudinin sırf Naziler hisleriyle hareket etti diye katledilmediğini belirterek konunun daha net bir şekilde anlaşılacağını vurgulamaktadır. Esasen bu konuda Bauman ın getirdiği yorum Holocaust u açıklamada yol gösterici olmaktadır. Bauman, modernitenin temel ilkeleri olan rasyonellik, düzen ve ilerlemenin sonucu olarak Holocaust u (Yahudi Soykırımını) değerlendirmemiz gerektiğine vurguda bulunur (Bauman,1997, s.27). Yahudi Soykırımı ile planlı ve bilinçli şekilde uygulamaya konulmuş bir toplumsal mühendislik projesi uygulanmaya çalışılmıştır. Sonuçta, genel olarak nefret söylemi belirli bir kişiye veya gruba yönlendirilmiş her türlü dışlayıcı söylem olarak ele alınmaktadır. Burada 'Söylem', dil içinde kodlanan, toplumsal kökenli bir ideoloji ve düşünceleri iletmenin bir yolu olarak kabul edilmektedir (İnceoğlu ve Sözeri 2012, s. 23). İnceoğlu ve Sözeri (2012, s.23-35) nin işaret ettiği gibi, herhangi metnin/söylemin nefret söylemi olup olmadığını anlayabilmek için bir çözümleme yapılmalıdır. Söylemin içeriği; söylemin (yazılı veya sözlü) tonlaması; konuşmanın yapısına yönelik bir değerlendirme; söylemin (bireysel veya toplu) hedefleri; ve söz eyleminin muhtemel sonuçları veya çıkarımları gibi unsurlar incelenmelidir (İnceoğlu, 2013, s.79-80). Burada nefret söylemi olarak sınıflandırılabilecek beyanların kolay tespit edilememesi, bu tür konuşmaların sadece nefret ifadeleri veya duygusu aracılığıyla dışa vurulmaması nedeniyle güçleştiğine de dikkat etmek gerekilidir (Weber 2009, s.5). Ayrıca, söylemin ayrımcı nefret yayma, şiddeti tahrik gibi birçok eksende ele alınması gerekliliğide vurgulanmaktadır (Alğan ve Şensever, 2010, s.15).bu nedenle, neyin nefret söylemi olarak kabul edileceği konusunda öncelikle nefret söylemi üretiminin bilinçli veya kasıtlı yapılıp yapılmadığına dair bir değerlendirme yapılması gerekliliği vurgulanmaktadır. Nefret söylemine hedef olacak çeşitli gruplar üzerinde (Afrikan Amerikanlar, kadınlar ve homeseksüeller) nefret söyleminin yapıldığı ortamın (toplum içinde veya özel) etkisini ve hedef kitlenin davranışsal ve duygusal tepkisini üniversite öğrencileri örneklemiyle ele alan Cowan & Mettrick (2002a), temel olarak konuşmanın içeriğinin konuşmanın yapıldığı ortamdan ayrıştırılmadığını, ancak hedef kitlenin davranışsal ve duygusal tepkilerinin konuşmada algılanan saldırganlık düzeyine, algılanan zarara, konuşmayı yapan kişinin saygınlığına ve konuşmaya hedef olan kişinin verdiği tepkinin doğru olarak yargılanıp yargılanmamasından güçlü bir şekilde etkilendiğini bulmuşlardır. Söylem, iktidar, bilgi üzerine yeni perspektifler geliştiren Foucault modern iktidar ve bilgi biçimleri arasındaki ortak yüzeyin yeni tahakküm biçimlerinin yaratılmasına hizmet ettiğini belirtmiştir. Foucault modern çağın tahakküm tekniklerinin yayılması ve inceltilmesinde bir ilerleme kaydettiğini ve modern rasyonelliğin zorlayıcı bir güç olduğuna inanır ve bu bağlamda toplumsal kurumlar, söylemler ve pratikler yoluyla bireyin tahakküm altına alınması üzerine yoğunlaşır (Best ve Kellner, 1998, s.52). Foucault ya göre söylem gücün yaratılma, tartışılma, kontrol ve dağıtımı aracıdır (Slattery, 2007, 480) ve bu bağlamda söylemle güç arasında bir ilişki mevcuttur ve güç/iktidar ilişkisi ele alınırken siyasi iktidarla söylem arasındaki ilişkinin niteliği önemli olmaktadır. Foucault'ya göre iktidarsız söylem 37

38 olmaz ve söylem daima iktidarla örtüşür (Özulu, 2015, s.25-26). Eleştirel söylem analisti Van Dijk (2010) de bu bağlamda toplumda gücü kontrol etmek için söylemin kontrol edilmesi gerekliğini vurgular. Nefret söylemini üreten ve yayan medyanın söylem oluşturmadaki önemini açıklayabilmek için Foucault nun çalışmaları yol gösterici olmaktadır. İdeolojilerin söylemler aracılığıyla nasıl vurgulandığı ve söylemin ve iletişimin dönüştürücü gücü Focault cu bir okuma yapılarak anlaşılır olmaktadır. Aynı zamanda,van Dijk'a göre (2010), söylem, dilbilimsel şekil, anlam ve eylemden oluşan, karmaşık bir birim olup, haberlerin çözümlenmesi ancak onların bilişsel ve sosyal süreçlerinin, gazetecilerin atfettikleri anlamların ve okurların yorum süreçlerinin analizleriyle mümkündür. Van Dijk 'e göre, toplumsal boyutta ideolojiler medya aracılığıyla kamusal söylemi biçimlendirmektedir. Medya söylemiyle topluma aktarılan ideolojiler, bireylerin zihinlerinde belirli bir gruba yönelik tutumları, fikirleri veya inançları örgütleyen sosyal temsilleri etkilemektedir (Göregenli, 2013, s.59). Nefret söyleminin önemli bir özelliği "ben/biz" algısı üreterek ötekileştirme yapmasıdır. Öteki diye adlandırdıklarımız, etnik kimliği, dini inancı, cinsel tercihi toplumun çoğunluğuna göre farklı olanlar, engelliler, ateistler, azınlıklar, yabancılar, yoksullar, gibi değişik toplumsal gruplardır (Özulu, 2015, s. 22). Dolayısıyla, nefret söyleminin temelinde önyargılar yatar ve kültürel kimlikler ile grup özellikleri gibi unsurlar da nefret söyleminin kullanılmasını etkiler (Alğan ve Şensever, 2010, s.15). Grup kimliği ve gruplar arası ilişkiler konusunu özellikle toplum içinde farklı grupları kapsayacak biçimde (ulusal-etnik kimlikler, azınlık-çoğunluk ilişkileri vb.) ele alan ve son yıllarda gruplar arası ilişkiler araştırmalarının çoğu Toplumsal Kimlik Kuramı (Social Identity Theory; Tajfel, 1981; Tajfel & Turner, 1979 çerçevesinde ele alınmaktadır. Tajfel & Turner (1979) toplumun güç ve statü ilişkilerine göre farklı toplumsal gruplar halinde hiyerarşik olarak yapılandığını (örn., Amerika'da siyahiler ve beyazlar, Kuzey İrlanda'da katolikler ve protestanlar) ve gruplar arası davranışta toplumsal sınıflandırmanın (social categorization) merkezi bir rol oynayarak grup üyelerine toplumsal bir kimlik sağladığı varsayımına dayanarak bu kuramı geliştirmişlerdir. İnsanların çevrelerindeki varlıkları bilişsel düzeyde sınıflandırmaya yatkın olduklarını savunan Tajfel, toplumsal sınıflandırma sürecinin kişilerin üyesi oldukları grupların toplumsal konumu, diğer gruplarla ilişkisi, toplumun tarih ve kültürü ile de belirlendiğini belirtir (Tajfel, 1981). Kurama göre insanlar içinde bulundukları toplumsal bağlama göre bireysel veya grup düzeyindeki kimlikleriyle davranırlar. Ancak, toplumsal kimlik, diğer insanlarla kişisel ilişkilerimizden ve kişilik karakterlerimizden meydan gelen benlik kavramımızın bir parçası olan kişisel kimlikten oldukça farklıdır. Tajfel (1981, s. 255) toplumsal kimliği kişinin benlik kavramının bir parçası olup, bireyin kendisine ait bir sosyal grubun (veya grupların) üyelik bilgisi ile bu üyeliğe bağlı değer ve duygusal önemden oluşmaktadır" olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla, Tajfel'e göre kişilerin üyesi oldukları grubun toplum içindeki konumu kişilerin kendilik değerini etkiler ve toplumsal kimliğini belirler. Toplumsal kimlikler sadece grup üyelerini tanımlamayıp, aynı zamanda üyelerine uygun davranışları ve spesifik taktikleri de belirtmektedir. Toplumsal sınıflandırma sonucu, gruplara yönelik kalıpyargılar (streotype) oluşur ve kişilere üyeleri oldukları grupların bireyleri olarak tepki gösterilir. Yüksek konumdaki grup üyeleri kendilerini düşük konumdaki grup üyelerinden daha üstün görür. Ayrıca, bir ortamdaki gruplar olabildiğince kendi kimliklerini diğer grupların kimliklerinden 38

39 ayrıştırmaya çalışırlar (Oakes, Haslam ve Turner, 1994). Gruplar arası farklılığı artırmak amacıyla grup içi farklılıklar azımsanıp, gruplar arası farklılıklar abartılır (Tajfel, 1981). Tajfel'e göre kalıpyargılar her durumda önyargıya ve ayrımcılığa yol açmasa da bazen bu farklılaştırma iç grup kayırmacılığı ve bazen de dış gruba yönelik ayrımcılık olarak olabilmektedir. Grup üyeleri toplumsal değişikliklerle karşılaştıklarında kişisel bütünlüklerini koruyabilmek amacıyla toplumsal sınıflandırmalarını belirginleştirerek, karşıt grup üyelerinin kendi görüşlerinden farklı görüşlere sahip olduklarına, kendi gruplarını olumsuz değerlendirdiklerine ve ayrımcılık yaptıklarına inanırlar (Elder, Douglas ve Sutton, 2006). Dolayısıyla, bireyler kendi gruplarını daha olumlu, karşıt grupları daha olumsuz ve birbirine benzer olarak görür ve kendi grupları ile karşıt grup arasında önemli saydıkları değer ölçütleri açısından var olan farklılıkları abartırlar. Özetle, Toplumsal Kimlik Kuramı'na göre bireyin kimliği, üyesi olduğu grubun toplum içindeki konumuyla belirlenmektedir. Toplumsal özdeşleşme ve toplumsal kıyaslama düzeyi de gruplar arası ilişkilerin ne düzeyde olacağını belirleyen önemli faktörlerdir. Daha önce de belirtildiği gibi, toplumsal sınıflandırma grup içi farklılıkları azaltıp, gruplar arası farklılıkları abartarak, insanların kendi ve karşıt grup üyelerine ilişkin düşünce, algı ve davranışlarında farklılıklar görülmesine neden olmaktadır. Toplumsal Kimlik Kuramını bütünüyle ele alan Rubin ve Hewstone (2004) kuramı üç temel ana bölüm olarak yorumlar: (1) sosyal psikolojik kısım, (2) sistem kısmı ve (3) toplumsal kısım. Sosyal psikolojik kısım insanların neden sosyal rekabet gösterdiklerini açıklarken, sistem kısmı ne zaman sosyal rekabet içinde olunduğunu açıklar ve toplumsal kısım da nasıl veya ne yollarla insanların sosyal rekabet gösterdiklerine değinir. Yazarlar kurama göre bu üç kısmın gruplar arası davranış biçimlerini anlamak için bir arada ele alınması gerektiğini vurgular. Ayrıca, Rubin ve Hewstone'nun (2004) bakış açısına göre, Toplumsal Kimlik Kuramı üç farklı gruplar arası ayrımcılık türü tanımlar: gerçekçi rekabet (realistic competition), toplumsal rekabet (social competition) ve his veya şuurla gayri ihtiyari giden ayrımcılık (consensual discrimination). Yazarlara göre Toplumsal Kimlik Kuramı'nın sosyal psikolojik kısmı daha çok toplumsal rekabetin bilişsel ve motivasyonel süreçlerine odaklanırken, kuramın sistem kısmı bu üç tip ayrımcılığın ne zaman olacağına yönelik çıkarımlarda bulunur. Buna göre, gerçekçi çatışma gruplar arasında nesnel bir çatışma söz konusu olduğunda, toplumsal çatışma gruplar arası statünün kalıcı olmadığı (unstable) ve meşru olmadığı (illegitimate) durumlarda ve his veya şuurla gayri ihtiyari giden ayrımcılık ise gruplar arası statünün kalıcı ve meşru olduğu durumlarda ortaya çıkacaktır (Rubin ve Hewstone, 2004). Gruplar arasındaki ilişkilerin kalıcılığı mevcut düzenin meşru veya değişebilir olduğuna ilişkin inanışların toplum içinde ne kadar kabullenildiğine bağlıdır. Sidanius'un Toplumsal Üstünlük Kuramı'na (Social Dominance Theory) göre, toplumsal eşitsizlik tüm toplumlar için geçerlidir ve her toplumda eşitsizliği oluşturan ve sürmesini sağlayan hiyerarşiyi artırıcı (ırk, cinsiyet, ideoloji üstünlüğü vb.) ve gruplar arası eşitliğe neden olan hiyerarşi azaltıcı (eşitlik, kardeşlik vb.) güçler aynı anda vardır (Pratto, Sidanius & Levin, 2006; Sidanius ve Pratto,1999; s.38). Ancak, Toplumsal Üstünlük Kuramı sosyal psikolojideki önyargı, kalıpyargı ve ayrımcılığı ele alan diğer kuramlardan (örn., gerçekçi grup çatışma kuramı, toplumsal kimlik kuramı, kendini sınıflandırma kuramı) farklı olarak önyargıyı ve ayrımcılığı üreten ve devam ettiren süreçlerin kültürel ideolojiler ve politikalar, 39

40 kurumsal uygulamalar, grup içi ve gruplar arası ilişkiler, kişilerin psikolojik eğilimleri gibi bir çok düzeyde analiz edilerek anlaşılmasının gerektiğini vurgular ve toplumları bir sistem olarak görür (Pratto, Sidanius ve Levin, 2006). Bu kurama göre toplumlar grup temelli sosyal bir hiyerarşi içerisindedir ve sosyal üstünlük yönelimine ait olan grup diğer gruplara karşı daha üstün olması yönünde genel bir arzuya sahiptir. Dolayısıyla, üye olunan grubunun statüsü ne kadar yüksekse kişinin sosyal üstünlük yönelimi de daha yüksek olacaktır. Daha güçlü, kaynakları kontrol eden baskın grup kendi iktidarını perçinlemek için meşrulaştırıcı ideolojiler kullanır. Bu ideolojiler ile baskın grup kendi aidiyetlerinin, kendi eylemlerinin, kendi değerlerinin normal olduğunu ve bunların dışında kalanların normdan saptığını ortaya koyar (Çayır 2010,s. 47). Çayır (2010, s.48-49) ın ifade ettiği gibi, gerçekte ne baskın grup ne de diğer gruplar homojen değildir. Ancak baskın grup, diğer grupları önceden oluşturulmuş kalıpyargılardan hareketle grubun en kötü üyelerinin özellikleriyle tanımlar ve homojenleştirir. Diğer yandan kalıp yargılar ön yargılara dayanarak yaptığımız biz ve onlar ayrımıyla toplum içindeki farklı gruplar arasında hiyerarşik ve hegemonik bir örgütlenme ortaya çıkar. Toplumun örgütlenmesi, kapitalist üretim tarzının eşliğinde, hiyerarşik bir yapıyla gerçekleşmiş ve 'asli unsurlar' söylemi, gündelik süreç ve ilişkilerde egemen olmuştur. Dolayısıyla, bölgesel, sınıfsal, dini inanca ve mezhebe dayalı, cinsiyete ve cinsel yönelimlere ilişkin ayrımlar, eşitsizlik ve adaletsizlik temelinde örgütlenmiştir (Göregenli, 2013, s.23-24). Bazı gruplar sahip oldukları kimlik, nitelik, cinsiyet ya da inançlarından dolayı yok sayılarak ayrımcılığa maruz kalır ve bu noktada nefret söylemi, nefret suçları da ırkçılığın ve ayrımcılığın göstergesi olarak vuku bulur. Ayrımcılık ve nefret söylemi genellikle birbirine parelel gider. Nefret söylemi ayrımcılığı körüklerken, ayrımcılıkta nefret söylemini tetikleyebilir. Nefret söylemi aynı zamanda bir şiddet uygulaması olarak görülmelidir. Şiddet yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik olarak da uygulanabildiğinden nefret söylemi de bir tür söylemsel şiddet biçimi olarak kabul edilebilir (Dijk, 2010, s.33). Bu bağlamda nefret söylemi hedef alınan gruplara "toplumda size yer yok mesajı vererek pasifleştirir, sessizleştirir ve sonuç olarak demokratik düzeni yıpratır (İnceoğlu 2012,s. 24). Oran da (2010) nefret primadinin en altında önyargı-korku-eğitim üçlüsünün doğurduğu ayrımcılığın olduğunu, ikinci aşamada nefret söyleminin gerçekleştiğini, nihai aşamanın da nefret suçu olduğunu belirtmektedir. Bir nefretin yansıması olarak ortaya çıkan nefret söylemi aynı zamanda hem var olan önyargıları, başkalarına benimseterek hem de mağdur kesimde aynı duyguları harekete geçirerek nefretin yayılmasına neden olmaktadır. Ayrımcılığın temelde neden kaynaklandığı açıklayan kuramsal yaklaşımlara baktığımızda ise önyargı eğilimini açıklayan çeşitli yaklaşımlardan bahsedilebiliriz: a) biyoloji ve özcü yaklaşımlar b) Freudçu veya psikolojik açıklama getirenler c) Durkheim'cı görüş d) Marxist görüş e) sosyolojik ve psikolojik fikirlerin birleşimi. Biyolojik bakış açısına göre şiddet kullanımı ve saldırganlığın insanların biyolojik yapılarından kaynaklandığını ve özcü yaklaşımla insanların sosyal kategorileri doğal türlermiş gibi ele alma eğiliminde olduklarını savunulur. Dolayısıyla özcü yaklaşım insanların kendilerinden farklı insanları ve grupları 'bir türün üyeleri' gibi algıladığı, örtük yaklaşımları ifade eder (Göregenli, 2013,s.33). 40

41 Birçok sosyal bilimci, özcü grup düşüncelerinin ırkçılığa kaynak oluşturduğu fikri üzerinde anlaşmaktadır. Freud (1999) ise medeniyetin kendiliğinden savaşı yaratmasının kaçınılmaz ve engellenemez olduğu savını ifade etmiştir. Durkheim'cı anlayışta ise suç işlevsel ve normaldir. Burada insanları öteki olarak tanımlamak, diğer insanların kendilerini saygılı, suçsuz tanımlamaları için işlevseldir (Chancer ve Watkins, 2013, 23-27). Marx'ın önyargılar hakkında vurgusu belirgin olmasa da fikirlerine bakıldığında, önyargının kapitalist süreçler ve dinamiklerden kaynaklandığını varsaydığı söylenebilir. Marksist Yaklaşım, ayrımcılığı meşrulaştıran ideolojiler çerçevesinde toplumsal gruplar arasında ilişkilerin analiz edilebileceğine dikkat çeker. Göregenli (2013, s.25) ye göre, 'Ben ile diğeri arasındaki ilişkiyi hiyerarşik kılan, tahakküm ilişkisine dönüştüren ve ayrımcılığa yol açan şey, grupların güç bakımından eşit olmamalarıdır ve Marksist yaklaşım bu güç ilişkilerine odaklanarak toplumu analiz eder. Neo Marxist bakış açısından ise gruplar içerisindeki bölünmeler bir parçala ve zapt et niyetini gösterir ve çeşitli şekillerdeki önyargılar da ekonomik eşitsizliklerin sürdürülmesini sağlamaya hizmet eder. Sosyolojik psikolojik fikirlerin bireşiminde ise cinsiyet, ırk, sınıf gibi sosyolojik boyutlar ve bireysel farklılıklar birarada değerlendirilir (Chancer ve Watkins, 2013, s.23-27). Marksist bir çerçevede liberal- kapitalist sistemin eleştirisini içeren Neo Marksist yaklaşımda nefret söyleminin nedenlerinin anlaşılmasına zemin hazırlayan bir diğer perspektiftir. Ekonomik altyapının tek belirleyici olarak üstyapıyı oluşturması biçiminde özetlenebilecek mutlak determinizmi reddederek, üstyapı kurumlarının önemini vurgulamışlardır. Neo Marksist yaklaşım içinde öne çıkan isimlerden biri olan Gramsci yasama, yürütme ve yargı organları tarafından esas itibarıyla zora dayalı olarak ele alınan devlet kavramına farklılık getirir. Geliştirmiş olduğu hegomonya kavramı ile devleti hem zora hem de yönetilenlerin rızasını sağlayan toplumsal iktidara dayalı bir siyasal yapı olarak tanımlar. Bu siyasal yapı içinde kapitalist sınıfların farklı kesimlerinin oluşturduğu bir iktidar bloğu oluşmakta ve devlet yapısı dışındaki din, sendikalar ve eğitim sistemi dernekler vb. örgütlenmeler bu bloğun içinde yer almaktadır. Ayrıca Gramsci nin sivil toplumun ve aydınların toplumu dönüştürücü önemine dikkat çekmesi önemlidir (Merrington, 1999, s ). Sosyal ayrımcılıktan etkilenen birey veya grupların haklarının savunulmasını temel hedefi olarak gören sosyal kimlik hareketlerinin varlığı nefret söylemini ortadan kaldırmada etkili olacaktır. Gramsci'nin aydınlara biçtiği rol bu anlamda yol göstericidir. Marksist kuramın gelişmesine katkıda bulunan bir diğer isim olan Althusser, Lukacs ve Gramsci gibi Marksist kuramcılarla örtüşen görüşlere sahiptir. Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları çalışmasında, devletin baskı aygıtlarını ve devletin ideolojik aygıtlarını birbirinden ayırmıştır (Althusser, 1994, s.34-35). Marksizmde devlet aygıtı, hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler vb. kurumları kapsar. Althusser, bu kurumların tümünü devletin baskı aygıtı olarak tanımlamaktadır. Bu baskı kurumları devletin zor kullanma yetkisini elinde bulundurduğunu gösterir. Devletin ideolojik aygıtları ise birbirinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar biçiminde dolaylı olarak çıkan belirli sayıda gerçeklikleri ifade eder. Althusser e göre devletin ideolojik aygıtları Dini DİA, Öğretimsel DİA, Aile DİA sı, Hukuki DİA, Siyasal DİA, Sendikal DİA, Haberleşme DİA sı, Kültürel DİA dan oluşur. (Althusser, 1994, s.33). Dolayısıyla, devletin baskı aygıtı tekken, devletin 41

42 ideolojik aygıtları sayıca fazladır ve devletin baskı aygıtı tümüyle kamu alanında yer alırken devletin ideolojik aygıtlarının büyük bölümü özel alanı kapsar. Fakat devletin baskı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtları arasındaki temel fark devletin baskı aygıtının zor kullanarak işlemesi iken, devletin ideolojik aygıtlarının ideoloji kullanarak işlemesidir. Ancak Althusser başka bir konuya da dikkat çeker. Devletin her aygıtı hem baskı hem de ideoloji ile işler ve DİA larda ideoloji tümüyle öncelik kazanırken aynı zamanda baskıya da yer verebilir. Ancak bu baskı daha doğrudan, hafifletilmiş, gizlenmiş hatta sembolik olabilir. Burada Althusser, devletin baskı aygıtının hareketi ile DİA ların hareketi arasında sürekli olarak görülen pek ince ilişkilerin varlığına işaret eder. Althusser a göre günlük yaşantı bu durumların sayısız örneğini sunar. Ona göre, görünüşte bölük pörçük olan DİA ların yönetici ideolojinin altında anlam kazandığı unutulmamalıdır. Althusser, yönetici sınıf ın devletin iktidarını elinde tuttuğu ve devletin baskı aygıtını da sahip olduğu düşünüldüğünde yönetici sınıfın DİA larda da etkin olduğunu söylemenin mümkün olduğunu söyler ve bu bağlamda hiçbir sınıfın DİA lar içinde ve üstünde hegomonyasını uygulamadan devlet iktidarını elinde tutamayacağını belirtir. Ayrıca Althusser, DİA lar arasındaki birliği sağlamanın egemen sınıfın ideolojisiyle çoklukla çelişkili biçimlerde sağlandığına da dikkat çeker (Althusser, 1994, s.36). Nefret söyleminin yayılmasında taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullanarak etkili olan medya, Althusserci kavramsallaştırma içinden baktığımızda devletin ideolojik aygıtı olarak işlev görmektedir. Medya her zaman hakim güçle ilişkilidir ve siyasi gücün sahibi olan yöneticilerle medya ilişkisi bu anlamda dikkate değerdir (Özulu 2015, s.35). Medya özellikle azınlık hakları ve ötekileştirilmiş kimlikler gibi konularda haberleştirme biçimiyle önyargıları körükleyerek toplumsal çatışmaya zemin hazırlamaktadır. Haberlerde, gazete manşetlerinde ve haber başlıklarında kullanılan dil, toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları, önyargıları güçlendiren birer araca dönüştürerek kitleler üzerinde etkide bulunur (Gelişli ve Kapril, 2011). Ayrımcılık yalnızca Türkiye için değil tüm dünya için bir sorun teşkil etmekte ve nefret söylemi de dünyanın birçok yerinde toplumsal bir sorun olarak görülmektedir. ABD'de özellikle 11 Eylül saldırılarının da etkisiyle Müslümanlara yönelik dini içerikli ve ırkçı eylemler artış göstermiş, Avrupa da aşırı sağın yükselmesi söz konusu olurken, göçmenlere karşı nefret söylemi ciddi bir sorun haline gelmiştir. Savaş ve mezhepsel çatışmalarla dünya gündeminde yerini alan Ortadoğu da nefret söylemine yoğun olarak rastlanmaktadır (Özulu, 2015, s.42-44). Sosyolojik olarak, çoğulcu toplum yapısının daha da görünür olmasıyla birlikte Türkiye de de, gerek devlet ve siyasi parti söylemlerinde, gerekse medya alanında nefret söylemi yaygınlaşmaktadır. Özellikle iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler sonucunda toplumlar ekonomik ve teknolojik olarak modernleştikçe, toplumsal hareketlilik yaygınlaşmakta ve modern toplum çoğulcu bir nitelik kazanmaktadır (Keyman,2013,s.7). Nefret söyleminin artmasına ilişkin birçok açıklama yapılabilir ancak Keyman'a göre (2009, s.53) Türkiye'de kültürel kimlik taleplerinin, çatışmalarının gelişimini, dönüşümünü anlamak için dünyanın içinde yaşadığı post- modernizasyon, küreselleşme, soğuk savaş bitimi ve 11 Eylül sonrası oluşan düzenin toplumsal olguları ile birlikte konunun ele alınması gerekmektedir. Temel insan hakkı ihlali olan nefret söylemi ve nefret suçu, bu noktada, 42

