ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI"

Transkript

1 Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Ankara, Nisan 2012 The Symposium of Violence against Women and Children Ankara, April 2012 ULUSLARARASI KATILIMLI KADINA VE ÇOCUĞA KARŞI ŞİDDET SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI II.CİLT Yayına Hazırlayanlar: Doç. Dr. Dolunay Şenol Yrd. Doç. Dr. Sıtkı Yıldız Talat Kıymaz Hasan Kala ANKARA-2012

2 2846 Sayılı Kanuna göre bu eserin bütün yayın, tercüme iktibas hakları Mutlu Çocuklar Derneği ne aittir. Bildiri ve panel metinleri içinde geçen görüş, bilgi ve görsel malzemelerden bildiri sahipleri ve panel konuşmacıları sorumludur. Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu (1: 2012: Ankara) Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Bildiri Kitabı/Yayına Hazırlayanlar: Dolunay ŞENOL, Sıtkı YILDIZ, Talat KIYMAZ, Hasan KALA. Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları, Ankara: ISBN: (tk) ISBN: (2.c.) (MÇG) Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları Mutlu Çocuklar Derneği Mebusevleri Şerefli Sokak No:27/3 Çankaya-ANKARA Tel: ( ) Fax: ( ) Web: E-Posta: Kapak Tasarım: Yakup Akdemir Baskı: Neyir Matbaacılık Adres: Matbaacılar Sitesi 35. Cad. No:62 İvedik/Yenimahalle-ANKARA Tel: ( ) Fax: ( ) Web: E-posta: Baskı Sayısı: 300 II

3 Sempozyum Düzenleme Kurulu Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU Turgut Özal Üniversitesi Prof. Dr. Remzi FINDIKLI Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Doç. Dr. Dolunay ŞENOL Kırıkkale Üniversitesi Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Doç. Dr. Nazife YİĞİT- Kırıkkale Kadın Dayanışma ve Destekleme Derneği Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN Kırıkkale Üniversitesi Sevgi MERMERCİ Mutlu Çocuklar Derneği Talat KIYMAZ Mutlu Çocuklar Derneği Hasan KALA Mutlu Çocuklar Derneği H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği Sempozyum Bilim ve Danışma Kurulu Prof. Dr. Remzi FINDIKLI - Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Prof. Dr. Ali ŞAFAK - Turgut Özal Üniversitesi Prof. Dr. M. Kayhan MUTLU - Turgut Özal Üniversitesi Prof. Dr. Ertan BEŞE - Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH-Uluslararası Afrika Üniversitesi, Sudan Prof. Aicha TAJ- 20 Şubat Fas Gençlik Hareketi, Fas Doç. Dr. Dolunay ŞENOL-Kırıkkale Üniv., Kadın Sorunları Uygul. Araş. Merk. Doç. Dr. Ahmet UYSAL- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Doç. Dr. Faouzi BENDRİDİ- Souk Ahras Üniversitesi, Cezayir Dr. Zohra Ben MANSOUR -Tunus Üniversitesi, Tunus Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ - Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Neriman AÇIKALIN - Mersin Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Şamil ÖCAL - Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZMAN Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Anzavur DEMİRPOLAT Bingöl Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gülsüm DUYAN - Fatih Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Fatma ELİBOL - Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gözde AKOĞLU - Kırıkkale Üniversitesi Dr. Mezher YÜKSEL- Ankara Kalkınma Ajansı Dr. Özgür KARAASLAN- TRT Radyo Haber Müdürlüğü Dr. Faruk AYIN- Özel Dost Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi Dr. Lütfi ALTINSU- Ahiler Kalkınma Ajansı Dr. Özcan Kars -Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İsmail YELPAZE- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Şebnem Avşar KURNAZ- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hasan ŞEN- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Abdullah KÜTÜK- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sempozyum Sekretaryası Hasan KALA - Mutlu Çocuklar Derneği Yüksel BAĞIŞLAR - Mutlu Çocuklar Derneği H. Mustafa YILMAZ - Mutlu Çocuklar Derneği III

4 İÇİNDEKİLER CİLT II Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddetin Hukuki Boyutu ve Suç İle İlişkisi Şiddet Sarmalındaki Hükümlü Kadınların Demografik Özellikleri: Sincan ve Delice Cezaevleri Örnekleri Doç. Dr. Dolunay ŞENOL- Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ Risk Altındaki Çocukların Aile Yapıları ve Suça Yönelimleri Arasındaki İlişki-Mersin İli Örneği- Yrd. Doç. Dr. Mehmet GÜNGÖR Tutuklu/Hükümlü Çocukların ve Annelerinin Şiddet Deneyimleri Öğr. Gör. Ayşe ÖZADA Lise Öğrencilerinin Genel Saldırganlık Düzeyleri Bağlamında Şiddet İçeren Davranışları Sergileme Sıklıklarının İncelenmesi Arş. Gör. İsmail SEÇER Aile İçi Şiddete Maruz Kalmış Olan Kadınların Hukuki Uygulamalara Bakış Açıları Özden SALMAN-Yrd. Doç. Dr. Nilüfer NEGİZ Cinsel Saldırı Suçu ve Kadın Arş. Gör. Fahri Gökçen TANER Töre Saiki İle Kasten Öldürme Suçu (TCK m. 82/1-k) Arş. Gör. Mehmet GÖDEKLİ Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri Türkiye de Aile içi Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Sığınmaevlerinin Unutulan Yüzü: Çocuklar Prof. Dr. Songül SALLAN GÜL-Arş. Gör. Ayşe ALİCAN Antikçağ da Çocuk Olmak: Ölmek ya da Ölmemek Doç. Dr. Hatice P. ERDEMİR-Yrd. Doç. Dr. Halil ERDEMİR Kadına Karşı Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri Yrd. Doç. Dr. Sezer AYAN Kadına Şiddet ve Gölgesindeki Çocuk Yrd. Doç. Dr. Veda BİLİCAN GÖKKAYA Kadına Karşı Evlilik İçi Şiddetin Çocuğa Yansıması ve Çocuğun Şiddetten Korunma Hakkı Öğr. Gör. Dr. Gülçin ALGAN-Öğr. Grv. Saibe Özlem KAYA Kadına Yönelik Şiddetin Küçük Mağdurları Çocuklar ve Şiddete Tanık Olmuş Çocuklar İle Çalışma Ural NADİR- Engin FIRAT Aile İçi Şiddetin Çocukların Yaşam Kalitesine Etkisi Şeyda YILDIRIM Şiddet Algısı Muhafazakâr Otoriteryen Eğilimler, Cinsiyet Ayrımcılığı ve Kadına Yönelik Şiddet Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ IV

5 Kadına Yönelik Şiddet ve Başa Çıkma Tarzları Bağlamında Çocuklarda Algılanan Güçlüklerin Yordanması Nilgün YENİOCAK- Doç. Dr. Şennur TUTAREL-KIŞLAK Sahip(lik) Algısı ve Kadına (Çocuğa) Şiddet Yrd. Doç. Dr. Mevlüt ÖZBEN Kadın ve Erkeklerin Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine ve Önlenmesine İlişkin Görüşleri Yrd. Doç. Dr. Mustafa KOÇ- Arş. Gör. Betül DÜŞÜNCELİ- Arş. Gör. Tuğba Seda ÇOLAK Türkiye de Namus Uğruna Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutumlar (Gülcü Mahallesi ve Hemşirelik Öğrencileri Örneği) Öğr. Gör. Işıl KALAYCI-Abdullah Yavuz AKINCI- Öğr. Gör. Fatime UYSAL Toplumsal Cinsiyet Çerçevesinde Kadın Mağduriyeti: Ankara Örneği Esra SERDAR TEKELİ Üniversite Öğrencilerin Şiddet Mağduru Kadın Algısı: Bir Niteliksel Araştırma Arş. Gör. Seda ATTEPE- Arş. Gör. Melike TUNÇ Türkiye den ve Dünya dan Şiddet Örnekleri Yüksekova da Kadın Olmak Prof. Dr. Behçet YEŞİLBURSA- Özlem BAYKAL Kadın Sığınmaevinde Kalan Kadın ve Çocukların Sistemden Kaynaklı Karşılaştıkları Güçlükler:Eskişehir Örneği Doç. Dr. Medine SİVRİ- Eylem AKA Doğunun Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınları-Elazığ İli Örneği- Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM- Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ Kadın Şiddetine Karşı Şiddet Birimleri- Artvin Örneği- Yrd. Doç. Dr. Hatice KARAKUŞ Almanya da Göçmen Türk Kadınlarına Uygulanan Şiddetin Niteliği ve Nedenleri Yrd. Doç. Dr. Mehmet SEMERCİ Tekirdağ da Kadın ve Şiddete Bakış Tülin YILDIZ- Sevinç ADİLOĞLU- A. Handan DÖKMECİ- Turgut BAKKALLAR- İsmail Bahri ŞARDAĞI Sayılı Kanun Kapsamında Yürütülen Şiddet Uygulayan Kişilere Yönelik Muayene ve Tedavi Çalışmaları- Ankara İli Örneği- Tülay ERÇİN ŞAHİN-Özlem GÜLER AYDIN- Bülent TOSUN-Soner AKBAŞ-Ercan SAPMAZ Erzurum da Çocuk ve Şiddet Doç. Dr. Yıldız AKPOLAT- Dr. Yusuf İNCİ Azerbaycan Edebiyatında Kadına Karşı Uygulanan Sosyal Şiddet Doç. Dr. Tamilla ALİYEVA-ABBASHANLI Sosyolojik Açıdan Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri-Malatya Örneği- Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYHAN Aile İçi Şiddete Etken Sosyo-Kültürel Faktörler: Elazığ İli Kovancılar İlçesi Örneği Yrd. Doç. Dr. Ali Sırrı YILMAZ-Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ V

6 Sosyal Şiddet Kıskacında Kadın: Mardin den Bazı Görünümler Arş. Gör. Nazife GÜRHAN- Arş. Gör. İbrahim YÜCEDAĞ İngilizce ve Arapça Bildiriler / English and Arabic Papers Domestic Violations Against Woman And Children In Sweden Mats SJÖSTEN The Media As A Source of Judgments: Fighting the Gender Based Violence Doç. Dr. Nurdan AKINER, Dr. Jana WALDNEROVÁ -Dr. Györgyi RÉTFALVI Psychological and Social Violence Against Divorced or Single Women In Morocco Prof. Aicha TAJ Tunus Ailesinde Şiddet: Nedenleri, Görünümleri ve Kadınlar ve Çocuklar Üzerine Yansımaları Dr. Zohra Ben MANSOUR Kent Yoksulluğunun Artması ve Kadın ve Çocuklara Karşı Şiddetin Ortaya Çıkmasına Etkisi Prof. Kamal Muhammed GAHALLAH VI

7 ŞİDDET SARMALINDAKİ HÜKÜMLÜ KADINLARIN DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ: SİNCAN VE DELİCE CEZAEVLERİ ÖRNEKLERİ Özet Doç. Dr. Dolunay ŞENOL 1 Yrd. Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ 2 Bu çalışmanın temel amacı kadın suçluluğunun nedenlerini irdelemektir. Bu amaçla genel olarak suç kavramı ve kadın suçluluğu hakkında genel bilgiler sunulmuştur. Daha sonra ise Türkiye de kadının konumu ve suç ile ilişkisi ele alınmıştır. Kadının sosyal hayattaki rol ve statüsünün artması; kadına bir yandan ekonomik bağımsızlık, refah seviyesinin artması ve özgüven gibi pek çok olumlu değer getirirken, aynı faktörler suç işleme oranlarının artmasında da etkili olmuştur. Kadının erken yaşta evlendirilmesi de suça yönelmesinde önemli bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Araştırma bulgularına göre; kadın mahkûmların eğitim ve aylık gelir seviyelerinin oldukça düşük olduğu, daha çok kırsal bölgelerde yaşadıkları gözlenmiştir. Ayrıca kadınların cezaevinde uzun süre kalmayı gerektiren suçları daha az işledikleri, suçu ani kararlar neticesinde işledikleri, şiddeti daha çok fiziksel şiddet olarak algıladıkları ve mahkûm olmadan önce pek çoğunun şiddete maruz kaldıkları görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Kadın mahkum, suç, kadın suçluluğu, cezaevi Abstract The main aim of this study is to investigate of causes of women criminality. In this study, general knowledge about the term of crime and women criminality has been presented. Then, women s situation and relationship with crime were analyzed. In Turkey, development of women s roles and status in social life has affected positively their economic independency, higher economic income and self-confidence. But this development has affected negatively their rates of criminality. It has been evaluated that if women have been married in earlier ages, this would cause more criminality. According to research findings; women convicts are mostly uneducated, lowincome and mostly living in rural areas. Moreover they were sentenced for the crimes of less-time. They perceive the violence as physical violence and most of them have been exposed to violence before being sentenced. Keywords: Women convict, crime, women criminality, jail 1 Kırıkkale Üniversitesi, Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü 2 Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi 528

8 1. GİRİŞ Toplumlar devamlılıklarını sürdürmek isterler. Devamlılıklarını sürdürmek için de o toplumdaki bireylerin eski zamanlardan yaşanan güne kadar uygulayageldikleri örf, adet, gelenek, görenek gibi yazısız kuralları bulunmaktadır. Bu kurallar, hem gelecek nesillere sosyalizasyon süreci vasıtasıyla öğretilmektedir hem de yazılı kuralların oluşturulmasında temel alınmaktadır. Toplumun hayat anlayışının yansıması olan, aynı zamanda da toplumun düzenini devam ettirebilmek için oluşturmuş olduğu kuralların toplumun devamlılığına katkı sağladığı kabul edilmektedir. Yazılı veya yazısız kurallara, toplum içindeki bireylerin uyması beklenir. Bu kurallara uymayı reddedenleri, öncelikle toplumun kendi yaptırımlarıyla uyumlarını sağlaması, toplumda da düzenin gerçekleştirilmesi istenir. Bu uydurulma süreci her zaman çok da kolay gerçekleştirilemeyebilir. Toplumun koymuş olduğu yazılı veya yazısız kurallara ters düşen eylemlerin, cana veya mala zarar vereceğinden çok daha fazlasını topluma vereceğine inanıldığı için toplumdan onay alamazlar. İnsanoğlu, diğer insanlardan ayrı olarak hayatını devam ettirebilen bir varlık değildir. İnsanlar zaman zaman bir araya gelerek bir toplumsal yapı oluştururlar zaman zaman da önceden oluşturulmuş toplumlara dahil olurlar. En fazla görülen şekli, insanların içine doğdukları toplumun kurallarını öğrenerek ve kabul ederek o toplumda kalmaya devam etmeleridir. Toplumda kalabilmenin temel kuralı, mensuplarının özgürlüklerinin kısıtlanması ve belirli kurallara uyulmasını önceden kabul etmiş olmalarıdır (Dolu-Uludağ-Doğutaş, 2010:60). Gerçekten de insanoğlunun en temel ihtiyaçlarının başında ait olma ve güvenlik ihtiyaçları gelmektedir. İnsanlar bir gruba ait olabilmek ve orada kalabilmek için özgürlüklerinin bir bölümünden kendi rızaları ile feragat edebilmektedirler. 2. TOPLUMSAL SAPMA BİÇİMİ OLARAK SUÇ Toplum onay vermediği davranışların bir kısmını sapma bir kısmını da suç olarak nitelendirir. Nirun (1972: ), sosyal sistemlerde sapma sonucunda sosyal problemlerin ortaya çıktığını söyler. Ancak bütün sapmaların sosyal problem olmadığını aynı şekilde bütün sosyal problemlerin de sosyal sapma içermediğini gözden uzak tutmamak gerekir. Sapma davranışı, sosyal problemlerin ortaya çıkmasını sağlayarak toplumun işleyişinin bozulmasına sebep olabilir. Sapma olarak kabul edilen bazı davranış şekilleri ceza yasasını ihlal etmezken, bazıları ceza yasasını ihlal eder. Suç ise toplumun genel olarak huzur ve düzenini bozan, dolayısı ile de toplum içindeki bireyler tarafından onaylanmayan, aynı zamanda o toplumun ceza yasasında bir ceza ile karşılık bulan eylemler olarak tanımlanmaktadır. Hukuk açışından ise suç, yasalar tarafından güvence altına alınmış, mevcut toplum kurallarının yıkılmasına ve sarsılmasına yönelmiş fiil ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Toplum, bu istenmeyen eylemleri yapan kişilerin cezalandırılmasında, dışlanmasında bir sakınca görmediği gibi zaman zaman da bu kişilerin cezalandırılması ile toplum vicdanını rahatlatır. Topluma ters düşen eylemlerde bulunan bireylerin cezalandırılması, toplumun devamlılığının sağlanmasında son derece önemli bir rol oynamaktadır. Tülin İçli, cezayı, Hukuk kurallarına uymayan kişilere uygulanan yaptırım olarak tanımlamaktadır. Ceza mekanizması kullanılmadığında, toplumun devamlılığının 529

9 sağlanmasının önemsenmediğini düşünen suç potansiyeline sahip kişiler, suç işleme konusunda daha cüretkar davranabiliyorlar. Ayrıca suç işleyenin suçunun karşılığını bulamaması da toplumdaki diğer kişilerin adalet mekanizmasına karşı güven kaybına sebep olmaktadır. Suçu ceza kanununa aykırı davranış olarak tanımlarsak, suçluyu da suç eylemini gerçekleştiren kişi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Dönmezer (1981:489) suçun, bireyin kendisini kontrol etmediği zamanlarda, bireyin saldırgan davranışlarıyla başladığını söyler. Bireyi saldırgan davranışa yönelten zaman zaman kendi bireysel özellikleri ve psişik dünyası iken, zaman zaman da toplum olarak karşımıza çıkmaktadır. İşlenen suça karşılık olarak verilen cezanın caydırıcı niteliğinin olması gerekmektedir. Aksi halde insanlar zaman zaman işleyecekleri suç ve alacakları ceza arasında değerlendirme yapmak zorunda kalabilirler ve bazen da cezanın caydırıcılık vasfı az ise suç işlemeyi kendi özgür iradeleri ile tercih edebilirler. O halde suçun iyi tanımlanması ve verilecek cezanın da o toplumun vicdanını rahatlatacak nitelikte olması gerekir. Ancak, burada suça verilecek cezanın, işlenen suçun niteliğine ve oranına göre farklılık göstermesi gerektiğini de hatırlatmakta fayda var Suç eylemi, toplumun önceden koymuş olduğu yasalara karşı gelme davranışları ile başlar ve taarruzun amacına ulaşması ile kesinlik kazanır. Toplumlar ceza kanunlarını belirleyerek, suça meyilli bireylerini önceden uyarmış olurlar. Buna göre ceza kanunları, toplumun istediğinden farklı davranan veya davranmayı düşünen bireylerini, toplumun istediğinden farklı eylemler gerçekleştirdiklerinde, yaptırımın ne olacağı konusunda önceden uyaran, yaptırımı önceden belirleyen yasalar olarak değerlendirilmektedir (Dönmezer, 1984:56).Toplum, ceza kanununu belirlemediğinde, davranışın suç olup olmadığını ve suçlu davranış sonrasında ne kadar ceza alacağını bilemeyen bireylerin suç işleme ihtimallerinin de artacağı endişesi ortaya çıkmaktadır. İnsanlık tarihi ile birlikte başlatılan suçun evrensel bir olgu olduğu kabul edilmektedir. İnsanlar tek başlarına yaşayamadığı için çeşitli toplumlar içinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. İnsanlar, dahil olduğu bütün toplumlarda, toplumların var olabilmesi ve devamlılıklarını sürdürebilmesi için gerekli olan kurallarla her zaman karşılaşmışlardır. İnsanların girmiş oldukları toplumlardaki kurallara uymaları her zaman mümkün olmamış, bazen da kendi iradeleri ile veya iradeleri dışında da aykırı davranışlar sergilemişlerdir. Tipik bir hareket olarak kabul edilen suç, kişinin düşünce ve hislerinin davranışa yansımış hali olarak kabul edilmektedir. Suç işleyen kişiye ceza verilebilmesi için, ceza sorumluluğunu tümüyle veya kısmen ortadan kaldıran şartların varlığı kontrol edilmelidir (Erem, 1984: ). Suç işleyene, işlediği suçun cezası verilmeden önce, cezai ehliyet durumu tespit edilir. Suçlu birey, toplumun düzenini bozan kişi olarak algılandığı için, toplum halinde yaşayan bireylerin karşısındaki düzeni bozan olarak değerlendirilmektedir. Suçluluk, birey ve çevresi arasındaki karşılıklı etki ve tepkilerin sonucunda meydana gelmektedir. Suçlu da sosyo-kültürel yapının yazılı ve yazısız kurallarını bozan, bu kurallara karşı çıkan anti sosyal davranışlar sergileyen kişiler olarak tanımlanmaktadır. Suçluların anti sosyal bireyler olarak tanımlanmasının sebebi, sosyal varlıkların grubun kurallarını kabul edip itaat ederek grup içinde kalmaya mücadele 530

10 ettiklerinin inanılmasıdır. Grup içinde kalmak bir fedakarlık ister. Fedakarlık yapmayanlar, gruptan ayrılmayı veya grup tarafından dışlanmayı, dolayısı ile de cezalandırılmayı ve dışlanmayı göze alabilenlerdir. Dışlanmayı göze alabilenleri de anti sosyal varlıklar olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. 3. DÜNYA DA KADININ DURUMU Kadın ve erkek arasında pek çok farkın olduğu kabul edilen bir gerçektir. Kadın ve erkek arasındaki bu farklılığın en temelinde fiziki farklılıkların var olduğunu biliyoruz, ancak fiziki farklılıklar bir süre sonra sosyal farklılıkları da getirmektedir. Kadın ve erkek arasındaki fiziki ve sosyal farklılıklar, ataerkil toplumlarda kadının mağduriyetini de beraberinde getirmektedir. Kainatın var oluş tarihinden itibaren hemen hemen bütün zamanlarda, çok istisnai durumlar hariç kadınlar çoğunlukla yoksulluğu ve mağduriyeti yaşayan grubu oluşturmuştur. Bugün hala yoksulluk denildiğinde ilk akla gelen grubu kadınlar oluşturmaktadır. Kadın daima erkeğin arkasındaki birey olmuştur. Aynı zamanda erkeğin koruması ve kollaması altındaki kişi olmuştur veya olmak zorunda kalmıştır. Bu gerçeklik de onun kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesini, kendisine güven geliştirebilmesini engellemiştir. Böylece yüzyıllardır kadın, gerek Doğu, Batı, Kuzey, Güney ülkelerinden gerekse de gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olsun çok da büyük farklılıklar göstermeden mağdur rolünü oynamaya devam etmiştir. Mağdur rolünü öğrenen ve oynayan kadın, mağdur olmayı doğal bir süreç olarak algılamıştır. Çünkü sosyal çevresindeki diğer kadınların da aynı durumda olduğunu görmekte ve bu durumu olağan olarak algılamaktadır. Kadın, büyürken erkekle aynı imkanlardan faydalanamamakta, erkek çocuğuna yapılan yatırım ile kız çocuğuna yapılan yatırım aynı olmamakta, bundan dolayı da farklı şekil ve yoğunlukta yoksulluktan ve imkansızlıklardan etkilenmektedir (Duyan, 2011: 1). Bu durum kadın ve erkeğin farklı şekillerde mücadele geliştirmesini de beraberinde getirmiştir. Dünya geneline bakıldığında istatistikler, kadınların hayatı zor yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Dünyada kadınların 1/3 ünün hayatlarının bir döneminde şiddete maruz kaldıkları, 1/5 inin tecavüze uğradığı veya tecavüz girişiminde bulunulduğunu göstermektedir (http/www. Kadın suçluluğu. Kadın statüsü genel müdürlüğü. (20/11/2010). Aynı kaynağa göre ABD de 90 saniyede bir kadının tecavüze uğradığı, Irak ta 2003 nisan ayından sonra 400 ün üzerinde kadının tecavüze uğradığını ortaya koymaktadır. Yine aynı istatistikler, kadın cinayetlerinin %70 inin kadınların eş veya sevgilileri tarafından gerçekleştirildiği ortaya koymaktadır. Kadına yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi olarak kabul edilen ve onların cinsel hayatlarını son derece olumsuz etkileyen sünnet ettirme geleneğinin, Afrika da 135 milyondan fazla kadına uygulandığı da yine yapılan tespitler arasındadır. İnsanları yoksulluktan kurtaran en önemli vasıta, eğitim olarak kabul edilmektedir. Kadınlara çocukluk yıllarında verilen formal anlamdaki eğitim, gelecekte kendilerinin ve çocuklarının kendi ayakları üzerinde durabilmesinde son derece önemli rol oynamaktadır. Ancak dünya geneline bakıldığında kadınların erkeklere göre eğitim imkanlarından faydalanma oranlarının son derece düşük olduğu, yaklaşık bir milyar okuma yazması olmayan insanın bulunduğu, bunların da 2/3 ünü kadınların oluşturduğu dikkatleri çekmektedir. Temel insan hakkı olarak kabul edilen eğitim hakkından Arap dünyasındaki kadınların ancak ½ sinin faydalanabildiği tespit edilmiştir. Dünya genelinde, iş ve siyaset hayatında aktif kadın sayısının azlığı, özellikle de üst 531

11 pozisyonlardaki kadın sayısının son derece az olması da kadınların eğitim imkanlarından daha az faydalandığının bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Bugün dünyada yaklaşık 1.2 milyar yoksulun bulunduğu ve bunların da %70 ini kadınların oluşturduğu kabul edilmektedir. Yine dünyadaki arazilerin %1 inin, toplam gelirin de %10 unun kadınlara ait olması da kadın yoksulluğunun boyutlarını ortaya koymaktadır. Tabloya genel olarak bakıldığında üretim alanında etkin olan kadınların, emeklerinin karşılığını alamadıkları, genellikle ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırıldıklarını ortaya koymaktadır. Bu da kadınların ekonomik bağımsızlıklarını elde etmelerinin, kendi ayakları üstünde durmalarının ne derece zor olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan çalışmalar, kadınların önemli pozisyonlara gelmelerinin erkeklere göre oldukça zor olduğunu, dünya genelinde erkeklerin kadınların önünde yer aldığını ortaya koymaktadır. 4. KADIN SUÇLULUĞU Kadınların suç oranları ülkelerin gelişmişlik ve düzeylerine göre değişiklik göstermektedir. Gelişmişlik düzeyi yüksek olan toplumlarda kadınlar daha özgür oldukları ve sosyal hayatın içine daha fazla girdikleri için suça yönelim ve suç işleme oranları daha da artmaktadır. Gelişmişlik düzeyi düşük toplumlarda kadınlar, toplumsal baskıdan dolayı suça yönelmekten korkuyor, toplum baskısını erkeklere oranla daha şiddetli yaşıyorlar. Aynı zamanda toplum, kadınları daha fazla koruyup kolladığı için, kadınlarda suç oranları daha düşük seviyelerde kalıyor. Kadınların suç oranları toplumsal olarak da farklılık göstermektedir. Doğu toplumlarında da Batı toplumlarında da kadınlar suç işlemektedirler. Ancak suç oranlarına bakıldığında, Batı toplumlarındaki kadınlar daha fazla sosyal ve ekonomik hayatın içinde oldukları için suça karışma oranları da fazlalık göstermektedir. Doğu toplumlarında kadınlar, geleneksel aile içinde daha fazla kısıtlandıkları ve sosyal hayatın içinde daha az yer alabildiklerinden dolayı kendilerini tanıyıp, kendileri için beklenti seviyesini yükseltemediklerinden hırsları da daha düşük seviyelerde kalmaktadır. Sosyal hayatın içinde çok aktif olamadıkları ve iletişime girdikleri insan sayısı düşük ve belirli bir düzeyde kaldığı için suça karışma oranları da son derece düşük olmaktadır. Bu görüşümüzü eğitim seviyesi ve çalışma oranı arttıkça suça karışan kadın sayısındaki artış oranları da destekler mahiyettedir. Dünyadaki istatistiklere bakılacak olursa 3 milyondan fazla kadın nüfusunun olduğu dünyada, kadına yönelik suçların ve kadınların işlemiş oldukları suçların da çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Her ülkede kadınların suça maruz kalma, suça yönelme şekil ve oranları farklılık göstermektedir. Şiddete sürekli maruz kalan kadınlar arasında suça yönelme oranları daha yüksektir. Şiddete daha fazla dayanamayan kadının suça yöneldiği düşünülmektedir. İstatistikler, şiddete maruz kalan ve bu durumuna itiraz edemeyen kadınların suça yönelme oranlarının diğerlerine göre çok daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Kadınların çalışma hayatına girmesi ile birlikte, para kazanmaya başlaması ve ekonomik bağımsızlığını ve sosyal haklarını öğrenmesi, hem eğitim seviyelerini arttırmış, hem de kamusal alandaki konumlarını yükseltmiştir. Bu da kadınların elde ettikleri haklarını arttırma çabalarını biraz daha üst seviyelere ulaştırmıştır. 532

12 4.1. Kadın Suçluluğunun Tarihsel Gelişimi Suç ve suçluluk ile ilgili çalışmalar, suçun yaş, medeni hal, eğitim, meslek, vb. faktörlerle çok yakından etkili olduğunu ortaya koymakta. Ancak suç türü, şekli, işleniş biçimi, sebepleri vb. faktörler arasında en etkili olan faktörlerden bir diğeri de cinsiyet olarak gösterilmektedir (Öğün,1988:17). Suç, toplumlar arasında nicelik ve nitelik olarak farklılık göstermesine rağmen, hemen hemen bütün toplumlarda kadın suç oranları ile erkek suç oranları arasında kadınlar aleyhine olmak üzere farklılık görülmektedir. Suçta cinsiyetin rolünün belirgin derecede farklılık göstermesinin temelinde sosyal faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Ancak sosyo-kültürel yapıda meydana gelen değişim, birincil ilişkilerin yerine ikincil ilişkilerin alması, köyden kente göç, kadının çalışma hayatına girmesi vb. hem kadının hayatını hem de kadın suç oranlarını önemli oranda etkilemiştir. Suç, tipik erkek davranışı olarak kabul edildiği için, çalışmalar erkek davranışını anlayıp açıklamaya yönelik olmuş, erkek suçluluğu kadın suçluluğundan daha fazla incelenmiştir.kriminolojik çalışmalar, erkek suçluluğunu açıklar nitelikte kabul edildiği için, kriminoloji kitaplarında kadın suçluluğu ayrı bir konu olarak işlenmekte, ancak erkek suçluluğu ayrıca ele alınmamaktadır. Bunda suçun işlenmesi için güce sahip olmanın önemli bir faktör olduğu kabul edilmesinin etkisi büyüktür. Kadınların fiziki gücünün az olması, onları suç işlemekten alıkoyan bir faktör olurken, erkeklerin kontrol edilemeyen güçlerinin varlığı da onları suça sürükleyebilmektedir. Kadın ve erkek suç türleri arasında farklılık olmasına rağmen, yaşa göre de farklılıklar görülmektedir (İçli, 2007:330). Kadının ev dışında fazla zaman geçirmiyor olması, dışarıdaki insanlarla fazla iletişiminin olmaması, onu suça karışmaktan engellediği kabul edilmesine rağmen bugün kadınların profesyonel iş hayatındaki yer ve rolü arttıkça bu durumun ters yönde değişiklik göstereceği düşünülmektedir. Ayrıca çalışma hayatındaki kadınların da suça karışma oranlarının artış gösterdiği yönündeki istatistikler de bu düşünceyi desteklemektedir. Kadın suç oranlarının düşük seviyede kalmasında ataerkil yapı içinde kadının suç işleyerek ceza evine girmesinden ailenin diğer fertlerinin de olumsuz etkileneceği düşüncesi ile baba, eş ve erkek kardeşin kadının suçunu zaman zaman üstleniyor olması da son derece önemli bir etkendir. Özellikle Doğu toplumlarında kadının, ailenin namusu olarak kabul edilmesi, kadın suçluluğunu tehdit eden bir davranış olarak değil de toplumu utandıran bir davranış şekli olarak algılanmaktadır (İçli,2007:330). Kadınlar artan oranlarda çalışma hayatına girmeye başlamasına rağmen kadının erkeğe bağımlılığı hala sürmektedir. Bu durum, zaman zaman kadını suçtan alıkoyarken, zaman zaman da suç işlemede kocasına yardımcı olmasını daha net açıklamaktadır. Sosyalizasyon sürecinde anne ve eş olmaya, aileyi kurup sağlıklı bir şekilde devam ettirmeye hazırlanan kadın, suçtan uzak durarak ailesinin olumsuz yönde etkilenmesini sağlamamak ve aile fertlerine olumsuz örnek olmamak için suça yönelmede daha duyarlı davrandıkları da kabul edilmektedir. Kadınlar, erkeklerden daha fazla, çocuklarının ve ailelerinin işleyecekleri suçtan etkilenmemeleri, üzülmemeleri için daha hassas davranmaktadırlar. 533

13 Sosyalizasyon sürecinde kadın, narin ve kibar bir varlık olarak tanıtılmakta, cinsel bir obje olarak görülmektedir. Kadınların, narin varlıklar olarak kabul edilmesi, suç işlemek gibi acımasız eylemleri gerçekleştirebilecek varlıklar olarak algılanmak istememelerini de beraberinde getirmektedir. Tabidir ki bu da kadını belirli bir oranda suçtan alıkoymaktadır. Kadınların işlemiş oldukları suçlara bakıldığında ani, tek seferlik ve tek başına işlenen suçları işledikleri, organize suçlara ancak yakın çevrelerindeki erkeklerin teşviki ile ve oldukça sınırlı sayıda karıştıkları görülmektedir. Kadınlar, organize suçlarda aktif rol oynamamakta, aksine ikinci planda kalmaktadırlar. Suç çeteleri içinde cinsel obje ve çalınan eşyaların saklanması görevi ile suça karışmaktadırlar. Howard a göre kadınlar, tahrik sonucunda, eşlerinin kendilerini aldatmasını kabul edemeyerek, ihanet sebebiyle suç işlemektedirler. Kadınların ve erkeklerin suç işledikleri ve suça karıştıkları mekanlar arasında da farklılık bulunmaktadır. Buna göre kadınlar daha fazla mutfakta suç işlemekte, yatak odasında da öldürülmektedirler. Bilindiği gibi kadınlar, günün büyük bir bölümünü mutfakta geçirmekte ve mutfakta her türlü kesici aletle yakın ilişki halindedirler. Tahrik edilen kadın kesici aletlerle bir arada bulunduğunda da ani bir suç eylemine karışabilmektedir. Kriminolojinin en önemli konularından biri olan kadın suçluluğu incelendiğinde, kötü muamele gören kadınların, çoğunlukla kendilerini korumak amacıyla, aniden görülen şiddetli bir tepkiyle, önceden planlanmamış cana karşı suçlar işledikleri tespit edilmiştir.(içli,1995:3). Aile içinde kadına yönelik uygulanan şiddet, bir süre sonra kendisini ve ailesini korumak ve dayaktan kaçmak amaçlı kadının şiddet uygulamasına da dönüşebilmektedir. Şiddet maruzu olan kadınların, psikolojik olarak zarar gördüğünü, dolayısı ile de suça yöneldikleri fikrinde olan bilim adamlarının sayısı da oldukça fazladır. Ayrıca şiddete maruz kalan kadınların da bir süre sonra psikolojik problemler yaşayarak, kendilerine uygulanan şiddete zemin hazırladıklarını da savunan bilim adamları bulunmaktadır. Kişinin ruh hali, suç işlemede önemli bir etken olarak kabul edilmektedir. Ruh hali olumsuz olanların, işlemiş oldukları suçun farkına varamadıkları ve doğru ile yanlışı sağlıklı bir şekilde değerlendiremedikleri için, yaptıkları davranışı sağlıklı bir şekilde değerlendiremediklerini, kendilerini kontrol edemediklerini, dolayısı ile de suç işleyebildikleri savunulmaktadır (Balcıoğlu,2001:49). Geleneksel toplumlarda kadın, toplum tarafından dışlanmaktan ve kınanmaktan korktuğu için suç işlememek amacıyla büyük çaba sarf etmekte, çevresindekiler de onu bu süreçte olumlu yönde desteklemektedirler. Şehirdeki kadın, üzerine düşen sorumlulukların da fazlalığı ile ve çevresinde kendisini destekleyecek kişilerin azlığı sebebiyle, kendisini sorgulamakta aynı hassasiyeti gösteremeyebilmekte ve ani suç eylemlerinde bulunabilmektedir. Suça karıştıktan sonra toplumun kendisini dışlamasını engelleyemeyeceğini bilen ve bundan sonraki süreçte hayatın çok daha zor olacağını tahmin edebilen kırdaki kadın çok daha sabırlı davranmaktadır. Sosyalizasyon sürecinde kadına sabırlı olmasının cinsel rolleri arasında öğretilmekte olduğunun da hatırlanmasında yarar var. Bilindiği gibi geleneksel toplumlar, kadınların kendileri ile ilgili kararları almalarını engellemekte, onların kararlarını yakınlarındaki erkekler almaktadır. İnsanoğlu yasakları ihlal etme isteği taşır. Kadınlara kendileri ile ilgili kararları alıp 534

14 uygulayabilme hakkı tanındığında, önlerinde engel olmadığını düşüneceklerinde suç işleme oranlarının da düşeceği kabul edilmektedir. Kadınların çalışmasına izin verilmemesi, kendisinin, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamaması, zaman zaman dolandırıcılık ve hırsızlık suçlarını işlemesine sebebiyet verebilmektedir. Kadının ekonomik açıdan toplumun gerisinde kalması da onu suça iten bir diğer faktör olarak bilinmektedir. Kadının çaresiz kaldığında yapmış olduğu eylemler arasında fahişelik ön sıralarda yer almaktadır. Fahişeliğin sosyal yapının bir ihtiyacı olduğunu ileri sürenler de bulunmaktadır. Ancak fahişelik, çoğu kez kadını hem şiddete uğratmakta hem de suça yönlendirebilmektedir. Eğitim seviyesi ve statüsü yükselen kadın, fahişeliğin tuzağından kendisini kurtarabilir. Balcıoğlu (2001:49), alt gelir gruplarındakilerin içinde bulundukları sosyal statü ve suça yönelmeleri arasında büyük oranda benzerliklerin olduğunu belirtmektedir. Toplumlar ve toplumların dönemleri arasında farklılıklar olmasın rağmen hemen hemen bütün toplumlarda kadın suç çeşitleri ve kadınların suç işleme oranları arasında bir benzerliğin olduğu görülmektedir. Bunda da etken olan faktörün, kadının eş ve anne olması kabul edilmektedir. Bütün toplumlar kadına ve anaya özel bir ihtimam göstermişlerdir, özellikler de Türk toplumları. Bu da kadını her türlü olumsuzluktan olabildiğince korumuştur Türkiye de Kadının Konumu ve Suç İle İlişkisi Türkiye de son yıllarda kadının statüsünde önemli değişimlerin olduğu kabul edilmektedir. Ancak gelinen noktanın hala istenen düzeyde olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. En azından kadın daha birey olarak kabul edilmemektedir. Bunun en iyi göstergelerinden birisi, kız çocuklarının eğitim haklarını istenen düzeyde elde edememiş olmaları, evlenecekleri kişiyi, zamanı kendilerinin belirleyemiyor olmaları, vb. dir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü nün verilerine göre ülkemizdeki kadınların %20 si hala okuma yazma bilmiyor. Aynı kaynağın verilerine göre Türkiye deki kadınların %40 ı görücü usulü ile evlenmekte, %20 si de resmi nikahsız yaşamaktadır. Kadınların %64 ünün hamilelik döneminde doktora gitmediği yönündeki veriler de hamilelik gibi son derece zor bir süreçte dahi çok önemsenmediklerinin bir göstergesi olsa gerek. Günümüzde kadınların eğitim, siyaset, ekonomi, vb. pek çok alanda erkeğin gerisinde olmaya devam ediyor olması, kamusal ve sosyal alanda arka planda kalıyor olmasını zorunlu hale getirmektedir. Kamusal alanda olması gereken yere gelemeyen kadın, erkekle aynı nitelikleri kazanamamakta, kendisini yenileyememektedir. Ancak kadın birey olarak kabul edildiğinde erkekle aynı niteliklere sahip olacak ve eşit şartlarda yarışabilecektir. Kadının birey olarak kabul edilmesi için başlatılacak süreçte sadece kadınların bilinçlenmesi çok da büyük bir anlam ifade etmemekte, aksine bu süreçte erkeklerin bilinçlenmesi ve kendilerine önemli bir görevin düştüğünün farkında olmaları son derece önemli bir rol oynamaktadır. Aksi durumda kadınlar kendi haklarını öğrenip talepte bulunduklarında, erkeklerin aynı düşünceleri paylaşmaması halinde talep edenler ve talebi gereksiz bulanlar arsında bir kaos başlayacaktır. Bu da hem toplumda kargaşaya hem de hareketin istenen performansta olmamasına sebebiyet vermektedir. Bu sürecin başlatılmasında en etkili olacak sürecin, iki ayrı cinsin de aynı seviyede olmak şartıyla toplumun eğitim seviyesini arttırmakla olabileceği kanaatindeyiz. Ancak bu şekilde toplumların gelişmişlik seviyesi yükselecektir. 535

15 Her sosyo-kültürel yapı kendi varlığını devam ettirmek ister. Sosyo-kültürel yapıların varlıklarını devam ettirebilmelerinin en kolay yolu da yeni yetişen bireylerini sosyalleştirme sürecinden geçirirken toplumun kurallarını sıkı sıkıya öğrenmelerini sağlamaktır. Aksi halde toplum devamlılığını sağlama noktasında sıkıntılar yaşayacaktır. Dünya geneline bakıldığında toplumların çok büyük bir bölümünün ataerkil olduğu görülmektedir. Toplumun ataerkil olması, kadınların arka planda kalarak erkeklerin öne çıkmasını da beraberinde getirmektedir. Ataerkil toplum yapısı kırsal kesimde kendisini çok daha ciddi şekilde korumaya çalışmaktadır. Türk toplumu da ataerkil bir yapı ortaya koyduğu için, özellikle de kırsal kesimde, erkeklere oranla kız çocuklarını ve kadınları ev dışındaki problemlerden daha uzak tutulmakta, bu da kadının her türlü kötülükten korunmasında etkili olmaktadır. Kadından öncelikli olarak beklenen iyi bir eş ve anne olmasıdır ( Öğün, 1988:17).Bu da kadının evi dışında aktif olmasını engellemekte, bu engel kadının korunmasını sağlamakta, kadını suç işlemekten alıkoyan önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak kadınların eğitim seviyelerinin artmasına paralel olarak meslek sahibi olması ve çalışma hayatının içinde daha fazla rol alıyor olması, hem aile içi ilişkilerde değişiklik ortaya koydu, hem de bu değişiklikler iletişim ağını farklılaştırarak suç ve suça karışma oranlarını farklılaştırdı. Bu değişimden kadın daha fazla etkilendi. Çünkü kadının geleneksel rolü, eş ve annelikle sınırlanırken sanayi toplumlarında kadın geleneksel rollerinin dışında yeni rol ve statüler kazandı. Toplumdaki konumu değişen kadın, geleneksel roller ve yeni kazanmış olduğu roller arasında sıkışıp kaldı. Köydeki tarım faaliyetinden farklı bir biçimde, anne ve eş statüsünün yanında ücretli bir işe girmek zorunda kalan kadın, kasaba ve kent yaşamının davranış biçimini taklit etmeye başlamıştır.(unat, 1982:23) Ancak bu taklit sanıldığı kadar kolay olmamakta, zaman zaman büyük çaresizlikleri de yaşamak zorunda kalabilmektedir. Kadının sosyal hayattaki rol ve statüsünün artması bir yandan kadına ekonomik bağımsızlık, ailesinin refah seviyesinin artması ve özgüven gibi pek çok olumlu değer getirirken, aynı faktörler suç işleme oranlarının artmasında da etkili olmuştur. Sanayileşme ve beraberinde kentleşmenin sonucunda tarımda çalışan kadın sayısında azalma, çalışan nüfus içindeki kadın oranlarında da artış tespit edilmiştir (Kazgan, 1982:139). Kadın çalışma hayatına vasıfları ile girememiş, ancak vasıfsız eleman olarak girebilmiştir. Köyünden yeni göç etmiş ve ayakta kalabilmek için çalışmak zorunda kalan kadın, vasıfsız eleman olarak ev kadını iş piyasasına girerek, o güne kadar kendi evinde yapmış olduğu yemek, bulaşık, çocuk bakımı, vb. işleri evinin dışında ve para karşılığında yapmaya başlamıştır. Çalışma hayatındaki kadınların yaklaşık %85 inin vasıfsız işgücü olduğu tespit edilmiştir. Kadının tarımdaki işgücünün azalması, tarımdaki işgücünün azalması ile paralellik göstermektedir (Özbay,1982:175). Kadın, tarımda çalışırken aile bireyleri ile birlikte çalışmakta, bu da kadının korunmasını sağlamaktadır. Ancak kadın yıllar sonra ailesinden ayrı yerde çalışmanın zorlukları ile karşı karşıya kaldığında kendisini koruyamama ve suça karışma oranları da artış göstermiştir. Kadının erken yaşta evlendirilmesi de suça yönelmesinde önemli bir faktör olarak değerlendirilmektedir. Ruhsal, sosyal, fiziki vb. gelişimini tamamlayamadan evlendirilen ve çocuk gelin olarak adlandırılan bu kız çocukları için hayat son derece 536

16 zorlu bir mücadele gerektirmektedir. Kendisini tanıyamadan, anne, eş, gelin, ev hanımı vb. sorumlulukları yerine getirmesi beklenilen çocuk gelinler, karşılaştıkları şartlarla nasıl mücadele edebileceklerini bilememekte, zaman zaman da kendilerinden beklenen sorumlulukları yerine getirmek yerine, suç eylemlerini ortaya koyabilmektedirler. Kadının suç işleme oranını arttıran bir diğer önemli faktör de erken yaşta ve çok sayıda çocuk sahibi olmasıdır. Özellikle köylerde çok sayıda çocuk sahibi olma eğilimi yüksektir. Kendisi daha çocuk olan, kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan bu küçük kadınların çok sayıda gebelik geçirmesi ve çok sayıda çocuğun sorumluluğunu alması, bakımını yapmak zorunda kalması, zor olan hayat şartlarını daha da zorlaştırmakta, kadını daha da çaresiz hale getirmektedir. Zorlu yaşama şartları, çaresiz kadını suç işlemeye yönlendirmekte, kadın suç işleme oranlarını arttırmaktadır. Ataerkil toplum olmaktan kaynaklanan sebeplerle kadın, her ne kadar üretime katkıda bulunsa da erkeğe göre düşük statüde kalmaktadır. Geleneksel yapı kadını, erkek çocuk sahibi, katın valide ve babaanne olduktan sonra statüsünü farklılaştırmaktadır (Sencer, 1979:343). Uzun yıllar şikayetlerini dile getiremeyen, dile getirse bile dikkate alınmayan kadın, kendi çözümünü kendisi bulmak zorunda kalmakta, ancak bu sabırlı süreç sonsuza kadar sürmemektedir. Bu sebep ile de kadın suç işleme yaşına bakıldığında, erkeklere göre daha ilerleyen yaşların olduğu dikkati çekmektedir. Çocuklarını büyüten, itiraz hakkının olmadığını bilen kadın, mümkün olduğu kadar sabırlı bir süreç geçirmekte, bu süreç bir süre sonra ani patlamalara da gebe olmaktadır. Ayrıca geleneksel yapıda arka planda kalmayı kabullenen kadın, ilerleyen yaşlarında birey olduğunu fark etmektedir. Birey olduğunu fark eden kadın, eskisi kadar tepkisiz kalamamakta, tepkisizliğini bozduğunda ise istemeden de olsa suç eylemlerinde bulunabilmektedir. Kırdan kente göç eden insanlarda yaşanan değişim sadece fiziki anlamda değil aynı zamanda sosyal, ekonomik, psikolojik vb. şeklinde gerçekleşmektedir. Son derece istikrarlı ve korumacı bir ortamdan karmaşık bir ortama geçiş yapmak zorunda kalan kadın, kendisine yardımcı olabilecek insanları da bulmakta zorlanmaktadır. Köyünde komşu ve akrabalarından destek alıp yüz yüze ilişkilerde bulunan kadın, ikincil ilişkilerin hakim olduğu kent hayatında yüz yüze ilişkileri ve desteği devam ettirememekte, profesyonel yardım almayı öğreninceye kadar geçen sürede de büyük problemlerle karşılaşmaktadır. Buna rağmen, kadın büyük ölçüde geleneksel değerlerden kopmamakta, kent yaşamına tam olarak uyum sağlayamamaktadır. Bu aşamada, kentleşmeye rağmen ailenin geleneksel yapısını korumaya çalışma çabasından dolayı kadın çok büyük çelişkileri yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu sebeple de Dönmezer e göre (1984: 53-54), suç oranları kentlerde, kasaba ve köylere göre daha yüksektir. Ayrıca köy ve kentler arasında işlenen suçların nitelik ve nicelikleri farklılık göstermekte, kentlerde mala karşı, köylerde ise cana karşı işlenen suç oranları farklılık göstermektedir. Serap Akyol ve Diane Sunar'ın Kadın Katiller le ilgili çalışmalarında kadın suçluların eğitim seviyeleri erkeklerinkinden daha düşük bulunmuştur. Bu çalışma sonuçlarına göre, suçlu kadınların % 34'ü ev kadını (Akyol,1982:361) olarak tespit edilmiştir. Kadınların eğitim seviyelerinin gerçek hayatta da erkeklere göre daha düşük olduğu ve kadınların çalışma hayatına daha yeni girmeye başladığı hatırlandığında, suçlu kadınların eğitim seviyelerinin neden düşük olduğu ve suçlu kadınlar arasında ev kadınlarının oranının neden yüksek olduğu anlaşılacaktır. Eğitim seviyesi yükseldikçe 537

17 suç işleme oranlarının da arttığı bilinmektedir. Aynı kural kadın suçlular için de geçerlidir. Eğitim seviyesi yükselen kadınların, eğitim seviyesi düşük olan kadınlara göre kaybedeceklerinin fazla olması sebebiyle suça karışma oranları da azalmaktadır. Araştırmalar bekar kadınların işlediği suç türlerinin evli kadınlarınkine göre farklılık gösterdiğini ortaya koymaktadır. Özellikle kadının anne olması ve çocuklarının ihtiyaçlarını önemsemesi, özellikle mala karşı suç işlemesini kolaylaştırmaktadır. Kadınlar, özellikle anne oldukları için çocuklarının acil ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla evden ve mağazadan hırsızlık yapabildikleri gibi, çocukların kavgalarına karışıp komşuları ile mahalle kavgaları da yapabilmektedirler. Buna göre, suç işlemede cinsiyet kadar medeni halin de etkili olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün yayınladığı "Kadın ve Çocuk Hükümlüler Anketi 1972" çalışmasının sonuçları, Türkiye'de kadın suçluluğunun kesinlikle şehir suçluluğu olduğunu, araştırma grubundaki 333 mahkûmun 211 'inin şehirde, 122'sinin köyde oturduğunu ortaya koymaktadır. Aynı çalışmanın sonuçları, kadın suçluluğunun ve yaşlarda en yüksek seviyeye ulaştığını, kadınların en fazla adam öldürme ve hırsızlık suçları işlediklerini, %20,7 sinin ilkokul, %0,3 ünün orta okul, %1,2 sinin de lise mezunu olduğunu ve diğerlerinin sadece okuma yazma bilenlerden oluştuğunu ortaya koymuştur ( Devlet İstatistik Enstitüsü, 1973:40). Kadınlar, erkeklere oranla daha fazla kendilerini korumaya yönelik suçlar işlemektedirler. Kısaca söylemek gerekirse, suçlu kadınların şehirde, orta yaşlarda ve düşük eğitim seviyelerinde daha fazla suç işlediklerini söyleyebiliriz. 5. YÖNTEM Saha araştırmamız; Nisan-Mayıs 2010 tarihlerinde Kırıkkale Delice Kadın Kapalı Cezaevi nde kalan 24 kadın mahkûmun tümü ile ve Ankara-Sincan Kadın Kapalı Cezaevi nde kalan kadın mahkûmlardan tesadüfi yöntemle seçilen 96 kişi ile anket ve toplamda 42 kadın mahkumla da mülakat teknikleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir Araştırmanın Amacı Araştırmanın amacı, cezaevinde bulunan hükümlü veya tutuklu kadınların bazı demografik özellikleri ile suç olgusu arasında ilişki olup olmadığının araştırılmasıdır Araştırmanın Varsayımları 1. Suç eyleminde bulunan kadınların eğitim seviyesi düşüktür. 2. Kadın mahkûmların gelir seviyeleri düşüktür. 3. Kadınların suç işleme yaşları erkeklere göre daha ilerleyen yaşlardır. 4. Kadınlar, cana karşı kast suçlarını diğer suçlara göre daha fazla oranda işlemektedirler. 5. Kadınlar, çocuklarının ihtiyaçlarını giderebilmek için hırsızlık, vb. suçları işleyebilmektedirler. 6. Kadınlar bazı suçları meslek olarak algılamaktadırlar Araştırma Bulguları Araştırma grubumuzdaki kadın mahkûmların yaş ortalaması 34,42 dir. En fazla yaş grubu ise yaş aralığında bulunan kadınların oluşturduğu gruptur. Bu grup, 538

18 örneklemimizin de %29,9 unu oluşturmaktadır. Bu da kadınların erkeklere göre daha ileri yaşlarda suç işledikleri yöndeki tezi destekler niteliktedir. Tablo-1. Kadın Mahkûmların Yaş Dağılımı Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde 18 yaş altı 4 3,3 3,4 3, yaş 29 24,2 24,8 28, yaş 35 29,2 29,9 58, yaş 30 25,0 25,6 83, yaş 13 10,8 11,1 94,9 56 ve üzeri yaş 6 5,0 5,1 100,0 Ara toplam ,5 100,0 Cevapsız 3 2,5 Toplam ,0 Tabloya genel olarak bakıldığında, yaş grubundaki kadın mahkûmların, araştırma grubunun %80,4 ünü oluşturduğu görülmektedir. Bilindiği gibi, özellikle ülkemizde kadınlar erkeklere göre daha ileri yaşlarda birey olduklarının farkına varabiliyorlar. Yaşadıklarını hak etmediklerini düşünen kadınlar, çocuklarının kendilerine muhtaç olduklarını düşündükleri sürenin sonuna geldikleri kanaatine sahip olduklarında, hayatlarının yönünü değiştirmelerinin gerekli olduğunu düşündüklerinde, vb. sebeplerle ertelediklerini ve biriktirdiklerini suç davranışı olarak bir süre sonra ortaya koyabilmektedirler. Bu da kadınların erkeklere göre daha ileri yaşlarda suç eylemine karışmasına zemin hazırlayan önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Tablo-2. Kadın Mahkûmların Doğum Yerleri Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde Köy 19 15,8 16,2 16,2 İlçe 39 32,5 33,3 49,6 İl 26 21,7 22,2 71,8 Büyükşehir 30 25,0 25,6 97,4 Yurtdışı 3 2,5 2,6 100,0 Ara toplam ,5 100,0 Cevapsız 3 2,5 Toplam ,0 Araştırma grubumuzdakilerin doğum yerine baktığımızda, kadın mahkûmların en fazla ilçe doğumlu oldukları dikkati çekiyor. 39 kişiden oluşan bu grup, araştırma grubunun %33,3 ünü oluşturmaktadır. Köy ve ilçe gibi küçük yerleşim yerlerinde doğanların toplamda 58 kişi olduğu ve grubun %55,8 ini oluşturduğu görülüyor. Köy ve ilçe gibi küçük yerleşim yerlerinde doğan kadınların, daha fazla suç işledikleri ortaya koyuyor. Bu da bilgisizlikten kaynaklanan sebeplerle kadınların daha fazla suça karışıyor olma ihtimalini akla getiriyor. Genellikle küçük yerleşim yerlerinden büyük şehirlere göç edenler, eğitim seviyeleri de düşük ise yeni göç ettikleri şehir hayatına 539

19 uyma noktasında zorluklarla karşılaşabilmektedirler. Hem eğitim seviyeleri düşük hem de bilmedikleri büyük bir yerleşim yerine göç etmek zorunda kalan, annelik ve çaresizlik kıskacına sıkışan kadın, istenmeyen ve kendisinden beklenmeyen eylemlerin içinde kendisini bulabiliyor. Tablo-3. Kadın Mahkûmların Eğitim Durumu Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde Okur Yazar Değil 25 20,8 21,4 21,4 Sadece Okur Yazar 4 3,3 3,4 24,8 İlkokul 28 23,3 23,9 48,7 Ortaokul 21 17,5 17,9 66,7 Lise 27 22,5 23,1 89,7 Üniversite 11 9,2 9,4 99,1 Yüksek Lisans / Doktora 1,8,9 100,0 Ara toplam ,5 100,0 Cevapsız 3 2,5 Toplam ,0 Araştırma grubumuzdaki kadın mahkûmların eğitim seviyeleri de bu düşüncemizi destekler mahiyettedir. Araştırma grubumuzdakilerin eğitim durumlarına bakıldığında en büyük grubu ilkokul mezunlarının oluşturduğu dikkati çekmektedir. Tabloya genel olarak bakıldığında %23,9 unun ilkokul mezunu olduğu, %21,4 ünün de okuryazar olmadığı görülmektedir. 12 yıl eğitimin zorunlu hale geldiği düşünüldüğünde, tabloda lise mezunu ve lise mezuniyeti öncesindeki eğitim seviyelerinde olanların toplamda %89,7 lik önemli bir grubu oluşturdukları görülmekte. Araştırma grubumuzdakilerin sadece %10,3 lük bir kısmı temel eğitimden sonra olan yüksekokul, üniversite ve lisansüstü eğitim seviyelerinde eğitim aldıklarını belirtmişler. Bu da bizim suça karışan kadınların eğitim seviyelerinin oldukça düşük olduğu yönündeki tezimizi desteklemektedir. Araştırma grubumuzdakilerin medeni hallerine baktığımızda, en büyük grubu %40.2 ile evlilerin oluşturduğu görülmektedir. Evli olanların ve evlilik geçirmiş olanların üzerlerindeki sorumluluğu, özellikle çocukları da olduğunda daha fazla hissettiklerini ve bu sorumluluk hissinin onları daha fazla suça yönlendirdiği kabul edilen bir gerçektir. Araştırma grubumuzda da evli olanların oranı oldukça yüksek çıkmış bulunmaktadır. Parçalanmış aile olarak eşi ölmüş ve eşlerinden ayrılmış olanları bir grup olarak değerlendirecek olursak, ikinci büyük grubu da %31,7 lik bu grubun oluşturduğu görülmektedir. Parçalanmış ailelerdeki kadınlarda da sorumluluğun daha fazla hissedilmesinden kaynaklanan suça yönelme eğilimleri oldukça yüksek çıkmaktadır. Evli ve boşanmış olanların çocuk sayılarına bakıldığında en büyük grubu %28,8 ile bir çocuğu olanlar oluşturmaktadır. Araştırma grubumuzda iki ve üç çocuğu olanlar da %21,9 luk ikinci önemli grubu oluşturmaktadırlar. Grubumuzda 1, 2 ve 3 çocuğu olanların grup içindeki toplam oranları % 72,6 lık çok önemli bir oran oluşturmaktadır. 540

20 Araştırma grubumuzdaki kadınların meslek dağılımı çok çeşitlilik göstermektedir. Bu sebeple de belirli mesleklerde yığılmalar görülmemekte, sadece ev hanımlığı hariç. Bilindiği gibi, Türkiye İstatistik Kurumu son yıllarda ev hanımlığını meslek olarak kabul etmektedir. Mahkûm kadınlar arasında da 47 kişi ev hanımı olduğunu söylemiş ve bunların grup içindeki oranı %39,2. Bu veriler, Türkiye genelinde kadınların ev hanımı olma oranlarının diğer meslek gruplarına göre oldukça fazla olması durumu ile de paralellik göstermektedir. Ayrıca ev hanımlarını suça iten çok önemli sebepler de bulunmaktadır. Ev hanımlarının gelirlerinin olmaması, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamalarının gerekliliğine inanmaları, eşlerinin kendilerine muhtaç ve zorunlu olduklarını düşünmeleri vb. pek çok faktör onları suça yönlendirebilmektedir. Sürekli ve gelir getirici bir işte çalışmayan kadınların ailelerinin gelir seviyelerinin yüksek olmasını beklemek çok da akıllıca olmayacaktır. Ev hanımlığı da kadının ailesinin içinde aktif olarak çalışması, ancak yapmış olduğu bu işten gelir elde etmemesi durumudur. Araştırma grubumuzdaki kadın mahkûmların ailelerinin ortalama aylık gelir seviyeleri de kadınların para kazanarak aile gelirlerini arttırmada çok etkili olmadıklarını göstermektedir. Çünkü kadın mahkûmların ailelerinin gelir seviyelerinin çok iyi düzeylerde olmadığı görülmektedir. Tablo-4. Kadın Mahkûmların Ailelerinin Ortalama Aylık Geliri Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde 600 TL ve altı 25 20,8 29,4 29, TL arası 33 27,5 38,8 68, TL arası 16 13,3 18,8 87, TL arası 7 5,8 8,2 95, TL ve üzeri 4 3,3 4,7 100,0 Ara toplam 85 70,8 100,0 Cevapsız 35 29,2 Toplam ,0 Araştırmaya katılan kadın mahkûmların aylık gelirlerinin ortalaması 1313 TL olup, oldukça düşük olduğu görülmektedir. Ortalama 1000 TL den düşük geliri olduğunu söyleyenlerin grup içindeki oranı %68,2 olarak tespit edilmiştir. Bunların %29,4 ünün 600 ve daha altı seviyede gelirinin olduğuna dikkat edildiğinde, insani yaşama standardının altında gelirlerinin olduğunu ve yaşamlarını ekonomik güçlükler içinde sürdürdüklerini söyleyebilmek yanıltıcı olmayacaktır. Bu veriler, düşük gelir seviyelerindekilerin suça yönelme oranlarının yüksek olduğu yönündeki hipotezi doğrular niteliktedir. Kadın mahkûmların şiddet olgusunu nasıl tanımladıklarını anlayabilmek için, sizce şiddet nedir şeklinde sormuş olduğumuz soruya almış olduğumuz cevaplar son derece anlamlı. Sizce şiddet nedir? sorusuna araştırma grubumuzdakilerin %34.2 si cevap vermek istememiş. Muhtemelen şiddeti, canlarını yakan, cezaevine girmelerine neden olan önemli bir etken olarak değerlendirdikleri için bu soruya cevap vermek istemediklerini kadın mahkûmlarla yapmış olduğumuz görüşmelere dayanarak söyleyebiliriz. Görüşmelerimiz sırasında kendilerine şiddet uygulandığını ve bu 541