43 çoğulcu toplumun en önemli sorunlarından ve toplum yönetiminin çok önemli boyutlarından biri olarak değerlendirilmelidir. Küreselleşen dünya, toplumsal hareketliliğe, ulusal boyutun yanı sıra bölgesel ve küresel bir boyut da kazandırmış, 'küresel göç' gerçekliğinin çoğulculuk üzerinde dönüştürücü bir etkisi olmuştur. Bu doğrultuda küreselleşme kendisini küresel topluluğun güçleri ile kültürel tamlık, etnik ve kültürel parçacılık ve homejenlik arasındaki bir gerilimde ifade etmektedir (Guibernau, 2010, s.63). Bu gerilimler küreselleşme sürecinin etkilerinin tümüyle birleştirici olmadığını, küreselleşmenin birleştirdiği kadar böldüğüne de işaret etmektedir (Bauman,1999,s.8). Yerelleşme aynı zamanda bölgecilik, dil, kültürel varlık, kabile ya da etnik bağlılık, bir dinsel gruba adanmışlık, yerel bir cemaate bağlanmayı içermekte ve bu doğrultuda insanları ayırma ve dışlama da küreselleşmenin bir sonucu olmaktadır (Bauman 1999, s.11). Modern toplumlarda ırk ve etnisiteye yönelik tartışmalarda bu süreçte ivme kazanmıştır. Yerelleşme etnik kimlikleri ön plana çıkarmıştır. Irk terimi geleneksel olarak dış görünüşü ifade etmekte diğer taraftan etnisite, ortak dil, ulusal ve siyasal kimlik, din, toplumsal örf ve adetler vb. kültürel kriterler bağlamında tanımlanmaktadır. Etnisite kavramı bireye genelde, gruplara bağlılık ve sadakat hissi vererek kimlik kazandırmaktadır (Chancer ve Watkins, 2013, s.71).özetle, nefret söylemi; cinsiyet, ırk, din, etnik köken, ten rengi, ulusal köken, maluliyet veya cinsel yönelim gibi genişletilebilen faktörlerin dahil olduğu özelliklere karşı takınılan ayrımcı, göz korkutucu, onaylanmayan, düşmanca ve/veya önyargılı tutumları ifade etmektedir. Bu bağlamda nefret söylemi; hedeflenen grupları incitici, kişiliksizleştirici, taciz edici, sindirici, küçük düşürücü, alçaltıcı, mağdur duruma düşürücü ve bu gruplara karşı duyarsızlık ve gaddarlığı teşvik edici bir amaç gütmektedir (Cohen-Amalgor, 2011, Akt. İnceoğlu,2013, 79-80). Bu araştırmanın amacı farklı grup kimliği olan kişilerin nefret söyleminin zararına yönelik tutumlarını ve algılanan nefret davranışları arasındaki ilişkiyi incelenmektir. Bu doğrultuda ilk olarak nefret söylemine maruz kalmanın ve nefret söyleminin algılanan zararının etnik/kültürel /dini kimliklere göre nasıl algılandığı çeşitli demografik değişkenlerle (yaş, eğitim düzeyi vb.) birlikte betimsel olarak ele alınması hedeflenmiştir. Ayrıca, daha önceki çalışmalar nefret söylemine veya önyargıya verilen tepkilerde cinsiyet farklılığı olduğunu belirttiklerinden (Cowan & Mettrick, 2002) nefret söylemine maruz kalmanın ve algılanan nefret zararının etnik/kültürel kökene ve cinsiyete göre farklılık gösterip göstermediğine bakılması hedeflenmiştir. Katılımcılar ve İşlem Bu çalışmanın örneklemi kartopu örnekleme yöntemiyle oluşturulmuştur. Araştırmaya Ankara'da bulunan farklı üniversitelerde okuyan öğrenciler ve bu öğrenciler aracılığıyla ulaşılan 213 kadın ve 154 erkek olmak üzere toplam 367 kişi katılmıştır. Katılımcıların 107'si üniversite öğrencisi, 64'ü ev hanımı/işsiz ve 190'ı çalışan gruptan oluşmaktadır. Katılımcıların yaşları 18 ile 70 arasında olup ortalaması (Ss = 22.47) olarak bulunmuştur. Katılımcıların %30,8'i kendini "Türk", %26,7'si "Sünni Türk", 28,1'i "Alevi Türk", 8,7'si "Kürt", 3,0'ı "Sünni Kürt" ve 2,7'si "Alevi Kürt" olarak tanımlamaktadır. Tablo 1'de katılımcıların demografik özellikleri ayrıntılı olarak sunulmuştur. 43

44 Tüm katılımcılar, sosyo-demografik bilgilerin ve algılanan nefret söylemi ve davranışlara yönelik ölçekleri doldurmuştur. Katılımcılara üniversite ortamında sınıflardan toplu olarak veya kampüslerin çeşitli yerlerinde yüz yüze görüşme yoluyla ve bu öğrenciler vasıtasıyla da üniversite öğrencisi olmayan kişilere ulaşılmıştır. Uygulama öncesinde araştırmanın içeriği hakkında kısaca bilgi verilmiş ve kimliklerinin gizli tutulacağı bildirilmiştir. Katılım için gönüllülük esas alınmış ve gönüllü olan kişiler ölçekleri doldurmuşlardır. Veri Toplama Araçları Nefret Söyleminin Algılanan Zararı Ölçeği (Harm and Freedom of Speech Scale) 16 madde nefret söyleminin zararına yönelik ve 16 madde konuşma özgürlüğünü ölçmek adına toplam 32 madde Cowan (Cowan ve ark., 2002) tarafından geliştirilmiştir. Nefret söyleminin zararına yönelik algıyı ölçmek için 16 maddeden oluşan bu alt ölçek sonrasında Murray (2011) tarafından doktora tez çalışmasında kullanılmıştır. Murray'ın çalışmasından alınan maddeler Türkçe'ye araştırmacılar ve bağımsız iki kişi tarafından çevrilerek, uyarlanmıştır. Katılımcılardan 5'li Likert tipinde ölçekte 1 (kesinlikle katılmıyorum) ile 5 (tamamen katılıyorum) arasında işaretleme yapmaları istenmektedir. "Nefret söylemi, azınlık grubuna karşı yapılan ayrımcılığı destekler"; "Nefret söylemi, kurbanlarını sindirir ve onlarda korku uyandırır" örnek maddelerindendir. Ölçeğin puanlaması tüm puanların toplanıp 16'ya bölünmesi ile elde edilmektedir. Bu ölçekten alınabilecek puanlar 1 (zararın olmaması veya çok düşük olması) ile 5 (yüksek düzede zararın olması) arasından değişmektedir. Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeği (Hate Speech Experience Questionnaire) 10 maddeden oluşan Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeği Nielsen (2004; akt., Murray, 2011) tarafından geliştirilmiş ve Murray (2011) doktora tez çalışmasında kullanmıştır. Murray'ın çalışmasından alınan maddeler Türkçe'ye araştırmacılar ve bağımsız iki kişi tarafından çevrilerek, uyarlanmıştır. Katılımcılardan her bir maddeye evet veya hayır diyerek cevaplandırmaları istenmektedir. "Hiç ırkçı bir isimle çağrıldınız mı?" veya "Sizinle aynı etnik/dini kökenden gelen ve nefret söylemine maruz kalan birini tanıyor musunuz?" örnek maddelerindendir. Katılımcılar her bir maddeyi onaylayacak cevaplar verdikçe, nefret söylemine maruz kaldıkları olarak ele alınmaktadır. Demografik Bilgi Formu. Katılımcılara yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, meslekleri, algıladıkları sosyoekonomik düzey gibi soruların yanı sıra dini inanışları, cinsel yönelimleri ve etnik kökenleri ve kendilerini nasıl tanımladıkları da sorulmuştur. BULGULAR VE TARTIŞMA Bu araştırmanın amacı farklı grup kimliği olan kişilerin nefret söyleminin zararına yönelik tutumunu ve algıladıkları nefret davranışlarını incelemekti. Her ne kadar bu çalışmada farklı grup kimlikleri (etnik/kültürel kimlik, dini kimlik, cinsel kimlik vb) geniş olarak ele alınması hedeflendiyse de, yeterli örneklem sayısı sadece etnik/kültürel kimlik grubundan elde edildiğinden analizler sadece bu gruplar üzerinden yapılmıştır. 44

45 Analizlere başlamadan önce veriler kayıp değer, tekli ve çoklu uç değer, normallik ve homojenlik sayıltıları açısından ele alınmıştır. Araştırmada uyarlanarak kullanılan ölçeklerin (Nefret Söyleminin Algılanan Zararı Ölçeği ve Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeği) yapı ve kapsam geçerliğini incelemek amacı ile açımlayıcı faktör analizi (exploratory factor analysis) yapılmıştır. Bu amaç doğrultusunda Varimax rotasyonla yapılan Temel Bileşenler Analizi (TBA; principal component analysis) sonucunda Nefret Söyleminin Algılanan Zararı Ölçeği'nde tek faktörün toplam varyansın % 46.6'sını açıkladığı (KMO =.926; Bartlett s χ2 = ; p <.001) ve Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeğinde ise tek faktörün toplam varyansın %48.2'sini açıkladığı (KMO =.900; Bartlett s χ2 = ; p <.000) görülmüştür. Temel analizlere geçmeden önce betimleyici analizler yapılmıştır. Bu doğrultuda katılımcıların etnik/kültürel kimliklerine göre demografik bilgileri Tablo 1'de verilmektedir. Algılanan nefret söylemi zararı ve algılanan nefret söylemine maruz kalma farklı yaş grupları (25 yaş ve altı; yaş arası; yaş arası ve 46 yaş ve üstü) ve algılanan sosyoekonomik düzeyleri açısından ele alınmıştır. Sadece yaş grupları arasında algılanan nefret deneyimi açısından anlamlı farklılık gözlenmiş ( 2 = 49.11, sd = 30, p = 0.02), diğer gruplar arasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (algılanan nefret söylemi zararı açısından yaş gruplarına göre 2 = , sd = 219, p = 0.82 ve farklı sosyoekonomik düzeylere göre 2 = , sd = 29, p = 0.11; algılanan nefret söylemine maruz kalma açısından farklı sosyoekonomik düzeylere göre 2 = 34.26, sd = 40, p = 0.72). Hangi yaş grupları arasında farklılık gözlemlendiği ikili karşılaştırmalar yapılarak bakılmıştır. Sonuçta, 25 yaş ve altı ( 2 = 20.69, sd = 10, p = 0.02) ve yaş arası ( 2 = 17.99, sd = 10, p = 0.05) 46 yaş ve üstü grubundan algılanan nefret söylemine maruz kalma açısından farklılık göstermektedir. Bu farklılığın, sosyal yaşam içerisinde daha genç grubun yeni ilişkiler kurma ve çeşitli sosyal ilişkiler içerisinde olma olasılığının yaşlı gruba göre daha fazla olmasından kaynaklandığı düşünülmüştür. Katılımcıların etnik/kültürel kökenlerine yönelik bilgileri detaylı olarak almak adına öncelikle katılımcıların etnik/kültürel kökenlerini yazarak belirtmeleri (bkz. Tablo 2), daha sonrasında kendilerini öncelikli olarak hangi etnik/kültürel gruba ait olduklarını işaretleyerek belirtmeleri istenmiştir (bkz. Tablo 3). 45

46 Tablo 1: Katılımcıların Demografik Özellikleri Tüm Örneklem (N=367) Türk (N=113) Kürt (N=53) Alevi (N=103) Sünni (N=98) N % N % N % N % N % Cinsiyet Kadın Erkek Yaş 25-yaş ve altı yaş yaş yaş ve üstü Eğitim İlk veya orta okul Lise Üniversite Yüksek Lisans Medeni Durum Bekar Evli Boşanmış veya ayrı Algılanan SED Düşük Orta Yüksek Meslek Üniversite Öğrencisi Ev Hanımı/İşsiz Çalışan

47 Dini Yönelim Muhafazakar/Dindar İnançlı/Liberal Ateist Daha önce de belirtildiği gibi katılımcıların etnik/kültürel kökenini belirlemek amacıyla demografik bilgi formunda öncelikli olarak etnik kökenlerini yazarak belirtmeleri istenmiştir. Tablo 2'de de görüldüğü üzere örneklemin %42.7'si kendini Türk, toplamda %6.9'u Kürt, toplamda %6.3'ü Alevi, %2.2'si Karadeniz veya Laz, %0.3'ü Çerkez ve %0.9'u Türkmen olarak kendilerini tanımlarken, örneklemin %39.6'sı hiçbir tanımlama yapmamıştır. Tablo 2: İfade Edilen Etnik Köken Etnik kimliğinizi nasıl tanımlarsınız? Lütfen yazarak belirtiniz. N % Alevi Alevi Kürt Alevi Türk Bektaşi Alevi Bektaşi Türk Çerkez Karadeniz Kürt Sünni Kürt Laz Sünni Türk Türk Sünni Hanefi Türk Türkmen Hiçbir tanımlama yapmayan Toplam Sonrasında katılımcılara etnik köken açısından hangi gruba en öncelikli ait olduklarını işaretleyerek belirtmeleri istenmiştir (bkz Tablo3). Ancak, kendini daha önce farklı bir etnik/kültürel kimlik olarak tanımlayanlar (Laz, Çerkez, Türkmen vb.) verilen sınıflandırma içerisinde birincil olarak daha farklı bir grup içerisinde yer almayı tercih etmişlerdir. Ayrıca, daha önce etnik/kültürel kökenleri yazmaları istendiğinde hiçbir tanımlama yapmayanlar, burada kendilerini öncelikli olarak hangi etnik/kültürel grupta gördüklerini işaretleyerek 47

48 belirtmişlerdir. Buna göre örneklemin %30.8'i Türk; %26.7'si Sünni Türk; %28.1'i Alevi Türk; %8.7'si Kürt; %3'ü Sünni Kürt ve %2.7'si Alevi Kürt olarak etnik kökenlerini belirtmişlerdir. Esmer in (2012) yılında yapmış olduğu değerler araştırmasına göre ise toplumun üçte ikisi Türk ve Müslüman kimliklerine öncelik vermektedir. Bu sonuçların 1990 dan bu yana yapılan araştırmalar boyunca pek değişmediği belirtilmektedir. Tablo 3: İfade Edilen Etnik Köken N % Etnik köken açısından hangi gruba en öncelikli ait olduğunuzu işaretleyerek belirtiniz. Türk Sünni Türk Alevi Türk Kürt Sünni Kürt Alevi Kürt Türkmen 0 0 Laz 0 0 Çerkez 0 0 Ermeni 0 0 Süryani 0 0 Arap 0 0 Göçmen 0 0 Azeri 0 0 Rum 0 0 Çingen/Roman 0 0 Kafkas Halkları (Gürcü vb.) 0 0 Toplam Demografik bilgi formunda katılımcıların etnik/kültürel, dini ve cinsel kimliklerine yönelik bilgiler alındıktan sonra en son olarak katılımcılardan kendilerini yazarak tanımlamaları istenmiştir (bkz. Tablo 4). Buradaki amaç katılımcıların farklı kimliklerine 48

49 yönelik bilgileri verdikten sonra grup kimliklerinin bilişsel olarak aktif hale gelmesiyle kendilerini tanımlama biçimlerini incelemekti. Tablo 4'de görüleceği üzere katılımcıların %26'sı hiçbir tanımlama yapmamayı tercih ederken, tanımlama yapanların büyük bir çoğunluğu (tüm örneklemin %53.6'sı; tanımlama yapanların %72.58'i) daha önce belirttikleri grup kimliklerinden çok kendilerini kişisel özelliklerine göre (örn; dürüst, saygılı, eğlenceli, sakin, kadın, öğrenci, anne/baba vb.) tanımlamışlardır. Bu durumda katılımcıların grup kimliklerinden çok kişisel kimliklerini ön planda tuttukları varsayılabilir. Toplumsal Kimlik Kuramı'na göre, grup üyelerinin kişiliklerini yansıtan bireysel kimlikleri de vardır. Bu doğrultuda, Toplumsal Kimlik Kuramı kişinin tek bir kişisel benliğinin olmadığını, grup üyeliklerine karşılık gelecek şekilde çeşitli benliklerin olduğunu vurgular ve farklı sosyal ortamların kişilerin kişisel, aile, etnik veya ulusal kimlikleri temelinde hissetmelerine veya davranmalarına sebep olduğunu belirtmektedir (Tajfel & Turner, 1986). Bu çalışmada katılımcıların 197'sinin kendisini kişilik özelliklerine öncelik vererek tanımlamaları bu bağlamda ilgi çekicidir. Öncelikle kendilerini tanımlarken etnik, dini, cinsel kimliklerine dayanarak açıklamamışlardır. Bu sonuç, toplumsal hiyerarşinin ve güç dengesizliğinin sorgulanmamasının bir sonucu olarak da görülebilir (Çayır, 2010,s.49). Ayrıca, katılımcıların %3.8'i kendilerini ayrımcılık/ırkçılık yapmayan, hümanist biri olarak gördüklerine yönelik ifadelerde bulunmuşlardır. Katılımcıların 4'ü kökenlerinin Laz olduğunu ama kendilerini öncelikli olarak Türk kimliğiyle tanımladıklarını belirtmişlerdir. Örneklemin sadece %7.1'i Türk kimliğini, %0.3'ü Kürt kimliğini ve %0.8'i Alevi kimliğini vurgulamıştır. Kendini Kürt olarak tanımlayan tek kişi de Kürt, ama terörist değil! olarak belirtmiştir. Burada katılımcının ifadesi Türkiye de Kürt sorununun çoğu zaman terörizm ve PKK ile özdeşleştirilerek değerlendirilmesinin bir göstergesi olmaktadır. Kürtler hakkında cani, hain, kalleş, çapulcu, dağdan inenler türünden sloganlaşmış kalıp yargılar kullanılmakta ve Kürtlere karşı nefret söylemi bu minvalde üretilmektedir (İnceoğlu, 2012, s.16). Tablo 4: Katılımcıların kendini tanımlama ifadeleri Kendinizi nasıl tanımlarsınız? N % Türk kimliğini vurgulayan Kürt kimliğini vurgulayan Alevi kimliğini vurgulayan Kendini vatanına, milletine bağlı biri olarak tanımlayan Kendini kişisel özelliklerine (örn; dürüst, saygılı, sakin, kadın, öğrenci, anne/baba vb.) göre tanımlayan Kendini ayrımcılık/ırkçılık yapmayıp, hümanist biri olarak tanımlayan Kendini inançlı biri olarak tanımlayan Hiçbir tanımlama yapmayan Toplam Not: Katılımcıların 4'ü kökenlerinin Laz olduğunu ama kendilerini öncelikli olarak Türk kimliğiyle tanımladıklarını belirtiklerinden, bu katılımcılar Türk kimliğini vurgulayan gruba dahil edilmişlerdir. 49

50 Bu çalışmada dinsel (Alevi ve Sünni) ve etnik-milliyetçi (Türk ve Kürt) kimlikler olmak üzere iki farklı sosyal kimlik türünün incelenmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeği'nde her bir maddeye verilen olumlu ya da olumsuz tepkiler farklı etnik/kültürel/dini gruplar açısından ele alınmıştır. Ancak sünnilik dinsel kimlik olarak aleviliğe göre daha az vurgulanmıştır. Aktay ve Kızılkaya (2014) nın çalışmasında da benzer bir sonuç elde edilmiştir. Ayrıca kişilerin aynı anda farklı iki grubun üyesi olduğu durumlar da sözkonusudur. Bu durumda farklı gruplar arasında az veya çok örtüşme olabilir. Bunun için etnik/kültürel kökenini sadece Türk olarak işaretleyenler Türk grubuna; sadece Türk demek yerine Sünni Türk diyenler Sünni grubuna; Alevi Türk olarak işaretleme yapanlar Alevi grubuna ve bir şekilde Kürt kimliğini vurgulayanlar (Kürt, Sünni Kürt ve Alevi Kürt) Kürt grubuna dahil edilmiştir. Tablo 5'de de görüleceği üzere etnik veya dini kökenlerinden dolayı nefret söylemine maruz kaldıklarını ifade etme oranı en yüksek Kürt ve sonrasında Alevi kökenli katılımcılarda gözlemlenmiştir. Toplumdaki farklı gruplara yönelik nefret söyleminin medya taramaları aracılığıyla gösterildiği çalışmalarda, Türkiye'de ulusal gazeteler içinde nefret söyleminin en çok Kürtleri ve Ermenileri hedef aldığı sonrasında ise dini ve etnik grup açısından Rumlar, Hıristiyanlar ve Yahudilerin olduğu ve son dönemde bunlara Araplar, Sırplar, Romanlar, Süryaniler ve Afrikalıların da eklendiği vurgulanmaktadır (Gelişli ve Kapril, 2011). Ancak, yine de bu çalışmada tüm gruplardaki katılımcıların nefret söylemine maruz kalma sorularına olumlu yanıttan çok olumsuz yanıt verme oranı daha yüksektir. Dolayısıyla nefret söylemine maruz kalma oranı çok yüksek olarak algılanmamaktadır. Daha önce Tablo 4'de belirtildiği üzere katılımcıların büyük bir çoğunluğu grup kimliklerinden çok kendilerini kişisel özelliklerine/kimliklerine göre tanımlamışlardı. Bundan dolayı katılımcıların kişisel kimliklerini ön planda tutarak bu çerçevede değerlendirme yapmış olmaları muhtemeldir. Katılımcıların nefret söylemine maruz kalma açısından en yüksek olumlu yanıt verme oranı ise toplum içinde etnik veya dini kimliklerine yönelik tanımadıkları kişilerden yorum duyma oranında gözlemlenmiştir (Kürt kökenli katılımcılarda % 67.9 ve Alevi kökenli katılımcılarda % 52.0). Gruplara ilişkin kalıpyargılar "tipik" bir grup üyesini tanımlar ve bu tüm grup üyelerince bilinmesine rağmen olumsuz özelliklerin karşıt grup üyeleri tarafından dile getirilmesinden hoşlanılmaz (Hornsey & Imani, 2004). 50

51 Tablo 5: Nefret Söylemine Maruz Kalma Ölçeğine Verilen Tepkiler (N=367) Türk Kürt Alevi Sünni (N=113) (N=53) (N=103) (N= 98) Evet Hayır Evet Hayır Evet Hayır Evet Hayır 1. Hiç ırkçı bir isimle çağrıldınız mı? (6.2) (93.8) (37.7) (62.3) (16.5) (83.5) (16.3) (83.7) 2. Cinsel yöneliminizden dolayı nefret söylemine maruz kaldınız mı? 5 (4.5) 107 (95.5) 5 (9.4) 48 (90.6) 6 (5.8) 97 (94.2) 9 (9.2) 89 (90.8) 3. Etnik/dini kökeninizden dolayı nefret söylemine maruz kaldınız mı? 10 (9.0) 101 (91.0) 23 (43.4) 30 (56.6) 32 (31.7) 69 (68.3) 17 (17.3) 81 (82.7) 4. Sizinle aynı etnik/dini kökenden olmayan biri tarafından hiç küçültücü bir isimle adlandırıldınız mı? 17 (15.2) 95 (84.8) 22 (42.3) 30 (57.7) 31 (30.1) 72 (69.9) 25 (25.5) 73 (74.5) 5. Sizinle aynı etnik/dini kökenden gelen ve nefret söylemine maruz kalan birini tanıyor musunuz? 37 (32.7) 76 (67.3) 31 (58.5) 22 (41.5) 47 (45.6) 56 (54.4) 34 (34.7) 64 (65.3) 6. Kilonuz, boyunuz veya ölçülerinizden dolayı hiç aşağılayıcı bir söze maruz kaldınız mı? 25 (22.7) 85 (77.3) 16 (30.2) 37 (69.8) 23 (22.8) 78 (77.2) 28 (28.6) 70 (71.4) 7. Etnik/dini kimliğinizden ötürü cinsellik içeren açık saçık sözlere veya saldırılara maruz kaldınız mı? 10 (8.8) 103 (91.2) 15 (28.3) 38 (71.7) 23 (22.3) 80 (77.7) 20 (20.4) 78 (79.6) 8. Toplum içinde, sizin etnik/dini kimliğinizle ilgili olarak tanımadığınız kişilerden yorum duydunuz mu? 36 (31.9) 77 (68.1) 36 (67.9) 17 (32.1) 53 (52.0) 49 (48.0) 28 (28.6) 70 (71.4) 9. Toplum içinde, sizin etnik/dini kimliğinizle alakalı olarak tanımadığınız kişilerden saldırgan veya tehdit edici eleştiriler aldınız mı? 18 (15.9) 95 (84.1) 20 (37.7) 32 (60.4) 27 (26.2) 76 (73.8) 21 (21.4) 77 (78.6) 10. Tanımadığınız insanlardan, etnik/dini grubunuzdan dolayı, aşağılayıcı ya da hakaret edici şakalara maruz kaldınız mı? 14 (12.4) 99 (87.6) 25 (47.2) 28 (52.8) 35 (34.0) 68 (66.0) 21 (21.4) 77 (78.6) *Parentez içinde verilen değerler yüzdelik oranı temsil etmektedir. 51

52 Gruplar Arası Karşılaştırma: Çok Yönlü Varyans Analizi Katılımcıların algıladıkları nefret söyleminin zararı ve nefret söylemine maruz kalma (nefret deneyimi) etnik/kültürel kökene ve cinsiyete bağlı olarak değişip değişmediğini belirlemek amacıyla çok yönlü varyans analizi (MANCOVA) uygulanmıştır. Bu analizde etnik/kültürel köken açısından kendilerini Türk ve Sünni Türk olarak tanımlayan kişilerin farklı iki grubu temsil etmediği düşünüldüğünden, sadece Türk, Kürt ve Alevi gruplar dahil edilmiştir. Ayrıca, örneklemdeki katılımcıların yaş ve eğitim düzeyleri farklı olduğundan, yaş ve eğitim düzeyinin karıştırıcı etkisi olabileceği düşünülmüştür. Bu değişkenlerin kovaryans/ortak değişken olarak kullanılabilmesi için çalışmanın bağımlı değişkenleri ile doğrusal ilişkisinin olup olmadığına bakılarak karar verilmiştir. Buna göre yaşla bağımlı değişkenler arasında anlamlı bir ilişki yokken (nefret söylemi için r =.02, p>.05; nefret deneyimi için r =.07, p>.05) eğitim düzeyi ve algılanan nefret söylemi arasında anlamlı bir ilişki (r =.13, p<.05) tespit edilmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, sadece eğitim düzeyinin ortak değişken olarak analizlere dahil edilmesine karar verilmiştir. Analiz sonuçları Tablo 6 da verilmiştir. Tablo 6: Etnik/Kültürel Kökene Ve Cinsiyete Bağlı Olarak Algılanan Nefret Söylemi Ve Nefret Deneyimi Puanlarına Uygulanan Varyans Analizi Sonuçları Değişim Kaynağı Toplam Kareler s.d Ortalama Kare F p Kısmi η2 Post Hoc (Bonferroni) Analiz Sonuçları a Etnik/Kültürel Köken Nefret Söylemi A > T** Nefret Deneyimi A >T; K >T; K >A Cinsiyet Nefret Söylemi Nefret Deneyimi Etnik/Kültürel Köken X Cinsiyet Nefret Söylemi Nefret Deneyimi KE> TE; KE > AE AK >TK; KK >TK a Bu sütunda istatistiksel olarak gruplar arası anlamlı farklılıklar belirtilmiştir (T =Türk; K=Kürt; A =Alevi; TK= Türk Kadın; TE = Türk Erkek; KK = Kürt Kadın; KE = Kürt Erkek; AK = Alevi Kadın; AE= Alevi Erkek). *p <.05; **p <.01; -" anlamlı değil 52

53 Tablo 6'da da görüldüğü gibi katılımcıların algıladıkları nefret söylemi zararı ve nefret söylemine maruz kalma (nefret deneyimi) puanları üstünde cinsiyet değişkeninin temel etkisi anlamlı bulunmamışken, etnik/kültürel köken değişkeninin temel etkisi hem algılanan nefret söylemi için [F(2, 267)= 5.46, p<.01, ή² =.04], hem de nefret deneyimi için [F(2,267)= 17.48, p<.01, ή² =.12] anlamlıdır. Ayrıca, etnik/kültürel köken ve cinsiyet ortak etkisinin de nefret deneyimi açısından anlamlı olduğu gözlenmiştir [F(2, 267)= 4.01, p<.05, ή² =.03]. Bu sonuçlara göre, etnik/kültürel ana etkisi açısından Alevi kökenlilerin (Ort= 4.03, S= 0.71) Türk Kökenlilere (Ort= 3.72, S= 0.06) göre algıladıkları nefret söylemi zararı daha fazla iken; Alevi (Ort=2.93, S=0.25) ve Kürt kökenliler (Ort= 4.12, S=0.35) Türk kökenlilere (Ort=1.63, S= 0.25) göre ve Kürt kökenliler (Ort= 4.12, S=0.35) Türk ve Alevi kökenlilere göre nefret deneyimine daha fazla maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Etnik/kültürel köken ve cinsiyet ortak etkisi açısından Kürt kökenli erkekler (Ort= 4.71, S=0.53), Türk (Ort= 2.09, S=0.38) ve Alevi kökenli erkeklere (Ort= 2.52, S=0.36) göre daha fazla nefret deneyimine maruz kaldıklarını belirtirlerken; Alevi (Ort= 3.34, S=0.36) ve Kürt kökenli (Ort= 3.54, S=0.47) kadınlar Türk kadınlarına (Ort= 1.15, S=0.31) göre daha fazla nefret deneyimine maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Genel olarak Kürt ve Alevi kökenliler Türk kökenlilere göre daha fazla nefret söylemine ve nefret deneyimine maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Kişiler kendilerini bir sosyal grubun üyesi olarak tanımladıklarında, öz saygıları bu grubun özelliklerinden ve değerlendirilmelerinden de etkilenmektedir ( Billig, 2002). Bu doğrultuda nefret söylemi de grup üyeleri için benliklerinin önemli bir kısmına yönelik tehdit olarak görülebilir. Özellikle grup kimliğini güçlü bir şekilde ortaya koyup grubuyla özdeşleşme düzeyi yüksek olanların grubun toplumsal konumdaki düşüklüğü (Doosje, Spears & Ellemers, 2002) nefret söylemine olan tepkilerini çok daha şiddetli olarak göstermelerine neden olabilir. Ancak, bu çalışmada grupla özdeşleşme düzeyi ölçülmediğinden ileriki çalışmaların bu yönüyle de ele almasının konuya çok daha açıklık getireceği düşünülmektedir. SONUÇ Çoğunlukla gruplara ilişkin bir grubu diğer gruptan farklılaştırma konusunda işlevsel olan kalıpyargılarımızla sınıflandırma yaparak insanları çeşitli kategorilere ayırırız. İç grup, dış grup ayrımı olarak da nitelendirebileceğimiz birbirlerini tamamlayan biri olmadan diğerinin anlam kazanamadığı biz ve onlar kavramları da bu sınıflandırma sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kendi iç grubumuzu belli bir öteki grubu onlar olarak gördüğümüz için biz olarak adlandırırız (Bauman, 1998,51; Tajfel, 1981; Tajfel & Turner, 1979 ). Bu kategorileştirmelerin kendi grubumuz dışındakileri onlar olarak değerlendirmelerin duygusal bağlanma ve antipati, güven ve kuşku, güvenlik ve korku, işbirliği ile çekişme gibi farklı sonuçları olabilmektedir (Bauman, 1998, s.51). Esasında, insanların kimlik algıları, gerçekte ne oldukları sorusundan farklı bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır. İnsanların doğuştan gelen kültürel, etnik, dinsel veya cinsel özelliklerini, kendilerini ifade etmek üzere bir kimliğe dönüştürmeleri çoğunlukla kendi tercihleriyle olmaktadır (Aktay ve Kızılkaya, 2014, s.21). Modern toplumlarda insanların kendileri hakkında birçok kimlik tanımları vardır. Temelde insanlar kendilerini farklı ortamlarda farklı tanımlayıp ve belki de çok farklı davranmaktadırlar ve kişiler veya gruplar arası ilişkilerde kimlik inşa edilir (Bilgin, 2007). Ancak, Bilgin'nin (2007, s.35) de belirttiği gibi etnik ve 53