21 şiddetlerin cezaevine girmelerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu ve o günleri tekrar hatırlamak istemediklerini söyleyenler oldukça fazla sayıdaydı. Şiddet tanımlamasında ikinci en büyük grubu 22 kişinin, yani araştırma grubunun %18,3 ünün vermiş olduğu fiziksel şiddet cevabı oluşturmaktadır. Bu grup, şiddet denildiği zaman akıllarına fiziksel şiddetin geldiğini belirtmiş. Yine görüşmelerimiz sırasında cezaevine girmeden önce fiziksel şiddete çok fazla uğradıklarını, dolayısı ile de şiddet olarak fiziksel şiddeti algıladıklarını söyleyenlerin sayısı önemli miktardaydı. Pek çok insan hala psikolojik, ekonomik, sosyal, vb. şiddet şekillerini şiddet olarak nitelendirmemektedir. Onların değerlendirmeleri ile sadece fiziksel şiddet, şiddet olarak algılanmaktadır. Araştırma grubumuzda bir yıldan daha az süredir cezaevinde kalanlar, grubun %35,9 unu oluşturmaktadır. Beş yıldan daha az süredir cezaevinde kalanlara bakıldığında grubun %89,3 lük çok büyük bir kısmını oluşturdukları görülmektedir. Grubun genelinde 12 ay ile 24 ay arasında cezaevinde kalanların % 27,2 ile en büyük grubu oluşturdukları dikkati çekmektedir. 10 yıldan daha fazla süredir cezaevinde kalanların %3,9 luk küçük bir dilimi oluşturdukları görülüyor. Tabloya genel olarak bakıldığında, kadınların cezaevinde uzun süre kalmayı gerektiren suçları daha az işlediklerini söyleyebilmek mümkün. Çalışmanın teorik kısmında kadınların genellikle anneliğin sorumluluğundan dolayı hırsızlık, dolandırıcılık, vb. suçları daha fazla işlediklerini söylemiştik. Bu suçların cezaları da çok uzun yıllar cezaevinde kalmayı gerektirmemektedir. Araştırma bulgularımız da bunu destekler mahiyette çıkmıştır. Yine kadınların eşleri ve metreslerine karşı adam öldürme ve yaralama suçlarını işlediklerini belirtmiştik. Bu suçları işleyenlerin cezası de hiç şüphesiz uzun yıllar cezaevinde kalmayı gerektirmektedir. Kadınların isnat edilen suç türlerine bakıldığında, en büyük oranı cinayet isnadıyla cezaevinde olanların oluşturduğu görülmektedir. Araştırma grubunun %16,7 si cinayet isnadıyla cezaevinde kaldığını belirtmiş. Daha önce de söylediğimiz gibi kadınlar daha fazla cana karşı işlenen suçları işlemektedirler. Çünkü kadınlar çalışma hayatında çok fazla yer almamakta, ev dışındaki insanlarla çok fazla muhatap olmamaktadırlar. Bu sebeple de kadınlar diğer suçlularda olduğu gibi daha çok muhatap oldukları insanlara karşı suç işlemektedirler. Araştırma grubumuzda %4,2 oranında adam öldürmeye tam teşebbüs ve yaralama suçlarıyla cezaevinde bulunanlar var. Cana karşı işlenen suçlar olarak değerlendirildiğinde cinayet, adam öldürmeye tam teşebbüs ve yaralama suçlarından ceza evinde olduğunu söyleyenlerin toplam sayısı 30 ve grup içindeki oranları da %25,1 olarak tespit edilmiştir. Kadınların cana karşı işledikleri suçları ani bir kararla yaptıklarını, dolayısı ile de bu tür suç işleyenlerin daha önceden aynı suçları işleme oranlarının son derece düşük olduğunu belirtmiştik. Çapraz tabloya genel olarak baktığımızda, hipotezimizin doğrulandığını görüyoruz. Cinayetten ve adam öldürmeye tam teşebbüsten hüküm giyenlerin tamamının daha önceden tutuklanmadıklarını veya hüküm giymediklerini ifade ettiklerini görüyoruz. Sadece adam yaralama suçundan hüküm giyen kadınlardan birisinin, daha önceden de sabıkası olduğunu ifade ettiği dikkati çekiyor. Kadınların annelik duygusu ile çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sık sık suça karışabildiğini, bu suçların da genellikle hırsızlık, gasp, vb. olduğunu söylemiştik. Araştırma grubumuzda 37 kadın hırsızlık, gasp ve dolandırıcılık sebebiyle cezaevinde olduğunu söylemiş ve bunların grup içindeki oranları da %30,9 olarak 542

22 bulunmuştur. Kadınlar çocuklarının ihtiyacı olduğunda ve kısa sürede de para bulmaları gerektiğinde bu tür suçlara yönelebiliyorlar, hatta yaptıklarını suç olarak değil de meslek olarak ifade edebiliyor ve tekrar tekrar aynı suçları işleyebiliyorlar. Hangi suç isnadıyla cezaevinde oldukları ve daha önceden de cezaevine girip girmedikleri ile ilgili çapraz tabloya baktığımızda, uyuşturucu isnat edilenlerin %11,8 i, dolandırıcılık isnat edilenlerin %12,5 i, gasp isnat edilenlerin %33,3 ü, hırsızlık isnat edilenlerin de %47,1 i, daha önceden de ceza evine girdiklerini beyan ettikleri dikkati çekiyor. Mahkûm kadınların %10,8 i kendilerine isnat edilen suçu söylemek istememiş. Görüşmelerimiz sırasında kadınların işledikleri suçları söylemek konusunda son derece çekingen olduklarını, ancak birkaç kez sorduktan sonra zorlanarak isnat edilen suçlarını söyleyebildiklerine şahit olduk. Kadın mahkûmlar, görüşmelerimiz sırasında özellikle işlemiş oldukları suçları çocuklarının duymasını istemediklerini, çocuklarının kendilerini suçlu olarak hatırlamaması için çaba gösterdiklerini, hatta bazıları çocuklarının ziyarete gelmesini bile istemediklerini, ceza evinde olduğunu bilmelerini istemedikleri için çocuklarına başka bir yere gittiğini söylettiğini ifade ettiler. Yine görüşmelerimiz sırasında, işlemiş oldukları suçlar sebebiyle çocuklarının toplum tarafından dışlanmaması, etiketlenmemesi, çocuklarının gelecekte suçlu bir annenin çocuğu olarak değerlendirilerek özellikle evlilik hayatlarının olumsuz etkilenmemesi için suçlarının gizli kalmasını istediklerini belirttiler. Tablo-5. Kadın Mahkûmlar Daha Önceden Herhangi Bir Suç İsnat Edilerek Tutuklandı mı veya Hüküm Giydi mi? Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde Hayır 92 76,7 81,4 81,4 Evet 21 17,5 18,6 100,0 Ara toplam ,2 100,0 Cevapsız 7 5,8 Toplam ,0 Kadın mahkûmların daha önceden bir suç isnat edilerek tutuklandıkları veya hüküm giyip giymedikleri yönündeki sorumuza vermiş oldukları cevaplara baktığımızda, bu soruya yanıt verenlerin %18,6 sının cevabının evet, %81,4 ünün cevabının da hayır olduğunu gördük. Görüşmelerimiz sırasında kadınlar, genellikle istemeden ve plansız bir şekilde suç işlediklerini söylediler. Ancak bazı kadın mahkûmlar, özellikle de hırsızlık, gasp, dolandırıcılık, fuhuş, vb. suçlardan cezaevinde olanlarla yapmış olduğumuz görüşmelerimiz sırasında, yaptıklarını meslek olarak değerlendirdiklerini, meslekleri ile ilgili soruya hırsızlık veya yankesicilik gibi cevaplar verdiklerine şahit olduk. Suç türlerini meslek olarak değerlendirenler, genellikle bu mesleği aile olarak yaptıklarını, bu sebeple de sık sık cezaevine geldiklerini ifade ettiler. Hatta bu tür cevapları verenler, aynı anda aynı cezaevinde ailelerinden birkaç kişinin olduğunu, bu sebeple de ceza evinde kalırken fazla zorluk ve yalnızlık çekmediklerini ifade ettiler. Hatta görüşmecilerimizden birisi, aynı anda cezaevinde bulunan bütün aile fertlerini bir arada toplamadıkları için cezaevi yöneticilerinden şikâyetçi olduklarını dile getirdi. Bu grup, isnat edilen suçlarını meslek olarak değerlendirdikleri için, cezaevine girmeyi de 543

23 mesleklerinin bir parçası olarak değerlendirmekte ve gerektiğinde cezaevine girmekten imtina etmediklerini dile getirdiler. Tablo-6. Kadın Mahkûmların Birinci Derece Akrabalarından Daha Önceden Cezaevine Giren Var mı? Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde Hayır 72 60,0 62,6 62,6 Evet 43 35,8 37,4 100,0 Ara toplam ,8 100,0 Cevapsız 5 4,2 Toplam ,0 Birinci dereceden akrabalarından daha önce cezaevine giren olup olmadığı ile ilgili soruya kadın mahkûmların %37,4 ü evet cevabı vermiş. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz sebeplerle, toplumun suç olarak değerlendirdiğini meslek, hatta aile mesleği olarak değerlendirdikleri için, bu tür suçları işledikleri için ceza evinde olanların, ailelerinde daha önce suç işleyenlerin olduğunu söyleyenlerin sayısı oldukça fazla. Uyuşturucu suçundan cezaevine girdiğini söyleyenlerin %50 sinin, gasptan cezaevine girdiğini söyleyenlerin %41,7 sinin, hırsızlıktan ceza evine girdiğini söyleyenlerin de %58,8 inin, ailelerinde daha önceden herhangi bir suçtan dolayı cezaevine girenlerin bulunduğunu belirtmeleri de bu tür suçları işleyenlerin işledikleri suçları ailelerindeki diğer bireylerle birlikte işlediklerini ve yaptıklarını meslek olarak algıladıklarını, cezaevine girmeyi de mesleklerinin bir gereği olarak algıladıkları yönündeki görüşmelerden elde etmiş olduğumuz verileri de desteklemektedir. Tablo-7. Kadın Mahkûmların Aileleri veya Yakın Çevreleri Tarafından Şiddete Maruz Kalıp Kalmadığı Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Toplam Yüzde Hayır 69 57,5 60,0 60,0 Evet 46 38,3 40,0 100,0 Ara toplam ,8 100,0 Cevapsız 5 4,2 Toplam ,0 Kadın mahkûmlara aileniz veya yakın çevreniz tarafından şiddete maruz kaldınız mı şeklindeki sormuş olduğumuz soruya %40 ı evet cevabını vermiş. Suçun ve şiddetin öğrenilmiş bir davranış olduğu kabul edilen bir teoridir. Buna göre şiddeti uygulayanların, şiddet de uyguladığı yönündeki tezi araştırma bulgularımızın da desteklediğini söylemek mümkündür. SONUÇ Kadın suçluluğunda çok sayıda faktör etkili olmasına rağmen ekonomik, sosyal, siyasal faktörlerin etkisinin daha fazla olduğu kabul edilmektedir. Kadınların ekonomik hayatın içinde daha fazla yer almaya başlaması ile birlikte, kadınların suça 544

24 karışma oranları arasında paralelliğin olduğu bilinmektedir. Ancak kadın suçluluğundaki artışları birkaç faktörle açıklamanın mümkün olmadığını bilmek gerekir (Akpolat, 201:21). O halde Türkiye deki kadın suçluluğunu da sadece medeni hal, eğitim, meslek, yerleşim yeri, vb. faktörlerle açıklamak mümkün değildir. Türkiye deki kadın suçluluğu da kadının yaşama standardının değişmesine bağlı olarak hızlı bir ivme kazanmıştır. Kadının kamusal alanda edinmiş olduğu konumu, ailesi ve yakın çevresi ile ilişkileri, ruh sağlığı, vb. pek çok faktör, kadının demografik özellikleri ve kişiliği ile farklılık ortaya koymuş, bu da suç oranlarına yansımıştır (Yücel, 1973:80). Türk sosyo-kültür yapısında kadın suç oranları, her zaman erkek suç oranlarının gerisinde kalmıştır. Ancak az da olsa her dönemde kadın suçluluğu görülmüştür. İşlenen suç türleri ve sebepleri arasında farklılıklar olsa da kadınları suça yönelten ortak etkenlerin olduğu bilinmektedir. Kadının eğitim seviyesinin düşüklüğü, yoksulluğu, geleneksel rolleri ile yaşadığı dünyanın arasında sıkışıp kalmışlığı, kendisinden beklenenler ile yapabileceklerinin paralellik gösterememesi, vb. pek çok faktör kadını suç işlemeye istemeden de olsa mahkûm edebilmektedir. Ankara Sincan ve Kırıkkale Delice Cezaevinde yapmış olduğumuz araştırma sonuçlarımız da bu varsayımları destekler mahiyettedir. Türk toplumu kadına eş, özellikle de anne olmasından dolayı özel bir statü ve önem atfetmiştir. Bundan dolayı da kadın erkeğe göre daha fazla korunan kollanan konumundadır. Ancak her zaman şartlar istendiği yönde gelişmeyebiliyor ve istenmeyen olaylar yaşanabiliyor. Gönül, kadınların her birinin, Türk toplumunun kendilerine atfettiği kutsiyete uygun hayat sürmesini istiyor. Eğer araştırma bulguları, yetkililer tarafından gereken önem verilerek değerlendirilecek olursa, oluşturulacak eğitim, ekonomik, sosyal, siyasal vb. politikalarla kadınlar cezaevinde değil, evlerindeki ve toplumdaki önemli görevlerinin başında ve önemli fonksiyonların ifasında olacaklardır kanaatindeyiz. KAYNAKLAR AKPOLAT, Yıldız (2010), Suça Yönelik Kadınlar. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları. BALCIOĞLU, İbrahim (2011), Şiddet ve Toplum. İstanbul: Bilge Yayınları. DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ (1973), Kadın ve Çocuk Hükümlüler, Sosyo-Ekonomik ve Psiko-Sosyal Nitelik ve Hüküm Nedenleri Araştırması. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları. DOLU, O, Ş. Uludağ, C, Doğutaş (2010), Suç Korkusu: Nedenleri, Sonuçları ve Güvenlik Politikaları İlişkisi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. Cilt:65, Ocak_Mart 2010, Ayrı Basım, s DÖNMEZER, Sulhi ve Sahir Erman (1981), Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku. Cilt:2, İstanbul: Filiz Kitabevi. DÖNMEZER, Sulhi (1984), Kriminoloji. İstanbul: Filiz Kitapevi DUYAN, Gülsüm Çamur (2011), Kadın Yoksulluğu. Ankara: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Yayınları. 545

25 EREM; Faruk (1984), Türk Ceza Hukuku; Hümanist Doktrin Açısından Genel Hükümler. 1.Cilt, Ankara: Seçkin Kitabevi. İÇLİ, Tülin (2007), Kriminoloji. Ankara: Seçkin Yayınları. İÇLİ, Tülin (1983), Türkiye'de İntiharların Bölgesel Dağılımı. Ankara: Hacettepe Üniversitesi. KAZGAN, Gülten (1982), "Türk Ekonomisinde Kadınların İşgücüne Katılması, Mesleki Dağılımı, Eğitim Düzeyi ve Sosyo-Ekonomik Statüsü", içinde N. Abadan Unat (Der.), Türk Toplumunda Kadın. Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını. NİRUN, Nihat (1972), Sosyal Sistemlerde Sapmalar. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. ÖĞÜN, Aslıhan (1988), Sosyal Değişme Süreci İçinde Kadın Suçluluğu Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. Cilt:5, Sayı:2. ÖZBAY, Ferhunde (1982), "Türkiye de Kırsal, Kentsel Kesimde Eğitimin Kadınlar Üzerindeki Etkisi", ", içinde N. Abadan Unat (Der.), Türk Toplumunda Kadın. Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını. SENCER, Yakut (1979), Türkiye'de Kentleşme. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları No. 345 TÜRKİYE ÇEVRE SORUNLARI VAKFI (1985), Türk Kadını nın Hukukî Statüsü ve Nüfus Planlaması, Türkiye'de Nüfus Planlaması- Kadın ve Hukuk. Ankara: Türkiye Çevre Vakfı Yayını. UNAT ABADAN, Nermin (1982), "Toplumsal Değişme ve Türk Kadını". içinde N. Abadan Unat (Der.), Türk Toplumunda Kadın. Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayını. YÜCEL, Mustafa, (1973), Suç ve Ceza Anatomisi. Ankara: Yarı Açık Cezaevi Yayınları. 546

26 RİSK ALTINDAKİ ÇOCUKLARIN AİLE YAPILARI VE SUÇA YÖNELİMLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ (MERSİN İLİ ÖRNEĞİ) Yrd. Doç. Dr. Mehmet GÜNGÖR 1 Özet Bu çalışmanın amacı, Mersin İlinde risk altında olan, sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç ve suçlulukla ilgili durumlarının aile yapıları ile ilişkilerinin incelenmesi ve risk altında oldukları bilinen ve sokakta yaşayan/ çalışan çocuklarda görülen şiddet eğilimlerinin nedenleri üzerine dikkat çekmeye çalışmaktır. Mersin İli özellikle son otuz yıllık bir süre içerisinde yoğun olarak göçe maruz kalmış, bunun sonucu olarak ekonomik, kültürel, sosyal problemlerin yaşanması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu durumdan en fazla etkilenen toplumsal kurum "aile"dir. Hızlı yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümler ailelerin yaşam koşullarını da etkilemektedir. Ailelerin yanı sıra özellikle çocuklar bu durumdan kaçınılmaz olarak etkilenmektedir. Araştırma Mersin ilinde göçle kurulmuş mahallelerde yaşayan/ okuyan ve genellikle sokakta çalışan 510 çocuk üzerinde yüz yüze görüşme ile anket uygulanmıştır. Sonuçlar SPSS 11.5 programı ile analiz edilmiştir. Risk altındaki çocukların sağlıklı bir aile yapısı içerisinde büyüme ve kendilerini gerçekleştirme gibi temel çocuk haklarından yoksun kalmalarının yaratacağı toplumsal travmaları önleyecek olanda yine ailenin kendisidir. Mersin in bu sorunu yaşayan bir il olması nedeniyle yapılan araştırmanın sonuçlarının sorunun çözümüne yapacağı katkı yadsınamaz. Anahtar Sözcükler: Suç, Çocuk suçluluğu, Sokak çocukları. JUVENILE DELINQUENCY AS UNIVERSAL PROBLEM AND CHILDREN WORKING AND LIVING OUTDOORS Abstract The purpose of this study is to define the children who work and/or live in the street sand to emphasize that they form a risky group in society. There is a meaning full relationship between their standards of life and crime rate. The literature about crime and children states various reasons for children to commit a crime. The reasons of why children live and/or work in the street are also valid for why they commit crimes. The research about the children under the risk explains the reasons for living and/or working in the street are economic, social and cultural basis. They also state the family as another reason. Criminal literature supports these explanations. This research studies the relationship between the tendency of street children to commit a crime and their social environment and it includes the analysis of questionnaires and inter views with 510 children who live and work in the streets of Mersin. Keywords : Crime, Child Criminality, Children Living /Working in The Streets. 1 Yrd.Doç.Dr., Mersin Üniversitesi, megungor06@hotmail.com 547

27 Giriş Bütün toplumlar işleyişleri sağlayıp devamlılıklarını sürdüren bir takım kurallarla üyelerinin davranışlarını yönlendirmeye çalışırlar. Bu kurallar özellikle ikincil ilişkilerin hâkim olduğu toplumlarda genellikle yazılı kurallar, birincil ilişkilerin hâkim olduğu küçük kır toplumlarında da yazısız kurallar yani örf, adet, gelenek ve görenekler olarak kendisini hissettirir. Bütün bu kurallar toplumun düzenini sağlamak ve korumak amacından ortaya çıkmıştır. Bu amacın gerçekleşmesi de belirlenen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesiyle sağlanır. Hukuk kuralları ne kadar titiz hazırlanırsa hazırlansın, gerçek, sapmış davranışın ya da sapkın davranışın dün olduğu gibi gelecekte de var olacağıdır. Emile Durkhiem ın çalışmaları çağdaş sapma/ sapkınlık analizlerinde en verimli başlangıç noktası sayılmaktadır: Anomi (en belirgin bir şekilde hızlı toplumsal değişim zamanlarında gözlemlenen normsuzluk ve çöküntü halidir) ve sapma/sapkınlığın işlevlerine ilişkin değerlendirmeleri önem taşımaktadır. Anomi kavramı, bir toplumsal yapı ya da toplumsal düzen içerisindeki bir gerilimi, bir çöküşü gösterir. Bir kişilik tipi olarak sapkınlığı odak noktasından çıkarıp, dikkatleri belli türde toplumsal yapıların bir özelliği olduğu önermesine çekmiştir (Gordon,1998).Durkhiem Sosyolojik Yöntemin Kuralları nda, suçun normal olduğu, çünkü suçtan arınmış bir toplumun kesinlikle düşünülemeyeceğini (2003) ifade eder. Sapkınlık bir toplumun var olma koşulları ile bağıntılıdır. Sapkınlığın olmaması bir anormallik ya da kendi içinde patolojik bir şeydir ve her toplum sapkınlığa ihtiyaç duyar. Anomi ya da sapmanın, suç kavramının anlaşılmasında bir işleve sahip olduğunu ve kavramın hem hukuksal hem psikolojik hem de sosyolojik boyutlarının birbirini tamamlayan/ ayırt eden yaklaşımları içerdiğini belirtmek gereklidir. Suç, kişisel alanı aşıp kamusal alana giren ve yasak olan kural ya da yasaları çiğneyen, buna bağlı olarak meşru cezaların uygulandığı ve kamusal otoritenin (devlet ya da yerel kuruluşun)müdahalesini gerektiren fiillerdir (Gordon, 1998). İçli de, Kriminoloji adlı çalışmasında suçu şu şekilde tanımlamaktadır: Topluma zarar verdiği ya da toplum için tehlikeli olduğu yasa koyucu tarafından kabul edilen ve belirtilen eylem, davranış ve hareketlerdir (1999). Genel olarak suç kavramının insanlar topluluklar halinde yaşamaya başladıkları andan günümüze kadar var olduğu ve ilerde de var olacağı kabul edilir. Toplumlar suçlu davranışı ve suçlu davranışın nedenlerini tarihsel süreç içerisinde içinde ulaşmış bulundukları sosyal, politik ve ekonomik gelişim düzeylerine göre farklı yorumlamışlardır (Ulugtekin,1985). Çocuk, doğduğu anda ne iyi nede kötü bir varlık olup yetişkinler gibi çevresiyle etkileşim halinde olan ve her an gelişen bir varlıktır. Onun iyi ya da kötü olmasını belirleyen yaşantılarıdır. Aile, çevre, ekonomik yapı, eğitim bu yaşantıların belirleyicilerini oluşturur. Çocuğun suç ile tanışması toplumsal bir sorundur. Yani çocuk suçluluğu kavramının kökeni hukuksal olmaktan çok sosyolojik ve psikolojiktir. Işıktaç (1999) çocuğun suç işlemesinin ya da suça yönelmesinin nedenleri: *Çocuğun yapısal özellikleri, yetenekleri ile ilgili etmenler, *Çocuğun gelişimini etkileyen çevresel etkenler, özellikle içinde yetişip büyüdüğü aile ve sosyo-kültürel çevre, *Kendisinin ve ailesinin yaşam koşulları olarak belirlemektedir. 548

28 Bu etkenlerin birbirlerinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe olduğu gerçektir. Suç bu etkenlerin olumsuz etkisinin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuğun içine doğduğu ve birey olduğu aile yapısının tipi, ailenin ekonomik gücü, çevresinde oluşturulan denetim mekanizmaları, çocuğun kendi sosyal çevresinin/ grubun değer yargıları, normları suça ortam hazırlayan etkenlerdir. Çocuk suçluluğunun nedenlerini; kişi ve kişiliğe bağlı, çocuğun zekâ seviyesi, ailenin yapısı, okul, akran grubu, çalışma koşulları gibi nedenlerle açıklamak da olasıdır. Yavuzer, çocuk suçluluğu diğer suçlardan farklı olmasa bile çocuğun yaşının ilerlemesi nedeniyle toplum için ciddi sorunları da içinde barındırmasından dolayı kaygı verici (1981) olarak değerlendirir. Bugün Türk hukuk sistemine göre suçlu çocuk, yürürlükteki ceza yasaları göz önüne alındığında 18 yaşını doldurmamış ancak suç sayılan bir davranışı gerçekleştirmiş kişidir. 11 yaşını doldurmamış olan çocuklar suç işleseler bile cezai ehliyeti olmadığından cezalandırılamazlar. Sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç ile ilişkileri bakımından ele alındıkları bu çalışmanın temel sayıltısı, sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç işleme eğilimleri, içinde bulundukları yaşam koşulları ve sokağa düşme nedenleriyle paralellik taşır şeklinde ifade edilebilir. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar olgusu, dünya gündeminin en üst sıralarında yer alan ve öncelikli çözüm bekleyen ekonomik ve toplumsal bir sorundur. Bugün dünyada 200 milyon kadar çocuk yeterli eğitimden, sağlık hizmetlerinden ve temel haklardan yoksun bir şekilde sokaklarda bulunmaktadır. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar sorununu, sadece ülke merkezli göç, işsizlik vb. nedenlerle açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Çünkü ülke sorunlarını, günümüz dünya sorunlarından soyutlayarak açıklamak çözüm üretmek için üretilen çalışmaları zorlamaktadır. Toplumsal ya da bireysel bir sorunun ne liğine ilişkin tüm sorulara verilen yanıt oranı, o sorunun çözümü ile ilgili elde edilecek ipuçlarının tespiti ile paralellik gösterir (2007). Bu bağlamda multidisipliner bir sorun olan sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar sorunu ülke ve dünya sorunlarından soyutlanarak ele alınamaz. Literatürdeki tanım ve sınıflamalar göz önüne getirildiğinde, 'sokak çocukları' kavramının 'şemsiye sözcük' işlevi üstlendiği söylenebilir. Bu şemsiye altında (sokakta çalışan, sokakta yaşayan, suça karışan, dilenen ve başıboş dolaşan çocuklar gibi) çok çeşitli çocuk grupları yer almaktadır. UNICEF sokak çocuklarını zamanlarının büyük bir bölümünü sokakta geçiren, herhangi bir korumadan ve yetişkinlerin doğrudan desteğinden yoksun çocuklar olarak tanımlamaktadır. Çocuk ile ailesi arasındaki bağı ölçüt alan sınıflama üç gruptan oluşmaktadır. Buna göre, gündüzleri sokakta çalışıp geceleri evlerine dönen çocuklar, sokaktaki çocuklar (children on the street) olarak; aile bağları düzensiz ya da yetersiz olanlar, sokak çocuğu olmaya adaylar (children in the street) olarak; sorumlu yetişkinlerin korumasından ve yol göstericiliğinden yoksun olan, yaşamları ve yaşam kaynakları açısından sokağı mesken haline getirmiş olanlar da sokak çocukları (children of th street) olarak sınıflandırılmaktadır (UNICEF, 1998). Sokak Çocuğu gibi geniş anlamda çoğu zaman da yanlış kullanılan bir kavramı tek başına birkategori olarak adlandırmakta araştırmacılar güçlük çekmekteler. UNİCEF sokak çocukları kavramını çocukların aileleriyle olan ilişkilerinin düzeyine göre üç kategoride tanımlamaktadır. Grup 1: Aileleriyle sürekli ilişkisi olan çocuklar sokakta çalışan çocuklardır. Günlerini sokakta çalışarak geçirseler de ailelerinin koruması ve denetimi altındaki çocuklardır. 549

29 Grup 2: Aileleriyle zaman zaman ilişki kuran sokaktaki çocuklardır. Bu çocukların aile bağları zayıflasa da tümüyle kopmamıştır. Kendilerini halen ana-baba kardeşleriyle özdeşleştirmektedirler. Gününü sokakta bir şeyler satarak ya da dolaşarak geçiren, geceleri çoğu zaman evlerinde geçiren çocuklardır. Grup 3:Aileleriyle hiç ilişkisi olmayan sokakların (sokağın) çocuklarıdırlar. Genelde toplumun en yoksul kesiminin ve parçalanmış ailelerin çocuklardır. Ailelerinden ya zorla ya da kendi istekleriyle ayrılan bu çocuklar günün 24 saatini sokakta geçiren sokağın çocukları dır. (Sokakta Yaşayan Çocuklar). Ülkemizde son yıllarda sayıları hızla artan sokağın çocukları, evinden atılan, kaçan, ailesi olmayan veya ailesi tarafından tamamıyla başıboş bırakılan çocuklardan oluşmaktadır. Sokakta marjinal işlerde çalışan\çalıştırılan çocuklarla sokağın çocukları arasında çok ince bir çizgi vardır ve sokağın acımasız zor koşullarında çalışan çocuklar, hızla sokağın çocukları olabilmektedir. Avrupa Konseyi Sokak Çocukları Çalışma Grubu da; 18 yaşının altında bulunan kısa ya da uzun süreli sokak ortamında yaşayan çocukları sokakta yaşayan çocuk olarak tanımlamaktadır. Buradaki tanımlamalar sonucunda sokakta çalıştırılan/yaşayan çocukların toplumda kimsesiz çocuklar-korunmaya muhtaç çocuklar olarak bilinen grupla birebir aynı olmadığı anlaşılmalıdır. Çünkü sokakta çalıştırılan/yaşayan çocukların çoğunluğunun ailesi (anne-babası, annesi veya babası)bulunmaktadır. Bununla birlikte çocuk suçluluğuna konu olan sokakta yaşayan ve çalışan çocukları suç ile olan ilişkilerini betimlemek açısından kendi içinde şu şekilde sınıflandırabiliriz: Suça İtilen Çocuklar veya Yasayla İhtilafa Düşen Çocuklar diyebileceğimiz çocuklar gerek sokakta yaşamaları gerekse de sokakta çalışmaları nedeniyle suça maruz kalabilmekte ve suç eğilimi geliştirebilmektedirler. Bu çocuklar, bir kısım şahıslar, çete ve gruplar tarafından kapkaç ve gasp gibi işlerde de kullanılabilmektedir. Uçucu ve Uyuşturucu Madde Kullanan Çocuklar: Sokakta yaşayan/çalışan çocukların bir bölümü ve ailesiyle kalan bazı çocuklar aile içi şiddet, ihmal, istismar ve ilgisizlik sebebiyle uğradıkları travma sonucu uçucu ve uyuşturucu madde kullanmaktadırlar. Bu çocuklar madde kullanarak korkularını, üşüme hislerini, açlıklarını ve sevgisizliklerini bastırmaya çalışmaktadırlar. Çocuk Pornosu ve Fuhuş a Bulaşan Çocuklar: Sokakta çalışan/yaşayan özellikle kız çocuklarının önemli bir kısmı zamanla fuhuş a bulaşabilmekte ayrıca sokakta çalışan/yaşayan çocuklar çocuk pornosunda da kullanılabilmektedirler. Dilenen Çocuklar: Bu grupta hem sokakta yaşayan hem de sokakta çalıştırılan çocuklar bulunabilmektedir. Daha çok aileleri ya da bir başkaları adına yalnız veya grup olarak organize şekilde dilenen çocuklardır. Sokak Çeteleri: Genellikle 15 yaş üstü çocuklardan oluşan ve organize şekilde sokakta bulunan bir gruptur. Bir kısmı geçici olarak ailelerinden uzaklaşmış bir kısmı ise ailesiyle yaşamaktadır. Agresiftirler, zaman zaman organize suç grupları tarafından kullanılabilmektedirler (Bilgili, 1996). Başıboş Çocuklar: Günübirlik ya da saatlik olarak genellikle ailelerinden habersiz evden ya da okuldan kaçan ve amaçsız bir şekilde sokaklarda dolaşan çocuklardır. Bu durum çocukların sokak serüvenlerinin başlangıcı olabilmekte ve sokak çetelerinden etkilenmelerine olanak sağlayabilmektedir (Bilgin, 2000). Sokak çocukları kavramı içerisinde değerlendirilen çocuklar yoğun bir hareketlilik gösterirler, durağan değildirler. Buna göre yukarıda sayılan çocuk grupları arasında ince çizgiler söz konusudur. Dolayısıyla çocuklar açısından her an için bir 550

30 gruptan diğerine geçiş söz konusu olabilmektedir. Bu durum söz konusu çocukların tanımlanmaları yanında sayısal betimleme açısından da zorluk yaratmakla birlikte, yapılacak çalışmalarda konunun bir bütünlük içinde ele alınması ve tüm grupların göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir. Bu betimlemeler sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç kavramı ile plan ilişkilerinin irdelenmesinde aydınlatıcı olacaktır. Sokakta çalışan/ çalıştırılan ve sokakta yaşayan çocuklar sorunu yalnızca çok sayıda çocuğun yasa dışı çalışması, toplumsal yapının ve toplumsal kurumların dışında kalmaları nedeniyle değil, yaptıkları işlerin çeşidi ve sokakta bulunma koşullarının çoğu zaman ihmal, istismar ve sömürüye dayalı olması nedeniyle çok boyutlu değerlendirilmesi gereken karmaşık bir sorundur. Çocukların neden sokaklarda çalıştığı/ çalıştırıldığı ya da sokakta yaşamaya mecbur kaldıklarının kavranması ise bu olguyu destekleyen ya da oluşturan ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel nedenlerin ortaya konulmasıyla mümkündür. Türkiye de de sokakta çalışan/ çalıştırılan ve yaşayan çocukların büyük kentlerin önemli bir sorunu olarak kabul edilmesi, büyük oranda 1990 lı yıllarda başlayan güvenlik nedeniyle olan göç süreci sonrası çocuk sayısının hem artması hem de kişisel gelişimlerini engelleyecek türde iş çeşitlerinin ortaya çıkması ile birlikte gerçekleşmiştir. Gerek sokakta çalışan/ çalıştırılan, gerek sokakları mekân edinerek günlük yaşamlarını sokağın kendilerine sunduğu kadarıyla yaşayan çocuklar, bizlerin hala merhamet ya da kızgınlıklarımızla tanımlamaya, anlamaya çalıştığımız ama hep bizim dışımızda, ötekileştirdiğimiz dir (Karatay, 1999). Mersin ili de ülkenin toplumsal, siyasal, ekonomik yapısına uygun olarak söz konusu sorundan üstüne düşeni fazlasıyla almış ve yaşamaktadır. Mersin, suç istatistikleri bağlamında çocuk suçluluğunun önde gelen illerindendir, bunun en önemli nedeni, 1980 li yıllardan itibaren başlayan göçtür. Yoğun olarak yaşanan göç, işsizlik, ekonomik yoksunluk-yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlik göç edilen yerlerde de ortadan kalkan sorunlar değildir. Aksine daha da derinleşerek yaşanmaktadır. Bu durumdan en çok etkilenen grup ise çocuklardır. Çocukların yeni yaşam tarzına uyum sürecinde yaşadıkları kültürel çöküntü, suç olgusunu daha da dikkatle incelenmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkarmaktadır. Sokakta yaşayan ve çalışan çocukların bu şartlar altında suç ile tanışmaları ve suç işlemeleri, sokağın sağladığı sınırsız ve sorumsuz özgürlük ile daha da kolaylaşacaktır. Yöntem Dünya da 15 yaşından küçük yaklaşık 500 milyona kadar çocuk çalışmakta ya da çalıştırılmaktadır. Çalışan çocukların %98 i de üçüncü dünya ülkelerindedir yaş arasındaki çocukların %11 de üretimde yer almaktadır. DİE (1999) verilerine göre ise (1999); Türkiye de 6 17 yaşları arasındaki 16 milyon 88 bin çocuktan, 1 milyon 635 bini (%10,2) ailelerinin geçimini sağlamak ya da buna katkıda bulunmak için çalışmakta veya çalıştırılmaktadır. Ancak bunların informel sektörlerde çalıştığı dikkate alındığında, çalışan çocuk sayısının resmi istatistiklere tam olarak yansımadığı söylenebilir. Üstelik yasal düzenlemeler tamamen çalışma ilişkileri içerisindeki çocukları tanımlamaktadır. Sokakta çalışan/ çalıştırılan çocukları kapsayıcı herhangi bir düzenleme zaten söz konusu değildir. UNICEF in sokakta bulunan çocukları, aileyle ilişki ve sokağı kullanım temelinde tanımlayarak, tümünü sokak çocukları üst başlığı altında değerlendirdiği; oysa sokakta çalışan çocuk gruplarıyla sokakta yaşayan çocuk gruplarının, sokakta 551

31 bulunma nedenleri, bulunma süreleri, yaşam tarzları, diğer insanlarla kurdukları ilişkilerin son derece farklı olduğu bilinmektedir14. Bu araştırmada kavram karmaşasına düşmeden sokakta çalışan, çalıştırılan ve yaşayan çocukların sınırlayıcı bir tanımı yerine, çalışma nedenleri, aileleri ile ilişkileri, sokakta bulunma süreleri, yaşam tarzları gibi nitel özellikleri ortaya konularak betimlenmeye çalışılmış ve suç kavramı ile ilişkileri irdelenmiştir. Aile bilgileri, göç, çalışan çocuğa ait bilgiler, yaptıkları işin türü, suç, madde bağımlılığı ve geleceklerine ilişkin beklentileri konu başlıkları altında yer alan 97 maddeden oluşan anket, yüz yüze görüşülerek uygulanmıştır. Yaklaşık 50 çocuk üzerinde ön deneme uygulaması yapılan ankette, anlaşılamayan maddelerde düzeltme yapılmıştır. Daha sonra anket 517 bireye uygulanmıştır. Çalışılan grubun özelliğinden kaynaklı olarak herhangi bir seçkisiz örnekleme yoluna başvurulmamıştır. Örneklem ulaşılabilen ve gönüllü olarak katılmak isteyen bireylerden oluşmaktadır. Ancak Mersin de çocukların yoğun olarak çalıştığı bölgelerde yer alan bireyler örneklemde olabildiğince temsil edilmeye çalışılmıştır. Araştırma Bulguları Tablo: 1 Cinsiyet Frekans Yüzde Erkek ,9 Kız 16 3,1 Toplam ,0 Araştırmaya konu olan sokakta çalışan çalıştırılan çocukların %96,9 u erkek, %3,1 inikızlar oluşturmaktadır. Tablo 2: Yaş Dağılımı Yaş Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde 6,00 4,8,8,8 7,00 2,4,4 1,2 8,00 7 1,4 1,4 2,6 9, ,0 2,0 4,5 10, ,7 4,7 9,3 11, ,4 8,5 17,8 12, ,9 14,0 31,8 13, ,0 20,2 52,0 14, ,8 20,0 71,9 15, ,7 13,8 85,8 16, ,0 8,1 93,9 17, ,1 4,2, 98,0 18, ,0 2,0 100,00 Cevapsız 4,8 Toplam ,0 Tablo 2 de çalışılan grubun yaşlarına ilişkin frekans dağılımı verilmiştir. Bu dağılımda yaş ranjının 6 ile 18 arasında yer aldığı, yaş ortalamasının 13,3 olduğu görülmektedir. En çok tekrar eden yaşın ise olduğu görülmektedir. Standart sapma değeri olan 552

32 2.16 ile beraber değerlendirildiğinde normal bir dağılımın söz konusu olduğu söylenebilir. Sokakta çalışan- çalıştırılan çocukların yaş dağılımına bakıldığında, %71,9 gibi yüksek bir oranın zorunlu eğitim çağında olduğu görülmektedir. Tablo 3: Mersin e göç ederek gelinip gelinmediği Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Evet ,7 84,6 84,6 Hayır 78 15,3 15,4 100,0 Toplam ,0 100,0 Cevapsız 5 1,0 Toplam ,0 Tablo 3incelendiğinde, grubun %84,6 sının Mersin e herhangi bir şehirden göç ettiği, %15,4 ünün ise Mersin e göçe gelmediği görülmektedir Tablo 4: Babanın Sağ Olup/Olmama Durumu Sıklık Yüzde GeçerliYüzde Birikimli Yüzde Evet ,3 85,1 85,1 Hayır 75 14,7 14,9 100,0 Toplam ,0 100,0 Cevapsız 5 1,0 Toplam ,0 Tablo 4incelendiğinde, araştırma kapsamındaki çocukları%85.1 inin (430 kişi) babası sağ, %14. 9 unun (75 kişi) ise vefat etmiştir Tablo 5: Babanın Mesleği Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Sürekli İşçi 54 12,6 12,6 12,6 Mevsimlik İşçi 60 14,0 14,0 26,6 İşçi Emeklisi 10 2,3 2,3 28,9 Seyyar Satıcı 50 11,6 11,7 40,6 Amele 63 14,7 14,7 55,2 İşsiz ,6 28,7 83,9 Serbest Meslek 67 15,6 15,6 99,5 Sürekli İşçi ve Serbest Meslek 1 0,2 0,2 99,8 Seyyar Satıcı ve Amele 1 0,2 0,2 100,0 Toplam ,8 100,0 Cevapsız 1 0,2 Toplam ,0 Babası hayatta olan çocukların, babalarının iş durumunu yansıtan Tablo 5incelendiğinde, %28,6 sı işsiz, %15,6 sı serbest meslek olarak ifade edilmiştir ancak serbest meslek ile ifade edilen tutarlı ve tanımlanan bir iş değildir. Dolayısıyla bulunabilen her iş kastedilmektedir. %14.7 sinin işi ise amelelik olup, %14 ü mevsimlik işçi olarak çalışmaktadır. Grubun%72,9 unun hiçbir sosyal güvencesi olmayan niteliksiz işleri olduğu görülmektedir. Geri kalan %27,1 i ise süreli işçi ve işçi emeklisi gibi sosyal güvencesi olan işlerde çalışmaktadırlar 553

33 Tablo 6: Babanın Eğitim Durumu Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Okur YazarDeğil 94 21,9 22,0 22,0 Okur Yazar ,8 36,0 57,9 İlkokul ,7 34,8 92,8 Ortaokul 26 6,0 6,1 98,8 Lise 5 1,2 1,2 100,0 Toplam ,5 100,0 Cevapsız 2 0,5 Toplam ,0 Tablo 6incelendiğinde, babanın %22,9 nun okur yazar olmadığı, %36 sının okur-yazar olduğu, %34,8 inin ilkokul mezunu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla %92,8 lik dilimin eğitim düzeyinin oldukça düşük olduğu gözlenmiştir. Bu durum yaptıkları işle de paralellik göstermektedir Tablo 7: Annenin Sağ Olup/Olmama Durumu Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Evet ,6 91,7 91,7 Hayır 42 8,2 8,3 100,0 Toplam ,8 100,0 Cevapsız 1 0,2 Toplam ,0 Tablo7incelendiğinde, annelerin %91.7 sinin sağ,%8.3 ünün vefat etmiş olduğu görülmektedir. Yani annenin ailenin toparlayıcılığı işlevini yerine getirebilmesi açısından sorunun çözümüne kaynaklık edici orana sahip olduğu görülmektedir. Tablo 8: Annenin Eğitim Durumu Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Okur Yazar Değil ,9 71,3 71,3 Okur Yazar 74 15,8 15,9 87,3 İlkokul 57 12,2 12,3 99,6 Ortaokul 2 0,4 0,4 100,0 Toplam ,4 100,0 Cevapsız 3 0,6 Toplam ,0 Tablo 8 incelendiğinde, annelerin %71.3 ünün okuma yazma bilmediği, %15.9 unun okuryazar olduğu, %12.3 nün ilkokul mezunu olduğu, %0.4 nün ise orta okul mezunu olduğu görülmektedir. Bu durum, çocukların sokakta olmaları ile eğitim ve anne duyarlılığı arasındaki ilişkinin anlamlı olduğunu göstermektedir. Tablo 9incelendiğinde, annenin %79.2 sinin çalışmadığı,%4.1 nin mevsimlik işçi, %0,4 nün seyyar satıcı ve amele olduğu, %16.3 nün ise serbest meslek olarak ifade edilen gündelikçilik yaptığı ifade edilmiştir. Yapılan işlerle eğitim durumları arasında paralellik olduğu söylenebilir. Annelerin tümü sosyal güvenliği olan bir işte çalışmadığı görülmektedir. 554

34 Tablo 19: Annenin Mesleği Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Mevsimlik İşçi 19 4,1 4,1 4,1 Seyyar Satıcı 1 0,2 0,2 4,3 Amele 1 0,2 0,2 4,5 İşsiz ,0 79,2 83,7 Serbest Meslek 76 16,3 16,3 100,0 Toplam ,8 100,0 Cevapsız 1 0,2 Toplam ,0 Tablo 10: Madde Kullanımı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde Birikimli Yüzde Evet ,1 24,3 24,3 Hayır ,3 75,7 100,0 Toplam ,4 100,0 Cevapsız 3,6 Toplam ,0 Tablo 10 incelendiğinde, grubun %24,1 inin madde kullandığını, %75 3 ünün hiç maddekullanmadığını belirttiği görülmüştür. Tablo 11: Madde Kullanan Arkadaşların Olup Olmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Evet ,8 38,9 38,9 Hayır ,0 61,1 100,0 Toplam ,8 100,0 Cevapsız 1 0,2 Toplam ,0 Tablo 11 de, grubun % 38,8 inin madde kullanan arkadaşının olduğu, %61,1 inin olmadığıgörülmektedir. Tablo 12: Bally İçilip İçilmediği Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Kullanıyor 23 18,7 18,7 18,7 Kullanmıyor ,3 81,3 100,0 Toplam ,0 100,0 Tablo 12 incelendiğinde, madde kullanan grubun %18,7 sinin bali kullandığını, %81,3 ününbally kullanmadığını belirttiği gözlenmektedir. Tablo 13 de baktığımızda bally kullandığını belirten grubun %52 4 ünün bally e başlama nedeninin arkadaş özentisi, %14,3 ünün arkadaş baskısı, %9,5 inin merak, %4.8 ünün diğer nedenler,%14,3 ünün arkadaş özentisi ve diğer nedenler, %4,8 inin arkadaş baskısı ve diğer nedenler olduğunu belirttiği gözlenmektedir. 555

35 Tablo 13: Bally Kullanmaya Başlama Sebebi Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Arkadaş Özentisiyle 11 47,8 52,4 52,4 Arkadaş Baskısı İle3 13,0 14,3 66,7 Merak Ettiğim İçin 2 8,7 9,5 76,2 Diğer Nedenlerden Dolayı 1 4,3 4,8 81,0 Arkadaş Özentisi - Diğer Nedenler 3 13,0 14,3 95,2 Arkada Baskısı Ve Diğer 1 4,3 4,8 100,0 Toplam 21 91,3 100,0 Cevapsız 2 8,7 Toplam ,0 Tablo 14: Tiner Kullanılıp Kullanılmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Kullanıyor 7 5,7 5,7 5,7 Kullanmıyor ,3 94,3 100,0 Toplam ,0 100,0 Tablo 15 incelendiğinde madde kullanan grubun %5,7 sinin tiner kullandığını, %94,3 ününtiner kullanmadığını belirttiği gözlenmektedir Tablo15: Hap Kullanılıp Kullanılmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Kullanıyor 6 4,9 4,9 4,9 Kullanmıyor ,1 95,1 100,0 Toplam ,0 100,0 Tablo 15 incelendiğinde madde kullanan grubun %4,9 unun hap kullandığını, %95,1 inin hapkullanmadığını belirttiği gözlenmektedir. Tablo 16: Alkol Kullanılıp Kullanılmadığı Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde BirikimliYüzde Kullanıyor 19 15,4 15,4 15,4 Kullanmıyor ,6 84,6 100,0 Toplam ,0 100,0 Tablo 16 de, madde kullanan grubun %15,4 ünün alkol kullandığını, %84,6 sının alkol kullanmadığını belirttiği gözlenmektedir. 556

36 . Tablo 17: Sokakta Koruyan Birilerinin Olup Olmadığı Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Aile Büyükleri 60 11,8 11,8 11,8 Arkadaşları ,9 36,0 47,8 Para Verdiği arkadaşları 2,4,4 48,2 Esnaf 19 3,7 3,7 52,0 Halk 12 2,4 2,4 54,3 Polis 5 1,0 1,0 55,3 Yok ,8 40,0 95,3 Diğer 7 1,4 1,4 96,7 Birlikte 17 3,3 3,3 100,0 Toplam ,6 100,0 Cevapsız 2,4 Toplam ,0 Tablo17 incelendiğinde, grubun %11,8 inin sokakta aile büyükleri tarafından, %36 sının arkadaşları tarafından, %0,4 ünün para verdiği arkadaşları tarafından, %3,7 sinin esnaf tarafından,%2,4 ünün halk tarafından, %1 inin polis tarafından, %3,3 ünün bunlardan birkaçı tarafından korunduğunu, %40 ı ise hiç kimse tarafından korunmadığını belirttiği gözlenmiştir Tablo 18: Madde Kullanan Arkadaşla Görüşme Sıklığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde ÇokSık 45 22,7 23,2 23,2 Sık 62 31,3 32,0 55,2 AraSıra 72 36,4 37,1 92,3 Hiç 15 7,6 7,7 100,0 Toplam ,0 100,0 Cevapsız 4 2,0 Toplam ,0 Tablo 18 da, madde kullanan arkadaşı olan grubun %23,2 sinin bu arkadaşları ile çok sık,%32 sinin sık, %37,1 inin ara sıra görüştüğü, %7,7 sinin hiç görüşmediği görülmektedir. Tablo 19 da grubun %22,3 ünün suç işleyen arkadaşının olduğu %77,7 sinin olmadığı görülmektedir Tablo 19: Suç İşleyen Arkadaşının Olup Olmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Evet ,0 22,3 22,3 Hayır ,5 77,7 100,0 Toplam ,4 100,0 Cevapsız 8 1,6 Toplam ,0 557

37 Tablo 20:Suç İşleyen Arkadaşlar İle Görüşme Sıklığı Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Çok Sık 20 17,9 18,0 18,0 Sık 34 30,4 30,6 48,6 Ara Sıra 46 41,1 41,4 90,1 Hiç 11 9,8 9,9 100,0 Toplam ,1 100,0 Cevapsız 1,9 Toplam ,0 Tablo 20 incelendiğinde suç işleyen arkadaşı olan grubun %18 inin bu arkadaşları ile çok sık,%30,6 sının sık, %41,4 ünün ara sıra görüştüğü, % 9,9 unun hiç görüşmediği görülmektedir. Tablo 21: Okulda Ya Da Mahallede Gruplaşma (Çeteleşme) Olup Olmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Evet ,2 29,4 29,4 Hayır ,2 70,6 100,0 Toplam ,4 100,0 Cevapsız 3,6 Toplam ,0 Tablo 21 incelendiğinde, grubun %29,4 ünün okul ya da mahallesinde çeteleşme olduğu,%70,6 sının ise okul ya da mahallesinde çeteleşme olmadığı görülmektedir. Tablo 22: Gruplaşmaya (Çeteleşmeye) Dâhil Olunup Olmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Evet 47 31,5 31,5 31,5 Hayır ,5 68,5 100,0 Toplam ,0 100,0 Tablo 22 incelendiğinde, okul ya da mahallesinde çeteleşme olan grubun %31,5 inin bu çetelere dâhil olduğu, %68,5 inin dâhil olmadığı görülmektedir. Tablo23: Okul Ya Da Mahalledeki Gruplarla (Çetelerle) Kavgaya Karışılıp Karışılmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde Birikimli Yüzde Evet 68 45,6 47,2 47,2 Hayır 76 51,0 52,8 100,0 Toplam ,6 100,0 Cevapsız 5 3,4 Toplam ,0 Tablo 23 de, okul ya da mahallesinde çete olan grubun %47,2 sinin bu çeteler ile kavgaya karıştığı, %52,8 inin karışmadığı gözlenmektedir. 558

38 Tablo 24: Suç Eylemi İçerisinde Yer Alınıp Alınmadığı Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Evet, yer aldım 71 13,9 13,9 13,9 Hayır, yer almadım ,1 86,11 00,0 Toplam ,0 100,0 Tablo 24 de, grubun %13,9 unun herhangi bir suç eyleminde yer aldığı, %86,1 inin yeralmadığı görülmektedir. Tablo25: Suç Eyleminin Türü Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde KavgaYaralama 40 56,3 58,0 58,0 Hırsızlık 10 14,1 14,5 72,5 Diğer 11 15,5 15,9 88,4 Kavga, Yaralama ve Hırsızlık 8 11,3 11,6 100,0 Toplam 69 97,2 100,0 Cevapsız 2 2,8 Toplam Tablo 25 incelendiğinde, suç eylemine karışan grubun %58 inin kavgayaralama, %14,5 ininhırsızlık, %11,6 sının kavga-yaralama ve hırsızlık, %15,5 inin diğer suçlara karıştığı gözlenmektedir. Tablo 26: Arkadaş Çevresinde Hapis Yatmış Ya Da Nezarete Atılmış Olanların Olup Olmadığı Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Evet var ,8 21,8 21,8 Hayır yok ,2 78,2 100,0 Toplam ,0 100,0 Tablo26 da, grubun %21,8 inin arkadaş çevresinde hapse ya da nezarete atılmış olanların olduğu, %78,2 sinin olmadığı görülmektedir. Tablo 27: Çevrede Hapse Ya Da Nezarete Atılmış Olanların Suç Türü Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Kavga Yaralama 45 40,5 41,3 41,3 Gasp 10 9,0 9,2 50,5 Hırsızlık 27 24,3 24,8 75,2 Diğer 15 13,5 13,8 89,0 Birlikte 12 10,8 11,0 100,0 Toplam ,2 100,0 Cevapsız 2 1,8 Toplam ,0 Tablo 27 incelendiğinde, çevresinde hapse ya da nezarete atılmış olan grubun %41,3 ününkavga-yaralamadan, %9,2 sinin gasptan, %24.8 inin hırsızlıktan, %11 inin bunların birkaçından,%13.8 inin diğer sebeplerden hapse ya da nezarete atılmış olduğu gözlenmektedir. 559

39 Tablo 28: Aile Üyeleri Arasında Hapis Yatan Ya Da Suçlanan Olup Olmadığı Sıklık Yüzde Geçerli Yüzde Birikimli Yüzde Evet Var 87 17,1 17,2 17,2 Hayır Yok ,0 82,8 100,0 Toplam ,0 100,0 Cevapsız 5 1,0 Toplam ,0 Tablo 28 incelendiğinde, grubun %17,2 sinin ailesinde hapis yatan ya da suçlanan olduğu, %82,8 inin olmadığı görülmektedir. Tablo 29: Aile Üyeleri Arasında Hapis Yatan Ya Da Suçlananların Suç Türü Sıklık Yüzde GeçerliYüzde BirikimliYüzde Yaralama 26 29,9 30,2 30,2 Gasp 3 3,4 3,5 33,7 Hırsızlık 12 13,8 14,0 47,7 Cinayet 23 26,4 26,7 74,4 Diğer 18 20,7 20,9 95,3 Birlikte 4 4,6 4,7 100,0 Toplam 86 98,9 100,0 Cevapsız 1 1,1 Toplam ,0 Aile üyelerinden büyük bir çoğunluğunun suça karıştıkları ve ceza aldıkları görülmektedir. Suç türleri ise ağırlıklı olarak cinayet ve diğerleri şeklinde ifade edilen hırsızlık, uyuşturucu, gasp şeklinde sıralanmaktadır. Sonuç Araştırma sonuçlarına baktığımızda özellikle uyuşturucu kullanımını kolaylaştıran ve her an kolaylıkla bulunabilen ayrıca ucuz olan bally, sigara gibi maddelerin kullanımının oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Bu maddelerin esrara, eroin gibi uyuşturuculara hazırlık maddeleri olduğu ve bağımlı olmanın ilk adımını oluşturduğu araştırmaya katılan çocuklar tarafından da doğrulanmıştır. Arkadaş grubu madde kullanımının ilk gerçekleştiği ortamdır. Sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar açısından arkadaşlık ortamı bir kutsallık içermektedir. Grupta kabul görmek ve itibar kazanmak için grubun kuralları sorgulanmadan benimsenmek zorundadır. Dolayısıyla sonuçlardan da anlaşılacağı üzere madde kullanımında arkadaş grubunun etkisi çok önemlidir. Yine sonuçlar, bir anlamda, arkadaş grubunun dışarıdan gelen bütün tehditlere karşı birbirlerini koruduklarını ve dayanışma içinde olduklarını içermektedir. Suç işleyen arkadaşlarının çokluğunu ve bu arkadaşları ile görüşmelerini kesmediklerini belirtirken bu ortamın bağlayıcılığına ve cazibesine işaret etmektedirler. Suç işleyen çocukların arkadaş grubu içerisindeki saygınlığı, diğer çocukların da suç işleyerek o saygınlığa sahip olma isteğini arttırmakta ve su işlemekten çekinmemelerine yol açmaktadır. Hem sokakta çalışan hem de okuluna devam eden çocukların önemli bir kısmı mahalle ve okul çetelerine katılmaktadır. Arkadaş çevresinde polis tarafından gözaltına alınanların yanı sıra ailesinin büyük bir kısmı suç işleyerek ceza almış ya da halen cezaevinde yatmaktadır. 560

40 Sokakta yaşayan ve çalışan çocukların suç işleme eğilimleri bulundukları çevre, ekonomik durum, aile yapısı, şiddete olan düşkünlükleri gibi pek çok nedenden dolayı risk altındadırlar. Özellikle sokaktaki çocukların yaşlarına bakıldığında temel eğitim çağında olmaları düşündürücüdür. Çocuk suçluluğu ile ilgili olarak yapılan tanımlama ve araştırmalar özellikle sokağın sorumsuz ve sınırsız özgürlüğünün sağladığı hareket etme rahatlığının, çocuğun sokağa hızla teslimini kolaylaştırdığı noktasında hemfikirdir. Aynı zamanda sokaktaki çocuklar suç örgütlerinin de kurumayan ucuz kaynağı haline gelmektedirler. Çocuk suçluluğunu önlemekle ilgili önerilerin yanı sıra sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara ilişkin olarak sunulan çözüm önerilerinin bu açıdan da önem oluşturduğunu, sorunun ülkemizin toplumsal sorunlarından soyutlanamayacağı gerçeğinden hareketle, özellikle büyük kentlerimizde oluşturulacak çocuk suçluluğunu önleyici komitelerle ve alınacak mikro ve makro ölçekteki önlemlerle kalıcı çözümler üretmek zorundayız. Bu komiteler ayrı ayrı sorunla ilgilidirler ancak eşgüdüm sorununu aşamaları gereklidir. Bu komitenin içerisinde SHÇEK başta olmak üzere Çocuk Polisi, Baro, Sağlık Müdürlükleri, Milli Eğitim Müdürlükleri, Halk Eğitim Müdürlükleri, İŞKUR Müdürlükleri ve Sivil Toplum Kuruluşları yer almalı ve yerel ve ulusal düzeyde çözüm üretmelidirler KAYNAKÇA ALTINTAŞ, Betül, Mendile, Simite, Boyaya, Çöpe Ankara Sokaklarında Çalışan Çocuklar, İletişim Yayınları, İstanbul, BİLGİLİ, Ahmet, Doğu Anadolu Bölgesinde Göçe Maruz Bırakılan Çocuklar, Çocuk Vakfı Yayınları, İstanbul, BİLGİN, H., Osman, Sokakta Çalışan Çocuklar Sorunu ve Ankara Sokaklarında Çalışan Çocuklar Projesi Modeli, Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayını, DİE, Türkiye de Çalışan Çocuklar, DURKHIEM, Emile, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, (Çev. Cenk Saraçoğlu), Bordo Siyah Yayınevi, İstanbul, GÜNGÖR, Mehmet, Sivil Toplum Kuruluşu ve Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar, Mersin Sokak Çocukları Derneği Örneği, 5. Sokak Çocukları Sempozyumu, Gaziantep, s. 173, 4 6 Kasım, 2007, s.176. IŞIKSAÇ, Yasemin, Sosyolojik Açıdan Çocuk Suçluluğu ve Bir Hukuk Devleti Olan Türkiye de Devletin Cezalandırma Yetkisini Kullanma Biçimi, Mevzuat Dergisi, Yıl: 2,Sayı: 13, Ocak 1999, s. 24. İÇLİ, Tülin, Kriminoloji, Bizim Büro Yayınevi, Ankara, KARATAY, Abdullah, İstanbul un Sokakları ve Çalışan Çocukları, İstanbul: 1. İstanbul Çocuk Kurultayı Araştırma Kitabı, MARSHALL, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınay ve Derya Kömürcü), Bilim Sanat Yayınevi, Ankara, ULUĞTEKİN, Sevda, Çocuklara İlişkin Islah Sisteminde Kurumsal Bakım ve Çağdaş Trefman Modelleri, H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 3, s. 5, YAVUZER, Haluk, Psiko-sosyal Açıdan Çocuk Suçluluğu, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi Yayınları, İstanbul,

41 TUTUKLU/HÜKÜMLÜ ÇOCUKLARIN VE ANNELERİNİN ŞİDDET DENEYİMLERİ Özet Ayşe Özada 1 Araştırmalar, çocuklukta maruz kalınan ve/veya tanıklık edilen şiddetin suç davranışına yol açma riski olduğunu göstermektedir. Bunun yanında, çocuğa yönelik ihmal ve istismarın boyutu arttıkça, çocuğun şiddet içerikli suç davranışında bulunma olasılığı da artmaktadır (Wilson, Stover ve Berkowitz, 2009: ). Annelerinin gözüyle tutuklu / hükümlü çocukların suça yönelme nedenlerine ilişkin 7 Nisan - 12 Mayıs 2011 tarihleri arasında Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu nda nitel bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında çocuğu cezaevinde tutuklu veya hükümlü olarak bulunan 20 anne ile yarı yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla derinlemesine görüşmeler yapılarak gerekli veriler toplanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen çarpıcı bulgulardan biri; suça yönelen çocuklar ve annelerinin ağır derecede şiddete maruz kalmaları olmuştur. Araştırmada, annelerin bir kısmının çocuklarının suça yönelme davranışını aile içindeki şiddete tanıklık etme ve/veya maruz kalmaya bağladıkları belirlenmiştir. Bu bildiride, annelerin gözüyle çocuğun şiddete tanıklık etmesi veya maruz kalmasının ortaya çıkardığı sonuçlar ele alınmaktadır. Anahtar sözcükler: aile içi şiddet, şiddetin etkileri, şiddet ve suç VIOLENCE EXPERIENCE OF ARRESTED/COMMITTED CHILDREN AND THEIR MOTHERS Abstract Studies show that during childhood, who is witness and/or exposures to violence may be under the risk of criminal behavior. In addition, increase of child neglect and abuse also increases the probability of violent crime (Wilson, Stover and Berkowitz, 2009: ). For this particular study, between the dates of 7 th of April and 20 th of May 2011, a qualitative research was carried out, which investigated the reason why arrested/committed children in Ankara Children Prison had committed a crime, through the eyes of their mothers. Based on the scope of this research, semi-structured interviews were carried out with each of 20 arrested/committed children`s mother and detailed data were collected. One of the remarkable findings from the research shows that most of the arrested/committed children and their mothers have been exposed to severe violence. From mother`s point of view, the reason why their children committed a crime is because of witness or exposure to violence within the family. In this paper, the results of children witness or exposure to violence, through the eyes of their mothers are discussed. Key words: Domestic violence, the effects of violence, crime and violence 1 European University of Lefke, Faculty of Health Sciences Department of Social Work, Instructor TRNC. (aozada@eul.edu.tr) 562