54 cinsel kimlikler gibi, doğal olduğu düşünülenler de dahil olmak üzere hiçbir kimliğin ontolojik özsel bir gerçekliği yoktur, tüm kimlikler bir inşa ürünüdür. Küresel nitelik taşıyan bir olgu ve sorun olarak nefret söylemi ise etkili bir ideolojik ve söylemsel saldırı aracı olarak, seçilen hedef kimliğe uygulanmaktadır (Keyman, 2013). Türkiye de toplumsal gruplar arasındaki güç dengelerinin değişmesi ile birlikte toplumsal dönüşüm gerçekleşmekte ve farklı toplumsal gruplar arasındaki temas artmaktadır. Çayır'a (2010) göre, Türkiye'de nefret söylemi ve suçu, demokrasinin pekişmesi ve birlikte yaşama kültürünün güçlenmesinin önündeki en önemli engellerden biridir. Din, ideoloji, millet, etnik köken, cinsiyet gibi kavramların ifade özgürlüğü kapsamında eleştirilebilmesi gereklidir, ancak bireylerin ve grupların, grup aidiyetlerinden dolayı hedef gösterilmesine karşı duyarlılık geliştirilmelidir. Sınırlılıklar ve Öneriler Bu çalışmada kişilerin grup kimliklerini nasıl algıladıkları ve gruplar arası ilişkilerine nasıl yansıdığı nefret söylemi ve nefret deneyimi çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak bu çalışmanın bazı önemli sınırlılıkları bulunmaktadır. En önemli sınırlılık örneklemin sadece Ankara'da yaşayan kesimden oluşmasıdır. Bir diğer sınırlılık da çalışmaya katılan kişilerin kimlik aidiyetlerine yönelik detaylı bir ölçüm alınmamasıdır. Aynı anda farklı toplumsal konumdaki iki farklı grup kimliklerine sahip olmak ve gruplar arası örtüşmenin yüksek veya düşük olarak algılanması da toplumsal kimlik aidiyetini etkileyecektir. Ayrıca konuşmanın nasıl algılandığı ve konuşmaya verilen tepkiler kişilerin geçmiş deneyimlerinden ve psikolojik ve duygusal durumlarından da etkilenecektir. Bundan sonraki çalışmalarda farklı bölgeler ve yerleşim alanlarında olan kişilerin çeşitli kimlikler çerçevesinde ele alınması, kimlik aidiyetlerinin daha detaylı ele alınarak araştırılması ve konuşmaya verilecek tepkilere aracı edebilecek değişkenler açısından (kişilerin geçmiş deneyimleri, psikolojik ve duygusal durumları vb.) ele alınması çok daha ayrıntılı bilgi sağlayacaktır. 54

55 KAYNAKÇA Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:4 Sayı:7 (2015) Aktay, Y.,ve Kızılkaya, A.(2010). Hepimiz Ötekiyiz! Türkiye'de Kimlikler ve Algılar. İstanbul: Tezkire Alğan C. ve Şensever L. (2010). Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 yıl, 10 Örnek. İstanbul: Sosyal Değişim Derneği Yayınları, , Althusser, L. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul:İletişim, Ataman, H. (2012). Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinden Ele Almak: Etik, Sosyo- Politik ve Bir İnsan Hakları Problemi Olarak Nefret Suçları. Y. İnceoğlu (Ed.), Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, İstanbul : Ayrıntı Yayınları. Bauman, Z. (1997).Modernite ve Holocaust.(S. Sertabiboğlu, Çev.). İstanbul, Sarmal Yayınları Bauman, Z. (1998). Sosyolojik Düşünmek.(A. Yılmaz,Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bauman, Z. (1999). Küreselleşme Toplumsal sonuçları, (A.Yılmaz,Çev.).İstanbul:Ayrıntı Yayınları Best, S. ve Kellner, D. (1998). Postmodern Teori Eleştirel Soruşturmalar. (M. Küçük, Çev.). İstanbul:Ayrıntı Yayınları Bilgin, N. (2007). Kimlik İnşası. Ankara: Aşina Kitaplar. Billig, M. (2002). Henri Tajfel s cognitive aspects of prejudice and psychology of bigotry. British Journal of Social Psychology, 41(2), Bleich, Z. (2011). The Rise of Hate Speech and Hate Crime Laws in Liberal Democracies, Journal of Ethnic and Migration Studies, 37:6, Boyle, K. (2010).Nefret Söyleminin Kontrolü: Uluslararası Standartlar Türkiye den Neler İstiyor? A. Çavdar ve A. Yıldırım (Ed.), Nefret Suçlan ve Nefret Söylemi, İstanbul: Uluslararası Hrant Dink VakfıYayınları. Chancer, L.S. ve Watkins, B. X. (2013). Cinsiyet, ırk, sınıf, İstanbul: Babil Yayınları Cowan, G., & Mettrick, J. (2002). The Effects Of Target Variables And Setting On The Perceptions Of Hate Speech. Journal of Applied Social Psychology, 32(2), Cowan, G., Resendez, M., Marshall. E., & Quist, R. (2002). Hate Speech And Constitutional Protection: Priming Values Of Equality And Freedom. Journal of Social Issues, 58(2), Çayır, K. (2010). Ayrımcılığın Sosyolojisi ve Türkiye Toplumu. A. Çavdar ve A. Yıldırım (Ed.), Nefret Suçlan ve Nefret Söylemi, İstanbul: Uluslararası Hrant Dink VakfıYayınları Delanty, G. (2015). Bir Kavramın Anotomisi Topluluk,(F., Atay,Çev.). İstanbul:Everest Yayınları 55

56 Demirtaş, H. Andaç (2003) Sosyal Kimlik Temel Kavram ve Varsayımlar. İletişim Araştırmaları,1(1): Doosje, B., Spears, R. & Ellemers, N. (2002). Social identity as both cause and effect: the development of group identification in response to anticipated and actual changes in the intergroup status hierarchy. British Journal of Social Psychology, 41(1), Elder, T. J., Douglas, K.M., & Sutton, R.M. (2006). Perceptions Of Social Influence When Messages Favour "Us" Versus "Them": A Closer Look At The Social Distance Effect. European Journal of Social Psychology, 36, Esmer, Y. (2012). Türkiye Değerler Atlası , pdf Freud, S. (1999). Uygarlığın Huzursuzluğu, (H. Barışçan,Çev.). İstanbul: Metis Yayınları Gelişli, N. ve Kapril, G. (2011). Türkiye de ulusal ve yerel gazetelerde nefret söyleminin izlenmesi, Göregenli, M. (2013). Temel Kavramlar: Önyargılar, Özcü İnançlar ve Ayrımcılık. M. Çınar (Ed.) Medya ve Nefret Söylemi, İstanbul:Hrant Dink Vakfı Yayınları Göregenli, M. (2013). Ayrımcılığın Meşrulaştırılması. M. Çınar (Ed.) Medya ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları Göregenli, M. (2013). Nefret Söylemi Ve Nefret Suçları. M. Çınar (Ed.) Medya ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları Guibernau, M. (2010). Küreselleşme, Modernite ve Ulusal Kimlik. I. Gündüz (Der.).Ulusal kimlik ve Etnik Açılım, İstanbul: Sarmal Yayınları Hornsey, M.J. & Imani, A. (2004). Criticizing Groups From The Inside And The Outside: An Identity Perspective On The Intergroup Sensitivity Effect. Personality and Social Psychology Bulletin, 30, Hortaçsu, N. (1998). Grup İçi ve Gruplararası Süreçler. Ankara: İmge Kitabevi. İnceoğlu, Y. ve Sözeri, C. (2012). Nefret Suçlarında Medyanın Sorumluluğu: Ya sev ya terk et ya da.. Y. İnceoğlu (Ed.), Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, İstanbul : Ayrıntı Yayınları. İnceoğlu, Y. (2013). Tartışmalı Bir kavram:nefret Söylemi. M. Çınar (Ed.) Medya ve Nefret Söylemi, İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları Karan, U. (2010). Nefret Nefret Suçlarından Ne Anlıyoruz? A. Çavdar ve A. Yıldırım (Ed.), Nefret Suçlan ve Nefret Söylemi, İstanbul: Uluslararası Hrant Dink VakfıYayınları 56

57 Karan, U. (2012). Nefret İçerikli İfadeler, İfade Özgürlüğü ve Uluslararası Hukuk. Y. İnceoğlu (Ed.), Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, İstanbul : Ayrıntı Yayınları. Karan, U. (2013).Nefret Söylemi ve Yakından İlişkili Diğer Kavramlar: Ayrımcılık, Nefret Suçu ve Hakaret. M. Çınar (Ed.) Medya ve Nefret Söylemi, İstanbul:Hrant Dink Vakfı Yayınları Keyman, F. (2009). Sistem Kurucu ve Sistem Dönüştürücü Bir Toplumsal Gerçeklik Olarak Kültürel Kimlik Olgusunu Yeniden Düşünmek. G. Pultar (Ed.), Kimlikler Lütfen Türkiye Cumhuriyeti'nde Kültürel Kimlik Arayışı Ve Temsili, Ankara: ODTÜ Yayıncılık Keyman, F. (2013). Sunuş. M. Çınar (Ed.) Medya ve Nefret Söylemi, İstanbul:Hrant Dink Vakfı Yayınları Merrington, J.(1999). Gramsci nin Marksizm Anlayışında Kuram ve Uygulama, (K.Saybaşılı Çev.). Ankara: Doruk Yayıncılık Murray, R. (2011). Do Words Harm? The Perceptions And Attitudes Of African American CollegeStudents To Hate Speech. Capella University: Unpublished doctoral thesis. Oakes, P.J., Haslam, S.A. & Turner, J.C. (1994). Sterotyping and social reality. Oxford:Blackwell. Oran, B. (2010). Türkiye de Azınlıklar Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama , Özulu, S.(2015). Nefret Dili ve Siyaset. M. Akpınar (Ed.), Nefret Söylemi ve Siyaset. İstanbul: Ufuk Yayınları Pratto, F., Sidanius, J., & Levin, S. (2006). Social Dominance Theory And The Dynamics Of Intergroup Relations: Taking Stock And Looking Forward. European Review of Social Psychology, 17, Rubin, M. & Hewstone, M. (2004). Social Identity, System Justification, and Social Dominance: Commentary on Reicher, Jost et al., and Sidanius et al. Political Psychology, 25 (6), Sakallı, N. (2013). Sosyal Etkiler Kim Kimi Nasıl Etkiler? Ankara:İmge Kitabevi. Sidanius, J. & Pratto, F. (1999). Social Dominance: An intergroup theory of social hierarchy and oppression (3-57). New York: Cambridge University Press. Slattery, M.(2007). Sosyolojide Temel Fikirler. Ü.Tatlıcan ve G. Demiriz (Der.). Bursa: Sentez Şahan, İ.(2015). Yazılı Basında Nefret Söylemi , Tajfel, H. (1981). Human groups and social categories: Studies in social psychology. Cambridge: Cambridge University Press. 57

58 Tajfel, H., & Turner, J. (1979). An integrative theory of intergroup conflict. In W. G. Austin & S. Worchel (Eds.), The social psychology of intergroup relations (pp.33-48). Monterey, CA: Brooks/Cole. Van, D. (2010). "Söylem ve İktidar: Eleştirel Söylem Katkılar", A. Çavdar ve A. Yıldırım (Ed.), Nefret Suçlan ve Nefret Söylemi, İstanbul: Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları Weber A. (2009). Nefret Söylemi El Kitabı. Avrupa Konseyi Yayınları , 58

59 THE PLACE AND SIGNIFICANCE OF WORKING STAFF IN PERCEIVED INSIDER STATUS S.Gökçe GÖK * 5 Derya ÖZİLHAN** ABSTRACT Objective of this study is to identify belonging perceptions of Academic and Administrative staff and to examine the importance of working staff in perceived insider status (PIS). In this respect, an area research was applied on the Academic and administrative staff of Gazi University s different vocational schools of higher education. Results indicate that academic and administrative staff of institutes does not have perceived insider status. Key Words: Perceived Insider Status, Belonging, Administrative staff, Academic staff. ALGILANAN İÇSELLİK STATÜSÜNDE ÇALIŞANLARIN YERİ VE ÖNEMİ ÖZET Bu çalışmanın amacı, akademik ve idari kadro çalışanların aidiyet algılarının tespit edilmesi ve aidiyet algısında kadronun öneminin incelenmesidir. Bu amaçla, Gazi üniversitesine bağlı farklı meslek yüksekokularında çalışan toplam 100 akademik ve idari personel üzerinde bir alan çalışma yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre kurumda çalışan idari ve akademik personellerin aidiyet algısının oluşmadığı söylenebilir. Anahtar kelimeler: Algılanan aidiyet, aidiyet, akademik kadro, idari kadro * Öğretim Görevlisi, Gazi Üniversitesi, Gazi MYO, suudangokce@hotmail.com **Yardımcı Doçent Dr.,Selçuk Üniversitesi, Beyşehir Ali Akkanet İşletme Fakültesi, deryaozilhan@selcuk.edu.tr 59

60 1. INTRODUCTION Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:4 Sayı:7 (2015) In today s business world where the competition is growing rapidly, for an effective human resources management, it is a must to comprehend how workers perceive their position in the organization and how this perception influences their behaviors. Employees positive behaviors which enhance organizational productivity might be an important factor that provides organizational sustainability and in this sense, ensures competitive advantage to the organization. The workers orientation to this desired objective; may depend on the extent they feel themselves as a part of the company. Workers who have strong feelings about belonging to organization try to show their skills to their boss and co-workers to get appreciation (Kim et al.,2009). The term perceived insider status, which is recently added to the literature and means to what extent an employee considers he or she is a part of the organization, is a very significant term to generate many positive results in organizational terms. According to Stamper and Masterson (2009), perceived insider status is a situation in which workers feel themselves as a part of the organization and it focuses on this sense of belonging. When the literature was scanned, no research was found where sense of belonging of university staff is the main variable. From this point of view, this is a study trying to figure out belonging feelings of academic and administrative staff of the university. For this purpose, first, basic information is given theoretically about the terminology, and then results of the study are evaluated. 2. THEORETICAL SCOPE OF STUDY 2.1 Sense of Belonging to the Organization One of the most significant attitudes in terms of organizational behavior is the one that individual develops for his/her job. This is also called sense of belonging. If the employee develops a positive attitude towards their job, the sense of belonging will be high; but if he/she develops a negative attitude, sense of belonging will be low. An employee who doesn t have job satisfaction will be frequently absent and will seek opportunities to leave the organization and find another job. This harms the company or organization he/she works for. Because their stress level is low, workers with high sense of belonging live longer and more peaceful, because their stress level is low. People who are happy at work reflect their joy outside. Satisfied employees maintain their positive attitude. These people generally have positive attitudes towards life and people around. They view the life more dynamically and optimistically (Özkalp ve Kırel, 2000). The term sense of belonging is closely related with the terms motivation, morale and job identification. But, these have different meanings. While motives require an effort for an objective, belonging means employee s identification with job and organization. An individual expects that the job and work environment must be suitable for their personal values in order to meet his/her certain needs. If their needs and standards of judgment are consistent with their jobs, sense of belonging occurs (Erdoğan, 1996). Harmony of those values motivates the individual for success and promotes job identification. A recent research which focused on sense of belonging in terms of new management concept stresses the importance of ensuring workers job satisfaction and organizational satisfaction. It is observed that when workers sense of belonging is higher, organizational performance is 60

61 affected in a positive way. While development of sense of belonging minimizes undesired results like absenteeism, late coming and quitting the job; it increases the quality of product and services ( Erdogan, 2006). 2.2 Perceived Insider Status Since and individual works in a certain organization, he/she gives importance to be a member of that group and to get the support of the administrator; considers staying out of the group is hindering (Lapalme et al., 2009:922). This idea causes an employee develop many perceptions concerning his/her relation with the organization (Wang et al., 2010: 149). One of the most significant perceptions developed between the employee and the organization is the perception of belonging. This perception related to an individual s positioning him/her in the organization is defined as an employee s perception that he/she is a member of the group and a part of the organization (Lapalme et al., 2009:922). According to Stamper and Masterson (2002), perceived insider status (PIS) means an employee s perception that he/she is a part of the organization. The term in question reflects cognitive aspect of self-concept. Perceived insider status focuses on workers senses of belonging to their organizations. This concept is a perception in which employees feel themselves as a part of the organization and they have important roles in organization s activities. An individual, who has requirements like personal development, identity formation and self perception, makes some comparisons in work life while developing these perceptions. Considering themselves as a part of company and identified with the organization and so that creating personal space while he/she defines his/her identity by comparing himself/herself with the organization, is called perceived insider status (Chen and Aryee, 2007:2). When perceived insider status is viewed from this perspective, it is a perception that meets socio emotional needs like organizational identity, psychological possession, being a member - arising from being a member of the organization. It also defines role status in self identification (Stamperet al., 2009: 319). Related to changing policy between the organization and worker, individuals who has perceived insider status will have higher supporting perception and it is considered that these workers will utilize the opportunities organization presents like education and promotion so workers positive attitudes to the company will increase (Buonocore, 2009: 4). Factors like individual s personal features, perceptions related to organization, the way of work might be the premises of perceived insider status. As the perceived insider status is higher, the individual feels him/her more like a part of the organization. Development of perception of belonging to the organization is possible with the presence of boundaries that indicate there are in-group and out of group workers. Perceived insider status emphasizes the feeling that workers have gained an individual status and they are accepted in the organization, so that forms the identity of workers in the organization. So perceived insider status is built in parallel with workers organizational identity, status and roles. Common opinion in the literature is that status that workers have (either full-time or parttime) effects their perceptions, attitudes and behaviors in the organization. But some researches shows that it is not always true (Gakoviç and Tetrik, 2003). Basic idea resulting from these researches is that workers status does not have a significant influence on workers organizational behaviors and attitudes. From this viewpoint, it is assumed that other factors, apart from workers status, will be more effective on perceived insider status. For instance, when workers don t feel safe in organization or safe during their works, they will have low perceived insider status (Buonocore, Metallo ; Salvatore2009). 61

62 Main point to emphasize here is, based upon the assumption that each employee will have their own perceptions; basic expectations of the employees should be spotted. While a worker develops perceived insider status when he/she feels safe, other may develop this perception if his/her economical needs are met. Besides, organizational support on worker is considered to be an important determiner on perceived insider status. One of the most recent researches about the perceived insider status is Oflazer Mirap s (2008) research that presents the effects of perceived insider status on task performance, contextual performance and total performance. Perceived insider status is a term that expresses how much workers feel themselves as a part of the organization. The area research applied on private health sector indicates that there is a positive and strong relation between perceived insider status and task performance, contextual performance and total performance (Oflazer Mirap, 2008: ). Organizational opportunities like training and promoting in rank can be deemed as examples of this situation. Those kinds of opportunities given to the employees have positive effects on their perceived insider status. Because of that, permanent workers think that they are presented more of these opportunities and their perceived insider status is higher (Buonocore, Metalla and Salvatore, 2009). On the other hand, contrary to permanent workers, non-permanent workers might have low perceived insider status. The important point between the high and low perceived insider statuses is whether the organization makes distinction about the opportunities it presents to its employees. It is thought that there will not be significant differences in workers perceived insider status in an organization who presents equal resources to its workers whatever the workers statuses are (permanent - non-permanent). 3. METHOD In this part of the study, the aim, hypothesis and findings will be revealed Scope Of Research Frame of research; analyze the level of perceived insider status for academic and managerial personnel who working for 5 different vocational schools of Gazi University. The scope of research in practice angle there are randomly chosen 80 academic and 70 managerial personal which means 150 personal from vocational schools of Gazi University. There are 150 surveys sent but 100 of them were answered and sent back Methodology of the Research In this study we have tried to determine the perceived insider status of the Management and Academic Staff of different vocational schools of Gazi University and it is tried to show the importance of perceived insider status. Academic and managerial personnel, working in Gazi University, their perception of belonging are searched with Area Search method. From the main purpose of the research which going as area search all information gathered with survey method. First section of survey interested in personnel s demographic properties, second section is interested in academic and managerial personnel perception of belonging. For measure the Perceived Insider Status Stamper and Masterson (2002), who developed this idea, gave 6 questions for Perceived Insider Status Scale. Participants answers to these questions are measured with Likert scale. Participants answering that questions like 1: Absolutely Refuse 2: Refuse 3: Neither Refuse nor Accept 4: Accept 5: Absolutely Accept. The reason have chosen the method is in national and international literature at whole researches are 62

63 considered with Stamper and Masterson (2002) scale are got the Cronbach Alfa reliability coefficient (0,79-0,93 ).Research is analyze with the help of statistic programme named IBM SPSS Statistics For purposes of research established hypotheses tested and show the effects between related and unrelated variables, for make them come out we make regression so coming results are analyzed. This research covers only Institutes of Gazi University and the feedback results are enough for statistic evaluation Findings and Evaluation of Research Demographic Findings These people demographic information are below as a summary. At survey form 5th choose is Proffesor but none of the professors answered the survey. Table 1. Demographic Information Demography Age Marital status Education Position in Institution Time of your work Academic Positions Percentage Number (%) Male Below age age age Higher Married Single Other 4 4 Primary Education 2 2 High School Institute B.S Master Management Academic No Answer 1 1 Less than 1 year years years years More than 16 years Lecturer Doctor Ass.Prof. 7 7 Associate Proffesor 3 3 No Answer

64 Reliability Analysis Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:4 Sayı:7 (2015) Reliability analysis an analyze method that shows us what is the truth rate of research with many valuable statics. We can say in this search where we focus on Perceived insider status there are 6 likert type questions and with their answers analyses shows that %91,9 percent /Cronbach s Alpha) of trustworthy rate. Reliability Statistics Cronbach's N of Alpha Items,919 6 Difference Between Groups In the scale for the investigate will there be a difference between perceived insider status we need to test it. To test this statistics we use average belonging point. Staff Differences in Vocational Schools According to position in vocational schools (management personal), academic personal) we need to understand is there a difference in perceived insider status so we make 2 hypothesis then search this thesis with t test. (There is no difference in perceived insider status with position) (There is difference in perceived insider status with position) Table 2. Staff Dıfferences in Vocational Schools PIS (perceived insider status) Sig. (2- tailed) t-test for Equality of Means Std. Error Difference 95% Confidence Interval of the Difference Lower Upper Mean t df Difference PIS(perceived insider status) POSITION N Mean Std. Deviation management staff Academic staff There is no difference in belonging with position thesis shows that there is no statistic difference between academic and management personal. (p=0.963> a= 0.05). This means workers in the institution have perceived insider status. 64

65 Differences for Academic Positions According to academic position lecturer, dr, assoc. prof. dr., assistant professor, we need to understand is there a difference in received organizational perceived insider status so we make 2 hypothesis then search this thesis with ANOVA ( one way analysis of variance). The means are all equal (there is no difference in perceived insider status with position). H1 : least one of the i j least one of the means is different (There is difference in perceived insider status with position). Table 3. Dıfferences for Academıc Positions ANOVA Sum of Squares df Mean Square F Sig. PIS Between Groups Within Groups Total We figure out that there is difference in perceived insider status with position(p=0.073> a = 0.05). This means workers in the institution have no perceived insider status. Other demographic data are also analyzed. But sex, marital status or working hours in job makes no difference. When we think about age only 2 person who below 25 and education side there are only 2 primary school graduated person ( low data profiles) makes analyses broke. So these situations have no effects on perceived insider status. 4. CONCLUSION AND DISCUSSION Perceived insider status is an important element so that employees can identify with their vocational schools and achieve the common goal. Also creating a corporative culture with employees who do not develop sense of belonging is impossible. One of the most effective ways of creating a sense of belonging among the employees is improving communication between employees and institution. In particular the relationship with each employee directly to top managements, congratulating their employees on employees achievements and increasing the social relations among the employees provide positive contributions to perceived insider status. In this study we have tried to determine the perceived insider status of the Management and Academic Staff of different vocational schools of Gazi University and it is tried to show the importance of perceived insider status. As a results; There is no difference in belonging with position hypothesis shows that there is no statistical difference between academic and management personal. This means workers in the vocational schools of Gazi University have no perceived insider status. We figure out that there is difference in perceived insider status with academic position. This means workers in the vocational school have no perceived insider status. Other demographic datas are also analysed. But sex, martial status or working hours in job makes no difference. So these situations have no effects on perceived insider status. 65

66 Firs of all a environment of confidence for employees has to be created in order to have perceived insider status. Employer and leaders play a role in make this happen. In this environment of confidence, team members who respect to each other and like help each other are indispensible. For instance, a employee s working with business maganers and workmates who show interest in himself and his feeling like be a part of the work help develop his sense of belonging. Addition to that another subject about improving sense of belonging is giving a chance to decide on employees works and respecting employees for their achievements. Also employees should have some privileges as a result of their achievements. For example, joining to careeer development course, seminar and meetings can make employees feel special. As a consequence of these, the most important factors of improving sense of belonging are employees get paid which will satisfy and can maintain a standard of living. high sense of belonging of employees, in other words being motivated to their work always come out to be good in terms of organization. Basic tools of being good motivated are social and financial justice, a good team work, make feel like be a part of the work to employees, rating systems and be rewarded employees performance. 66

67 REFERENCES Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:4 Sayı:7 (2015) Ackfeldt, Anna-Lena and W. Leonard Coote; (2005). A Study of Organizational Citizenship Behaviours In A Retail Setting.Journal of Business Research, 58, pp Buonocore, F. et al.; (2009). Behavioural Consequences of Job Insecurity and Perceived Insider Status For Contingent Workers.Papers of System Congress, pp Cuyper, Nele De et al.; (2008). Literature Review of Theory and Research on the Psychological Impact of Temporary Employment: Towards a Conceptual Model.International Journal of Management Reviews, International Journal of Management Reviews, 10(1), pp Erdoğan, S. (2006). Yeni yönetim anlayışı açısından aidiyet duygusu ve hizmet sektöründe bir uygulama. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,Bursa. Gakovic, A. and L. E. Tetrick. Perceived Organizational Support and Work Status: A Comparison of the Employment Relationships of Part-time and Full-time Employees Attending University Classes.Journal of Organizational Behavior, 24, 2003, p Lapalme, Marie-Eve et al.; (2009). Bringing the Outside In: Can External Workers Experience Insider Status?.Journal of Organizational Behavior, 30(9), pp Merrıam, Sharan B. et al.; (2010). Power and Positionality: Negotiating Insider/Outsider Status Within and Across Cultures.International Journal of Lifelong Education, 20(5), pp Oflazer Mirap, S.,(2008). Algılanan Aidiyet Durumunun (Perceived Insider Status), Görev Performansı, Baglamsal Performans ve Toplam Performans Üzerine Etkilerini Ölçmeye Yönelik Özel Saglık Kurumlarında Bir Arastırma.İstanbul Kültür Üniversitesi Yayın No: 79, İstanbul, Rhoades, L., Eisenberger, R. (2002). Perceived organizational support: A review of the literature. Journal of Applied Psychology, 87, Schein, E. (1994). Organizational Psychology, 3rd Edition, Prentice-Hall, Upper Saddle River, NJ. Shore, L. M. and K. Barksdale (1998). Examining Degree of Balance and Level of Obligationin the Employment Relationship: A Social Exchange Approach.Journal of Organizational Behavior, 19, p Stamper, C. L., S. S. Masterson and J. Knapp (2009). A Typology of Organizational Membership: Understanding Different Membership Relationships Through the Lens of Social Exchange.Management and Organization Review, 5:3, p Stamper, Christina L. and Suzanne S. Masterson; (2002). Insider or Outsider? How Employee Perceptions of Insider Status Affect Their Work Behaviory.Journal of Organizational Behavior, 23, pp Şahinkuş, Y. (2006). Yönetici davranışları ve işgören farklılıklarının aidiyet duyguları üzerine etkisi. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Thorsteinson, T. J.(2003). Job Attitudes of Part-time vs. Full-time Workers: A Meta analyticreview.journal of Occupational and Organizational Psychology.76, p Wallace, J. E. (1995). Organizational and Professional Commitment in Professional and Nonprofessional Organizations. Administrative Science Quarterly, 40(2): Wang, Lin et al.; (2010). Leader-member Exchange and Organizational Citizenship Behavior: A New Perspective from Perceived Insider Status and Chinese Traditionality.Frontiers Business Research China, 4(1), pp

68 68

69 2002 SONRASI DÖNEMDE TÜRKİYE - AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ Süleyman Çağrı GÜZEL ÖZET Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin hukuki temelleri 1963 Ankara Anlaşması yla atılmış; hazırlık, geçiş ve son dönem olmak üzere üç aşama öngörülmüştür yılında imzalanan ve 1973 te yürürlüğe giren Katma Protokol ise Türkiye-AB ilişkileri bağlamında geçiş dönemine ilişkin şartları belirleyen ve nihai olarak Gümrük Birliği ile sonuçlanması hedeflenen bir başka önemli gelişme olmuştur. 1 Ocak 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması ile birlikte tam üyelikle sonuçlanması hedeflenen son dönem e girilmiş ve tam üyelik umutları doruk noktasına ulaşmıştır. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan erken genel seçimle iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde ise yapılan reformlarla birlikte tam üyelik sürecindeki son aşama olan katılım müzakerelerine geçiş sağlanmış ve ilişkilerdeki en son aşamaya gelinmiştir. Ancak bu tarihten sonra Türkiye-AB ilişkileri eski ivmesini kaybetmiş ve durgunluk süreci yaşanmıştır. Bu çalışmada 2002 sonrası AB yolundaki gelişmeler ele alınacak ve AB politikası değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Türkiye-AB ilişkileri, Kıbrıs meselesi, Müzakere süreci ABSTRACT TURKEY-EU RELATIONS AFTER 2002 The legal foundation of relationship between Turkey and European Union (EU) was formed by 1963 Ankara Agreement; three stages were stipulated including preparation, transition and final period. Additional protocol, signed in 1970 and entered into force in 1973, was another important development which determined the conditions for transition period in the context of EU-Turkey relations and finally was intended to result in Custom Union. The final period, intended to result in full membership, was entered by Custom Union Agreement which entered into force in January 1, 1996, and prospects for full membership reached peak point. In the era of Justıce and Development Party, which came into power by general early election held in October 3, 2002, the transition of accession negotiations, final stage in the full membership process, was ensured by reforms so the final stage in the relationships was reached. However, after that date, EU-Turkey relations lost its previous momentum and came to a standstill. In this study, progress towards EU after 2002 will be addressed and EU policy will be evaluated. Key Words: European Union, Turkey-EU Relations, Cyprus issue, Negotiation process Turgut Özal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ABD Doktora Öğrencisi 69

70 GİRİŞ İkinci Dünya Savaşı nın neden olduğu yıkım ve felaketler, savaş sonrasında Avrupa devletlerinin işbirliği yönünde hareket etmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda öncelikle 1951 Paris Anlaşması yla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), daha sonraki süreçte ise 1957 Roma Anlaşması yla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) kurulmuştur. Avrupa Topluluğu devletleri için ekonomik ve parasal birlik, ortak dış işleri ve güvenlik politikası ile birlikte ortak adalet politikası öngören Maastricht Anlaşması ise 7 Şubat 1992 de imzalanmış ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Maastricht Anlaşması ile beraber Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği olarak anılmaya başlanmıştır (Gençtürk, 2012) lü yıllardan itibaren başlayan batılılaşma çabaları, modern Türkiye Cumhuriyeti nin kurulduğu 1923 ten sonra ivme kazanmıştır (Palabıyık ve Yıldız, 2006: 73). Çağdaşlaşma idealine paralel olarak Batı dünyasının bir parçası olmayı hedefleyen yeni Türk devleti, İkinci Dünya Savaşı ndan sonra kurulan AET ye duyarsız kalmamış ve 1959 yılında Topluluğa katılmak için müracaat etmiştir. Söz konusu tarihte başlayıp günümüze kadar uzanan süreçte Türkiye-AB ilişkileri inişli çıkışlı bir grafik çizmiştir yılında Türkiye ile AT arasında Gümrük Birliği ni kuran 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ve 1999 yılında Helsinki de düzenlenen Avrupa Konseyi Zirvesi ile Türkiye ye adaylık statüsü tanınması, Türkiye-AB ilişkilerine farklı bir boyut kazandırmıştır Kopenhag Zirvesi nde, Türkiye tarafından Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi şartıyla 2004 yılında müzakerelere başlanacağının belirtilmesi ve 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerine başlanması Avrupa Birliği ne katılım noktasındaki kamuoyu inancını iyiden iyiye perçinlemiştir. Ancak gerek AB ile bütünleşme önündeki en büyük engellerden birisi olan Kıbrıs meselesi, gerekse Avrupa devletlerinin Türkiye ye karşı geçmişten gelen tarihsel ve kültürel önyargılarının olduğu algısı sürece dair soru işaretleri yaratmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, uzun bir süreç olan AB tam üyeliği hedefine ulaşmak için yalnızca Avrupalı elitlerden değil, aynı zamanda AB vatandaşlarından da destek görmelidir. (Öniş, 2008: 48) Ayrıca Türkiye de son dönemde ortaya çıkan bir dizi iç siyasi gelişmenin de Türkiye-AB ilişkilerini etkilediği belirtilmelidir. 1. KOPENHAG ZİRVESİ VE REFORMLAR Aralık 2002 de Kopenhag da toplanan Zirve nin Sonuç Bildirisi nde, Türkiye nin diğer aday ülkelere uygulanan kriterler temel alınarak Birliğe katılacak olan bir aday ülke olduğunu belirten 1999 tarihli Helsinki Kararı hatırlatılmış, Türkiye nin Kopenhag kriterlerini karşılama yönünde attığı adımlar memnuniyetle karşılanmıştır (Karluk ve Tonus, 2004: 8). Kopenhag Zirvesi nde, Aralık 2004 te yayınlanacak AB Komisyonu rapor ve tavsiyesine dayanarak Türkiye nin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğine karar verildiği takdirde, katılım müzakerelerinin gecikmeksizin başlatılacağı kararlaştırılmıştır (Topal, 2009: 21). Ayrıca Zirve de Türkiye için tekrar gözden geçirilmiş bir Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanması, mevzuatın AB müktesebatına uyumlu hale getirilmesi ve Gümrük Birliği kapsamındaki ticari birlikteliğin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi yönünde kararlar alınmıştır. AB tarafından Türkiye ye verilen katılım öncesi mali yardımın da önemli ölçüde artacağı ve 70

71 2004 yılından itibaren bu yardımın bütçedeki katılım öncesi harcama başlığı altında yapılacağı Sonuç Bildirgesi nde belirtilmiştir. Kopenhag Zirvesi nde kriterlerin yerine getirilmesi halinde tam üyelik müzakerelerine gecikmeksizin başlanacağının belirtilmesi Türkiye-AB ilişkilerindeki en önemli gelişmelerden biri olmuştur. Ancak Rıdvan Karluk a göre AB daha önceki zirvelerde olduğu gibi Kopenhag Zirvesi nde de Türkiye ye ayrımcı davranmış, Helsinki de adaylığı kabul edilmesine ve Türkiye ye farklı bir işlemde bulunulmayacağı taahhüt edilmiş olmasına rağmen, müzakerelere başlama tarihi verilmemiştir (Karluk, 2013: 393). AB Türkiye ye müzakereler için somut bir tarih vermek yerine, demokrasi ve insan haklarını içeren Kopenhag kriterleri karşılandığı taktirde müzakerelere başlanacağı hususunda söz vermiştir (Teitelbaum ve Martin, 2003: 97). Kopenhag kriterlerine uyum bağlamındaki faaliyetlerin değerlendirileceğinin ve bu sonuca göre 2004 te müzakerelere başlanacağının belirtilmesi, Türkiye tarafından ucu açık ve esnek bir şart olarak görülmüştür. Türkiye 2003 yılında Kopenhag kriterlerini yerine getirmek için çalışmalarını hızlandırmıştır. 4 Şubat 2003 te yürürlüğe giren Beşinci Uyum Paketi ile birlikte Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu nda gerçekleştirilen değişikler kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları temelinde yargılamanın iadesine gidebilme hakkı getirilmiştir. 19 Temmuz 2003 tarihinde yürürlüğe giren Altıncı Uyum Paketi kapsamında ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin 6. protokolüne uygun olarak savaş hali ve çok yakın savaş tehlikesi dışında ölüm cezası kaldırılmıştır (abgm, 2008: 8). İlaveten namus cinayetleri için daha ağır cezalar öngörülmüş, Nüfus Kanunundan kaynaklanan ve millî kültür, gelenek ve göreneklere uygun olmayan isimler konusundaki sınırlandırmalar kaldırılmıştır. Değişikliğin dördüncü maddesiyle Türk vatandaşlarının geleneksel olarak günlük hayatlarında kullandıkları dil ve lehçelerde radyo-tv yayını yapılması mümkün hale gelmiştir (abgm, 2008: 8). Yine Altıncı Uyum Paketi kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin idarî davalarla ilgili kararları bağlamında yargılamanın yenilenmesi İdarî Yargılama Usulü Kanununda da kabul edilmiştir. Yedinci Uyum Paketinde Eski TCK nın 159. maddesinin birinci fıkrasındaki Devletin manevî şahsiyetini tahkir suçunun asgarî ceza miktarı bir seneden altı aya indirilmiş; Terörle Mücadele Kanununun 7.maddesine şiddete teşvik unsuru da eklenerek şiddete teşvik etmeyen propaganda yardım ve yataklık kapsamından çıkarılmış; sivillerin askeri mahkemelerde yargılanma halleri azaltılmış; işkenceyle mücadele bağlamında bir adım daha atılarak işkence ve kötü muamele suçları acele işlerden sayılmış ve ivedilikle ele alınması hükme bağlanmış; çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usulü hakkında kanunda öngörülen değişiklikle çocuk kavramı yeniden düzenlenmiş ve çocuk yaş sınırı 15 den 18 e çıkarılmıştır. Ayrıca Milli Güvenlik Kanunu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununda yapılan değişiklik sayesinde kurulun görev yetkileri gözden geçirilmiş ve kurulun danışma organı niteliği hakkındaki yanlış algılamaların önüne geçilmiştir (abgm, 2008: 9). Bu paketle birlikte MGK nın olağan toplanma aralığı 2 ay olarak belirlenmiş ve sivillerin de MGK Genel Sekreteri seçilebilmesinin yolu açılmıştır. 71

72 Tüm bu uyum çabalarının yanında, Türkiye nin AB yolundaki reformları hızlı ve etkin bir biçimde gerçekleştirmesi ve uyum için gerekli olan yoğun yasama faaliyetlerini hayata geçirebilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 2 Mayıs 2001 tarihli ve 76 sayılı kararıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde Avrupa Birliği Komisyonu nun kurulmasına yönelik bir çalışmanın başlatılmasına karar verilmiştir. 19 Nisan 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi nde, Türkiye nin Avrupa Birliği ne katılım sürecine ilişkin gelişmeleri izleyip, müzakere edecek ve TBMM ye sunulan kanun tasarı ve teklifler ile kanun hükmünde kararnamelerin AB mevzuatına uygunluğunu inceleyecek ve ihtisas komisyonlarına görüş sunacak olan Avrupa Birliği Uyum Komisyonu kurulmuştur (Palabıyık ve Yıldız, 2006: 87). Avrupa Birliği Uyum Komisyonu, Türkiye nin AB müktesebatına uyum çerçevesinde gerçekleştirdiği faaliyetlerin parlamento denetimine açılması bağlamında önemli bir rol üstlenmiştir. Komisyon, Türkiye nin mevzuatının AB müktesebatına uygunluğunu denetlemenin yanında, Avrupa Birliği ndeki gelişmeleri takip etmek, Avrupa Birliği kurumları ile diğer üye ve aday ülke eş parlamentoları ve Avrupa Birliği komisyonlarıyla ilişkileri yürütmek ve Avrupa Birliği ne katılım konusunda kamuoyunu bilgilendirici etkinlikler yapmakla da görevlidir. Komisyon, görevleri ile ilgili olarak, bakanlıklardan, genel ve katma bütçeli dairelerden, mahalli idarelerden, üniversitelerden ve diğer kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlardan bilgi istemek ve ilgililerini çağırıp bilgi almak yetkilerine sahiptir (TBMM, 2003). 2. GÜNEY KIBRIS RUM KESİMİ NİN AB YE ÜYELİĞİ Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi ve Kıbrıs temelinde on yıllardır devam eden sorunlar, Türkiye nin Avrupa ya entegrasyonunun önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Atina, Yunanistan ın AB üyeliğini takip eden yirmi yıl boyunca Kıbrıs ve Ege sorunlarını Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde etkilemek ve Avrupa daki Türkiye karşıtlarını mobilize etmek için kullanmıştır (Tocci, 2011: 76). Bu bağlamda Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği müzakerelerini tıkayan Yunanistan vetosunun, Türkiye açısından son derece olumsuz sonuçlar ortaya çıkaran Kıbrıs ın AB ye tam üyeliği konusunda Rumlar lehine alınan bir takım kararlardan sonra kalktığı belirtilmelidir. Nitekim Yunanistan, AB ve Türkiye arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması na yönelik vetosunu, Kıbrıs ve AB arasındaki katılım müzakerelerinin Hükümetlerarası Konferans ın bitimini müteakiben 6 ay içerisinde yani 1998 de başlaması şartıyla kaldırmıştır (Grigoriadis, 2011: 120). Sonuç olarak AB ile Kıbrıs arasındaki tam üyelik müzakereleri 30 Mayıs 1998 tarihinde başlamış ve müzakere süreci 1 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs ın AB ye tam üyeliği ile sonuçlanmıştır. Türkiye nin AB müktesebatına uyum çalışmalarının sürdüğü sırada, Güney Kıbrıs Rum Kesimi nin adanın tümünü temsilen AB ye tam üye olarak kabul edilmesi ve dolayısıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi nin (GKRY) Türkiye nin tam üyelik müzakerelerini yürüteceği süreçte veto yetkisi elde etmesi, Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu gelişmenin hemen öncesinde adanın birleştirilmesini ve tek bir devlet kurulmasını içeren Annan Planı referandum yoluyla Kıbrıs halkına sunulmuştur. Kıbrıs Rum Devleti ile Kıbrıs Türk Devleti'nin eşit yetkilere sahip olduğu vurgulanan planda, iki kurucu devletin 72

73 kendilerini, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası sınırları içerisinde ve hukukun üstünlüğü, demokrasi, laiklik ve temsili hükümet temel ilkelerine göre, kendi anayasaları altında özgürce düzenleyeceği kaydedilmiş ve Plan doğrultusunda Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki bakanlıkların en az üçte birinin Türklerden oluşması, devlet başkanlığı ve başbakanlık görevlerinin ise on ayda bir Türkler ve Rumlar arasında değişmesi öngörülmüştür. 6 Nisan 2004 te gerçekleştirilen ve Ada nın birleşmesini öngören Birleşmiş Milletler Planı nın oylandığı referandumda Kıbrıslı Türkler plana evet derken, Kıbrıslı Rumların ezici çoğunluğu GKRY Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos un da teşvikiyle hayır oyu kullanmıştır (Hughes, 2007: 284). Böylece Kıbrıs ta barış ve istikrarı sağlamayı amaçlayan Annan Planı Rumlar tarafından reddedilmiştir. Rum tarafının bu reddi karşısında, BM ve AB dâhil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir (Sandıklı ve Akçadağ, 2011: 4). BM Genel Sekreteri Annan, 28 Mayıs 2004 tarihli İyi Niyet Misyonu raporunda, referandumlar sonrasında Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia tarafından ele alınması gereğine işaret etmiş ve Kıbrıs Türklerine baskı uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir gerekçe kalmadığını belirtmiştir (Sandıklı ve Akçadağ, 2011: 4-5). Ayrıca Annan Planı nın Rum halkı tarafından reddedilmesine rağmen Güney Kıbrıs ın AB ye 1 Mayıs 2004 te derhal kabul edilmesi Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Türkiye nin havaalanlarını ile limanlarını kapattığı ve tanımadığı GKRY nin AB ye üye olması daha sonraki dönemlerde Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Tocci ye göre uzun yıllara dayanan ve taraflar arasında bir türlü uzlaşma sağlanamayan Kıbrıs sorunu, Türkiye nin AB ye katılım sürecindeki en büyük engeldir (Tocci, 2011: 76) ARALIK 2004 BRÜKSEL ZİRVESİ Aralık tarihlerinde Brüksel de düzenlenen AB Zirvesi, Türkiye AB ilişkileri bağlamında çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Söz konusu Zirve de Türkiye ile AB arasındaki katılım müzakerelerinin başlama tarihinin belirlenmesi, Türkiye nin 1959 yılından bu yana devam eden AB yolculuğundaki en önemli gelişmelerden biri olmuştur. Türkiye nin 40 yılı aşkındır sürdürdüğü entegrasyon sürecinin tam üyelikle sonuçlanacağı beklentisi artmıştır (Redmond, 2007: 305). Zirve Sonuç Bildirgesi nde, Türkiye nin diğer aday ülkelerle aynı kriterler temelinde değerlendirilecek bir aday ülke olduğu ve 2004 yılı Aralık ayı Zirvesi nde, Komisyon un raporu ve tavsiyesi temelinde Türkiye nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğine karar verilmesi durumunda, müzakerelere gecikmeksizin başlayacağı hatırlatılarak, Avrupa Konseyi nin, Türkiye nin başlatmış olduğu reform sürecindeki ilerlemeyi memnuniyetle karşıladığı ve reform sürecinin devam edeceği yolundaki inanç belirtilmiş ve Türkiye nin, yeni üyelerin katılımını göz önüne alarak, Ankara Anlaşması nın uyarlanmasına yönelik Protokol ü imzalama kararının ve Türkiye nin beyanının memnuniyetle karşılandığı ifade edilmiştir (DTM, 2007: 450). 73 maddelik Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi nin Türkiye yle ilgili olan paragrafları aşağıdaki gibidir. 6 Detaylı bilgi için bkz. Erişim tarihi:

74 Avrupa Konseyi, Türkiye ye ilişkin olarak, Helsinki de Türkiye, diğer aday ülkelere uygulananlar ile aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya yönelmiş bir aday ülkedir ve bunu takiben eğer Aralık 2004 tarihli toplantısında Avrupa Konseyi, Komisyon raporu ve tavsiyesi üzerine Türkiye nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığına karar verirse, Avrupa Birliği, Türkiye ile katılım müzakerelerini gecikmeksizin başlatacaktır. şeklinde alınan önceki sonuçları hatırlatmaktadır. Avrupa Konseyi, Türkiye nin geniş kapsamlı reform sürecinde göstermiş olduğu kararlı ilerlemeyi memnuniyetle karşılamakta ve Türkiye nin bu reform sürecini devam ettireceğine dair inancını ifade etmektedir. Ayrıca, Türkiye den, Komisyon tarafından belirlenmiş olan altı ayrı mevzuat başlığının yürürlüğe koyulmasına yönelik çabalarını etkin bir şekilde sürdürmesini beklemektedir. Siyasi reform süreci, bu sürecin geri dönülmezliğinin temin edilmesi ve tam, etkili ve kapsamlı uygulamanın sağlanması için, özellikle temel özgürlükler ve insan haklarına saygı gösterilmesi kapsamında, Komisyon tarafından yakın bir şekilde izlenmeye devam edilecektir. Komisyon, bu bağlamda, işkence ve kötü muameleye sıfır-hoşgörü politikası da dahil olmak üzere, 2004 yılı raporunda altı çizilen hususlar ve tavsiyeler temelinde, Konsey tarafından düzenli rapor vermeye davet edilmiştir. Avrupa Birliği, siyasi reform sürecine ilişkin kaydedilen aşamayı, Katılım Ortaklığı Belgesi nde belirlenmiş olan öncelikler temelinde yakından izlemeye devam edecektir. Avrupa Konseyi, Türkiye nin, yeni AB üyesi ülkelerin katılımını dikkate alarak, Ankara Anlaşması nın uyarlanmasına dair protokolü imzalamak yönündeki kararını memnuniyetle karşılamaktadır. Bunun ışığında, Türkiye nin, Türk hükümeti, Ankara Anlaşması nın uyarlanmasına ilişkin Protokol ü katılım müzakerelerinin fiilen başlamasından önce ve AB üyeliğinin mevcut durumu çerçevesinde gerekli olan uyarlamaların üzerinde anlaşmaya varılması ve tamamlanması ertesinde imzalamaya hazırdır yönündeki deklarasyonunu memnuniyetle karşılamaktadır. Avrupa Konseyi, iyi komşuluk ilişkileri kurulmasına yönelik açık taahhütler verilmesi gereğinin altını çizerek, Türkiye nin komşularıyla ilişkilerini geliştirmesini ve bekleyen sınır uyuşmazlıklarının Birleşmiş Milletler Şartı nın uyuşmazlıkların barışçı çözümü ilkesine uygun bir şekilde çözüme kavuşturulması için ilgili Üye Ülke ile işbirliğine devam etmeye hazır olmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Konuya ilişkin olarak, başta Helsinki de alınmış olanlar olmak üzere, önceki sonuç bildirgeleri uyarınca, Avrupa Konseyi, bekleyen uyuşmazlıklara ilişkin durumu gözden geçirmiştir ve buna ilişkin istikşafi (açıklayıcı) temasları memnuniyetle karşılamaktadır. Bu bağlamda, katılım sürecini sekteye uğratabilecek nitelikteki çözümlenmemiş uyuşmazlıkların, gerektiği takdirde, sonuçlandırılmak için Uluslararası Adalet Divanı na götürülebileceği yönündeki görüşünü teyit etmektedir. Avrupa Konseyi, kaydedilen ilerlemeler konusunda bilgilendirilecek ve konuyu, uygun görüldüğü taktirde, gözden geçirecektir. 74

75 Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu tarafından 15 Aralık 2004 tarihinde kabul edilen kararı not etmektedir. Avrupa Konseyi, Komisyon tarafından belirlenmiş olan altı mevzuat başlığının kabul edilmesini memnuniyetle karşılamaktadır. Yukarıda belirtilenler ve Komisyon un raporu ve tavsiyesi ışığında, söz konusu mevzuatın yürürlüğe girmesi kaydıyla, Türkiye nin Kopenhag siyasi kriterlerini, müzakerelerin başlatılması sağlayacak ölçüde tatmin edici bir şekilde karşıladığına karar vermektedir. Bu bağlamda, Komisyon, 23. paragraf temelinde Konsey e Türkiye ile yürütülecek müzakerelerin çerçevesine ilişkin bir öneri sunmaya davet edilmektedir. Konsey den, müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde açılmasına yönelik olarak söz konusu çerçeve üzerinde uzlaşı sağlaması talep edilmektedir (IKV den aktaran Karluk, 2013: 404). Sonuç Bildirgesi nin Türkiye yle ilgili son paragrafında belirtildiği üzere Komisyon Konsey den 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile müzakerelere başlanmasını talep etmiştir. Bu gelişmeyle Türkiye AB den kesin tarih alması bağlamında üyelik amacı doğrultusunda kısmen hedefine ulaşmıştır. Ancak Türkiye açısından en olumsuz nokta GKRY nin Gümrük Birliği ne dâhil edilmesi hususunda taahhüt altına girilmiş olmasıdır. AB nin Zirve de müzakerelerin başlatılabilmesi için Ek protokol ün GKRY ni de kapsayacak şekilde genişletilmesini istemesi, Türkiye nin masadan kalkmasına yol açacak kadar ciddi bir sorun olmuştur. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Zirve Sonuç Bildirgesi nin 19 uncu paragrafına Türk Hükümeti adına Devlet Bakanı Beşir Atalay ın paraf etmesini kabul ederken 19 No lu paragraf, Türkiye nin Kıbrıs konusunda siyasi ve hukuksal pozisyonlarında bir değişiklik anlamına gelmemektedir. Türkiye bunun bir tanıma anlamına gelmediğini kaydeder. Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs Türklerini temsil etmediğini de belirtir şeklindeki ifadeyi tutanağa geçirmiştir (Karluk, 2013: ). Nitekim, Türkiye, 29 Temmuz 2005 tarihinde AB dönem başkanı İngiltere ile yürüttüğü görüşmeler sonucunda protokolü onaylamış ve onaylarken de bunun GKRY ni tanıma anlamına gelmeyeceğini bir deklarasyon yayınlayarak ilan etmiştir (Aksu, 2007: 37). Türkiye açısından bir başka olumsuz nokta da 17 Aralık 2004 Zirve Bildirisi nde tam üyelik dışındaki alternatiflere açık kapı bırakan ifadelerin yer almasıdır. Bildiride yer alan Müzakerelerin hedefi tam üyeliktir. Sürecin ucu açıktır. Aday ülke, üyelik sorumluluklarını yerine getiremeyecek olursa AB ye güçlü bağlarla bağlanır ifadesi Ayrıcalıklı Ortaklık 7 seçeneğinin hâlâ gündemde olduğunu göstermiştir. Diğer aday ülkeler için müzakere süreci 7 Beril Dedeoğlu na göre Ayrıcalıklı Ortaklık, günümüz AB mevzuatında yer almayan hukuki bir bağa karşılık gelmeyen, henüz daha çok AB kamuoylarının ve Türkiye nin tepkilerini ölçme amaçlı bir siyasal ifadedir ve bununla birlikte, konunun bir Konsey kararı haline gelmesi, hiç de zor olmayacaktır (Dedeoğlu, 2005: 42-43). Ayrıcalıklı ortaklık hükümleri ve uygulamaları belli olmayan bir ilişki biçimi olmakla birlikte, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, Gümrük Birliği nin sürdürülüp geliştirilmesi ve güvenlik hususundaki işbirlikleridir. Gümrük Birliği nin derinleşmesiyle AB nin ve Türkiye nin sanayi ürünleri pazarı garanti altına alınacak, tarafların sanayi elitleri memnun edilecek ve ekonominin diğer alanlarında da bütünleşme sağlanması için bir çaba gösterilmesine gerek kalmayacaktır. (Dedeoğlu, 2005: 43). Güvenlik hususundaki işbirliği ise AB nin Türkiye nin askeri kapasitesi ile birlikte jeopolitik ve stratejik avantajlarını, Türkiye yi tam üye olarak kabul etmeden kendi mekanizması içine dâhil etmesi anlamına gelmektedir. 75