42 Giriş Çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan araştırmalar çocuk suçluluğunun birden çok faktöre bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmalarda, çocuğu suç davranışına yönelten en önemli unsurlardan birinin aile olduğu ortaya çıkmaktadır (İçli, 2009; Ereş, 2009; Squire, 1996). Araştırma sonuçlarına göre, suça yönelen çocukların önemli bir bölümü yaşamlarının ilk yıllarını anlayıştan yoksun anne - babalarla, sosyal, moral ve ekonomik düzensizliğin hâkim olduğu aile ortamlarında geçirmişlerdir (Ereş, 2009: 92). Ülke içinde çocuk suçluluğunun boyutlarını anlamak için istatistiklere bakıldığında, cezaevine giren hükümlü çocuk sayısının 1995 yılında 1156 iken, 2008 yılında 2470 e yükseldiği görülmektedir (TÜİK, 2011). 13 yıllık süreç içerisinde bu hızlı yükseliş, çocuk suçluluğuna yönelik yapılan çalışmalar ve politikaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Ebeveynlerin çocukların bakımı ve eğitimi konularındaki yetersizlikleri de çocuğu suç davranışına yönelten nedenler arasında sayılmaktadır. Ebeveynlerin çocukları ile girdikleri bazı sürtüşmeler veya çatışmalar, çocukları sapkın bireylerle birlikte olmaya itmektedir. Sonuç olarak; suç işleyen akranlarla birlikte olan çocuklar bir süre sonra onlara bağlılık duymaya başlamaktadırlar. Özellikle on dört yaşından önceki suçluluğun temelinde bireysel sorunlardan çok ebeveynlere bağlı sorunların varlığı görülmektedir (Simons vd., 1994). Problem Suçluluk birden çok faktörle açıklanabilen karmaşık bir olgudur. Çocuk suçluluğunun nedenlerine ilişkin görüşler çocukların bireysel nedenlerden çok ailesel ve çevresel nedenler sonucunda suç davranışına karştıkları yönündedir (Simons vd., 1994). Bu nedenle çocuk suçluluğunun aile ve çevre bağlamında ele alınması gerekliliği açıktır. Aile ilişkileri ile çocuğun suça yönelme davranışı arasındaki bağlantı düşünüldüğünde bozuk aile ilişkilerinin, çocuğu evden uzaklaştırıp sapkın bireylerle arkadaşlık kurmaya ittiği söylenebilir. Bozuk aile ilişkileri temelinin aile içi şiddetten kaynaklanma olasılığı oldukça yüksektir. Dolayısıyla aile içi şiddet çocuğun suça yönelme davranışında önemli bir etken olup, çocuk suçluluğunun artışında şiddete maruz kalma ve/veya tanıklık etme durumu ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Amaç Gerçekleştirilen araştırmanın amacı, annelerine göre çocukların suça yönelme nedenlerinin ve suç davranışına ilişkin görüş ve düşüncelerinin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amaç doğrultusunda araştırmaya katılan annelerin ve çocuklarının şiddet deneyimlerini betimlemek için aşağıdaki sorulara yanıt aranacaktır: 1. Çocuğun suç davranışı öncesi aile ilişkileri nasıldır? 2. Çocuğun cezaevi öncesindeki yaşam alanında şiddete ilişkin deneyimleri nelerdir? 3. Annenin yaşam alanı içindeki şiddet deneyimleri nelerdir? 563

43 Araştırma Modeli Gerçekleştirilen araştırmada, sosyal araştırma yöntemlerinden nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada annelerin görüş ve düşünceleri değerlendirildiğinden, nitel araştırma yönteminin uygun olacağı düşünülmüştür. Araştırmada Yıldırım ve Şimşek in (2008: 35) belirttiği gibi, gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemleri kullanılmıştır. Görüşmeler her ne kadar araştırmanın yapıldığı tarihler arasında bir kesit olarak sunulsalar da, araştırmaya katkı veren annelerin öne sürdüğü ifadelerin araştırmanın yapıldığı tarihlerin öncesinde ve sonrasında da annelerden duyulabilecek görüşler olduğu tahmin edilmektedir. Bu nedenle, araştırmanın daha çok betimsel olduğu söylenmelidir. Araştırmanın Katılımcıları Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu nda tutuklu veya hükümlü bulunan yaş arasındaki kimi çocukların anneleri, araştırmanın katılımcılarıdır tarihinde kuruluştan alınan bilgiye göre kuruluşta toplam 15 hükümlü, 80 tutuklu çocuk bulunmaktadır. Araştırmada çocukların annelerini tanıyan memurlardan edinilen bilgi doğrultusunda seçilen 20 anne ile görüşülerek araştırma için gerekli veriler toplanmıştır. Bilimsel araştırma yöntemlerinde buna amaçlı örnekleme denilmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107). Annelerle birbirine eşit koşullarda görüşülmeye çalışılmıştır. Ancak görüşmeye katılan annelerden biri, Türkçe bilmediği için görüşmeye kızı ve gelini de dâhil edilerek Türkçe- Kürtçe çeviri konusunda yardım alınmıştır. Cezaevine ilk kez ziyarete gelen annelerden biri, görüşmeye kardeşinin eşi ile birlikte katılmak istemiştir. Bu görüşmede de anne ile birebir görüşülememiştir. Bu iki görüşme dışında görüşmelerde benzerlik sağlanmıştır. Veri Toplama Araçları Araştırmada önceden hazırlanan yarı yapılandırılmış görüşme formu ile annelerle derinlemesine görüşmeler yapılarak veriler toplanmıştır. Annelerle yapılan görüşmeler cezaevinin ziyaret kabul kısmında bulunan ayrı bir odada gerçekleştirilmiştir. Araştırmada ses kayıt cihazı kullanımına ilişkin gerekli izin alınamaması nedeniyle görüşmeler bir yazman tarafından kayıt altına alınmıştır. Veri Toplama Süreci Araştırma 7 Nisan Mayıs 2011 tarihleri arasında Ankara Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ziyaret kabul salonunda bulunan ayrı bir odada gerçekleştirilmiştir. Cezaevinde çocuk ziyaret günü her hafta Perşembe günleri yapılmaktadır. Ziyaret saatleri arasında olup, her çocuğun bulunduğu koğuşa göre ziyaret saati değişmektedir. Bu nedenle, annelerle gerçekleştirilen görüşmeler yukarıda belirtilen tarihler arasında Perşembe günleri, arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmada çocukları cezaevinde olup, cezaevine çocuklarını ziyarete giden 20 anne ile ziyaret öncesi veya sonrasında derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Görüşmelerde temel olarak, annelere göre çocuklarının neden suç davranışına yöneldiğine ilişkin, yarı yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla veriler toplanmıştır. Her bir görüşmenin süresi 20 ile 90 dakika arasında değişmektedir. Görüşmeye katılan annelerden ikisi kendini iyi hissetmediğini söyleyerek görüşmeden erken ayrılmıştır. 564

44 Verilerin Analizi Araştırmada verilerin analizinde içerik analizi yapılarak verileri açıklayabilecek kavramlara ve ilişkilere ulaşılmaya çalışılmıştır. Araştırmanın analiz süreci, Miles ve Huberman ın (1994; akt: Yıldırım ve Şimşek, 2008: 223) önerdiği üç aşama şeklinde gerçekleştirilmiştir: İlk aşamada görüşmelerden elde edilen veriler aynı gün bilgisayar ortamına aktarılıp raporlaştırılarak kodlanmıştır. İkinci aşamada, kodlanan verilerden tablolar oluşturularak veriler görsel hale getirilmiştir. Böylece toplanan verilerin birbiriyle olan ilişkisi belirgin hale getirilmiştir. Son aşamada ise, her bir görüşme için hazırlanan raporlar tekrar tekrar okuma yolu ile yorumlanarak analiz edilmiştir. Bulgular Araştırma Kapsamında Suça Yönelen Çocukların Suç Davranışı Öncesi Aile İlişkileri Aile ilişkilerine yönelik araştırmalarda edinilen en büyük sonuç; aile üyeleri arasındaki sevgi ilişkisinin suça yönelme davranışını engellemede, parçalanmış aile yapısından daha etkili olduğudur (Nye, 1958; Paschall vd., 2003; Simons vd., 1994: 263). Annelerin, aile ilişkilerini nasıl değerlendirdiklerine dair yaptıkları açıklamalarda, neredeyse çocukların tamamının suç davranışına yönelmeden önce, aile ilişkilerinin kötü olduğu bulgusu elde edilmiştir. Aile ilişkilerinin kötü olması, kuşkusuz aile içi şiddetle yakından ilgilidir. Kimi annelerin, eşleri tarafından şiddet gördüklerini doğrudan ifade ettikleri ancak aile ilişkilerinin bozuk olduğunu doğrudan ifade etmekten kaçındıkları belirlenmiştir. Bu gruptaki annelerin, eşleri tarafından kendilerine şiddet uygulandığı ancak, aile ilişkilerinin iyi olduğu ve ailelerini örnek bir aile olarak nitelendirmeleri, annelerin örnek aile algılayışında problemler olduğunu göstermektedir. Konu ile ilgili yapılan kimi araştırmalarda özellikle erkek çocuklar için ebeveynlerin, olumsuz iletişim ve etkileşimlerinin çocukların suça yönelmesinde etkili olduğu belirtilmektedir (Gove ve Crutchfield, 1982). Çocuğun aile içindeki olumsuz ilişkileri aileye bağlılığını önlemektedir. Sosyal kontrol kuramında belirtildiği gibi çocuğun aile, okul, din ve toplumsal kurallar gibi geleneksel kurum veya unsurlara bağlılık düzeyinin zayıf olması, çocuğun suç davranışına daha kolay yönelmesine etki etmektedir (Kızmaz, 2005: 165). Annelerden edinilen bilgi doğrultusunda babanın anneye göre çocuğa karşı daha ilgisiz olduğu belirlenmiştir. Baba ve çocuk arasındaki yaş farkı arttıkça ilgisizliğin de artabileceği saptanmıştır. Aşağıdaki sözlere sahip anne de babanın ilgisizliğinin çocuklar üzerinde ne derece olumsuz etki yarattığını belirtmektedir: Küçükken babaları öldü. Buradaki oğlum 6 yaşındaydı. İkinci eşim yaşlı, benden 30 yaş büyük. Artık siz düşünün o çocuğun çevreyle bağı nasıl olur? Çocuk napsın dışarı açılıyor. Gençlik çağı olduğu için söz geçiremiyoruz. Bu eşimden çocuk yapmadım. Ben yaşlı adam istemiyordum. Çocuklarıma baksın diye evlendim. Bakarız dediler kandırdılar. Parası var ama vermiyor. Hiç olmazsa birini ayaklandıralım demediler. O 565

45 genç anlamıyor. Varı yoğu bilmiyor. Babanın başında olması gerek. (No. 11, oğlu oto hırsızlığı nedeniyle cezaevinde) Yukarıdaki sözlerden anlaşıldığı gibi babanın çocuklarına karşı ilgisiz olması durumunda annenin çocuklarını korumada yetersiz olduğu ortaya çıkmaktadır. Aile içi şiddetin varolduğu ortamlarda şiddet mağdurlarının birbirlerine kenetlenmeleri yakın ilişki kurmalarını sağlamaktadır. Ailede şiddet uygulayan kişinin genellikle baba olduğu düşünüldüğünde, bozulan ilişkiler aile içinde baba ile yakın temas kurulmasını engellemektedir. Aşağıdaki annenin sözleri bu açıklamayı desteklemektedir: Benim çocuklarımla aram iyiydi ama babaları hiç yanaşmazdı. Oturup konuşurdum. Anlıyordum eşimden dolayı üzüldüklerini. Kızım babasına daha uzaktı ama oğlum her dediğini yapardı babasının. Ben uyuturdum onları, kitap, masal okurdum. O, çocuklar küçükken oyunlar oynardı. Çocuklar büyüdükten sonra yaşına uygun davranmayı bilemedi Eşim aşırı kuralcıydı. Bir şey dediyse o olacaktı. 6 da evde olmasa 10 dakika gecikse kavga çıkarırdı. (No. 1 oğlu cinayet nedeniyle cezaevinde ) Özetle, araştırma kapsamında ele alınan çocukların büyük bölümünün bozuk aile ilişkilerine sahip oldukları ve aile bağlarının zayıf olduğu belirlenmiştir. Bu duruma yol açan en önemli etkenin çocukların aile içerisinde şiddete maruz kalmaları ve/veya tanıklık etmeleri olduğu söylenebilir. Tutuklu/Hükümlü Çocukların Şiddet Deneyimleri Babanın aşırı otoriter tutumu, aile içerisinde çocuğun fikirlerine önem verilmemesi, aile ilişkilerini çocuk açısından zedelemektedir. Suça yönelen ve yönelmeyen çocukların karşılaştırıldığı bir araştırma, suça yönelen erkek çocukların büyük çoğunluğunun (%80,7) babalarından sevgi, şefkat ve sempati görmediklerini ortaya koymaktadır (Glueck ve Glueck, 1950: 125). Görüşme yapılan annelerden edinilen bilgi doğrultusunda babanın ev içerisinde otoriteye sahip kişi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anneler kendilerini daha çok çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayan kişiler olarak nitelerken, babaları otorite sağlayıcı olarak nitelendirmektedirler. Bu durum, annenin çocuk ile daha yakın bir ilişki kurmasını sağlamaktadır. Eşi tarafından şiddete maruz kaldığını belirten annelerin tamamı ev içerisinde aralıklı ya da sürekli olarak çocuğa yönelik de şiddetin olduğunu belirtmiştir. Suça yönelen çocukların yaşam alanında şiddet hem cezalandırma yöntemi hem de bir disiplin aracı olarak kullanılmaktadır. Annelerin pekçoğu çocuğu eğitmek adına zaman zaman şiddet kullanılmasını uygun bulduklarını belirtmişlerdir. Ancak anneler eğitim aracı olarak kullandıkları şiddeti zararlı görmemekte, çocuğun toplumsal kuralları öğrenmesi adına gerekli görmektedirler. Annelerden biri bu durumu aşağıdaki sözleriyle açıklamaktadır: Eve sokakta bulduğunu getirsin döverim. Döverim ki hırsız olmasın. (No. 10, oğlu gasp nedeniyle cezaevinde) 566

46 Başka bir anne aşağıdaki sözleriyle çocuğunu eğitmek için fiziksel cezaya başvurduğunu anlatmaktadır: Şiddet yoktu... (duraklama) Bali kullandığını görünce üstümü başımı yırttım. O zaman dövdüm. Akıllı olsunlar diye. Serserilerle arkadaşlık kurmasın diye. Hep ben döverdim. Eşim çocukken dövdü. O, ölünce ben vurdum. (No. 13, oğlu uyuşturucu ticareti nedeniyle cezaevinde) Aile içi şiddet yalnızca kadına yönelik olmamakta, çocuklar da şiddete maruz kalmaktadır. Yapılan görüşmelerde şiddete uğradığını belirten annelerin tümü eşlerinin çocuklara da şiddet uygyuladığını belirtmiştir. Benim çektiğim çileyi çocuklarım da çekti. Aksiydi huyları. Çocukları da döverdi... Hep hakaret gördüm. Çocuklara topsunuz derdi. Erkek dediğin eli silahlı olur derdi. (No. 3, oğlu yaralama nedeniyle cezaevinde) Yukarıdaki annenin sözleri babanın çocuklara yönelik aşağılayıcı sözler kullandığını ortaya koymaktadır. Bu noktada, çocuklarını şiddet kullanmaya özendiren bu tip baba modellerinin toplumsal bir sorun teşkil ettiği açıktır. Şiddet tek bir faktörle açıklanamayan karmaşık bir olgudur. Şiddetin nedenlerine ilişkin risk faktörleri arasında çocuklukta yoğun bir şekilde şiddete maruz ve/veya tanık olmak önemli bir yer tutmaktadır (User, Kümbetoğlu, Kolankaya, 2002: 161). Aşağıda sözlerine yer verilen anne, çocuklukta şiddete maruz kalan ve tanıklık eden bir kişinin ilerleryen yaşlarda şiddet uygulayan kişiye dönüştüğünü acı bir şekilde anlatmaktadır: Kendisi de çocukluğunda şiddet görürmüş anlatırdı. Kızıma fazla vurmuyordu ama T. den kendi çocukluğunun öcünü alır gibiydi. En çok T. ile bana zulüm ederdi. Hepimizi döverdi. (No. 1, oğlu cinayet nedeniyle cezaevinde) Fiziksel cezalandırmanın ve özellikle istismarın toplumsal düzeyde olduğu kadar çocuk üzerinde de uzun dönemli kalıcı bir etkisinin olduğu belirtilmektedir. Örneğin fiziksel ceza ve istismar çocuğun başkalarına karşı daha saldırgan olması gibi kişisel etkiler taşımaktadır (Straus ve Steward, 1999). Annelerin söylemlerinden anlaşıldığı gibi çocuklar, hem babanın şiddetine tanıklık etmekte hem de şiddetin mağduru olmaktadırlar. Bu durumun, çocuğu evden uzaklaştırarak suça yönelmesine zemin hazırladığı düşünülebilir. Yapılan araştırmada çocukların aile içerisinde daha çok babadan kaynaklanan şiddete maruz kaldıkları ve tanıklık ettikleri belirlenmiştir. Aşağıdaki annenin sözlerinden çocukların aile içerisinde maruz kaldıkları şiddetin boyutu ortaya çıkmaktadır: İki kız iki oğlan bu eşimden, 3 tane öksüz de ilk eşimden var. İlk eşim evlendi. İki çocuğu var kendi evinde. Durumu yok. Hiç çocukları arayıp sormadı. İlk eşim içki içiyordu. İşkence yapıyordu. Duvarlara savuruyordu. En çok da buradaki oğlumu döverdi. T. istiyor babasını görmeyi ama ben söylemem. Ben onunla konuşmam hiçbir zaman Babasını düşündüğü zaman üzülüyor, özlüyom diyor. Eski eşim önce kendi karnının doymasını isterdi, sonra çocukların. Ekmeğini yemeden yanaşamıyorduk (No. 10, oğlu gasp nedeniyle cezaevinde) 567

47 Erkeğin kadına ve çocuklara yönelik şiddetinin işkence boyutunda olduğunu söyleyen tek anne yukarıdaki sözlere sahip anne değildir. Başka anneler de eşlerinin kendilerine ve çocuklarına yönelik şiddetin işkence boyutuna ulaştığını belirtmişlerdir. Şiddete maruz kalma ve /veya tanıklık etmenin bir diğer boyutu da çocuğun şiddeti öğrenerek bir süre sonra uygulamaya başlamasıdır. Sosyal öğrenme kuramı özellikle, bireylerin anti sosyal akran grubu ile etkileşime girmelerini, onların suç işlemeye eğilimli hale gelmelerinde temel bir risk faktörü olarak görmektedir (Kızmaz, 2005:161). Araştırmaya katılan anneler, çocuklarının kötü arkadaşlıklara yöneldiklerini, babanın olumsuz davranışlarını ve söylemlerini örnek aldıklarını belirtmişlerdir. Annelerin gözüyle çocukları genellikle uysal ve kavgacı olmayan çocuklardır. Ancak suç türleri incelendiğinde şiddet içeren suç türlerinin çoğunluğu oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Kısacası, şiddete maruz kalan ve / veya tanıklık eden çocukların bir süre sonra şiddet uygulayan kişiler oldukları soncu ortaya çıkmaktadır. Annelerin Aile İçi Şiddet Deneyimleri Yapılan görüşmelerde, annelerin çoğunluğunun eşlerinin şiddetine maruz kaldıkları belirlenmiştir. Ataerkil ideoloji, aile içinde kadına uygulanan şiddeti, gerek şiddet uygulayan, gerek toplum ve kimi zaman da şiddete maruz kalan kadın tarafından meşru kılabilmektedir (Kadın Dayanışma Vakfı, 2007:19). Görüşme yapılan annelerden eşi tarafından şiddete uğrayan, ancak evliliğini iyi olarak nitelendiren annelerin şiddeti meşrulaştırdıkları söylenebilir. Ataerkillik; tarih, sosyo-ekonomik ve kültürel ortamlarda iktidar ilişkilerinin en mahrem biçim ve yapılarını ifade eden bir sistemdir (Saraçgil, 2005:11). Bu sistemde kural belirleyiciler erkeklerdir. Görüşme yapılan kadınlardan edinilen bilgi de bu yöndedir. Kadınlar yaşamlarında her kararı eşlerinin isteği doğrultusunda vermektedirler. Eşleri isterse çocuk yapmakta, eşleri isterse çalışmakta, eşleri izin verirse bir araştırmaya katılmayı kabul etmektedirler. Kitle iletişim araçları sayesinde, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete her gün tanıklık etmekteyiz. Görüşülen annelerin şiddet deneyimleri tüyler ürperticidir. Anneler, aşağıdaki sözleriyle deneyimlerini açıklamaya çalışmışlardır: Anne ağlayarak, Eşimden çok şiddet gördüm. Hepimize şiddet uyguluyordu. Ailesi de cahildi. Sinirini yapısal, ailesel görüyorlardı. Hep kavga hep kavga Evlendikten kısa süre sonra eşimle çekişmeye başladık. Aile mahkemesine çıktık bir kere. Karakolluk olduk. Yapma etme dediler. Eşim hep tehdit ediyordu. Değişir değişir diye hep iyi niyetle yaklaşıyordum ama yine değişmedi Kemeriyle vururdu. Kaç kere tırnaklarımı patlattı. Sopaları birbirine bantlar kenarda bekletirdi. Hortumla, kazma sapıyla çok kötü döverdi. Hala bacaklarımda, sırtımda izleri durur. İşkenceci gibiydi. Çok bilinçli döverdi. Gün olur beni şortla atletle kapının önüne koyardı. Yalvarırdım beni içeri al rezil olacağım diye. (No: 1, oğlu cinayet nedeniyle cezaevinde) 568

48 Yukarıdaki açıklamada bulunan anne, gördüğü şiddete ilişkin polise başvurduğunu ancak eşinin şiddetini önleyebilecek bir müdahalede bulunulmadığını belirtmiştir. Annenin yardım almak için verdiği uğraş başarısız olunca eşinin şiddeti giderek artmıştır. Bir başka anne yine ağlayarak, Evliliğim çok kötü Şiddet görüyordum. Özellikle ilk 10 yıl. Çocuklara karşı da oluyordu eşimin şiddeti. Bu çocuğuma (Ağlayarak) Maaşı alır kumara giderdi. Dövdü çok dövdü Sokak ortası, mahalle ortası demedi. Kemeri çıkardı dövdü. (No. 4, oğlu gasp nedeniyle cezaevinde) Ev içerisinde sürekli kavga olduğunu belirten bir başka anne, çocuğunun cezaevinde bulunmasının nedenini bozuk aile ilişkilerinin çocuğu evden uzaklaştırmasına bağlamaktadır. Bu bağlamda, anneye göre evdeki düzensizliğin kaynağı babadır. Anne aşağıdaki sözleriyle şiddet deneyimini ve aile ilişkisini anlatmıştır: Şiddet vardı. Sabaha kadar içer, gelir ortalığı dağıtırdı. Evlendiğim günden beri kavga, dövüş, şiddet, psikolojik şiddet, hakaret, küfür... (No. 20, oğlu gasp nedeniyle cezaevinde) Şiddete maruz kaldıklarını belirten annelerin bir kısmı kendilerine destek olacak bir yakınlarının bulunmaması nedeniyle, evliliklerini sürdürmek zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir. Annelerin içinde bulundukları duruma ilişkin kadın sığınma evi ve benzeri sosyal hizmet kurumlarından herhangi bir yardım almadıkları tespit edilmiştir. Eşi tarafından şiddete maruz kalan annelerden birkaçı, şiddet nedeniyle belli sürelerde evi terk ederek, bir süre aileleri veya akrabaları yanında kaldıklarını ancak daha sonra eve geri döndüklerini belirtmiştir. Araştırmada, eşlerinin şiddetine maruz kalan annelerin neredeyse tamamının evliliklerini sürdürdükleri saptanmıştır. Anneler eşlerinden boşanmamalarının nedenini birçok sebebe bağlamaktadır. Bunlar arasında en fazla dile getirilinenler; gidilebilecek başka bir yerin olmaması, maddi yetersizlikler ve şiddet uygulayan kişiye yönelik korku duyulmasıdır. Yapılan araştırmada eşleri tarafından şiddete maruz kalan annelerin, çocuklarını koruyabilmek ve çocuklarına fayda sağlayabilmek adına evlerini terk edemedikleri de saptanmıştır. Sonuç Bu araştırma annelere göre çocuklarının suça yönelme nedenleri hakkındaki düşüncelerini ortaya çıkarmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Derinlemesine görüşmeler yoluyla annelerden edinilen bilgilere göre, tutuklu/hükümlü olarak cezaevinde bulunan çocukların ciddi derecede aile içi şiddete maruz kaldıkları ve/veya tanıklık ettikleri sonucuna ulaşılmıştır. Ev içerisinde babanın aşırı otoriter tutumu çocukları evden uzaklaştırarak sapkın bireylerle arkadaşılık kurmaya yöneltmektedir. Annelerin bir kısmı çocuklarının kimlerle arkadaşlık kurduğuna ilişkin bilgi sahibi olmasına rağmen bazı annelerin çocuklarının boş vakitlerinde neler yaptığını ve kimlerle arkadaşlık kurduğunu bilmemesi dikkat çekicidir. Çocuklarının arkadaşlarını bilmeyen annelerin ilgisiz oldukları ortaya çıkmaktadır. Araştırma sonunda ulaşılan bir diğer sonuç; aile içi şiddete rağmen annelerin evliliklerini sürdürmeleridir. Anneler, evliliklerini sürdürme nedenine ilişkin kendilerine yardım edecek kişilerden yoksun olduklarını belirtmişlerdir. Ekonomik özgürlüğe sahip annelerin de aile içi şiddete maruz kalıp bu duruma son verememesi, annelerin yalnızca ekonomik anlamda değil, 569

49 manevi anlamda da kendilerine destek olacak kişi veya kişilere ihtiyaç duyduklarını göstermektedir. Çocukların şiddete maruz kalma ve/veya tanıklık etmeleri yalnızca aile içerisinde olmamaktadır. Çocukların zamanlarının büyük bölümünü geçirdikleri okul ve yaşadıkları çevrelerde de şiddet olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Okulda maruz kalınan şiddet çocukların okul yaşamlarını erken sonlandırmaya neden olurken, okula bağlılığı da engellemektedir. Araştırmada, suça yönelen çocukların hem annelerinin hem de babalarının düşük eğitim düzeyine sahip oldukları saptanmıştır. Düşük eğitimli ebeveynlerin çocuklarını yeterince koruyamadıkları ve çocuklarına rehberlik edemedikleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, 50 yaş üzeri eğitim düzeyi düşük annelerin, en küçük çocuklarının cezaevinde bulunduğu belirlenmiştir. Annelerin yaşları ilerledikçe çocuklarının denetimini sağlayamadıkları görülmektedir. Benzer şekilde on sekiz yaşından önce çocuk sahibi olan annelerin de çocuklarının denetim ve kontrolünü sağlayamadıkları belirlenmiştir. Öneriler Öğrenilen bir davranış olan şiddetin ortadan kaldırılmasına ilişkin temel olarak bireylerin, ailelerin ve toplumun barışçıl çözümler üretmeye yönelik bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi gerekmektedir. Kadının güçlendirlmesine yönelik her faaliyet annelerin özgüveni yüksek, girişken ve topluma yararlı çocuklar yetiştimesine katkı sağlayacaktır. Bu yönden, kadınları güçlendirmeye yönelik projeler ve programlar geliştirilmesinin toplumsal bir ihtiyaç olduğu açıktır. Toplumda şiddeti meşru kılan bakış açılarının değiştirilip yerine uzlaşmacı bakışın değer kazandığı anlayış biçimine doğru bir değişim gerekliliği ortadadır. Toplumu temel alan böyle bir değişim sürecinin medya yoluyla yaygınlaştırılması önemli bir adım olabilir. Şiddet uygulayan nesiller yetiştirilmek istenmiyorsa, çocukların şiddete maruz kalması ve/veya tanıklık etmesinin olumsuz sonuçlar doğuracağı düşüncesinden hareketle her bireyin çocukları korumaya ilişkin kendini sorumlu hissedeceği bir ortam yaratılmalıdır. Suça yönelen çocukların genel olarak toplumun dezavantajlı kesimlerinde oturdukları göz önünde bulundurulduğunda, çocukların boş zamanlarını etkili bir şekilde değerlendirmelerini sağlayan ortamlardan yoksun bırakıldıkları görülmektedir. Çocukların özellikle şiddet içermeyen spor dallarına özendirilerek sahip oldukları enerjiyi kendilerine ve başkalarına zarar vermeyecek biçimde harcamaları sağlanmalıdır. Kaynakça Ereş, F. (2009). Toplumsal Bir Sorun: Suçlu Çocuklar ve Ailenin Önemi. Aile ve Toplum Dergisi, 5 (17), Glueck, S. ve Glueck, E. (1950). Unravelling Juvenile Delinquency. New York: Harvard University Press. Gove, R. W. ve Crutchfield (1982). The Family and Juvenile Delinquency. The Sociological Quarterly, 23 (3):

50 İçli, T. G. (2009). Çocuk Suç ve Sokak Sokakta Yaşayan, Suç İşleyen ve Suça Maruz Kalan Çocuklar: Ankara ve İstanbul Örneği Çözümler ve Öneriler, (1. Baskı). Ankara: Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü. Kadın Dayanışma Vakfı. (2007). Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele El Kitabı. Ankara: Kadın Dayanışma Vakfı. Kızmaz, Z. (2005). Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama Potansiyelleri Üzerine Bir Değerlendirme. C. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 29 (2), Nye, I. (1958). Family Relationships and Delinquent Behaviour, New York: Wiley. Paschall, M. J., Rigwalt, C. L., Flewelling, R. L. (2003). Effects of Parenting, Father Absence, and Affiliation with Delinquent Peers on Delinquent Behaviour among African- American Male Adolescents. Adolescents, 38 (149), Saraçgil, A. (2005). Bukalemun Erkek, İstanbul: İletişim. Simons, R, L., Wu, C., Conger, R. D. ve Lorenz, F. O. (1994). Two Routes of Delinquency: Differences between Early and Late Starts in the Impact of Parenting and Deviant Peers. Criminology, 32 (2): Squire, D. (1996). The Causes of Delinquency as Seen Through the Eyes of Some Delinquents Themselves. (Doctor of Philosophy Thesis) The Faculty of Walden University, Minnesota. Straus, M. A. ve Stewart, J. H. (1999). Corporal Punishment by American Parents: National Data on Prevalence, Chronicity, Severity, and Duration, in Relation to Child and Family Characteristics. Clinical Child and Family Psychology Review, 2 (2), Türkiye İstatistik Kurumu (2011). Türkiye İstatistik Yıllığı (2009). adresinden 23 Ocak 2011 de alınmıştır. User, İ., Kümbetoğlu, B., Kolonkaya, T. (2002). Şiddete İlişkin Bir Bilinç Yükseltme Çalışması. Yoksulluk Şiddet ve İnsan Hakları (iç.). Ankara: TODAİE Yayınları. Wilson, H. W., Stover, C. S., Berkowitz, S. J. (2009). The Relationship between Childhood Violence Exposure and Juvenile Antisocial Behaviour: A Meta-Analytic Review. The Journal of Child Psychology and Psychiatry, 50 (7): Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6. Baskı). Ankara: Seçkin. 571

51 LİSE ÖĞRENCİLERİNİN GENEL SALDIRGANLIK DÜZEYLERİ BAĞLAMINDA ŞİDDET İÇEREN DAVRANIŞLARI SERGİLEME SIKLIKLARININ İNCELENMESİ Özet İsmail SEÇER 1 Bu çalışmanın amacı lise öğrencilerinin genel saldırganlık düzeyleri açısından şiddet öğesi içeren davranışları sergileme sıklıklarının incelenmesidir. Araştırmanın evrenini Erzurum şehir merkezinde eğitim öğretim yılında öğrenim görmekte olan lise 4.sınıf öğrencileri oluştururken, çalışma grubunu sözü geçen evrenden uygun örneklem olarak belirlenen 460 lise öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplamak için Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen saldırganlık ölçeği ve araştırmacı tarafından geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS paket programında, aritmetik ortalama ve t testi tekniği kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırma sonuçları öğrencilerin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda okulda kavga çıkarma, bir kavgaya karışma, okul dışında bir kavgaya karışma, okula kesici alet getirme, disiplin kurulundan ceza alma, arkadaşlarına sözel şiddet uygulama, örgüt ve çete faaliyeti içinde olma durumu ile anlamlı farklılaşma gösterdiğini, okula alkollü gelme, disiplin kuruluna sevk edilme, polis, karakol veya mahkemeye intikal eden bir olaya karışma davranışları arasında anlamlı bir farklılaşma olmadığını göstermektedir. Anahtar kelimeler: Lise, Saldırganlık, şiddet içeren davranış Abstract The purpose of this study of high school students in terms of overall levels of violence, aggression, to examine the frequency of display behavior that item. The research population in the city center of Erzurum academic year high school students who are receiving education and creating the working group mentioned in the appropriate sampling universe is defined as 460 high school students. Research to collect data Tuzgöl (1998) developed by the aggression scale and the personal information form was used by the researcher. The data obtained from the SPSS 16:00 package program were analyzed using arithmetic mean and t-test technique. Students' levels of aggression with the results of research over the last year to start a fight at school, being involved in a fight outside the school being involved in a fight, cutting tool to bring to school, taking the penalty discipline committee, organization, implementation and friends, verbal violence, gang activity shows significant differences in the state of being, alcoholic coming to school, be referred to the disciplinary board, police, police station or court, an episode which shows that there is a difference between being involved. Key Words:High scholl, aggression 1 Atatürk Üniversitesi, K.K.Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık A.B.D. ismail.secer@atauni.edu.tr 572

52 Giriş Son yıllarda hemen hemen tüm toplumların ortak şikâyeti özellikle gençler arasında artan oranda bir şiddet ve saldırganlık eğiliminin olması ve bununla paralel olarak suça yönelme davranışı gözlenmesidir. Bu durum haliyle gençlerin yoğun olarak bulunduğu okul ortamlarına da yansımaktadır. Bu tutum ve davranışların oluşumunda doğrudan ve dolaylı olarak birçok faktör etkili olmaktadır. Çocuk önemli oranda anne babanın ellerinde hayat bulur. İlk çocukluk yıllarında özellikle bireyin kişiliğinin temel dinamiklerinin oluşmaya başladığı bu dönem içerisindeki anne baba tutumları çok önemli bir belirleyici niteliğindedir. Elbette ki saldırganca davranışlar gösteren ve suça yönelen çocukların tek nedeni anne baba tutumu olarak gösterilemez. Bunların yanında medya ve medyadaki şiddet içerikli programlar, toplumsal krizler, kültürel yapı, sosyoekonomik çevre ve şartlar, aile yapısı ve sosyal normlar, savaşlar ve felaketler vs. olarak sıralanabilir ve daha pek çoğu eklenebilir. Biyolojik bir varlık olarak dünyaya gelen çocuk, süreç içinde sosyal bir varlığa dönüşür. Büyüyen çocuk çevresi ile sürekli etkileşim halindedir. İçinde yaşadığı doğal ve sosyal çevrenin insan üzerinde ki etkisi de büyüktür. Kişi bu faktörlerin karmaşık etkileşimi sonucu bir birey olarak toplumda yerini alır (Cevher, 2007). Bu süreci sosyalleşme olarak adlandıran Kağıtçıbaşı (2000), sosyalleşmeyi, bireyi yapılandıran tek yönlü bir etki olmadığını, aksine bireyle onu yetiştiren arasında aktif bir etkileşim süreci olarak tanımlamaktadır. Şiddet olgusu günümüz toplumlarının en temel sorunları arasında görülmektedir. Şiddet; bir kişiye güç ya da baskı uygulayarak bir şeyi zorla yaptırma eylemidir. Şiddet, insanların bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel ve toplu hareketlerin tümüdür (Gökçakan, 2005). Özellikle bedensel bütünlüğü de zedeleyen, sert ve acı veren bir yıkımdır(aral, 1997). Walker, Colvin ve Ramsey (2002) şiddeti diğer insanlara karşı yöneltilen, duygusal ve fiziksel saldırganlık olarak tanımlamışlardır (Williams ve Mayers, 2004). Dodson, şiddeti bireyin öfke ve düşmanlık duygularını yoğun ve yıkıcı bir biçimde açığa vurması olarak tanımlamıştır. Anderson ve Bushman (2002) ise şiddetin sadece bir saldırganlık olarak tanımlanamayacağını onun aynı zamanda insana veya diğer canlılara yöneltilmiş ilkel bir davranış olduğunu belirtmişlerdir. Gözütok ve ark.(2007) Şiddeti, yaşamın bireysel ve toplumsal boyutunda her an karşılaşılabilen çok türlü, çok yönlü ve çok boyutlu bir olgu olarak tanımlamışlardır. Buna göre şiddet saldırganlığı da içinde barındırır. Saldırganlık sevgi ve hoşgörüsüzlük gibi birçok olguyu içeren; insanlık tarihi boyunca, insanların bireysel ve topluca başvurduğu bir davranış ve tepki biçimidir. Marcovitz e göre, saldırganlık birçok benzer davranış ve ilişkiyi altında toplayan bir şemsiye terimdir: Bu terimde merak, araştırma, kendini kabul ettirme, üstünlük, hâkimiyeti kabul ettirme ve istismar vardır. Ona göre haz, saldırganlık, kendine ve çevreye hâkimiyet süreçleri, libidinal ve ego gelişimlerinin her aşamasında birbirinden ayrılmaz bir şekilde mevcuttur. Saldırganlık olmadan yaşamda kalma, öğrenme için aktif bir dürtü, içimizdeki dürtülere ve etrafımızdaki zorluklara ve ulaşılması gereken amaçlara hâkimiyet düşünülemez. Bandura ise, saldırganlığın kesin sınıflara ayrılarak tanımlanmasını eleştirerek her hangi bir davranışın saldırgan olarak nitelendirilmesinin bu nitelendirmeyi yapanların ya da içinde yaşanılan toplumun değer yargılarına bağlı olduğunu savunmuş, saldırganlığı, toplumsal açıdan saldırgan olarak nitelendirilen zarar verici ve yıkıcı davranışlar olarak ifade etmiştir(efilti,2006). Eroğlu (2009) lise öğrencilerinin fiziksel saldırganlık, öfke, düşmanlık ve dolaylı saldırganlık puan ortalamalarının üniversite öğrencilerinin puan ortalamalarından 573

53 anlamlı düzeyde yüksek olduğu sonucunu bulmuştur. Bu bağlamda ergenlik döneminde yaşadıkları çok yönlü değişim ve gelişim nedeniyle sıkıntılı bir dönem geçiren ergenlerin, bu dönemde sıklıkla çeşitli problem durumlarıyla karşı karşıya geldiklerini ve bu gelişimsel zorlukların saldırganlığa neden olabileceğini ileri sürmüştür. Odacı (2007), çocukların suça bulaşmalarının özellikle aileleri parçalanmış, sosyo- ekonomik düzeyi düşük, evdeki çocuk sayısının fazla olması gibi hususların sıkça görüldüğü aile ortamlarında daha yaygın olduğunu, Emniyet çocuk şubesine intikal eden şiddet ve suç olaylarının çok önemli bir kısmının devlet okullarında ve çevresinde gerçekleştiği, yaş grubundaki ergenlerde en düşük suç ve saldırganlık oranının % 15.4 ile 12 yaş grubunda olduğu bu rakamın yaş ilerledikçe arttığını tespit etmiştir. Üstün, Yılmaz, Kırbaş (2007), lise 4. sınıf öğrencilerinin şiddeti % 43 ile en fazla televizyonda gözlemlediklerini, en fazla korku ve şiddet içeren programlar izlediklerini, % 24 ünün okul çevresinde, % 9 unun maçlarda, % 6 sının ise internet kafelerde şiddet içeren unsurları gözlemlediklerini tespit etmiştir. Alikaşifoğlu ve arkadaşları (2004) İstanbul da 9-11 yaş grubunda bulunan öğrencilerin son bir yılda % 42 sinin bir fiziksel kavgaya karıştığını bunlardan % 7 sinin tıbbi tedavi gördüğünü, % 19 unun başka okullardaki öğrencilere % 30 unun kendi okulunda ki arkadaşlarına veya öğrencilere küfür ettiğini, % 8 inin ise okula silah vb. aletler getirdiğini tespit etmişlerdir. Pişkin (2005) Ankara da araştırma yaptığı ilköğretim okulu öğrencilerinin % 44 ünün sözel, % 30 unun fiziksel, % 9 unun cinsel ve % 1 inin duygusal zorbalığa maruz kaldığını belirlemiştir. Aynı şekilde şiddete maruz kalan bireylerin okulu sevmeme ve hatta okuldan nefret etmeye başlama gibi davranışlar gösterdiğini tespit etmiştir. Gökdaş (2007) ilköğretim öğrencilerinde en sık gözlenen şiddet davranışları arasında % 39.4 ile argo ifadeler (sözel şiddet) kullanma % 37.5 ile arkadaşları ile kavga etme, % 29,8 ile dersin işlenişine engel olma, % 27.9 ile okul eşyasına bilinçli olarak zarar verme ve % 26.9 ile derste arkadaşlarına fiziksel müdahalede bulunma davranışının olduğunu tespit etmiştir. Aynı araştırmacının okulda şiddetin ortaya çıkmasının nedenleri üzerine yaptığı çalışmada öne çıkan temel üç nedenin % 33 ile aile içi şiddet ve toplumsal değerlerde yıpranma % 18.8 ile veli duyarsızlığı ve % 26.9 ile medya araçlarında ön plana çıkarılan şiddet olgusu olduğunu tespit etmiştir. Yavuzer (2010) lise 1. sınıf öğrencilerine yönelik olarak gerçekleştirilen psikoeğitim uygulamasının öğrencilerin toplam saldırganlık puanları, fiziksel saldırganlık, sözel saldırganlık, öfke, düşmanlık ve dolaylı saldırganlık puanlarını azaltmada etkili olduğunu ve bu etkinin iki ay sonra da devam ettiğini tespit etmiştir. Baş ve Kabasakal (2010) ilköğretim sınıf düzeyinden öğrenciler üzerinde yaptıkları çalışma sonucunda öğrencilerin yaklaşık olarak % 40'ının son öğretim yılında en az bir kez fiziksel olarak kavga ettiğini, % 20'sinin bir grup kavgasına karıştığını, % 7'sinin okulda kesici alet taşıdığını ve % 6'sının kesici alet ile bir arkadaşını yaraladığını göstermiştir. Gündoğdu (2010) lise 1. sınıfa devam eden öğrencilerin cinsiyet ve ailelerinin maddi gelir durumu değişkenleri açısından çatışma çözme, saldırganlık ve öfke düzeylerinin farklılaşıp farklılaşmadığını incelendiği araştırmada öğrencilerin fiziksel saldırganlık, öfke, saldırganlık ve problem çözme düzeylerinde cinsiyetleri açısından anlamlı farklılıklar bulmuştur. Öğrencilerin toplam, fiziksel, sözel, dolaylı saldırganlık ve öfke düzeylerinde ailelerinin maddi gelir durumları açısından anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Dilekmen, Ada, Alver (2011), ana-baba tutumlarını demokratik algılayanlarla koruyucu algılayanlar arasında demokratik algılayanların lehine anlamlı fark olduğunu tespit etmişlerdir. Aynı araştırmada yaş, cinsiyet, eğitim şekli, annenin hayatta olması, babanın hayatta olması, yaşanılan yerleşim merkezi, algılanan akademik 574

54 başarı ve disiplin cezası alıp almama değişkenleri açısından öğrencilerinin saldırganlık puanları arasında anlamlı faklılaşma olmadığı görülmüştür. Sütçü ve Aydın (2010), öfke ve saldırganlığı azaltmaya yönelik bilişsel davranışçı bir grup terapisi programı hazırlamak ve öfke ve saldırganlık gösteren ergenlerde programın etkililiğini değerlendirmek için yaptıkları araştırmada terapi grubunda hem öz bildirime hem ebeveyn bildirimine dayalı öfke ve saldırganlık ölçümlerinde anlamlı iyileşmeler olduğunu göstermiştir. İzlem değerlendirmesinde var olan 8 katılımcıda terapi sonrasında elde edilen kazanımların çoğu 6 ay sonra da korunmuştur. Karahan, Özcan ve Ağlamaz (2010), anne ve babası boşanmış olan, anne ya da babası üvey olan ve yaşamındaki en önemli değeri "zengin olmak" şeklinde belirten öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin, diğer öğrencilere göre daha yüksek olduğunu tespit etmişlerdir. Karataş ve Gökçakan(2010), psikodrama teknikleri kullanılarak yapılan grup uygulamalarının ergenlerin saldırganlık düzeylerinin düşürülmesinde etkisinin olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Karataş (2009) tarafından bilişsel davranışçı teknikler kullanılarak yapılan öfke yönetimi programının ergenlerin saldırganlık düzeylerini önemli düzeyde azalttığını ve bu azalmanın 12 hafta süresince devam ettiğini tespit etmiştir. Saldırganlık ve şiddet gibi olumsuz davranışları çözmedeki ana engel öğrencilerin çatışma çözme, problem çözme ve iletişim gibi yaşam becerilerindeki yetersizliklerdir (Dodge ve ark.1987). Bu görüşü destekleyen araştırma bulgularında; saldırganlık düzeyi yüksek gençlerin sıklıkla sosyal problem çözme becerilerinde yetersizlikler olduğu (Vera, Shin, Montgomery, Mildner ve Speight, 2004), çatışma çözme becerilerinden yoksun oldukları (Weir, 2005) saptanmıştır. Alan yazında bu tür yaşam becerilerini kazandırmaya yönelik bilişsel-davranışçı teknikler ve psiko-eğitim programlarının ergenlerde saldırganlık ve şiddeti önleme üzerinde etkili olduğu görülmektedir (Bilge, 1996; Breunlin, Uysal, 2006, Cimmarusti, Bryant-Edwards ve Hetherington, 2002; Koruklu, 1998; Rutherford, Mathur ve Quinn, 1998; Aytek, 1999; Herrmann ve McWhirter, 2003; Uysal, 2003; Cummings, Hoffman ve Leschied, 2004; Söylemez, 2007; Genç, 2007; Ando, Asakura, Ando ve Simons-Morton, 2007). Yaşam becerilerindeki yetersizliklerin yanı sıra okul da öğrencilerin saldırgan davranışlarını artıran risk faktörlerine sahip olabilir. Öğrenci mevcudunun fazlalığı, katı kurallar, sıkı disiplin, program seçeneklerinin sınırlı olması, öğrenci ve okul çalışanları arasındaki iletişim yetersizliği, öğrenci özgürlüğünün sınırlı olması ve adaletsiz uygulamaların okullarda saldırganlık ve şiddeti artırdığı bulunmuştur (Miller, 1994). Şiddetin Nedenleri Suç, şiddet ve saldırganlık sosyolojik bir olay olarak pek çok faktörün bir araya gelmesi sonucunda ortaya çıkar. Aile, okul, çevre, toplumsal değer yargıları, medya ve arkadaş etkisi gibi birçok husus şiddet ve suçun ortaya çıkmasında etkilidir. Hukuki açıdan ceza kanunlarını ihlal etmek bir kişinin cezalandırılması için yeterli görülmekte ancak sosyolojik açıdan ortaya konulan bir davranışın bütün sorumluluğunu tek başına bireye yüklemek okulun, ailenin, medyanın, toplumun hatta devletin sorumluluklarını görmezden gelmek demektir (Saldırım, 2007). Hızla değişen değer yargıları, hızlı ve düzensiz kentleşme, iç ve dış göçler, ekonomik dengesizlikler ve krizler, baskıcı disiplin yöntemleri, hatalı eğitim uygulamaları, travmatik yaşantılar, gelecek kaygısı, istismara uğrama, sevgi yoksunluğu, ailede suça bulaşmış bireylerin varlığı, şiddet ve gerilim içerikli televizyon programları, kalabalık sınıflar, şiddet içerikli bilgisayar oyunları, 575

55 alkollü içecekler ve madde bağımlılığı vb durumlar çocukların gelişimini olumsuz etkilemekte ve şiddet eğilimine yöneltmektedir(gürsoy, 2002). Dahlberg, Gürsoy (1998) çocuk ve gençlerin şiddet ve saldırganlığa başvurmaları hususunda en önemli risk faktörlerinin bireysel (şiddete yatkınlık, küçük yaşlarda agresif davranışların desteklenmesi, gelişim bozuklukları vb), ailevi (problemli ebeveyn davranışları, düşük duygusal destek, şiddet içerikli davranışlar, çocuk yetiştirme hususunda yetersizlikler, düşük aile içi iletişim), okul ve arkadaş ( olumsuz arkadaş ilişkileri, okulu benimseyememe, akademik başarısızlık, sağlıksız okul çevresi), çevre ve komşu ( komşuluk ilişkilerinin zayıf olması, komşuların sık değişimi, aileler arası anlaşmazlıklar, ekonomik fırsatların azlığı) faktörlerinin olduğunu belirtmiştir. Şiddet ve saldırganlığın nedenleri üzerine 4 temel kuram ileri sürülmektedir. Bunlar uyarma kuramı, arınma kuramı, anomi kuramı ve kanıksama kuramıdır(artuk, 2002). Uyarma kuramına göre şiddet öğrenilebilir ve taklit edilebilir bir olgudur. Bu görüş Bandura ve arkadaşlarının sosyal öğrenme çalışmalarını temel almaktadır. Bandura, saldırganlık ve şiddet içerikli eylemleri gözlemleyen çocukların benzer durumlar karşısında aynı davranışları gösterme ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu yapmış olduğu deneysel çalışmalarla tespit etmiştir. Yapılan bu çalışmalar suçun öğrenilen ve taklit edilen bir nitelik olduğu ve kalıtımla geçmediği savını desteklemektedir. Amerikan Pediatri Akademisi medya şiddetinin çocuklar üzerinde ki etkileri ile ilgili olarak aşağıda ki tespitlerde bulunmaktadır. Medya şiddeti çocuklarda saldırgan davranışlara yol açmaktadır. Bir Amerikan çocuğu 18 yaşına gelene kadar sadece televizyonda yaklaşık 200 bin şiddet sahnesi izlemektedir. Medya şiddeti 8 yaş altındaki çocukları daha fazla etkilemektedir. Medya şiddeti çocuklarda saldırgan ve asosyal davranışları artırmakta, şiddete kurban olma korkusunu doğurmaktadır. Çocukları şiddete ve şiddet kurbanlarına karşı duyarsızlaştırır(aap, 1995). Arınma kuramı, sosyal öğrenme yada model alarak şiddet ve saldırganlığın öğrenildiğini savunan görüşlerin aksine medyada gözlenen şiddetin izleyenlerde saldırganlık eğilimini azalttığını iddia etmektedir. Çünkü saldırganlığın hyal düzeyinde yaşanması saldırganca eylem güdülerinin zayıflamasına yol açmaktadır ve bu süreç bireyin saldırganca davranışlara daha az başvurmasına neden olmaktadır. Arınma kuramcıları medyadaki şiddet olgusu, onun yıkıcılığı ve kötülüğü ile birlikte ele alındığını, seyircinin şiddeti kurban üzerinde uyandırdığı acıyı da yaşayarak algıladığını savunur. Dolayısıyla bu süreç bireyin saldırganca davranışlarında azaltıcı bir etki bırakmaktadır. Anomi kuramı, toplumsal süreç içerisinde şan,şöret ve iktidar ve kahramanlık gibi toplumun yarattığı ve insanları kendilerine ulaşmaya tahrik ettiği bir çok unsurun olduğunu bu hedeflere ulaşmanın ise meşru yollardan hem sınırlı hem de zor olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla insanlar bu hedeflere ulaşmak için suça ve şiddete başvurabilmektedirler. Kanıksama kuramına göre şiddet içerikli yayınlar bireyler üzerinde duygu körlüğü yapabilir. Birey sürekli olarak izlediği ve karşılaştığı şiddet içerikli yayınları izleyerek bunlara karşı duyarsızlaşmaya başlar. Dolayısıyla medya araçlarında karşılaşılan şiddet olayları bireylerin gerçek dünyada bu tür olaylara ilişkin bir duyarsızlık göstermesine zemin hazırlar( İpek, 2007). 576

56 Ülkemizde her geçen gün çocuk yetiştirme ve ana baba tutumları hususunda önemli bilinçlenmeler gerçekleşmekte, kalabalık sınıflar yerini daha kabul edilebilir rakamlara bırakmakta, eğitim öğretim faaliyetleri planlanırken öğrenciyi ve öğrencinin niteliklerini daha fazla dikkate almaya ve ön plana çıkarmaya başlanıyor olsa da yine de gençlerde şiddet olgusu görülmekte ve hatta daha küçük yaşlara doğru bir kayma gözlenmektedir. Bu da bize sadece aile ve okula dönük alınacak önlemlerin breylerin göstermiş olduğu şiddet ve saldırganlık davranışlarını ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini asıl olanın bataklığın top yekûn kurutulmasına dönük önlemlerin kararlı olarak ele alınmasını yani bireye suça, şiddete ve saldırganlığa iten nedenlerin etraflıca ele alınmasının gereğini göstermektedir. Amaç Bu araştırmanın amacı lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile şiddet öğesi içeren davranışları sergileme sıklıkları arasında ki ilişkinin incelenmesidir. Bu bağlamda saldırganlık düzeyi ile son bir yılda kavgaya karışma, bilerek ve isteyerek kavga çıkarma, okul dışında kavgaya karışma, okula kesici alet getirme, okula alkollü olarak gelme, arkadaşlarına sözel şiddet uygulama ( argo, küfür), disiplin kuruluna sevk edilme ve disiplin cezası almış olma, örgüt, grup yada çete faaliyeti içinde olma, polis, karakol yada mahkemeye intikal eden bir olaya karışma davranışları arasında ki ilişki belirlenmeye çalışılmıştır. Yöntem Evren ve Örneklem Bu araştırma, ilişkisel tarama modeline uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Tarama modelleri, geçmişte veya halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır (Karasar, 1998). Araştırmanın evrenini Erzurum şehir merkezi ve ilçelerinde eğitim öğretim yılında öğrenim görmekte olan lise öğrencileri oluştururken, çalışma grubu sözü geçen evrenden uygun örneklem olarak belirlenen 460 lise öğrencisinden oluşmaktadır. Örneklem grubunu oluşturan öğrencilerin 155 i kız 305 i erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Veri Toplama Araçları Bu araştırmada Öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin belirlenmesi amacıyla Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen saldırganlık ölçeği ve araştırmacı tarafından geliştirilen kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan bu veri toplama aracına ilişkin tanıtıcı bilgiler aşağıda verilmiştir. Saldırganlık ölçeği Araştırmada veri toplamak için bireylerin saldırganlık düzeyini ölçmek amacıyla Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen, Saldırganlık ölçeği kullanılmıştır. Ölçek, 30 u saldırgan içerikli, 15 i saldırgan içerikli olmayan toplam 45 maddeden oluşmaktadır. Saldırganlık ölçeği (5) Her zaman, (4) Sıklıkla, (3) Arasıra, (2) Nadiren, (1) Hiçbir zaman olmak üzere 5 li Likert derecelendirme tipindedir. Ölçekteki 15 madde tersine puanlanan madde olduğundan, puanlaması tersine çevrilerek yapılmaktadır. Ölçekten alınan toplam puanın yüksekliği, saldırganlık düzeyinin arttığının göstergesidir. Saldırganlık ölçeğinden alınabilecek puanlar 45 ile 225 arasında değişmektedir. 577

57 Saldırganlık Ölçeğinin Güvenirliği Ölçek, Tuzgöl (1998) tarafından 55 lise öğrencisine iki hafta ara ile uygulanmış, elde edilen puanlar arasında hesaplanan Pearson Momentler Çarpım korelasyon katsayısı.75 olarak bulunmuştur. Bulunan korelasyon katsayısının daha da yükseltilmesi amacıyla, madde analizi yapılmış ve ölçekte bulunan en az üç madde ile.25 oranında ilişkili olmayan maddelerin elenmesi ile ölçekten beş madde çıkarılmıştır. Böylece başlangıçta 50 maddeden oluşan ölçek, 45 maddeye inmiştir. Daha sonra yine lise örgencilerinin aldıkları puanlar üzerinde, hesaplanan Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı.71, Pearson Momentler Çarpım korelasyon katsayısı ise.85 bulunmuştur. Saldırganlık Ölçeğinin Geçerliği Tuzgöl (1998) tarafından yapılan geçerlik çalışmasında, çalışmanın yürütüldüğü okullarda 20 öğretmen ile görüşülmüştür. Öğretmenlerden saldırgan davranışları olan örgencileri belirtmeleri istenmiştir. En az üç öğretmenin saldırgan olarak ifade ettiği 45 örgenci belirlenmiş ve bu örgencilere ilgili ölçek uygulanmıştır. Daha önce uygulama yapılan saldırgan olarak tanımlanmış 45 kişilik grup ile saldırgan davranışları olmadığı kabul edilen grubun puan ortalamaları t-testi ile karsılaştırılmış ve elde edilen değer anlamlı bulunmuştur. Buna göre ölçeğin saldırgan davranışları ölçtüğü başka bir deyişle yeterli geçerliğe sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Verilerin Toplanması ve Analizi Verilerin Toplanması Verileri toplamak amacıyla daha önce uygun örneklem olarak belirlenen çalışma grubundaki okul ve sınıflara ölçeklerin uygulanacağı saatler belirlenmiştir. Kararlaştırılan saatlerde Saldırganlık Ölçeği uygulanmıştır. Uygulamadan önce ölçeklerle ilgili yönergeler okunmuş ve uygulamayla ilgili bilgi verilmiştir. Uygulama yaklaşık dakika sürmüştür. Verilerin Analizi İlk aşamada ölçekler ayrı ayrı değerlendirilmiş, ölçekleri eksik doldurmuş olan öğrencilerin ölçek formları ayıklanmıştır. Bu araştırmanın bağımsız değişkenleri; son bir yılda kavgaya karışma, bilerek ve isteyerek kavga çıkarma, okul dışında kavgaya karışma, okula kesici alet getirme, okula alkollü olarak gelme, arkadaşlarına sözel şiddet uygulama ( argo, küfür), disiplin kuruluna sevk edilme ve disiplin cezası almış olma, örgüt, grup ya da çete faaliyeti içinde olma, polis, karakol yada mahkemeye intikal eden bir olaya karışma davranışlarından oluşmaktadır. Bağımlı değişken ise saldırganlık düzeyidir. Verilerin istatistiksel analizi bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkenler üzerindeki etkilerini ortaya koyacak bir desen içinde ele alınmıştır. Her iki ölçekten elde edilen puan dağılımları bilgisayara araştırmanın değişkenlerine göre kodlanarak girilmiştir. Kodlama işleminden sonra verilerin analizi için SPSS 16,0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ve şiddet öğesi içeren davranışları gösterme sıklıkları arasında ki farka ilişkin bulgu ve yorumlar aşağıdaki gibidir. 578

58 Tablo 1. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Son Bir Yılda Kavgaya Karışma Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Kavgaya N X S.S T P Karışma Evet ,407 38,58128 Saldırganlık Hayır 217 1, , ,565,000 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda kavgaya karışma davranışları arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir(t 458 = -17,565, p=,000). Bu beklenen bir durumdur. Lise 4. sınıf öğrencilerinin kavgaya karışma davranışları ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Tablo 2. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okulda Kavga Çıkarma Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Kavga N X S.S T P Çıkarma Evet 233 1, ,27732 Saldırganlık Hayır 227 1, , ,421,003 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okulda kavga çıkarma davranışları arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir (t 458 = -6,421, p=,003). Bu sonuç bir önceki tabloda bulunan veriler ile de desteklenmektedir. Lise 4. sınıf öğrencilerinin kavga çıkarma davranışları ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu söylenebilir. Tablo 3. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okul Dışında Kavgaya Karışma Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Kavgaya N X S.S T P Karışma Evet 271 1, ,20911 Saldırganlık Hayır 189 1, , ,446,005 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okul dışında bir kavgaya karışma davranışı arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir (t 458 = -18,446, p=,,005). Bu bulgu tablo 1 ve tablo 2 de bulunan veriler ile de desteklenmektedir. Öğrencilerinin okul dışında bir kavgaya karışma davranışı ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu söylenebilir. Tablo 4. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okula Kesici Alet Getirme Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Kesici N X S.S T P Alet Evet 270 1, ,77089 Saldırganlık Hayır 189 1, , ,894,

59 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okula kesici alet getirme davranışı arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu (t 457 = -11,894, p=,000) ve öğrencilerin saldırganlık düzeyi ile okula kesici alet getirme davranışı arasında anlamlı bir ilişki olduğu söylenebilir. Tablo 5. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Okula Alkollü Gelme Davranışları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Alkol N X S.S T P Saldırganlık Evet 41 1, ,17169 Hayır 418 1, , ,433,152 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile okula alkollü gelme davranışı arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olmadığı görülmektedir (t 457 = -1,433, p=,152). Araştırma bulgusu anlamlı olmasa da öğrencilerin azımsanmayacak bir kısmının okula alkollü olarak geldiği görülmektedir. Bu durum eğitimsel açıdan oldukça sakıncalı sonuçlara sebep olabilir. Öğrencilerin alkol kullanımı ve okul ortamına alkollü olarak gelmeleri hususunda caydırıcı veya önleyici tedbirlerin alınması yararlı olacaktır. Tablo 6. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Disiplin Kuruluna Sevk Edilme Durumları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Disiplin N X S.S T P Sevk Evet 103 1, ,71160 Saldırganlık Hayır 356 1, , ,751,081 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile disiplin kuruluna sevk edilme durumu arasında ki farkın anlamlılığın t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olmadığı görülmektedir (t 457 = -1,751, p=,081). Bu bulgu öğrencilerin disiplin kuruluna sevk edilmelerinde daha başka faktörlerin etkili olduğunu ve saldırganlık düzeyinin başlı başına disiplin kuruluna sevk edilmelerinde etkili bir faktör olmadığını göstermektedir. Tablo 7. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri İle Disiplin Cezası Almış Olma Durumları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Disiplin N X S.S T P Cezası Evet 99 1, ,15616 Saldırganlık Hayır 360 1, , ,285,000 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile disiplin cezası almış olma durumu arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir (t 457 = -8,285, p=,000). Bu bulgu saldırganlık düzeyi ile disiplin kurulundan ceza alma durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. 580

60 Tablo 8. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Arkadaşlarına Karşı Argo İfadeler Kullanma Davranışı Arasındaki İlişkiye İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Argo N X S.S T P Saldırganlık Evet 180 1,0705E2 45,84127 Hayır 279 1,3842E2 45, ,200,000 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile argo ifadeler kullanma durumu arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir (t 457 = -7,200, p=,000). Argo ifadeler kullanma sözel şiddet kapsamında düşünüldüğünde bireylerin saldırganlık düzeyleri ile arkadaşlarına karşı argo ifadeler kullanma arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Tablo 9. Lise öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri ile Bir Grup, Örgüt ya da Çete İçerisinde Bulunma Durumları Arasındaki Farka İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Örgüt N X S.S T P Çete Evet 189 1, ,18471 Saldırganlık Hayır 270 1, , ,837,010 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile bir grup, örgüt ya da çete içerisinde bulunma durumları arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olduğu görülmektedir (t 457 = -7,837, p=,010). Bireylerin örgüt veya çete gruplarında yer almalarında tek etken saldırganlık düzeyi olmamakla birlikte saldırganlık düzeyinin örgüt veya çete grupları içerisinde yer alma hususunda önemli bir etken olduğu görülmektedir. Tablo 10. Lise Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeyleri İle Polis, Karakol Veya Mahkemeye İntikal Eden Bir Durumun Varlığına İlişkin T Testi Sonuçları Saldırganlık Polis N X S.S T P Karakol Evet 35 1,3146E2 50,02667 Saldırganlık Hayır 424 1,2568E2 47, ,684,494 Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda polis, karakol veya mahkemeye intikal eden bir olayın varlığı arasında ki farkın anlamlılığının t testi ile test edilmesi sonucunda aradaki farkın anlamlı olmadığı görülmektedir (t 457 = -,684, p=,494). Bu bulgu öğrencilerin saldırganlık düzeylerinin polis veya mahkemeye intikal eden bir olaya karışmaları hususunda önemli bir etken olmadığını göstermektedir. Bireylerin ciddi manada suç teşkil eden olaylara karışmalarının altında bir çok faktörün olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuç ve Tartışma: Araştırmanın bulguları birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde şu çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ile son bir yılda bir kavgaya karışma, bilerek ve isteyerek kavga çıkarma ve okul dışında da kavgaya karışma durumları arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu Bulgu daha önce yapılan benzer araştırma sonuçlarıyla uyumludur. Ögel ve arkadaşları (2004) tarafından İstanbul da 581