76 açık bir şekilde belirtilerek, amaçlanan tam üyelik tarihi müzakerelerin başından itibaren net olarak belirtilmiştir (Akgönenç, 2010: 158). Buna karşın Türkiye ye yönelik, müzakere sürecinin ucu açık olduğu ve neticede tam üyeliği garantilemeyeceği anlamına gelen ifadeler kullanılmıştır (Akgönenç, 2010: 158). Önceki aday ülkeler döneminde yer almayan bu ifadelerin 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi Bildirgesinde yer alması, Fransa ve Avusturya nın isteği ile gerçekleşmiştir. Bu iki ülke Türkiye nin müzakere sürecinde başarısız olması durumunda imtiyazlı üye olabileceğini belirtmiştir. Avusturya ve Fransa ile birlikte onlarla aynı düşünceyi paylaşan bir çok üye ülkenin tutumu, tam üyeliğin Türkiye için uzun vadeli bir hedef olması gerektiği ve imtiyazlı ortaklığın Türkiye-AB ilişkileri bağlamında daha uygun bir çerçeve olduğu yönündedir (Redmond, 2007: ). AB Komisyonu tam üyelik müzakerelerine başlamadan önce, Türkiye nin AB müktesebatına uyumu doğrultusunda siyasi ve ekonomik önceliklerini belirlemek üzere bir Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlayacaktır. Türkiye bu belge doğrultusunda Ulusal Program düzenleyecek ve müzakereler 3 Ekim 2005 te üye ülkelerin ve Türkiye nin katılımı ile başlayacaktır. 4. KATILIM MÜZAKERELERİ 4.1. Müzakere Çerçeve Belgesi 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg da düzenlenen Hükümetlerarası Konferans ta 23 maddelik Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB) kabul edilmiştir. Müzakere Çerçeve Belgesi nde, müzakerelere ilişkin ilkeler, müzakerelerin içeriği, müzakere usulleri ve müzakerelere ilişkin organizasyon açık bir şekilde ortaya konmuştur (DTM, 2007: 469). MÇB Aralık Brüksel Zirvesi nde alınan kararlarla paralellik göstermekte ve aksi yönde bir madde içermemektedir. MÇB de yer alan bazı önemli noktalar aşağıdaki gibidir. MÇB nin ilk bölümünü oluşturan müzakerelere ilişkin ilkeler başlığı altında müzakerelerin ortak amacının üyelik olduğu vurgulanmış, ancak müzakerelerin sonucunun önceden garanti edilemeyecek ucu açık bir süreç olduğu belirtilmiştir. Yine aynı maddenin devamında Türkiye nin üyelik gereklerini yerine getirmediği tespit edildiği takdirde Avrupa yapılarına mümkün olan en kuvvetli bağlarla bağlanmasının sağlanması gerektiği ifade edilmiştir. MÇB nin 5. Maddesinde Türkiye nin özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı, temek hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü ilkelerini ihlal etmesi durumunda müzakerelerin askıya alınabileceği belirtilmektedir. 6 ncı Maddede Türkiye nin müzakerelerdeki ilerlemelerinin, Kopenhag kriterleri çerçevesinde hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve azınlıkların korunması ilkelerini koruyacak kurumların istikrarı, işleyen bir piyasa ekonomisi ve AB müktesebatını etkin bir şekilde uygulayacak ve yürütecek idari kapasite ölçütlerine göre değerlendirileceği belirtilmekte; ayrıca Türkiye nin Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler bünyesinde ve Birliğin üzerine kurulu olduğu temel ilkeler doğrultusunda kapsamlı bir şekilde çözüme kavuşturma 76

77 çabalarına destek vermesi gerektiği, Ortaklık Anlaşması ve Ek Protokol den doğan yükümlüklerini yerine getirmesi ve düzenli bir şekilde revize edilen Katılım Ortaklığı Belgesi ni uygulaması gerektiği ifade edilmektedir. 12 nci Maddede Uzun geçiş süreleri, derogasyonlar, spesifik düzenlemeler veya daimi korunma hükümleri öngörülebileceği ve Komisyonun bu hükümleri, kişilerin serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi alanlarda hazırlayacağı önerilere dahil edebileceği vurgulanmaktadır. 13 üncü Maddede Türkiye nin Birliğe katılımının önemli mali sonuçlar doğurabileceği ve müzakerelerin gerçekleştirilecek mali reformlarla birlikte 2014 yılından sonraki dönemi kapsayan Mali Çerçevenin oluşturulmasından sonra tamamlanabileceği belirtilmiştir Ek Protokol ün imzalanması Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlamasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi GKRY ni tanıma anlamına gelebilecek olan Ek Protokol ün imzalanma meselesi olmuştur. AB söz konusu protokolün imzalanmasını, 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelerin başlatılabilmesi için ön şart olarak ileri sürmüştür. Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği nin, AB ye dâhil olan 10 yeni ülkeyi de kapsayacak şekilde genişletilmesini öngören Ek Protokol 29 Temmuz 2005 te Brüksel de imzalanmıştır. Ancak Türkiye Ek Protokol ün imzalanmasının GKRY ni tanıma anlamına gelmediğini belirten bir bildiri yayınlamıştır. Söz konusu Bildiride aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir. 1. Türkiye, Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunması yönündeki kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu yöndeki tutumunu da açıkça ortaya koymuştur. Bu doğrultuda Türkiye, BM Genel Sekreteri nin iki-kesimli yeni bir ortaklık devleti kurulmasını hedefleyen kapsamlı çözüme ulaşma yönündeki çabalarını desteklemeyi sürdürecektir. Adil ve kalıcı bir çözüm, bölgede barışa, istikrara ve uyumlu ilişkilerin tesisine önemli bir katkıda bulunacaktır. 2. İşbu Protokol de atıfta bulunulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960 ta kurulan asıl ortaklık devleti değildir. 3. Türkiye bu nedenle, Kıbrıs Rum makamlarının, halihazırda olduğu gibi,kıbrıs ta sadece ara bölgenin güneyinde otorite, denetim ve yetki icra ettiği ve Kıbrıs Türk halkını temsil etmediği şeklindeki tutumunu sürdürecek ve anılan makamların tasarruflarını buna göre muameleye tabi tutacaktır. 4. Türkiye bu Protokol ün imzalanması, onaylanması ve uygulanmasının, Protokol de atıfta bulunulan Kıbrıs Cumhuriyeti nin herhangi bir biçimde tanınması anlamına gelmediğini ve Türkiye nin 1960 Garanti, İttifak ve Kuruluş Anlaşmalarından kaynaklanan hak ve mükellefiyetlerini haleldar etmediğini beyan eder. 77

78 5. Türkiye, işbu Protokol e taraf olmasının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile mevcut ilişkilerini değiştirmeyeceğini teyit eder. 6. Kapsamlı bir çözüm bulununcaya değin, Türkiye nin Kıbrıs a ilişkin tutumu değişmeyecektir. Türkiye, Kıbrıs ta kapsamlı bir çözüm sonucunda oluşacak yeni ortaklık devleti ile ilişkiler tesis etmeye hazır olduğunu beyan eder (Aksu, 2007: 37-38). Türkiye nin GKRY ni tanımadığını belirten bildiriyi yayınlamasına rağmen, Gümrük Birliği ni yeni üye olan devletleri kapsayacak şekilde genişleten Ek Protokol ü imzalaması, Türkiye nin Kıbrıs politikası bağlamında sorun teşkil edebilecek bir gelişmedir. Bu protokol ile Türkiye, AB nin 2003 genişlemesinden sonra birliğe üye olan Kıbrıs Rum Kesimi dahil tüm yeni Avrupa üyelerini tanımış, kabul etmiş ve dolayısıyla hepsine eşit muamele yapma yükümlülüğü altına girmiş olacaktır (Akgönenç, 2010: 124). Ek Protokol de GKRY Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımlanmaktadır ve Ankara Anlaşması nın Kıbrıs a da uygulanacağına ilişkin bir hukuki metininin imzalanması söz konusu devletin de facto (fiilen) olarak tanınması anlamına gelebilir. Nitekim Avrupa Birliği de Türkiye nin yayınladığı Bildiri nin yasal bir hükmünün olmadığını 21 Eylül 2005 tarihinde yayınladığı Karşı Bildiri ile ifade etmiştir. Karşı Bildiri de Türkiye nin Kıbrıs Bildirisi nin tek taraflı olduğu, Protokol ün bir parçasını oluşturmadığı, Türkiye nin Protokol den kaynaklanan yükümlülükleri üzerinde herhangi bir yasal etkisi bulunmadığı öne sürülmektedir (Karluk, 2013: 479). Bildiri de Ek Protokol ün ayrım yapılmadan tüm AB üyelerine uygulanması gerektiği, malların serbest dolaşımı ve ulaştırma araçlarıyla ilgili olan hükümlerin yerine getirilmesinin beklendiği ve Ek Protokol ün uygulanmasının 2006 yılında izleneceği ifade edilmiştir. Türkiye nin yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda 3 Ekim de resmen başlaması öngörülen tam üyelik müzakerelerinde başlıkların açılmayacağı mesajı verilmekte, 1 Mayıs 2004 ten itibaren AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti nin, uluslararası hukuk çerçevesinde devlet olarak tanındığı ifade edilmektedir (Karluk, 2013: 480) Müzakerelerin Başlaması Müzakere Çerçeve Belgesi nin 29 Haziran 2005 te kabul edilerek Konsey e sunulmasının ardından, Belge, 3 Ekim 2005 tarihinde Konsey tarafından onaylanmış, aynı tarihte Türk tarafına iletilmiş ve metnin Türk tarafınca da kabul edildiği beyanını takiben 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg da yapılan Hükümetlerarası Konferansla Türkiye nin AB ye katılım müzakereleri resmi olarak başlatılmıştır (DTM, 2007: 470). Kopenhag siyasi kriterlerinin Türkiye tarafından yerine getirildiğine karar verilmesi müzakere sürecinin başlamasını sağlamıştır. Bu sürece girildikten sonra AB, Türkiye nin müktesebatı uyumlaştırma ve reformları gerçekleştirme uygulamalarını yakından izlemeye devam etmiştir. Katılım müzakereleri, Türkiye nin AB müktesebatını ne kadar sürede kendi iç hukukuna aktarıp, yürürlüğe koyacağının ve etkili bir şekilde uygulayacağının belirlendiği süreçtir (Karluk, 2013: 461). Müzakere süreci öncelikle tarama aşaması ile başlamaktadır. Tarama döneminde AB müktesebatı kapsamındaki mevzuat ile ilgili bilgi verilmekte, AB müktesebatı ile aday ülke 78

79 mevzuatı arasındaki farklılıklar belirlenmekte ve uyum sürecinin genel bir takvimi ve bu süreçte karşılaşılacak sorunlar ortaya konmaktadır (Karluk, 2013: 461). Müzakerelerde açılan ilk başlık bilim ve araştırma alanında olmuştur. GKRY, Türkiye nin limanlarını ve havaalanlarını Güney Kıbrıs uçaklarına ve gemilerine açmaması halinde müzakerelerin başlayamayacağını ifade etmiştir. Ortak Tutum Belgesi ne Türkiye yükümlülüklerini tam anlamıyla yerine getirmezse bunun tüm müzakere sürecini etkileyeceği ve AB nin gerekli görmesi halinde ilgili müzakere başlığına geri dönebileceği gibi bazı ifadeler eklenerek Rum Kesimi ikna edilmiştir (Aybet ten aktaran, Demirkıran, Çiçek, Eltetik, Sarıkçıoğlu, 2010: 71). Sonuç olarak Türkiye ile AB arasındaki fiili müzakereler 12 Haziran 2006 tarihinde Lüksemburg da bilim ve araştırma başlığında başlamış ve başlık açılıp geçici olarak kapanmıştır. Müzakerelerin başlamasına rağmen Türkiye tarafından GKRY gemi ve uçaklarına uygulanan yasağın devam etmesi ve KKTC ye uygulanan izolasyona yönelik olarak Doğrudan Ticaret Tüzüğü nün yürürlüğe konulmaması, sürecin tıkanmasına yol açmıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye nin liman ve havaalanlarının Rumlara açılmasının, Kıbrıslı Türklere yönelik ekonomik izolasyon kaldırılmadığı sürece mümkün olmadığı biçimindeki düşüncesine bağlı olduğunu bildirmiştir (abhaber den aktaran Karluk, 2013: 454). Nitekim Türkiye nin Ankara Anlaşması nı Kıbrıs a teşmil eden (kapsamına alan) Ek Protokol ü uygulamaması üzerine, 2006 nın Aralık ayında Avrupa Birliği Konseyi Zirvesi nde, sekiz müzakere başlığı askıya alınmıştır (Yanarışık, 2012: 61). Askıya alınan başlıklar Malların Serbest Dolaşımı, İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi, Mali Hizmetler, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Balıkçılık, Taşımacılık Politikası, Gümrük Birliği ve Dış İlişkiler başlıklarıdır. Aynı zamanda Ek Protokol ün hükümleri Türkiye tarafından uygulanana kadar hiçbir fasıl geçici olarak kapatılmayacaktır. Bundan sonra 2007 yılında 6 (İşletmeler ve Sanayi Politikaları, İstatistik, Mali Kontrol, Tüketicinin ve Sağlığın Korunması, Trans-Avrupa Şebekeleri) ve 2008 yılında 4 (Fikri Mülkiyet Hukuku, Şirketler Hukuku, Sermayenin Serbest Dolaşımı, Bilgi Toplumu ve Medya) fasılda fiili müzakereler açılmıştır (Demirkıran v.d., 2010: 71). Daha sonra 30 Haziran 2010 tarihinde Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı başlığı, son olarak da 5 Kasım 2013 tarihinde Brüksel de düzenlenen Hükümetlerarası Konferansta Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu faslı müzakerelere açılmıştır. Birliğin önde gelen ülkelerinden Fransa nın Türkiye nin AB üyeliğine sıcak bakmaması da müzakere sürecini olumsuz etkileyen önemli faktörlerden biri olmuştur. Özellikle 16 Mayıs 2007 den 15 Mayıs 2012 ye kadar Fransa Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Nicolas Sarkozy döneminde Türkiye ye karşı takınılan ideolojik tutum bazı müzakere başlıklarının açılamamasına neden olmuştur 8. Fransa Tarım ve Kırsal Kalkınma, Ekonomi ve Parasal Politika, Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, Mali ve Bütçesel 8 Nicolas Sarkozy Türkiye nin üyeliğine muhalefet ederken daha çok coğrafi ve kültürel unsurlar üzerinde durmuştur. Sarkozy Le Monde Gazetesine verdiği bir röportajda Türkiye konusunda görüşlerinin değişmediğini "AB her şeyden önce Avrupa kıtası içindir. Bildiğim kadarıyla, büyük güç, büyük ulus olan Türk dostlarımız esasen Küçük Asya'dalar" sözleriyle bir kez daha ifade etmiştir. (ntvmsnbc, 2011) 79

80 hükümler ile birlikte Kurumlar başlıklarının açılmasını tam üyelikle ilişkili oldukları için engellemiştir. Nitekim Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy, müzakerelerin sürmesini istediklerini ancak müzakereler sonucunda Türkiye ile tam üyeliği değil imtiyazlı ortaklık modeline benzeyen farklı bir ortaklık oluşturulmasını tercih ettikleri için tam üyelik için şart görülen başlıkları bloke ettiklerini açıklamıştır (Karluk, 2013: 465). 5. TÜRKİYE DEKİ BAZI İÇ SİYASİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNE ETKİSİ 5.1. Gezi Olaylarının Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi Gezi Parkı protestoları İstanbul Taksim de bulunan Gezi Parkı yerine, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından alışveriş merkezi yapılmak istenmesi üzerine 27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan ve daha sonra tüm yurt geneline yayılan bir toplumsal harekettir. Barışçıl bir şekilde başlayan protestolar, güvenlik güçlerinin sert müdahalesi ile birlikte can kayıplarının yaşandığı kitlesel bir protestoya dönüşmüştür. Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Taksim'deki Gezi Parkı'nın bulunduğu yere AVM, otel ya da rezidans yapılmayacağını belirterek, burada bir kent müzesi yapılacağını söylemiştir (Yaman, 2013). Gezi Parkı olayları tüm dış dünyada olduğu gibi Avrupa da da yankı bulmuştur. Protestolardan kısa bir süre sonra Avrupa Komisyonu'ndan yapılan açıklamada, "Avrupa Komisyonu İstanbul'daki çatışmalardan endişe duymaktadır. Göstericilere karşı tüm aşırı ve orantısız güç kullanımı kınıyoruz. AB olarak ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü dahil olmak üzere temel haklar, garanti önemini hatırlamak istiyoruz" denilmiştir (ntvmsnbc, 2013). Avrupa Parlamentosu (AP) Türk hükümetinin Gezi Parkı olaylarındaki tutumunu protesto eden bir karar almıştır. Karar mümkün olduğunca diplomatik ve yumuşak bir üslupla ifade edilmiş, halihazırda durma noktasına gelen AB-Türkiye ilişkilerine yeni bir darbe vurmaktan imtina edilmiştir. AP Kararı nda Polisin göstericilere karşı aşırı ve orantısız güç kullanmasının derin kaygı uyandırdığı belirtilmiş, Türk hükümeti barışçıl gösteri yapanlara karşı sert önlemler almaması konusunda uyarılmıştır. Ayrıca aşırı şiddet uygulayan polislerin yargı önüne çıkarılması gerektiği belirtilmiştir. 9 AP kararına Türk hükümetinden gelen tepki sert olmuştur. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından yapılan açıklamalarda Ankara nın söz konusu kararı yok saydığı duyurulmuştur. Davutoğlu Bu karar bize ulaştığında aynen iade edilecektir diyerek iktidarın karara ilişkin tepkisini ortaya koymuştur. Dışişleri Bakanlığı nın açıklamasında Avrupa Parlamentosu nun ülkemizdeki duruma ilişkin olarak bugün kabul ettiği karar, demokrasinin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması ortak hedefimize zarar veren, gerçeklerden kopuk bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle, bizim açımızdan yok hükmündedir ifadeleri kullanılmıştır (Karaca, 2013). 9 Detaylı bilgi için bkz. k%c4%b1zd%c4%b1rd%c4%b1/a Erişim tarihi:

81 Avrupa Komisyonu nun her yıl Türkiye deki siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeleri değerlendirdiği ilerleme raporları da Türkiye-AB ilişkilerinin gidişatının anlaşılmasını sağlayan önemli belgelerdir. Nitekim Gezi Parkı Protestoları Türkiye 2013 İlerleme Raporu nda geniş bir şekilde ele alınmıştır. 16 Ekim 2013 tarihinde Komisyon tarafından yayınlanan raporda yer alan Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü başlığı altında, Gezi Parkı protestolarına katılan az sayıda eylemcinin şiddete başvurduğu ancak gösterilerin genel olarak barışçıl nitelikte gerçekleştiği ifade edilmiştir. Bazı vakalarda polisin aşırı güç kullandığı belirtilen raporda, Kolluk Gözetim Komisyonunun kurulmasına ilişkin kanun tasarısının kabul edilmesi için gerekli prosedürlerin halen tamamlanamadığı ifade edilmiştir. Ayrıca Söz konusu bağımsız organ sayesinde, emniyet güçleri tarafından yapıldığı iddia edilen görev suiistimallerine ilişkin soruşturmaların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı doğrultusunda ve mağdurların sürece katılımı ile bağımsız, tarafsız ve etkin bir şekilde yürütülmesinin mümkün olacağı belirtilmiştir (abgs, 2013) Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Sürecinin Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi 17 Aralık soruşturması veya 2013 Türkiye Rüşvet Skandalı, Eylül 2012 ve Şubat 2013'teki bir dizi ihbarla başlayıp, 17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın gözaltı talimatları ve ilgili mahkemelerin arama kararlarının yerine getirilmesi ile kamuoyunun duyduğu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele ve Mali Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirilen, aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükümeti kabine üyesi 4 bakan ile 3 bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiasıyla yürütülen soruşturmadır (Milli Gazete, 2014). Söz konusu gelişme 2013 Türkiye İlerleme Raporu nun revize edilmesini gündeme getirmiştir. Bu kapsamda en önemli gelişme Avrupa Parlamentosu nun (AP) Hollandalı Türkiye raportörü Hıristiyan Demokrat Grubu üyesi Ria Oomen Ruijten in hazırlayacağı Türkiye raporu taslağına, 17 Aralık sonrası yaşananların da eklenmesi gerektiğine dair verilen değişiklik önergeleri olmuştur (Ergan, 2014). Rapor ile ilgili değişiklik talepleri Avrupa Parlamentosu nda karşılığını bulmuş ve 17 Aralık sürecinden sonra birçok değişiklikten geçen rapor, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu nda 5 Mart 2014 te, Avrupa Parlamentosu nda ise 12 Mart 2014 tarihinde kabul edilmiştir. Raporda AB nin Türkiye de yakın zamanda ortaya çıkan ve üst düzey devlet görevlilerini de kapsayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla ilgili derin kaygı duyduğu ifade edilmiştir. Söz konusu operasyonu yürüten savcı ve polislerin görevden alınması üzüntüyle karşılanmış ve soruşturmanın şeffaf bir şekilde yürütülebilmesi adına yargı bağımsızlığının ivedi bir şekilde sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. Raporda eleştirilen bir başka önemli konu ise HSYK Kanununda gerçekleştirilen değişikliklerdir. Yeni Kanunun Adalet Bakanına verdiği yetkilerin bağımsız yargı ilkesiyle uyuşmadığı belirtilmiştir. Yine yakın geçmişte tasarlanan İnternet Kanunu hakkında AB nin derin kaygısını ifade eden Rapor, Yasa nın internet üzerinde aşırı kontrol ve gözetleme 81

82 mekanizmaları oluşturduğunu belirtmekte, ifade özgürlüğü, hesap sorabilirlik, ve araştırmacı gazeteciliğin önünde ciddi engeller oluşturacağının altını çizmektedir (Kaymaz, 2014: 4). Raporda medya bağımsızlığı konusuna da değinilmiştir. Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi değerlerin Avrupa nın temel değerleri olduğu vurgulanmış, İktidarı eleştirdikleri için işlerini kaybeden gazetecilerin durumu hatırlatılmıştır. Benzer olarak, tutukluluk halleri devam ettirilerek yargılanan basın mensuplarının yüksek sayısına dikkat çeken rapor, hükümet politikalarını eleştiren basın-yayın organlarının sahiplerinin hükümet tarafından cezalandırılma yöntemlerine ve bununla bağlantılı olarak medyada yaygın olarak görülen oto-sansürün ülkenin demokratikleşmesi ve modernleşmesi önündeki en büyük engellerden biri olduğunu belirtmektedir (Kaymaz, 2014: 4). SONUÇ Türkiye-AB ilişkileri 1963 Ankara Anlaşması ndan bu yana düz bir çizgiyi takip etmemiş, inişli çıkışlı bir süreç izlemiştir yılında Türkiye de askerin yönetime el koyması, 1987 yılında Türkiye nin AB ye üyelik başvurusunun nazikçe reddedilmesi ve 1997 yılında gerçekleştirilen Luxemburg Zirvesi nde Türkiye nin genişleme kapsamı içinde yer almaması Türkiye-AB ilişkilerini kopma noktasına getirirken; 1996 yılında Türkiye nin Gümrük Birliği ne dâhil olması, 1999 Helsinki Zirvesi nde Türkiye ye adaylık statüsü tanınması ve 2005 yılında başlayan katılım müzakereleri Türkiye yi AB ye oldukça yakınlaştırmıştır. Dolayısıyla söz konusu tabloya bakıldığında, kimi zaman ortaya çıkan gelişmelerin Türkiye yi AB ye beklenenden daha fazla yaklaştırdığı, kimi zaman da hesapta olmayan şekilde uzaklaştırdığı görülmektedir. 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye-AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması, Kopenhag kriterleri kapsamında gerçekleştirilen bir dizi hukuki, siyasi ve ekonomik değişiklik sonucunda mümkün olmuştur. Özellikle Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi nde Türkiye nin Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğine karar verilmesi halinde katılım müzakerelerine derhal başlanacağının belirtilmesi söz konusu reformların ivedi bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamış ve Türkiye ye müzakere kapısını açmıştır. Ancak AB tarafından müzakere sürecinin ucu açık bir süreç olduğunun mükerrer bir şekilde vurgulanması ve tam üyelik önündeki en büyük engel olarak gözüken Kıbrıs sorunu, müzakere sürecinin çetin geçeceğinin habercisi olmuştur. Nitekim Türkiye nin Ek Protokol den doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi (Güney Kıbrıs a liman ve havaalanlarını açmaması) sürecin tıkanmasına neden olmuştur. Bunun yanında AB nin KKTC ye uygulanan izolasyonun kaldırılmasına ilişkin aldığı karara rağmen Doğrudan Ticaret Tüzüğü nü onaylamaması, Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün iki taraflı olduğunu göstermektedir. Kıbrıs sorununa taraflar arasında kalıcı bir çözüm bulunmadığı takdirde Türkiye nin tam üyelik hedefine ulaşması mümkün görünmemektedir. Müzakere sürecinde Türkiye nin önünü tıkayan tek sorunun Kıbrıs meselesi olmadığı, Türkiye-AB ilişkilerinin fiilen askıya alınmasının Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğünün ötesine geçtiği de açık bir şekilde görülmektedir yılında ortaya çıkan küresel finansal krizin AB ülkelerinde meydana getirdiği ekonomik ve siyasi sorunlar, söz konusu krize bağlı olarak Avrupa da aşırı sağın yükselişi ve Fransa-Almanya ikilisinin Türkiye ye karşı sergilediği dışlayıcı tutum da Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileyen önemli gelişmeler olmuştur. Son dönemlerde Türkiye de yaşanan bazı siyasi, toplumsal ve hukuki gelişmeler de Türkiye-AB ilişkilerini etkilemiştir. Bu bağlamda Mayıs 2013 tarihinde yaşanan Gezi 82

83 olayları ve Aralık 2013 tarihinde başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu süreci, AB nin gündemine de girmiş ve 2013 Türkiye İlerleme Raporu na yansımıştır. Özellikle 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra revize edilerek 12 Mart 2014 tarihinde AP tarafından kabul edilen ve resmileşen 2013 ilerleme raporu; demokrasinin güçlendirilmesi, medya ve yargı bağımsızlığının sağlanması, ifade özgürlüğü, internet ve iletişim özgürlüğü gibi hususlarda Türkiye ye ciddi eleştiriler getirmiştir. Müzakerelerin başladığı 2005 yılından bu yana Türkiye-AB ilişkilerinin iyi gitmediği açıktır. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü ve Fransa nın tutumu, birçok başlığın askıya alınmasına ve müzakere sürecinin fiilen dondurulmasına neden olmuştur. 3 yıl aradan sonra 5 Kasım 2013 tarihinde açılan Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçların Koordinasyonu başlığı Türkiye-AB arasındaki olumlu ilişkilerin kaldığı yerden devam etmesi adına bir umut ışığı olmuş, ancak 2013 İlerleme Raporu nun revize edilerek Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmesiyle ipler yeniden gerilmiştir. Türkiye nin son dönemde Avrupa Parlamentosu ndan kaybettiği destek, Türkiye-AB ilişkilerine olumsuz yansımaktadır. Sonuçta ucu açık olarak tanımlanan müzakere sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi ve nihayetinde Türkiye nin AB ye tam üyeliği ile sonuçlanması isteniyorsa, iki taraf da üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli ve daha iyi niyetli çabalar sergilemelidir. 83

84 KAYNAKÇA Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl:4 Sayı:7 (2015) ABBULTENI (yıl belirtilmemiş), erişim tarihi: ABGM (2008), Avrupa Birliği ne Aday Ülke Olarak Türkiye de AB Uyum Yasalarının İç Hukuka Etki ve Katkısı, 26 Aralık 2008, Ankara. isi%20ve%20katk%c4%b1s%c4%b1.pdf erişim tarihi: ABGS (2013), 13_ilerleme_raporu_tr.pdf, erişim tarihi: AKGÖNENÇ, Oya (2010), Türkiye nin AB Stratejisi, Nobel Yayınları, Ankara. AKSU, Fuat (2007), Türkiye-Avrupa Birliği Tam Üyelik Müzakerelerinde Kıbrıs ve Ege Uyuşmazlıkları, Türkiye-AB İlişkileri: Dış Politika ve İç Yapı Sorunsalları, M. Seyfettin EROL ve Ertan EFEGİL (Der.), Alp Yayınları, Ankara, s DEDEOĞLU, Beril (2005), Dünden Yarına Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Siyasa, Yıl: 1, Sayı: 1, Bahar, s DEMİRKIRAN, Özlem; ÇİÇEK, Eda; ELTETİK, Havva; SARIKÇIOĞLU, Melike (2010), Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Son Dönem, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1, s DTM [Dış Ticaret Müsteşarlığı] (2007), Avrupa Birliği ve Türkiye, Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü, 6. Baskı, Ankara. ERGAN, Uğur (2013), erişim tarihi: GENÇTÜRK, Tuğçe. (2012) Avrupa Birliği nin Tarihsel Gelişimi gelisimi, erişim tarihi: GRIGORIADIS, Ioannis N. (2011), The Unripe Fruits of Rapprochement: Greek-Turkish Relations in the Post-Helsinki Era International Journal, Vol: 67, No: 1, pp HUGHES, Kirsty (2007), Turkey-EU Relations Take a Nosedive Economic and Political Weekly, Vol: 42, No: 4, pp KARACA, Kayhan (2013), ankaray%c4%b1-k%c4%b1zd%c4%b1rd%c4%b1/a , erişim tarihi: KARLUK, Rıdvan (2013), Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak, Beta Yayıncılık, İstanbul. 84

85 KARLUK, Rıdvan ve TONUS, Özgür (2004), Avrupa Birliği nin Genişleme Perspektifi nde Türkiye nin Yeri, 2004 Türkiye İktisat Kongresi, Mayıs KAYMAZ, Timur (2014), 2013 Türkiye İlerleme Raporu Kopenhag Kriterleri Yolunda Türkiye, TEPAV, erişim tarihi: MİLLİGAZETE (2013), et_operasyonu_nedir/313466#.u2ebnqlkxxu, erişim tarihi: NTVMSNBC (2011), erişim tarihi: NTVMSNBC (2013), erişim tarihi: ÖNİŞ, Ziya (2008), Turkey-EU Relations: Beyond the Current Stalemate, Insight Turkey, Vol: 10, No: 4, pp PALABIYIK, M. Serdar ve YILDIZ, Ali (2005), Avrupa Birliği, ODTÜ Yayıncılık, Ankara. REDMOND, John (2007) Turkey and the European Union: Troubled European or European Trouble? International Affairs, Vol: 83, No: 2, pp SANDIKLI, Atilla ve AKÇADAĞ, Emine (2011), Kıbrıs Sorunu Kapsamında AB-Türkiye İlişkileri Bilge Strateji, Cilt: 2, Sayı: 4, Bahar, s TBMM (yıl belirtilmemiş), erişim tarihi: TEITELBAUM, Michael S. ve MARTIN, Philip L. (2003), Is Turkey Ready for Europe? Foreign Affairs, Vol: 82, No: 3, pp TOCCI, Nathalie (2011), Turkey s Neighbourhood Policy and EU Membership: Squaring the Circle of Turkish foreign policy, International Journal, Vol: 67, No: 1, pp TOPAL, Coşkun (2009), Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Çok Kültürlü Bir Avrupa için Tarih ve Sosyal Bilgiler Eğitimi, Semih AKTEKİN, Penelope HARNETT, Mustafa ÖZTÜRK, Dean SMART (Ed.), Harf Eğitim Yayıncılığı, Ankara s YAMAN, Zeynel (2013), erişim tarihi: YANARIŞIK, Oğuzhan (2012), Avrupa Ailesindeki Üvey Kardeş Türkiye, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul. 85

86 86

87 EURO KRİZİNİN AB VE TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ: 2008 KÜRESEL KRİZİ BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME Ahmet Turan ÇETİNKAYA* ÖZET Para, tarihin her döneminde insan hayatının önemli bir parçası olmuştur. Devlet yapısının kurumsallaşmaya başladığı modern yüzyıldan itibaren ise para ve bunun türevi olan unsurlar devletler açısından kritik öneme sahip bir yapıya kavuşmuştur. Ortak bir politika belirleme açısından aynı para biriminin kurulması fikri Avrupa Birliğinde hayat bulmuştur. Ortak bir para biriminin kullanılması avantajları kadar dezavantajları da beraberinde getirmiştir. Bu dezavantajların başında bağımsız para politikası uygulamaktan yoksun kalmak gelmektedir. Bu bağlamda ABD kaynaklı 2008 Küresel finans krizi sonrası yaşanan olumsuz konjonktür AB ülkelerini borçluluk, finansman ve işsizlik temelinde etkilemiştir. Bu çalışmanın amacı, optimum para sahası temelinde Euro bölgesini incelemek ve 2008 Küresel Krizi bağlamında Avrupa borç krizinin AB ve Türkiye ekonomisine etkilerini incelemektir. Bu bağlamda Euro bölgesi ekonomileri ve Türkiye nin söz konusu süreçte ekonomik olarak nasıl etkilendikleri araştırılacaktır.çalışmanın başlangıç kısmında optimum para sahası teorisi tarihsel açıdan iki farklı açıdan incelenmiştir. İkinci kısımda Euro ya geçiş sürecinde ve sonrasında AB ülkelerinin genel ekonomik durumları ortaya konulmuştur. Bu bağlamda özellikle borç sorunu ve kamu kesimi dengesi konularında ciddi sıkıntılar yaşayan GIIPS ülkelerinin ekonomik performansları incelenmiştir. Çalışma 2008 küresel krizinin Avrupa borç krizine evirilme sürecinin incelendiği bölümle devam etmiştir. Son bölümde ise bu krizin AB ve Türkiye ekonomisine etkileri temel makro ekonomik göstergeler baz alınarak değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Optimum Para Sahası, Euro Bölgesi, Avrupa Birliği, 2008 Küresel Finans Krizi, Avrupa Borç Krizi THE EFFECTS OF EURO CRISIS ON E.U. AND TURKEY: AN EVALUATION IN THE CONTEXT OF THE CRISIS IN 2008 ABSTRACT Money every period of history has been an important part of human life. State structure of the institutionalization of the modern century since the start of the factors which had gained currency and derivatives thereof having a structure critical for the state. The joint establishment of a single currency in determining a policy idea has found life in the European Union. Use of a common currency has brought the disadvantages as advantages. Come from deprived implement independent monetary policy at the beginning of this disadvantage. In this context, the downturn experienced after the 2008 global financial crisis has affected EU countries on the basis of indebtedness and unemployment.the main objective of this study is to examine the basis of optimal currency area and euro area economy in 2008 to investigate the effects of the European debt crisis, the EU and Turkey in the context of the global crisis. In this context, the euro area economy, together with the economic process of the country in question and Turkey who do not use the euro will study how they are affected.the start of the study, the theory of optimum currency area were examined from a historical perspective from two different angles. In the second part after the transition to the euro it has been introduced and the overall economic situation of the EU countries. The study of 2008 global crisis inverted the process of the European debt crisis has continued examining the department. In the case of the last chapter, the effects of this crisis on the EU and Turkey's economy is assessed on the basis of basic macro economic indicators. Key words; Optimum Money Area, Eurozone, Europion Union, 2008 Crisis, Debt Crisis Ahmet Turan ÇETİNKAYA, Kara Harp Okulu, Kamu Yönetimi Bölümü, Ekonomi Anabilim Dalı, Öğretim Görevlisi, atcetinkaya@kho.edu.tr 87

88 Giriş Para ve paraya ilişkin ekonomik yapılanmanın şekillenmesi, iktisat teorisinde önemli bir yer tutmuştur. Ülkeler arasındaki zaman algısı kısalırken, mekân algılarının değişmesinde de para çok önemli bir rol üstlenmiştir. Küreselleşme ve teknolojide meydana gelen değişmelerden ülkelerin aynı zaman süreci içinde etkilenmesi ve coğrafi yapıların birbirine yaklaşması, para ve paranın yönlendirdiği yeni yapıların oluşumunu öne çıkarmıştır. Optimum para sahası oluşturan ülkeler, kurlar arasındaki belirsizliğin ortadan kalkması, farklı malların üretiminde uzmanlaşmanın sağlanması ve üye ülkeler arasında ticaretin ve yatırımların artması ile kazanç sağlamayı hedeflerler. Bu beklentilerin yanında para sahası oluşturulmasıyla üreticilerin saha içerisini tek bir pazar olarak algılamaları sağlanmakta ve üretimde ölçek ekonomilerinden yararlanma imkânı doğmaktadır. Optimum para sahası teorisi çerçevesinde şekillenen ve ekonomik entegrasyonun ileri aşamalarında olan parasal birlikler ise döviz kuru ve para politikasına yönelik belirsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak düşünülmüştür. Ülkeler parasal birlik etrafında bir araya geldiklerinde, bağımsız para politikası uygulamalarından vazgeçerek, bir ülke gibi hareket etmeye başlar. Bu bilgiler ışığında 1 Ocak 2002 tarihinde resmi olarak kullanılmaya başlanan Euro, parasal birlik anlamında uygulamaya geçmiş en önemli uygulamaların başında gelmektedir. Günümüzde 19 ülke, 345 milyon insan ve yaklaşık olarak 10 trilyon gibi bir ekonomik büyüklüğü temsil eden Euro parasal alanı derin bir ekonomik krizle karşı karşıyadır küresel finans krizi Yunanistan başta olmak üzere başta Euro kullanan ülkeler olmak üzere Avrupa Birliği üye ekonomilerini kamu kesimi dengeleri bakımından zor durumda bırakmıştır. Yüksek kamu borcu, yüksek bütçe açığı ve sürekli açık veren cari denge Avrupa Birliği ekonomilerinde makroekonomik dengeleri altüst etmiştir. Bu süreçte hemen hemen bütün birlik üyeleri resesyona girmiş, işsizlik oranları krizin üzerinden 6 yıl geçmesine karşı %10 seviyesinin altına düşürülememiştir. Bu süreçte Türkiye ekonomisi yaşanan bu krizden üzerine düşen payı almıştır arasındaki krizin tavan yaptığı dönemde Türkiye ekonomisi en büyük ticari ortağı olan AB de yaşanan ekonomik bunalımdan ihracat ve turizm kanalıyla etkilenmiştir. Daralan Avrupa pazarı Türk şirketlerinin yeni Pazar arayış çalışmalarını hızlandırmış, Ortadoğu, Afrika ve Asya-Pasifik ülkeleri yeni ticari partnerler olarak bu dönemde ön plana çıkmıştır. Bu çalışmada optimum para sahası teorik çerçevesinde Euro nun kullanımı ile Euro krizinin AB ve Türkiye ekonomisine etkileri incelenmektedir. Bu bağlamda çalışmanın başlangıç kısmında optimum para sahasının teorik ve tarihsel gelişimi açıklanmıştır. İlerleyen bölümde bir optimum para sahası uygulaması olan Euro nun kullanılmaya başlaması ve Euro nun avantaj ve dezavantajları incelenmiştir.

89 2008 yılında yaşanan küresel finansal krizinin incelendiği bir sonraki bölümde bu krizin Avrupa borç krizine nasıl dönüştüğünü ve bu dönüşümün GIIPS ülkelerinde makro değişkenleri nasıl etkilendiği araştırılmıştır. Son bölümde ise Türkiye ekonomisinin yaşanan bu krizden nasıl etkilendiği başta ihracat ve ithalat olmak üzere temel makroekonomik değişkenler bağlamında incelenmiştir. Ayrıca çalışmada literatüre ek olarak GIIPS ülkelerinde yaşanan krizin bu ülkeler temelinde Türkiye ekonomisine etkisi portföy yatırımları ve doğrudan yabancı yatırımlar açısından tartışılmıştır. Optimum Para Sahasının Temelleri Optimum Para Sahalarının(OPS) tartışılmaya başlandığı 1960 lı yıllar, Bretton Woods sabit döviz kuru sistemi, birçok ülkede sermaye kontrollerinin ve henüz yeni başlayan Avrupa entegrasyon sürecinin olduğu bir dönemdir. OPS teorisi bu yıllarda sabit döviz kuru sisteminin mi yoksa esnek döviz kuru sisteminin mi yararlı olduğuna ilişkin Avrupa ve Amerika ekonomilerinin özelliklerinin karşılaştırılmalarından doğan tartışmalar üzerine ortaya çıkmıştır. OPS, tek bir para biriminin veya birçok ülke parasının birbirine sabitlendiği ve tek bir para birimine dönüştürüldüğü coğrafi alan olarak tanımlanabilir. OPS teorisi Mundell tarafından 1961 yılında yazılan Optimum Kur Alanları Teorisi adlı makalesiyle gündeme gelmiştir. Mundell makalesinde ulusal sınırların, kur alanları için optimal sınır olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Mundell çalışmasında, kur alanını döviz kurlarının sabitlendiği yer olarak tanımlar ve uygun kur alanının ne olduğu sorusunu sorar. Ona göre, bir alanın OPS olabilmesi için bu alanın içinde düzeltici bir rol üstlenecek olan yeterli iç bölge iş hareketliliğinin olması gerekir. (Şimşek, 2005:54). Mundell in optimum para sahaları teorisinde büyük önem verdiği işgücü hareketliliğine Abba Lerner de değinmiştir. Lerner geliştirdiği modelinde, herhangi bir ülkenin bir bölgesinde ekonomik dalgalanma oluştuğunda ne tür politikaların istikrarı sağlayabileceği üzerinde durmuştur. Bir ülkenin bir bölgesinde talep açığı oluştuğunda, işgücü bölgeler arasında hareketli ise, açık olan bölge ile fazla olan bölge arasında dengeyi kurmak için döviz kurunda düzenleme yapılmasına gerek kalmayacağını savunmuştur. Ekonomik durgunluğun olduğu bölgeden diğer bölgeye işgücü hareketi, bu bölgede ekonomik canlanmanın oluşmasına neden olacaktır. Ülke içerisinde işgücü hareketliliği tam değilse esnek döviz kuruna dayalı politika uygulanmalıdır (Ceserano, 2006: 723)Diğer taraftan 1950 li yılların başlarında Avrupa nın ekonomik bir entegrasyon sürecine girmesi, parasal birliklerle ilgili tartışmaları da hızlandırmıştır. Meade ve Scitovsky bölgeler arasında yapılan düzenlemeleri daha ağır işleyen uluslararası düzenleme süreci ile karşılaştırmıştır. 89

90 Her ikisi de düzenleme sürecinde etkili olan mal ve faktör hareketliliği, maliye ve para politikaları, bölgesel kalkınma tedbirleri, birbirine entegre olmuş sermaye piyasaları ve bankacılık sistemi gibi etkenleri sıralayarak, altın standardı sisteminin geçerli olduğu dönemde, para akışının bir ülkede üretim ve istihdam üzerinde etkili olmadığını ortaya koymuşlardır. Sayılan bütün bu faktörlerin parasal birlik içerisinde eşit bir şekilde etkili olabilmesi için uluslarüstü bir yönetim yapısının gerekli olduğunu öne sürmüşlerdir (Ceserano, 2006: 324). Geleneksel Optimum Para Sahaları Teorisi ( ) Geleneksel OPS teorisi, Keyneysen iktisat düşüncesi etrafında şekillenirken ve para etrafında bir birliği esas alırken, ülkelerin kendi bünyesinde sahip olması gereken özelliklerin ne olması gerektiğini belirtmeye çalışmıştır. Ülkelerin benzer para sistemi içinde yer alırken, makroekonomik yapıda da benzerliğe yönelmesi gerektiğini vurgulamıştır. OPS teorisi ile ilgili çalışmalar ilk olarak 1960 lı yıllarda Mundell in 1961 yılında A Theory of Optimum Currency Areas adlı temel çalışmasıyla başlamış ve McKinnon (1963)ve Kenen (1969) gibi iktisatçılar tarafından geliştirilmiş olup, parasal birliğin avantaj ve dezavantajlarını analiz eden bir çalışmadır lar ve 70 lerin başı OPS teorisinin öncü çalışmalarında öne sürülen üretim faktörlerinin hareketliliği, ekonominin dışa açıklığı, ürün çeşitliliği, fiyatlar ve ücretlerin esnekliği, finansal bütünleşmenin derecesi, enflasyon hızlarındaki benzerlik ve politika bütünleşmesinin derecesi gibi kriterler önemini koruduğu bir dönemdir. (Özer, 2007:94). Mundell (1961) tarafından ortaya konulan işgücünün hareketliliği varsayımına göre, aynı para sahası içerisinde yer almaktan dolayı ortaya çıkacak maliyetler üretim, sermaye ve emek faktörleri ülkeler arasında serbest dolaşıma sahip olduğunda azaltılabilecektir. Ricardo nun karşılaştırmalı üstünlükler teorisine uygun olarak sermayenin ülke içinde hareketli olduğu varsayıldığından, emek faktörünün ülkeler arasındaki hareketliliğinin önündeki engellerin kaldırılması çok daha önemli hale gelmektedir (Baldwin ve Wyplosz, 2004: 336). McKinnon (1963) dışa açıklık kriterinde, ithal ve ihraç mallarında meydan gelen talep değişmelerini etkilemek için dışa açık bir ekonomide, esnek döviz kuruna dayalı politikaların ülke içinde fiyat istikrarını sağlama amacıyla uyumlu olmayacağını savunmuştur. Bununla birlikte sadece esnek döviz kuruna dayalı politikaların dış ticaret dengesinin sağlanmasında da tek başına yeterli olmayacağını ileri sürmüştür. Dış ticaret dengesinin elde edilmesinde başarılı olunabilmesi için harcamaları azaltıcı politikalar da önemlidir. OPS Alanında Yeni Teorik Yaklaşımlar ( ) 1970 lerden sonra OPS teorisi konusundaki yazında bir duraklama yaşanmıştır. Bu duraklama, Avrupa parasal bütünleşme sürecindeki yavaşlamadan kaynaklanmıştır. Ancak, çeşitli teorik ve ampirik gelişmeler ve 1980 lerin ikinci yarısından itibaren Avrupa nın parasal bütünleşme yönünde attığı adımlar parasal bütünleşmenin temel kazanç ve maliyetlerinin yeniden değerlendirilmesine yol açmıştır.1980 ler ve 1990 ların başındaki bu yeniden değerlendirme yeni OPS Teorisi nin oluşmasına temel olmuştur. 90

91 OPS ye yapılan ilk katkı Lucas ın Rasyonel Bekleyişler Hipotezi çerçevesinde ileri sürülen denge modelidir. Bu modelde tek para birimi etrafında bir araya gelen ülkelerin buna rasyonel tepki verecekleri ileri sürülür. Başlangıçta ülkelerin şartları OPS kriterlerine uygun olmasa da, denge mekanizması çerçevesinde kriterler birliğe dâhil olduktan sonra ülkeler tarafında uygulamaya konulacaktır(ceserano, 2006: 206). OPS teorisine diğer bir katkı McKinnon tarafından Mundell II olarak adlandırılan görüş etrafında yapılmıştır. Ülkeler arasındaki uyumun para sahası kurulduktan ve birlik aşamasına geçildikten sonra artacağını ileri süren diğer bir görüş de Frankel ve Rose (1998) tarafından geliştirilen endojenite (içsellik) hipotezidir. Bu yaklaşım birbiriyle yakın ticari ilişkiler içinde bulunan ülkelerin, ticaretin uyumlaştırıcı etkisiyle birliğe dâhil olduktan sonra uyumu sağlayabileceğini iddia eder. Ülkelerin tek bir para birimi etrafında bir araya gelmeleriyle aralarındaki ticaretin artacağını ve daha önce karşılaştıkları ekonomik şoklardan farklı şoklarla karşılaşacaklarını ileri sürer. Tek para birimi etrafında bir araya gelen ülkelerin benzer ekonomik şoklarla karşılaşmasını ve bu şoklara karşı ekonomi politikalarında benzerliklere sahip olmasını kolaylaştırıcı etken endüstri içi ticarettir ( Frankel ve Rose, 1998: ). OPS teorisine yapılan ve buraya kadar anlatılan katkılardan farklı olan diğer bir katkı uzmanlaşma hipotezi/krugman hipotezi (Krugman 1991a, 1993) olarak adlandırılır. Endojenite hipotezinden farklı olarak bu hipotez, ülkelerin tek bir para birimi etrafında bir araya geldiklerinde, aralarındaki ticaretin uzmanlaşmadan dolayı endüstriler arası ticaret özelliğini göstereceğini ve bundan dolayı ülkeler arasında uyumsuzluk sorununun ortaya çıkacağını iddia eder. Endüstriler arası ticaret farklı mal üreten sektörler arasındaki ticareti gösterirken, faktör yoğunluklarındaki farklılığı esas alır. Faktör yoğunluklarındaki farklılığı, Heckscher-Ohlin dış ticaret teorisine uygun olarak değerlendirir (Markusen vd. 1995: 108; Seyidoğlu, 2002: 170).Uzmanlaşma hipotezi (Krugman 1991a, 1991b, 1993a) parasal birlikte uzmanlaşma sonucunda endüstriler arası ticaretin artacağını, ülkelerin kendilerine özgü şartların öne çıkacağını ve ekonomik dalgalanma dönemlerinde uyumun sağlanamayacağını ileri sürer. Bunun temel sebebi de üretimde uzmanlaşmanın artması ülkeleri karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları malların üretimine yönlendirirken, ülkeler arasındaki farklılaşmanın artmasıdır. Avrupa Parasal Birliği ve Euro ya Geçiş 18 Nisan 1951 tarihli Paris Anlaşması ile altı Avrupa ülkesi (Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, Hollanda ve Lüksemburg) temelleri atılan Avrupa Birliği, ekonomik entegrasyon açısından başarıyla hayata geçirilmiş en önemli örneklerden birisidir. Kuruluş amacı olarak malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaştığı bir ortak pazarın kurulması ve en nihayetinde siyasi bütünlüğe gidilmesi olan AB bu hedefe ulaşmak için sınırlar bakımından büyük bir genişleme göstermiştir. Son olarak 2013 yılında Hırvatistan ın birik üyesi olması ile 28 üyeli, 500 milyon nüfuslu bir alanda faaliyet göstermektedir. Parasal birlik anlamında Avrupa Birliği 7 Şubat 1992 tarihinde Maastricht Anlaşması ile önemli bir aşama geçirmiştir. Bu kriterlerin amacı, Avrupa Birliği 20 üyesi ülkelerin ekonomilerinin ortak parayı geçerli kılabilmek için yeterli benzerlikler gösterebilmesini sağlamaktı. Bu kriterler altı başlık altında incelenebilir. Bu başlıklar: 91

92 Herhangi bir üye ülkenin yıllık enflasyon oranının en düşük enflasyon oranına sahip üç üye ülkenin ortalamasını 1,5 puandan fazla geçmemesi, Üye ülke bütçe açıklarının GSYH nin %3 ünü aşmaması, Üye ülkelerin kamu borçlarının GSYH nin %60 ını geçmemesi, Herhangi bir üye ülkenin uzun vadeli faiz oranı ortalamasının en düşük enflasyon oranına sahip üye ülkenin faiz oranı ortalamasını 2 puandan fazla geçmemesi, Üye ülke paralarının son iki yılda devalüe edilmiş olmaması Döviz kuru mekanizmasına üye ülke paralarına karşı yüzde 2.25 dalgalanma marjı ile bağlı bulunmasıdır. Bu kriterler bağlamında Avrupa ortak para birimi olan Euro, 1 Ocak 2002 tarihinde resmen tedavüle girerek, 12 ülkede kullanılmaya başlanmıştır. Slovenya 2007'de, Malta ve Kıbrıs 2008'de, Slovakya 2009'da, Estonya 2011'de, Letonya 2014'te ve Litvanya 2015'te Euro kullanmaya başlamış ve böylece Euro yu resmî para birimi olarak kullanan ülke sayısı 19 a çıkmıştır Avrupa Para Sistemi (EMS) ve Avrupa Para Birimi (ECU) kurulmuştur Maastricht Antlaşması ve yürürlüğe girmiştir İstikrar ve Büyüme Paktı (SGP) Anlaşması imzalanmıştır Avrupa Merkez Bankası kurulmuştur AB ülkesinde Euro nun yürürlüğe girmiştir Yunanistan Avro Alanı na katılmıştır Euro banknotları ve madeni paraları dolaşıma çıkmıştır Slovenya Euro alanına katılmıştır Kıbrıs ve Malta Euro alanına katılmıştır Slovakya Euro alanına katılmıştır Estonya Euro alanına katılmıştır Letonya Euro alanına katılmıştır Litvanya Euro alanına katılmıştır. Tablo 1: Euro ya Geçiş Süreci Kaynak: Baldwin & Wyplosz (2004) ve Euro nun Üye Ülkelere Avantaj ve Dezavantajları 2002 de resmi olarak kullanılmaya başlayan Euro kullanan ülkelere birçok avantaj ve dezavantajı beraberinde getirmiştir. Bu avantajlardan birkaçı şu şekilde ifade edilebilir. Fiyat İstikrarı: Euro kullanan ülkeler, tek merkez bankasının yürüttüğü ortak para politikası sayesinde fiyat istikrarının sağlanacaktır. 92

93 Grafik 1: Euro dan Önce ve Sonra Enflasyon Oranları Kaynak: Dünya Bankası Kalkınma Göstergelerinden derlenmiştir, 2015 ( Yukarıdaki grafikte seçilmiş dört AB ülkesinde enflasyon oranlarının Euro nun tedavüle girmeden önceki durumu ve Euro kullanılmaya başladıktan sonraki süreçteki seyri gösterilmiştir. Görüldüğü üzere enflasyon oranlarında önemli bir istikrar gözlenmiştir. Sağlanan bu fiyat istikrarının yanı sıra, Euro nun kullanılmasıyla, paranın işlevlerini daha iyi yerine getirmesi sağlanacak, nispi fiyatların saydamlığı artacaktır. Bu durum piyasalarda şeffaflığın ve rekabetin artması için daha uygun bir ortam sağlar. Döviz Kurları: Euro kullanmaya başlayan ülkelerde döviz kurları sabitleneceğinden kurlarla ilgili belirsizlikler ortadan kalkmış olacaktır. Bu nedenle sermayenin birlik içinde serbest dolaşımı sağlanarak mali entegrasyon kolaylaşır. Ayrıca spekülasyonun döviz kurları üzerinde kaynak dağılımını bozucu etkileri Euro sayesinde azaltılabilecektir. Faiz Oranları: Parasal birlik ve Euro nun kabul edilmesiyle, güven ortamı ve belirsizliğin azaltılması ve fiyat istikrarının sağlanması sonucu, kamu borçlanmasında risk primini düşürecek ve faizleri aşağı çekerek yatırım ve üretim kararları üzerinde olumlu etkiler yaratabilecektir. Bu ise ekonomik istikrar ve istikrarlı büyümeyi teşvik edecektir. Ayrıca, parasal birliğin, sıcak paranın ve risklerin küresel dünyasında korunaklı, istikrarlı bir liman olduğunu düşünenlerin sayısı da az değildir (Berksoy, 2004) Greece Ireland Italy Portugal Spain Grafik 2: Euro'dan Önce ve Sonra Reel Faiz Oranları Kaynak: Dünya Bankası Kalkınma Göstergelerinden derlenmiştir,2015 ( 93

94 Yukarıdaki grafikte, Avrupa Borç Krizi Sürecinde sıkıntıya düşen 5 Avrupa Birliği Ekonomisinin Euro kullanımına geçişten önceki ve sonraki durumları gösterilmiştir. Grafikten anlaşılacağı üzere söz konusu bu ülkeler, Euro ya geçiş ile birlikte reel faiz oranları oldukça düşük seviyelere inmiştir. Bu durum ise ilerleyen yıllarda söz konusu ülkelerin borçlanmalarını kolaylaştırarak borç krizinin derinleşmesinin altında yatan sebeplerden önemli bir bölümünü oluşturacaktır. Yukarıda sayılan avantajların yanı sıra Euro kullanan ülkeler dezavantajlarla da karşılaşmaktadır. Bunlar kısaca şu şekilde ifade edilebilir. Euro kullanımı nedeniyle bağımsız para ve döviz kuru politikası izleme yeteneği yitirilmektedir. Bu nedenle bir dış şok karşısında bağımsız para ve döviz kuru politikalarının olmaması iç ve dış ekonomik dengelerin sağlanmasını zorlaştırır. Ortak para politikası ise aynı anda tüm üye ülkelerin içinde bulunduğu koşullara uygun olmayabileceğinden, bazı üye ülkeler olması gerekenden daha yüksek işsizlik oranına katlanmak durumunda kalabilecekler ve optimum kaynak dağılımından uzaklaşılabilecektir. Bu durumda üye ülkelerin kullanabileceği ancak gelir ve harcama politikasıdır. Parasal birlik sonucunda özellikle sermaye, belli merkezlerde yoğunlaşabilecek ve bu da bölgesel dengesizlikleri artırabilecektir. Bunu engellemek için ortak bölgesel ve yapısal politikalar izlenebilir. 94

95 E Kaynak: Krugman, Maliyetler Entegrasyon Düzeyi Şekil 1: Krugman Diyagramı: Parasal Birliğin Faydaları ve Maliyetleri Krugman Diyagramına (Şekil 1) göre, parasal birliğin fayda ve maliyetleri üye ekonomilerin entegrasyon derecesine bağlı olarak artma ve azalma eğilimindedir. Dikey eksende fayda ve maliyetler GSYH nin yüzdesi olarak ve yatay eksende de entegrasyon düzeyi birlik içi ticaretin GSYH ye oranı olarak gösterilebilir. Bu durumda Şekil 1 de görüleceği gibi parasal birliğin maliyetlerini gösteren maliyetler eğrisi entegrasyon süreci ile birlikte azalmaktadır. Buna karşın fayda eğrisi ise entegrasyonla birlikte elde edilen faydanın (kazanç) artacağını yansıtmaktadır (ayrıntı için bkz. Krugman, 1990; Artis ve Lee, 1997: ss ). Gelecekte E gibi bir noktada ise parasal birliğin sağlanacağı optimum nokta temsil edilmektedir Küresel Finans Krizi ve Avrupa Borç Krizine Geçiş 2007 de patlak veren küresel finansal krizin başlıca sebepleri 2000 li yıllardan sonra uygulanan faiz politikası, mortgage piyasasında görülen bozulmalar, risk denetiminde ve şeffaflıkta meydana gelen aksaklıklar, menkul kıymetleştirmenin ve türev ürünlerin artması sonucunda mali yapının daha riskli hale gelmesidir. Bu denetimsiz büyüme ortamında konut türev ürünlerinin oluşturduğu balon (hedge products) ekonomilerin, zincirleme etki yaparak bir finansal risk ortamı doğurması ve bu durumun reel kesime yansıması ise kaçınılmazdır (Işık ve Tünen, 2010: 836). Mortgage kredilerine dayalı menkul kıymetler ile türev ürünlerin hacim olarak artması krizin temel nedeni olarak görülmektedir. Dolayısıyla bu krizi, kredinin değil, ona dayanılarak yapılan işlemlerin yarattığı, yüksek hacimli türev ürünlerden kaynaklanan bir çeşit kriz olarak tanımlamak daha doğrudur (Öztürk ve Gövdere, 2010: 394) yılının ilk yarısında konut kredisi (subprime credit) alanların borçlarını ödeyememesi ile başlayan süreç, kredi geri ödemeleri için konutların satışa çıkarılmasıyla, önce konut fiyatlarının düşmesine, daha sonra da bu kredilere bağlı finansal türev piyasaların çökmesiyle sonuçlanmıştır yılı sonu itibariyle oluşan zarar 300 milyar dolar civarındadır (Esen, 2008). Zira 2007 yılının dördüncü çeyreğinde mortgage kredilerinde toplam ödenmeme oranı, 2007 yılının ilk çeyreğine göre yaklaşık % 35 oranında artış göstermiştir (Martino and Duka, 2007). 95