61 ilköğretim okullarında suç ve şiddetin yaygınlığını belirlemek için yapılan çalışma da öğrencilerin yaklaşık yarısının son bir yılda fiziksel bir kavgaya karıştığını, yaşamı boyunca en az bir kez bir kavgaya karışmış olanlarında yine grubun yaklaşık yarısını oluşturduğunu, % 26,3 lük bir grubun ise bir başkasını en az bir kez yaralayıcı bir şiddete başvurduğunu ve başkasını yaralayanların en az yarısının ilk kez yaş aralığında bu davranışa başvurduğunu tespit etmişlerdir. Göktaş (2007), Baş, Kabasakal (2010), öğrencilerin fiziksel bir kavgaya karışma ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki tespit ederken, Alikaşifoğlu, Ercen, Erginöz, Uysal ve Kaymak (2004), lise öğrencileri ile yürüttükleri çalışmalarında, son bir yıl içinde okul içinde ve okul dışında fiziksel bir kavgaya karışma oranının öğrenciler arasında % 42 olduğunu, Aras, Günay, Ozan ve Orçun (2007), lise son sınıf öğrencileri ile yürüttükleri çalışmalarında, öğrenciler arasında, en az bir ya da iki kez, başlamış bir kavgaya karışma oranının % 50.2 olduğunu, Uludağlı ve Uçanok (2004), çalışma grubunun yaklaşık yarısının son bir yılda kavgaya karıştığını, Olweus (1993), Norveçte öğrencilerin % 8 inin bir zorbalığa başvurduğunu ve kavgaya karıştığını, Nansel ve ark.(2001). Amerika Birleşik Devletlerinde lise öğrencilerinin % 13 ünün diğer öğrencilere şiddet uyguladığını ve kavgaya karıştığını, % 10.6 sının şiddete maruz kaldığını, % 6.3 ünün ise hem şiddet uyguladığını hem de şiddete maruz kaldığını, Craig ve Pepler (2003), kanada da öğrencilerin en az % 9 unun şiddete ve saldırganlığa başvurduğunu tespit etmişlerdir. Sonuç olarak saldırganlık düzeyleri yüksek öğrencilerin okulda veya okul dışında kavga çıkarma veya bir kavgaya karışma olasılıklarının yüksek olduğu ilgili literatüre ilişkin verilerden de hareketle söylenebilir. Çocukluk ve gençlik dönemindeki saldırganlığın ileriki yaşlarda fiziksel saldırganlık; depresyon, düşük öğrenim performansı, kronik şiddet ve suça yönelik davranışların ve uyumsuzluğun güçlü bir yordayıcısı olduğu şeklinde bulgular elde edilmiştir (Martino, Ellickson, Klein, McCaffrey & Edelen, 2008). Öğrencilerin saldırganlık düzeyleri ile okula kesici alet getirme davranışları arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve ilgili literatürde daha önce yapılan çalışmalarla da desteklendiği görülmektedir. Alikaşifoğlu, Ercen, Erginöz, Uysal ve Kaymak (2004) tarafından yapılan araştırma da okul sınırları içinde silah ve kesici alet taşıma oranının % 8 olduğu, Aras, Günay, Ozan ve Orçun (2007) ise kesici alet taşıma oranının öğrenciler arasında % 14.5 olduğunu Baş ve Kabasakal (2010) öğrencilerin yaklaşık % 7 sinin okula kesici alet getirdiğini ve % 6'sının kesici alet ile bir arkadaşını yaraladığını, Gökdaş (2007) ise ilköğretim öğrencilerinin % 7.7 sinin sürekli olarak, % 65.9 unun ise ara ara yanlarında kesici alet taşıdığını tespit etmişlerdir. Gerek araştırma bulgularımız ve gerekse de literatüre ilişkin veriler öğrencilerin okula kesici alet getirmekten ve ihtiyaç duyduklarında kullanmaktan çekinmediklerini göstermektedir. Bu durumun bütün öğrenciler için ciddi bir risk oluşturacağı düşünülmektedir. Öğrencilerin okula alkollü olarak gelme davranışı ile saldırganlık arasında anlamlı bir ilişki olmadığını görülmektedir. Gökdaş (2007) yaptığı araştırmada öğrencilerin % 1 inin sürekli olarak % 12 sinin ise ara ara okula alkollü olarak geldiğini tespit etmiştir. Araştırma bulguları anlamlı çıkmamış olsa da öğrencilerin okula alkol alarak gelmelerinin hem kendileri hemde diğer öğrenciler ve hatta öğretmenler ve okul idarecileri için ciddi bir risk oluşturacağı bilinmeli ve bu konuda caydırıcı ve önleyici tedbirler alınmalıdır. Araştırma sonuçları öğrencilerin disiplin kuruluna sevk edilmeleri ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı biri farklılaşma olmadığını ancak disiplin kurulundan ceza alan öğrencilerin bu durumları ile saldırganlık özellikleri arasında 582

62 anlamlı farklılaşma olduğunu göstermektedir. Literatürde disiplin cezası alan öğrencilerin saldırganlık düzeylerini belirlemeye dönük sadece bir araştırmaya ulaşılmıştır. Dilekmen, Alver, Ada (2011) tarafından yapılan bir çalışmada, disiplin cezası alıp almama değişkenleri açısından öğrencilerinin saldırganlık puanlarının anlamlı farklılaşma göstermediği tespit edilmiştir. Araştırma bulgularımız disiplin cezası almış olan öğrencilerin bu durumları ile saldırganlık özellikleri arasında anlamlı bir farklılaşma olduğunu göstermektedir. Bu bulgular doğrultusunda saldırganlığın öğrencilerin disiplin cezası almaları hususunda önemli bir etken olduğunu söyleyebiliriz. Araştırma sonuçları öğrencilerin arkadaşlarına karşı gösterdikleri küfür ve argo ifadeler içeren sözel şiddet ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılaşma olduğunu göstermektedir. Gökdaş (2007), öğrencilerin % 39.4 ile en fazla sözel şiddete başvurduğunu, Gündoğdu (2010) öğrencilerin maddi durumları ile sözel şiddete başvurma davranışları arasında anlamlı ilişki olduğunu, Pişkin (2005), Ankara da araştırma yaptığı ilköğretim okulu öğrencilerinin % 44 ünün sözel şiddete başvurduğunu, Yavuzer, Üre (2010), ise öğrenciler arasında sözel şiddetin yaygın olduğunu ve psikoeğitim uygulamasının öğrencilerin sözel şiddete başvurma düzeylerini azaltmada etkili olmadığını, Alikaşifoğlu ve arkadaşları (2004), 9-11 yaş grubunda ki öğrencilerin % 19 unun başka okullardaki öğrencilere % 30 unun kendi okulunda ki arkadaşlarına veya öğrencilere küfür ettiğini, Çetinkaya ve ark.(2009), öğrencilerin sosyo ekonomik düzey ile sözel şiddet arasında anlamlı ilişki olduğunu ve sosyo ekonomik düzey düştükçe sözel şiddete daha fazla başvurulduğunu tespit etmişlerdir. Araştırma sonuçları öğrencilerin saldırganlık özellikleri ile bir örgüt, grup ya da çete faaliyeti içinde bulunma durumları arasında anlamlı bir farklılaşma olduğunu göstermektedir. Bu bulgu daha önce yapılan benzer araştırma sonuçları ile tutarlılık göstermektedir. Ögel ve arkadaşları (2004) ilköğretim öğrencilerinin % 10 unun en az bir kez bir çeteye girdiklerini, Gökdaş (2007) ise ilköğretim öğrencilerinin % 10,6 sının sürekli olarak, % 49.5 inin ise ara ara çete veya grupların içinde yer aldıklarını tespit etmiştir. Öğrencilerin polis, karakol ve mahkemeye intikal eden bir olaya karışmaları ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılaşma olmadığı görülmektedir. Odacı (2007) Emniyet çocuk şubesine intikal eden şiddet ve suç olaylarının çok önemli bir kısmının devlet okullarında ve çevresinde gerçekleştiğini, yaş grubundaki ergenlerde en düşük suç ve saldırganlık oranının % 15.4 ile 12 yaş grubunda görüldüğünü ve bu rakamın yaşın ilerlemesi ile arttığını tespit etmiştir. Solak (2011) ülkemizde 18 yaşın altında ki bireylerin son üç yılda karışmış olduğu suçlara ilişkin yapılan bir çalışmada kanunen çocuk olarak kabul edilen bu yaş grubunda toplam 427,079 suç işlendiği ve bu suçlarında yaklaşık yarısının şahsa karşı suçlar kapsamına girdiği ve yine işlenen suçların toplamının % 90 ının şahsa ve mala karşı işlenen suçlar olduğu, cana ve şahsa karşı işlenen suçlar açısından yetişkinler ile çocukların karışmış olduğu suçlar açısından hemen hemen aynı değerlerin olduğu saptanmıştır. Bu bulgu araştırma bulgularımızı desteklemiyor olsa da özellikle cana ve şahsa karşı işlenen suçlarda bireylerin belirgin bir saldırganlık potansiyeline sahip olmaları beklenir. Ancak belirtmek gerekir ki bireylerin ciddi manada suç teşkil eden bir olayra karışmaları sadece saldırganlık düzeyleri ile değil birçok faktörün etkisiyle ortaya çıkabilecek bir durum olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. 583

63 Sağlıklı bir toplumda gençler ıslah evlerinde ya da hapishanelerde değil, toplumun içinde kendisine saygın bir yer edinerek eğitimde, iş hayatında vs. yerlerde bulunurlar. Oysa günümüzde hapishaneler de kontenjanın ağırlığını önemli oranda gençler oluşturmaktadır. Bu durum giderek daha da artma belirtileri gösterdiği için toplumsal geleceğimiz açısından iyi bir işaret olarak görülemez. Bu durumun elbette bir çok sebebi vardır. Bu gün ülkemizde maalesef okulların gerek içi ve gerekse de okul çevresi gençlerin şiddete ve suça bulaşmaları hususunda kaçınılmaz bir zemin oluşturmakta bir çok çete veya suç grupları okul çevrelerini mekan tutmaktadır. Bu durumun önüne geçilmesi ve gençlerin okul ortamında suça ve şiddete yönelmelerine sebep olacak hususlarda ilgili ve yetkili makamlarca acil olarak tedbirler alınması zaruri görünmektedir. Ancak bir çocuğun önemli oranda anne babanın elinde hayat bulduğu ve geliştirdiği davranışlarında önemli ölçüde anne baba ile kurduğu özdeşimlerin sonucu olduğu düşünüldüğünde aile kurumunun önemi bir kez daha ortaya çıkmış olur. Son yıllarda medya ve hızlı sanayileşme ve kentleşmenin de etkisiyle aile kurumunda çok hızlı bir çözülme ve bozulma görülmekte olup boşanmalar ve ailenin parçalanması çok vahim bir seviyeye yaklaşmakta ve evliliklerin süresi de önemli oranda kısalmış bulunmaktadır. Bunları topluca ele alacak olduğumuzda aslında geleceğimiz açısından hiç de iyi bir noktada olmadığımızı düşünebiliriz. Bu anlamda politika üreten makamların aile kurumuna daha fazla yönelmeleri ve toplumda ailenin parçalanmasının önüne geçecek toplumsal dinamiklerin oluşturulması ve anne babaların sağlıklı ana baba tutumları konusunda bilinçlendirilmeleri gençlerin saldırganlığa ve şiddete başvurarak suça bulaşmalarının önüne geçilmesi hususunda önemli bir adım olacaktır. Öneriler Lise öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri ve göstermiş oldukları şiddet içerikli davranışlara ilişkin bulgular öğrencilerin önemli ölçüde saldırganlık ve şiddet potansiyeli taşıdıkları ve aynı zamanda sadece kendileri için değil diğer öğrenciler içinde bu durumun bir risk yaratacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Okullarımızda karşılaşılan bu sorunun üstesinden gelinmesi için aşağıda belirtilen önerilerin etkili olacağı düşünülmektedir. 1. Saldırganlık içerikli davranışlar ortaya çıkmadan önce çocuklarda erken yaşlarda olumlu davranış ve alışkanlıklar kazandırılmalıdır. 2. Okullarımızda saldırganlık potansiyeli yüksek olan ve şiddete başvuran öğrenciler belirlenerek iletişim, problem çözme ve öfke kontrolü benzeri grup rehberlik eğitimlerinden ve bireysel psikolojik danışma hizmetlerinden yararlanması sağlanmalıdır. 3. Okul idaresi, rehberlik servisi ve aileler arasında etkili bir iletişim ve yardımlaşma mekanizması oluşturulmalı ve saldırganlık özelliği yüksek olan öğrenciler sürekli gözetim altında tutulmalıdır. 4. Eğitim öğretim faaliyetleri öğrencilerin akademik becerilerinin yanı sıra iletişim becerileri, problem çözme becerileri ve öfke kontrolü gibi becerileri de kazandıracak içeriğe sahip olmalıdır. 5. Öğrencilerin okullara rahatça kesici ve yaralayıcı aletler getirmesinin önüne geçilmeli ve caydırıcı önlemler alınmalıdır. Çünkü bu durum diğer öğrenciler için ciddi bir risk unsuru oluşturmaktadır. 6. Ailelerin çocuk yetiştirme tarzları hususunda bilgilendirilmeleri ve bilinçlendirilmeleri sağlanmalıdır. 584

64 7. Şiddete başvuran öğrencilerin doğrudan cezalandırılmaları yerine onları rehabilite edici uygulamalara yönlendirilmeleri yararlı olacaktır. 8. Öğrencilerin suç ve çete gruplarına girmemeleri ve suça bulaşmamaları konusunda gerek ilgili kuruluşlar, gerek kitle iletişim araçları ve gerekse de okul rehberlik servisleri bilgilendirici çalışmalar yapmalıdır. 9. Okul ortamları daha güvenli ve huzurlu ortamlar haline getirilmelidir. KAYNAKÇA American Academy of Pediatrics (1995). Media Violence, AAP Committe on Comminications in Pediatrics, 95(6), 113,117 Alıcıgüzel, I. (2001). Çağdaş Okulda Eğitim ve Öğretim, İstanbul: Sistem Yayıncılık. Alikaşifoğlu, M., Ercan, O., Erginöz, E., & Kaymak, D. A. (2004). Violent Behavior among Turkish High School Students and Correlate of Physical Fighting. European Journal of Public Health, 14 (2), Aral, N.(1997). Fiziksel İstismar ve Çocuk. Ankara: Tekışık Ofset. Aras, Ş., Günay, T., Özan, S., & Orçun, E. (2007). İzmir İlinde Lise Öğrencilerinin Riskli Davranışları Anatolian Journal of Psychiatry, 8, Artuk, M.E. (2002). Medya Şiddet ve Özellikle İntihar Haberlerinin Sunumunun Toplum Üzerinde ki Etkileri ve Bunun Önlenmesi. Radyo ve Televizyonlarda Şiddet ve İntihar Haberlerinin Sunumunun Toplum Üzerinde ki Etkileri Sempozyumu, Ankara-Bilkent Hotel. Anderson, C. Bushman, B.(2002). Human Agression. Annual Revievs of Psychology, (53), Ando, M., Asakura, T., Simons-M, B. (2007). A Psychoeducational Program to Prevent Aggressive Behavior among Japanese Early Adolescents. Health Education & Behavior. 34 (5): Anne L., Hoffman, S., Leschied, A. W. (2004). A Psychoeducational Group for Aggressive Adolescent Girls. The Journal for Specialists in Group Work. 29 (3): Aytek, H. (1999). Grup Rehberliğinin Ortaöğretim Basamağındaki Öğrencilerin Öfke Davranışlarının Kontrolü Üzerindeki Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Baş, A., Kabasakal, T. (2010). İlköğretim Okullarında Saldırganlık ve Şiddet Davranışlarının Yaygınlığı. İlköğretim-Online, 9(1): Baymur, F.(1983). Genel Psikoloji. Ankara: İnkılâp ve Aka Kitabavi. Bilge, F. (1996). Danışandan Hız Alan ve Bilişsel-Davranışçı Yaklaşımlarla Yapılan Grupla Psikolojik Danışmanın Üniversite Öğrencilerinin Kızgınlık Düzeyleri Üzerindeki Etkileri. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Breunlin, D. C., Cimmarusti, R. A., Bryant, E. T., Hetherington, J. S. (2002). Conflict Resolution Training as an Alternative to Suspension for Violent Behaviour. Journal of Educational Research, 95(6):

65 Cevher, M. (2007). Suça ürüklenen çocuklar; Çocuk suçluluğuna genel bir bakış içinde Solak. A (Ed), Okullarda Şiddet ve Çocuk Suçlululuğu (19-35). Ankara; Hegem Yayınları. Craig, W. M. ve Pepler, D. J. (2003). Identifying and Targeting Risk for İnvolvement in Bullying and Victimization. The Canadian Journal of Psychiatry, 48, Çetinkaya, S., Nur, N., Ayvaz, A., Özdemir, D., Kavakcı, Ö. (2009). Sosyoekonomik Durumu Farklı Üç İlköğretim Okulu Öğrencilerinde Akran Zorbalığının Depresyon ve Benlik Saygısı Düzeyiyle İlişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 10, Dahlberg. H., Gürsoy, F.(1998). Anne Yoksunu Olan Çocukların Saldırganlık Eğilimlerinin İncelenmesi. Çukurova üniversitesi eğitim fakültesi dergisi, 75-74, 60,64. Dilekmen, M., Ada, Ş., Alver, B. (2011). İlköğretim 2. Kademe Öğrencilerinin Saldırganlık Özellikleri. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 10(2): Dodge, K. A,. Coie, J. D. (1987). Social Information Processing Factors in Reactive and Proactive Aggression in Children s Peer Groups. Journal of Personality and Social Psychology 53: Eroğlu, Sursan, E. (2009). Saldırganlık Davranışlarının Boyutları ve İlişkili Olduğu Faktörler: Lise ve Üniversite Öğrencileri Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21: Efîlti, E.(2006).Ortaöğretim Kurumlarında Okuyan Öğrencilerin Saldırganlık, Denetim Odağı ve Kişilik Özelliklerinin Karşılaştırmalı olarak incelenmesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Selçuk üniversitesi. Genç, H. (2007). Grupla Öfke Denetimi Eğitiminin Lise 9.Sınıf Öğrencilerinin Sürekli Öfke Düzeylerine Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi. Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir. Güner, I. (2007), Çatışma Çözme Becerilerini Geliştirmeye Yönelik Grup Rehberlik Programının Lise 4. Sınıf Öğrencilerinin Saldırganlık ve Problem Çözme Becerisi Üzerine Etkisi. Yüksek Lisans Tezi. İnönü Üniversitesi. Gündoğdu, R. (2010) 9. Sınıf Öğrencilerinin Çatışma Çözme, Öfke ve Saldırganlık Düzeylerinin Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 19(3): Gürsoy, F.(2002). Annesi Çalışan ve Çalışmayan Çocukların Saldırganlık Eğilimlerinin İncelenmesi. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Dergisi. 7(6), 7-15 Gökçakan, N. (2010). Mersin İlinde Yılları Arasında Çocuk Suçları Oranının İncelenmesi. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,(6), Gökdaş, İ. (2007). İlköğretimde Şiddet. İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu ( ). Ankara; Hegem Yayınları. 586

66 Gözütok, F.D., Karacaoğlu, C., Er, O. (2007). Çocuklar evde de okulda da dövülüyor İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu ( ). Ankara; Hegem Yayınları. Gözütok, F.D(2001). Okulda Dayak. Ankara: 72 Ofset. Herrmann, D. S. ve McWhirter, J. J. (2003). Anger& Aggression Management in Young Adolescents; an Experimental Validation of the SCARE Program. Education And Treatment of Children, 26(3): Kağıtçıbaşı, Ç. (2000). Kültürel Psikoloji Bağlamında İnsan ve Aile. İstanbul: Evrim Yayınevi. Karahan, T., Özcan, F., Ağlamaz, T. (2009). Lise 4. Sınıf Öğrencilerinin Saldırganlık Düzeylerinin Anne Babanın Birliktelik Durumu, Öz ve Üvey Oluşu ve Yaşamda Öncelikli En Önemli Değer Algısı Açısından İncelenmesi. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22(1): Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Karataş, Z., Gökçakan, Z. (2010). Psikodrama Teknikleri Kullanılarak Yapılan Grup Uygulamasının Ergenlerin Çatışma Çözme Becerilerine Etkisinin İncelenmesi. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(4): Karataş, Z. (2009). Bilişsel Davranışçı Teknikler Kullanılarak Yapılan Öfke Yönetimi Programının Ergenlerin Saldırganlığını Azaltmadaki Etkisi. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, (26): Koruklu, N. (1998). Arabuluculuk Eğitiminin İlköğretim Düzeyindeki Bir Grup Öğrencinin Çatışma Çözme Davranışlarına Etkisinin İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Martino, S.C., Ellickson, P.L., Klein, D.J., McCaffrey, D., & Edelen, M.O. (2008). Multiple Trajectories of Physical Aggression among Adolescent Boys and Girls. Aggressive Behavior, 34, Miller, G.E. (1994). School Violence Miniseries İmpressions and İmplications. School Psychology Review, 23(2): Nansel, T., Overpeck, N. (2001). Bullying behaviors among U.S. youth, JAMA, 285, 16. İpek, C. (2007). Okullarda şiddet bağlamında ilköğretim programına konulan medya okuryazarlığı dersi, İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu.( ). Ankara; Hegem Yayınları. Pişkin, M. (2003). Okullarımızda Yaygın Bir Sorun: Akran Zorbalığı. VII.Ulusal PDR Kongresi, Bildiri Özetleri, 125, Ankara: Cantekin Matbaası. Rutherford JR. Robert B., Mathur Sarup R. ve Quinn Mary M. (1998). Promoting Social Communication Skills Through Cooperative Learning and Direct Instruction. Education and Treatment of Children. 21 (3): Saldırım, M. (2007). Ceza infaz kurumundan eğitim kurumuna. İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu (77-97). Ankara; Hegem Yayınları 587

67 Solak, A. (2011). Türkiye nin Suç Haritası; Çocuk Suçluluğu. Ankara: Hegem Yayınları. Söylemez, S. (2007). Ergenlerde problem çözme becerisini geliştirmeye yönelik bir grup çalışması içinde Erkan, S., Kaya, A. (Ed) Deneysel Olarak Sınanmış Grupla Psikolojik danışma ve Rehberlik Programları III. Ankara: PegemAYayıncılık. Sütçü, T., Aydın, S. (2010). Ergenlerde Öfke ve Saldırganlığı Azaltmak İçin Bilişsel Davranışçı Bir Grup Terapisi Programının Etkililiği. Türk Psikoloji Dergisi, 25(66):57-72 Tuzgöl, M. (1998). Ana-Baba Tutumları Farklı Lise Ögrencilerinin Saldırganlık Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, Odacı, H. (2007). Çocuk suçları ve şiddet Olayları. İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu (55-76). Ankara; Hegem Yayınları. Olweus, D., Mona E. S. (2003). Prevalance Estimation Oo School Bullying with the Olweus / Bully Questionnaire, Aggressive Behavior, 29, Ögel, K., Tarı, I., Eke, C. (2006). Okullarda Suç ve Şiddeti Önleme Klavuzu. İstanbul, Yeniden Yayınları. Uludağlı, N. ve Uçanok, Z. (2005). Akran Zorbalığı Gruplarında Yalnızlık ve Akademik Başarı ile Sosyometrik Statüye göre Zorba/Kurban Davranış Türleri. Türk Psikoloji Dergisi, 20(56), Uysal, A. (2003). Şiddet Karşıtı Programlı Eğitimin Öğrencilerin Çatışma Çözümleri, Şiddet Eğilimleri ve Davranışlarına Yansıması. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir. Uysal, Z. (2006). Çatışma Çözme Eğitim Programının Ortaöğretim Dokuzuncu Sınıf Düzeyindeki Öğrencilerin Çatışma Çözme Becerilerine Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Üstün, A., Yılmaz, M., Kırbaş, Ş. (2007). Gençleri şiddete yönelten nedenler. İçinde, Solak. A (Ed), Okullarda şiddet ve çocuk suçlululuğu ( ). Ankara; Hegem Yayınları Vera, E. M., Shin, R.Q., Montgomery, G. P., Mildner, C., Speight, S. L. (2004). Conflict Resolution Styles, Self-Efficacy, Self-Control, and Future Orientation of Urban Adolescents. Professional School Counseling, 8 (1): Weir, E. (2005). Preventing Violence in Youth. Canadian Medical Association Journal, 172(10): Williams, S. Myers, S.(2004). Adolescent Violence. The ABFN Journal, Yavuzer, Y. (2010). Okullarda Saldırganlık-Şiddet: Okul ve Öğretmenle İlgili Risk Faktörleri ve Önleme Stratejileri. Milli Eğitim Degisi, 192, Yavuzer, Y., Üre, Ö. (2010) Saldırganlığı Önlemeye Yönelik Psiko-Eğitim Programının Lise Öğrencilerindeki Saldırganlığı Azaltmaya Etkisi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (24):

68 AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALMIŞ OLAN KADINLARIN HUKUKİ UYGULAMALARA BAKIŞ AÇILARI Özden SALMAN 1, Nilüfer NEGİZ 2 Özet Aile içi şiddet Türkiye de son yıllarda önemli sayıda kadın yaralanmaları ve kadın ölümlerine yol açmaktadır ve aile içi şiddetin engellenememesi mağdur kişiye, aile birliğine ve topluma zarar vermektedir. Ülkemizde ailenin korunmasına dair politikalar sayısı günden güne artan kadın cinayetleri ile önemini pekiştirmektedir. Aile içi şiddetle mücadele etmek için politika yapımında ve uygulanmasında birçok kurum ve kuruluş etkendir. Bu politikaların hukuki alanda uygulanmasında ise Aile Mahkemeleri bireyin ve ailenin şiddetten korunması ile ilgili görev yapan kurumlardır. Bu çalışmada, Türkiye de ailenin korunmasında, kamusal politikaların uygulamaları, işleyişi, aksaklıkları ve sonuçları aile içi şiddete maruz kalmış ve adli hizmet almış olan kadınların bakış açıları ile değerlendirilmiştir. Kadınların, yararlanmış oldukları kanundan beklentilerinin ne ölçüde karşılandığı, korunma kararı sonucunda aile birliklerindeki değişim süreci öğrenilmiştir. Bu amaçla, araştırmanın kapsamında 4320 Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun dan kanundan faydalanmış olan kadınların aile ve aile birliğine bakış açıları nitel araştırma yönetimi ile ele alınmıştır. Sonuç olarak, yasanın aile birliği konusunda aileye sağladığı sonucun ve kanunun değerlendirilmesinin yapılması bunun yanında konu ile ilgili yeni politika ve programlar üretilmesine katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Ailenin korunması, kadına yönelik aile içi şiddet, kamusal politikalar Abstract WOMEN'S PERSPECTIVES WHO HAVE SUFFERED TO DOMESTIC VIOLENCE ABOUT PRACTICE OF LAW Large numbers of women in Turkey in recent years, domestic violence causes injury and death. In our country, constantly increasing the number of killings of women emphasizes the importance of policies on the protection of the family and the woman. The design and implementation of policy on the prevention of domestic violence plays a role in many institutions and organizations. Family courts are official institutions working on the protection of individual and family for domestic violence. 1 Sosyal Hizmet Uzmanı, Aile Mahkemesi, Isparta, ozden.salman@adalet.gov.tr 2 Yrd. Doç.Dr.,Süleyman Demirel Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, Isparta, nilufernegiz@sdu.edu.tr 589

69 In this study, family preservation, public policies, practices, functions, failures and the results are evaluated. For this purpose, women's perspectives have been used who have suffered to domestic violence and benefited from justice services. This study, in relation to Law No on the Protection of the family of the qualitative research method was used. As a result of evaluation of the Law No. 4320, as well as to contribute to the production of new policies related to the subject. Key Words: Family Protection, Family Violance, Public Policy GİRİŞ İnsanların yaşamak, üremek ve sosyalleşmek adına geliştirdiği en kabul gören oluşum kuşkusuz ki ailedir. Aile, insan türünü üretmek ve sürdürmek gereksiniminden doğmuştur ve bu yönüyle ailenin başlıca işlevlerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Aile, üretim ve tüketimde bulunmak gibi ekonomik yönü ve çocuğun toplumsallaştırılması, eğitimi, korunması, sevgi, serbest zamanların değerlendirilmesi gibi pek çok işlevleri olan, bütün toplumlarda en fazla evrensellik gösteren bir kurumdur. Ailenin sağlıklı yapısının sürdürülebilmesinin sağlanması amacıyla toplumlar aile kurumuna önem vermek, aile yapısını korumak, güçlenmesi ve gelişmesini sağlamak durumundadır. Bu nedenle birçok ülkede aile kurumunun korunması ve devam ettirilmesi için devlet ve sivil toplum örgütleri gerekli önlem ve çareleri araştırma ve elden geldiğince aileyi koruyucu tedbirleri uygulamaya çalışmaktadır (ASAGEM, 2009). Ailenin korunması konusu içinde özellikle kadın ve çocukların korunması ulusal ve uluslararası platformda oldukça önem kazanmış güncel bir konu olması nedeni ile ülkemizde de çeşitli yasal düzenlemeler yapılarak konu ile ilgili gelişmeler sağlanmıştır. Ülkemizdeki yasalar da ailenin korunması ile ilgili hükümlere sahiptir. Ailenin korunması görevi ülkemizde Anayasa nın 41. maddesinde devlete verilmiştir. Anayasa çatısı altında aile birliğinin korunması çeşitli yasalarda yer bulmaktadır. Türk Medeni Kanunu nda eşler arasında bir uyuşmazlık doğmasından önce ve sonra uygulanabilecek olan aile birliğini korumaya yönelik hükümler bulunmaktadır. Bunun yanında 4320 Sayılı Ailenin Korunması Hakkındaki Kanun 1 ailenin korunmasını vurgulamakta ve aile içi şiddete maruz kalan kişi ya da kişiler hakkında acil önlemler alınmasını amaçlamaktadır. Bunun yanında ailenin korunması ile ilgili olarak Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerini düzenleyen 4787 sayılı yasa da aile bireylerinden çocuklar ve yetişkinler hakkında koruyucu, önleyici ve sosyal tedbirler alınmasını içermektedir. Ülkemizde ailenin ve aile içi şiddete maruz kalan kişi ya da kişilerin korunması amacıyla özel bir kanun olarak uygulanmakta olan AKHK 1998 yılında yürürlüğe girmiş, 2007 yılında yeniden düzenlenmiş ve 2008 yılında yayınlanan yönetmeliği ile şiddete maruz kalan kadınların korunmasını amaçlayan önemli bir adım olmuştur yılı Mart ayı içinde yasada önemli değişiklikler yapılmıştır. 1 Çalışmanın devamında AKHK şeklinde belirtilecektir. 590

70 Bu çalışmada yılları arasında ilgili yasadan faydalanmış kadınların yasa ile ilgili değerlendirmelerine yer verilmiştir. 1. PROBLEM Aile ve aile birliğinin korunması kavramı ortaya çıkışından bu yana öncelikle kadınların ve kadın çalışmalarının konusu olmuştur. Aile birliğinin bozulmasının ve ailenin dağılmasının önemli gerekçelerinden bir olan, kişinin onurunu zedeleyen ve yaşam haklarını ihlal eden şiddet, ülkemizde kimi bölgelerde töre kaynaklı, kimi yerlerde ahlak ve öğrenilmiş değer olarak uygulanmaya devam etmektedir ve son yıllarda önemli sayılarda kadın ölümleri ile sonuçlanmaktadır. Şiddetle mücadele amacıyla var olan yasaların eksiklikleri ve yasa uygulayıcıların ihmalleri neticesinde engellenemeyen şiddet doğrudan mağdur kişiye, topluma ve aile birliğine zarar vermektedir. Bu nedenle aile birliğinin ve ailenin korunmasına dair politikalar ülkemizde sayısı günden güne artan kadın cinayetleri ile önemini pekiştirmiştir (Salman, 2011: 77). 2. AMAÇ Bu çalışmanın amacı; AKHK dan faydalanmış olan kadınların aile ve aile birliğine bakış açılarını değerlendirmek, bu kadınların aile birliğini tehlikeye düşüren nedenler hakkındaki görüşlerini öğrenmektir. Bunun yanında söz konusu kadınların yasal hakları konusundaki bilgilerini anlamak ve buna bağlı olarak yasadan beklentilerinin öğrenilmesini sağlamak; yasanın aile birliği konusunda aileye sağladığı sonucun değerlendirilmesinin yapmak ve konu ile ilgili yeni politika ve programlar üretilmesine katkıda bulunmaktır. 3. YÖNTEM Araştırmada kullanılan görüşme formunda 18 soru yer almaktadır. Görüşme formunun 5 sorusu kişinin kendisi ve genel yaşantısı ile ilgili sosyo- demografik verilerin elde edilmesi amacı ile sorulmuştur. Bu soruların kapsamı yaş, eğitim durumu, çalışma durumu, sahip olunan çocuk sayısı ve kişinin kendini tanıtması için sorulardan oluşmaktadır. Diğer sorular ise araştırmanın amacına uygun olarak sorulan kadınların aile ve aile birliği kavramlarını tanımlamaları, ailenin korunması konusundaki düşünceleri ve aileyi korumakla yükümlü kişinin kim olduğu ile ilgili sorular ve buna ek olarak aile birliğini tehdit eden nedenler, kadınların korunma taleplerini neden istedikleri, konu ile ilgili yasal hakları konusundaki bilinç durumları, kendilerine verilen tedbirler ve yasadan beklentiler, bu beklentilerin ne ölçüde karşılandığı; tedbir sürecinde aile birliğini etkileyen sorunların durumu ile ilgili sorulardır. Araştırmaya katılan kişilerin tümünü yılları arasında Isparta Aile Mahkemesi nde haklarında tedbir kararı verilen kadınlar oluşturmaktadır. Gönüllülük esasına göre araştırmaya katılmak isteyen 15 kadın ile yapılan görüşmeler kendi evlerinde 01 Nisan- 30 Mayıs 2011 tarihleri arasında, her bir görüşme dakika arasında değişen sürelerde gerçekleştirilmiştir. Araştırmada kullanılan soru kağıdı ile açık uçlu sorular oluşturulmuş ve kadınların adreslerine bizzat gidilerek görüşmeler yapılmıştır. Soru formundaki sorular 591

71 soru- cevap şeklinde değil sohbet şeklinde yapılmış, soru kâğıdındaki sıralama takip edilmemiş, sorular yapısı ve içeriği göz önünde bulundurularak kişiyi yönlendirmeden sorulmuştur. Yapılan görüşmeler neticesinde elde edilen araştırma verileri önce yazılı bir metin haline getirilmiş sonra elde edilen veriler kategorilere ayrılmış, alt metin ve temalar belirlenmiş ve sıralanmıştır. Sıralamada görüşülen 15 kişinin ifadeleri ve belirlenen alt başlıklar değerlendirilmiştir ve bu doğrultuda çalışma nitel araştırma ile kategorik bağlamsal çözümleme tekniği kullanılarak sınanmıştır. 4. BULGULAR Yapılan çalışmada katılımcıların demografik özellikleri (yaş, eğitim durumu, çalışma durumu, sosyal güvenlik durumu, çocuk sayısı) aşağıdaki tabloda gösterildiği gibidir. Tablo 1. Katılımcıların Sosyo- demografik Nitelikleri Kişi Yaş Medeni Durum B.A. 29 Evli, Ayrı yaşıyor Eğitim Durumu Çalışma Durumu Sosyal Güvenlik Çocuk Sayısı İlkokul mezunu Ev Hanımı SSK (Eş) 2 Z.C. 46 Bekar Üniversite mez. Kamu Personeli E.Sandığı 1 A.K. 29 Evli, Ayrı yaşıyor İlkokul mezunu Ev Hanımı SSK (Eş) 2 A.U. 33 Bekar Lise mezunu İşçi SSK 1 A.Z. 48 Bekar İlkokul mezunu Ev Hanımı Yeşil Kart 2 L.E. 32 Evli, Eşi ile yaşıyor Üniversite mez. Kamu Personeli E. Sandığı 1 T.K. 31 Bekar Y.L. mezunu Kamu personeli E. Sandığı Yok E.K. 43 Bekar İlkokul mezunu Ev Hanımı Yeşil Kart 3 S.L. 25 Evli, Ayrı yaşıyor Lise mezunu İşçi SSK Yok K.E. 59 Bekar Lise mezunu Emekli E. Sandığı 2 F.A. 23 Bekar İlkokul mezunu Gündelik İşçi Yok 1 H.K. 27 Bekar İlkokul mezunu Ev Hanımı Yeşil Kart 2 N.G. 37 Bekar Lise mezunu Gündelik İşçi Yok 2 S.H. 44 Bekar İlkokul mezunu Ev Hanımı Yeşil Kart 3 R.L. 42 Bekar İlkokul mezunu Ev Hanımı Yeşil Kart 2 Görüşülen kadınların 3 tanesi yaş grubundan, 5 tanesi yaşları arasında, 1 tanesi yaş diliminde ve 6 tanesi de 41 yaş ve üzerindedir. Kadınların 3 tanesinin evli olduğu ancak halen boşanma davasına devam etmekte olduğu, 1 tanesinin evli olduğu ve eşi ile birlikte yaşadığı, kalan 11 kadının da boşanmış ve halen bekar olduğu öğrenilmiştir. Görüşülen kadınlardan 8 tanesinin ilkokul mezunu olduğu, 2 tane kadının üniversite mezunu olduğu ve 1 kadının da yüksek lisans mezunu olduğu, 4 kadının da lise mezunu olduğu bilgileri edinilmiştir. Görüşülen kadınların 7 tanesinin 592

72 çalışmadığı ve ev hanımı olduğu, 2 tanesinin gündelik işlerde çalıştığı, 3 tanesinin kamu personeli, 2 tanesinin işçi olduğu ve 1 tanesinin de emekli olduğu tespit edilmiştir. Katılımcıların 5 tanesinin Yeşil Kart hizmetinden faydalanmakta olduğu, 4 tanesi Emekli Sandığı na tabi bulunduğu, 2 tanesi eşinin üzerinden SSK ve 2 tanesi kendi çalışması ile SSK dan sosyal güvenlikten faydalanırken 2 tanesinin hiçbir sosyal güvencesinin olmadığı görülmektedir. Kadınlardan yalnızca iki tanesinin çocuğu yoktur. Dört kadının 1 çocuğa sahip oldukları, yedi kadının 2 çocuğa ve iki kadının 3 çocuğa sahip oldukları ve 2 kadının çocuk sahibi olmadıkları belirlenmiştir. Kadınlar ile konunun esasına ilişkin yapılan araştırmaya sonucunda göre çözümlemenin analizi aşağıdaki şekilde yapılmıştır. Tablo 2. Çözümleme Analizi Ana Başlık Tema ve Alt Başlık İçerik Aile ve Aile Birliğine Yüklenen Anlamlar Ailenin Korunması Kavramı Aile Birliğini Tehlikeye Düşüren Nedenler Korunma talebi süreci ve dinamikleri Korunma tedbiri uygulama süreci Tedbir süreci ve sonrasında fikirler Aile yapısı içinde var olması gereken duygular, çocuk Aileyi koruyan kişi ya da kişiler, ailenin korunmasında devlet etkeni Kötü muamele ve erkeğe yönelik geleneksel bakış açısı, şiddet Yasal haklar konusunda bilinç durumu, korunma tedbiri uygulama süreci, Boşanma veya ayrı yaşama sürecine girilmesi, bir arada yaşama devam etme Memnuniyet ve kaygı Dürüstlük, sorumluluk, fedakarlık ve anlayış, sevgi, saygı ve güven Ailenin korunması için kadınların gereksinim duyduğu etkenler, aile danışma merkezi Sorunların niteliğinin analizi, şiddetin anlamları ve türleri Eşin evden uzaklaştırılması, savcılığa veya karakola şikayet bilgilerinin değerlendirilmesi Ailenin sonlandırılması veya ailenin devamına karar verme sürecinin değerlendirilmesi Duygu ve düşünceler 4.1. Aile ve Aile Birliğine Yüklenen Anlamlar Z.C. Aile sevgi bütünlüğü sağlanan, fedakârlık ve saygı gerektiren bir oluşum; anlayış, birlik ve beraberlik. Çocuk şart değil aile için ama aileyi daha mutlu kılması için çocuk olmalı. Bence çocuk aileyi güçlendiren ve bir arada tutan eşler arasında ortak bir nokta bence. Kızım aileyi babası yanımızda olmadığından biz aile değiliz diyor. Geniş aile ya da akrabalıklar ilişkiler üzerinde otorite ve sorumluluk sağlıyor. Tek ebeveynli aile de, nikâhsız birliktelikler de ailedir. Mühim olan birbirinin sorumluluğunu taşıyabilmektir. S.L. Bence aile güven demek. Herkesin birbirine sonuna kadar güvenmesi demek Mesela ben vardiyalı çalışırdım, o hiç çalışmazdı. Bana nereye gittiğin belli değil derdi. Kötü şeyler yapmaktan geliyorsun derdi hâlbuki gittiğim yer belli, işe gidiyorum. Önce güven lazım. Zaten güven olursa saygı, sevgi her şey olur. Mutlu olursunuz. Yapılan görüşmelerde kadınların birçoğunun ailenin oluşmasında ve devam etmesinde sevgi, saygı ve güven duygularının olmasının şart olduğunu vurguladıkları, 593

73 karşılıklı fedakârlığın ve güvenin de ailenin devamının sağlanmasında mutlaka olması gerektiğini vurguladıkları görülmüştür. Görüşülen kadınların geneli çocuğa önem vermektedirler. Çocuk faktörü kadınlar tarafından ailede olması gereken bir varlık, aileyi tamamlayıcı ve ailede kişilerin sorumluluklarını arttırıcı faktörlere sahip nitelikte olduğu şeklinde algılanmaktadır Ailenin Korunması Kavramı Yapılan araştırmada kadınların ailenin korunmasında devletin müdahaleci olmasından yana düşüncelere sahip olduğu bulgusu elde edilmiştir. Z.C. Aile için ortak zeminle oluşturularak ailenin önemi topluma anlatılmalı. Ailenin yaşadığı olumsuz durumlarda devletin aileye müdahalesi olmalı ama ülkemizde devletin her kurumunun aynı tutarlılıkla aileye bakışı olmadığını düşünüyorum. Yasal düzenlemeler olsa da hala polis şiddet gören kadını evine gönderiyor, önemsemiyor. A.U. Aileyi koruması da öğretilmeli bence artık insanlara. Hani kurslar falan da var ya duyuyoruz anne baba karı koca olma kursu falan, onları devlet vermeli bence insanlara. Kadınların devletin aileye müdahaleci yanının ailenin zorla korunmasından yana değil sorunlar ortaya çıkmadan, koruyucu önleyici müdahaleler ile gerçekleşmesi gerektiğini düşünmekte oldukları bilgisi edinilmiştir. Ailenin korunması konusunda kadınların devletten beklediği müdahalenin, sağlıklı aile yapısının oluşturulmasında devletin aileye sağlayacağı destek olduğu düşünülmektedir. Araştırma bulgularına göre kadınlar, aile bireylerine görev ve sorumluluklarının öğretilebileceği, sorun çözme kapasitelerinin geliştirilebileceği danışmanlık hizmetinin ailenin korunmasında devletin yapabileceği önemli bir yardım olacağını düşünmektedirler Aile Birliğini Tehlikeye Düşüren Nedenler Görüşülen kadınların aile birliğini tehlikeye düşüren nedenler ile ilgili görüşleri incelendiğinde kötü muamele, şiddet ve erkeğe yönelik geleneksel bakış açısının belirleyici tema ve alt başlık olarak ortaya çıktığı görülmektedir. H.K. Dayak, küfür, hakaret, içki, gazinolar. Ailemle görüşmemi istemedi, telefonumu elimden aldı, dışarı çıkarmadı beni. Yaptığı kötü şeyleri görmemi istemedi bence. İlk zamanlar beni paylaşamıyor sanırdım sonraları anladım öyle olmadığını. T.K. Bizim ailede eşim babasının dükkânında çalıştığından harçlık alırdı babasından. Babası sadece sigortasını yatırırdı. Ben düzenli maaşa sahibim. Eşimin erkeklik gururu incinmesin diye kredi kartımı ve maaş kartımı eşime verdim. Ama eşim maaşımla alkol almaya, gereksiz harcamalar yapmaya başladı. Bana şaka ile karışık vururdu. Maaşımdan bana neredeyse hiç para vermemeye başladı. Eşime göre kadın mutfakta ve yatakta lazımdı, ben fazla geldim ona. 594

74 A.K. Kocamın içkisi kumarı yoktur, eskiden vardı şimdi yok. İyi bir adam gibi görünür. Ama ilgisiz. Cinsellik olunca geliyor eve bana da kötü davranıyor o zamanlar. Küfür eder bana. Çocuklara etmez. Kirlidir, yıkanmaz. Kavga ederiz hep, döveriz birbirimizi. Çocuklar da küfür öğrendi küfür ediyorlar. Çocukları da alıp memlekete gitmek istiyorum. Görüşülen kadınların bir kısmının kıskanılma duygusunun hoşa giden ve bekledikleri bir tavır olmasından dolayı yaşadıkları duygusal şiddeti fark edemedikleri, bu farkındalığı ekonomik şiddet ve aldatılmanın ardından oluşturabildikleri anlaşılmıştır. Bunların yanında, kadınların eşlerinden fazla gelire sahip olmalarının ya da düzenli bir gelire sahip olmalarının kadınlar tarafından erkeğe yüklenen bir eksiklik olarak algılandığı görülmektedir. Kadınların bu nedenle maaşlarını, kredi kartlarını tümüyle eşlerine teslim ettikleri ve bu şekilde kocalarını ve onların erkeklik duygularını incitmeyecekleri fikrine sahip oldukları anlaşılmıştır. Kadınlardan bazılarının şiddetin her türlüsüne maruz kaldıkları; çocukların da var olan kötü durumun etkilerinden yara alarak küfür, aşağılama gibi davranışları göstermeye başladıkları anlaşılmıştır. Görülmektedir ki aile içinde yaşanan şiddetin her türlüsü, çocukların şiddeti öğrenmeleri için adeta bir ders olmaktadır. Böylelikle şiddetin toplum yaşantısına yansımalarının devam etmesinin gerekçeleri doğrulanmaktadır Korunma Talebi Süreci ve Dinamikleri Görüşülen kadınların AKHK dan faydalanma süreçleri ve bu süreci etkileyen faktörler incelendiğinde yasal hakların kadınlar tarafından ne ölçüde bilinerek tedbir sürecine girildiği ve korunma tedbirinin uygulanması sürecinde kadınların kanundan beklediği faydanın elde edilme durumu incelenmiştir. Z.C. Yasal haklarımı bilerek talep ettim tedbiri. Öncelikle çocuğum için nafaka davası açarak eşimi korkutmayı düşündüm ama sonra tedbir haklarımı kullandım. Evimiz her ikimizin de hissesi olan bir evdi. Ben kızımla evden gitmemek için eşimin evden gitmesini sağlamak için tedbir istedim. Kendim haklarımın tümünü biliyordum ama avukatım da bana yardımcı oldu. Tedbiri doğrudan aile mahkemesinden istedim. Savcılığa gidip istemedim ve o an hala eşim olduğundan ondan şikâyetçi olmadım, eşimin evden uzaklaştırılması kararı verildi. N.G. Ben avukata gittim dilekçe yazması için. Bana o söyledi haklarımı. Evden uzaklaştırma, rahatsız etmeme, korkutmaması için haklarım varmış. T.K. Ben korunma isterken eşimin evden uzaklaştırılabileceğini duymuştum tabi önceden gazete ve televizyonlardan. Ev benim üzerime olunca onun evden gidebileceğini de düşündüm. Belki o gün uğradığım şiddet de bana inanılmasını sağladı. Çünkü kadınlar korunma istiyorlar da verilmiyormuş rapor yok diye, duyuyoruz televizyondan bunları. Sonraları eşim bana telefonda hakaret etmeye falan başladı, kanunda bunları da engellemek mümkünmüş aslında ama sonradan duydum böyle olabileceğini. Ama zaten savcılığa onu da bildirmiştim, tehdit davası açıldı devam ediyor. L.E. Korunma talebim oldu. Aile mahkemesinden avukatım istedi. Çünkü beni çocuğumu bana vermeden ailemin yanına bıraktı. Ben çocuğumu almak istiyordum 595

75 çünkü daha 10 aylıktı, ona süt veriyordum daha. Eşimin bana şiddete ve korkuya yönelik hareketlerde bulunmamasına karar verildi, bir de çocuğumun velayeti bana verildi ve nafaka bağlandı çocuğum için. Araştırma kapsamında görüşülen kadınların tedbir isteme veya haklarında korunma talebi alınması sürecinin fiziksel şiddet görmelerinden sonra olması dikkat çeken bir bulgu olmuştur. Bunun yanında araştırmaya katılan kadınların tümünün fiziksel şiddet görmesinin korunma talebi alınmasında önemli bir faktör olduğu görülmüştür. Kadınların yasal haklarını televizyon ve gazeteden duydukları ancak avukata danışanların hakları konusunda daha fazla ve doğru bilgiye sahip oldukları görülmektedir Korunma Tedbiri Uygulama Süreci Kadınlara verilen korunma tedbirlerinin uygulanma süresi ilk aşamada uzatılmasına daha sonra karar verilmek üzere 6 ay ile sınırlıdır. Bu zaman içinde aile birliği önemli aşamalardan geçmektedir. Bu aşamalar neticesinde boşanma veya ayrı yaşama kararı alınmakta, tedbir sonrasında bu yönde yaşama devam edilmekte veya eş ile bir arada yaşama devam edilme kararı alınarak aile ve evlilik birliği devam ettirilmektedir. Görüşmeler neticesinde bu kapsamda Boşanma ve Ayrılık ile Ortak yaşama devam etme alt başlıkları oluşturulmuştur. F.A. Tedbir kararı talep ettiğim gün boşanma davasını açtım. Eşim de evden uzaklaştırılmış olduğundan ayrılık süreci başladı ve boşanma süreç içinde gerçekleşti. S.L. Eşimle ayrı yaşıyoruz, boşanma davamız devam ediyor. Şimdi eşim boşanmak istemiyor ama ben kararlıyım. R.L. Ben üç sene önce korunma talep ettiğimde boşanma fikri aklımdaydı. Önce tedbiri aldım ve 6 ay bekledim bakalım eşim düzelecek mi diye. Ama alkolü bırakmadı. Beni alkol alınca döverdi zaten, bir araya gelsem yine dövecek diye ben de boşanma davası açtım ve boşandım. Z.C. Eşim boşanma davası açmamı istemiyordu ben de tedbiri eşimin evden gitmesi için istemiştim. O evden ayrılınca boşanma davası açtım ve birkaç sene içinde boşandım. Kızımla birlikte yaşıyorum A.U. Verilen tedbir kararı eşimin evden uzaklaştırılmasını içermese de eşim evden ayrıldı. Ben çocuğum ve kendi ailemle yaşamaya başladım. Çok dayak yemiştim, yine aynı şeyler tekrarlanacak diye biraz iyileştikten sonra boşanma davası açtım ve bir yıl içinde boşandım. Kadınların birçoğunun yapılan görüşmelerde tedbir talep etmelerinin hemen ardından boşanma davası açtıklarını ifade ettikleri bilgisi edinilmiştir. Kadınların geneli şiddet görmeleri neticesinde incinen duygularının eşlerinden uzaklaşmaları ile yenilendiğini, tedbirlerin genel olarak yaşamlarına olumlu katkılar yaptığını belirtmişlerdir. Ülkemiz gerçeklerinde kadınların kendilerini birçok konuda güçsüz görmeleri gibi boşanma konusunda da kendilerini güçsüz gördükleri anlaşılmaktadır. Ancak 596

76 kadınların korunma tedbiri almalarının kadınları güçlendirdiği ve bu nedenle boşanma kararını verme konusunda yardımcı olduğu düşünülmektedir. Araştırmaya katılan kadınlardan yalnızca bir tanesinin eşi ile evlilik birliğini devam ettirme yönünde karar aldığı ve halen bir arada yaşama devam ettiği anlaşılmıştır. L.E. Ben yine de ev bana ve çocuğuma verilmesine rağmen gitmedim eve yalnızca eşyalarımızı aldık çocuklar. Bir sorun çıkmadı eşim korktu çünkü. Birkaç ay annemlerin evinde yaşadım. Altı aylık tedbir süreleri dolmadan eşim ve ailesi benden özür diledi, bir daha olmaz dediler. Sütüm kesildi bunlar olurken. Ben de çocuğum için eşimle bir arada yaşamaya devam ediyorum. Mahkemeden tedbirleri geri aldırdım. Şimdi eşimle ilişkilerimiz düzeldi gibi. Buna göre tedbir sürecinin ardından eşlerin bir arada yaşama yeniden başlamalarının tek nedeninin ortak çocukları olduğu bulgusu edinilmiştir Tedbir Süreci ve Sonrasına Ait Duygu ve Düşünceler Görüşülen kadınların tedbir sürecinde kendi yaşamları ile ilgili düşünceleri, bu süreçteki duyguları, yaşam şekilleri ve bakış açılarının farklılık göstermekte olduğu görülmüştür. Yapılan görüşmelerde kadınların devletin kendi yanlarında olduğunu hissetmelerinin onları cesaretlendirdiği ve yalnız hissetmekten kurtardığı; kadınların uygulama neticesinde memnuniyet duygularının olduğu bunun yanında çeşitli kaygılar taşıdıkları anlaşılmıştır. Z.C. Alabildiğim tedbir kararlarından memnun oldum. Evden uzaklaştırma korunma için en önemlisi ve yeterli olanı bence. Kararda yer alan ihtarlarda polis korkusu engelleyici oluyor. Kadının evden gitmemesi erkeğin evden gitmesi önemli. Önemli olan daha fazla şiddete maruz kalmamak için aynı evi paylaşmamak. A.Z. Bana verilen tedbirler iyi oldu. Eşim artık hiç telefon etmedi bana. Ruh halim düzeldi. Çok dayak yemiştim. Artık insan olduğumu hatırladım. Çocuklarım da huzurlu gibi sanki. Ama babalarını özlüyorlar. Ne kadar kötü de olsa babalarıdır. A.U. Tedbirlerden memnun oldum. Ama devletin evlilikler devam ederken aileyi eğitmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar yönlendirilmeli evlilikler devam ederken. Ailede sorun olmadan önce hem erkek hem de kadın eğitilmeli. L.E. Verilen tedbirin ailemin korumasını sağladığını düşünmüyorum. Ailemi koruyan kişi eşimin hatalarını anlaması ve tekrar etmemesi oldu tabi bir de çocuğumun çok küçük olması etkiliydi. Tedbir belki de eşimin ailemizin değerini anlamasını sağladı. T.K. Evden uzaklaştırma kendime gelmemi sağladı. Aile birliğimi korumadı çünkü sorunların en ağır şekilde yaşanmaya devam ettiği bir ailede mahkemenin vereceği kararın evliliği devam ettirebilme gücü olduğunu düşünmüyorum. Bu karar beni eşimden korudu. K.E. Tedbir kararının verilerek eşimin evden gitmesi kendime güvenimi sağladı. Boşanma davası açmak da bu güvenle olmuştu. Ben memnun kaldım bu tedbirden. Beni kendime getirdi. 597

77 F.A. Eşim evden uzaklaştırıldığında benim işim düzenli olmadığından biraz korktum aslında. Nasıl geçineceğim dedim ama ailem bana destek oldu. Ben yine günlük işlerde çalışıyorum, çocuk için nafaka bağlandı ama ödemiyor onun da işi düzenli değil çünkü. R.L. Kovulmaktan, insan yerine konulmamaktan usanmıştım. Evden uzaklaştırılması ile rahatladım ama yine bekledim bir şeyler düzelir mi diye, ona rağmen yani. Biraz cesaretsizdim ama artık değilim. Yapılan görüşmelerde kadınlar şiddet görmeleri neticesinde incinen duygularının eşlerinden uzaklaşmaları ile yenilendiğini, tedbirlerin genel olarak yaşamlarına olumlu katkılar yaptığı bilgisi edinilmiştir. Sonuçlara göre, kadınlar şiddet görmeleri sonucunda yasal haklarını kullanma girişimine oldukça güç başlamaktadırlar. Kadınlara korunma tedbiri verilmesine kadar kadınların şiddet görmeye devam ettikleri, tedbirin ardından eşlerin şiddet uygulamaktan uzaklaştıkları bilgileri edinilmiştir. Görüşülen kadınlardan bazılarının devlet baba düşüncesi ile hareket ettikleri ve devletin kendilerini eşlerinden korumak için bir şeyler yapmasının memnuniyet duygusuna sebep olduğu anlaşılmıştır. Eve gelir getiren erkek eşin evden uzaklaştırılmasının kadınların ekonomik yoksunluğa düşecekleri kaygısını yaşamalarına neden olduğu bilgisi edinilmiştir. 5. SONUÇ VE ÖNERİLER Araştırmanın sonuçları araştırma kapsamından çıkan sonuçlar ve genel sonuçlar olarak iki aşamalı olarak değerlendirilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre şiddete maruz kalan kadınların bir kısmının yasal haklarını bilmedikleri, yasal haklarını bilen kadınların birçoğunun yalnızca evden uzaklaştırma ile ilgili tedbiri bildiği; kadınların yasal haklarını bilmemelerinin konu ile ilgili yeterli bilgi sahibi olmamalarından kaynaklandığı; yasanın aile birliğini koruyamadığı yalnızca şiddete maruz kalan bireyi eylemi gerçekleştiren kişiden koruduğu sonuçları elde edilmiştir. Bunun yanında yasanın uygulanmaya başlamasının ardından ailede ayrılık sürecinin başladığı ve genellikle boşanma davası açıldığı sonuçlar arasında yer almaktadır. Kadınların korunma talebine başvuru süreçlerinin fiziksel şiddete maruz kalmalarının ardından gerçekleştiği ve bunun yanında kadınların sağlık raporu ile şiddete uğradıklarını belgelemelerinin de haklarında tedbir kararı alınmasında çok önemli eken olduğu görülmektedir. Bunun yanında araştırma sonuçlarına bakıldığında yasanın ismi ile içeriğinin uyum göstermediği, bu haliyle ismine bakıldığında ailenin korunmasını amaçlamakta olduğu anlaşılan yasanın esasında aile birliğini korumadığı, yasanın şiddete uğramış olan bireyin korunmasını sağladığı düşünülmektedir. Araştırmanın genel sonuçları değerlendirildiğindeyse kadınların hakları konusunda bilgilendirilmeleri amacıyla yerel yönetimler, üniversiteler, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı na veya çeşitli sivil toplum kuruluşlarına bağlı olarak hizmet veren aile danışma merkezleri ile toplum merkezlerinin konu ile ilgili aktif çalışma yapmalarının önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 598

78 Yazılı ve görsel medyanın kamuoyu üzerindeki etkisinin kullanılmasıyla konuyla ilgili duyarlılık sağlayıcı program, kısa film ve tanıtıcı görsellerin toplum üzerinde farkındalık yaratacağı söylenebilir sayılı AKHK un uygulanması esnasında ailenin değerlendirilmesi, aile ve bireylerin psiko- sosyal, ekonomik ihtiyaçlarının tespit edilmesi ve konuya müdahalenin sağlanabilmesi için gerek mahkemelerde çalışan sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve pedagogların gerekse Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ndaki uzmanların işlevselliklerinin artırılmasının korunma sürecinde olumlu çıktılar elde edilmesini sağlayacağı da belirgindir. Aile içi şiddetin önlenmesinde aile bireylerinin psiko- sosyal, ekonomik ve hukuki yardım alabilecekleri yerlerin olması önemlidir. Bunların sağlanması için sosyal hizmet kurumlarının sayılarının artırılması, bu kurumlar içinde hizmet verebilecek nitelikli uzman personelin bulunması gerekmektedir. Şiddet mağduru kadınların ihtiyaçlarının değerlendirilmesi ile iş istihdamlarının sağlanmasının veya sosyal yardım olarak ekonomik destek vermesinin kadının güçlenmesinde önemli bir faktör olacağı da açıkça görülmektedir. 6. KAYNAKÇA T.C. ASAGEM Türkiye de Aile Mahkemeleri Uygulaması ve Uygulamanın Değerlendirilmesi Araştırması, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009 Salman, Ö. (2011) Aile Birliğinin Korunmasında Aile İçi Şiddettin Önlenmesine Yönelik Kamusal Politikalar. Süleyman Demirel Üniversitesi SBE Kamu Yönetimi ABD Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta. 599

79 CİNSEL SALDIRI SUÇU VE KADIN Fahri Gökçen TANER 1 ÖZET 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, cinsel suçlara ilişkin yapı mülga kanunla karşılaştırıldığında önemli ölçüde değişmiştir. Bu değişim, son 50 yılda ortaya çıkan toplumsal gelişmelerin bir sonucudur. Bu çalışmada söz konusu gelişmeler ve cinsel saldırı suçuna ilişkin etkileri üzerinde durulmaktadır. ABSTRACT Tuırkish Criminal Code which came into effect in 2005, changed seriously the structure of sexual crime compared the former code. This new structure is a result of social developments which ocur in the last 50 years. In this work these developpments and its effects on the crime of sexual aggression will be examined. 1. GİRİŞ Aslında ceza kanunları suçun mağdurunu kadın veya erkek olarak ikiye ayırmaz, her bireye, cinsiyeti ne olursa olsun insan olarak değer verir. Dolayısıyla çok istisnai suç tipleri bir kenara bırakılırsa, her suçun mağduru erkek olabileceği gibi kadın da olabilir. Fakat öyle suçlar vardır ki, adli istatistiklere bakıldığında bunların mağdurunun çoğunlukla kadınlar failinin ise erkekler olduğu görülmektedir. İşte inceleme konumuz olan ve TCK nın 102. maddesinde düzenlenen cinsel saldırı suçu bu suçlardan biridir. Bu nedenle tebliğin başlığı da cinsel saldırı suçu ve kadın olarak seçilmiştir. Tebliğle amaçlanan cinsel saldırı suçu üzerine uzun teknik tartışmalar yürütmekten ziyade, cinsel suçlar olarak adlandırılan suç kategorisinin, toplumdaki kültürel değişimin ışığında ele alınarak kadın mağdurun durumunun ortaya konulması olacaktır. Bu bağlamda özellikle cinsel saldırı suçunun 5227 sayılı TCK daki düzenleniş şekli ve evlilik içerisinde işlenmesi üzerinde durulacaktır. 2. TOPLUMDAKİ ALGININ VE KANUNDA KORUNAN HUKUKİ DEĞERİN DEĞİŞİMİ Cinsellikle ilgili cinselliğin bir genel ahlak değil, özgürlük sorunu olduğu anlayışının ortaya çıkması, ceza hukukun da cinsel özgürlüğe karşı suçlara bakış açısında önemli değişikliklere yol açmış ve giderek bu suçlarla korunan değerin cinsel özgürlük olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamıştır. (TEZCAN-ERDEM- ÖNOK,2010:292) Özellikle 1950 lerden sonra dünyanın insan hakları dönemine girmesi, cinsellik hakkındaki geleneksel tutumların değişmesinde önemli rol oynamıştır. Zira gelenek, genel ahlak gibi kavramların cinselliğe ilişkin kavrayış biçimi, toplumsal gelişme ve iletişime bağlı olarak değişmektedir. Bu tutum değişikliği, 70 lerde baskı gruplarının 1 Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilimdalı Öğretim Elemanı, e-posta: taner@law.ankara.edu.tr 600