96 Küresel Finans Krizinden Avrupa Borç Krizine Avrupa Birliği 1930 da yaşanan ekonomik krizden bu yana ortaya çıkan en büyük ekonomik krizle yüzleşmektedir (EC, 2009: 1).2007 Kasım ayında ABD li ünlü yatırım bankası Lehman &Brothers ın iflasını açıklamasıyla gün yüzüne çıkan küresel finans krizi diğer ülkeleri özellikle finansal kesim aracılığıyla etkilemiştir. Ülkelerin bankacılık sektörleri bu süreçte büyük yara almıştır. Avrupa Birliği üye ülkeleri bu süreçte kamu borcu, cari açık, ekonomik durgunluk ve yüksek işsizlik gibi boyutlarıyla etkilemiştir. Özellikle Yunanistan ın başını çektiği ve literatürde GIIPS 10 diye tabir edilen 5 ülkenin kamu borcu ve bütçe açıklarında yaşanan olumsuz gelişmeler küresel krizinin Avrupa krizine evrilmesine yol açmıştır. Çalışmanın bundan sonraki kısmında Avrupa borç krizinin GIIPS ülkelerini nasıl etkilediği büyüme, işsizlik, borç stoku ve bütçe açığı gibi makroekonomik göstergeler bazında incelenecektir. Euro bölgesine dâhil ülkelerin para politikasının Avrupa Merkez Bankası tarafından yönetilmekte olması ve Euro bölgesi dâhilindeki ülke ekonomilerin birbirlerine çok sıkı bağlı olmasından dolayı bir ülkede var olan ekonomik kriz hemen diğer Euro bölgesi ülkelerini de kolayca etkilemektedir (Değerli ve Örs, 2011: 3).Kriz sürecini makro değişkenler temelli incelediğimizde krizdeki ülkelerin Avrupa Birliğinin ekonomik kriterleri olan Maastricht kriterlerini yerine getiremedikleri görülmektedir. Bu bağlamda küresel krizin Avrupa krizine dönüşmesinde kamu borç stokları önemli bir kırılganlık unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bu süreçte 2006 yılında 7 trilyon Euro olan AB hükümetlerinin borç yükü 2009 sonu itibarıyla kurtarma paketlerinin de etkisiyle yaklaşık 8,5 trilyon Euro seviyesine yükselmiştir. Oransal olarak ise baz kriter %60 olan GSYH/Kamu borcu oranı Euro bölgesi için %78.7 gibi çok yüksek bir seviyeye ulaşmıştır (USAK, 2011). Grafik 3: GIIPS Ülkelerinde Kamu Borç Stoku/GSYH Kaynak: Eurostat verilerinden düzenlenmiştir, 2015 ( ) GIIPS ülkelerini incelediğimizde ise bu durumun daha da kötüleşerek 2013 sonu itibarıyla sırasıyla Yunanistan için %160, Portekiz, İtalya ve İrlanda için %120, nispeten daha iyi durumda olan İspanya için ise %90 seviyesindedir. Yukarıda açıklanan söz konusu 10 GIIPS: Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya olmak üzere kriz sürecinde bütçe açıkları ve borç stokları bakımından kötü performans sergileyen ülkelerdir. 96

97 durum grafikte açıklanmıştır. Grafikten de görüleceği üzere GIIPS ülkelerinin borç stokları 2007 yılından itibaren istikrarlı bir şekilde artış göstermiştir. Daha detaylı incelemek gerekirse borç krizinin etkilerinin en fazla hissedildiği yıl olan 2010 sonu itibarıyla İspanya nın Almanya ya olan borcu 238 milyar $, Fransa ya 220 milyar $, İngiltere ye ise 115 milyar $ seviyesindedir. Bu durum bir diğer Avrupa ülkesi olan İtalya için daha ciddi boyutlara ulaşmış olup İtalya nın sadece Fransa ya olan borcu 511 milyar $ düzeyine yükselmiştir. Bu miktar Fransa GSYH sinin dörtte birine tekabül etmektedir (Eurostat, 2015). Grafik 4: GIIPS Ülkelerinde Bütçe Açığı/GSYH Kaynak: Eurostat verilerinden düzenlenmiştir, 2015 ( Erişim tarihi: ) Grafik 4 te görüleceği üzere küresel krizin yaşandığı 2008 yılından başlayarak sorunlu beş Avrupa ülkesinin bütçe performanslarında kötüleşmeler yaşanmıştır. Bu süreçte özellikle Yunanistan ın Euro ya geçiş sürecinde ekonomik göstergelerde çarpıtma yaparak mevcut durumu olduğundan farklı göstermesi ve bunun sonrasında ortaya çıkması Avrupa ekonomilerinde güvenilirlik ve şeffaflık sorununun yaşanmasına yol açmıştır. Bunların yanı sıra Yunanistan ın 2005 yılında Euro ya geçiş sürecinde yapısal reformlar ve kamu borç stoku gibi kritik makro değişkenlerde var olan olumsuzluklar Almanya ve Fransa gibi birliğin güçlü ekonomilerine karşı rekabet gücünü yok etmiştir. Bu sürecin doğal sonucu olarak Yunanistan başta olmak üzere benzer ekonomik yapıdaki ülkelerde dış açıklar artmış, cari açık sürdürülemez boyutlara ulaşmıştır( Kavcıoğlu, 2014:24). Euro alanı ülkelerde yüksek bütçe açıkları borçlanma gereksinimini arttırmış ve oluşan yüksek borç stokları kırılganlığı arttırmıştır. GIIPS ülkelerinin borçlarını çevirebileceğine dair endişeler artmış, kredi derecelendirme kuruluşları tarafından İtalya dışındakilerin kredi notları düşürülmüştür. Bu durum borçlanma maliyetlerini yükseltmiştir. GIIPS ülkelerinin kredi temerrüt takasları (CDS) 11 yükselmiş ve bu ülkeler uluslararası piyasalardan borçlanma güçlüğüne düşmüşlerdir. Yunanistan, İrlanda ve Portekiz IMF ve AB den yardım almışlardır( Dadush, 2011:1)Avrupa borç krizi küresel finans krizinin de etkisiyle ülkelerin başlangıçta finansal kesimlerini daha sonra ise reel kesimlerini etkilemişlerdir. 11 Credit Default Swap(CDS),: Bir alacaklının, 3. bir kişiye belli bir ücret ödeyerek, alacağını garantilemesidir. Yani alacaklının, borçlunun iflas riskinden kurtulmasıdır. Bu riski, artık CDS satıcısı üstlenmiştir. Elbette belli bir ücret karşılığı. Bu ücrete "CDS premium"(cds primi) denir. 97

98 Birlik üyesi ülkeler dünya çapında yaşanan resesyon sonucu ciddi gelir kayıpları yaşamışlardır. Bu dönemde ekonomilerin büyüme oranları negatife dönmüştür. Grafik 5: GIIPS Ülkelerinde Büyüme Oranları Kaynak: Eurostat verilerinden düzenlenmiştir, 2015 ( Erişim tarihi: ) Yukarıdaki grafikte bu durum makroekonomik performans açısından ortaya çıkmaktadır. Söz konusu beş ülke büyüme oranları bakımından kriz yılı olan 2008 in üzerinden 6 yıl geçmesine karşın kriz öncesi seviyelerine dönememişlerdir. Bu süreçte başta Euro kullanan ekonomiler olmak üzere tüm AB üyesi ülkelerde işsizlik oranları çok yüksek seviyelere ulaşmıştır. Şüphesiz bu durum ekonomik büyüme oranlarında yaşanan olumsuz gelişmelere paralel bir seyir izlemektedir. Grafik 6: GIIPS Ülkelerinde İşsizlik Oranları Kaynak: Eurostat verileri 98

99 Grafik 6 da ifade edildiği üzere 2008 küresel finans krizi ile birlikte tırmanmaya başlayan işsizlik oranları yüzde gibi çok kritik boyutlara ulaşmıştır. İşsizlik oranlarında yaşanan bu artış ekonomik olduğu kadar sosyal ve siyasal gelişmeleride beraberinde getirmiştir. Bu süreçte AB. ülkelerinde yaşanan hükümet krizleri ve işçi eylemleri bu durumu kanıtlar niteliktedir. Euro Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri AB ve Türkiye arasındaki ekonomik bütünleşmenin oldukça ileri bir seviyede olması bu krizin ülkemiz ekonomisinin doğrudan etkilenmesine yol açmaktadır. Türkiye nin düşük iç tasarruf seviyesi ve ekonomik faaliyetlerin dış finansmana bağımlılığı, ekonominin AB krizi gibi dışsal şoklara kırılganlığını artırmaktadır. Bu kırılganlıkların başında şüphesiz, dış ticaret dengesinde yaşanacak olumsuzluklar olacaktır. Yetersiz yurt içi tasarruf ve yatırım oranları gibi yapısal sorunlar Türkiye ekonomisinin dış şoklara karşı oldukça savunmasız bir hal almasına neden olmaktadır. Bu durum ise ekonomik istikrar ve uzun dönemli ekonomik büyüme bakımından Türkiye ekonomisinin elini zayıflatmaktadır. AB Türkiye nin bir numaralı ticaret ortağı olup, AB nin Türkiye nin toplam ticaretindeki payı döneminde ortalama % 41,6 seviyesinde gerçekleşmiştir(tüik, 2015). Söz konusu bu rakam karşılıklı olarak AB ve Türkiye arasında yüksek oranlı bir bağımlılık yaratmaktadır. AB ve Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi 2011 yılında 110 milyar Euro ya ulaşmıştır(tüik, 2015). Kriz sürecinde daralan dış pazarlar sonucu Türkiye nin ihracat oranları yavaşlamıştır. Azalan dış ticaret hacmine paralel olarak krizin etkisi Türkiye ekonomisinde çok ciddi boyutlarda hissedilmiştir. Grafik 7: Türkiye de İhracatın Ülkelere Göre Dağılımı ( ) Kaynak: TÜİK,. Erişim tarihi: ) 2011 yılında karşılıklı ticaret hacmi 110 milyar Euro gibi rekor bir seviyeye ulaşmıştır. Türkiye toplam ihracatının yarıya yakınını açık arayla bir numaralı pazarı olan AB ne gerçekleştirmektedir. AB nin dört büyük ekonomisi Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya 99

KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME Mehmet GÜNEŞ* 1 Mustafa GÜNDÜZ** 2

KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME Mehmet GÜNEŞ* 1 Mustafa GÜNDÜZ** 2 KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME Mehmet GÜNEŞ* 1 Mustafa GÜNDÜZ** 2 Özet Kamu idaresinin kusurlu eylem veya işlemiyle bir zararın

Detaylı

KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME

KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME KAMU GÖREVLİSİNE RÜCU EDİLMESİNDE HUKUKİ SORUNLAR VE İDARİ YARGI KARARLARI IŞIĞINDA GÜNCEL BİR DEĞERLENDİRME Mehmet GÜNEŞ* Mustafa GÜNDÜZ** 1 ÖZET Kamu idaresinin kusurlu eylem veya işlemiyle bir zararın

Detaylı

İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI

İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU İDARİ YARGILAMA AÇIK DERS MATERYALİ USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI ANAYASAL DÜZENLEME Anayasa, m. 138/4: Yasama ve yürütme organları

Detaylı

KAMU GÖREVLİLERİNİN AĞIR KUSURU TAZMİNAT--VATANDAŞIN DEVLETE KARŞI SORUMLULARDAN RÜCU İSTEMİ HAKKI

KAMU GÖREVLİLERİNİN AĞIR KUSURU TAZMİNAT--VATANDAŞIN DEVLETE KARŞI SORUMLULARDAN RÜCU İSTEMİ HAKKI T.C DANIŞTAY 5.DAİRESİ ESAS NO:2007/7369 KARAR NO:2008/3234 KARAR TARİHİ:3.6.2008 KAMU GÖREVLİLERİNİN AĞIR KUSURU TAZMİNAT--VATANDAŞIN DEVLETE KARŞI SORUMLULARDAN RÜCU İSTEMİ HAKKI Özet RÜCU MEKANİZMASININ

Detaylı

İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGININ GÖREV ALANI

İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGININ GÖREV ALANI İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU İDARİ YARGILAMA AÇIK DERS MATERYALİ USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGININ GÖREV ALANI İDARİ YARGININ GÖREV ALANININ ÖLÇÜTÜ Uyuşmazlığın idari işlevden kaynaklanması

Detaylı

Uzun Sok. Kolotoğlu İşhanı Kat: 3 No:75 - TRABZON Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davalı) : Karayolları Genel Müdürlüğü - ANKARA

Uzun Sok. Kolotoğlu İşhanı Kat: 3 No:75 - TRABZON Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davalı) : Karayolları Genel Müdürlüğü - ANKARA Temyiz Eden (Davacı) : Vekili : Uzun Sok. Kolotoğlu İşhanı Kat: 3 No:75 - TRABZON Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davalı) : Karayolları Genel Müdürlüğü - ANKARA Vekili : Av. Cansın Sanğu (Aynı adreste) İstemin

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 2821 S. SK/45

İlgili Kanun / Madde 2821 S. SK/45 T.C YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2014/841 Karar No. 2014/834 Tarihi: 24.01.2014 İlgili Kanun / Madde 2821 S. SK/45 PROFOSYONEL SENDİKA YÖNETİCİSİNİN HİZMET ÖDENEĞİ HUKUKA AYKIRI BULUNARAK İPTAL

Detaylı

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM İDARENIN DENETLENMESI I. GENEL OLARAK...1 II. YARGI DIŞI DENETİM...2 A. İdari Denetim...2 1. Genel İdari Denetim...2

Detaylı

"Tüketici Aleyhine Başlatılacak İcra Takibinde Parasal Sınır" "Tüketici Aleynine Ba~latllacak icra Takibinde Parasal ~ınırn

Tüketici Aleyhine Başlatılacak İcra Takibinde Parasal Sınır Tüketici Aleynine Ba~latllacak icra Takibinde Parasal ~ınırn "Tüketici Aleyhine Başlatılacak İcra Takibinde Parasal Sınır" "Tüketici Aleynine Ba~latllacak icra Takibinde Parasal ~ınırn T.C. YARGıTAY 13. HUKUK DAIRESI Esas No: 2015/1 0571 Karar No: 2015/8738 Karar

Detaylı

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM İdarenin Denetlenmesi I. GENEL OLARAK...1 II. YARGI DIŞI DENETİM...2 A. İdari Denetim...2 1. Genel İdari Denetim...2

Detaylı

T.C. D A N I Ş T A Y Yedinci Daire

T.C. D A N I Ş T A Y Yedinci Daire T.C. D A N I Ş T A Y Yedinci Daire Esas No : 2012/4237 Karar No : 2012/7610 Anahtar Kelimeler: Serbest Dolaşıma Giriş Beyannamesi, Yatırım Teşvik Belgesi, Muafiyet Özeti: Yatırım teşvik mevzuatı koşullarına

Detaylı

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM İDARENIN DENETLENMESI I. GENEL OLARAK...1 II. YARGI DIŞI DENETİM...2 A. İdari Denetim...2 1. Genel İdari Denetim...2

Detaylı

Anahtar Kelimeler : Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi, bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi, ücret

Anahtar Kelimeler : Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi, bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi, ücret Anahtar Kelimeler : Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi, bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi, ücret Özet : Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi tarafından yapılan bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesince

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 506.S.SSK/Ek-47

İlgili Kanun / Madde 506.S.SSK/Ek-47 T.C YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2012/3079 Karar No. 2012/9383 Tarihi: 22.05.2012 İlgili Kanun / Madde 506.S.SSK/Ek-47 GELİR VEYA AYLIK ALAN KIZ ÇOCUKLARININ SOSYAL GÜVENLİK SÖZLEŞMESİ AKDEDİLMİŞ

Detaylı

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM İdarenin Denetlenmesi I. GENEL OLARAK...1 II. YARGI DIŞI DENETİM...2 A. İdari Denetim...2 1. Genel İdari Denetim...2

Detaylı

ONÜÇÜNCÜ DAİRE USUL KARARLARI. Anahtar Kelimeler : Dava Açma Süresi, Yazılı Bildirim, Başvuru Mercii ve Süresi, Hak Arama Hürriyeti

ONÜÇÜNCÜ DAİRE USUL KARARLARI. Anahtar Kelimeler : Dava Açma Süresi, Yazılı Bildirim, Başvuru Mercii ve Süresi, Hak Arama Hürriyeti T.C. D A N I Ş T A Y Esas No : 2014/3745 Karar No : 2014/3772 ONÜÇÜNCÜ DAİRE USUL KARARLARI Anahtar Kelimeler : Dava Açma Süresi, Yazılı Bildirim, Başvuru Mercii ve Süresi, Hak Arama Hürriyeti Özeti :

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ S. BK/100

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ S. BK/100 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/25068 Karar No. 2018/17398 Tarihi: 03.10.2018 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/25 818 S. BK/100 İŞÇİLERİN İŞVERENİN GÖREVLENDİR- MESİYLE GİTTİKLERİ BİR BAŞKA

Detaylı

KIDEM ZAMMI ÜCRETE UYGULANAN AYRI ZAMDIR ÖNCE KIDEM ZAMMI UYGULANIR DAHA SONRA TOPLU SÖZLEŞMEDEKİ NISBİ ZAM UYGULANIR Y A R G I T A Y İ L A M I

KIDEM ZAMMI ÜCRETE UYGULANAN AYRI ZAMDIR ÖNCE KIDEM ZAMMI UYGULANIR DAHA SONRA TOPLU SÖZLEŞMEDEKİ NISBİ ZAM UYGULANIR Y A R G I T A Y İ L A M I KIDEM ZAMMI ÜCRETE UYGULANAN AYRI ZAMDIR ÖNCE KIDEM ZAMMI UYGULANIR DAHA SONRA TOPLU SÖZLEŞMEDEKİ NISBİ ZAM UYGULANIR T.C. YARGITAY 22. Hukuk Dairesi ESAS NO : 2013/13336 KARAR NO : 2013/13573 Y A R G

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/18-21

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/18-21 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/35581 Karar No. 2016/298 Tarihi: 12.01.2016 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2016/4 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/18-21 VAKIF ÜNİVERSİTELERİNDE İŞ SÖZLEŞ-

Detaylı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR BARIŞ DERİN BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası: 2014/13462)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR BARIŞ DERİN BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası: 2014/13462) TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR BARIŞ DERİN BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2014/13462) Karar Tarihi: 22/12/2016 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR Başkan ler Raportör Yrd. Başvurucu : Burhan ÜSTÜN

Detaylı

EMLAK VERGİSİNDEN MUAF OLAN TAŞINMAZLA İLGİLİ DÜZENLENEN ÖDEME EMRİNE İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZMA KARARI

EMLAK VERGİSİNDEN MUAF OLAN TAŞINMAZLA İLGİLİ DÜZENLENEN ÖDEME EMRİNE İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZMA KARARI Sirküler Rapor 08.10.2013/180-1 EMLAK VERGİSİNDEN MUAF OLAN TAŞINMAZLA İLGİLİ DÜZENLENEN ÖDEME EMRİNE İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZMA KARARI ÖZET : Danıştay Dokuzuncu Daire Başkanlığının 25.04.2013 Tarih,

Detaylı

T.C. DANIŞTAY 10. DAİRE E. 2010/3381 K. 2014/3257 T

T.C. DANIŞTAY 10. DAİRE E. 2010/3381 K. 2014/3257 T T.C. DANIŞTAY 10. DAİRE E. 2010/3381 K. 2014/3257 T. 21.5.2014 İDARİ İŞLEMİN YARGISAL BİR KARARLA İPTALİ ( Halinde Bu İptal Kararının İşlemin Yapılması Sırasında Unsurlarında Bulunan Sakatlıkları Saptandığı

Detaylı

İdari Yargının Geleceği

İdari Yargının Geleceği İdari Yargının Geleceği Av. Zühal SİRKECİOĞLU DÖNMEZ* * Ankara Barosu. İdari Yargının Geleceği / SİRKECİOĞLU DÖNMEZ Ülkemiz Hukuk Fakültelerinde iki Ana Bilim dalı vardır: Özel Hukuk ve Kamu Hukuku. Özel

Detaylı

MÜFETTİŞİN ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL ETMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT

MÜFETTİŞİN ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL ETMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT YARGITAY Hukuk Genel Kurulu ESAS: 2014/77 KARAR: 2015/1712 MÜFETTİŞİN ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL ETMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 5434 S.ESK/ S. SGK/101

İlgili Kanun / Madde 5434 S.ESK/ S. SGK/101 T.C YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2012/15329 Karar No. 2013/8585 Tarihi: 29.04.2013 İlgili Kanun / Madde 5434 S.ESK/1 5510 S. SGK/101 5510 SAYILI YASANIN YÜRÜLÜĞÜNDEN ÖNCE MEMUR VE İŞTİRAKÇİ OLANLARIN

Detaylı

: Av.Tezcan ÇAKIR Meşrutiyet Cd. N:3/15 - ANKARA

: Av.Tezcan ÇAKIR Meşrutiyet Cd. N:3/15 - ANKARA Esas No : 1995/1983 Karar No: 1997/519 Temyiz İsteminde Bulunan :. : Türk Dişhekimleri Birliği : Av.Tezcan ÇAKIR Meşrutiyet Cd. N:3/15 - ANKARA İstemin Özeti : Dişhekimi olan davacıya, Türk Dişhekimleri

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGK. /88

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGK. /88 T.C YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/6153 Karar No. 2017/5875 Tarihi: 19.09.2017 İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGK. /88 ÜST DÜZEY YÖNETİCİNİN PRİM BORÇ- LARINDAN SORUMLULUĞU İÇİN HAKLI NEDEN OLMADAN

Detaylı

ESAS NO : 2010/1629 KARAR NO : 2011/1726

ESAS NO : 2010/1629 KARAR NO : 2011/1726 ESAS NO : 2010/1629 KARAR NO : 2011/1726 DAVALI : SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI / VEKİLİ : DAVANIN ÖZETİ : Davacının Emekli Sandığına tabi geçen hizmetlerine karşılık emekli ikramiyesi ödenmesi talebinin

Detaylı

İŞ GÜVENCESİ TAZMİNATI ÖDENMESİ HALİNDE KAZANÇ TESPİTİ NASIL YAPILIR?

İŞ GÜVENCESİ TAZMİNATI ÖDENMESİ HALİNDE KAZANÇ TESPİTİ NASIL YAPILIR? İŞ GÜVENCESİ TAZMİNATI ÖDENMESİ HALİNDE KAZANÇ TESPİTİ NASIL YAPILIR? Mustafa ŞEN* 45 * ÖZ Hakkında işe iade kararı verilen işçilere önemli bir güvence sağlayan iş güvencesi tazminatı, işe başlatmama tazminatı

Detaylı

Bazı makalelerde, bu iptal kararı ile kanuni temsilcilerin geçmişe yönelik sorumluluklarının kalktığına dair yorumlar okuyoruz.

Bazı makalelerde, bu iptal kararı ile kanuni temsilcilerin geçmişe yönelik sorumluluklarının kalktığına dair yorumlar okuyoruz. Not: Makaleler yazarın kişisel görüşünü ifade etmekte olup kaleme alındığı tarihteki mevzuat düzenlemeleri açısından geçerlidir. Daha sonra meydana gelecek değişimler uygulamada farklılık yaratabilir.

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK/115,120

İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK/115,120 410 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2012/21152 Karar No. 2012/20477 Tarihi: 12.06.2012 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2013/1 İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK/115,120 DAVA ŞARTI GİDER AVANSININ

Detaylı

KARAR 1 (672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmaya dair) Davalı : Başbakanlık /ANKARA

KARAR 1 (672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmaya dair) Davalı : Başbakanlık /ANKARA KARAR 1 (672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmaya dair) Davalı : Başbakanlık /ANKARA Davanın Konusu : Uyuşmazlık, davacının 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere

Detaylı

DANIŞTAYIN SÜRESİNDE AÇILMAYAN DAVAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI

DANIŞTAYIN SÜRESİNDE AÇILMAYAN DAVAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI Sirküler Rapor 26.07.2012/139-1 DANIŞTAYIN SÜRESİNDE AÇILMAYAN DAVAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI ÖZET : Danıştay Üçüncü Daire Başkanlığının E: 2010/6979 K: 2012/667 sayılı Kanun Yararına Bozma

Detaylı

: HÜSEYİN DARTAL İl Sağlık Müdürlüğü, Merkeı/ŞANLIURF A TÜRK MİLLETİ ADINA

: HÜSEYİN DARTAL İl Sağlık Müdürlüğü, Merkeı/ŞANLIURF A TÜRK MİLLETİ ADINA T.C. ŞANLIURFA 1. İDARE MAHKEMESİ ESAS NO : 2015/874 KARAR NO : 2016/201 ----------- DAVACI : HÜSEYİN DARTAL İl Sağlık Müdürlüğü, Merkeı/ŞANLIURF A DAVALI : ŞA LIURFA VALİLİLİGİ _V_E_KI.-L -:-.,.. İ ------:

Detaylı

T.C. DANIŞTAY Yedinci Daire. Anahtar Kelimeler : Katma Değer Vergisi, Müteselsil Sorumluluk, Ek Tahakkuk, İdari İşlemin İcrailiği

T.C. DANIŞTAY Yedinci Daire. Anahtar Kelimeler : Katma Değer Vergisi, Müteselsil Sorumluluk, Ek Tahakkuk, İdari İşlemin İcrailiği T.C. DANIŞTAY Yedinci Daire Esas No : 2009/1602 Karar No :2013/6426 Anahtar Kelimeler : Katma Değer Vergisi, Müteselsil Sorumluluk, Ek Tahakkuk, İdari İşlemin İcrailiği Özeti : Müteselsil sorumlulardan

Detaylı

ÖDEMEDEN MAHKEME KARARIYLA ÖLÜM AYLIĞI ALABİLİRLER

ÖDEMEDEN MAHKEME KARARIYLA ÖLÜM AYLIĞI ALABİLİRLER SSK (4/a) GÜNLERİ ÖLÜM AYLIĞINA YETENLER BAĞ-KUR (4/b) BORÇLARINI ÖDEMEDEN MAHKEME KARARIYLA ÖLÜM AYLIĞI ALABİLİRLER Vakkas DEMİR * I- GİRİŞ Çalışma hayatındaki kişiler, zamanın ve ortamın koşullarına

Detaylı

KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU TÜZEL KİŞİLER İÇİN ŞİKÂYET BAŞVURU FORMU

KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU TÜZEL KİŞİLER İÇİN ŞİKÂYET BAŞVURU FORMU KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU TÜZEL KİŞİLER İÇİN ŞİKÂYET BAŞVURU FORMU EK-2 Şikâyetçinin Unvanı TÜRK EĞİTİM-SEN Adresi Talatpaşa Bulvarı No:160 Kat:6 Cebeci-ANKARA Telefon No 0 312 424 09 60-64 Faks No 0 312

Detaylı

VERGİ SORUMLUSUNUN İDARİ DAVA AÇMA HAKKININ BULUNDUĞUNA İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZULMASINA İLİŞKİN KARAR YAYIMLANDI

VERGİ SORUMLUSUNUN İDARİ DAVA AÇMA HAKKININ BULUNDUĞUNA İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZULMASINA İLİŞKİN KARAR YAYIMLANDI Sirküler Rapor 20.12.2011/ 149-1 VERGİ SORUMLUSUNUN İDARİ DAVA AÇMA HAKKININ BULUNDUĞUNA İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZULMASINA İLİŞKİN KARAR YAYIMLANDI ÖZET : Danıştay Üçüncü Daire Başkanlığının 17.10.2011

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, 18-21

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, 18-21 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2016/22865 Karar No. 2016/20937 Tarihi: 28.11.2016 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2017/4 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, 18-21 ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN

Detaylı

2- Dâvanın, her biri hakkında aynı sebepten neşet etmesi. hükmü öngörülmüş. iken,

2- Dâvanın, her biri hakkında aynı sebepten neşet etmesi. hükmü öngörülmüş. iken, A- 01/10/2011 yürürlük tarihli 6100 sayılı Hukuk Mahkemeleri Kanunu ndan önce yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu nun 43. maddesinde düzenlenen İHTİYARİ DAVA ARKADAŞLIĞI müessesesi