80 harekete geçmesine yol açmış, kadın hareketlerinin kültürel bilinçlendirme hareketlerinin sayesinde cinsel saldırı kavramına bakış değişmiş ve bu suçun mağdurun seçimlerini serbestçe yapma özgürlüğüne ve insan onuruna zarar verdiği düşüncesi kabul görmeye başlamıştır. Cinsel konulardaki özgürleşme akımı sonucu, cinsel faaliyetlerde bulunmanın artık genel edep töreleriyle ilgili değil ve fakat insanın cinsel özgürlüğü, özel hayatı, bireysel özgürlüğü ve kişinin cinsel bütünlüğü ile ilgili bir konu sayılması, evlilik dışı cinsel ilişkilerin artık özellikle Avrupa toplumlarında normal bir beşeri davranış olarak algılanmasına neden olmuştur. Böylelikle evlenme öncesi ve evlilik dışı cinsel ilişkilere bakış açısı, doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi ve sosyal tabuların etkilerinin azalmasıyla radikal bir biçimde değişmiştir. Kadının özgürleşmesi ve yaşam biçiminin değişmesinin sonucunda cinselliğe ilişkin gelenek ve göreneklerde ortaya çıkan köklü değişiklikler, cinselliğin ve buna bağlı olan değerlerin kişi özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğunun ve cinsel özgürlüğe karşı suçların mağdurun tüm kişiliği üzerinde nasıl yıkıcı bir etki yaptığının anlaşılmasına katkıda bulunmuştur. Ayrıca yukarıda ifade edilen ahlak, edep gibi muğlak kavramlar uygulamada savcı, hakim ve bilirkişinin söz konusu kavramlara ilişkin algılarına bağlı olarak değişmekte ve bu suçların zaman zaman bir baskı aracına dönüşmesine yol açmaktaydı. Kanun koyucular üzerindeki baskılar 1980 den itibaren etkisini Avrupa Devletleri nin ceza kanunlarında da göstermeye başlamıştır ve reform hareketleri ile kriminalizasyon ve dekriminalizasyon hareketlerini hızlandırmıştır. Böylelikle kadının toplumdaki yeri konusunda yaşanan sosyal ve kültürel devrim ışığında modern toplumun kadın cinselliğine bakış açısını değiştirmesi, etkisini ceza kanunları üzerinde göstermeye başlamıştır. (FIANDACA-MUSCO,2006:192; DÖNMEZER,2003: S.5-8; ÜNVER,2001:295) Bir grup olarak cinsel özgürlüğe karşı suçların, diğer grup olarak ise ceza hukukunun çatısı altında yer alan cinsellikle ilgili rahatsız edici her türlü eylemin aslında farklı hukuki değerleri ihlal etmelerine karşın bir bütün olarak değerlendirilmeleri bunların 1900 lü yıllarda kah ahlaka aykırı suçlar kah aile düzenine karşı suçlar olarak görülerek düzenlenmesine yol açmıştır. (AYDIN, 2004:155; SOYASLAN, 2010: 223 ve 224) Özellikle 60 lı yıllardan itibaren artış gösteren ahlak ve ahlaka aykırılıkların hukuk tarafından cezalandırılmasının gerekip gerekmediğine yönelik tartışmalar, gerek Kara Avrupası nda gerek İngiltere de çıkarılan kanunlarla, yalnızca ahlaka aykırılığı cezalandıran düzenlemelerin büyük bir kısmının mevzuattan ayıklanmasını sağlamıştır. (ÜNVER, 2003, s. 1026) Çeşitli ülkelerde cezalandırılan bu tür cinsel davranmışlara homoseksüellik, sodomi vb. örnek verilebilir. Böylelikle daha önceden cezalandırılan cinsel eylemlerin sayısı azalmıştır. (ÜNVER, 2003, s. 1028) Cinsel özgürlüğe karşı suçları cinsellikle ilgili diğer suçlardan (müstehcenlik, fuhuş vb.) ayıran en önemli unsur, önemli antropolojik gerekçeleri de olan temel liberal felsefi değerlerden en önemlilerinden biri olan özgürlük, kendi kaderini belirleme, özgür irade, anlaşma ve sözleşme gibi değerlerin bu alandaki izdüşümü olan rıza kavramıdır. (AYDIN, 2004:155) Nitekim modern eğilim cinsel özgürlüğe karşı suçlarla, aileye ve genel ahlaka karşı suçların birbirinden ayrılması yönündedir. (ÜNVER,2001:298) Bu bağlamda TCK da da yerinde bir şekilde müstehcenlik, fuhuş, alenen hayasızca hareketler gibi suçlar farklı bir hukuki konuya sahip oldukları gerekçesiyle Genel Ahlaka Karşı Suçlar arasında düzenlenmiştir. (YALÇIN SANCAR, 2010: s.104) Öte yandan kadın ve çocuğun korunması ve benzeri kamu yararına hizmet eden amaçlar olmadığı sürece, cinsel özgürlüğü sınırlayan normların, genel ahlaka karşı suçlar 601

81 arasında yer almaması ve genel ahlaka karşı suçların cinsel özgürlüğü sınırlayacak şekilde amacını aşan bir biçimde yorumlanmaması gerekir SAYILI TCK DA CİNSEL ÖZGÜRLÜĞE KARŞI SUÇLAR Bilindiği üzere 765 sayılı TCK nın mehazı 1881 tarihli İtalyan Ceza Kanunu dur. Bu noktada söz konusu suçlarla korunan değer ve ceza kanunumuz eleştirilirken, bu eleştirileri mehaz kanuna veya bu kanunu 1925 yılında ülkemize getirenlere kadar götürme yanılgısına düşmemek gerekir. Zira bu noktada eleştirilmesi gerekenler 131 yıl önce kaynak kanunu yapanlar veya bunu 87 yıl önce ülkemize getirenler değil, özellikle İkinci Dünya Savaşı nın ardından dünyada ortaya çıkan cinsel özgürlük kavramındaki hızlı değişime ayak uyduramayan kanun koyucudur. Bu nedenle bir kısmı Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kanundan çıkmış da olsa, 2000 li yıllara gelindiğinde dahi, artık çağdışı kalmış hükümlerin pek çoğu 765 sayılı TCK daki varlıklarını korumaktaydı tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK cinsel özgürlüğe karşı suçlara ilişkin olarak önemli değişiklikler getirmiştir. Söz konusu değişikliklerden en önemlisi bu suçların kanun sistematiğindeki yerinin değiştirilmesi ve korunan değerin cinsel özgürlük, kanunda yer alan haliyle dokunulmazlık olduğunun kabul edilmesidir. Cinsel özgürlüğe karşı suçlar 765 sayılı TCK da Genel Adap ve Aile Düzenine Karşı Suçlar arasında düzenlenmekteydi. Kanunun sistematiğinde yapılan bu seçim, bu suçlar bakımından önem verilen değerin cinsel saldırıya uğrayan kişinin vücut bütünlüğü ve cinsel özgürlüğünden çok, toplumun kişiye atfettiği edep adı verilen değer olduğu anlamına gelmekteydi (HAFIZOĞULLARI-ÖZEN, 2011:151; YALÇIN SANCAR, 2010: s.104) ve artık çağdışı kalmış bir anlayışı yansıtmaktaydı. Öğretide geçmiş dönemde koyucuyu böyle bir seçim yapmaya götüren nedenin özellikle çocukların rızalarına dayalı veya rızaları dışında cinsel saldırılara muhatap olmaları halinde, suçun failini, mağdurunu, velayet hakkına bağlı olarak şikayet hakkının sahibini ve maddi konusunu ayırt etme zorunluluğu olduğu ifade edilmektedir. (HAFIZOĞULLARI- ÖZEN, 2011:151) sayılı TCK ile tasaddi, ırza geçme, söz atma, sarkıntılık kavramları hukukumuzdan çıkarılmıştır. Tasaddi ve elle sarkıntılık suçları TCK nın 102/1. maddesinde yer alan cinsel saldırı suçunun basit şekli kapsamında, ırza geçme suçu 102/2. maddede yer alan cinsel saldırı suçunun nitelikli şekli kapsamında, söz atma suçu ise 105. maddedeki cinsel taciz suçu kapsamında düzenlenmiştir. Çocuklara yönelik cinsel saldırı çocukların cinsel istismarı adı altında ayrı bir suç tipi olarak düzenlenmiştir yaş arasındaki çocuklarla rızaya dayalı cinsel ilişki ise 104. maddede yine ayrı bir suç olarak kanunda yer almıştır. reşit olmayanla rızaya dayalı cinse 5237 sayılı TCK da alacağım diyerek kızlık bozma suçuna yer verilmemiştir. 765 sayılı TCK şehvet hissi veya evlenme saiki ile erkek, kız veya kadın kaçırmayı hürriyeti tahdit suçları arasında görmemiş, şehvet hissini ve evlenme saikini suçun kanunun sistematiğindeki yerinin tespitinde belirleyici bir öğe olarak görerek, cinsel özgürlüğe karşı suçları düzenlediği genel adap ve aile düzenine karşı suçlar arasında düzenlemişti sayılı TCK ise kişinin özgürlüğünün cinsel amaçlı olarak sınırlanmasını, 109/5. maddede kişiyi özgürlüğünden yoksun kılma suçun ağırlaştırıcı nedeni olarak düzenlemiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki kişinin evlenme amacıyla kaçırılmasını, salt cinsel amaçlı olarak nitelendirmek, her durumda doğru olan bir tespit değildir. 602

82 Yukarıda da ifade edildiği üzere eskiden ırza geçme adını alan, halk arasında tecavüz olarak bilinen suç, 5237 sayılı TCK da cinsel saldırı suçun nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. 765 sayılı TCK da yer alan ırza geçme suçunun daha geniş kapsamlı bir görünümüdür. Hükmü incelmeye geçmeden önce, ırza geçme kavramının kanundan çıkarılmasının yerindeliği üzerinde kısaca durmak istiyoruz. 765 sayılı Kanun döneminde kadın hakları bakışıyla ırza geçme kavramı kadını rencide ettiği gerekçesiyle eleştirilmekte ve ırz kavramının kadına ait bir değer olmadığı, erkeğin kadına atfettiği veya kadına sahip olmak bakımından erkeğin kendinde gördüğü bir değer olduğu belirtilmekteydi. (AYDIN,2004:157) Yeni kanunla ırz kavramı ortadan kaldırılmış ve kişinin vücut bütünlüğünün ihlali ön plana alınmıştır. Kanımızca ister kadın hakları bakış açısıyla isterse eşitlikçi bir perspektiften bakılsın, ırz kavramının kanunda çıkarılması son derece yerinde olmuştur. Her ne kadar ırza geçme ifadesi cinsel saldırı ifadesine göre daha vahim bir ihlali gösteriyor gibi gelse de, bu ifade söz konusu suçların mağduru olan kadınlar bakımından herhangi bir suçun mağduru olmuş diğer kimselere karşı duyulan empati duygusunu yaratmaktan uzaktı. (AYDIN,2004:161) Bu değişimin faydası hukuki değil, toplumsal psikolojik açıdan kendisini gösterecek ve toplumda cinsel saldırıya muhatap olan kadının ırzına geçilmiş, kirletilmiş ve kullanılmış, bir kimse olarak değil, vücut bütünlüğü ve cinsel özgürlüğü ihlal edilmiş bir suç mağduru olarak görülmesinde ufak da olsa bir adım olacak ve bir ölçüde ikinci kez mağdur edilmesinin önüne geçecektir. (AYDIN,2004: ) Bu yüzden kanunda yapılan değişikliğin, kadına kendisini suçlu hissettiren bu yanlış ve acımasız bakış açısının, (CENTEL, 1997: 60) değişmesi yolunda önemli bir adım olduğu düşüncesindeyiz. Konuya ilişkin bir diğer önemli gelişme ise mağdurun ırzına geçen kişi ile evlenmesi halinde, failin cezasının ortadan kaldırılmasını sağlayan hükmün (mülga TCK nın 434. maddesinin) 5237 sayılı TCK ya alınmamış olmasıdır. Sıradaki alt başlığın konusu üzerindeki tartışmaların hala güncel olması nedeniyle, mülga TCK nın 434. maddesi olacaktır. 4. CİNSEL SALDIRI SUÇUNDA MAĞDURLA FAİLİN BİR ŞAHSİ CEZASIZLIK SEBEBİ OLMASI GEREKLİ Mİ? Mülga TCK nın 434. maddesi uyarınca ırza geçme ve tasaddi suçlarında, failin mağdurla evlenmesi sonucunda ceza ertelenmekte ve dava zamanaşımı süresi boyunca erkeğin kusurundan kaynaklanan bir nedenle boşanmanın gerçekleşmemesi halinde bir şahsi cezasızlık sebebi söz konusu olmaktaydı. Söz konusu hükmün kaynağı mülga kanunun 352. maddesiydi yılında yürürlüğe giren İtalyan Ceza Kanunu nun 544. maddesinde de yer alan benzer hüküm de, bu ülkede tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Her ne kadar yürürlükteki TCK da böyle bir hüküm yer almıyorsa da, zaman zaman söz konusu hükmün çeşitli tartışmalarda gündeme gelmesi, hatta uygulamacılar tarafından hükmün yeniden kanuna alınmasının yararlı olabileceğine dair görüşler ileri sürülmesi, bu konuya değinilmesini gerekli kılmaktadır. Öğretide cinsel saldırının temel şeklinin eşler arasında işlenemeyeceği görüşünü savunan yazarlar, nitelikli cinsel saldırıyı ise ancak şikâyet koşuluyla cezalandıran bir anlayışın, mağdurla fail arasında evlenme gerçekleşmesine rağmen faili cezalandırmasının anlaşılmaz olduğu ileri sürülmektedir. (TEZCAN-ERDEM-ÖNOK,2010:324) Karşıt görüş ise haklı olarak ırza geçme suçlarında mağdurun faille evlenmesi halinde kamu davasının veya cezanın ertelenmesine ilişkin hükmün; çağdaş dünyadaki düzenlemelerle uymadığı, yalnızca toplumun ırzına geçilen kızın artık evlenemeyeceği yönündeki ispatlanmamış ön yargısının böyle bir düzenlemenin gerekçesi olmaması gerektiği ve Türk toplumunun çoğu zaman sınırlı bazı bölgelerde geçerli olan töre, gelenek ve anlayışların haddinden fazla genişletilerek toplumun 603

83 geniş kesimlerinde kabul görüyormuş gibi kamuoyuna sunulmasının yerinde olmadığı yönündedir. (AYDIN, 2004:107) Ayrıca söz konusu hüküm öğretide kadının erkeğe itaatini hukuk yoluyla sağlamaya yönelik ve kadını bağımsız bir kişi olarak değil, erkeğin malı olarak gören bir anlayışın ürünü olduğu gerekçesiyle de eleştirilmiştir. (UYGUR-YALÇIN SANCAR, 2005, s.35) Bu bağlamda hüküm kadın üzerindeki erkek egemenliğinin hukuk, gelenekler ve ahlak tarafından desteklendiğinin bir ispatı olarak gösterilmiştir. (UYGUR-YALÇIN SANCAR, 2005, s.35) Bu noktada, evlenme bir şahsi cezasızlık nedeni sayılsaydı neler getirip neler götürebileceği üzerinde kısaca durmak istiyoruz: Mülga Kanun döneminde ırza geçme veya tasaddi suçun mağduru olan kadınla, fail evlendiği takdirde faile ceza verilmemesinin gerekçesini, toplumun mağdur kadına bakışında aramak gerekir. Söz konusu saldırı sonucunda mağdur olan kadın, içinde yaşadığı psikolojik travmanın yanında toplumun kendisini kullanılmış ve kirletilmiş hissettirmesi karşısında bir kez daha mağdur olmaktaydı. Hatta bazı vakıalarda, tecavüze uğrayan kadının kendi akrabaları tarafından öldürülmesinin altında da, toplumun bu sığ bakışını aramak gerektiği düşüncesindeyiz. (YALÇIN SANCAR,2010:108) Bunun yanı sıra, eski kanun döneminde ırzına geçilen kadının ailesi ve toplum tarafından dışlandığı, ayıplı bir kimse sayıldığı ve sonunda fuhuş tacirlerinin eline düştüğü ayrıca hükmün çocuk yaşta evlendirilen çocuklar bakımından da faydalı olduğu ifade edilmiştir. (DÖNMERZER, 2003: 26 ve 27) Mülga kanun bu toplumsal gerçekler karşısında yapıldığı dönemin şartları içerisinde kadına ırzına geçen veya tasaddi fiilini gerçekleştiren adamla evlendirerek, onu toplumda dışlanmaktan korumayı (DÖNMEZER, 2003:26 ) ve evlenmesini kolaylaştırmayı (ÖNDER, 1994:480) amaçlamıştır. Fakat günümüzde erkeğin cinsel arzularını tatmin etmek için ırza geçtiği, evlenmek için kaçırdığı ve evlenirse hiçbir sorunun kalmayacağı anlayışı çağdışı kalmıştır ve artık terk edilmelidir. (AYDIN, 2004:162) Çağdaş bir toplumun ceza kanunu tecavüzle kadının ve onun çevresindeki kendisini kadın üzerinde hak sahibi olarak gören belirsiz sayıda kişinin namusunun kirlendiğini kabul ederek ve kadın kimle evlenirse evlensin, yeter ki namusumuz kurtulsun anlayışına (YALÇIN SANCAR,2010:103) yol göstericilik yapamaz. Buna ek olarak hükmün uygulanmasında ırza geçme veya tasaddi mağduru olan kadınların, kamuoyunda sıkça kullanılan ifade şekliyle tecavüzcüsüyle evlenmesi, aile ve töre baskısıyla ailesinin ve kendisinin namusunu kurtarması için baskı gördüğü de bilinmektedir. Cinselliğe bakışın değişmesi ve cinsel özgürlüğe doğru gidişle birlikte, mülga kanunda yer alan hüküm, artık kadın onurunu aşağılayan bir hüküm haline gelmişti. Bu nedenle kanımızca evlenmeye ilişkin şahsi cezasızlık nedeninin 5237 sayılı TCK ya alınmaması yerinde olmuştur. 765 sayılı Kanun un yapıldığı dönemden bu yana kadının damgalanmasına ilişkin yukarıda bahsedilen olumsuz tutuma ilişkin olumlu gelişmeler varsa da, bu tutumun da tamamen ortadan kalktığı söylenemez. Bir yandan bu hükmün varlığı, ırza geçme ve tasaddi suçlarının genel önleme etkisini önemli ölçüde zayıflatmaktaydı. Irzına geçilen veya tasaddi de bulunulan kadının suçun failiyle evlendirildiğini gören fail, normal şartlarda kendisiyle evlenmeyeceğini bildiği kadını ırza geçme veya tasaddi suçu için kendisine hedef seçmekte ve onunla bir şekilde evlenme imkânı bulmaktaydı. Öte yandan yine söz konusu hüküm yukarıda sözü geçen toplumun çağdışı tutumunun meşrulaştırılmasına bir dayanak olmaktaydı. Eğer toplumun kadının kirletildiği yönündeki tutumunun çağdışı olduğuna düşünüyorsa, yapılması gereken ilk şey evlenmeye ilişkin şahsi cezasızlık nedenini kanundan çıkarmaktır. Bu elbette yalnızca Türk Ceza Kanunu nu değiştirmekle olacak iş değildir fakat yine de ceza hukukunun toplumu geliştirme fonksiyonunu da küçümsememek gerekir. Bu yüzden 5237 sayılı TCK da evlenmenin bir şahsi cezasızlık nedeni olarak kabul edilmemesi yerindedir. Son olarak ifade etmek gerekir ki eğer cinsel saldırı suçu eski kanun dönemindeki gibi aile düzenine karşı bir suç olarak düzenlenseydi, evlenmenin yaralanan hukuki değeri tamir ettiği ileri sürülebilirdi, ancak suçun kişilere karşı suçlar altında düzenlendiği ve kişinin cinsel özgürlüğünün evlenme ile tamir edilemeyeceği açıktır. (AYDIN,2004:107) 604

84 5. EVİLİLİK İÇİNDE CİNSEL SALDIRI Mülga TCK döneminde hem mağdur hem de fail bakımından özellik gösteren ve tartışmalı olan bir diğer husus evlilik birliği içerisinde kocanın karısının ırzına geçmesinin mümkün olup olmadığıydı. (ARTUK-YENİDÜNYA, 1999:57 vd.). Bu kanun döneminde, kanunda açıkça karı-koca olma gibi bir ibare yer almamasına ve eşler arasında ırza geçmenin suç sayılmasına engel bir düzenleme bulunmayışına rağmen, aile ilişkilerine müdahalenin doğru olmadığı düşüncesiyle evlilik birliği içerisinde kocanın karısıyla zorla cinsel ilişki kurması halinde bu suçun oluşmayacağı ancak kullanılan araçların müessir fiil suçunu oluşturabileceği, ilişkinin zorla anormal yoldan gerçekleşmesi halinde ise aile fertlerine fena muamele suçunun oluşacağı ileri sürülmekteydi. Yargıtay da, bu durumda aile fertlerine fena muamele suçunun oluşacağı görüşünü paylaşmaktaydı sayılı TCK, bu fiili şikâyete bağlı suç haline getirerek, fiilin suç olup olmadığı konusundaki tartışmaya son vermiştir. Her ne kadar öğretide hükmün gereksiz olduğu zira zaten bu fiillerin cinsel saldırı suçu sayılmasına bir engel olmadığı ifade edilmekteyse de, Yargıtay ın eski ısrarlı uygulaması karşısında hükmün önemli bir işlevi olduğu düşüncesindeyiz. Bu değişimin temelini toplumların evlilik anlayışına bakışında aramak gerekir. Evlilik eskiden genellikle kadına ev işlerini görme ve cinsel ilişkiye girme yükümlülüğü getiren bir sözleşme olarak algılanmaktaydı. Bu bağlamda kadın, kocası her talep ettiğinde cinsel ilişki borcunu yerine getirmek durumundaydı. Talebin reddi ise hem evliliğe ilişkin yükümlüklerin ihlali anlamına gelmekte, hem de cinsel ilişkiye girme teklifinin reddinin kocaya zorla ilişkiye girme hakkını verdiği kabul edilmekteydi. Batıda sanayileşmenin gelişimini tamamlamasının ardından ve özelikle son zamanlarda bu suçlarda belirgin bir artış olması nedeniyle, bu eylemlerin cinsel saldırı, tecavüz, cinsel şiddet vb. isimlerle suç sayılması gerektiği yönündeki akım hızlanmıştır. (BASSI, 1998:15; ARTUK-YENİDÜNYA, 1999:57; ÜNVER,2001:306) Örneğin İtalya da da yetmişli yılların sonuna kadar eşe karşı cinsel şiddet suçunun işlenemeyeceği kabul edilmekteydi. Ancak son yirmi yılda yapılan çalışmalarla, İtalya da da bu bakış açısının değişmesi mümkün olmuştur yılında herhangi bir kanun değişikliği olmaksızın İtalyan Yüksek Mahkemesi cinsel şiddet suçunun eşe karşı işlenemeyeceği şeklindeki eski içtihadını değiştirmiştir. (MULLIRI,2010:1088; CADOPPI,2002: 84) Günümüzde ülkemizdeki anlayış da oldukça değişmiştir. Evlenmek elbette eşlere birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmayı isteme hakkını vermektedir. Buna dayanarak öğretide eşlerin birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmayı talep etme ve hakkın kötüye kullanılması boyutuna varmamak kaydıyla bilfiil cinsel ilişkide bulunmak haklarının olduğu, eğer bu hak kötüye kullanılmışsa ortaya çıkacak suçun cinsel saldırı değil başka bir suç olması gerektiği ileri sürülmekte ve düzenlemenin kadın erkek eşitliğine, ayrımcılık yasağına aykırı olduğu iddia edilmektedir. (HAFIZOĞULLARI-ÖZEN, 2010: 150 VE 158) Bu noktada kanunun gerekçesinde yer alan eşlerin cinsel arzuları tatmin yükümlülüğü ve bunun hukuki sınırlarına ilişkin, kabul edilmesi mümkün olmayan ifadelere de dikkat çekmek uygun olacaktır. Gerekçede: Evlilik birliği, eşlere sadakat yükümlülüğünün yanı sıra, karşılıklı olarak birbirlerinin cinsel arzularını tatmin yükümlülüğü de yüklemektedir. Buna karşılık, evlilik birliği içinde bile, cinsel arzuların tatminine yönelik talepler açısından tıbbi ve hukukî sınırların olduğu muhakkaktır. Bu sınırların ihlâli suretiyle eş üzerinde gerçekleştirilen ve cinsel saldırı suçunun nitelikli hâlini oluşturan davranışlar, ceza yaptırımını gerekli kılmaktadır. ifadeleri yer almaktadır. 605

85 Kanımızca cinsel ilişkiyi talep etme hakkı başka, cinsel ilişkiye girme hakkı başka bir şeydir. Evlilik eşleri biri diğerinin egemenlik alanı altındaki bir nesne durumuna düşürmez ve cinsel özgürlüğün diğer eşe terk edilmesi sonucunu doğurmaz. (TEZCAN- ERDEM-ÖNOK,2010:295 ve 312; ARTUK-YENİDÜNYA, 1999:62 ve 67; ÜNVER,2001:306) Bu nedenle eşlerin hatta aralarında evlilik bağı olmasa dahi belli bir cinsel yakınlığı olanların birbirinden cinsel ilişkiye girmeyi talep etmeleri olağan olmasına karşın hiç kimse için bir diğeriyle rızası olmaksızın cinsel ilişkiye girmek hak değildir. Evliliğin eşlere karşılıklı cinsel ilişki veya cinsel arzuları tatmin yükümlülüğü getirmesi de söz konusu değildir, (MULLIRI,2010:1089) evliliğin amaçlarından birinin ailenin meydana gelmesi olduğu bahanesiyle evliliğin kadına cinsel ilişkiye rıza gösterme yükümlülüğü yüklediği anlayışı artık terk edilmiştir. (ARTUK- YENİDÜNYA, 1999:62) Aksinin kabulü cinsel ilişkinin eş tarafından kabul edilmemesi halinde, onunla bu ilişkinin zorla kurulmasına meşruiyet tanımak demek olur ki, bu yaklaşım çağdaş bir toplumun cinsel özgürlük anlayışıyla bağdaşmaz. Bu nedenle eşler arasında zorla cinsel ilişkinin, cinsel saldırı suçu olarak kabul edilmesini olumlu karşılamaktayız. Belirtmek gerekir ki Türkiye nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi nin 2/g maddesi uyarınca taraf devletler kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan bütün ulusal cezai hükümleri yürürlükten kaldırmayı taahhüt etmektedir. Herhalde bu taahhüt, var olan hükümler eşitlik esasına göre uygulanabildiği takdirde, onları yürürlükten kaldırmak yerine bu şekilde uygulama taahhüdünü de bünyesinde barındırmaktadır. Söz konusu ilişkinin normal veya anormal yoldan olması önem taşımamaktadır. Suçun eşler arasında işlenebileceği yönündeki görüşümüz, 102/1. madde bakımından da geçerlidir zira zaten şikâyete bağlı olan bu suç bakımından herhangi bir ayrıma gidilmemiş ve bu fiilin eşler bakımından suç teşkil etmediği ifade edilmemiştir. İkinci fıkrada ise suçun şikâyete bağlı olması istisna olduğu için bunun ayrıca belirtilmesi zorunlu görülmüştür. İkinci fıkrada kural olarak re sen soruşturulan ve kovuşturulan suçun, ilk fıkradaki hali bakımından eşlere ilişkin özel bir belirleme yapılmamasını, bu fiilin eşler bakımından suç teşkil etmediği şeklinde yorumlanamayacağı düşüncesindeyiz. Bu bağlamda 102. maddenin ilk iki fıkrasında yer alan davranışlar, eşler arasında gerçekleştiği takdirde şikâyete bağlıdır. (ÖZBEK-KANBUR-DOĞAN- BACAKSIZ-TEPE, 2011: 317 ve 330; GÜNDEL, 2009:15) Bu noktada hükümde eş ile kast edilenin, medeni nikâh bağıyla birbirine bağlı olan kimseler olduğunu da ifade etmek istiyoruz. (ÜZÜLMEZ, 2008:256; TEZCAN- ERDEM-ÖNOK,2010: 315) Dolayısıyla herhangi bir nedenle evlilik bağı olmaksızın birbirleriyle yaşayan kişiler bakımından 102/2. maddede yer alan suç re sen soruşturulacak ve kovuşturulacaktır. Bu noktada kriminolojik araştırmaların, zorla cinsel ilişkinin bir kısmının eşler arasında cereyan ettiğini ve bunlardan çok azının ortaya çıktığını gösterdiğini belirtmek de yerinde olacaktır. (DÖNMEZER,2003:16) 606

86 KAYNAKÇA ARTUK, Mehmet Emin YENİDÜNYA, Ahmet Caner: Evlilik İçinde Irza Geçme, İstanbul Üniversitesi Cumhuriyet in 75. Yıl Armağanı içerisinde, İstanbul 1999, s AYDIN, Öykü Didem: "TBBD", TBBD, Y. 2004, S. 53. AYDIN, Öykü Didem: Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar, HPD, Y. 2004, S. 2, s BASSI, Tina Logostena: CENTEL, Nur: Parte prima contro la violenza sessuale, in Violenza sessuale 20 anni per una legge, Roma 1998, s. 15,.s. 15. Cinsel Mağduru Kadının Korunması, Prof. Dr. Kenan Tunçomağ a Armağan içinde, İstanbul 1997, s DÖNMEZER, Sulhi: Cinsel ve Cinselliğe İlişkin Suçlarda Yeni Trentler, İstanbul FIANDACA, Giovanni - MUSCO, Enzo: Diritto penale parte speciale, V II, T. I, Bologna HAFIZOĞULLARI, Zeki - ÖZEN, Muharrem: MULLIRI, Guicla: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar, 2. Baskı, Ankara 2011, s (Kişilere Karşı Suçlar) Codice penale rassegna di giurisprudenza e di dottrina, i delitti contro la persona, V. XI, T. II, a cura di Giorgio LATTANZI e Ernesto LUPO, Milano ÖNDER, Ayhan: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Bası, İstanbul ÖZBEK, Veli Özer - KANBUR, Nihat - DOĞAN, Koray - BACAKSIZ, Pınar - TEPE, İlker: Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 2. Baskı, Ankara 2011, s SOYASLAN, Doğan: Ceza Hukuku Özel Hükümler, 5. Bası, Ankara

87 TEZCAN, Durmuş - ERDEM, Mustafa Ruhan - ÖNOK, Murat: Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 7. Baskı, Ankara UYGUR, Gülriz - YALÇIN SANCAR, Türkan: ÜNVER, Yener: Law, Women s Subordination and Changing Face of The Turkish Legal System in The Example of Article 434 of The Turkish Criminal Code, Eastern European Community Law Journal, V. I, I. 2, January 2005, s Özellikle Cinsel Suçlar Alanında Olmak Üzere, Kadınlarla İlgili Ceza Hukuku Normlarındaki Değişim ve Türkiye deki Durum, Adalet Yüksek Okulu 20. Yıl Armağanı içinde, İstanbul 2001, s (Kadınlarla İlgili Ceza Hukuku Normlarındaki Değişim) Ceza Hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuksal Değer, Ankara ÜZÜLMEZ, İlhan: YALÇIN SANCAR, Türkan: Çocukların Cinsel İstismarı Suçu, EÜHFD, y. 2009, C. IV, S. 2, s Sempozyum Konuşması, Esin Konanç Sempozyumları Kitabı içinde, Ankara 2010, s

88 TÖRE SAİKİ İLE KASTEN ÖLDÜRME SUÇU (TCK m. 82/1-k) ÖZET Arş. Gör. Mehmet GÖDEKLİ 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu nun 82. maddesinin 1/k fıkrasında, kasten öldürmenin töre saiki ile işlenmesi halinde faile verilecek cezanın ağırlaştırılacağı düzenlenmiştir. Ülkemizde özellikle töre adı altında işlenen öldürme fiillerine karşı caydırıcılığı sağlamak bakımından, töre amacı, basit adam öldürmeden farklı olarak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Cezayı ağırlaştıran bir neden olan töre saiki ile kasten öldürmeyi konu edinen bu çalışmada, öncelikle töre nin ve töre saiki nin ne anlama geldiği, töre saikinin failin taşıdığı benzer amaçlardan ve öteki kavramlardan farkı ortaya konacaktır. Daha sonra madde gerekçesinde töre saiki yanında ayrıca ifade edilme gereği duyulan haksız tahrik kavramının kısaca tanımı ve özelliklerine değinilmek suretiyle, töre saiki ile haksız tahrik arasındaki ilişki incelenecektir. Nihayet töre saiki ile öldürmeye ilişkin teorik düzenlemelerin hukuk pratiğine nasıl yansıdığını görmek üzere, ulusal hukukta Yargıtay kararları ile uluslararası hukuk bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına yansıyan töre saiki ile öldürme fiillerinden örneklere ve Mahkemelerin bu konudaki tutum ve görüşlerinin içeriğine yer verilecektir. Anahtar kelimeler: Töre, töre saiki, töre saiki ile öldürme suçu, haksız tahrik, tasarlama kastı, Yargıtay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. ABSTRACT In Turkish Penal Code No Article 82 Paragraph 1/k is organized that will be aggravated the penalty of offender in case of deliberate murder processed with honor motive. In our country is punished the honor motive, unlike the simple murder, instead of life imprisonment with aggravated life imprisonment, particularly for providing deterrence against acts of killing committed in the name of honor. In this study that focusing on deliberate murder processed with honor motive as a cause of aggravating the penalty, primarily will be manifested, what means of honor and honor motive and difference of the objectives carried by the offender and the similar concepts. Then will be examined the relationship between the honor motive and unjust provocation, by briefly mentioning to unjust provocation concept that also required explaining beside the honor motive in justification of Article. And finally will be taken the examples of murder acts with honor motive that reflected to Supreme Court s decisions in national law and the jurisprudence of European Court of Human Rights in the context of international law and the contents of attitudes and views of Courts in this issue, to see how reverberated the theoretical arrangements for the murder with honor motive to practice of law. Key words: Honor, honor motive, crime of murder with honor motive, unjust provocation, premeditation, Supreme Court, European Court of Human Rights. Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı, mehmetgodekli@gmail.com 609

89 I. TÖRE KAVRAMI Töre kavramının tüm zamanlar ve toplumlar için geçerli bir tanımını yapmak, kavramın muğlâk ve değişken yapısı nedeniyle mümkün gözükmemektedir. Kavramın sabit bir anlam taşımaması, birçok yazar tarafından birçok farklı şekilde yorumlanmasına, ülkeden ülkeye değişiklik göstermesine (Teymur/Günbeyi/Özer, 2010:284) ve hatta aynı ülkede tarihî süreç içinde farklı algılanmasına yol açmıştır. Bu nedenle tarihsel anlamıyla töreyi, günümüz anlamıyla ele alınan töreden ayırmak gerektiği gibi; farklı kültürlerin töreye bakış açısını da, mensup olunan toplumsal yapı içerisinde değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla Türk ceza hukuku sisteminde yer alan töreden söz edilmekte ise, öncelikle ülkemizde törenin ne anlam ifade ettiği tespit edilmelidir. Tarihsel süreç içerisinde törenin, eski Türklerde iki ayrı anlama gelmek üzere kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki devletin kuruluşu, işleyişi ve kurallarını ifade etmek üzere kullanılan devlet töresi, ikincisi ise aile yaşantısını belirtmek üzere kullanılan görenekler olarak karşımıza çıkar (Pamir, 2009:360). Görüldüğü üzere, eski Türklerde töre denilince akla siyasi veya ailevi düzeni sağlamakta araç olarak kullanılan kurallar bütünü gelmektedir. Böylelikle Orta Asya da kabul edilen törenin, günümüzde halk arasında nefret uyandıran töre kavramı ile yakınlığının bulunmadığı görülmektedir. Ceza kanunumuzda suç ve cezaya etki eden bir neden olarak düzenlenen töre kavramını, tarihi anlamından soyutlayarak, yasakoyucunun, dilbilimin ve günümüz toplumunun bakış açısıyla irdelemek gerekir. Töre kelimesinin etimolojik kökeni, iki farklı anlam ihtiva etmektedir. Bunlardan ilki, Moğolca kökenli tor kelimesinden türeyen ve ahlak ve adap anlamında kullanılan töredir. İkincisi ise, kökeni Torah veya Tevrat kelimesine dayanan ve eski Türklerde törü olarak geçen, kanun, nizam, düzen ve görenek anlamına gelmektedir (Pervizat, 297; Akbaba, 2008:334). Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğünde ise töre kavramı, 1. Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet; 2. Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap (Aynı yönde Türkçe Sözlük:1918) olarak aslında birbiriyle bağlantılı iki anlamda ele alınmaktadır. Ortaklaşa alışkanlıkların bütünü, aynı zamanda ahlaki alışkanlıkları da kapsayacağı için, bu tanımlardan ilkini geniş anlamda töre, ikincisini ise dar anlamda töre olarak adlandırmak mümkündür. Törenin güncel anlamları yanında, çeşitli sözlüklerde rastlanılan birbirinden farklı anlamları da bulunmaktadır. Bunlara göre, törenin, eğitim, görgü, usul, adabı muaşeret, hukuk, mahkeme, yasa yerine geçebilen ama gerçekte yasa olmayan davranış kalıbı, bir toplumda alışılagelmiş kurallar bütünü (Yılmaz, 2005:706), geline verilen armağan, şaşma bildirir ünlem, boş inanç, soyluluk, asalet, eksiksiz, mükemmel gibi farklı birçok anlamı bulunmaktadır (Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, Törenin teorik açıdan da çeşitli tanımları yapılmıştır. Örneğin Centel/Zafer/Çakmut a göre, bir toplumda yaşayan bireylerin büyük bir kısmının inandığı, terbiye standartlarını sağlamada esas olan ahlaki kurallar ile davranış biçimlerine töre denilmektedir. Töre adı verilen bu davranış kurallarının ihlali halinde, grubun ya da ahlak kurallarının yasalaştırılmış olduğu hallerde, yasadaki yaptırımın uygulanması söz konusu olacaktır (Centel/Zafer/Çakmut, 2007:56). Bir başka görüş ise, töreyi, bastırıcı, etkin ve zorlayıcı yaptırım gücüne sahip olan, bir toplumun ya da 610

90 toplum kesiminin ortaklaşa kabul ettiği ve uymak zorunda olduğu, gelenek, görenek gibi toplumsal kurumlardan kaynaklanan davranışlar olarak tanımlamaktadır (Tezcan, 2003:16). Ancak yasalaştırılan töre veya uymak zorunda olunan ve ortaklaşa kabul gören töre ile töre adı altında işlenen ve suç teşkil eden filleri birbirinden ayırmak gerekir. Bu ayrımın yapılması için törenin günümüzde ilişkilendirildiği namus ve ahlâk gibi kavramların içeriği incelenmelidir. II. TÖRE BENZERİ KAVRAMLAR Töre kavramı tarihsel anlamından uzak şekilde, günümüzde özellikle cinayetlerle birlikte anılmaktadır. Töre cinayeti adlandırması, gerek halk dilinde gerek yazılı ve görsel basında yerleşmiş durumdadır. Burada cinayeti nitelendirmek için araç olan töre, aslında namusu korumak, namusu temizlemek düşüncesiyle kadınların öldürülmesini ifade etmek üzere kullanılır (Arslan/Azizağaoğlu, 2004:363). Dolayısıyla ülkemizde töre saiki ile işlenen öldürme fiillerine halk arasında, töre cinayeti veya namus cinayeti gibi isimler verilmektedir. Töre ve namus adı altında işlenen fiillerin genellikle ahlakla ilişkili olduğu görülür. Nitekim ister namus isterse töre olarak adlandırılsın, anlatılmak istenen kavramların, neyin doğru neyin yanlış olduğu ile ilgilenen ve yazılı olmayan bir kurallar bütünü olarak ele alınan ahlâk kavramı içerisinde alt başlıklar olarak değerlendirilmesi mümkündür (Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi, 2008:17). Namus, şeref ve ahlâk gibi töre ile ilişkilendirilen kavramlar da metafizik bir kompleks sergilemekte ve evrensel bir değer taşımayıp, tıpkı töre gibi, zamana, yere ve kişiye göre değişken, içi boş ve tarife muhtaç bir yapı oluşturmaktadır (İsen, 2001:131). Buna karşılık namus sözcüğünün Arapça veya Farsça dan Türkçe ye geçtiği kabul edilmektedir. Kelimenin kökeninin ise eski Yunancada bir erkeğin sahip olduğu otlak ve burada otlayan hayvanlar anlamına gelen nemo sözcüğünden türetilen nomo kelimesine dayandığı düşünülmektedir (Pervizat, 2006:240). Namusun doğruluk ve dürüstlük ifade eden anlamları da olmasına rağmen, çoğunlukla bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere karşı besledikleri bağlılık duygusu (Parıltı, 2007: 145) ve iffet olarak algılanmaktadır. Namus kavramı, kadının utancı, erkeğin şerefi çerçevesinde de tanımlanmaktadır. Buna göre kadın kendi cinselliğinden utanç duyarak, erkeğin namusunu sakınmakla; erkekse şerefi için kadının cinsel saflığını ve/veya kendi namusunu, şiddete de başvurarak denetlemekle sorumludur (Tahincioğlu, 2010:142). Namus ülkemizde vatandaşların en temel değerlerinden biri olarak görülmekte ve bu temel değerin zedelendiğini düşünen bireyler tarafından öldürme fiillerine haklı sebep olarak algılanmaktadır. Aslında temelinde cinsellik olan öldürme fiilleri, Doğuda namus cinayeti olarak adlandırılırken, Batıda ihtiras cinayetine dönüşmektedir (Pervizat, 2006:245). Örneğin Hollanda da bir erkeğin kız arkadaşını ya da karısını kıskançlık nedeni ile öldürmesi, ihtiras ve aşk sonucu cinnet geçirme ya da kontrolsüz güç kullanma gibi, kişiye özgü ve istisna bir davranış olarak görülürken, Türk ya da Pakistanlılardaki namusa dayanan şiddet töre cinayeti adı altında kültürel bir davranış olarak görülmektedir (Bkz: Ilık, 2008:14). Fakat her ikisinde de, temel amacın, kadının kontrol altına alınması, erkek egemen iktidar yapısına başkaldırısının denetlenmesi olduğu ifade edilmektedir (Pervizat, 2006:250). Namus cinayetlerinin de, tıpkı töre cinayeti gibi, şimdiye dek hukuken bağlayıcı bir tanımı yapılmamıştır. Buna karşın öğretide namus cinayeti, medeni durumlarından bağımsız olarak kadınların, aile namusunu ve şerefini korumak adına, geniş anlamda anlaşılan ve çekirdek aileyle 611

91 sınırlandırılamayacak bir ailenin üyeleri tarafından öldürülmeleri biçiminde tanımlanmaktadır (Göztepe, 2005:29). Bir başka tanıma göre ise, Namus suçları genellikle; aile içinde, aile üyelerine karşı gerçekleştirilen, toplumun büyük kısmının kabul ettiği ve adeta desteklediği bir şiddet biçimidir. Özellikle eğitim ve kültür düzeyi düşük bölgelerdeki feodal anlayışın bir yansıması olan gelenek ve örflere bağlı bir namus düşüncesinin sonucudur (Çakır/Yavuz/Demircan, 2004:29). Diğer bir tanımda ise, namus ve töre arasında fark gözetilmeyerek, mağdurun, ailesinin şeref ve itibarını zedelediği düşünülen davranışlarından dolayı, ailenin diğer fertleri tarafından ölüme mahkûm edilmesi ve aynı aileden bir başka kişinin suçu işlemesi konusunda ikna edilmesi, namus cinayeti olarak değerlendirilmiştir (Tezcan, 2003:16). Ancak bu tanımlar, namus ve töre saikinin ayırıcı ölçütlerine yer vermediğinden, her iki kavramın eş anlamlı algılanması yanılsamasına götürmeye müsaittir. Hâlbuki namusun ifade ettiği anlamın, öncelikle yöntem bakımından, töreye nazaran fail açısından bireysellik özelliğine gönderme yaptığı söylenebilir. Nitekim töre cinayetlerinde, mağdurun öldürülmesi, ailesinin vereceği kararla ve o ailenin subjektif inançları ile değer yargılarının zedelenmesi gerekçesiyle gerçekleştirilmektedir (Kardam, 1999:89). Bu açıdan bakıldığında namus ve töre kavramlarının birbirinden farklı anlamlar taşıdığı görülmektedir. Pervizat a göre, en basit ifadesiyle, namus, kadının bedeni ve hayatı üzerindeki özerkliğini denetlemek; töre ise, feodal yapının ve aşiret sisteminin sürdürülmesi için vardır. Dolayısıyla töre, feodal toplumun bir parçası olarak görülürken; namus, her türlü toplumda karşımıza çıkabilir (Pervizat, 2006:252). TBMM de bu konuya ilişkin sunulan bir soru önergesinde dönemin devlet bakanı Nimet Çubukçu, namusun, kavramsal olarak töreyi de kapsayan geniş bir içeriğe sahip olduğunu, yasada namus saiki teriminin kullanılmasının uygulama açısından ciddi sorunlara yol açabilecek nitelikte olduğunu, bu nedenle yasada hukuki teknik bir terim olarak töre saikinin kabul edildiğini ifade etmiştir. Buna göre, ahlaktan söz edilen her yerde namus karşımıza çıkmaktadır. Örneğin bilimsel ahlak, namus kavramı içerisinde değerlendirilebilecekken; töre, belli bir olaya ilişkin olup, daha simgesel bir anlam taşır (TBMM Tutanak Dergisi, 4 Ocak 2006:193). Suçun mağduru yönünden de, namus saiki, töre saikini kapsayıcı bir anlama sahiptir. Töre saiki ile işlenen suçların mağduru genellikle kadın iken, namus saiki ile işlenen suçlarda mağdurun cinsiyeti, kural olarak, belirleyici koşul değildir. Keza töre ve namus, kaynaklandığı nedenler ve ortaya çıkardığı sonuçlar bakımından birbirine benzese de, en azından cinayetin işleniş biçimi yönünden birbirinden ayrılmaktadır (Kardam, 2005:64). Buna karşılık gerekçeleri bakımından töre saiki, namusu da içeren bir üst kavrama dönüşmektedir. Türkiye de yılları arasındaki töre cinayetlerinin nedenleri incelendiğinde, kan davası, kız alıp verme, aile içi uyuşmazlık, cinsel taciz, yasak ilişki ve tecavüz gibi nedenlerle işlenen töre cinayetlerinin, namus gerekçesiyle işlenenlerden çok daha fazla olduğu görülmektedir (TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, Aralık 2006:113). Bu nedenlerle Türk yasakoyucusu tarafından töre saiki cezayı ağırlaştıran nitelikli hal olarak düzenlenmiş iken, namus saiki hususunda benzer bir düzenleme yapılmamıştır. Fakat bütün bu farklılıklar, aşağıda ele alınacağı gibi, töre saiki ile işlenen fiillerde cezanın arttırılmasına karşılık, namus saiki ile işlenen öldürme fiillerinin tamamının fail hakkında cezadan indirim sebebi sayılacağı anlamına gelmemektedir. 612

92 III. TÖRE SAİKİ İLE İNSAN ÖLDÜRME İnsan öldürme suçunun cezası, hayata karşı suçlar kapsamında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu nun 81. maddesinde müebbet hapis cezası olarak belirlenmiştir. Buna göre Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Fakat öldürme suçunun nitelikli halleri söz konusu olduğunda TCK m. 82 uyarınca ceza arttırılacaktır. TCK nın 82. maddesinin k bendinde ise, kasten öldürme suçunun töre saiki ile işlenmesi halinde failin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlenerek, töre saiki, öldürme suçu bakımından daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Belirtmek gerekir ki, 765 sayılı eski TCK da cezayı ağırlaştıran bir neden olarak düzenlenmeyen töre saiki ve töre cinayetleri, Avrupa Birliği uyum sürecinde siyasi kriterleri karşılamak amacıyla yapılan düzenlemelerden biri olarak, ilk kez 5237 sayılı TCK ile 1 öldürme suçunun nitelikli halleri içinde sayılmıştır ( Centel/Zafer/Çakmut, 2007:56; Karınca, 2008:13). Böylelikle ceza yasası tasarısı sürecinde, kadın örgütlerinin, cinsel bütünlüğe ve edep törelerine karşı suçlar olarak düzenlenen bölüm başlığından edep töreleri kavramının çıkarılmasına ve töre cinayetlerinin öldürme suçunda nitelikli hal olarak kabul edilmesine yönelik talepleri de karşılanmış olmaktadır (TCK Kadın Çalışma Grubu, 2003:5). Ülkemizde "töre" sözcüğü, "töre cinayeti, töre evliliği" gibi olumsuzluklarla birlikte dile getirilmektedir. Kan davası nedeniyle ya da namus bahane gösterilerek işlenen cinayetlerin hemen hepsi "törelerle" meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır (Sancar, 2002:2). Kamuoyu tarafından da töre ve namus cinayetleri aynı anlamda algılanmaktadır. Bu nedenle Türk Dil Kurumu, töre cinayetini, bazı bölgelerde geleneksel anlayışlara uymama sebebiyle genellikle genç kız veya kadınların ailesinin kararıyla yine aileden biri tarafından öldürülmesi olarak tanımlamakta ve fakat töre cinayetinin anlamlarından birini ise namus cinayeti olarak göstermektedir. Bu tanıma göre, töre cinayetlerinin ardında yatan neden, kadınların bölgesel geleneklere karşı gelmesi veya karşı geldiğinin kabul edilmesidir. Töre cinayeti denilen bu tür insan öldürme fiillerinin dünyada ve ülkemizde çok çeşitli sebeplerle işlendiği bilinmektedir. Bu cinayetlerin arka planında ise çoğunlukla kadının ahlâk dışı davrandığı algısı yer almaktadır. Örneğin berdel veya beşik kertmesine karşı gelmek, erkeklerle konuşmak veya flört ermek, eşe itaatsizlik etmek, boşanma talebinde bulunmak gibi tek tek sayılması mümkün olmayan nedenlerden herhangi biriyle, kadınlar, kocası, babası veya erkek kardeşi gibi yakınları tarafından öldürülebilmektedir (Özbek vd., 2010:182). Fakat bazı hallerde kadının ahlâka aykırı kabul edilen bir davranışı dahi olmamasına karşın, sırf töre adı verilen kurallar nedeniyle öldürüldüğü de görülmektedir. Örneğin kadının boşanmak istemesi veya boşandıktan sonra bir başkasıyla aşk yaşaması ya da bir yakını yahut yabancı bir erkek tarafından cinsel saldırıya maruz kalması halleri böyledir. Hatta öyle ki, radyodan şarkı istemek veya bir arkadaşıyla sinemaya gitmek gibi masum fiillerin bile ülkemizde aile namusunu zedeleyici davranışlar olarak 1 Bu nitelikli halin kabulünün gerekçesi, TBMM Adalet Komisyonu nda şu şekilde açıklanmıştır (Artuç, 2008:53, dn. 161): Ülkemizde cinsel saldırıya uğrayan kız çocukları ya da ailesinin istemediği bir kişiyle arkadaşlık eden veya evlenen kadınların öldürülmesi, sıkça rastlanan bir olaydır. Kan gütme saikiyle gerçekleştirilen öldürmeleri önlemek bakımından, ceza kanununda en ağır ceza öngörülmüştür. En az kan gütme kadar önlenmesi gereken ve töre cinayeti olarak adlandırılan öldürmelerin de, aynı nitelikte önlenmesi için, töre saikinin nitelikli adam öldürme olarak kabul edilmesi gerekir. 613

93 algılandığı görülmektedir 1. Bu açıdan töre cinayetlerinin nedenleri ile yöntemlerinin birbiriyle benzeştiği söylenebilir. Nitekim töre cinayetlerinin sayısı o denli fazladır ki, her türlü metodla ve bu arada intihar süsü verilerek veya kazaya kurban gitmiş gibi gösterilerek aslında töreye kurban edilen kadınların sayısı da azımsanmayacak ölçüdedir (Bu konuda bkz: Yıldız, 2003:136 vd.). Töre cinayetleri birçok farklı sebepten kaynaklanmasına rağmen, bir görüşe göre, törenin temelinde yatan asıl neden, ataerkil kültürün toplumda egemen olması ve erkeğin bu egemenliğini kaybetmesi karşılığında işleyeceği cinayet sonucunda onurunun temizleneceğini düşünmesidir (Özbek vd, 2010:182). Böylesine ayrımcı ve çağdışı bir düşünceden kaynaklanması nedeniyle, namus cinayeti veya töre cinayeti olarak adlandırılan öldürme fiillerinin, toplumda kendilerine biçilmiş rollerin veya kişiye, topluma, yöreye ve zamana göre değişen ahlâki normların dışına çıktığı varsayılan kız çocuklarına veya kadınlara yöneltilmiş olan en zalim şiddet türü 2 olduğu ifade edilmektedir (10/148 Sayılı TBMM Araştırma Önergesi, S. Sayısı: 1140:1) 3. Töre saikinden ve bu amaçla işlenen cinayetlerden söz edebilmek için, işlenen öldürme fiilinin mutlaka kan bağı taşıyan kimseler arasında gerçekleşmiş olması şarttır. Nitekim TCK m. 29 un gerekçesinde de, töre veya namus cinayetlerinin akraba içi adam öldürme suçları olduğu belirtilmiştir (Özbek vd., 2010:183; Gerekçe için bkz: Yalvaç, 2010:97). Böylelikle töre saiki için kural olarak aile meclisi kararı arandığı ifade edilebilir. Buna karşılık töreden söz edilebilmesi için aile meclisi kararının bulunması tek başına yeterli değildir; aynı zamanda faildeki saik de töre anlayışından kaynaklanmalıdır. Örneğin mağdurun, ailenin aldığı bir karar sonucu yaptığı evlilikten dolayı veya erkek çocuk doğuramaması nedeniyle öldürülmesi, aile meclisinin kararına da dayansa, töre saikinden söz edilemez (Artuç, 2008:53). Bu halde aile meclisi kararıyla mağdurun öldürülmesi bir intikam sonucu ve görev bilinciyle gerçekleşmiş ise, töre saiki değil, somut olayın özelliklerine göre, TCK m. 82/1-j bendinde düzenlenen kan gütme saiki gündeme gelir (Arslan/Azizoğlu, 2004:364). Kasten öldürme suçunun töre saikiyle işlenmesi bakımından, Türkiye ile aynı oranda olmasa da dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile töre/namus saikli öldürme fiillerine rastlandığı görülmektedir. Her gün binlerce kadın aile içi şiddete ve namus cinayetlerine kurban gitmekte, ulusal 4 ve uluslararası 5 basında sıkça bu tür haberler yer almaktadır. Ancak Batılı ülkelerin çoğunluğunda ülkemizdeki anlamıyla aile meclisi kararı gerektiren töre saikinden çok, namus saiki ön plana çıkmaktadır. Almanya da namus cinayetleri, somut olayın özelliklerine göre, Ceza Kanunu nun 212. maddesinde düzenlenen kasten öldürme veya 211. maddesinde düzenlenen nitelikli öldürme Kadına karşı şiddetin ne anlama geldiği, tarihinde kabul edilen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nin Üye Devletlere Kadınların Şiddete Karşı Korunmasına İlişkin Rec (2002) 5 Sayılı Tavsiye Kararı na Ek m. 1 de açıklanmıştır. Buna göre, kadınlara karşı şiddet ifadesi, cinsiyete dayalı, kadınlara fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veya sıkıntı veren ya da vermeye yol açabilecek her türlü şiddet fiilini ya da tehdidini ifade eder ( 3 Aynı yönde Başbakanlık tarafından çıkarılan Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler Genelgesi nde, kadın ve çocuklara yönelik şiddetin en acımasız biçiminin kamuoyunda töre cinayeti olarak adlandırılan kadına yönelik öldürme fiilleri olduğu dile getirilmektedir (Kurum: Başbakanlık, R.G. Tarihi: , R.G. No: 26218). 4 Ülkemizdeki töre ve namus saiki ile işlenen cinayetlere ilişkin birçok örneğin yer aldığı bir haber için bkz: 5 Namus saikinin ülkelere göre örnekleri ve toplumsal sebepleri konusunda örnek bir haber için bkz: 614

94 kapsamında cezalandırılmakta, ayrıca bir namus cinayetinin işleneceğinden haberdar olup da bunu yetkili makamlara bildirmemek de 138. madde kapsamında ele alınmaktadır. (Hessisches Kultusministerium, 2010:17; Yasa için ayrıca bkz: Yenisey/Plagemann, 2009). Örneğin Alman Kriminal Dairesi kendi raporunda birçok adam öldürme suçunu, kültürel sorumluluk kapsamında, aile kurumu içerisinde, ailenin şerefini temizlemek için işlenmiş olmak kaydını düşerek namus cinayeti olarak nitelendirmiştir (Oberwittler/Kasselt, 2011:13; Bu tanıma göre, failin yalnızca kıskançlığı nedeniyle işlemiş olduğu cinayetler ile kendisini istemeyen kişinin sevgilisini ya da doğrudan o kişiyi düşmanca bir hisle öldürmesi, namus cinayeti olarak değerlendirilemeyecek suçlar içerisine girmektedir (Valerius, Nisan 2011:174). Fakat töre cinayetinin tanımını oluşturan, bir kadının şeref anlayışını ihlal etmesi halinde, aile meclisinin vereceği kararla, genellikle yaşı en küçük olan erkek kardeş tarafından öldürülmesi olaylarına, kültürel koşulları esasen bulunmamasına rağmen, Almanya da dahi rastlanmaktadır (Marschelke, 2010:465). Kural olarak ceza hukukunda failin suçu işlerken taşıdığı amacın herhangi bir önemi yoktur. Ancak kanunkoyucu bazı hallerde failin saikine ayrı bir önem atfederek ceza yasasında ayrıca düzenleme konusu yapabilir. Bu kural ve istisna, öldürme suçu açısından da geçerlidir. Fail, hangi amaçla mağduru öldürmüş olursa olsun, kural olarak aynı cezayı alması gerekirken, töre veya kan gütme saiklerini taşıması halinde, öldürmenin sebebi olan diğer içsel nedenlerden farklı olarak, cezasının ağırlaştırılacağı açıkça belirtilmiştir. Bu bakımdan Türk ceza hukuku uygulamasında, töre saiki ile namus saiki, faile uygulanacak hüküm ve verilecek ceza bakımından birbirinden ayrılmaktadır. Zira töre nedeniyle kasten öldürme suçunun varlığından söz edilebilmesi için, ceza hukukunda baskın olan doktrin görüşüne göre, failin yalnızca namusunu temizlemek amacıyla fiili gerçekleştirmesi yeterli değildir. Aynı zamanda failin bağlı bulunduğu aile veya aşiret gibi bir grubun aldığı karar üzerine mağdurun öldürülmesi gerekir (Centel/Zafer/Çakmut, 2007:57; Özbek vd., 2010:183). Bu nedenle namus cinayeti denilen eylemler, daha bireysel olması ve aile meclisi kararına dayanmaması nedeniyle töre saiki kapsamında ele alınmamaktadır (Hakeri, 2007:248). Namus cinayetleri, ihtiras cinayeti olarak nitelendirilip, erkeğin kadın üzerindeki iktidarının sürdürülmesi için gerçekleştirilmesine karşın; töre saikiyle işlenen öldürmeler daha çok feodal yapıda, aşiret içi ya da aşiretler arasında, aşiret sisteminin ve feodal yapının sürdürülmesi için işlenmektedir (Yıldız, 2007:175). Tüm bu hallerde, ölüme, aile meclisi, karı-koca veya ağabey karar verdiğine göre, suça iştirak hükümleri gereğince bazı failler azmettiren, bazıları yardım eden, bazıları ise asıl fail sıfatıyla cezalandırılacaktır (Soyaslan, 2010:135). O halde ortaklaşa alınan bir öldürme kararı ve bu yönde bir gelenek bulunmamakta ise, TCK m. 82/1-k bendinin uygulanması da söz konusu olmayacaktır. Buna karşılık namus saiki ile kasten öldürme durumunda, failin salt ahlâki değerlerinin zedelendiğinden bahisle fiili işlemesi yeterlidir. Örneğin eşini başka bir adamla konuşurken görüp namusunu kirlettiği gerekçesiyle öldüren adam, töre değil, namus cinayeti işlemiş olur (Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği, Temmuz 2007:19). Bu halde fail kural olarak TCK m. 81 uyarınca basit adam öldürme suçundan dolayı sorumlu olacak ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Nitekim nitelikli insan öldürme halleri arasında namus 615

95 saikinden değil, açıkça töre saiki 1 nden söz edilmiştir. TCK m. 2 ve AY m. 38 de düzenlenen suçta ve cezada kanunilik prensibi gereğince, yargı makamı, yasakoyucunun açıkça ihdas etmediği bir hususu yani namus saikini nitelikli hal olarak kabul edip, cezayı ağırlaştırıcı neden olarak somut olaya uygulayamaz. Bunun bir sonucu olarak, töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi ve cezanın arttırılabilmesi için, öldürme fiili, namus kurtarma adına, aile meclisinin kararı olarak, kirlendiği düşünülen kadın veya kızın yahut birlikte kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş olmalıdır (Hafızoğulları/Özen, 2011:54). O halde halk arasında aynı anlamı ifade etmek üzere kullanılan töre cinayeti ile namus cinayeti kavramlarının birbirinden farklı olduğu söylenebilir. Her töre cinayeti aynı zamanda bir namus cinayeti olmasına karşın, mevcut hukuksal düzenleme karşısında, namus saiki ile işlenen tüm öldürme fiillerinin her halde töre saiki taşımak zorunda olmadığı görülmektedir. Yukarıda değinilen kanuni düzenleme ve baskın görüş, öğretide eleştiri konusu olmuştur. Bir kısım yazarlar, TCK m. 82/1-k bendinde ifade edilen töre saiki ibaresinin namus saiki olarak düzenlenmesinin daha kapsayıcı ve isabetli olacağı düşüncesini taşımaktadır. Nitekim töre cinayeti denilen akraba içi öldürme suçlarında cezanın indirilmesi uygulamayı değiştirmeye yetmeyeceğinden, bu görüşe göre, sadece töre cinayetlerinde değil, gerekçesi namus olan hiçbir suçta ceza indirilmemelidir (Centel/Zafer/Çakmut, 2007:57). Benzer şekilde töre saiki ile işlenen suçların aynı zamanda namus kurtarma düşüncesine dayanması, kadına yönelik işlenmesi ve namus cinayeti olarak da adlandırılmasından yola çıkan bazı yazarlar, yasadaki töre saiki ibaresinin namus saikini de içine alacak şekilde anlaşılması gerektiğini düşünmektedirler. Ancak bu görüşte olan yazarlar, böyle bir kabulün sonucunda, yalnız töre değil, namus kurtarma saikinin bulunması halinde de TCK m. 82/1-k bendinin uygulanabileceğini belirtmekle birlikte; bu yorum tarzının kanunilik ilkesi karşısında uygulanmasının zor olduğunu da kabul etmektedirler (Özbek vd., 2010:183). Bu yazarlar arasında, töre saiki ile aile meclisi kararının çoğu zaman bir arada bulunmakla birlikte, bu birlikteliğin mutlak koşul olmadığını, töre saiki için önemli olanın geleneklerin etkisi olduğunu düşünenler de vardır (Pohlreich, 2011:740). Buna göre, somut olayda eylemin töre saikiyle işlendiğinin saptanması durumunda, bir aile meclisi kararına dayanmasa da, işlenen fiil hakkında ağırlaştırıcı neden uygulanmalıdır (Yıldız, 2007:176) 2. Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye Gölge Raporu Özeti ne göre ise, TCK m. 82/1-k da düzenlenen töre saiki kavramı, namus adına işlenen cinayetleri tanımlamak ve kapsamak açısından yetersiz kalan bir terimdir. Bu nedenle, namus cinayetleri Ceza Yasasında insan öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedenleri içerisinde düzenlenmeli ve haksız tahrike ilişkin tüm bahisler de madde gerekçesinden çıkarılmalıdır (Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Vakfı, Ocak 2005:1). Bununla birlikte töre ve namus saiki kavramlarını ceza muhakemesinin şekli gerçekleri açısından ele alan yazarlar da bulunmaktadır. Bu görüşte olanlar tarafından, yargılama esnasında failde töre saikinin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, namus saikinin varlığını tespitten daha zor 1 Kanunilik ilkesinin sonucu olarak maddedeki ağırlaştırıcı nedeni töre saiki olarak anlamak gerekmekle birlikte, töre saikinin de kapsamının belirsiz, geniş yorumlanmaya uygun ve yasallık ilkesine zarar verebilecek nitelikte olduğu ifade edilmektedir (Soyaslan, 2010:135). Bu nedenle, farklı hatta keyfi uygulamalara yol açacak böyle bir kavrama dayanılarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilmesi doktrinde eleştirilmektedir (Bkz: Toroslu, 2007:35; Bayraktar, 2005:221). 2 Yazar, maddenin kavram kargaşasına yol açacak biçimde düzenlendiğini ifade etmekte, fakat böyle bir ağırlaştırıcı nedenin kabul edilme gerekçesinin faildeki saik olduğunu, buna karşılık nitelikli halin, kararın alınış şekliyle ya da eylemin gerçekleştiriliş biçimiyle ilgili olmadığını düşünmektedir. 616

96 olduğu için, töre yerine namus sözcüğünün tercih edilmesinin daha uygun olacağı ifade edilmektedir (Tezcan/Erdem/Önok, 2010:173; Aynı yönde Kiziroğlu, 2008:995). IV. TÖRE SAİKİ HAKSIZ TAHRİK TASARLAMA KASTI İLİŞKİSİ Töre saiki ile birtakım müesseselerin birleşip birleşmeyeceği tartışmalıdır. Bunlardan ilki, töre saikiyle işlenen suçlarda haksız tahrik indiriminin yapılıp yapılmayacağı sorununa ilişkindir. Kasten öldürmenin nitelikli hallerini düzenleyen TCK m. 82 nin gerekçesinde, töre saikiyle öldürmede ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, bu hükmün uygulanabilmesi için, somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunmaması gerekir. ifadelerine yer verilmiştir. Böylelikle töre saikiyle işlenen öldürme fiillerinde, sanığın cezasının tahrik nedeniyle indirilmesinin önüne geçilmiştir. Buna karşılık kadın örgütlerinin, yalnız töre değil, bütün namus cinayetlerinin bu kapsama alınması yönündeki ısrarı sonuçsuz kalmıştır (Bkz: 15 Haziran 2011). Haksız tahrik ise, ceza sorumluluğunu hafifleten bir sebep olarak TCK m. 29 da düzenlenmiştir. Buna göre, haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimsenin cezası indirilecektir. 765 sayılı eski TCK da yer alan haksız bir tahrik ibaresi yerine 1, 5237 sayılı yeni TCK da haksız bir fiil ibaresinin kullanılmasının nedeni, madde gerekçesinde ülkemizde özellikle töre veya namus cinayeti olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmek olarak gösterilmiştir (Madde gerekçesinin yerinde olmadığı ve eski düzenlemede yer alan haksız bir tahrik ifadesinden de aynı sonuca ulaşılabileceği görüşü için bkz: Özbek vd., 2010:183). Maddede geçen haksız bir fiil ibaresini, suç veya haksız fiil olarak değil, hukuka aykırı davranış olarak algılamak gerekir (Metiner/Koç, 2008:716). Örneğin zina hukukumuzda bir suç olarak kabul edilmemesine karşın, boşanma nedeni olarak düzenlendiği için hukuka aykırı bir fiildir ve haksız tahrike neden olabilir (Aydın, 2005: ). Gerekçenin devamında, Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir. (Madde gerekçeleri için bkz: Şahin/Özgenç/Sözüer, 2010: , 202) ifadelerine yer verilmek suretiyle, haksız tahrik, ancak bir haksız fiilin failine karşı işlenen suçlarla sınırlandırılmıştır. Örneğin cinsel saldırıya uğrayan mağdurun ya da yakınlarının, bu haksız fiilin etkisiyle saldırgana karşı işleyeceği fiillerde haksız tahrik hükümleri uygulanabilecekken (Aynı yönde Bakıcı, 2008:633), cinsel saldırı suçunun mağduru olan kadına karşı bu nedenle meydana gelebilecek saldırılar, kişinin bedensel ve cinsel dokunulmazlığı artık yeni Ceza Kanunu nda esas alınan ölçütler olduğundan, haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır (Göztepe, 2005:45-46). Belirtmek gerekir ki, cinsel saldırıya uğrayan kadının hiçbir fiilinin bulunmadığı, olmayan bir fiilin ise sayılı mülga TCK nın 51. maddesinde, bir kimsenin haksız bir tahrikin husule getirdiği gazap veya şedit bir elemin tesiri altında suç işlemesi halinde cezada indirime gidileceği düzenlemesi yer almaktaydı (Bkz: 617

97 haksızlığından zaten söz edilemeyeceği ve yasa gerekçesindeki mağdura yönelik örneğin bu nedenle isabetsiz olduğu düşünülmektedir (Hafızoğulları/Özen, 2011:389). Madde gerekçeleri birlikte yorumlandığında, haksız tahrik ile töre saikinin aynı olayda bir arada bulunmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Nitekim haksız tahrik için failin hiddet veya şiddetli elem sonucu suç işlemiş olması gerekmekle birlikte, aslında temel koşul olarak hiddet, elem veya ızdırabın, mağdurdan kaynaklanan hukuka aykırı bir fiil ile nedensellik bağı içinde bulunması gerektiği açıktır. Dolayısıyla mağdurun fiili faili tahrik etmesine rağmen, herhangi bir haksızlık içeriği taşımamakta ise, cezayı azaltan bir neden olarak dikkate alınamaz. Töre saikiyle işlenen öldürme fiillerine bakıldığında da, çoğu zaman mağdurdan kaynaklanan haksız bir davranışın bulunmadığı görülmektedir (Özbek vd., 2010:183). Örneğin erkek arkadaşıyla konuşması veya ailesinin rızası dışında bir başkasıyla evlenmesi gibi nedenlerle öldürülen mağdurun fiili hukuka aykırı olmadığı için (Nuhoğlu, 2004:210), böyle bir fiil sonucu failin hiddet veya eleminin derecesi ne olursa olsun, tahrike neden olan fiilin haksızlığından ve ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak algılanmasından söz edilemez. Bunun gibi, hukuk düzenince tanınmış yasal bir hakkını kullanan, örneğin boşanma davası açan veya ayrılık kararı aldıran kadının öldürülmesi halinde, kocanın haksız tahrik savunmasına itibar edilmemelidir. Töre saiki ile haksız tahrikin bağdaşmamasının, haksız tahrikin uygulanma koşulları dışında, bir diğer nedenini ise cezalandırmaya dair ilkeler ve kanun yapma tekniği oluşturur. Suç ve cezaya etki eden bir nedenin, hem daha ağır cezayı gerektiren nitelikli haller içinde sıralanması, hem de cezayı hafifletici bir neden olarak düzenlenmesi mümkün olmayacağından, töre saiki ile işlenen hiçbir suçta haksız tahrik indirimi yapılmamalıdır (Öztürk/Erdem, 2011:281; Tezcan/Erdem/Önok, 2010:174; Yıldız, 2007:177; Artuç, 2008:54). Bu nedenle töre saiki ile öldürme suçunun gerekçesinde yer alan haksız tahrikin koşullarının bulunmaması şartı, gereksiz olduğu kadar, töre saiki ile işlenen birtakım suçlarda tahrik indiriminin yapılabileceğine dair isabetsiz bir yoruma neden olmaya da müsaittir (Aksine, uygulamada sorunların yaşanmaması için töre ve kan gütme saiki ile adam öldürme suçunda haksız tahrik indirimin uygulanmayacağının kanunda açıkça belirtilmesi gerektiği görüşü için bkz: Aydın, 2005:246). Ülkemizde kasten öldürmelerin gayrimeşru cinsel ilişki sayılan hallerde yoğunlaştığı dikkate alınacak olursa, her somut olayda haksız tahrikin kabul edilmesi, bireylerin kendi cezalandırma sistemlerini oluşturmasına ve kendiliğinden hak alma kurumunun yaygınlaşmasına yol açabilir. Hâlbuki cinsel olgunluk yaşına ulaşmış olan ve cinsel özgürlüğü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma yetkisi olduğu kabul edilen bir kimsenin yaşadığı cinsel ilişkinin gayrimeşruluğundan ve haksızlığından söz etme olanağı hukuken bulunmamaktadır (Tezcan/Erdem/Önok, 2010:175; Gülşen, 2003:120). Buna karşılık töre saikiyle işlenen suçlar ve namus saikiyle işlenen suçlar arasında, failin haksız tahrik indiriminden yararlanması konusundaki farklılığa önemle değinmek gerekir. Zira TCK gerekçesinde ve doktrinde egemen olan görüş uyarınca, haksız tahriki töre saiki ile birlikte düşünmek mümkün olmamasına karşın, namus saiki ile haksız tahrikin aynı olayda birleşmesi mümkün olabilmektedir. Doktrinde failin namus saikiyle öldürme fiilini işlediği hallerde, şayet töreden ve görev bilincinin varlığından söz etmek mümkün değilse ve fail mağdurun hareketinden dolayı şiddetli elem veya hiddete kapılmışsa, haksız tahrik indiriminden faydalanacağı kabul edilmektedir. Bu nedenle, örneğin, kendisini aldatan eşini görev bilinci olmaksızın öldüren fail, haksız tahrik indiriminden yararlanacaktır (Özbek, 2006:383; Özbek vd., 618

98 2010:183). Burada önemli olan haksız tahrikin kanuni koşullarının oluşmasıdır. Bu nedenle somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunması halinde, gerekçesi namus olan hiçbir suçta cezanın indirilmemesine yönelik soyut değerlendirmelere katılmanın mümkün olmadığı ifade edilmektedir (Koca/Üzülmez, 2010:322). Ne var ki, fail, yasal şartların oluştuğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşerse, TCK m. 30/3 uyarınca haksız tahrikten yararlanır. Örneğin gerçekte bir başkasıyla gayrimeşru ilişki içinde olmayan karısını, böyle bir cinsel ilişki içinde olduğunu düşünerek öldüren kocanın fiilinde, eğer hata kaçınılmaz ise, haksız tahrik hükümleri uygulanacak; eğer kaçınılabilir bir hata söz konusu ise, haksız tahrikten değil, en fazla TCK m. 61 de düzenlenen takdiri indirim nedenlerinden söz edilebilecektir (Özgenç, 2009:403). Bir suçun mağduruna yönelik işlenen öldürme fiilleri açısından haksız tahrikin uygulanamayacağı, diğer hallerde ise uygulanabileceği kabul edilmektedir. Buna göre, örneğin, tecavüze uğramış bir kızın öldürülmesinde haksız tahrik indirimi uygulanamayacak; buna karşılık, evli bir kadının başka birine kaçması olayında haksız tahrikten söz edilebilecektir (Hakeri, 2007:249). Aynı gerekçelerle, bekâr bir kızın birisiyle cinsel ilişkide bulunması veya evlenmek amacıyla kaçması gibi nedenlerle öldürülmesi halinde töre saiki olmasına karşın, evli kadının fuhuş yapması veya erkek akrabanın travestilik yapması hallerinde işlenen öldürme fiillerinde töre saikinin bulunmadığı belirtilmektedir (Artuç, 2008:54-55). Dolayısıyla töre saikinin olduğu yerde haksız tahrikin olmadığı, tersi ifadeyle, haksız tahrikin varlığının kabul edildiği hallerde suçun mahiyetinin değişeceği söylenebilir. Buna karşılık hükmün bu şekilde algılanması nedeniyle, kanun gerekçesinde töre ve namus cinayeti denilen akraba içi öldürmeler açısından haksız tahrik hükmünün uygulanamayacağının gösterilmesinin, tek başına uygulamayı değiştirmeye yetmeyeceği; töre saiki ile namus saikinin birbirinden farklı olduğu göz önünde tutularak, yasada değinildiği gibi sadece töre cinayetlerinde değil, gerekçesi namus olan hiçbir suçta cezanın haksız tahrik sebebiyle indirilmemesi gerektiği de ifade edilen görüşler arasındadır (Centel, 2005: ; Centel/Zafer/Çakmut, 2007:57). Fakat mevcut yasal düzenleme doğrultusunda, doktrindeki baskın görüş ve örneklerden yola çıkılarak, töre saiki haksız tahrik ilişkisi şöylece özetlenebilir: Failin geleneklerin etkisi altında, töreye uygun davranmak amacıyla veya aile meclisi kararıyla hareket ettiği durumlarda, töre saiki nedeniyle cezası arttırılmalı; buna karşılık mağdurun haksız yani hukuka aykırı bir fiil inden kaynaklanmak koşuluyla, salt namusunu temizlemek gayesiyle ve şiddetli elem veya hiddetin etkisi altında suç işleyen failin cezası, eğer TCK m. 29 un tüm koşullarını sağlamakta ise, haksız tahrik nedeniyle indirilmelidir. Bununla birlikte, belirtmek gerekir ki, eşlerden birinin zina halinde veya gayrimeşru ilişki halinde yakalanmasını öldürme suçu bakımından cezadan indirim nedeni sayan ve bu nedenle eşitlik ilkesine aykırılığı nedeniyle eleştiri konusu olan (Bkz: Dönmezer, 1995:147; Önder, 1994:145) eski TCK nın 462. maddesi 1 ne benzer bir hüküm, yeni TCK da düzenleme konusu yapılmamıştır (Özbek vd., 2010:184) tarihinde yürürlükten kaldırılan eski TCK m. 462/1 hükmüne göre: Yukarda geçen iki fasılda beyan olunan fiiller (adam öldürmek cürümleri ile şahıslara karşı müessir fiiller), zinayı icra halinde veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan veya zina yapmak veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmak üzere yahut henüz zina yapmış veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmuş olduğunda zevahire göre şüphe edilmeyecek surette görünen bir koca veya karı yahut kız kardeş veya fürudan biri yahut bunların müşterek faili veya her ikisi aleyhine karı veya koca yahut usulden biri veya erkek veya kız kardeş tarafından işlenmiş olursa fiilin muayyen olan cezası sekizde bire indirilir ve ağır hapis cezası hapis cezasına tahvil olunur. Maddenin yürürlükten kaldırılması için düzenlenen kanun teklifi ve gerekçesi için bkz: www2.tbmm.gov.tr/d22/2/ pdf 619

99 Töre saiki ile öldürme suçunun işlenmesi için ve işlendiği sırada failde ayrıca tasarlama kastının bulunmasının gerekli olup olmadığı konusunda da doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre, töre saiki ile işlenen fiiller her halde planlı bir öldürme eylemi olacağından, tasarlama kapsamında ele alınabilir (Bayraktar, Nisan 2005:221). Zira kasten öldürme suçunun töre saiki ile işlenmesi bakımından aranan aile meclisi kararı, aynı zamanda fiilin tasarlayarak işlendiğine de işaret ettiğinden ve tasarlama cezayı ağırlaştıran bir neden olduğundan, töre saikinin ayrıca nitelikli hal olarak kabul edilmesine gerek yoktur. Töre saikine, kan davası olaylarında olduğu gibi, tasarlamanın ispatlanamadığı hallerde başvurulabilmekle birlikte, töre saiki tasarlamadan daha kolay ispat edilebilir değildir (Hakeri, 2007:247) 1. Buna karşılık diğer bir görüş, töre saikinde genellikle tasarlamanın bulunduğunu kabul etmekle beraber, aile meclisi kararının varlığının her zaman fiilin tasarlama suretiyle işleneceği anlamına gelmediğini düşünmektedir. Zira bu görüş uyarınca, aile meclisi kararı ölüme ilişkin olup, öldürme fiilinin işleniş biçimine ilişkin olmayabilir (Özbek vd., 2010:183; Nitekim TCK da töre saikinin ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmesinin, tasarlamanın yeterli olmadığı bazı durumlarda da failin daha ağır ceza almasını sağlamak olduğu hususunda bkz: Artuç, 2008:54) Öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedenlerini düzenleyen TCK m. 82 de tasarlamanın ve töre saikinin iki ayrı nitelikli hal olarak farklı bentlerde düzenlenmesinin bir sonucu olarak, yasakoyucunun da tasarlama ile töre saikini aynı anlamda algılamadığı görülmektedir. Kanunilik prensibinin sonucu olarak mevcut yasal düzenleme dikkate alındığında, bir suçun töre saiki ile işlenebilmesi için, mutlaka tasarlanmış olması şartının aranmadığı, aksine ani kastla işlenen bir suçun da töre saiki içinde değerlendirilebileceği ifade edilebilir. V. YARGITAY IN TÖRE SAİKİYLE KASTEN ÖLDÜRME SUÇUNA YÖNELİK İÇTİHATLARINDAN ÖRNEKLER 2 Yargıtay ın töre saiki ile işlenen cinayetler açısından, TCK m. 82/1-k hükmünün hangi şartlar altında uygulanacağına dair vermiş olduğa kararlar arasında yeknesaklık bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay, özellikle 5237 sayılı TCK nın yürürlüğe girmesinden sonra, konuya ilişkin ilk kez ortaya koyduğu içtihatlarında, töre saiki ile kasten öldürme suçunun varlığının kabulünü, aile meclisi kararının bulunması şartına bağlamaktadır. Yüksek Mahkeme bu yöndeki bir kararında, kardeşe, çocuğa ve gebe olduğu bilinen kadına karşı işlenen öldürme fiilinin, alınan aile meclisi kararı sonucu gerçekleştiğini gösteren kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle, fiilin TCK m. 82/1-k kapsamında değerlendirilemeyeceğine hükmetmiştir (Yar. 1. CD, 6700/1986). Buna karşılık Yüksek Mahkemenin sonraki tarihli içtihatlarında tutumunu değiştirmesi ve töre saiki için aile meclisi kararı şartını aramaması dikkat çekmektedir 3. Nitekim reşit olan kız kardeşinin kendi rızasıyla birliktelik yaşadığı kişiyi öldüren erkek kardeşin sayılı TCK yürürlüğe girmeden önce de, gerek doktrinde gerek yargı kararlarında, günümüzde töre yahut namus amaçlı olarak ele alınabilecek öldürme fiilleri, taammüd (tasarlama) sonucu adam öldürme nitelikli hali kapsamında yorumlanmıştır (Bkz: Dönmezer, 1995:46-47; Önder, 1994:32-33; YCGK, , 1-137/191; YCGK, , 1-535/5; YCGK, , 1-98/213). Buna karşılık ilgili dönemde tasarlama ile suçun arkasında yatan saikin birbirinden farklı olduğuna dair görüşler de ortaya atılmıştır. Buna göre saik ve taammüd ortak noktalara sahip değildir; saik fiilin müessir sebebi, taammüd ise sadece icrasında bir özelliktir (Erem/Toroslu, 1983:399) Namus cinayetlerinin Yargıtay ın içtihat değişikliği ile birlikte töre kapsamına sokulduğu konusunda bir haber için bkz: 620

100 fiilinde, aile meclisince alınan bir karar olmamasına rağmen, maktulün kendisine yönelik haksız tahrik oluşturacak söz veya eylemlerde bulunmadığı, ayrıca kız kardeşin kendi hayatını ilgilendiren davranışlarından ötürü erkek kardeşine karşı sorumluğunun da olmadığı gerekçesiyle, eylemin haksız tahrik altında basit adam öldürme değil, aksine töre saiki altında nitelikli adam öldürme kapsamına girdiği kararlaştırılmıştır (Yar. 1. CD, 9808/4917). Yüksek Mahkemenin haksız tahrik ile töre saikinin aynı olayda birbiriyle bağdaşmayacağına dair yasa gerekçesine ve doktrin görüşüne aykırılık teşkil eden kararları da bulunmaktadır. Bu kararlara özellikle 765 sayılı TCK döneminde rastlanmaktadır. Örneğin birlikte oturduğu kız kardeşini gayrimeşru cinsel ilişkiye girdiği gerekçesiyle öldüren failin ağır tahrik altında bulunduğu kabul edilmiştir. (Yar. 1. CD, 2280/2822). Benzer yaklaşımın, 5237 sayılı yasa dönemindeki kimi kararlar da devam ettiği ifade edilmektedir (Tezcan/Erdem/Önok, 2008:175). Örneğin maktulenin önceden evlenip boşandığı ve anne-babası ile beraber yaşamaya devam ettiği süre içerisinde kız kardeşinin eşi ile cinsel birliktelik yaşayıp hamile kaldığı ve durumun öğrenilmesi üzerine babası, erkek kardeşleri ve kız kardeşinin eşi tarafından ve faillerce alınan ortak karar üzerine öldürüldüğü bir olayda; maktulenin rızaya dayalı cinsel ilişkisinin, babası ve kardeşleri açısından haksız tahrik teşkil edeceğine, fakat kız kardeşinin eşi açısından haksız tahrik indiriminin uygulanmayacağına hükmedilmiştir (Yar. 1. CD, 8437, 3340). Buna karşılık, benzer bir başka olayda, evden kaçan maktuleyi öldürmesi konusunda, erkek kardeş olan failin ve bu kimseyi azmettiren baba ve amcanın, ortaklaşa aldıkları karar doğrultusunda tasarlayarak işlemiş oldukları öldürme fiilinden dolayı, gerek fail gerekse iştirakçiler hakkında haksız tahrik indirimine gidilmemiş; aksine, töre saiki ile kasten öldürmeye dair yasa hükmünün uygulanması gerektiğine karar verilmiştir (Yar. 1. CD, 8861/605). Arkadaşının kız kardeşini, gönül ilişkisi yaşadığı gerekçesiyle öldürmeye teşebbüs eden failin ise, töre saiki doğrultusunda hareket etmediğine hükmedilmiştir (Yar.1. CD, 429/6850). Töre ile haksız tahrik arasındaki ilişkiyi açıklamak için namus saiki ile töre saikinin farklılığına vurgu yapan Yargıtay kararlarına da rastlanmaktadır. Nitekim annelerinin cinsel ilişkiye girdiğinden kuşkulandıkları kişiyi öldüren faillerin söz konusu fiilini haksız tahrik içinde değerlendirmeyen Yargıtay, kararının gerekçesini, töre saikinin olayda bulunmamasına, fiilin namus saikiyle işlenmesine ve fakat namus saikiyle işlenen bu öldürme fiilinde rıza ile cinsel ilişkiye giren mağdurdan kaynaklanan tahrik edici bir hukuka aykırılığın da söz konusu olmamasına bağlamıştır. Keza aynı kararda Yüksek Mahkeme, namus saikini, failin toplum içinde küçük düştüğü gerekçesiyle, namus sorunu sayarak ve sırf ailenin şeref ve namusunu kurtarmak düşüncesiyle fiili işlemesi olarak yorumlamakta; buna karşılık töre saikini ise, namus saikini de kapsayan ve failin görev bilinci ile hareket etmesine dayanan bir üst kavram olarak değerlendirmektedir. Ancak ifade etmek gerekir ki, söz konusu kararda da, töre saiki için aile meclisi kararının varlığının gerekli olmadığı ve bu şartın, yasal dayanaktan yoksun olarak, uygulama sonucu ortaya çıkan bir koşul olduğu vurgulanmıştır (Yar. CGK, 1-56/111). Zaten bir suçun mağduru olan kimsenin, gelenekler doğrultusunda ve görev bilinciyle öldürülmesi durumunda, mağdurdan kaynaklanan haksız bir davranışın varlığından söz etmenin olanaklı olmadığı gerekçesiyle, Yargıtay, töre saiki ile kasten öldürme hükümlerini işletmek suretiyle haksız tahrik indirimine isabetli olarak yer vermemektedir. Örneğin kız kardeşinin, kendi isteği dışında, zorla cinsel saldırıya maruz kalması olayında, mağduru, kızlığının bozulduğu gerekçesiyle öldüren erkek 621

101 kardeş hakkında haksız tahrik hükmü uygulanmamıştır (Yar. CGK, 1-536/133; Hakeri, 2007:249). Yine benzer bir kararda, ırzına geçilen kadının öldürülmesinin, maktuleden kaynaklanan haksız tahrik oluşturmayacağı vurgulanmıştır (Yar.1. CD, 146/766). Yargıtay eşlerden birinin diğerine karşı, öldürme fiilini namus gerekçesiyle gerçekleştirmesi halinde ise, görev bilinci taşımaması koşuluyla, failin hareketinin namus saiki içinde ele alınması görüşündedir. Zira kendisini cinsel yönden aldatan eşini öldüren kimseye, haksız tahrike ilişkin TCK m. 29 hükmünün uygulanacağına dair verilen kararda, fiilin töre saiki taşımadığı, namus saikiyle işlendiği belirtilmiştir. Bunun gerekçesi olarak, eşlerin birbirine Türk Medeni Kanunu nun 185/3. maddesi 1 uyarınca sadakat yükümlülüğünün bulunduğu, bu yükümlülüğün ihlal edilmesi halinde ise, kanun hükmünün ihlal edilmiş olacağı ve dolayısıyla hukuka aykırı ve haksız bir fiilden ve haksız tahrikin varlığından söz edilmesi gerektiği gösterilmektedir 2. Ancak Yargıtay a göre eşlerin sadakat yükümlülüğü yalnızca birbirlerine karşı olup, üçüncü kişileri 3 ve bu arada eşlerin çocuklarını dahi kapsamaz (Yar. 1. CD, 4303/6578). Dolayısıyla eşlerden birinin cinsel yönden diğerini aldatması halinde, aldatan eşin namus gerekçesiyle öldürülmesi halinde, aldatılan eş dışında kalan bir kimsenin haksız tahrik indiriminden yararlanması mümkün değildir. Failin annesi ile parkta otururken gördüğü kişiyi, öpüştüklerinden şüphelenerek konuşma bahanesiyle arabasına bindirip ıssız bir yere götürerek bıçaklamak suretiyle öldürdüğü bir olayda, sadakat yükümlülüğünün evladı kapsamadığına, annenin yaşam tarzının haksız bir fiil oluşturmadığına, failin töre saiki ile hareket ettiğine ve haksız tahrikten yararlandırılmasının mümkün olmadığına karar verilmiştir (Yar. 1. CD, 248/3287). Fakat belirtmek gerekir ki, söz konusu kararında da, Yargıtay, konuya ilişkin önceki tarihli kararlarından farklı olarak, töre saiki için aile meclisi kararını aramamış, failin ailesinin namus ve şerefinin eksildiği düşüncesiyle hareket etmesini, TCK m. 82/1-k bendinin uygulanması açısından yeterli görmüştür. Bu durum, töre saiki ile namus saikinin kararda aynı anlama gelecek şekilde yorumlandığını göstermektedir. Yargıtay ın sonraki tarihli diğer kararlarında da namus saiki, töre saikini kapsayacak şekilde veya aynı anlama gelecek biçimde geniş yoruma tabi tutulmuş 4, namus saiki ile işlenen suçların da, failin görev bilinci taşıması halinde, aile meclisi kararı olmasa da, töre saiki içinde değerlendirilmesi gerektiğine karar verilmiştir (Yar. CGK, 1-56/111). Tasarlama ile haksız tahrikin bir arada bulunmasının zorunlu olup olmadığı sorusuna ise, Yargıtay ın, töre saiki için aile meclisi veya aşiret kararını aradığı içtihatları ile sonraki tarihli içtihatları değerlendirilerek yanıt aranmalıdır. Yüksek Mahkemenin önceki tarihli içtihatlarında, aile veya aşiretin karar organının ya da bir aile büyüğünün vereceği kararla öldürme fiilinin işlenmesi şart koşulduğundan (Yar. 1.CD, 6700/1986), töre saikinin varlığı için zımnen tasarlama kastının arandığı 1 TMK m. 185/3: Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar. 2 Buna karşılık, karısını, kendisini aldattığı yönünde dedikodular çıkması üzerine, tasarlayarak ve aile meclisinin aldığı karar üzerine, ailenin namusunu kurtarmak saikiyle öldüren kocanın fiili, töre saikiyle kasten öldürme suçu kapsamında değerlendirilmiştir (Yar. 1. CD, 10901/293). 3 Kardeşinin eşi olan maktulenin, kardeşi dışından bir başkası ile gayrimeşru ilişkisini tasvip etmeyen failin, bu ilişkinin ailenin şeref ve namusunu azalttığı düşüncesiyle tasarlayarak öldürme fiilini gerçekleştirdiği bir olayda, haksız tahrik uygulanmamış ve töre saikinin varlığı kabul edilmiştir (Yar. 1. CD, 10191/6617). 4 Örneğin bir kararda yengelerinin bir başkasıyla kaçıp iki-üç ay birlikte yaşamasını, ailenin namus ve şerefini eksilten bir davranış olarak gören sanıkların, eylemlerini, ailenin namusunu kurtarma, töre saikiyle işledikleri ifadelerine yer verilmesi namusun töre ile eş anlamda kullanıldığını göstermektedir. (Yar. 1. CD, 2339/1937; Tezcan/Erdem/Önok, 2008:174). 622

102 sonucuna ulaşılabilir. Ne var ki, sonraki tarihli içtihatlarda, fiilin ani kast altında da işlenebileceği belirtilerek, tasarlama kastı, töre saikinin vazgeçilmez bir koşulu olarak değerlendirilmemiştir. Yüksek Mahkemenin bu yöndeki bir kararında töre saiki ile insan öldürme suçunun, tek bir fail tarafından ve anlık bir karar ile işlenebilmesi olanaklı olup, aile meclisi kararının aranması ve bu hususun suçun ön koşulu olarak görülmesi halinde, adeta işlenemez ve zorunlu azmettirmeyi gerektiren bir suç tipi yaratılmasına yol açılacaktır (Yar. CGK, 1-56/111). ifadeleriyle, tasarlama olmaksızın işlenen öldürme fiilleri açısından da, koşulları varsa TCK m. 82/1-k hükmünün uygulanabilmesinin yolu açılmıştır. VI. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ NİN TÖRE SAİKİ İLE KASTEN ÖLDÜRMEYE YÖNELİK GÖRÜŞLERİ 1 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin töre saiki ile işlenen kasten öldürme suçlarına ilişkin tutumunu, aile içi şiddet bağlamında, Türkiye nin taraf devlet sıfatıyla yer aldığı Opuz/Türkiye davasında verilen kararla (Kararın özellikle etkin güvence sağlama boyutunun önemi konusunda bkz: Batum, Ocak 2010: ) ve namus saiki kapsamında ele almak gerekir. Bu davada Nahide Opuz isimli vatandaş, başvuran sıfatıyla, Devlet makamlarının kendisini ve annesini aile içi şiddetten koruyamadığını, bunun annesinin ölümü ve kendisinin de kötü muameleye uğramasıyla sonuçlandığını iddia etmiştir. Uyuşmazlık 1990 yılında başvuran ile annesinin imam nikâhlı olduğu kişinin oğlu arasında ilişki yaşanması ve bir süre sonra resmi nikâh kıymaları ile başlamıştır. Evli oldukları dönemde, karısının annesinin başvuranı başka birisiyle evlenmesi yönünde ikna etmeye çalıştığı ve onu ahlaka mugayir bir yaşam sürmeye yönlendirdiği iddiasıyla, fail tarafından başvuranın annesi öldürülmüştür. Başvuran, 765 sayılı eski TCK nın kadınlara ikinci sınıf vatandaş olarak muamele ettiğini, kadınların kişisel hak ve özgürlüklerine doğrudan saldırı niteliği taşıyan fiillerin bile Genel Ahlak ve Aile Düzenine Karşı Suçlar bölümünde düzenlenerek, ailenin namusu için karısını öldüren kişiye daha hafif ceza verilmesinin sağlandığını ifade etmiştir. Mahkeme, söz konusu olayı incelediği davada, öncelikle Uluslararası Af Örgütü nün Türkiye: Aile İçi Şiddet Gören Kadınlar 2004 yılı Raporu na atıf yapmaktadır. Bu rapora göre, mahkemelere tanınan takdir yetkisi ile aile içi şiddetin faillerine haksız bir merhamet gösterilmeye devam edilmekte ve bu tür davalarda verilen cezalar, suçun adetler, gelenekler veya namus ağır tahrikiyle işlendiğini dikkate almaya devam eden yargıçların takdiriyle hâlâ çoğu zaman indirilmektedir. Karara konu olan olayda da, failin işlemiş olduğu fiil, aynı gerekçelerle cezai indirime tabi tutulmuştur. AİHM, kararında, Türkiye nin iç hukuk kurallarının aile içi şiddeti önlemeye yeterli olmadığını, devletten korunma talep eden kadınların, şiddetten korunmak yerine, yetkili makamlarca bu kimselerin evlerine geri dönmeleri ve şikâyetlerini geri almaları konusunda arabuluculuk rolü üstlenildiğini, bu bağlamda sorunun müdahale edilemeyecek bir aile meselesi olarak görüldüğünü belirterek, cinsiyete dayalı ayrımcılığın varlığına hükmetmiştir. Ayrıca mahkemelerin gelenek, görenek veya şerefe dayalı cezaları hafifletmeleri nedeniyle aile içi şiddet suçu işleyen kişilerin caydırıcı cezalar almadıklarının anlaşıldığına vurgu yapılmıştır. Teorik olarak uluslararası standartlara kavuşturulmaya çalışılan iç hukuk sisteminin, kadına karşı ayrımcılığı ve aile içi şiddeti pratikte etkili şekilde önlemeye yeterli caydırıcı cezalarla karşılaşmadığı

103 gerekçesiyle, söz konusu davada, AİHS nin yaşama hakkını düzenleyen 2. maddesi, işkence yasağını düzenleyen 3. maddesi ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir (Opuz/Türkiye Davası, 2002/33401). AİHM in doğrudan Türk hukukunda algılandığı biçimiyle töre cinayetlerine ilişkin bir içtihadından söz etmek mümkün olmamakla birlikte, yukarıda değinilen Opuz/Türkiye davasında olduğu gibi, namus cinayetlerine karşı tutumunu, esas itibariyle yaşama hakkı ve bilhassa ayrımcılık yasağı (Benzer yönde Gemalmaz, Ocak 2010:127) bağlamında değerlendirmek gerekir. Mahkeme D.H. ve Diğerleri/Çek Cumhuriyeti Davasında (57325/2000) geliştirdiği içtihadıyla, kadın erkek eşitliği ve ayrımcılık yasağı konusunda birtakım ilkeler benimsemiştir. Öncelikle Mahkeme ayrımcılığı, bir amaç ya da makul bir gerekçe gözetilmeksizin kişilere göreceli olarak benzer durumlarda farklı davranılması olarak tanımlamaktadır (Willis/Birleşik Krallık Davası, 36042/1997; Okpisz/Almanya Davası, 59140/2000). Bunun yanında, AİHM, delil teşkil edip edemeyecekleri hususunda istatistiklerin, dava açısından başlı başına, ayrımcı olarak sınıflandırılabilecek bir uygulamayı ortaya koyamayacağını kaydetmekle birlikte (Hugh Jordan/Birleşik Krallık Davası, 24746/1994) başvuranların genel bir tedbir ya da fiili bir durum hallerinde farklı muamele gördüklerini iddia ettikleri daha yakın tarihli ayrımcılık davalarında, tarafların sundukları ve benzer durumlarda iki gruba (erkekler ve kadınlar) yapılan farklı muameleyi gösteren istatistikleri 1 dayanak olarak almıştır (Hoogendijk/Hollanda Davası, 58641/2000; Zarb Adami/Malta Davası, 17209/2002). Ayrıca bugüne kadar kadınlara karşı şiddetle mücadele hususunda tek bölgesel çok taraflı insan hakları anlaşması olan Belém do Pará Sözleşmesi 2 ne gönderme yapılarak, kadınların ayrımcılığın her türünden kurtulma haklarını, diğerleri meyanında, şiddet görmeme haklarını kapsayacak şekilde tanımladığı ifade edilmiştir. Belirtmek gerekir ki, AİHM kararlarının gerekçesini oluşturan CEDAW raporlarında, aile içi şiddet vakaları yönünden, faillerin haklarının, mağdurların yaşama ve bedensel ve ruhsal bütünlük haklarından daha üstün olamayacağının da altını çizmektedir (Fatma Yıldırım/Avusturya, 6/2005; A.T./Macaristan 2/2003) 3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin ayrımcılık yasağı ve kadın-erkek eşitliği doğrultusunda namus cinayetlerine ilişkin içtihatları birlikte değerlendirildiğinde, namus saiki ile işlenen fiiller bakımından, failin ve mağdurun cinsiyetlerinin, ceza ve cezalandırmaya etki eden nedenler açısından farklı kararlar verilmesine makul gerekçe oluşturamayacağı sonucu çıkarılmaktadır. Ayrıca adet, gelenek, görenek ve namus gibi saiklerle işlenen öldürme fiilleri söz konusu olduğunda, mağdurun haklarının faile nazaran daha üstün bir koruma görmesi ve tahrik gerekçesiyle yapılan indirimlerde ulusal mahkemenin takdir yetkisini erkek lehine kullanması gibi pratik eşitsizliklerin, Mahkeme tarafından, AİHS hükümlerinin etkin işletilmediği ve Sözleşme nin ihlal edildiği yönünde bir karine olarak algılandığı söylenebilir. 1 Türkiye de töreye ilişkin kapsamlı istatistiksel bir çalışma için bkz: Bağlı, 2008; Ayrıca Türkiye de kadının namusuna ve namus uğruna kadına uygulanan şiddetin ölçülmesini konu edinen bir çalışma için bkz: Işık/Sakallı-Uğurlu, 2009: Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi, Cezalandırılması ve Ortadan Kaldırılmasına Dair Amerikan Devletleri Sözleşmesi, Belém do Pará, ,

104 VII. SONUÇ Töre saiki ile işlenen kasten öldürme suçu, 5237 sayılı TCK m. 82/1-k bendinde düzenlenerek, öldürme suçunun ağırlaştırıcı nedeni olarak belirlenmiştir. Ne var ki, töre saikinin yasada tanımı yapılmamış, yalnız gerekçede akraba içi öldürme suçları ile sınırlı biçimde ele alınmıştır. Hâlbuki gerek töre, gerekse onunla bağlantılı olduğu kabul edilen ahlak, şeref, onur, haysiyet ve namus gibi kavramlar, subjektif nitelikte ve içinde bulunulan topluluk ve zamana bağlı değişken yapılı kavramlardır. Bu nedenledir ki, töre saiki, hem teoride hem de yargı kararlarında iki farklı şekilde yorumlanmaktadır. Bunlardan ilki, töre saikini, namus saikinden ayırarak, öldürme fiilinin, aile meclisi gibi bir organın almış olduğu karar üzerine ve geleneklerin etkisiyle işlenmesi gerektiğini savunmakta; buna karşılık aksi görüşte olanlar, ya töre ve namus terimlerini eş anlamlı algılamakta ve aile meclisi kararına gerek olmadığını düşünmekte yahut mevcut ağırlaştırıcı nedenin, töre saiki değil, namus saiki olarak düzenlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bir defa kanunilik ilkesi uyarınca, namus gerekçesiyle işlenen her türlü fiilin töre saiki içinde ele alınması, yürürlükteki hukuk bağlamında, yasallık ilkesi gereğince mümkün gözükmemektedir. Nitekim yasakoyucu, namus saiki ile değil, açıkça töre saiki ile işlenen öldürme fiillerini nitelikli hal kapsamında saymıştır. Bununla birlikte, özellikle Yargıtay ın sonraki tarihli içtihatlarında, töre saikinin namus saiki ile aynı anlamda değerlendirildiği görülmektedir. Yani namus gerekçesiyle işlenen birbirine benzer iki farklı cinayette, sanıklardan biri, diğerine oranla daha ağır veya hafif cezaya tabi tutulabilmektedir. Kanımızca bu durum, TCK m. 82/1-k bendinin kıyasa yol açacak ölçüde geniş yorumlanması anlamına gelmektedir. Kanunilik ilkesinin alt neticelerinden biri olan kıyas yasağını öteleyen bu yorum, uygulamada sorunlara ve fikir ayrılığına yol açmaktadır. Bu konudaki doktrinsel ve yargısal uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmak için, kanımızca, iki yöntem izlenebilir. Bunlardan ilki, yasada geçen töre saiki tabiri yerine doktrinde bir kısım yazarın da desteklediği namus saiki ifadesini tercih etmektir. Ne var ki, namus saikiyle işlenen fiiller, bir cinsel saldırı suçunun failine karşı da gerçekleştirilebilir. Bu halde fail, namus saiki taşısa bile, kural olarak haksız tahrikten yararlandırılması gerekir. Örneğin failin, yokluğunda karısına sarkıntılık eden kişiyi öldürmesi (Demirbaş, 2006:396) veya cinsel saldırıya maruz kalan bir kız çocuğunun babasının ya da kardeşinin saldırganı öldürmesi (Hafızoğulları/Özen, 2011:388) gibi hallerde, fiil namus gerekçesiyle işlense bile, haksız tahrik koşullarının gerçekleştiği açıktır. Hâlbuki töre saikinde, kavramın tanımının bir sonucu olarak, haksız tahrikin uygulanması kendiliğinden imkânsız hale gelmektedir. Dolayısıyla bu yöntemin pratik sakıncaları bulunduğu ortadadır. Sorunu çözmek için hayata geçirilecek bir diğer yöntem ise, töre saiki tabirinin ne anlama geldiğinin, kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde, ceza yasasında açıkça tanımlanmasıdır. Kanaatimizce ikinci yöntem, uygulamadaki çelişik görüşleri sınırlandırmak ve kavramın -baskın görüşün kabul ettiği şekilde- namus saikinden farklılığını ortaya koymak açısından daha isabetlidir. Nitekim suç ve cezaların kanuniliği prensibinin etkin ve tam manasıyla uygulanabilmesi açısından, yalnız suç ve cezaların kanunda açıkça gösterilmesi tek başına yeterli olmayıp, aynı zamanda cezaya etki eden nitelikli hallerin de biçim ve içerik yönünden kesin ve belirgin olması, yasayı okuyan büyük çoğunluğun norma aynı anlamı yükleyebilmesi gerekir. Bu gerekçelerle, töre (veya onun yerine kabul edilmesi istenen namus ) ve kan gütme gibi muğlâk kavramların, doktrin ve yargı içtihatlarıyla saptanması ve geliştirilmesi yerine, bir toplumsal uzlaşı neticesinde, 625

105 uluslararası hukukun geliştirdiği prensipleri de dikkate alarak, TCK nın tanımlar başlıklı 6. maddesinde veya suça yönelik ilgili maddede açıkça tanımlanması, adalet, eşitlik, belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerinin yaşama geçirilmesine olanak tanıyacaktır. Belirtmek gerekir ki, yeni bir yasal düzenleme yapılmasa bile, mevcut haliyle, haksız tahrik, namus cinayetlerine uygulanacak bir torba hüküm olarak da algılanmamalıdır (Göztepe, 2005:39). Namus saikiyle işlenen her cinayette cezanın azaltılmasını öngören bir özel düzenleme, töre, berdel, beşik kertmesi, başlık parası gibi çağdışı uygulamalardan farksızdır. Kaldı ki Türkiye nin hukuk sistemi, aile namusunu kurtarma saikiyle işlenen her fiili hafifletici sebep sayan Ürdün, Fas ve Suriye gibi ülkelerle (TBMM Araştırma Komisyonu Raporu, 2006:109) benzeşmemektedir. Aslında cezayı hafifleten bir sebep olarak haksız tahrikin önemi, faildeki saikin değil, mağdurun haksız hareketinin esas alınmış olmasıdır. Bu bağlamda töre gerekçesiyle işlenen hiçbir suçta haksız tahrik uygulanmamalı; fakat namus saiki ile işlenen suçlarda 1. Failin şiddetli elem veya hiddet içinde olması, 2. Bu elem veya hiddetin mağdurun hukuk düzenine aykırı olduğu yasada açıkça öngörülen bir davranışından kaynaklanması şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde haksız tahrik uygulanabilmelidir. Yukarıda ifade edildiği gibi, namus saiki ile işlenen suçların bir kısmı, cinsel saldırı suçunun failine karşı işlenmektedir. Bu halde, örneğin kendisine tecavüz eden kişiyi öldüren kadın da, namus saiki ile hareket etmesine rağmen, adil olan, cezasının arttırılması değil, aksine haksız tahrikten dolayı indirilmesidir. Kabul etmek gerekir ki, töre saikinin daha ağır cezalandırılmasının ardında yatan temel neden, namus gerekçesiyle işlenmesinden öte; gelenek-aşiret-klan yaşantısından doğması ve devletten ayrı bir yargılama-hükmetme-cezalandırma sistemi oluşturması nedeniyle, failin sosyal tehlikeliliğinin daha fazla olmasıdır. KAYNAKÇA Akbaba, Z. B. (2008). Töre, Namus ve Töre Saikiyle Kasten Öldürme. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi. (2008). İnsanlığın Namus Lekesi: Töre Cinayetleri. Ankara Barosu Dergisi, Arslan, Ç.; Azizağaoğlu, B. (2004). Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi. Ankara: Asil Yayınları. Artuç, M. (2008). Kişilere Karşı Suçlar. Ankara: Adalet Yayınları. Aydın, D. (2005). Yeni Türk Ceza Kanununda Haksız Tahrik (Provocation In New Turkish Criminal Code). Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Bağlı, M. (2008). Töre ve/veya Namus Adına Cinayet İşleyen Suçlu Ve Zanlıların Sahip Oldukları Toplumsal Değer Yapıları, Aile İlişkileri Ve Kişilik Özellikleri İle Bunların Sosyo-Ekonomik Analizine İlişkin Bir Araştırma. Diyarbakır: Tübitak Projesi No: 106K360. Bakıcı, S. (2008) Sayılı Yasa Kapsamında Ceza Hukuku Genel Hükümleri. Ankara: Adalet Yayınevi. Batum, S. (2010). İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Töre, Şiddet ve Kadın Panel Notları, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları. Bayraktar, K.(2005). Yeni Türk Ceza Kanunu nda Kişilere Karşı İşlenen Suçlar. Hukuk ve Adalet Dergisi,

106 Centel, N.; Zafer, H.; Çakmut, Ö. (2007). Kişilere Karşı İşlenen Suçlar. Cilt: 1, İstanbul: Beta Yayınları. Centel, N. (2005). Yeni Türk Ceza Yasası ve Kadın. Polis Dergisi,1-16. Çakır, R.; Yavuz, M. F.; Demircan, Y. T. (2004). Türkiye de Namus Saikiyle İşlenen Adam Öldürme Suçlarının Değerlendirilmesi. Adli Tıp Dergisi, Demirbaş, T. (2006). Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları. Dönmezer, S. (1995). Kişilere ve Mala Karşı Cürümler. İstanbul: Beta Yayınları. Erem, F.; Toroslu, N. (1983). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Savaş Yayınları. Gemalmaz, B. (2010). İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Töre, Şiddet ve Kadın Panel Notları. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları. Göztepe, E. (2005). Namus Cinayetlerinin Hukuki Boyutu: Yeni Türk Ceza Kanunu nun Bir Değerlendirmesi. TBB Dergisi, Gülşen, R. (2003). Türk Ceza Hukukunda Namus ve Töre Cinayetlerinin Cezalandırılabilirliği. Diyarbakır. Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre ve Namus Cinayetleri Uluslararası Sempozyumu. Hafızoğulları, Z.; Özen, M. (2011). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Us-A Yayınları. Hafızoğulları, Z.; Özen, M. (2011). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Kişilere Karşı Suçlar. Ankara: Us-A Yayınları. Hakeri, H. (2007). Kasten Öldürme Suçları (TCK m ). Ankara: Seçkin Yayınları. Hessısches Kultusministerium. (2010). Gewalt im Namen Der Ehre Zwangsheirat Und Ehrenmord. 1. Auflage. Spangenberg: Werbedruck Gmbh Horst Schreckhase. Ilık, Ö. (2008). Kadına Yönelik Şiddet Kültürel Bir Suç Değildir. Söz Hakkı, Yıl: 21, Sayı: 91,( Işık, R.; Sakallı-Uğurlu, N. (2009). Namusa ve Namus Adına Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutumlar Ölçeklerinin Öğrenci Örneklemiyle Geliştirilmesi. Türk Psikoloji Yazıları. İsen, G. (2001). Namus Cinayetleri: Hukuki Bir Olgunun Sosyal Boyutu. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği. (2007). Türk Ceza Kanunu nda Cinsel Haklarımız Var. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri. Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Vakfı. (2005). Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye Gölge Raporu Özeti. ( Kardam, F. Namus Gerekçesiyle Öldürülme Ya Da Kendi Canına Kıyma: Kadın Cinselliği Üzerinde Baskıların Benzer Koşullarda Farklı Sonuçları Mı.? ( Kardam, F. (1999). Töre Cinayetleri Üzerine Bazı Düşünceler. Ankara: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayınları. Kardam, F. (1999). Türkiye deki Namus Cinayetlerinin Dinamikleri (Eylem Programı İçin Öneriler Sonuç Raporu). Ankara: Koza Yayınları. Karınca, E. (2008). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili Ulusal ve Uluslararası Yasal Düzenlemeler. Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları. 627

107 Keskin Kiziroğlu, S. (2008). Yeni Türk Ceza Kanunu nda Kadına İlişkin Düzenlemeler ve Cinsel Suçlar. Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer Armağanı, Koca, M.; Üzülmez, İ. (2010). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları. Marschelke, J. C. (2010). Almanya da Şeref Saikiyle İnsan Öldürme Ve Kültürlerarasılık Problemi. Çev: Yener Ünver, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku, Cilt: 3, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını. Metiner, H.; Koç, E. A. (2008) Sayılı Türk Ceza Kanunu Genel Hükümleri. I. Cilt, Ankara: Yazarların Kendi Yayını. Nuhoğlu, A. (2004). Namus İçin Adam Öldürme Suçlarında Haksız Tahrik Uygulaması. Prof. Dr. Ayferi Göze ye Armağan, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Oberwıttler, D.; Kasselt, J. (2011). Ehrenmorde İn Deutschland Köln: Wolters Kluwer Deutschland Gmbh. Önder, A. (1994). Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar. İstanbul: Filiz Kitabevi. Özbek, V. Ö.; Kanbur, M. N.; Doğan, K.; Bacaksız, P.; Tepe, İ. (2010). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları. Özbek, V. Ö. (2006). Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, TCK İzmir Şerhi. Cilt: 1, 3. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınları. Özgenç, İ. (2009). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayınları. Öztürk, B.; Erdem, M. R. (2011). Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku. Ankara: Seçkin Yayınları. Pamir, A. (2009). Orta Asya Türk Hukukunda Töre Kavramı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Parıltı, Y. (2007). Töre Saikiyle İnsan Öldürme Suçu (Töre Cinayetleri), Adalet Dergisi, Sayı: 29, Ankara, ( Pervizat, Leyla, An Interdisciplinary And A Holistic Attempt To Understand The Honor Killings İn Turkey Pervizat, L. (2006). Namus Cinayetlerinin Kavramsal Tartışması. Ankara Barosu Hukuk Kurultayı, Cilt: 3, Ankara : Ankara Barosu Yayınları. Pohlreich, E. (2011). Aktuelle Entwicklungen Bei Der Strafrechtlichen Bewertung Sogenannter Ehrenmorde İn Der Turkei, Zeitschrift für Internationale Strafrechtsdogmatik, 6. Jahrgang, Ausgabe: 8-9, ( Soyaslan, D. (2010). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Yetkin Yayınları. Şahin, C.; Özgenç, İ.; Sözüer, A. (2010). Türk Ceza Hukuku Mevzuatı. Cilt 1 (Kanunlar). Ankara: Seçkin Yayınları. Tahincioğlu, A. N. Y. (2010). Namusun ve Namus Cinayetlerinin Cinsiyet Eşitsizlikleri Bağlamında Analizi. Kültür ve İletişim, TBMM 10/148 Sayılı Araştırma Önergesi. Dönem: 22, Yasama Yılı: 4, S. Sayısı: TBMM Araştırma Komisyonu Raporu. (2006). Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları. TBMM Tutanak Dergisi. (2006). Dönem: 22, Cilt: 108, Yasama Yılı: 4, Birleşim:

108 TCK Kadın Çalışma Grubu. (2003). Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu Tasarısı Değişiklik Talepleri. İstanbul: Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı Yayını. Teymur, S.; Günbeyi, M.; Özer, M. (2010). Kültür-Odaklı Polislik. Tübav Bilim Dergisi, Tezcan, D.; Erdem, M. R.; Önok, R. M. (2010). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku. Ankara: Seçkin Yayınları. Tezcan, M. (2003). Türkiye de Töre (Namus) Cinayetleri. Ankara: Naturel Yayınları. Toroslu, N. (2007). Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Savaş Yayınları. Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük, Erişim Tarihi: Türkçe Sözlük. (2005). Ankara: Dil Derneği Yayınları. Valerius, B. (2011). Bahsi Edilen Namus Cinayeti: Nitelikli Adam Öldürmede Alçak-Düşük Sebep Olarak Farklı Kültürel Değerler. Çev: Ufuk Toprak. Küresel Bakış, Yalçın Sancar, T. (2002). Türk Ceza Kanunu Tasarısının (2000) Bazı Hükümleri Hakkında Düşünceler. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yalvaç, G. (2010). Gerekçeli Ceza ve Yargılama Hukukuna İlişkin Temel Kanunlar. Ankara: Adalet Yayınları. Yenisey, F.; Plagemann, G. (2009). Strafgesetzbuch (STGB) Alman Ceza Kanunu. İstanbul: Beta Yayınları. Yıldız, A. K. (2007) Sayılı Türk Ceza Kanunu. İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları. Yıldız, M. C. (2003). İntihar Bir Töre Cinayeti Mi?. Sosyolojik ve Hukuksal Boyutlarıyla Töre Ve Namus Cinayetleri Uluslararası Sempozyumu, Diyarbakır: Akader Yayınları. Yılmaz, E. (2005). (Öğrenciler İçin) Hukuk Sözlüğü. Ankara: Yetkin Yayınları. 629

109 TÜRKİYE DE AİLEİÇİ ŞİDDETLE MÜCADELEDE SIĞINMAEVLERİ VE SIĞINMAEVLERİNİN UNUTULAN YÜZÜ: ÇOCUKLAR ÖZET Songül SALLAN GÜL 1 Ayşe ALİCAN 2 Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri temelinde ortaya çıkan kadına yönelik şiddet, aile başta olmak üzere diğer toplumsal kurumlarda varlığını devam ettirmektedir. Ataerkil toplumsal değerlerin aile içinde erkeğin, koruma, sahiplenme, kontrol ve himaye etme adına şiddeti kendinde bir hak olarak görmesi, toplumsal cinsiyet hiyerarşisi yoluyla meşruluk kazanmaktadır. Toplumda en güvenilir yapı taşı olarak düşünülen aile, kadınların ve çocukların yaşadığı şiddet karşısında, güvenli olma işlevini yitirmekte, şiddetle mücadelede yeni çözüm arayışlarını gündeme getirmektedir. Çoğu kez gizli kalan aileiçi şiddetin ülkemizde ulaştığı son yirmi yıldaki boyutları ve görünürlüğü, konuyu toplumsal ve politik gündeme taşımış ve şiddetle mücadelede çözüm arayışlarını artırmıştır. Kuzey Amerika ve Avrupa da 1970 ten itibaren gelişen kadına yönelik şiddetle mücadele, Türkiye de daha çok aileiçi şiddete karşı 1990 dan itibaren geliştirilmiştir. Son yıllarda Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde ise daha ciddi ele alınan bir sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Türkiye de feminist kadın örgütlerinin hizmet sunduğu ilk kadın danışma merkezlerini, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin ve bağımsız kadın kuruluşlarının açtığı kadın sığınmaevleri izlemiştir. Fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik şiddeti yaşamış kadınların, psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi ve bu süreçte varsa çocuklarıyla birlikte yatılı olarak kalabilme olanağını sağlayan kadın sığınmaevleri, aileiçi şiddete maruz kalan çocuklar açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu bildiride, Türkiye de 24 kadın sığınmaevi üzerine yapılmış olan ve 2011 yılında tamamlanan bir alan araştırmasının verileri ışığında, sığınmaevlerinde anneleriyle birlikte kalan çocukların durumları değerlendirilmektedir. Kadın sığınmaevlerinde kalan çocuklar; çocuk anne olmaları, ensest başta olmak üzere cinsel şiddete maruz kalmaları ve annelerinin ihmal ve barınma sorunları gibi nedenlerle sığınmaevlerinde yaşamaya devam etmektedirler. Şiddetle mücadelede sığınmaevlerinde çocuklara yönelik hizmetlerin niteliği ve yeterlilikleri sorgulandığında, çoğu kez çocuklar, sığınmaevlerinin unutulan yüzleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bildiride kadın sığınmaevinde kalan çocukların gerçekliği anneleriyle ve 15 yaş üstü çocuk annelerle yapılan derinlemesine görüşmeler ve yaşam öyküleriyle birlikte değerlendirilmektedir. Giriş Özel yaşamda, genellikle cinsel ilişki ya da kan bağı ile bağlı bireyler arasında fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ızdırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakmayı içeren her tür eylem ya da durum bir aileiçi şiddettir. Kadına yönelik şiddet, kadının erkek tarafından ezilmesine ve ayrımcılığa yol açan, kadın ile erkek arasındaki eşit olmayan tarihsel güç 1 Prof. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü. 2 Arş. Gör., Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Doktora Öğrencisi ve Sosyoloji Bölümü. 630

110 ilişkilerinin bir göstergesidir. Kadını erkeklerinkiyle karşılaştırıldığında daha alt bir statüye indirgeyen sosyal mekanizmaların en önemlilerinden biridir. Kadın ve erkekler arasındaki eşitsizliğin arttığı, toplumsal cinsiyet rollerin daha katı ve geleneksel olduğu, kadınların duygularının dikkate alınmadığı ve cinselliğin erkeğin hakkı olduğunun düşünüldüğü ülkelerde kadına yönelik şiddet artmaktadır (Roche, 1996; UN, 2005; Yahia- Haj ve diğerleri, 2009). Şiddet çoğu kez cinsiyetler hiyerarşisine, yani bir tür ast-üst ilişkisine, itaat ve kontrol etmeye dayanmakta ve sıklıkla bu yapı, her iki tarafça da bir toplumsal norm olarak kabul görmektedir. Eviçi şiddet, ağırlıklı olarak eviçi güç dengeleri bağlamında güçlüden güçsüze, erkekten kadına, yaşlıdan gence ve çocuğa doğru yönelmektedir. Çoğu kez şiddet sarmalı, kuşaklar arası bir geçiş süreci izleyebilmektedir (Jackson, 2007: 645). Çocuk da şiddeti normal bir davranış örüntüsü olarak yaşamın bir parçası haline getirebilmekte ve kabul edebilmektedir. Aile içi şiddette tanık olan çocuklarda şiddet eğiliminin etkisi erkek çocuklar açısında daha güçlüür (Wooford ve Elliott, 1997: 21). Çocukluğunda şiddet gören veya buna tanık olan erkek çocuk, şiddet uygulayan bir kişi olma açısından artmış risk taşımaktadır. Annesine veya diğer aile üyelerine şiddet uygulandığına tanık olan çocuk şiddet kendisine yönelmese bile çocuğun gelecekteki davranışlarını etkileyebilmektedir (Subaşı, Akın, 2009). Kadına yönelik aileiçi şiddet dünyada olduğu gibi ülkemizde de farklı şiddetin türleriyle birlikte farklı biçimlerde yaşanmakta, en fazla kadınları ve çocukları etkilemektedir. Aileiçi şiddetin yaşanma biçimlerinde kültürlere göre farklılıklar söz konusu olabilemektedir. Ülkemizde çoğu kez kadın intiharları, çok eşli evlilik, erken ve zorla evlendirilme, çok çocuk doğurmaya zorlanma, kız çocuk doğurmanın veya çocuksuzluğun sorumluluğunu tek başına üstlenme, cinsel taciz, fiziksel ve ekonomik şiddetle birlikte öne çıkmaktadır. Aile içinde şiddet kız çocuğa yönelik olduğunda ise; aile içinde sahip olunacak kız çocuğun okutulmaması, zorla evlendirilme, flörtte şiddet, cinsel istismar ve ensestin yanı sıra yaşadığı cinsel şiddeti kimseye anlatmaması için ölümle tehdit edilme gibi biçimlerde olabilmektedir (İlkkaracan ve diğerleri, 1996; 1998; Subaşı ve Akın, 2008, Sallan Gül, 2011b). Aileiçi şiddetin ortaya çıktığı durumlarda ise, şiddetin varlığına inanmama ya da inkâr etme şeklindeki görüşler, hâkim değerler ve erkeğin egemenliğine ilişkin kabullerle öğrenilmiş çaresizliğe dönüşebilmektedir. Bir başka ifadeyle şiddet gören kadın ve çocuklar, sosyal açıdan yalnız bırakılmaktadır. Şiddeti yaşayan aile üyesi, şiddetin bütün evliliklerde görülen bir durum olduğuna inanmakta ya da inandırılmaktadır. Aile ve yakın toplumsal çevre yanında konuyla ilgili kamu bürokrasisi de, şiddeti aile bireyleri arasında ise, aile içinde olan ve gizli kalması gereken bir durum olarak kabul etmekte, ailenin mahremiyetinin normalleştirilmiş bir parçası olarak görmektedir. Bu eril bakış açısında şiddet, aile hayatının gizliliğine dair normlara uymanın bir gereği, evlilikte geleneksel aile içi rol dağılımında erkeğin otoritesini ve gücünü kurma ve korumanın bir parçası olarak algılamaktadır. Kadından ve çocuklardan beklenen de sosyal rollere uyma ve itaat etmenin yanında şiddete katlanmadır. Yine ailesinde istismar ve şiddet geçmişi olan kadınlarla çocuklar, şiddet karşısında çözüm arayışında aileleri başta olmak üzere diğer kurumlardan da çok fazla gerekli desteği ya da anlayışı bulamamaktadır. Gelles a göre (1976) şiddet durumunda kadınlar genellikle evi terk etmemekteler. Bunda kadının şiddete maruz kaldığı mutsuz bir evlilikte yaşama kararını değiştirmesinde ekonomik bağımlılıklar ve çocukların mutsuz olacağı endişesi kadar, kadınların kendilerine yönelik negatif fikirleri, önyargılar da büyük rol oynamaktadır. 631