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 818.S.BK/161

İlgili Kanun / Madde 818.S.BK/161 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2009/17402 Karar No. 2011/19618 Tarihi: 30.06.2011 İlgili Kanun / Madde 818.S.BK/161 CEZAİ ŞART KARŞILIKLIK İLKESİ BAKİYE ÜCRETİN YANINDA CEZAİ ŞARTINDA İSTENEBİLECEĞİ

Detaylı

Anahtar Kelimeler : Yargılamanın yenilenmesi, kesinleşen mahkeme kararı, özel tüketim

Anahtar Kelimeler : Yargılamanın yenilenmesi, kesinleşen mahkeme kararı, özel tüketim vergisi. Anahtar Kelimeler : Yargılamanın yenilenmesi, kesinleşen mahkeme kararı, özel tüketim Özet : Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması

Detaylı

KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU TÜZEL KİŞİLER İÇİN ŞİKÂYET BAŞVURU FORMU

KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU TÜZEL KİŞİLER İÇİN ŞİKÂYET BAŞVURU FORMU KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU TÜZEL KİŞİLER İÇİN ŞİKÂYET BAŞVURU FORMU EK-2 Şikâyetçinin Unvanı TÜRK EĞİTİM-SEN Adresi Talatpaşa Bulvarı No:160 Kat:6 Cebeci-ANKARA Telefon No 0 312 424 09 60-64 Faks No 0 312

Detaylı

TURİZMİ TEŞVİK KANUNU NUN CEZAİ HÜKÜMLERİ

TURİZMİ TEŞVİK KANUNU NUN CEZAİ HÜKÜMLERİ TURİZMİ TEŞVİK KANUNU NUN CEZAİ HÜKÜMLERİ 15 Ekim 2008 Sayı : 27025 Kültür ve Turizm Bakanlığından: TURİZMİ TEŞVİK KANUNUNUN CEZAİ HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI HAKKINDA YÖNETMELİK BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam,

Detaylı

ADİ VE TİCARİ İŞLERDE FAİZE İLİŞKİN YENİLİKLER

ADİ VE TİCARİ İŞLERDE FAİZE İLİŞKİN YENİLİKLER ADİ VE TİCARİ İŞLERDE FAİZE İLİŞKİN YENİLİKLER Prof. Dr. Mustafa ÇEKER Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi 31.10.2013 FAİZ KAVRAMI Faiz, para alacaklısına parasından

Detaylı

T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire Esas No : 2010/8630 Karar No : 2013/4481 Anahtar Kelimeler : Haciz, Ödeme Emri, (BS) Formu Özeti : sayılı

T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire Esas No : 2010/8630 Karar No : 2013/4481 Anahtar Kelimeler : Haciz, Ödeme Emri, (BS) Formu Özeti : sayılı T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire Esas No : 2010/8630 Karar No : 2013/4481 Anahtar Kelimeler : Haciz, Ödeme Emri, (BS) Formu Özeti : 1-6183 sayılı Kanun'un 79 uncu maddesi gereğince, amme borçlusunun

Detaylı

Yeni İş Mahkemeleri Kanununun Getirdiği Değişiklikler

Yeni İş Mahkemeleri Kanununun Getirdiği Değişiklikler Yeni İş Mahkemeleri Kanununun Getirdiği Değişiklikler Giriş 1 Hukukumuzda 1950 yılından bu yana uygulanmakta olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ( Mülga Kanun ) 25 Ekim 2017 tarihinde yürürlükten kaldırılmış

Detaylı

PAZARLIK USULÜNDE DAVET EDİLMEYEN FİRMALAR İHALEYE KATILABİLİR Mİ? DANIŞTAY KARARI ÇERÇEVESİNDE BİR DEĞERLENDİRME

PAZARLIK USULÜNDE DAVET EDİLMEYEN FİRMALAR İHALEYE KATILABİLİR Mİ? DANIŞTAY KARARI ÇERÇEVESİNDE BİR DEĞERLENDİRME BİLGİ NOTU SERİSİ PAZARLIK USULÜNDE DAVET EDİLMEYEN FİRMALAR İHALEYE KATILABİLİR Mİ? DANIŞTAY KARARI ÇERÇEVESİNDE BİR DEĞERLENDİRME ÖZET: Bu bilgi notunda, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu nun 21 inci maddesinin

Detaylı

T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire. Anahtar Kelimeler: Abonelik Sözleşmesi, Gecikme Faizi, Tahsil Edilince Beyanname Verilmesi

T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire. Anahtar Kelimeler: Abonelik Sözleşmesi, Gecikme Faizi, Tahsil Edilince Beyanname Verilmesi T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire Esas No : 2013/7569 Karar No : 2016/853 Anahtar Kelimeler: Abonelik Sözleşmesi, Gecikme Faizi, Tahsil Edilince Beyanname Verilmesi Özeti: Abonelik sözleşmeleri uyarınca

Detaylı

ĐDARĐ YARGI FĐNAL SINAVI

ĐDARĐ YARGI FĐNAL SINAVI ĐDARĐ YARGI FĐNAL SINAVI 1. Aşağıdakilerden hangisi bir iptal davasında iptal nedeni değildir? a) Đdari işlemin yetkisiz bir makam tarafından yapılması b) Đdari işlemin dayandığı sebebin hukuka aykırı

Detaylı

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A İ S T İ N A F K A R A R I

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A İ S T İ N A F K A R A R I ÖZET : -SAĞLIK YARDIMLARI : 5434 sayılı Kanunun sağlık yardımlarına ilişkin hükümleri 5510 sayılı Kanunun 106/8'inci maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, 5510 sayılı Kanunun Geçici 4'üncü maddesinde,

Detaylı

Durdurulmasını İsteyenler : 1- Ankara Gümrük Müşavirleri Derneği

Durdurulmasını İsteyenler : 1- Ankara Gümrük Müşavirleri Derneği Davacı ve Yürütmenin Durdurulmasını İsteyenler : 1- Ankara Gümrük Müşavirleri Derneği 2- Mersin Gümrük Müşavirleri Derneği 3- Bursa Gümrük Müşavirleri Derneği 4- İstanbul Gümrük Müşavirleri Derneği 5-

Detaylı

İTİRAZIN KONUSU: günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu nun;

İTİRAZIN KONUSU: günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu nun; ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Resmi Gazete tarih/sayı: 11.08.2004/25550 Esas Sayısı : 2004/26 Karar Sayısı : 2004/51 Karar Günü : 15.4.2004 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara 5. İdare Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU:

Detaylı

ZAMANAŞIMI SÜRESİ GEÇTİKTEN SONRA DİSİPLİN CEZASI VERİLMESİ

ZAMANAŞIMI SÜRESİ GEÇTİKTEN SONRA DİSİPLİN CEZASI VERİLMESİ ZAMANAŞIMI SÜRESİ GEÇTİKTEN SONRA DİSİPLİN CEZASI VERİLMESİ Özeti : Mevzuat hükümlerine aykırılığı gümrük idarelerince tespit edildiği tarihten itibaren üç yıllık zamanaşımı süresi geçirildikten sonra

Detaylı

T.C. DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU E. 2011/76 K. 2014/1397 T

T.C. DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU E. 2011/76 K. 2014/1397 T T.C. DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU E. 2011/76 K. 2014/1397 T. 31.3.2014 AVUKATIN BAŞKA BİR AVUKATA KARŞI ASİL YA DA VEKİL SIFATIYLA TAKİP EDECEĞİ DAVA ( Barosuna Bir Yazı İle Bildirmemesi/Türkiye

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 3201 S.YHBK./3

İlgili Kanun / Madde 3201 S.YHBK./3 T.C YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2013/18150 Karar No. 2014/5855 Tarihi: 14.03.2014 İlgili Kanun / Madde 3201 S.YHBK./3 YURT DIŞI HİZMET BORÇLANMASI YURT DIŞINDA BAŞLAYAN SİGORTALI- LIĞIN TÜRKİYE

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGSK. /53

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGSK. /53 T.C YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/21899 Karar No. 2016/1357 Tarihi: 08.02.2016 İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGSK. /53 ÇAKIŞAN SİGORTALILIK HALLERİNDE HANGİ SİGORTALILIĞA GEÇERLİK TANINACA- ĞININ

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/18-21

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/18-21 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/2023 Karar No. 2016/12470 Tarihi: 26.05.2016 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2017/2 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/18-21 HALK EĞİTİM MERKEZİ KURS ÖĞRET-

Detaylı

Hürriyet Mah.Hürriyet Cad.No:26/2 Dai.3 Yenibosna Bahçelievler/İSTANBUL

Hürriyet Mah.Hürriyet Cad.No:26/2 Dai.3 Yenibosna Bahçelievler/İSTANBUL T.C. DAVACI: NAZİF TOPALOĞLU VEKİLLERİ: AV. MEHMET ÖZER UĞURLU Hürriyet Mah.Hürriyet Cad.No:26/2 Dai.3 Yenibosna Bahçelievler/ DAVALI: VALİLİĞİ - DAVANIN ÖZETİ: İstanbul İli, Zeytinburnu İlçesi, Seyitnizam

Detaylı

RÜCUEN TAZMİNAT İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA GÖREVLİ YARGI YERİNİN BELİRLENMESİ KONUSUNDA UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ UYGULAMASI

RÜCUEN TAZMİNAT İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA GÖREVLİ YARGI YERİNİN BELİRLENMESİ KONUSUNDA UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ UYGULAMASI RÜCUEN TAZMİNAT İSTEMİYLE AÇILAN DAVALARDA GÖREVLİ YARGI YERİNİN BELİRLENMESİ KONUSUNDA UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ UYGULAMASI GİRİŞ Prof. Dr. Cemil Kaya * Rücuen tazminat istemiyle açılan davalarda görevli yargı

Detaylı

Danıştay ve Yargıtay İçtihatları Işığında İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI

Danıştay ve Yargıtay İçtihatları Işığında İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI Danıştay ve Yargıtay İçtihatları Işığında İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMASI Yaşar GÜÇLÜ Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Hukuk Müşaviri Danıştay ve Yargıtay İçtihatları Işığında İDARİ YARGI KARARLARININ

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK. /Geç. 3.

İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK. /Geç. 3. T.C YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2013/22557 Karar No. 2014/3546 Tarihi: 11.02.2014 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2014/3 İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK. /Geç. 3. İŞ MAHKEMELERİNDEN VERİLEN

Detaylı

T.C. KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU RET KARARI :F.Y.

T.C. KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU RET KARARI :F.Y. T.C. KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU ŞİKAYET NO : 04.2013.1870 KARAR TARİHİ : 10/03/2014 RET KARARI ŞİKAYETÇİ ŞİKAYET EDİLEN İDARE ŞİKAYETİN KONUSU :F.Y. : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Ziyabey Cad. No:6 Balgat/ANKARA

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 6356 S. STSK. /26, 53 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/11497 Karar No. 2015/15217 Tarihi:

İlgili Kanun / Madde 6356 S. STSK. /26, 53 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/11497 Karar No. 2015/15217 Tarihi: İlgili Kanun / Madde 6356 S. STSK. /26, 53 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/11497 Karar No. 2015/15217 Tarihi: 28.04.2015 TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNDEN DOĞAN HAKLARIN İHLALİ DURUMUNDA ORTAYA ÇIKAN

Detaylı

ELAZIĞ VALİLİĞİNE (Defterdarlık) tarihli ve /12154 sayılı yazınız

ELAZIĞ VALİLİĞİNE (Defterdarlık) tarihli ve /12154 sayılı yazınız T.C. MALİYE BAKANLIĞI Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Sayı : 80755325-105.05.07-1116 09/02/2016 Konu : Geçici Personele Ek Ödeme Yapılması ELAZIĞ VALİLİĞİNE (Defterdarlık) İlgi : 09.10.2015 tarihli

Detaylı

Uz. Nuri ŞAŞMAZ Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Maliyet Şube Müdür V.

Uz. Nuri ŞAŞMAZ Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Maliyet Şube Müdür V. Uz. Nuri ŞAŞMAZ Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Maliyet Şube Müdür V. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 18.10.1983 tarihli ve 18195 sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe

Detaylı

ANAYASA MAHKEMESİ NE BİREYSEL BAŞVURU YOLU AÇILDI

ANAYASA MAHKEMESİ NE BİREYSEL BAŞVURU YOLU AÇILDI ANAYASA MAHKEMESİ NE BİREYSEL BAŞVURU YOLU AÇILDI GENEL OLARAK Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 148. maddesinde yapılan değişiklik ile Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açılmıştır. 23 Eylül 2012

Detaylı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR NURAN CEYLAN ÖZBUDAK BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası: 2014/2890)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR NURAN CEYLAN ÖZBUDAK BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası: 2014/2890) TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR NURAN CEYLAN ÖZBUDAK BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2014/2890) Karar Tarihi: 16/2/2017 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR Başkan ler Raportör Yrd. Başvurucu Vekili

Detaylı

T.C. D A N I Ş T A Y Üçüncü Daire Esas No : 2010/5785. Karar No : 2012/3582

T.C. D A N I Ş T A Y Üçüncü Daire Esas No : 2010/5785. Karar No : 2012/3582 T.C D A N I Ş T A Y Üçüncü Daire Esas No : 2010/5785 Karar No : 2012/3582 Anahtar Kelimeler : Haciz İşlemi, İhtiyati Haciz, Şirket Ortağı, Teminat, Kişiye Özgü Ev Eşyaları Özeti: Teşebbüsün muvazaalı olduğu

Detaylı

İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA SÜRESİ

İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA SÜRESİ İDARİ YARGILAMA USULÜ HUKUKU İDARİ YARGILAMA AÇIK DERS MATERYALİ USULÜ HUKUKU 3-B K. Burak ÖZTÜRK İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA SÜRESİ SÜRELERE İLİŞKİN GENEL ESASLAR Anayasa, m. 125/3: İdarî işlemlere karşı

Detaylı

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HUKUKİ SORUMLULUKLAR. Doç.Dr. Saim OCAK MARMARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HUKUKİ SORUMLULUKLAR. Doç.Dr. Saim OCAK MARMARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HUKUKİ SORUMLULUKLAR Doç.Dr. Saim OCAK MARMARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ İŞVERENLERİN HUKUKİ SORUMLULUKLARI ULUSLARARASI KAYNAKLAR (SÖZLEŞME VS.) 1982 ANAYASASI TÜRK BORÇLAR

Detaylı

T.C. SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü GENELGE NO: 2007/02....VALİLİĞİNE (Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü)

T.C. SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü GENELGE NO: 2007/02....VALİLİĞİNE (Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü) IV- KREDİ KARTI ÜYELİK ÜCRETİ İLE İLGİLİ GENELGELER 1. GENELGE NO: 2007/02 Tüketicinin ve Rekabetin Korunması lüğü GENELGE NO: 2007/02...VALİLİĞİNE Tüketiciler tarafından Bakanlığımıza ve Tüketici Sorunları

Detaylı

İçindekiler Önsöz 5 Kısaltmalar 19 Giriş 21 Birinci Bölüm İDARÎ YARGININ GELİŞİMİ VE TÜRK YARGI TEŞKİLATININ GENEL GÖRÜNÜMÜ I. YARGISAL DENETİMİNDE

İçindekiler Önsöz 5 Kısaltmalar 19 Giriş 21 Birinci Bölüm İDARÎ YARGININ GELİŞİMİ VE TÜRK YARGI TEŞKİLATININ GENEL GÖRÜNÜMÜ I. YARGISAL DENETİMİNDE İçindekiler Önsöz 5 Kısaltmalar 19 Giriş 21 Birinci Bölüm İDARÎ YARGININ GELİŞİMİ VE TÜRK YARGI TEŞKİLATININ GENEL GÖRÜNÜMÜ I. YARGISAL DENETİMİNDE SİSTEMLER VE İDARİ YARGININ GELİŞİMİ 23 A. İdarenin Yargısal

Detaylı

T.C. D A N I Ş T A Y ONBEŞİNCİ DAİRE

T.C. D A N I Ş T A Y ONBEŞİNCİ DAİRE Anahtar Sözcükler: Manevi zarar, manevi tazminat, tedavi, hizmet kusuru, hizmetin geç işletilmesi Özeti: Davacının trafik kazasında yaralanan yakınına uygulanan tedavide gecikme olduğu, gerektiği halde

Detaylı

86 SERİ NO'LU GİDER VERGİLERİ GENEL TEBLİĞ TASLAĞI

86 SERİ NO'LU GİDER VERGİLERİ GENEL TEBLİĞ TASLAĞI 86 SERİ NO'LU GİDER VERGİLERİ GENEL TEBLİĞ TASLAĞI 4/6/2008 tarihli ve 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun[1] 25 inci maddesi

Detaylı

Sirküler Rapor /70-1 ANAYASA MAHKEMESİNİN ÖZEL USULSUZLUK CEZASIYLA İLGİLİ BAŞVURUYA İLİŞKİN KARARI

Sirküler Rapor /70-1 ANAYASA MAHKEMESİNİN ÖZEL USULSUZLUK CEZASIYLA İLGİLİ BAŞVURUYA İLİŞKİN KARARI Sirküler Rapor 18.02.2014/70-1 ANAYASA MAHKEMESİNİN ÖZEL USULSUZLUK CEZASIYLA İLGİLİ BAŞVURUYA İLİŞKİN KARARI ÖZET : Anayasa Mahkemesi 14/1/2014 tarihli ve 2013/5028 Başvuru Numaralı kararında, 2010 yılının

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, S. TSK/25

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, S. TSK/25 T.C YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2013/37925 Karar No. 2014/7 Tarihi: 13.01.2014 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2,18-21 6356 S. TSK/25 GEÇERSİZ FESİH ALT İŞVEREN ASIL İŞVEREN İLİŞKİSİNİN MUVAZAAYA

Detaylı

ĐDARE HUKUKUNDA KAMU GÖREVLĐSĐNE RÜCU

ĐDARE HUKUKUNDA KAMU GÖREVLĐSĐNE RÜCU ĐDARE HUKUKUNDA KAMU GÖREVLĐSĐNE RÜCU 185 Tuğba TURGUT Savcı Adayı Giriş Bir kimsenin yapma veya yapmama şeklindeki yükümlülüklerini yerine getirmesi, bunlara uygun davranması, aksi halde hukukun bağladığı

Detaylı

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği PERSONEL MÜDÜRLÜĞÜ

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği PERSONEL MÜDÜRLÜĞÜ PERSONEL MÜDÜRLÜĞÜ Ankara, 14 Kasım 2013 PERSONEL BİRİMLERİ TÜM ÇALIŞANLARIN; İşe alınmaları, İstihdamı, sözleşmelerinin tanzimi ve uygulanması, Atama, yükselme ve diğer özlük hakları, Sosyal haklar ve

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/8

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/8 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2009/35757 Karar No. 2012/1051 Tarihi: 23.01.2012 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2012/3 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/8 KAPSAM DIŞI PERSONEL İDARİ YARGININ

Detaylı

SAVUNMANIN ÖZETİ : Tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur. T.C. ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİ ESAS NO : 2007/1198 KARAR NO : 2008/419 DAVACI :... VEKİLİ : Av. Zafer DİNÇ Mithatpaşa Cad. 34 F No:29 Kızılay -ANKARA DAVALI : SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI - ANKARA

Detaylı

TAZMİNAT HESAPLARINDA ASGARİ ÜCRETLERİN UYGULANMASI

TAZMİNAT HESAPLARINDA ASGARİ ÜCRETLERİN UYGULANMASI TAZMİNAT HESAPLARINDA ASGARİ ÜCRETLERİN UYGULANMASI I- TEMEL İLKELER Yasa hükümleri çerçevesinde oluşturulan Yargıtay kararlarıyla, asgari ücretlerin uygulanma koşulları belirlenmiş ve bazı ilkeler ortaya

Detaylı

TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI

TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI İİK. nun 277. vd maddelerinde düzenlenmiştir. Her ne kadar İİK. nun 277/1 maddesinde İptal davasından maksat 278, 279 ve 280. maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmetmektir.

Detaylı

Sirküler Rapor 17.03.2014/83-1

Sirküler Rapor 17.03.2014/83-1 Sirküler Rapor 17.03.2014/83-1 ANAYASA MAHKEMESİNDEN, ŞİRKETİN ÇALIŞANLARINDAN KESTİĞİ VERGİLERİN İADESİ İLE İLGİLİ BİREYSEL BAŞVURUSUNA İLİŞKİN YETKİSİZLİK KARARI ÖZET : Anayasa Mahkemesi, 6.2.2014 tarihli

Detaylı

T.C. DANIŞTAY BEŞİNCİ DAİRE Esas No : 2004/4439 İTİRAZ YOLUYLA ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASI KARARI

T.C. DANIŞTAY BEŞİNCİ DAİRE Esas No : 2004/4439 İTİRAZ YOLUYLA ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASI KARARI İTİRAZ YOLUYLA ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASI KARARI Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi tarafından, 5.5.2004 günlü, 25453 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Sağlık ve Yardımcı Sağlık Personeli Tarafından

Detaylı

Anahtar Kelimeler : Merciine Tevdi Kararı, Süre Aşımı Dava Açma Süresi

Anahtar Kelimeler : Merciine Tevdi Kararı, Süre Aşımı Dava Açma Süresi Onbeşinci Daire Yargılama Usulü Kararları İdare Mahkemesi'nce verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile

Detaylı

Ba ve Bs FORMLARININ VERİLMEMESİ NEDENİYLE ADİ ORTAKLIK ADINA KESİLEN CEZAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI YAYIMLANDI

Ba ve Bs FORMLARININ VERİLMEMESİ NEDENİYLE ADİ ORTAKLIK ADINA KESİLEN CEZAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI YAYIMLANDI Sirküler Rapor 04.02.2013/50-1 Ba ve Bs FORMLARININ VERİLMEMESİ NEDENİYLE ADİ ORTAKLIK ADINA KESİLEN CEZAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI YAYIMLANDI ÖZET : Danıştay Üçüncü Daire Başkanlığının 17.10.2012

Detaylı

Sendikası, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Onur iş Hanı No:12/160 Kat:7 Kızılay/ANKARA

Sendikası, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Onur iş Hanı No:12/160 Kat:7 Kızılay/ANKARA Davacı ve Yürütmenin Durdurulmasını İsteyen : Bağımsız Büro Çalışanları Sendikası, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Onur iş Hanı No:12/160 Kat:7 Kızılay/ANKARA Davalı : Devlet Meteoroloji işleri Genel Müdürlüğü

Detaylı

Damga Vergisine Tabi Olup Olmadığı Tartışmalı Olan Kurumların Damga Vergisi Karşısındaki Durumları

Damga Vergisine Tabi Olup Olmadığı Tartışmalı Olan Kurumların Damga Vergisi Karşısındaki Durumları www.mevzuattakip.com.tr Damga Vergisine Tabi Olup Olmadığı Tartışmalı Olan Kurumların Damga Vergisi Karşısındaki Durumları Bu bölümde özellikle Damga Vergisi Kanunundan sonra kurulan ve Damga vergisine

Detaylı

İŞ KAZASINA MARUZ KALAN İŞÇİ ( Maluliyet Oranı %0 Olsa Dahi Kusur Durumu Saptanarak Sonuca Göre Manevi Tazminata Karar Verilebileceği )

İŞ KAZASINA MARUZ KALAN İŞÇİ ( Maluliyet Oranı %0 Olsa Dahi Kusur Durumu Saptanarak Sonuca Göre Manevi Tazminata Karar Verilebileceği ) YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ T. 3.7.2006 E. 2006/4815 K. 2006/7231 İŞ KAZASINA MARUZ KALAN İŞÇİ ( Maluliyet Oranı %0 Olsa Dahi Kusur Durumu Saptanarak Sonuca Göre Manevi Tazminata Karar Verilebileceği )

Detaylı

ifadesi ile cihazların ve belgelerin özellikleri başlıklı 2.1 inci maddesinin (a) bendi ile TÜRK MİLLETİ ADINA

ifadesi ile cihazların ve belgelerin özellikleri başlıklı 2.1 inci maddesinin (a) bendi ile TÜRK MİLLETİ ADINA T.C. DANIŞTAY DÖRDÜNCÜ DAİRE Esas No :2008/429 Davacı ve Yürütmenin Durdurulmasını İsteyen: Türk Dişhekimleri Birliği Vekili : Av. Mustafa Güler - Av. Yalçın Akbal Strazburg Cad. No:28/28 Sıhhiye-Ankara

Detaylı

İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE. Stj. Av. Belce BARIŞ ERYİĞİT HUKUK BÜROSU / ANKARA

İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE. Stj. Av. Belce BARIŞ ERYİĞİT HUKUK BÜROSU / ANKARA İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE Stj. Av. Belce BARIŞ ERYİĞİT HUKUK BÜROSU / ANKARA 24.05.2017 belce@eryigithukuk.com İtirazın iptali davası; takip konusu yapılmış olan alacağa karşılık borçlu

Detaylı

T.C. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ ESAS NO : 1995/97 KARAR NO : 1996/44

T.C. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ ESAS NO : 1995/97 KARAR NO : 1996/44 T.C. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ ESAS NO : 1995/97 KARAR NO : 1996/44 ÖZET; 3417 sayılı Yasa uyarınca çalışanıyla ilgili tasarruf kesintilerini yapıp işveren katkılarıyla banka hesabına yatırmayan

Detaylı

Resmi Gazete Tarihi:7/2/2001 Resmi Gazete Sayısı:24311 24311 MĠLLĠ EMLAK GENEL TEBLĠĞĠ (SIRA NO:)

Resmi Gazete Tarihi:7/2/2001 Resmi Gazete Sayısı:24311 24311 MĠLLĠ EMLAK GENEL TEBLĠĞĠ (SIRA NO:) Resmi Gazete Tarihi:7/2/2001 Resmi Gazete Sayısı:24311 24311 MĠLLĠ EMLAK GENEL TEBLĠĞĠ (SIRA NO:) Bulgaristan dan zorunlu göçe tabi tutulan ve daha sonra Türk vatandaşlığına kabul edilenleri konut sahibi

Detaylı

İŞLETME İLE ORTAKLARI ARASINDAKİ PARASAL TRAFİĞİN BANKALAR ARACILIĞIYLA TEVSİKİ ZORUNLU MU?

İŞLETME İLE ORTAKLARI ARASINDAKİ PARASAL TRAFİĞİN BANKALAR ARACILIĞIYLA TEVSİKİ ZORUNLU MU? İŞLETME İLE ORTAKLARI ARASINDAKİ PARASAL TRAFİĞİN BANKALAR ARACILIĞIYLA TEVSİKİ ZORUNLU MU? Yrd. Doç. Dr. Yusuf İLERİ 19 * * 1.GİRİŞ Vergi Usul Kanunu nun Mükerrer 257 maddesinin birinci fıkrasının (2)

Detaylı

T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI BURSA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI Mükellef Hizmetleri Gelir Grup Müdürlüğü. Sayı : [I

T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI BURSA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI Mükellef Hizmetleri Gelir Grup Müdürlüğü. Sayı : [I T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI BURSA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI Mükellef Hizmetleri Gelir Grup Müdürlüğü Sayı : 45404237-130[I.12.151.]-118 14/04/2014 Konu : Dava sonucunda ödenmesine hükmolunan gecikme faizi

Detaylı

Y Ö N E T İ M İ -- 1.YARIYIL DERSLERİ

Y Ö N E T İ M İ -- 1.YARIYIL DERSLERİ İ Ş L E T M E Y Ö N E T İ M İ -- 1.YARIYIL DERSLERİ Ekonomik Analiz (EKO 505) (İşl.Yön.-1/Ulus.Tic.Fin.-1 Ortak Ders) Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY D / 8 49 Temel İşletme Bilgileri (İŞL 501) (İşl.Yön.-1/İKY.-1

Detaylı

Munzam Sandıklara İşverenlerce Yapılan Katkı Payı Ödemelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

Munzam Sandıklara İşverenlerce Yapılan Katkı Payı Ödemelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı www.pwc.com.tr Munzam Sandıklara İşverenlerce Yapılan Katkı Payı Ödemelerine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı Vergi ve Hukuk Bülteni 20 Mart 2015 Finansal Sektör Anayasa Mahkemesi kararı ve vergilendirmeye

Detaylı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR ŞEHRİBAN COŞKUN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası:2014/11376)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR ŞEHRİBAN COŞKUN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası:2014/11376) TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR ŞEHRİBAN COŞKUN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU (Başvuru Numarası:2014/11376) Karar Tarihi: 20/7/2017 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR Başkan ler Raportör Yrd. Başvurucular

Detaylı

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ 2, 18-21

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ 2, 18-21 582 Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2013/1 T.C YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2012/1966 Karar No. 2012/6464 Tarihi: 05.04.2012 İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ 2, 18-21 ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN

Detaylı