111 Ayrıca Connell in belirttiği gibi, kadınların şiddet içeren bir evliliği sürdürebilmelerinin veya şiddet uygulayana geri dönmemelerinin başında ev dışında barınma alternatiflerinin bulunmaması gelmektedir (1998: 33). Ekonomik bağımsızlığı olmayan, çalışmayan ve çoğunluğu yoksul ailelerden gelen kadınların, aileiçi şiddete karşı alternatif arayışları çaresizliğe dönüşmektedir. Yine kadınlar, şiddeti müthiş bir yalnızlık ve suçluluk duyguları içinde yaşamakta, birden fazla şiddet türüne aynı anda maruz kalmaları da bu süreçte etkili olmaktadır (Krishnan, 2001; Dutton, 2008; WAVE; 2008). Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de kadınların ve çocukların savunmasızlıkları, ekonomik bağımlılıkları, şiddetin erkeğin evlilikte otorite kurmasının meşru bir hakkı olduğu gibi yanlış inanış ve kültürel değerler ve kalıp düşünceler nedeniyle şiddet, evliliğin bir parçası ve kabul edilmesi gereken bir olgusu gibi görünmektedir. Bu tür ataerkil aile yapıları diğer toplumsal kurumların uygulama ve süreçleriyle de desteklendiğinden aileiçi şiddet büyük çoğunlukla gizli kalmakta ve şiddete karşı çözüm arayışları geçikmektedir. Ülkemizde bu oran %8 lerde kalmaktadır (KSGM, 2009). Kadınlar, kendilerine ve çocuklarına yönelik yaşamsal bir tehlike durumu olmadan çözüm arayışına gitmemektedirler. Gittiklerinde ise ancak çok küçük bir azınlık sığınmaevlerinden yararlanabilmektedirler. Bu bildiride Türkiye de sığınmaevlerinde kalan aileiçi şiddetin çocuklarla ilgili bölümü ele alınmakta ve sığınmaevi çocuklarının gerçeklikleri üzerinde durulmaktadır. Aileiçi Şiddetin Kadına ve Çocuğa Yansımaları Dünyanın farklı bölgelerinde yapılan farklı araştırmalarda şiddete maruz kalan kadınların oranı oldukça yüksektir. 90 ayrı ülkede yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, incelenen toplumların %85 inde kadınlar, kocalarının şiddetine maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir. AB de de her beş kadından biri hayatlarının bir evresinde erkekten şiddet görmektedir (European Women s Lobby, 2002). Kadınlar için yaşam boyu eşlerinin ya da birlikte oldukları kişilerin şiddetine maruz kalma oranı %25-54 arasında değişmektedir (European Women s Lobby, 2002 McCauley ve diğerleri 1995). ABD nde acil servislere başvuran kadınların % 11 ila %30 unun eş/birlikte yaşanan kişi tarafından yaralandığı bildirilmiştir (WHO, 2005). Aileiçi veya eş/birlikte olunan kişi şiddetine erkekler de maruz kalsa da, bildirim oranı ancak %8 civarındadır (Kramer ve diğerleri 2004; Weldon, 2006; Falsetti, 2007). Kadına yönelik şiddet daima çocukları da etkilemektedir. Annelerine yönelik şiddete tanık olmak çocuklar için kendilerine yönelen bir şiddet olmakta, aynı şekilde, çocuğa yönelik şiddet de bir çeşit kadına yönelik psikolojik şiddeti içermektedir. Kadına yönelik şiddetin derecesi arttıkça çocuğa yönelen şiddet de artmakta ve genelde anne, şiddet gösteren eşinden ayrılsa dahi şiddet ve şiddetin etkisi devam etmektedir (Alpert, 1995; Cardenerelli, 1997; Brownridge, 2006). Özellikle uluslararası göçün yoğun yaşandığı ülkelerde, şiddet gösteren eşine ya da birlikte yaşadığı kişiye finansal ya da oturum hakkı gibi sebepler yüzünden bağımlı olan bir kadın, kendi ve çocuğunun durumunu tehlikeye atabileceğini düşünerek her zaman korku içinde yaşamayı sürdürmektedir. Böylece şiddeti önlemeye yönelik hizmetlerden de yararlanamamaktadır (Menjivar ve Olivia, 2002; Erez ve Shayna, 2003; Fawley ve Daly, 2005). Uluslararası anlaşmalar ve politikalarla birlikte, devletler, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti önlemek için etkin tedbirler almaya başlamışlardır. Şiddettin önlenmesinde yasal korunma çok önemli olsa da yeterli değildir. Şiddet mağduru kadınlara, şiddete maruz kalmadan yaşamaları adına gerçek bir şansları olabilmesi için temel sosyal ve ekonomik haklar açısından güvence verilmelidir. Bu güvencede en azından kendi gelirleri olmayan kadınlar için nafaka hakkı, ayrıca 632

112 devletin verdiği finansal yardım sayesinde şiddet uygulayan eski eşe ekonomik olarak bağlı olmama hakkı; istihdam ve göçmen kadınlar için ücretsiz dil kurslarını da içeren eğitim hakkı; ücretsiz çocuk bakım olanakları hakkı; karşılanabilir nitelikte kalacak yer edinme hakkı yer almıştır. Tüm göçmen kadınlar için kocaları ve diğer aile bireylerine bağlı olmaksızın oturma izni hakkı ve evlilik, posta havalesi ya da kadın ticaretiyle başka bir ülkeye getirilen kadınların ayrıldıktan sonra ülkede kalma izni ve insancıl bir vize uygulamasına tabi tutulması güvencesi yer almalıdır (Salcido, O. ve M. Cecilia (2002; WAVE, 2008). Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 19. maddesinde Devlet partileri çocukları ebeveynlerin, yasal mercilerin ya da çocuğa bakmakla yükümlü herhangi birinin bakımındayken, tüm fiziksel ve psikolojik şiddet türlerinden, yaralamalardan ya da istismardan, ihmalden, ihmalci tavırlardan, kötü muameleden, cinsel istismar da dâhil olmak üzere sömürüden korumak için tüm gerekli yasal, idari, sosyal ve eğitimle ilgili yönetmelikleri bulundurmalıdır hükmü yer almaktadır. Benzer olarak Avrupa Parlamentosu, kadına yönelik şiddetin mağdurlarına ve şiddet riski altında olanlara daha iyi bir koruma ve desteğin garanti edilmesi için üye devletleri şunlarla ilgili uygun yönetmelikleri almaya çağırmaktadır (CVAW, 2006): yeterli finansal kaynaklarla güvenli sığınmaevleri sağlamak, şiddet mağduru kadınların çocukları için gerekli hizmetler ve merkezlerin planlamasını yapmak. Dolayısıyla, kadına ve çocuklarına yönelik şiddeti engellemek için gerekli yasal zemin ve zorunluluk açıkça mevcuttur. Yine Avrupa Parlemontosu Tavsiye Kararlarında (2002) aileiçi şiddetin önlenmesi ve töre adına işlenen cinayetlerle ilgili ek önlemler bölümünde üye devletlere; töre adına işlenen cinayet geleneğine uygun olarak kadın ve çocuklara karşı şiddet uygulanmasının bütün biçimlerini cezalandırmalı; töre adına işlenen cinayet leri engellemek için, çeşitli halk kesimlerine ve başta hâkimler ve adli personel olmak üzere, ilgili meslek gruplarına hitap eden bilgilendirme kampanyaları dâhil, gerekli bütün önlemleri almalı; töre adına işlenen cinayet e katılmış, yardımcı olmuş ya da teşvik etmiş herkesi cezalandırmalı; bu uygulamalarla mücadele eden sivil toplum örgütlerini ve diğer grupları desteklemelerini tavsiye etmektedir. Ayrıca erken evliliklerle ilgili ek önlemler bölümünde; Üye devletlerin kişilerin onayı alınmadan zorla gerçekleştirilen evlilikleri yasaklamaları ve çocuk satışıyla bağlantılı faaliyetleri engellemeyerek, durdurmak için gerekli önlemleri almaları istenmektedir. Ülkemizde aileiçi şiddete maruz kalan çocukların 5395 sayılı yasa ile korunmasına karar verilmiştir. Söz konusu Kanunun I. maddesinde, kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek olarak belirlenmiştir. Bu kanunun, koruyucu ve destekleyici tedbirler bölümünde yer alan 6. maddesinde ise, adli ve idari merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlü olduğu ifade edilmektedir. Dünyada ve Türkiye de Sığınmaevleri ve Çocuklara Sunulan Hizmetler Şiddet mağduru her kadın ve çocukları, bir insan ve yurttaş olarak profesyonel yardım alma hakkına sahip olmalı ve hizmetler ücretsiz olmalıdır. Şiddetten korunmaları için, mağdurlara özel kadın sığınmaevlerinde güvenli konaklama ve yeterli destek hakkı verilmelidir. Kadına yönelik eviçi şiddetin önlenmesinde en önemli kurumsal mekanizmaların başında kadın dayanışma merkezleri, sığınmaevleri ve acil yardım hatları gelmektedir. Sığınma evlerinin 633

113 amacı; kadınları şiddetten korumak, güçlenmelerini sağlamak ve yeniden hayata tutunmalarını ve hayatın içinde yer almalarına olanak sağlamaktır Kadın sığınmaevleri kadınlarla çocuklarına sundukları geçici barınma hizmeti ve güçlendirme destekleriyle aileiçi şiddetle mücedelede oldukça önemli bir yere sahiptir. Dünyada sığınmaevlerinin açılmasında öncülük Norveç tarafından gelmiş ve 1968 yılında ilk sığınmaevi açılmıştır. Bunu 1972 yılında Londra da, Women s Aid in açılışı izlemiştir. Amerika da ise, dayak yiyen kadınlar için ilk sığınmaevi 1974 yılında açılmıştır. Bunu evsizler, mülteciler ve şiddete uğramış diğer kadın grupları için açılan sığınmaevleri izlemiştir. Ayrıca şiddete uğramış kadınlara yönelik olarak yasal danışmanlık ve 24 saat tecavüz kriz merkezlerinin yanında, uyuşturucu ve alkol bağımlılığına yönelik olarak rehabilitasyon ve diğer destek mekanizmaları da süreçte etkin olmuşlardır (Markowitz ve diğerleri, 2002; WAVE, 2008). Kadına yönelik şiddetin en yaygın olduğu ülkelerden biri olan ABD de şiddetle mücadele mekanizmalarının gelişimi, Batı Avrupa dan daha farklı bir süreç izlemiştir lerden itibaren şiddet mağdurlarına yönelik olarak tecavüz kriz merkezleri, dayak yiyen kadınlara yönelik sığınmaevleri, suç ve adalet kuruluşları, sağlık merkezleri ve ruhsal bakım merkezleri gibi çok farklı hizmet mekanizmaları devreye girmiştir Şiddet mağdurları için kurulan bu sığınmaevlerinde aileiçi şiddete müdahale konusunda klinik modellerden çok, destekleyici bir yaklaşımla çalışmalar yürütülmektedir (Nazroo; 1995; Weldon, 2006; Yamaner ve Özberk, 2007). Ancak sığınmaevleri de dahil pek çok şiddete karşı geliştirilmiş müdahale merkezlerinde anneye danışma hizmeti verilmekte, çocukların kendilerine yönelik doğrudan yardımlar ise, çok nitelikli sığınmaevleri dışında verildiği görülmemektedir. Genelde Avrupa da kadınlara çocuk eğitimi ile ilgili danışmanlık hizmetleri verilmekte, çocukların ev ödevlerine yardım edilmektedir. Çocuklara yönelik olarak da grup ve oyun terapileri uygulanmaktadır. Çalışanların tamamına çocuklarla ilgili eğitim verilmekte, ancak temel odak bireysel güvenlik problemlerinde ne yapılacağıyla ilgili planlar hazırlanmasına destek olunmaktadır. Son otuz yılda ülkemizde sivil hareketin ve kadın aktivist grupların çaba ve kampanyalarıyla başlatılan ve AB uyum politika gereklilikleriyle artan duyarlılık, yasal düzenleme ve kurumsallaşma sürecinin görece daha hızlandırmıştır. Türkiye de sorunun, tanımlanma ve resmikabulü bağlamında da önemli adımlar atılmıştır. Kamu kurumlarına bağlı ilk kadın konukevi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde 1990 yılında hizmete girmiş, bunu kadın örgütlerinin açtıkları danışma merkezleri ve sığınmaevleri izlemiş, farklı kuruluşlar arasındaki işbirliği çalışmalara hız kazandırmıştır. Bu doğrultuda belediyeler bünyesinde sığınmaevleri açılmış, 1998 yılında sığınmaevleri yönergesi çıkarılmış ve Sığınmaevleri yönetmeliği de hazırlanmıştır. Şiddete maruz kalan kadınlarla beraberindeki çocukları yönelik hizmetler düzenlenmiştir. Bu Yönetmeliğin 20. maddesine göre, kadın sığınmaevlerinde kadınların 0-12 yaş arasında bulunan kız veya erkek çocukları kabul edilmektedir. 12 yaşın üstünde olan kız veya erkek çocuklarının durumu meslek elemanlarınca değerlendirilmekte, annesi ile beraber kalmasının uygun olacağı değerlendirilen çocuklar, sığınmaevlerinde kalabilmekte diğerleri SHÇEK e bağlı, durumlarına uygun kuruluşlara yerleştirilmektedirler. Ayrıca 2002 yılında hizmete giren Alo 183 Aile, Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı dır. Bu hatla şiddete uğrayan ya da uğrama riski taşıyan ve desteğe gereksinimi olan kadınlara ve çocuklara psikolojik, hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık hizmetleri sunmak ve yararlanabilecekleri hizmet kuruluşları konusunda bilgilendirilmektir yılından itibaren de AB ye uyum çerçevesinde 5393 sayılı Belediye Kanunuyla açılan il özel idareleri ve 634

114 belediye kadın konukevleri açılmaya başlanmıştır. Ayrıca, 2008 yılında KSGM tarafından sığınmaevleri kılavuzu yayınlanmış ve şiddetle mücadelede ulusal eylem planı hazırlanmıştır. Saha Araştırmasının Gösterdikleri: Annelerin Çocukları ve Çocuk Anneler Araştırmanının saha süreci 2009 ve 2010 yıllarında Ankara, İzmir, İstanbul, Bursa, Sakarya, Kocaeli, Muğla, Mersin, Eskişehir ve Van da ve 24 sığınmaevinde kalan kadınlarla gerçekleşen çalışmaya (Sallan Gül, 2011) dayalı bu bildiri de sığınmaevlerinde anneleriyle birlikte kalan çocukların durumları değerlendirilmektedir. Ülkemizde SHÇEK, belediyeler ve STK lara ait kadın sığınmaevleri, şiddet görmüş kadınlarla çocuklarına hizmet vermektedir. Sığınmaevinin statüsüne bakıldığında; SHÇEK lere ait sığınmaevlerinde kalan kadınların % 70 i ve belediyelerin sığınmaevlerinde de % 50 si oldukça yoksul ailelerden gelen kadınlarla çocukları oluşturmuştur. Kadınların % 74 ü ilkokul ve altı eğitim düzeyine sahip iken, % 11 i lise ve % 2 si de üniversite mezunudur. Her eğitim düzeyinde kadın, aileiçi şiddet ve ihmali yaşayarak sığınmaevine gelmekteyse de, ilkokul ve altı eğitime sahip kadınların oranının yüksekliği (%87) dikkat çekicidir. Kızların okutulmaması, erken yaşta ve zorla evlendirilmesi ve başlık parası gibi şiddet türleri, ülkemizde kız çocuklarına yönelik en yaygın şiddet biçimleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Görüşülen kadınların yaklaşık dörtte biri, küçük yaşlarda aileleri tarafından zorla evlendirildiklerini belirtmişlerdir. % 62 sinin resmi nikâhı vardır. Yine kadınların % 70 i, ilk evliliklerini ve % 13 ü de ikinci evliliklerini gerçekleştirmişlerdir. İlk evlenme yaşlarına bakıldığında 11 yaştan 34 yaşa kadar değişen bir yaş yelpazesinin olduğu görülmektedir. Ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri başta olmak üzere birçok yerde, genç kızlar onlu yaşlarda, rızaları olmadan kırklı, ellili yaşlardaki adamlarla para karşılığında çocuk yaşlarda evlendirilmektedir (Çakmak, 2009). Ülkemizin 1999 yılında onayladığı Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme'nin (CEDAW) "Evlenme ve Aile İlişkileri Alanındaki Haklar" başlıklı 16. Maddesinde taraf devletlerin, kadınlara, serbestçe eş seçmede ve serbest ve kendi rızasıyla evlenmede erkeklerle aynı hakka sahip olma hakkını tanırlar denmektedir. CEDAW ın 2. Maddesinde de "Çocuğun nişanlandırılması ve evlendirilmesi hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Taraf devletlerce, asgari evlenme yaşının tespit edilmesi ve evliliklerin resmi sicile kaydının zorunlu hale getirilmesi için yasama tedbirleri de dâhil gerekli tüm işlemler yapılır" ifadesi yer almıştır. Bu uluslar arası yükümlülükler doğrultusunda ülkemizde medeni kanun ve ceza kanunun pek çok hükmü ile çocuk yaşta evlilikler yasaklanmıştır. Ancak uygulamada oldukça yaygın olan 18 yaş altı evlilikler sığınmaevinde kalan çocuk anneler gerçeğiyle karşımıza çıkmaktadır. Sığınmaevlerinde kalan kadınların üçte ikisinin ilk evlenme yaşları yaş altında gerçekleşmiştir. SHÇEK lere bağlı sığınmaevlerinde kalan kadınlarda bu oran % 90 lardadır. Bu oran, özellikle kırsal kesimlerde küçük yaşta evliliklerin oldukça yaygın olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Görüşülenlerin % 14,6 ü soruyu yanıtsız bırakmışlardır. Bu grupta yer alan kadınlar; evlilik dışı hamile kalanlarla tecavüz ya da ensest sonucu kadın sığınmaevinde bulunlardan oluşmuştur. Özellikle yoksul ailelerden gelen kız çocukları ataerkil zihniyetin bir sonucu erkek eşin evi ihmali ve/veya kız olmaları nedeniyle kendilerinin ailede kız olmanın yük olarak görülmesi gibi nedenlerle anneleriyle birlikte sığınmaevlerinde kalmaktadır. 24 sığınmaevinde görüşülen 103 kadının yaşları yaş aralığındadır. Ancak kadınların yaklaşık % 60 ı, yaş 635

115 arasındaki genç annelerden oluşmuştur. Sığınmaevlerinin statüleri bakımından farklılaşan özellik, kadınların % 15.5 ini oluşturan ve yaş aralığında yer alan genç kadınların % 70 inin SHÇEK lere bağlı sığınmaevlerinde kalmakta oluşlarıdır. Bir başka ifadeyle araştırmada görüşülen 16 çocuğun; 1 i kendi rızasıyla evlenmiş, 1 i zorla evlendirilmeye çalışılan töre mağduru genç kız, 1 i enseste uğramış çocuk, 1 i enseste ve cinsel tacize uğramış hamile çocuk, 6 sı çocuk gebe ve 6 sı da annesinin ve kendisinin şiddete uğraması nedeniyle sığınmaevinde kalmak zorunda kalan çocuklardan oluşmuştur. Sığınmaevi Çocuklarının Gözüyle Şiddet: Şiddet açısından en fazla risk altında olanlar 30 yaş altı çocuklu kadınlar, kız çocukları ve adölasan kızlardır. Aileiçinde yaşanan şiddet erkek eşten kadına olabildiği gibi babadan çocuklara da yaygın olarak uygulanmaktadır. Özellikle adölesan çağındaki kız çocuklarına yönelik olduğunda şiddet anne ve kız çocukları için katlanılması zor bir hal alabilmektedir. Örneğin A.Z. nin öyküsünde sığınmaevinde kalma nedeni babasının annesini ve ailenin kendisi dahil diğer aile bireylerine uyguladığı fiziksel ve ekonomik şiddettir. Bu durumu şöyle anlatmıştır; Daha yeni geldim buraya, 4-5 gündür burada kalıyorum. 17 yaşındayım. Aslen Sivas lıyız. ilkokul 5 e kadar okudum. Biz 4 kardeş kalıyoruz burada. Biz buraya babam yüzünden geldik. Sebep babam, bizi fazladan boğaz sayardı. Kızsınız ne işe yararsınız?, derdi hep...hep açtık, hem de kız olduğumuz için sebepsiz dayak yiyoduk. Hepimizi sıraya dizerdi, sıra dayağı başlardı. Bir şeye sinirlendi mi, önce döver sonra da hemen bizi dışarı atardı... Burada bizimle birlikte annem de kalıyor...şimdi çalışıyoduk biz. Biz ilkokulu bitirmeden işe girdik, tekstilde çalışıyorduk. Orda dikiş yapıyorduk. Parayı da babama veriyorduk. Beğenmiyordu çalışmamızı. Daha çok para kazanın diyodu, nasıl yapacaksak! Getiriyoduk kirayı veriyoduk, evin masraflarını veriyoduk, para az diyordu. Bakkalı veriyoduk, kirayı veriyoduk ama beğenmiyodu, ya hep çok istiyordu. Bizi dışarı attığında gidecek yerimiz de yoktu. Zaten babannemden, akrabalarımızdan da bize hayır yoktu. O pislik, babam bizi de dövüyordu, ama en çok annemi dövüyodu, bayıltıncaya kadar. Herhangi bir işte de çalışmadı, yatıyodu akşama kadar. Daha öncede babam bizi yine sokağa atmıştı. O zaman dayımlara gitmiştik, bir hafta kaldık ama yine eve geri döndük, başka nereye gidebiliriz!. O kendisi çağırmıyordu, biz geri dönmek zorunda kalyıyoduk. Gidecek yerimiz yok!. Hep annem çalıştı, bize baktı. Annem astım hastası, çıkarken babamanneme ilaçlarını dahi vermedi, gebersin, diye pislik!. Annem boşanmadı ama boşancak, birleşmeyecekler bu sefer, bir daha artık yok! Ablamla biz de çalışır kardeşlerimizi okuturuz. Biz okumadık onlar okusunlar... Yine erken yaşta kız çocuklarının zorla evlendirilmeleri ülkemizde kız çocuklarına yönelik aileiçi şiddetin boyutlarından biridir. Bu çalışma kapsamında görüşülen kadınların önemli bir kısmının evlilik öyküsü bu durumun vahimliğini gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekicidir (Sallan Gül, 2011) Aslında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunun da çocuğu, daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlamakta ve bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimini tamamlamamış, ihmal veya istismara açık bireyler arasında saymaktadır. Yine 4320 sayılı Ancak yasal yasaklara karşın, toplumsal, kültürel ve dinsel olarak erken evliliklere verilen onaylar nedeniyle kız çocukları, zorla evlendirilmekte ve daha küçük yaşta şiddete maruz kalabilmektedir. Bu durumu 15 yaşındaki Y.N. örneğinde şu şekilde görebiliriz: 636

116 Üvey babam tarafından 6 yaşından beri sürekli tacize uğradım... Üvey babamla kaldık biz. Şiddet ve tacizde bulunuyordu.dövüyordu da. Ben ağlardım tacizde bulunduğunda o zaman döverdi. Hırsızlık yaptırırlardı bana. En son dayanamadım polise başvurdum. Onlar da beni çocuk esirgemeye getirdiler. 7. sınıfa geçmiştim. Ondan sonra kaldım yurtta... Okula Değil Kocaya Verilen Çocuk Gelinler; Araştırma kapsamında görüşülen 103 kadından % 46 6 sı, ilk evliliğini yaş arasında yapmıştır, yani çocuk yaşlarda evlenmiş ya da zorla evlendirilmişlerdir. Genç yaşta evlenenlerin ya da evlendirilenlerin büyük çoğunluğunun, çok çocuklu yoksul ailelerden geldiği de bilinen bir gerçekliktir.türk Medeni Kanun'un 124. Maddesi'ne göre de, erkek ve kadın 17 yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli sebeple 15 yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. H.N. adlı kadın görüşmeci bu durumu şöyle ifade etmiştir; Biz 11 kardeşiz. 6 sı kız... Biz kızlar okumadık, kızlar okumaz evlenir, dediler. Ben 14 ümde evlendim ama eşimi sevmiyordum. Berdel evliliği yaptırdılar, küçük yaşta. Diyarbakır dan köye gelin gittim. Eşimi sevmediğimi o da biliyordu. Bana bıçak çekti niye sevmiyorsun diye. Her türlü şiddeti de uyguladı. Zorla evlilik olunca her şey zorla oldu ve cinsel şiddet falan da uyguladı. Aileme geri kaçtım, geldim ama berdel olunca kabul etmediler. Babam kendi eliyle kocama teslim etti. Babamın gözünün önünde beni dövdü eşim, ama babam bir şey demedi. 1 hafta dayandım, amca çocuğuyuz biz, aynı zamanda eşimle. Ama kaçtım bir hafta sonra akrabalara. Babam gelip aldı beni. Bursa ya getirdi eşimi de tabi. Ya kocana geri döneceksin ya da öleceksin deniyor, bana. Babam dövdü ve annem de kapıyı tutturdu, kaçmayayım diye. Dövmesi bitince de eşime tecavüz ettirdi. Bana elim kolum kalkmıyor nasıl olsa. Ellerimi falan da bağladılar. Bu son olay oldu ve arkadaşıma kaçtım.. zaten resmi nikah yoktu, imam nikahı. Polise gittim ve polis buraya getirdi. Benzer biçimde kız çocuklarının fiziksel ve duygusal istismarı çoğunlukla cinsel olarak da istismar riskini artırmakta, namus anlayışının neden olduğu toplumsal baskı, cinsel istismarların ve ensestin açığa çıkmasını engellemektedir. Özellikle ensest ilişkiler; baba-kız, amca-yeğen, ağabey-kardeş arasında küçük yaşlarda başlamaktadır. İlişkilerin ortaya çıkması ve kabullenme uzun zaman alabilmekte, ya hamilelikle ya da başkalarının istismarıyla sonuçlanabilmektedir. Türkiye Ensest raporunda (2009) belirtildiği gibi, hem mağduru olan kişi, hem de bu durumdan birinci derecede etkilenen ev ve aile çevresi tarafından kabullenilmesi oldukça zor olan aileiçi bir şiddet türüdür. Özellikle cinsel şiddet babadan kız çocuğa yönelik olduğunda kabul edilmesi daha da güçleşmektedir. Bireyin beden bütünlüğünü, mahremiyetini, üreme haklarını elinden alan bu durum, genellikle çocuk yaşta başlayarak uzun süre aile bütünlüğü nü bozmamak adına gizli kalmakta, yıllarca devam edebilmekte ve kişinin gelecekteki yaşamı için de gerek psikolojik, gerek sosyal, gerekse de cinsel anlamda tehdit oluşturmaktadır. Enseste uğrayan kişi çoğu zaman bu durumu açığa çıkaramamakta, anlattığı zaman aile bireyleri ve diğer kamu otoritelerine inandıramamaktadır. Anneler İçin Ensesti Bilmek Değil Kabullenmek Zor: Örneğin F.S. adlı görüşmeci eşinden kız çocuklarına yönelen cinsel tacizi, tükenmişliği ve çaresizliği şu sözlerle ifade etmiştir:...öyle işte sonra sabrımı taşıran son nokta var, son nokta çok kötü. Ondan sonra ayrıldım. Yani nasıl anlatayım, ben duyduğumda inanamadım, kendim 637

117 kabullenemedim Ne bileyim nasıl olabilir böyle bir şey dedim, kabullenemedim işte. Olamaz böyle bir şey diyorsun, tamam çocuklarım da yalan söylemez, ama kabul edemiyosun böyle bi şeyi. 21 senelik eşim, kızlarıma tacizde bulundu, bunu yapan öz babaları, yani çok kötü bi şey, insan kabullenemiyo... Kızlarım bana anlattılar ama ben inanmak istemedim, ben hiç şüphelenmemiştim. Eşim 3 kızıma da yapıyo, tecavüzde bulunuyo. Büyük kızım zaten bundan dolayı kaçarak evlenmiş... Kızların da birbirinden haberi yokmuş, babalarının kendilerine uyguladığı tacizi birbirlerine anlatmamışlar. Onlar da ben öğrenmeden bir ay önce haberleri olmuş birbirlerinden... Bu 6 yıl sürmüş böyle. Büyük kızıma 6 yıl, ortanca kızıma 3 yıl, küçüğe daha yeni başlamış. Kâbus gibi yani. Ben işe gittiğimde yapıyormuş İşte ben avukata gittim, avukat psikiyatriste yönlendirdi Şikâyetçi olmadım... Kızımla direkt jandarmaya gidelim, dedim. Ondan sonra gittik, ama bize inanmadılar. Kanıtlayın getirin, dediler. Küçük kızım cep telefonuna kaydetti gizlice babasının ona yaptığını. Ama şikâyetçi olmadım, oğlum istemedi... Cep telefonu kaydını gördükten sonra jandarma bize inandı. Savcı da bizi buraya gönderdi. Türkiye'de ceza yasası ensesti ayrıca tanımlamamaktadır. Ensest cezaları, saldırganın yakınlığı dikkate alınarak arttırılmaktadır. Ensestin yasalarda tanımının yapılması ensest farkındalığını arttıran bir durum olacaktır. Ensestin yasalarda tanımlanmamış olması sonucunda farklı ihtiyaçlara göre önlem alıp almamak uygulayıcıların kişisel bilgi birikimlerine ve becerilerine kalmaktadır (Ensest Raporu, 2009). Annelerin Söylemlerinde Çocuğa Yönelik Şiddet: Şiddeti evliliklerinin ilk yıllarından itibaren yaşayan kadınlar uzun yıllar bu duruma sessiz kalmalarına karşın, şiddet çocuğa yöneldiğinde özellikle de cinsel şiddet başladığında öncelikli olarak anne, baba ve kardeşlere sığınma yöntemini seçmektelerdir. Aile bireyleri tarafından kabul edilmediklerinde veya onların hayatlarında kendilerini bir yük olarak hissettiklerinde ancak, kamusal destek mekanizmalarına başvuruda bulunmaktadırlar. Bu durumu 20 yıllık evli 5 çocuk annesi Z.T şu sözlerle ifade etmektedir: Evlendik ama 1 ay sonra dayak yedim... Onun çocukluğunda da şiddet vardı sanırım. Babası üvey anneyle evlenmiş, onlarda sevgisiz büyümüş... Sabaha kadar dayak yerdim. O sabah özür dilerdi. Ben yine acırdım. Çok kıskandı. Yanında yürümeyince bile dayak yerdim... Hamileyken parmaklarımı, kaburgalarımı kırdı. Yemeğe götürür, bizi gezdirirdi. Bir gün çok kötü dayak yediğimde evden çıktım sonra param hiçbir şeyim yoktu geri döndüm. Bir ay sonra yüzüm gözüm yine çürüdü şiddet uyguladı. Hiç bir şey değişmedi...6 kişi annemin yanına taşındık. Annem şeker hastası bu arada anneme baktım. Evimi kurana kadar çok emek harcamıştım onu da bırakmak istemiyordum. Gideceğim yerde yoktu. 14 yaşında bir kızım var korkuyorum bir şey yapar diye. Alkole yine başladı. O sıralar annem öldü yanına gidemedim. Kızım kalk gidelim dedi. Bize bir şeyler yapacak dedi... Kızım uyandırdı beni, babam bacaklarıma elledi. Dedim baba ne oluyor dedim. A pardon kızım ben sandım annen. Ben karakola, savcılığa falan gittim... Kız çocuk doğurmanın sorumluluğunun kadına yüklenmesi oldukça yaygın olan aileiçi şiddet nedenleri arasındadır. Özellikle ataerkil geleneksel değerlerin katı olduğu toplumlarda çocuğun cinsiyeti kadına yönelik şiddette belirleyici olabilmektedir. Bu durumu 30 yaşındaki S.D. şu sözlerle ifade etmektedir: 638

118 Erkek adamın erkek çocuğu olur sen kız doğurdun derdi bana hep. Yuvaya vermek istedi çocuğumu, ben karşı çıktım. Ben parmaklarımın ucuna oklavayla vurularak dövüldüğümü bilirim. Kız çocuk doğurdum diye. Geceleri işten gelirdi kundaktaki çocuğu alır atayım mı yere derdi Kayınbabam dedi ki erkek adamın erkek çocuğu olur. İlla yuvaya verelim dediler, kız çocuğu istemediler Sığınmaevlerinde Çocuklara Yönelik Hizmetler ya da Sunulmayanlar Ülkemizde sığınmaevi yönetmeliğinin 7. maddesinde 12 yaşına kadar çocukların anneleriyle birlikte kalabileceği bilgisi dışında çocuklar, şiddetle mücadele sürecinde çoğu kez unutulmuş durumdadır. Küçük çocuklara yönelik olanakların ve hizmetlerin çok iyi koşullarda sağlandığı Aliağa, Küçükçekmece, Kadıköy, Muğla ve Çankaya gibi sayılı sığınamevleri dışında, çoğunlulukla hizmetler ya yoktur ya da standartların altındadır. Çocuklarla ilgili hizmetler sığınmaevi yöneticinin ilgi, inisiyatifi ve olanaklarına bağlı olmaktadır. Özellikle emzirme çağında çocuğu olanlar, bebeklerin ihtiyaçlarının (mama ve bez) karşılanmasındaki sıkıntı ve bilgi eksikleri tüm bebekli annelerin ortak sorunu olarak dile getirilmiştir. Birçok sığınmaevinde çocuk oyun odası yoktur, olanların çoğunda da gündüzleri bile oyun odaları ev düzeni için kilitli tutulmaktadır. Kreş olanağı olan bazı sığınmaevlerinde ise, çocuklar için servis olmadığı için kreşe ve okula gidememektedirler. Sığınmaevlerine ya da bağlı olduğu kuruluşun kadrosunda görünen çocuk gelişimciler ise genelde başka bir kurumda çalışmaktadır. Çankaya hariç diğerlerinde, okul çağındaki çocuklar için etüt odaları yoktur. Çocuklar ya mutfak masalarında ya da yattıkları odalarda ders çalışmaktadır. Yine okul çağı çocuklarının eğitime erşimlerinde ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Ayrıca, adreslerin gizliliği ilkesine karşın, il milli eğitim müdürlükleri adres bilgisi istemekte, misafir öğrenci uygulamasına isteksiz davrandıkları için çocukların büyük çoğunluğu eğitimlerine devam edememektedir. Sonuç Türkiye deki sığınmaevlerine gelen kadınların büyük çoğunluğunun evli ve neredeyse tamamının da çocuk sahibi olduğu ve bu araştırma örnekleminin %39 unun da çocuklarıyla birlikte sığınmaevlerinde kaldıkları düşünüldüğünde, çocuklara yönelik hizmetlere hem erişimde ve hem de hizmet kalitelerinde çok ciddi sıkıntılar söz konusudur. Özünde sığınmaevleri kadınlara geçici barınma olanağı tanınan, çoğukez lütfedilen bir çeşit hayır kurumları olarak görülmekte ve çocuklar da aileye değil, anneye ait olanlar olarak, anneleriyle birlikte kalan geçici misafirler olarak düşünülmektedir. Oysa aileiçi şiddet sarmalının içinde yer alan ve gelecek yaşamlarında da bu sarmaldan kurtulmalarında sığınmaevlerinin anlamının ve hizmetlerinin çok daha farklı olması gereklidir. Çünkü sığınmaevlerinin en önemli işlevlerinden biri, kalanların şiddetten bağımsız ve güvenli bir ortamın var olabileceğini görerek, kendi hayatlarını kurabilmeleri için güçlenmeleri ve destek almalarıdır. Oysa araştırma illerindeki sığınmaevlerinin pek çoğu çocuklara sunulan hizmetler açısından oldukça yetersizdir. Sığınmaevlerinin sayısının azlığının yanında kapasitelerinin sınırlılığı, konum ve mimari olarak işlevleri yerine getirmede, bahçeye sahip olma, oyun ve park alanları, etüt odaları gibi, yetersizlikleri söz konusudur. Yine özel hizmet gerektiren kadınlar ve kız çocukları için, özellikle fuhşa zorlanmış çocuklar, enseste uğramış olanlar, çocuk anneler, çocuk hamileler için özel sığnmaevleri yoktur. Tek tip sığınmaevlerinde farklı ihtiyaçları temel alan bir anlayışa ortak hizmetler sunulmaktadır. Yine okul öncesi ve 639

119 okul çağında olan çocuklara yönelik kreş olanakları artırılmalı ya da sığınmaevlerindeki hizmetler artırılarak, çocuklar içinde destek hizmet olanakları sunulmalıdır. KAYNAKÇA AAK (1995), Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara. AAK (1998), Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, Proje grubu: Kemal Gözmez, Bülent Bayat., İhsan Sezal, Erol Göka, Ruhi Köse, Yusuf Ziya Özcan, Devran Kutlugün, Muzaffer Sarımeşeli, Koray Kentli, Davut Cavcav, Ankara : Aile Araştırma Kurumu Yayın no.113. Alpert, E. J. (1995), Violence in Intimate Relationships and the Practicing Internist: New Disease or New Agenda?, Ann Intern Med, 123(10): Brownridge, D. (2006), Partner Violence Against Women With Disabilities: Prevalence, Risk, and Explanations, Violence Against Women, Vol. 12, September, No. 9: Carderelli, A. P. (1997), Violence and Intimacy: An Overview., Violence Between Intimate Partners: Patterns, Causes, and Effects, A. P. Carderelli (Ed.), No. 2 9 Needham Heights, MA, Allyn & Bacon. Çakmak, D., Türkiye de Çocuk Gelinler, erişim tarihi CVAW (2006), Combating violence against women- Stocktaking study on the measures and actions taken in Council of Europe member States, Council of Europe Directorate General of Human Rights, Strasbourg. Connel, R. W. (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev. C. Soydemir, İstanbul, Ayrıntı Yayınevi. Dutton, Donald G., (2008), Reflections on Thirty Years of Domestic Violence Research, Trauma Violence Abuse, Vol. 9; 131. European Women s Lobby, (2002), EWL, Unveiling The Hidden Data On Domestıc Violence in The European Union, European Women s Lobby, 1999 Erez, E. ve B. Shayna (2003), Immigration, Domestic Violence, and the Military The Case of Military Brides, Violence Against Women, Vol. 9: Gelles, R. J., (1976), Abused Wives: Why Do They Stay, Journal of Marriage and the Family, Vol. 38, No.4, Nov.: Falsetti, SA. (2007), Screening and Responding to Family and Intimate Parter Violence in the Primary Care Setting, Prim Care Clin Office Pract, 34: Fawley, S. C. & K. Daly, (2005) Gendered Violence and Restorative Justice the Views of Victim Advocates, Violence Against Women, 1, 603. İlkkaracan, P., L. Gülçür ve C. Arın, (der.) (1996), Sıcak Yuva Masalı: Aile İçi Şiddet ve Cinsel Taciz, Metis Yayınları, İstanbul. 640

120 Kilpatrick, D. G. (2009), What is Violance against women: defining and Maeasuring the Problem, Journal of Interpersonal Violance, 19; 11; 1209, son erişim tarihi 12 Şubat Koyuncu, E., Kardam F., Ufuk Sezgin A., A. Çavlin-Bozbeyoğlu (2009), Türkiye'de Ensest Sorununu Anlamak, (Özet Rapor), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu. Kramer, A., D. Lorenzon, G. Mueller (2004), Prevalence of Intimate Partner Violencce and Health Implications for Women Using Emergency Departments and Primary Care Clinics, Women s Health Issues, 14, s Krıshen, S. P., J. C. Hilbert, D. Vanleeuwen (2001), Domestic Violence And Help-Seeking Behaviors Among Rural Women, Results From A Shelter-Based Study, Family Community Health, 24,1, KSGM, (1998), T.B.M.M. Kadının Statüsü Araştırma Komisyonu Raporu. Ankara., (2008) Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü., (2009), Türkiye de Kadının Durumu, T.C. Başbakanlık, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, Mayıs. Menjivar, C. and S. Olivia. (2002), Immigrant Women and Domestic Violence: Common Experiences in Different Countries, Gender and Society, Vol. 16, No. 6, December: Markowitz, L., K. W. Tice (2002), Paradoxes of Professionalization: Paralel Dilemmas in Women s Organizations in the Americas, Gender and Society; 16; McCauley, J, DE. Kern, K. Kolodner et al. (1995), The Battering Syndrome : Prevalence and Clinical Characteristics of Domestic Violence in Primary Care Internal Medicine Practices, Ann Intern Med, 123: MOR ÇATI, (2009), Şiddete Karşı Anlatılar, Ayakta Kalma ve Dayanışma Deneyimleri, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı. Nazroo, J. (1995), Uncovering Gender Differences in The Use of Marital Violance: The Effect Of Methodology, Sociology, 29; 475, son erişim tarihi 5 Şubat Roche, R. Senechal de la (1996), Collective Violence as Social Control, Sociological Forum, Vol. 11, No. 1, March: Salcido, O. Ve M. Cecilia (2002), Immigrant Women and Domestic Violence: Common Experiences in Different Countries, Gender and Society, Vol. 16, No. 6: Sallan Gül, S., H. Özdamar T., A. Alican (2009), "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Yaşam Stratejileri", Sakarya University International Interdisciplinary Women Studies Congress, March 05th-07th 2009, pp , (2009). (2009), Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kadın Sığınmaevleri ve Yaşam Stratejileri, Uluslarası-Disiplinlerarsı Kadın Çalışmaları, Kongre Bildirileri Kitabı 3.Cilt, Mart (2009). (2011b), Türkiye de Kadın Sığınmaevleri: Erkek Şiddetinden Uzak Yaşama Açılan Kapılar mı?, Bağlam Yayınları, İstanbul. 641

121 Subaşı, N. ve A. Akın (2009), Kadına Yönelik Şiddet; Nedenleri ve Sonuçları, son erşim tarihi: UN (2003), Integration of the Human Rights of Women and The Gender Perspective, Violence Against Women, Report of the Special Rapporteur on Violence Against Women, Economic and Social Council, E/CN.4/2003/75United Nations. (2005), Good practices in combating and eliminating violence against women Division for the Advancement of Women, United Nations. Vahip, I. ve Ö. Doğanavşargil (2006), Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız, Türk Psikiyatri Dergisi, s. 17(2): Vahip, I. (2002), Evdeki Şiddet Ve Gelişimsel Boyutu: Farklı Bir Açıdan Bakış, Türk Psikiyatri Dergisi, s. 13(4): WAVE COUNTRY REPORTS (2008), Weldon, S. L. (2006), Women's Movements, Identity Politics, and Policy Impacts: A Study of Policies on Violence against Women in the 50 United States, Political Research Quarterly, Vol. 59, No. 1, March: , WHO (2002), World Report on Violence and Health, World Health Organization, Geneva. (2005), Multi-Country Study on Women s Health and Domestic Violence Against Women, Initial Results On Prevalence, Health Outcomes and Women s Responses, WHO Press, World Health Organization, Geneva. Wooford M. ve D. Elliott (1997), Journal of Family Violance, Vol. 12, No.1. Yahia- Haj, M. M. and C. H. Chaya (2009), On the Lived Experience of Battered Women Residing in Shelters, Springer Science + Business Media, LLC 2008, J Fam Viol, springer, Vol. 24: Yamaner, G. ve E. Özberk (2007), Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınlara Yönelik Hizmet Sunum Modelleri, KSGM, Ankara. 642

122 ANTİKÇAĞ DA ÇOCUK OLMAK: ÖLMEK YA DA ÖLMEMEK! Doç. Dr. Hatice P. ERDEMİR * ÖZET Yrd. Doç. Dr. Halil ERDEMİR** Bilinen en eski devirlerden itibaren çocuk, insan soyunun devamı olarak görülmüştür. Ancak antik dünyada az sayıda çocuğun iyi şartlarda dünyaya gelerek, bakıcılar eşliğinde büyütülüp, iyi eğitim alabildikleri ve değer buldukları söylenebilir. Yaşama biçimleri ne kadar farklı olsa da, değişik dönemlerde ve farklı toplumlarda çocukların maruz kaldıkları kötü muameleler ve sorunlar çoğunlukla birbirine benzemektedir. Yunan ve Roma toplumlarında, henüz bebekler doğmadan düşürülmeleri ya da doğan çocuğun aile içerisine kabul edilip edilmemesi söz konusuydu. Doğum merasimlerinin, aileye kabul edilmeyen çocuklar için aynı anda bir ölüm merasimi olabilmesi de mümkündü. Çocuğa doğar doğmaz, aileye kabul merasimi yapılır ve baba tarafından onaylanırsa, çocuk aileye kabul edilmiş olurdu. Antik Yunan ve Roma toplumlarında, yeni doğan çocukların kız ya da erkek olmaları dolayısıyla cinsiyet ayrımına tabi tutuldukları, engelli, eksik, hastalıklı ya da çirkin doğmaları; gayr-ı meşru ya da alt sınıf kadınlardan doğmaları, ailenin maddi durumunun yetersizliği vb sebeplerle öldürüldükleri ya da ölüme terk edildikleri anlaşılmaktadır. Şehrin herhangi bir yerine bırakılan ve şans eseri hayatta kalabilen çocuklar, çocuğu olmayan merhametli aileler tarafından ya da kötü niyetli insanların eline düşerek çeşitli alanlarda onların kötü emellerine hizmet etmek üzere yetiştirilebilirlerdi. Roma da zaman zaman, ortalıkta terk edilmeleri sebebiyle çok sayıda çocuk sokaklarda başı boş yaşamış ve eğitilmedikleri için devlet için de sorun olmuştu. Bu sebeple Traianus döneminde toplumu ve çocukları korumak amacıyla Alimenta projesi başlatılmıştır. Bu çalışma, insanın en temel hakkı olan yaşama hak ve özgürlüğünün antikçağda aile reisi olan babanın onayına bırakılması sebebiyle sokağa terk edilen çocukların yaşadıkları sıkıntıları ve bunlardan dolayı ortaya çıkan sorunları ele almaktadır. Anahtar Kelimeler: Antikçağ, çocuk, düşük, evlat edinme, cinsel ve diğer ayrımcılık. TO BE A CHILD IN ANTIQUITY: TO DIE OR NOT TO DIE! ABSTRACT It is known that, children were seen as a continuation of the human race from the very early stages of humanity. A small number of child however, accompanied by carers in their birth and were brought up in good condition. Only the children who were born into a rich families could obtain a good education. However the ways of their life different, though, maltreatment of children s exposure to different periods, different societies and their problems are mostly similar to * Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı, CBÜKAM Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür Yardımcısı. **Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, Manisa İnsan Hakları Kurulu Kadın Komisyonu Üyesi. 643

123 each other. Families or peoples could expose children before it was born or the families had the right whether to accept the child, expose or leave a side after it was born into the family in Greek and Roman societies. The birth ceremony of a child, could be a death ceremony at the same time, if the family did not accept the child into the family. Acceptance of a child has to be considered and approved by the ceremony after child s birth. In ancient Greek and Roman societies, newborn children were held up subject to sex and other kinds of discrimination depending on their situation. Female or male, disabled, missing organed, diseased, or ugly born, illegitimate or born as lower-class women s children were left aside depending upon families financial status, or failure. The children who left to the nature have any chance to survive could be escaped or fostered by compassionate families or fell into the hands of malicious people to serve in various areas for their evil ambitions. From time to time, the very large number of orphan uneducated children were left around and had been a problem for the state in the streets of Rome. For this reason, in the period of Trajan, orphan children project of Alimenta was initiated in order to protect society. This study, deals with the approval of the most basic right of the rights and freedom of life of children were left to fathers as head of families. It also interests the problemes arose because of the abandoned children left to the nature and streets in Antiquity. Key words: Antiquity, child, exposure, foster, sex and other discrimination. GİRİŞ Toplumlar üreme yoluyla varlıklarını sürdürürler. Her yeni doğan fert, karakterinde getirdiği özellikleriyle birlikte, doğduğu toplumun kendisine gösterdiği sevgi, saygı ve değerler bütünü içinde gerçek bir insan niteliğinde yaşar ve o nispette yaşadığı topluma katkıda bulunur. Sağlıklı bir toplumun temeli, ancak beden, ruh ve zihin bakımından sağlıklı fertlerin dünyaya gelmesi ve bunlara yaşam hakkının sağlanması ile mümkün olur. Yeni doğan bireye bu imkanı sunacak olan ise, halen yaşamakta olan toplum ya da toplumlardır. Bu bakımdan çocuk ve çocuk hakları, toplumun şekillenmesinde, kimlik kazanmasında son derece önemlidir. Bu çalışma, Antikçağ da çocukların durumu, aile yapıları, dini inançları ve devletin bakış açısı nokta-i nazarından, temel hakları olan yaşama haklarının çeşitli sebepler gösterilerek ellerinden alındığını ve uygulanan şiddetin boyutlarını ortaya koymaktadır. Araştırmada özellikle, Antikçağ da Yunanistan, Roma, İran ve Mısır da doğumlarından itibaren çocuklar cinsiyet farklılıkları, soylu-varlıklı-yoksul olmaları gibi sosyal ve hukuki statülerinden kaynaklanan ayrımlar gibi sebeplerle maruz kaldıkları şiddet bakımından ele alınacaktır. YUNANİSTAN: Eski uygarlıkların çoğunda olduğu gibi Girit te de çocuk insanın devamının, soyunu sürdürebilmesinin temel göstergesiydi ve bu nedenle çocuk onlar için çok önemli bir varlıktı. Girit uygarlığında çocuk kavramı, yaşamın, yenilenmenin bir göstergesiydi. Girit kültüründe yeni çocuk, ailede ve toplumda bolluk ve bereketin sağlanmasında bir tür aracı kişi olarak görülmekteydi. Girit teki Palaikastro yerleşim alanında düzenlenen kült törenlerinde o yöredeki on büyük çocuk, doğadaki yeni dönüşüm için demoların başkanı olarak çağırılmaktaydı. Birtakım özel görevler 644

124 üstlenecek olan bu çocuğun geri dönüşüyle birlikte, tarlaların ürüne kavuşup, koyun sürülerinin çoğalacağına inanılırdı. 1 Çocukların bu derece önemli olduğu Girit uygarlığında zaman zaman tersi durumlarla da karşılaşılmıştır. Yapılan araştırmalarda bu eski uygarlıklarda bazen çocuk kurbanlara da rastlanmıştır. Yunan dünyasında da çocuklar toplumun önemli bir parçasıydı. Düzenlenen festivallerde çocuklar dans edip şarkılar söylerlerdi. Atina da şarap tanrısı Dionysos onuruna bir festival düzenlenmekte ve adına Şehir Dionysia şenlikleri denmekteydi. Atina nüfusu on kabileden oluşmakta ve bu festivale her kabile elli erkek çocuktan oluşan birer koro ile katılmaktaydı. 2 Böylece bu festivaller sayesinde Atina şehri diğer sitelere kendi gücünü, gelişmişliğini sergileme imkanı bulmaktaydı. 3 Antikçağda Atina da erkek ve kız çocuklarının doğumu konusunda da çeşitli bilgiler vardır. Çocukların doğumu sonrasında evlerin kapısına çeşitli nesneler asılmaktaydı. 4 Erkek çocuk doğduğunda zeytinden bir çelenk, kız çocuk doğduğunda ise yünden süslemeler yapılıp asılırdı. Çocuğun adlandırma süreci ise birkaç gün sürerdi. 5 Yunan toplumlarında doğmadan önce ya da doğumlarından sonra istenmeyen çocukların ise aile reisi olan babanın kararıyla terk edildiği görülmektedir. 6 Baba, çocuğunu hastalıklı, özürlü, kız-erkek çocuk arasında yapılan ayrım 7 ya da doğan çocuğa bakacak durumunun olamaması gibi çeşitli sebeplerle terk edebilirdi. Yunan uygarlığında bazı toplumlarda bu durumun son derece katı bir şekilde gerçekleştiği görülmektedir. Savaşçılık özellikleri ile bilinen Spartalılar doğan çocuğun özürlü olması durumunda çocuğun öldürülmesine karar verilmekteydi. Spartalılar sağlıksız ve bedensel özürlü çocukların yaşam hakkına sahip olmadığını düşünür ve onların ortadan kaldırılması konusunda da bir rahatsızlık duymazlardı. Sağlıklı çocukların ise kasları güçlendirmeleri, idmanlı olmaları istenirdi. 8 Lydia hükümdarı, Croesus, sağlıklı oğlu Atys i başına gelebilecek tehlikelere karşı korunması için tedbirler alıp, üstüne titrerken, adı bile tarihe geçmemiş olan sağır ve dilsiz oğlunu görmezden gelmiş, yok saymıştı. 9 Bu bilgiler ışığında hasta ve engelli doğan çocukların diğer çocuklar kadar şanslı olmadığı görülmektedir. İÖ. 413 deki Sicilia bozgunundan sonra Atina da vatandaş olmak için çocukların anne ve babalarının yasal olarak evli olmalarından vazgeçilmiştir. Böylece, bir vatandaş erkeğin sadece karısından değil kapatması olan diğer özgür kadınlardan da sahip olduğu çocuklara vatandaşlık verilmeye başlanmıştır. Bu konuda, Antikçağ da farklı görüşlerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Atinalı politikacı Apollodoros un İÖ. 343 de verdiği 1 Mutluay, 2007, Jenkins, Golden, 1990, Artemis genç kızları temsil eden bakire vasfının yanında, çocukların dogumu ve gelişimleriyle ilgili tanrıçaydı. Bakire kızlar ve hamile kadınlar, bu tanrıçaya adak adarlar ve çocukları doğunca ya da ölünce hamile kadınlar ona sunular takdim ederlerdi. Bkz. Akalın 2003, Bu dönemde erkek çocuklara, ordu lideri anlamına gelen Hegesistratus; kız çocuklara ise genellikle sevinç, mutluluk gibi duyguları ifade eden Didymus, Henderson, Julia gibi isimler verilmiştir. Antikçağ da Yunanistan da yaşı on sekiz olan erkek çocuklar ergenlik kazanmış sayılırdı. Kızlar için ise, evlenmek çocukluğun bitmesi anlamına gelirdi. Golden, 1990, Çocukların doğumlarından önce, tabii korunma araçlarının kullanıldığı, ancak bunların sadece varlıklı fertler tarafından bilindiği, yaygın ve etkili olmadığı anlaşılmaktadır. Bkz. Erdemir 2011, ; Vuorinen, and Mussalo-Rauhamaa, (1995), Çoğunlukla kız çocukların tabiata terk edildikleri ve bu sebeple nüfusun büyük bir kısmını erkek çocukların oluşturduğunu belirtmektedir. Bkz. Bolkstein, 1922, 222; Macmullen 1974, 92. Sağlıklı olma ve yaşama hakkının tanınması bakımından erkek çocukların daha şanslı olmaları konusunda bkz Vuorinen, and Mussalo-Rauhamaa, (1995), 33. Aynı şekilde kız çocukların nadiren babalarıyla birlikte resmedildikleri anlaşılmaktadır. Hart, and Oakley, Mutluay, 2007, Herodotos, I

125 Neaira olayını eleştiren bildirisinde; eğer bir adam eşinden sonra metresi ile evlenirse bu kadının ve bunun doğuracağı çocukların vatandaşlık hakkına sahip olmaması gerektiği 1 söylenmektedir. Ayrıca bazı toplumlarda erkek ve kız çocukları arasında ayrım da mevcuttu. Atina da vatandaş olan bir anne babanın evliliğinden erkek çocukları yoksa, baba bir kadının çocuğunu mirasçı olarak evlat edinebilmekteydi. Bu durum, çocuklar arasındaki cinsiyet ayrımı dışında kız çocukların ikinci planda olmakla kalmayıp, ailenin mirası konusunda da pek bir hakka sahip olmadığını göstermektedir. Antikçağ Yunan dünyasında, eğitim konusunda da yine erkek çocuklarının ön planda olduğu görülmektedir. Çocukların eğitimleri ile ilgili konularda da yine baba söz sahibidir. Çocuğun gideceği okullar ve alacağı eğitimlerle çoğunlukla babalar ilgilenmekteydi. Çocukların gidecekleri okullar özel kurumlar olduğu için ücretliydi. Bu nedenle varlıklı bir aile ile fakir bir ailenin çocuğunun alacağı eğitimde farklılık gösterebilmekteydi. Antik devirde çocuğun doğumundan itibaren bakıcılarla büyütülmesi, çeşitli özel kurumlarda dersler alması ailelerin maddi gücüyle de yakından alakalıydı. Çünkü, bunların hepsi ücretli eğitimlerdi ve ailenin gücü yettiğince yapılabilmekteydi. Varlıklı ailelerin çocukları, bu açıdan daha şanslı bir konumdaydı. Onlar bakıcılarla büyütüldükten sonra okuma-yazma öğrenip spor ve müzik eğitimi alırlardı. Çocukların eğitimlerinde öğretmenleri çok önemli bir yer teşkil etmekteydi. Bu öğretmenler çeşitli konularda çocuklara ders vermekteydi ve onların pek çok alanda bilgi ve beceri sahibi olmaları sağlanmaktaydı. Erkek çocuklar özenle yetiştirilir ve çeşitli eğitimlerden geçerlerdi. Atina nın önde gelen ailelerin erkek çocukları öncelikle iyi bir yurttaş olabilmenin özelliklerini taşımak zorundaydılar. Bir çocuğun, Atinalı yurttaş olarak yetiştirilmesi, kültürlü olması, sportif faaliyetlere katılması, politikadan anlaması, bir enstruman çalmayı öğrenmesi gerekiyordu. 2 Eğitim sırasında öğretmenlerin zaman zaman cezalara başvurdukları, Phonios un yazdığı bir şiirde sopa, terlik, kırbaç vb. gereçlerin dayak atma araçları olarak sıralanmasından anlaşılmaktadır. 3 Özellikle erkek çocukların bu eğitimlerine daha fazla önem gösterirlerdi. Varlıklı erkek bir çocuk olan Timon un babası, oğlunun çabuk öğrendiğini görünce, ücretli ders alması için onu, grammatisyes olarak adlandırılan dil hocasına göndermiştir. 1 Demosthenes, L1V.I ; L1X ve Ayrıca bkz. Akalın, 2003, 25. Yunanlarda kız çocukların bakireliğine önem verilirdi. Lydialılarda halk kızlarının hepsi evleninceye kadar kendilerini starak çeyizlerini yaparlardı. Bkz. Herodotos, I Mutluay, 2007, 55. Antikçağ da yapılan kazılarda ortaya çıkan bazı eserler çocuk oyun ve oyuncaklarıyla ilgili bilgiler vermektedir. Bu eserler içerisinde pişmiş topraktan yapılmış domuzcuk, köpek, kaplumbağa ve kurbağa figürleri yer almaktadır. Kız çocuklarının ellerinden düşürmedikleri, kol ve bacakları çivilerlerle tutturulmuş bebekler, çocukların yaygın oyuncakları topaçlar ve yoyolar, çubuklarla çekilen küçük arabalar da bunlar arasında sayılabilir. Bunlarla birlikte çember çeviren çocuk resimleri de çocukların zamanlarını nasıl geçirdikleri konusunda fikir vermektedir. Mutluay, 2007, Mutluay, 2007,

126 Paidagogos u da Timonla birlikte gitmiş ve sınıfın arka sıralarından birinde oturarak onun yetişmesini dikkatle izlemiştir. 1 Ailenin miras hakkında dahi erkek çocuk öncelikli, hatta mirasın tek varisiydi. Erkek çocuğa verilen bu değerde, erkeğin soyu devam ettirme düşüncesi büyük önem taşımaktadır. Antikçağ toplumlarından Atina da da kız çocuklarının erkek çocuklarla eşit fırsatlara sahip olmadıkları izlenmektedir. Özellikle; Ksenophon Atina daki evlilik yaşına gelmiş kızların evlendikten sonra kocaları tarafından eğitilmeleri gerekecek derecede aşırı eğitimsiz olduklarını söylemektedir. 2 Platon, bu durumun kadınların erkeklerden daha az yetenekli olmalarından kaynaklandığını savunmaktadır. 3 Bu ataerkil yapıların aksine, Herodotos, Lykialıların soylarını anne tarafına göre saydıklarını, özgür bir anne ile köle bir babanın çocuklarının özgür; buna karşılık özgür bir baba ile yabancı yada köle bir annenin çocuklarının köle sayıldığını belirtmiştir. Aristotales, Lykialıların çok eskiden kadınlar tarafından yönetildiğini, Nikolaos Damaskenos da Lykialıların erkeklerden çok kadınlara onur bahşettiklerini ve miraslarını erkek değil kız çocuklarına bıraktıklarını kaleme almıştır. 4 Varlıklı ailelerin kız çocuklarının ise, çoğunlukla annelerini ya da yakın çevrelerindeki yetişkin kadınları model aldıkları ve onlar gibi olmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Kızların evde günlük hayatını devam ettirebileceği kadar okuma-yazma bilmesi yeterli görülmüştür. Antikçağ toplumlarda bazı istisnalar dışında kız çocukları vakitlerini genellikle evde ve çevresinde geçirirler, 5 belli bir yaşa gelince de evlendirilirlerdi. Kızların evlenmeleri onlara verilmiş bir şeref gibi görünmekteydi. Kızlar eğer koca bulmak istiyorlarsa drahomları olmak zorundaydı. Aksi taktirde bir kızın bu konuda şansı yoktur. Drahoma ise belirlenen bir para miktarıydı. 6 Antikçağ da saygın ailelerin kız çocuklarının ev, aile ve çocuk dışında sosyal hayatı pek yok gibidir. Varlıklı bir aileye mensup bir kız olan Melissa, çoğu Atinalı kız gibi genç kızların ve kadınların katıldığı festivallerden birine gitme dışında evden pek çıkmaz, evde iyi bir ev kadını için gerekli olan konularda yetiştirilirdi. Yemek pişirmeyi ve annesi gibi örgü işlerini öğrendi. Yeterince büyüdüğünde, babası onun iyi halli bir komşusunun oğlu ile evleneceğini ummaktadır. Kendisi kızına yüklü bir çeyiz verebilecek durumda olduğundan, onun mutlaka iyi bir evlilik yapacağından emindir. 7 1 Jenkins, 1993, 16. Yunanistan ın zengin ailelerinde, bebekler doğumlarından itibaren bakıcıların gözetiminde yetişirlerdi. Bakıcılar, bebeği besler, yıkar, giydirir ve her türlü bakımını yaparlardı. Daima bebeğin yanında bulunur, bebek yürümeye başladığında ise bir dadının yardım ve gözetimine başvurulurdu. Golden, 1990, 23; Mutluay, Bakıcıların iyi seçilmeleri konusunda Soranos un uyarıları bulunmaktadır. bkz. Vuorinen, and Mussalo-Rauhamaa, (1995), 32. Soylu çocukların bakımı ya ücretli bir bakıcı ya da bir paidagogosa verilmekteydi. Timon a bakan paidagogos, bir köleydi. Paidagogoslar özellikle sadık köleler arasından seçilmekteydi. Antikçağ da bazı paidagogoslar, muhtemelen malını mülkünü kaybeden kültürlü ve iyi yetişmiş ailelere mensup bireyler olmalıdır. Jenkins, 1993, Xenophon, Oikonomicos, IILI. 1-15; Akalın, 2003, Plato, Republic, 455e ve 456c; Akalın, 2003, Takmer ve Akdoğa-Arca, 2002, 7. 5 Kadınların ve kızların ev ve evin dışındaki hayatları hakkında bkz. Akalın 2003, Drahom ve ayrıntıları için bkz. Akalın, 2003, de, Demosthenes e atıflar. 7 Jenkins, 1993, 23; Akalın, 2003, 29-30; Mutluay, 2007,

127 Antikçağ da diğer konularda olduğu gibi yine çocukların eğitimleriyle ilgili bir istisna Sparta idi. Sparta da kadınların da erkekler gibi sportif faaliyetler içinde bulunduğunu ve erkeklerin eğitimine, gelişimine önem verildiği kadar kızlarınkine de önem verilmiştir. Sparta da kadınlar da erkekler gibi iyi beslenir, okuma yazma öğrenir ve tüm vücut eğitimlerini alırlardı. Batı Anadolu da İonia kıyılarında ise kız çocuklarına Apfrodite şerefine düzenlenen güzellik yarışmalarına katılmak, kutlamalarda, düğünlerde ve dini bayramlarda görev almak üzere lyra çalmak, dans etmek ve şarkı söylemenin öğretildiği bir çeşit eğitimin verildiği bilinmektedir. 1 Savaşçı özelliklerinin ön planda olmasından dolayı Sparta da kız çocukları da erkekler gibi beden egzersizlerine katılmakta ve onlarında sağlam ve çevik bir vücuda sahip olmalarına özen gösterilmektedir. Stadyumlarda kızların erkeklerle birlikte koştukları, disk, gülle, ok attıkları dikkati çekmektedir. 2 Diğer taraftan fakir ve kimsesiz çocukların, yaşam ve eğitim bakımından varlıklı ailelerin çocukları kadar şanslı olmadıkları açıktır. Bu kesimin çocuklarının aldığı eğitim daha çok onlara yaşamlarında pratik bilgiler kazandırmaya yönelikti. Spor, müzik gibi dersler ücretli olduğundan, onların varlıklı çocuklar gibi bu derslere devam edebilecek durumları yoktu. Varlıklı ailelerdeki gibi kız çocukların eğitimine de bu ailelerde önem verilmesi mümkün olmamıştır. 3 Hatta kız ya da erkek, bu çocukların ayakta kalabilmek için, aileleri ya da diğer şahıslar tarafından dilencilik, yankesicilik, fuhuş ve gayr-i meşru işlerin önemli bir malzemesi haline getirilmeleri de muhtemeldi. Kadınlar ve çocuklar, savaşların ve ciddi mücadelelerin de merkezinde yer almaktaydı. Lemnos daki Pelasglar, Atinalılar ın Artemis adına düzenledikleri tören sırasında Atinalı kadınları kaçırıp, kendilerine odalık yaptılar ve bu kadınlardan çocuklar edinmişlerdi. Atinalı kadınlar, kendi çocuklarına Atina dilini öğretmişler ve onların Pelasg annelerin çocuklarıyla karışmasını engellemişlerdi. Atinalı kadınlardan doğan çocuklar küçük yaşta olmalarına rağmen, Pelasglı anneden doğan çocuklarla kaynaşmamış, mücadele etmişler ve bunun üzerine Pelasglı erkekler meclis kurarak Atinalı kadınlardan doğan çocukları anneleriyle birlikte öldürmüşlerdir. Bu ağır cezalandırma, tarihte ağır suçlar için, Lemnos suçu deyiminin doğmasına sebep olmuştur. 4 Diğer taraftan bu ağır cezalandırma sonrası, topraklarının ürün vermediği, kadınların ve sürülerin doğurganlığının azaldığı ve Delphoi kahini Pythia nın kehaneti üzerine Pelasgların Atina ya giderek onların isteklerini yerine getirmek zorunda kaldıkları anlatılmaktadır. 5 ROMA: Roma uygarlığında çocuk, insan eliyle gerçekleştirilen bir seleksiyona tabi tutulmaktaydı. Eski Yunan dünyasında olduğu gibi Roma da da çocuğun yaşama 1 Akalın, 2003, Mutluay, 2007, Mutluay, 2007, Herodotos, VI Herodotos, VI

128 hakkı ailenin iradesine bırakılmıştır. Çocuğun hastalıklı, özürlü, veya cinsiyet ayrımından ileri gelen tercihlerle istenmemesi gibi sebeplerle doğan çocuğun aile içerisine kabul edilip edilmemesi söz konusuydu. Romalılar için aile çok önemli bir kavramdı. Bu nedenle dışarıdaki bir okulda çocuğa verilen eğitimden önce aile içerisinde verilen eğitim çok daha önemliydi. Çocuklar da aile içerisinde bu anlayış içinde yetişmekteydiler. Romalılar örf ve geleneklerini çocuklarına aktarmaya özen gösteriyordu ve çocuklara 12 levha kanunu öğretilirdi. 1 Roma toplumu için çocuk önemli bir varlıktı. Roma ailesinde çocuk sahibi olmak genişlemenin ve güçlenmenin bir sembolü olarak görülmüştür. Romulus ve Remus adındaki ikiz erkek çocukların Roma nın kuruluş efsanesinde vurgulanması bir şehrin doğuşunun bir nesille birlikte gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. 2 Çocuğun bu kadar değerli olduğu bir toplumda Roma ailesinin her an genişlemesi için birtakım çarelerin arandığını da görmekteyiz. Bazen annenin ölümünden sonra, ailenin çoğalıp genişlemesi için babanın tekrar evlendiği ve bu evlilikten aileye çocukların dahil olduğu görülmektedir. Bunun dışında ise Roma toplumunda evlat edinmenin de yaygın bir durum olduğu görülmektedir. Roma toplumunda çoğalmanın bir sembolü olan çocuk ailenin gücünü ve itibarını da arttırmaktaydı. Julia yasasına göre en az üç çocuğu olan yurttaşlar idari görevlere getirilmede avantajlar elde ediyorlardı. Memuriyete girişte bunlara tercih hakkı tanınmıştı. 3 Roma toplumunda evlatlık olarak alınan çocukların aileye dahil olduğu ve bu çocukların aile bireylerinin sahip olduğu hakları da elde ettiği bilinmektedir. Ancak, bazı noktalarda evlatlık olarak alınan bu çocukların aileye dahilinde bazı yerlerde farklı uygulamalar da karşımıza çıkmaktadır. Justinianus zamanında, bir kimsenin kendi soyundan birisini evlat edinmesi ile yabancı birinin aileye kabulü konusunda farklı uygulamaların getirildiği dikkat çekmektedir. 4 Çok sayıda çocuğa sahip olmaktan kaynaklanan güç ve nüfuz ve çocukların sayısı bakımından aileye verilen birtakım hak ve ayrıcalıklar Antikçağ da çocuğun önemini açıkça ortaya koymaktadır. Doğumlarından itibaren çocukların hukuki statülerinin belirlenmesinde de anne ve babanın durumu etkili olmuştur. Ailelerin özellikle de aile reisi olarak görülen babanın statüsünün, çocuk üzerindeki kararların alınmasında etkisi oldukça fazladır. Roma uygarlığında kölelerden doğan çocuklar, anne ve babaları gibi köle statüsüne sahip olmuşlardır. Ancak, bazı durumlarda bu farklılık gösterebilmektedir. Annenin gebeliği sırasında özgürlük durumunda bir farklılık olursa o sırada anne eğer özgürse çocuk da özgür, anne köle ise çocuk da köle statüsünde bulunurdu. Roma uygarlığında kölelerin ve köle doğan çocukların da toplum içerisinde karşılaştıkları birtakım zorluklar olmaktaydı. Kölelerin evlilikleri, hukuken geçersizdi. Roma dünyasında kadın ya da 1 Mutluay, 2007, 12. Çocukların eğitimleri hakkında ayrıca bkz. Rawson, 2005; Leas 2011, Titus Livius, The History of Rome, I Rawson, 2005; Mutluay, 2007, Mutluay, 2007,

129 erkek tarafın köle olduğu beraber yaşama halinde, bu birliktelikten doğan çocuğun annenin yasal durumuna tabi olduğu dikkati çekmektedir. Anne ve babanın azat edilerek özgür kalması halinde ise evlilik yasal bir nitelik kazanırdı. 1 Roma toplumunda çocuk evlilik dışında doğmuşsa annesinin hukuki durumunu alıyordu. Roma yurttaşı olmak, yasal haklara sahip olmak açısından önemliydi. Yurttaşı olan ana babanın çocukları da Roma yurttaşı olurdu. Sonraları Minicia adlı yasayla babaları yabancı sayılan çocukların da yabancı sayılacakları kuralı getirilmiştir. 2 Çocukların sosyal hayatları da hukuki durumları ile alakalıdır. Atina da çocukların doğumları sırasında başlayan bu farklılıklar, nikahlı anneden ya da evlilik dışı bir kadından olmasına göre belirlenmiştir. Roma da köle statüsüne sahip anne babaların çocukları da, onlar gibi köle sayılmaktaydı. Kölelerin gerek birbiriyle gerekse özgür kişilerle yaptıkları evlilikler geçerli sayılmıyordu. Bu nedenle doğan çocukların durumunda da herhangi bir farklılık olmuyordu. Ancak bazen gebelik sırasında kadının özgürlük durumunda değişiklik olabilirdi. Eğer kadın o anda özgürse doğan çocuk da özgür, ama köle ise çocuk da köle sayılıyordu. 3 Yaşamış olduğu çağda sadık bir tebaa ve Iustinianos un mutlak bir taraftarı olan Malalas, Khronographia sında Iustinianos dönemi doğa olayları sırasında, Iustinianos, servetini kaybeden bir Comes Domesticorum un (saray muhafızlarının başı) kızlarını koruyan Antiokheia, Laodikeia ve Seleukeia şehirlerini vergiden muaf tuttuğunu anlatmaktadır. Aynı dönemin Mayıs ayından itibaren İstanbul da baş gösteren ekmek kıtlığından ve takip eden tabiat olaylarının etkilerinden bahsederek, bu süreçte bazı fırsatçıların bu durumdan faydalanmaya çalıştığını anlatmaktadır. Dini bütün olarak tanımlanan imparatoriçe Thedora nın, kız çocukları ve kadınları korumak için tedbirler aldığını aktarmaktadır. Kadın tacirleri olarak bilinen kişiler her yerde kızları olan fakir aileleri araştırarak dolaşıp bu ailelere söz, yemin ve az miktarda da para vererek kızlarını almışlardı. Bu kızların talihsizliklerinden yararlanarak, bunları piyasaya sürüp vücutlarından haram kar kazanmış ve onları piyasaya sürülmeye mecbur etmişlerdi. İmparatoriçe, bu kadın tacirlerin zorla toplatılması emrini vermiş, bunların bu kederli kızlarla birlikte getirilerek, her birinin yemin etmelerini ve kızları ebeveynlerine geri vermelerini emretti, ve adam başı beşer altın para vererek bundan sonra herkese yemin ettirerek kadın tacirliği yapmamalarını sağladı. Dini bütün İmparatoriçe bu bedbah kölelikten kızları azat etmiş, diğerlerine ise bir daha kadın taciri olmamaları emrini vermiş, kızların vücutlarına giysi armağan etti ve birer de altın para vererek göndermişti. 4 İRAN: Antikçağda Perslerde de çocukların sayısı bir güç belirtisi olarak görülmekteydi. Perslerin gelenek ve göreneklerinde kişilerin toplumdaki değeri çocukların sayısı ile de ölçülmekteydi. Herodotos, Persler adetlerinden bahsederken, Bir kimsenin kamuoyundaki değeri, önce savaştaki yiğitliği, sonra da çocuklarının sayısı ile tartılırdı, en çoğuna sahip olan kraldan her yıl ödüller alırdı, çokluktan kuvvet çıktığına inanırlardı. 5 demektedir. Bu nedenle çocuğun eğitilmesi, toplumda bir yere sahip olması da bu topluluklar için büyük önem taşımıştır. Persler, beş yaşından yirmi yaşına kadar çocuklarına, ata binmek, ok atmak, doğruyu söylemek gibi üç fazileti öğretmeyi hedeflerlerdi. Beş yaşından önce çocuk babasına gösterilmez, kadınların 1 Mutluay, 2007, Mutluay, 2007, Mutluay, 2007, Ozansoy, 2002, Herodotos, I

130 arasında yaşardı. Böylelikle çocuk eğer küçük yaşta ölürse bu yasın babası üzerinde kötü bir etki yapmasını önlemiş olurlardı. 1 Bu bilgiler ışığında, ataerkil bir toplumda çocuğun hem toplum için hem de aile için önemi açıkça ifade edilmiştir. Pers toplumunun gelenek ve görenekleri içerisinde evlatlık çocuklar ile ailenin kendi soyundan olan çocuklar arasında da ayırım olduğu görülmektedir. Herodotos a göre, Perslerin gelenek ve göreneklerinde, ağır bir suç işlenmedikçe, hiç kimseye ağır ceza verilmediği, ve ancak, birinin anasını ya da babasını öldürmesi durumunda, iyi araştırıldığı taktirde derler, o çocuğun ya bir günah çocuğu ya da bir evlatlık olduğu meydana çıkar. Zira Perslere göre asıl ana babanın kendi çocukları eliyle ölmeleri bir durumun olmadığına inanmışlardır. 2 İktidar hırslarından dolayı henüz doğmamış çocukların yaşam haklarının ellerinden alındığına dair örneklere de rastlanmaktadır. Medli Astyages, kızı Mandane yi, iyi soydan gelen Persli Kambyses le evlendirmiş ve kızı hamile kalmıştı. Mandane, Kambyses in çatısı altında yaşamaktaydı. Bu evliliğin birinci yılında Astyages rüyasında kızı Mandane nin döl yatağından bir asma sürdüğünü, asmanın çubuklarının bütün Asya nın üstünü kapladığını görmüştü. Bu rüyadan sonra, rüya yorumcularının sözüne uyarak kızını doğuracağı zaman Perslerin yanından alıp kendi yanına getirtmiş ve onu göz altına almıştı. Rüya yorma sanatında ustalaşmış falcıların, bu kızdan doğacak oğlanın kendi yerini alacağı sonucunu çıkarmaları üzerine doğacak çocuğu öldürtmek istemişti. Astyages, bu tehlikeyi savuşturmak için Kyros doğar doğmaz, Medler içinde kendisine en çok bağlı olan, en güvendiği adamı ve aynı zamanda akrabalarından biri olan Harpagos u çağırtmış ve O na Mandane nin doğurduğu çocuğu evine götürüp öldürdükten sonra gömmesi ve bu konuda dikkatli olması emrini vermişti. 3 Harpagos, eve döndüğünde durumu hanımına anlatarak, hükümdarın delice talebi karşısında çare aramış ve sonunda sığırtmaçlardan birini çağırarak bebeği saklaması için ona teslim etmiştir. Hanımı o günlerde doğurmak üzere olan sığırtmaç, bebeği eve götürmüş ve kendi çocukları ölünce, Kyros yerine onu gömmüşlerdi. Böylece Astyages in torunu olan bebek Kyros kurtulmuş ve büyüyüp on yaşlarına gelince çevresindeki çocuklar arasında emir vererek dikkat çekmeye başlamıştı. Durumu araştırtan Astyages, Harpagos un teslim edilen bebeği öldürmediğini öğrenince ona bir oyun hazırlamıştı. Verdiği emirden pişman görüntüsüyle, Harpagos a kendi oğlunu Kyros la oynaması için saraya göndermesini istemiş ve çocuk saraya gelince onu kestirip doğratarak etini pişirtmiş, çocuğun baş, el ve ayaklarını bir sepete koydurmuştu. Harpagos u akşam yemeğe davet etmiş ve ona farkına varmadan oğlunun etlerini yedirmiş, sonra da çocuğun sepet içindeki uzuvlarını ona hediye etmişti. Astyages, alaycı bir şekilde, Harpagos a yediği etin hangi hayvanın eti olduğunu da sorarak onun bütün duygularını altüst etmişti. Fakat Harpagos, büyük bir soğuk kanlılıkla, bunu anladığını ve hükümdar ne yapmışsa iyi yapacağını belirterek çocuğun kalan etlerini de toplamış ve eve dönüp onları bir mezara gömmüştü. 4 Perslerle Mısırlılar arasında geçen bir başka olayda, çocukların toplumların devamlılığındaki etkisi sebebiyle savaş ve mücadelelerin odak noktası oldukları da anlaşılmaktadır. Herodotos, Persler, Mısırlıların karşısına gelip ordugah kurdular, savaşa hazırlandılar. Mısır kralının ordusundaki ücretli askerler- ki bunlar Yunanlı ve 1 Herodotos,I Herodotos, I Herodotos, I Herodotos, I

131 Karialıydılar- Mısır topraklarına yabancı bir ordu getirmiş olduğu için Phanes ten öç almayı, onu cezalandırmayı kurdular. Phanes çocuklarını Mısır da bırakmıştı. Onları getirdiler, iki ordunun arasına orta bir yere krateros 1 koydular. Çocukları birer birer getirip babalarının gözü önünde ve kraterosun üstünde boğazlarını kestiler. Çocukların hepsini böylece öldürdükten sonra kraterosun içine su ve şarap ta koydular ve çocukların kanlarını son damlasına kadar içtiler. 2 demektedir. Bu bilgiler, Persler ve Mısırlılar arasındaki mücadele ve iktidar hırsının çekişmelere sebep olduğunu ve yönetim ve mücadele hırslarının ortasında kalan çocukların, yaşama haklarının dehşet içinde ellerinden alındığını ortaya koymaktadır. MISIR: Mısırlılar ın çocuklara verdikleri önem pek çok eskiçağ toplumundan farklı ve özgündür. Çocukların toplumdaki önemi ile ilgili çok sayıda örnek bulunmakla birlikte, gençlere hitaben yazılan nasihatlerde, Saygılı ol, senden yaşlı veya üst derecede birisi içeri girdiği vakit ayağa kalk. Fakat, her şeyden evvel ailene saygı göster. Anne ve babanın eline su dök, annene bol ekmek ver ve onu seni taşıdığı gibi taşı. O senin büyük yükünü kaldırmıştı ve seni üç sene müddetle emzirmiştir. O, seni okuyup yazman için, mektebe koymuş ve sana evden ekmek ve bira getirmiştir. Sen de evlendiğin zaman, annenin emeklerini düşün, öyle ki; o seni takbih etmesin ve Tanrı ya elini kaldırıp, sesini (şikayet ederek) duyurmasın. Fakat, sen genç iken evlen ki, karın da sana bir oğul versin 3 denilerek ahlaklı olmak kadar, iyi bir toplum kurulması için, iyi değerlerle çoğalmanın önemi ortaya konulmuştur. Eski Mısırlıların tarihi devirlerde, sahip oldukları yazı sistemini, gençliğe öğretmeye ve nesiller boyunca sürdürmeye önem verdikleri görülmektedir. Bu itibarla en eski devirlerden itibaren Mısır da, köylü ve esnaf, ve okuyup yazmasını ve hesap yapmasını bilen aydın zümre olarak iki temel sosyal sınıf belirmiştir. Aydın sınıf, asırlar boyunca gittikçe gelişmiş ve eski Mısır ülkesinde çok önemli duruma yükselmiştir. Mısır lılar bu iki sınıfın farklılığını, Cahil bir adam yüklü bir hayvana benzer, okumuş ise bu hayvanı sevk ve idare edendir sözleriyle ifade etmişlerdir. Saadet ve refahın kapılarını açmak için, hayatta ilerlemek isteyen insanların, okuma-yazmayı öğrenmeleri gerektiğine inanarak, öğretim ve eğitime önem vermişlerdir. Orta İmparatorluk devrinin bir filozofu, oğlunu okula götürüp bıraktıktan sonra, diğer meslekleri sıralayıp, onların olumsuz yönlerini belirterek yazıp öğrenmenin diğerlerinden önemli olduğunu vurgulamış ve onu eğitime teşvik etmeye çalışmıştır. Bu nasihatler, bin yıl sonra, Mısır da, Yeni Devlet zamanında dahi insanları eğitime teşvik etmiş ve okuyup yazma öğrenenler daha da çoğalarak bilgili insanlar ve memurlar yetişmiştir. Mısır daki arkeolojik kazılarda, okul olarak kullanılan yerler tesbit edilebilmiştir. Mabetlerin yanında bulunan bu okullar, rahipler tarafından idare edilir ve öğretim yapılırdı. Büyük Rahip, hükümdarlığın öğretim ve eğitim şefi unvanını taşır ve maarif işlerini idare ederdi. Bu okullardaki rahip öğretmenler, hükümet hizmetlerinde iş görecek memur ve katip yetiştirmekle sorumlu olup, hem yazıyı ve hem de hayatta gerekli olan çeşitli bilgileri öğretirler, bir taraftan da eğitimin faydalarını telkin ederlerdi. 4 Kalbini ilme ver ve onu öz annen gibi sev, Hiçbir şey, bilmek kadar 1 Büyük, yuvarlak ve derin çukur kaplar. 2 Herodotos, III Afetinan, 1987, 276. Yunan dünyasında görülmemesine rağmen Mısır da çocukların ve gençlerin, sokaklarda yetişkinlere saygı göstermeleri hakkında bkz. Herodotos, II Ramseum mabedinin bir kısmında bu okullardan birinin harabeleri içinde, çocukların egzersiz olarak taş, çanak çömlek kırıkları (ostraka) ve kavkaalar üzerine yazdıkları müsveddeler bulunmuştur. 652

132 kıymetli olamaz, Her meslek bir şefe tabi olmayı amirdir, sadece bilgili bir insan kendi kendini idare edebilir gibi sözler, öğrencilere temrin olarak yazdırılırdı. Eski Mısırlılar bilgiye değer vererek onun önemini belirtmişler ve kitapların bir araya toplanabileceğini, hatta bunları gece okumak imkanına sahip olabildiklerini kaydetmişlerdir. Bir öğretmen öğrencisine, Vaktini istemekle kaybetme!.., Elindeki kitabı oku ve senden iyi bilenlerin nasihatlerini dinle şeklinde hitap etmektedir. Bulunan okul temrin vesikaları üzerinde, öğretmenlerin tashihleri dahi görülmektedir. Bu tarz öğretimde yazıların öğrencilere kopya ettirilerek veya öğretmen tarafından yazdırılarak, yapıldığı anlaşılmaktadır. Okul disiplininin sert olduğu ve dayağın yer aldığı, Gençlerin bir sırtı vardır, o dövüldüğü zaman iyi dinlemesini bilirler ifadesinden tespit edilebilmektedir. Siz benim sırtımı dövdünüz, sizin öğrettikleriniz böylece benim kulaklarıma girdi diyen öğrencinin sözleri de bu durumu ortaya koymaktadır. Böylelikle sözle nasihatin fayda vermediği durumda, öğretmenler çocukların tembellikleri ve kötü huyları ile mücadele edebilmek için şiddet kullanmışlardır. Öğrencilere hitap eden bir metinde, Kalbini zevk ve safaya verme, çünkü, burada kendini kaybedersin. Elinle yaz, ağzınla oku ve senden çok bilenlerin söylediklerini iyi karşıla. Hiçbir gününü boş geçirme, yoksa dayak yersin, çünkü; gençlerin kulakları sırtlarındadır ve ne zaman dövülürse daha iyi dinlerler denilmektedir. Yaramaz bir öğrenciden şikayet eden bir öğretmen ise üzülerek, Seni terbiye etmekten bıktım. Sana yüz değnek vurmaktan ne çıkar! bu, sende hiçbir semere vermiyor Fakat, bütün bunlara rağmen, benim seni adam edeceğimi bil demektedir. Diğer taraftan öğretmen, sadece okutmak için değil, aynı zamanda çocukların ahlaki durumları ile ilgilidir ve onlara yazılı olarak nasihatte bulunurken, Bana haber verdiler ki sen okuyup yazmayı bırakmış, kendini zevke vermişsin, içki kokan yerlerde sokak sokak dolaşıyormuşsun. Bu içki yüzünden insanlar senden kaçıyorlar. Sen dümeni doğru yola gitmeyen bir gemiye benziyorsun, sen ilahsız bir mabet, ekmeksiz bir ev gibisin. Seni düz duvara tırmanırken görenler, senden koşarak kaçıyorlar. Çünkü, sen onları kırıyorsun. Ah! Sen biliyor musun ki kuvvetli içkiler insanları harap eder, sen bunlara tövbe et nasihatlerinden sonra, öğretmen kendi hayatından da örnekler vererek, onu doğru yola sevketmek için ümidini kesmediğini ifade etmektedir. Bütün bu sözlerden Mısır da çocuk eğitiminin önemi sebebiyle, okuma ve yazma sorumluluğu ile görevli olan insanların, çocukların her türlü durumu ile ilgilendiklerini ve onları terbiye etmek ve doğru yola sevketmek için şiddeti de bir araç olarak kullandıklarını göstermektedir. 1 Bu durumun firavunların çocukları için de geçerli olduğunu, Vezir Ptah-Hotep e ait olduğu düşünülen bir Yaşama hüneri ve adab-ı muaşeret kitabında, Herkesten bir şeyler öğrenebilirsin. Hak ve doğrulukla hayatta en ileri gidebilirsin. Sözlerinde daima temkinli ol. Yükselmiş olanları küçümseme. Haberleri ulaştırma hususunda sadık ol. Kendine dinlenmek için muayyen bir vakit ayır gibi kaydedilmiş cümleler dikkate değer ifadelerden anlayabilmekteyiz. Ptah-Hotep, yazılarında ihtiyarlığın kendisine verdiği takatsizlik içinde hükümdara, Yorgun insan için, kuvvet kaybolmuştur. Ağız dilsizdir ve konuşamıyor. Gözler zayıflamıştır ve kulaklar artık işitmiyor. Kalp unutkandır ve bir gün evvelkini hatırlamıyor. Kemikler yaşlılıktan azap çekiyor, burun tıkanmıştır ve artık nefes alamıyor. İster oturmuş ol, istersen ayakta dur, daima rahatsızsın. İyilik, hastalığa dönmüştür. Her arzu kaybolmuştur. İnsanlar için yaşlanmak demek yaşlılık, her şeyin kendisi için fena olmasıdır şeklinde kaydedilmiş cümleler 1 Afetinan, 1987,

133 dikkate şayandır. Bütün bu şikayetlerden sonra Ptah-Hotep hükümdardan, oğlunu eski tarzda yetiştirmek için izin istemektedir. Oğlu, kendi tabiriyle, ihtiyarlığın bastonu olacaktır. Bu münasebetle Ptah-Hotep, İlminden dolayı kibirli olma, kendi gururunu bilgilerinin içine koyma. Alimlerden olduğu gibi, cahillerden de nasihat dinle. Eğer sen yüksek bir mevki işgal edersen hep iyi olan şeyleri iste, öyle ki; senin tabiatında hiçbir hata olmasın. Doğruluk (hak) çok fevkaladedir ve devam eder. Güneş ilahı seni yarattığından beri hiç kuvvetinden kaybetmemiştir, fakat; onun kanunlarını ihlal edeni cezalandırmıştır. Babam beni doğruluk içinde büyüttü, işte bana bıraktığı en iyi şey bu olmuştur diyerek gençler tarafından itaat edilmesi lazım gelen güzel sözleri kaydetmektedir. 1 Eskiçağ da ve Antikçağ da nadir karşılaşılan bir durum da, Mısır da çocukların çok küçük yaşlarda ülke yönetmeye başlamışlarıdır. MÖ yılları arasında 6. Sülale zamanında I. Pepi, Abidoslu Kuhi isminde birinin kızıyla evlenmiştir ve ölümünden sonra, büyük oğlu yedi yaşındaki, Menere, kısa bir zaman hüküm sürmüştür. Bundan sonra altı yaşında olan kardeşi II. Pepi (Neferkere) tahta çıkarılmıştır. 2 Yönetici durumdaki bu çocuklar çok küçük yaşlarda olmalarına rağmen bazıları çok önemli işler başarmış bazıları ise yaşlarının çok küçük olması nedeniyle ya bir aile büyüğü himayesinde yöneticilik yapabilmiş ya da tutunamayarak bu konumda çok kısa bir süre kalabilmiştir. Burada dikkate değer olan nokta naipler desteğiyle de olsa çocukların yönetimde yer almasıdır. Orta Devlet döneminde MÖ yılları arasındaki sülalenin ünlü çocuk hükümdarı III. Amenemhat zamanında, Mısır ülkesinin zirai ekonomisi üzerinde itina ile uğraşılmış, ve en önemlisi, Fayyum vahasındaki bataklıkta, büyük bir su deposunun yapılmış, bugünkü Kahire nin seksen kilometre güneyinde ve Nil in batısında bulunan bu vahadaki Möris gölünün yapılmasıyla, o devirde bütün orta ve aşağı Mısır ın su işleri tanzim edilmiştir. 3 Çocuk yaştaki hükümdarın bu buluşu o döneme göre oldukça büyük bir iş sayılabilir. Eski Mısır da Yeni Devlet in 17. Sülale döneminde, MÖ yılları arasında çocuk hükümdarların önemli işler başardıkları görülmüştür. Bunlar içerisinde I. Amenofis in oğlu I. Tutmosis Mısır için büyük fetihler devrini açmıştır. Suriye yi istila etmiş, Fırat boylarına kadar giderek orada sınır taşları diktirmiştir. Sonra da ordusunu Sudan a sevk ederek Mısır ın öteden beri uğraştığı Güney bölgesi Nübya ve Sudan memleketlerini eyalet halinde birleştirmiş ve oralara Kuş adını vererek Mısır devleti sınırlarına katmıştır. 4 Evlatların varis olarak başa geçmeleri konusu Mısır da soyun ve sülalenin devamı kavramını da doğurmuştur. Eski Mısır da devlet teşkilatı daha önce belirlenen esaslar üzerinde devam etmekteydi. Orta Devlet ve bundan önce ve sonraki ara devirlerde, babadan oğla intikal edecek olan sülaleler, muntazam bir surette iktidarı ellerinde tutabilmek için, hükümdarlar veliahtlarını önceden belirtmişlerdir. Böylelikle onları gelecek için hazırlamışlardır. 5 I. Tutmosis öldüğünde (MÖ. 1520) tahta varis iki kişi bırakmıştı. Birisi kral ailesine mensup olan karısından doğan kızı Haçepsut, diğeri başka bir karısından olan oğlu II. Tutmosis dir. II. Tutmosis erkek varis olarak tahta çıkınca, 1 Mısır da eğitimin ve sınavlarının bir parçası olarak öğretmen ve öğrencileri arasında teati eden mektuplara da rastlanmıştır. Afetinan, 1987, Bu tür nasihatlerin, firavunların kendileri tarafından da oğullarına aktarıldığı görülmektedir. Tebası tarafından ihanete ve hatta suikaste uğramış olan ihtiyar firavun I. Amenemhat ın oğlu I. Sesostris e hitaben söylediği sözlerde siyasi ahlak düsturları olduğu gibi insanların nankörlüğü üzerine psikolojik düşünceler de yer almaktadır. Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Afetinan, 1987,

134 üvey kardeşi olan Haçepsut ile evlenmiştir. Bu suretle kendisi daha meşru bir hükümdar sayılacaktı. Haçepsut un taraftarları, onu gerçek meşru hükümdar olarak görüp destekleyince, II. Tutmosis kısa süren hükümdarlığı zamanında silik bir şahsiyet olarak kalmıştır (MÖ ). II. Tutmosis in ilk zamanlarında üçüncü Şellale deki zencilerin isyanı hudut askerleri tarafından bastırılmıştır. Tutmosis, bunun üzerine birinci Şellale ye kadar gitmiş ve oradaki durumu emin bir hale getirmiştir. Bundan sonraki yıllar sulh içinde geçmiştir. Zaman ilerledikçe, Haçepsut iktidarı daha çok eline almış ve babasının kendisini tahta varis bıraktığını iddia etmiştir. II. Tutmosis in Haçepsut tan iki kızı olduğu için tahta varis olan oğlu, diğer bir karısındandı. O da Karnak taki Amon-Ra mabedinde rahip bulunmaktaydı. Oradaki rahiplerin bir hilesi olarak, dini bir ayin esnasında Ra heykeli, genç rahip prensin önünde eğilmiş ve bu suretle II. Tutmosis, sağlığında oğlunu tahta iştirak ettirmiştir. Bundan bir süre sonra ölen II. Tutmosis in yerine oğlu III. Tutmosis resmen hükümdar ilan edildiğinde Haçepsut un kızı ile evlenmiştir. III. Tutmosis küçük yaşta olduğundan, Haçepsut vasiye kraliçe olarak yerinde kalmış ve memleketi o idare etmiştir. III. Tutmosis in hükümdar ilan edilişinin dokuzuncu yılında, asiller de Haçepsut la birleşerek onu hükümdar ilan etmişlerdir. Bu suretle o, bütün hükümdarlık unvanlarını almış ve böylece III. Tutmosis tamamıyla gölgede kalmış ve böylece hiçbir işe karıştırılmamıştır. 1 Eski Mısır devleti yöneticileri, komşu akınlarını önlemek, Mısır devleti sınırlarını genişletmek amacıyla kurdukları ordunun başı olmakla birlikte, bazen veliaht seçtiği bu görevi oğullarına, devredebilirlerdi. I. Amenemhat, son hükümdarlık yıllarında oğlu I. Senusrit e orduyu teslim etmiştir. 2 Mısır toplumunda, bazı önemli yerel bölgelerin idaresinde de babadan oğla geçen atamalara rastlanmaktadır. 3 İdari kademelerde olduğu gibi, bu noktada çocukların gelecekte yapacakları mesleklerin zorunlu olarak babadan oğla geçtikleri ortaya çıkmaktadır. Herodotos, Lacedaemonların (Spartalılar), Mısırlılarda olduğu gibi, Keruxlerin (haber götüren subay, çavuş), flüt çalanların, aşçıların görevlerinin babadan oğula geçtiğini, flütçünün çocuğunun flütçü, aşçının çocuğunun aşçı ve kerüxün çocuğunun kerüx olduğunu belirtmektedir. Bir başkasının sesi daha gür olabilir ama buna dayanarak bir kerüx çocuğunun işini alamaz, mesleğin babadan kalması başta gelir diyerek mesleklerin babadan oğla geçme durumunu vurgulamaktadır. 4 Antikçağ da Eski Mısır uygarlığında çocukların evliliği bazen hükümdar ailesi içerisinde akrabalığın doğmasına, bezen de devletler arasında dostluk ilişkilerinin oluşmasına sebep olmuştur. IV. Tutmosis zamanında MÖ. 15. yüzyıl içerisinde Mitannilerle bir anlaşma yapılmış ve hükümdar aileleri arasında akrabalık meydana gelmiştir. Mitanni hükümdarı Artatam ın kızı Mutemuya, III. Amenofis in annesi olmuştur. MÖ ten sonra artık Mitannilerle Mısırlılar arasında harp olmamış, bu devlet ile Mısır müttefik bir duruma girmiştir. Amarna mektuplarından, III. Amenofis in 1 Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Nubya valisinin görevi, bölgesinde, hükümdar adına nazırlık etmek ve memleketin refahına hizmet ederek, onun Mısır a vermekle mükellef olduğu yıllık vergiyi düzenli olarak ödetmekti. Mısır, Nubya da özellikle altın madenlerini işletir ve oradan fildişi ve diğer bazı maddeleri getirtirdi. Bu sebeple Nubya yı elde tutmak ve onu iyi bir idare altında bulundurmak için bu çağda, Nubya ve bunun gibi önemli bölgelerde görev yapan hükümdar vekillerinin çok iyi idareciler arasından seçilmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar, aynı zamanda uzun müddet, hatta ölünceye kadar, bu yerde kalmışlar, bazen de valilik babadan oğula geçmiştir. Nubya hükümdar vekilliği çok arzu edilen, en mühim memuriyetlerden biri olmuştur. Çünkü bu valiler, merkezdeki Vezirden, daha az sorumlu olmalarına rağmen, daha büyük bir hak ve hürriyete sahip olmuşlardır. Afetinan, 1987, Herodotos, VI

135 de aynı şekilde, Mitanni hükümdarı Sutarna nın kızı Gilu-Hepa ile evlendiği anlaşılmaktadır. Bu suretle iki devlet arasında gitgide dostluk artmıştır. Bu arada III. Amenofis Babil hükümdar ailesinden biri ile evlenmiştir. Böylece; Asya devletlerinin hükümdar aileleri ile Mısır sarayında akrabalık kurması, siyasi anlaşmalara da yol açmıştır. 1 Eski Mısır da MÖ yılında Yeni imparatorluk döneminde Hitit hükümdarının kızı, Mısır hükümdarına zevce olarak verilmiş ve iki devlet arasında akrabalık ilişkileri kurulmuştur. 2 Antikçağ da bazı toplumlarda evlat edinilen çocuklar hoş karşılanmaz ve birtakım haklardan mahrum kalırlardı. Bazı toplumlarda ise ailenin soyunu devam ettirme düşüncesi de olup bu çocuklar ailenin bir bireyi sayılıp tüm haklardan da faydalanabilirdi. Antikçağ da Eski Mısır da bu durumun bir örneğine rastlanmıştır. MÖ yılları arasında 26. Sülalenin kurucusu ve en kudretli şahsiyeti tanınan I. Psammetik Mısır daki otoritesini hiç kimse ile paylaşmak istememiştir. Bu meyanda, I. Psammetik, Amon ilahının zevcesi sayılan ve Yukarı Mısır da ruhani bakımdan çok büyük bir kudreti olan II. Şapenupet in, kendi kızı Nitokris i resmen evlat edinmesini istemiştir. Bu maksatla karşılklı siyasi ve dini görüşmeler yapılmış ve Nitokris resmi bir tören ile bu hukuki durumu iktisap etmiştir. Neticede Nitokris, 3. Şapenupet unvanıyla, bir taraftan babası I. Psammetik in, diğer taraftan II. Şapenupet ile Mentuemhat ailesinin ve Amon rahiplerinin verdiği arazi ve mallarla Delta da Orta ve Yukarı Mısır da büyük bir servete sahip olmuştur. 3 Devletlerarası mücadelenin, tarihin her çağında her döneminde çocuklara birçok olumsuz etkisi olmuştur. Bu durumlarda, çocukların kaçırılması, onlara işkenceler edilmesi ya da öldürülmesi gibi olaylar karşımıza çıkmaktadır. Antikçağ da Eski Mısır da 25. Sülale döneminde MÖ. 671 tarihinde Asurlular ile Mısırlılar arasındaki mücadele sırasında Asur hükümdarı Assarhadon, Sina çölünü ordusu ile geçerek Mısır topraklarına girmiş ve Menfis i zaptettiğinde Taharka nın oğulları, kızları, bütün haremi ve hazinesi Asurlular tarafından alınmıştır. 4 Antikçağ da Eski Mısır uygarlığında devletlerarası yapılan mücadelelerde çocukların rehin alınıp, şantaj aracı olarak kullanılması da karşımıza çıkmaktadır. Yeni Devlet 17. Sülale döneminde, III. Tutmosis, Haçepsut tan sonra hükümdarlığı bilfiil ele aldıktan sonra, Mısır devletinin sınırlarını Filistin ve Suriye ye kadar ilerletmiş, yirmi yıla yakın bir süre, her ilkbaharda bir ordu ile doğu-kuzeye sefere çıkmıştır. Bu savaşların sonunda Mısır devletinin hakimiyet sınırları genişlemiştir. Bu beylerin oğullarını rehin olarak Mısır a getirmişler, bu suretle babalarının sadakatini ve senelik haraçlarını muntazam almayı temin etmişlerdir. 5 Mısır toplumunda maden ocaklarının iktisadi önemi kadar, buradaki çocuk işçilerin durumu da ilginç veriler sunmaktadır. Sicilyalı Diodorus (MÖ. 56), Mısırlı maden işçilerini tasvir ederken, onların özellikle acıklı durumlarına işaret etmiştir. Altın madenlerinde çalışan işçilerin harp esirlerinden ve mahkumlardan oluştuğunu ve maden işçilerinin ellerinde ışık ile, toprak altında altın madeni damarlarını sivri kazmalarla aramakta ve çocukların ise bu ağır madenleri dışarı taşıdıklarını ifade 1 Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Afetinan, 1987, Afetinan, 1987,

136 ederek, çocukların ağır şartlar altında çalıştıklarını belirtmektedir. 1 En önemlisi de işçiler teşkilatlanarak mesleklerine göre sınıflar oluşturduklarından çocuklarının da aynı meslekte devam etmeleri gerekmekteydi. 2 SONUÇ Farklı yaşantı ve bakış açılarına rağmen, Antikçağ ın bütün toplumlarında çocuk kavramının göreceli ve yerel değerlere bağlı olarak önemsendiği anlaşılmaktadır. Çocuklara hayat hakkı tanınması ve şiddet konularıyla ilgili olarak, Antikçağa ait örneklerin ele alındığı bu çalışma, çocukların yaşam hakları dahil olmak üzere her türlü hak ve gelişmelerinin yetişkinlerin elinde olduğunu göstermiştir. Esasen soylu ya da varlıklı aile çocuklarının imkanlar ölçüsünde yaşama ve eğitim haklarını olabildiğince iyi şartlarda ulaşabildikleri söylenebilir. Ancak, toplumların devamlılığını sağlama konusunda kendilerine biçilen değer ölçüsünde de savaşların ve mücadelelerin odak noktası olmaları kaçınılmazdı. İktidar hırsı ve ihtirasları sebebiyle, çocukların yetişkinler tarafından ortadan kaldırılması konusunda soy ve zenginliğin de işe yaramadığı açıktır. Bu noktada, fiziksel ve maddi açıdan gücü ve iktidarı elinde bulunduran yetişkinlerin çocukların yaşama hakkına istedikleri gibi müdahale edebilme durumları da sözkonusu olmuştur. Genel tablo içerisinde, çocukların yaşam ve yetişme süreçleri için adeta bir doğal seleksiyon ve ancak güçlü ve şanslı olanların yaşaması mümkün olmaktadır. Güçlünün, haklı olduğu hemen her toplumda olduğu gibi kız çocukların ayakta kalma şanslarının erkek çocuklara oranla daha zayıf görünmekte ve cinsiyet ayrımı, yaşam hakkının tanınması açısından bile önemli bir faktör olmaktadır. Eski Yunan ve Roma toplumunda doğan çocukların kız ya da erkek olmaları dolayısıyla cinsiyet ayrımına tabi tutulmaları, engelli, eksik, hastalıklı ya da çirkin doğmaları; gayrı meşru ya da alt sınıf kadınlardan doğmaları, ailenin maddi durumunun yetersizliği vb sebeplerle öldürüldükleri ya da ölüme terk edildikleri anlaşılmaktadır. Şehrin herhangi bir yerine bırakılan ve şans eseri hayatta kalabilen çocuklar, çocuğu olmayan merhametli aileler tarafından ya da kötü niyetli insanların eline düşerek çeşitli alanlarda onların kötü emellerine hizmet etmek üzere yetiştirilebilirlerdi. Mısır da ise erkeklerin yönetme erki önemli olmakla birlikte, soyun kız tarafından sürdürülmesi sebebiyle kız çocukların önemsendiği, eğitildikleri ve yönetime dahil edildikleri görülmektedir. Çeşitli Eskiçağ toplumlarında, çocukların yetişmeleri sırasında, iyi eğitilmeleri amacıyla dayağa maruz kaldıkları da anlaşılmaktadır. Köle ve gayr-ı meşru çocukların hayat şartlarının yaşamakla-ölmek arasında olması da oldukça kuvvetlidir. Eskiçağ da çok çeşitli kötü işlerin önemli bir aracı ve madenlerin genç ağır işçileri olarak da görülebilmektedirler. Geçmişten günümüze baktığımızda, Antikçağ a oranla çocuk haklarının, önemli bir gelişme gösterdiği, ancak halen insan haklarına sığmayan çeşitli muamelelere maruz kalmaları sebebiyle, sorunlarının çoğunun geçmişle ve birbiriyle benzer olduğu görülmektedir. Bu bilgiler ışığında, yaratılmışların en şereflisi ve dünyanın her yerinde en değerli ve masum varlıklar olan çocukların, değerinin yeniden gözden geçirilerek, toplumun tüm fertlerine aktarılmalı, çocuk yetiştirmenin bir toplum yetiştirme olduğu bilinci geliştirilmelidir. 1 Diodorus Siculus, Ethiopia and the gold mines of Egypt, III. 13; Afetinan, 1987, Afetinan, 1987,

137 KAYNAKÇA Demosthenes, Apollodorus Against Neaira, with an English translation by Norman W. DeWitt, Harvard University Press; William Heinemann Ltd., London, Diodorus Siculus, Greek texts and facing English translation, translated by C. H. Oldfather, Loeb Classical Library, 12 volumes, Harvard University Press, Herodotos Tarihi, çeviren Müntekim Ökmen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Plato: The Republic, translated by Allen, R.E., Yale University Press, New Haven, Titus Livius, The History of Rome, translated by Rev. Canon Roberts, Everyman s Library, J.M. Dent and Sons, London, Xenophon, The Shorter Socratic Writings: "Apology of Socrates to the Jury", "Oeconomicus", and "Symposium", trans. and with interpretive essays by Robert C. Bartlett, with Thomas Pangle and Wayne Ambler, Cornell University Press, The Agora Editions, Ithaca, Afetinan, (1987), Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. Akalın, Ayşe, Gül, (2003), Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı, Anakara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, c. XXI, sayı. 33, Ankara, Bolkestein, H., (1922), The Exposure of Children at Athens and the egxutristriai, Classical Philology, 17.3, Erdemir, Hatice P., (2011), Wollen Textiles: An International Trade Good in the Lycus Valley in Antiquity, Colossae in Space and Time Linking to an Ancient City, Edt. By Alan H. Cadwallader and Michael Trainor, Vandenhoeck and Ruprecht, Leiden, Golden, Mark, (1990), Childhood in Classical Athens, The Johns Hopkins University Press, Baltimore. Hart, Neils, and Oakley, John H., (2003), Coming of Age in Ancient Greece: Images of Childhood from the Classical Past, Yale University Press, New Haven. Jenkins, Ian, (1993), Antik Devirde Çocuk Eğitimi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. Laes, Christian, (2011), Children in the Roman Empire: Outsiders Within, Bryn Mawr Classical Review Cambridge University Press, Cambridge/New York. Macmullen, Ramsey, 1974, Roman Social Relations, 50 BC to 284 AD, New Haven. Mutluay, Nazmiye, (2007), Yunan ve Roma Uygarlığında Çocuk, Ütopya Yayınları, Ankara. Ozansoy, Esin, (2002), Adalya, Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, c.1, İstanbul. 658

138 Rawson, Beryl, (2005), Children and Childhood in Roman Italy, Oxford University Press. Takmer, Burak, ve Akdoğa, Ebru, ( ), Adalya, Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, c.5, İstanbul. Vuorinen, H.S. and Mussalo-Rauhamaa, H., (1995), Public health and children s well-being and health during Antiquity, Vesalius, 1, 1, RESİMLER Resim 1- M.Ö. 6.yüzyıla ait bir oyuncak, İzmir Arkeoloji Müzesi. Resim 2- Küçük Asya dan ele geçen ve bir sığınmacı tarafından 1922 yılında Atina ya getirilmiş olan I. yüzyıldan bir erkek çocuk heykeli, Athens, National Archaeological Museum no: 24, ( , 15.46). Resim 3- Lamia Yakınlarında bulunan III. Yüzyıldan mermer bir erkek çocuk heykeli, Athens, National Archaeological Museum, no: 23 ( ,

139 KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Özet Sezer AYAN * Bu çalışma, ailede kadına ve çocuğa yönelik şiddetin sonuçlarını değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Çalışma ayrı örneklemler üzerinde farklı zamanlarda gerçekleştirilmiş üç alan araştırmasından elde edilen sonuçların değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bu çalışmalardan ilki aile içinde şiddete uğrayan çocukların saldırganlık eğilimlerini ölçmek amacıyla 2007 yılında, ikincisi ailede şiddete uğrama ve okulda disiplin cezası alma ilişkisini araştırmak amacıyla 2011 ve diğeri de bir suçtan hüküm giymiş çocukların çeşitli sosyo-ekonomik özelliklerinin benlik ve ideal benlik algılarıyla ilişkisini araştırmak amacıyla 2011 yılında yapılmıştır. Bulgular: Her üç araştırmadan elde edilen veriler örnekleme giren çocukların yarıdan fazlasının ailesinde anne baba arasında sık sık tartışmaların yaşandığını, anne baba arasında şiddete dayalı bir iletişim biçimi kurulduğunu, annenin baba tarafından sözlü ya da fiziksel ya da hem sözlü hem de fiziksel şiddete marız bırakıldığını ve çocukların çoğunluğunun da anne baba tarafından fiziksel ya da sözlü ya da her iki biçimde istismar edildiğini göstermektedir. Bulgular aile içerisinde anneleri ve kendileri şiddete maruz kalan çocukların diğerlerine gore daha saldırgan, okulda disiplin cezası alan ve benlik algıları düşük, ideal benlik algıları daha yüksek çocuklar olduğunu göstermektedir. Anahtar kavramlar: Aile içi şiddet, ailede çocuğa yönelik şiddet, ailede şiddetin çocuklar üzerine etkileri Abstract This study was performed in order to evalaute of the results of domestic violence against to women and children. Methods: The study is based on findings obtained from 3 different field investigations that were performed on diffrenet samplings on different times. First of these studies was carried out in order to measure the aggression tendencies of the children in 2007, second one was performed with aim of investigating the relation between exposure to domestic violence and receiving disciplinary punishment at school in 2011 and the last one was performed for evalutaion of relation between various socio-economic features and self and ideal self perception in sentenced children in Results : The data obtained from all three studies showed in more than half of familes of the sampled children experienced that there are frequent quarrels between father and mother,there is a communication style involving violence, there is a verbal or physical violence or both from moter or mother against the child.these results also showed that the children themselves or those whose mothers exposed to domestic * Yrd. Doç. Dr. Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, sezerayan@cumhuriyet.edu.tr 660

140 violence are more aggressive, more prone to take disiplin cezası and are likely to have a lower self perception with a higher ideal self perception. Key words: domeic violence, violence against to child in family, effects of violence on children in family GİRİŞ Toplum yapısının çekirdeğini oluşturan aile, bireyleri ile birlikte o toplumun korunması, güçlendirilmesi ve refahının arttırılmasında önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla toplumsal ve bireysel boyutta her an karşılaştığımız şiddet olgusunun aile içinde yaşanmasının yol açacağı zararlar, toplumsal yapıyı bu günkü ve gelecekteki boyutuyla önemli oranda etkileyeceğinden dikkatle ve özenle ele alınması ve acil çözümlerin üretilmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşlerin birbirlerine, kocanın karısına, ebeveynlerin çocuklarına ya da diğer aile bireylerinin birbirlerine uyguladıkları değişik şiddet türlerini içeren aile içi şiddet, çok yönlü bir olgu olup, şiddete sebep olabilecek pek çok etken bulunmaktadır.bireyin yakın çevresi ile ilişkisi, psikolojik düzey, toplumsal çevre ve içinde yaşanılan kültür (Sümer, 1998: 31) gibi. Çocuğa yönelik şiddet genel bir kavram olmakla birlikte, içeriği araştırıldığında çocukların toplumsal ve ekonomik alanda farklı şiddet türleri ile karşı karşıya oldukları gözlenir. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporu nda, şiddetin olumsuz etkilerine ilişkin veriler, çocuğa yönelik şiddetin, direkt fiziksel hasardan, uzun süreli psikiyatrik bozukluğa kadar birçok etkiyi kapsadığı şeklindedir. Bu nedenle, çocuğun hayatındaki şiddet sadece sağlığına zararlı olmakla kalmaz, aynı zamanda fiziksel, bilişsel ve duygusal yönlerden gelişimini de olumsuz etkiler (Mian, 2004: 16). Dünya Sağlık Örgütü nün 1999 da yapmış olduğu tanımda; fiziksel ve/veya duygusal her türlü kötü muamele, cinsel istismar, ihmal veya kar amaçlı davranış ya da, sorumluluk, güven ve güç ilişkisi içinde gelişen veya çocuğun sağlığına, sağ kalımına, gelişmesine ve saygınlığına gerçek ya da potansiyel zarar verme tehlikesi olan her türlü davranış çocuk istismarı olarak tanımlanmaktadır. WHO nun tanımında, çocuk istismarının sorumluluk, güven ve güç ilişkilerinde ortaya çıktığı ve çocukların gelişim geriliği ve bağımlılıklarından dolayı bu ilişkisel yönün çocuk istismarında anahtar rol oynadığı vurgulamaktadır. Kanıtlar göstermektedir ki sosyal izolasyon, kalabalık gruplar içinde yaşama ve daha az sosyal ilgi çocukları, sorumluluk, güven ve güç ilişkisi içinde bulunduğu insanlarca istismara daha fazla açık hale getirmektedir (Mian, 2004: 14). Toplumsal ve ekonomik alanda çocuğa uygulanan şiddet eylemlerinin en yaygını aile içinde yaşanan şiddet eylemleridir ve aile içinde yaşanan şiddetten çocuklar farklı biçimlerde etkilenmektedirler. Bir taraftan şiddet gören annenin çocuğuna şiddet göstermesi, diğer taraftan ana-baba arasındaki şiddet sahnesine tanık olan çocuğun duygusal yıkımı şeklinde çocuklar sıklıkla yetişkin aile üyeleri arasındaki şiddetin kurbanı olurlar. Ayrıca, pek çok aile kesiminde, çocuk eğitiminin önemli bir unsuru 661

141 olan ödüllendirme ve cezalandırmanın bilinçsizce kullanımı ve çocukların terbiye amacıyla dövülmeleri gibi nedenler de istismarın belirgin örnekleri olarak gösterilebilir (Doğramacı, 1990: 35). Çocukların aile içi şiddet olaylarından en fazla etkilenen taraf olmalarının nedeni, çaresizlik ve savunmasızlıklarından kaynaklanmakta, anne ve babalarına olan bağımlılıkları onların bu tür bir yaşam biçimini kabullenmelerine yol açmaktadır. Hazin olan da, bu çocukları mağdur edenlerin yabancı değil, aile bireyleri olmasıdır (Lopez ve Bornstein, 1995: 63). Aile içi şiddetin çocuk istismarını arttırdığı açıkça ortadadır. Birçok çalışma, bir ailede kadın şiddete uğradığında bu ailelerin % 60 ve % 75 inde çocuklarında şiddete maruz kaldığını göstermektedir (Osofsky, 2004: 482). Bir çalışmada istismara uğrayan (Mass. Departmnt of Social Services te) 200 çocuğun % 30 unda aile içinde erişkin şiddetide bulunduğu bildirilmiş, bu oran daha yakında yapılan çalışmalarda % 48 e kadar çıkmıştır (Dykstra ve Alsop, 1996). Edleson un bu iki şiddetin bir arada bulunma sıklığı ile ilgili yayımlanmış 35 makaleyi değerlendirmesi ile ulaştığı sonuç; bu iki şiddet türünün % 30 ile % 60 oranında birlikte görüldüğü ve birinci sırada yer aldığı şeklindedir. Bunlara dual violence çifte şiddet aileleri denilmektedir (Edleson 1998: 39-53). Bu iki şiddetin bir arada bulunmasının çocuğa olan etkisi önemlidir. McCloskey, Figueredo ve Koss (1995) dövülen ya da şiddete maruz kalan bir annenin çocuğunun da annenin partneri tarafından evde ya da dışarıda cinsel istismara maruz kalma riskinin arttığını belirtmektedir. Beklenildiği gibi ikili şiddetin olumsuz sonuçları çocuk üzerinde daha belirgindir (Akt: Osofsky, 2004: ). İstismarcı tipik olarak anneye istismar uygulayandır, fakat annede çocuğa fiziksel istismar uygulayabilir (Wilden ve Diğerleri, 1991: ). Aile içinde şiddete uğrayan annelerin çocuklarıyla ilişkileri, aile içi şiddete uğramayanlara göre, daha çok fiziksel ve duygusal istismara yöneliktir (Tajima, 2002: ). İzmir de beş eğitim hastanesinde, istismar tanısı alan olgularla ilgli İzmir Çocuk İstismarı Araştırma Grubu nun çalışmaları sonucu elde edilen verilere göre: Toplam 32 istismar olgusunda, İstismarcı % 72 sinde baba, % 34 ünde anne, % 6 sında üvey baba, % 6 sında ailenin yakını, % 3 ünde hala, % 3 ünde teyze, % 3 ünde üvey anne ve % 19 da birden fazla aile bireyi olarak belirlenmiştir (Erdaroğlu ev Diğerleri, 1997: ) Aile Raporunda da (2002: 51) belirtildiği üzere, şiddete maruz kalan kadınların % 37 si çocuklarına da şiddet göstermişlerdir. Aile içerisinde şiddetin yaşandığı bir ortamda gelişimini tamamlamak zorunda kalan çocukların şiddete uğrama kadar şiddetten etkilenme biçimleri de nasıl bir kişilik geliştirecekleri ile yakından ilişkilidir. (Yörükoğlu, 1986: 71). Yapılan çalışmalar, içerisinde şiddetin yaşandığı ailelerde gelişimini tamamlamak zorunda kalan çocukların olumsuz bir benlik geliştireceğini ve bu çocukların olumsuz çocukluk tecrübelerini yetişkin hayatına taşıyarak kendilerinin de birer şiddet uygulayıcısı haline gelebileceklerini göstermektedir (Kulaksızoğlu, 1999: 193; Özgüven, 2001: 297; Yücel, 1993: 6; Veltkamp ve Miller, 1993:11; Ehrensaft ve Diğerleri, 2003: ; Widom, 662

142 1998: ; Coohey, 2004: ) Bu nedenle aile içi şiddet çocuğun olumlu bir kişilik ve olumlu bir benlik geliştirebilmesini engelleyen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışmalar, şiddetin özellikle yakın ilişkideki kişiler tarafından uygulanmasının ve bu saldırıların zaman içinde yineleme eğilimi göstermesinin bir yandan çocuklarda fiziksel, bilişsel, davranışsal, sosyal ve duygusal açıdan sağlık sorunlarına yol açtığını, diğer yandan çocukları şiddet ortamının normatif olduğunu kabul etme yönünde dolaylı olarak koşullandırdığını göstermektedir (BAAKB, 1995: 12-15). Şiddetin kuşaklararası geçiş kuramında da vurgulandığı gibi, saldırganlık ve şiddet öğrenilen bir davranıştır ve zamanında müdahale edilmediği ya da gerekli önlemler alınmadığında, uzun vadede toplumsal yapıda geri dönüşümü olmayan yaralar açabilir (Egeland,1993: 197). Bu çalışma farklı zamanlarda farklı çocuk örneklemleri üzerinde gerçekleştirilmiş üç araştırma sonucunu aile içinde eşe ve çocuğa yönelik şiddetin sonuçları açısından değerlendirmeyi amaçlamaktadır. METODOLOJİ Çalışma aşağıda belirtilen üç ayrı alan araştırmasının sonuçlarının değerlendirilmesine dayanmaktadır. Birinci çalışma (Ayan, 2007: ): Bu çalışma aile içinde şiddete maruz kalan çocukların saldırganlık eğilimlerini ölçmek ve saldırganlık eğilimlerinin çocukların sosyokültürel, ekonomik, psikolojik ve iletişimsel özelliklerine göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışmanın evrenini, Sivas merkez ilçede bulunan 70 ilköğretim okulunun VI., VII. ve VIII. sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Okullar, bulundukları mahallelerin sosyo-ekonomik ve kültürel düzeylerine göre düşük, orta ve yüksek düzeylerde üç bölgeye ayrılmış ve her bölgeden bu bölgeleri temsil edecek niteliklere sahip beşer okul (toplam on beş okul) seçilmiştir. Bu seçimin amacı, araştırmanın amacına koşut olarak il genelinde örnekleme giren öğrencilerin sosyokültürel ve ekonomik özellikler bakımından homojen dağılımını sağlamaktır. Örneklemi oluşturan öğrencilerin 315 i kız ve 340 ı ise erkektir. Verilerin elde edilmesinde bir anket soru formu ve saldırganlık ölçeği kullanılmıştır. Anket formu, çocuğun sosyodemografik özelliklerinin yanında, anne ve babanın çocuğa karşı tutum ve davranışlarını ve şiddete uğrayan çocukların şiddete uğrama biçimi ve şiddete uğrama sıklığı ile yaşadığı çevre, okul ve arkadaş grubuyla ilişkilerinin niteliğini belirlemeye yönelik 53 sorudan oluşmaktadır. Çocuğun anne ve babası tarafından şiddete maruz kalıp kalmadığının belirlenmesi için hazırlanan sorular anne ve baba için ayrı ayrı düzenlenmiştir. Öğrencilere uygulanan saldırganlık ölçeği tüm dünyada olduğu gibi ülkemizdeki psikiyatri ve psikoloji eğitim ve uygulamalarında sık olarak kullanılan ve geçerlilik ve güvenilirlik testleri yapılmış olan Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI), Eysenck Kişilik Envanteri (EPQ), Symptom Checklist-90-R (SCL- 90-R) ve Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeğinin (Brief Psychiatric Rating Scale- 663

143 BPRS) saldırganlık ve şiddetle ilgili bazı maddeleri seçilerek oluşturulmuş ve sadece kapsam geçerliliği araştırılmıştır (BAAKB, 1998: 47). Ölçek toplam 20 ifadelik bir ölçektir. Ölçekte yer alan ifadelere verilen yanıtlar 4 lü Likert ölçeğinde düzenlenmiştir. Değerlendirmeler çok uygun seçeneğine 4, hiç uygun değil seçeneğine 1 puan verilerek yapılmıştır. Ölçekte yer alan tüm ifadeler tek yönlüdür. Buna göre, ölçekten alınan puanların yüksekliği öğrencinin saldırganlık eğiliminin yüksek olduğunu, düşük puan ise tam tersi bir durumu göstermektedir. Toplam puanlara gore yapılan değerlendirmelerde, 1-20 arasındaki puan öğrencinin saldırganlık eğiliminin çok az,21-40 arasındaki puan az ; arasındaki puan fazla, arasındaki puan çok fazla olduğunu göstermektedir. Ölçek için hesaplanan Cronbach a değeri (0.76) ölçeğin iç tutarlılığa sahip olduğunu (a>0.60) göstermektedir.öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden aldığı puanlarının öğrencilerin çeşitli özelliklerine gore farklılık gösterip göstermediği iki seçenekli değişkenlerde z testi, ikiden çok seçenekli değişkenlerde ise tek yönlü ANOVA ile analiz edilmiştir. Ölçek, şiddete uğrayan öğrencilerin anket uygulaması sırasında belirlenebilmesi için her soru formunun arkasına eklenerek aynı anda uygulanmış ve örnekleme giren tüm ğrenciler tarafından yanıtlanmıştır. Değerlendirmeye alınan ölçekler ise, sadece şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin ölçekleridir. Analizler %95 güvenilirlik düzeyinde gerçekleştirilmiş olup analizler için SPSS 13.0 paket programı kullanılmıştır. İkinci Çalışma (Ayan, 2011: ): Bu çalışma okulda disiplin cezası alan öğrencilerin aile içerisinde şiddete maruz kalıp kalmadıklarını tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Araştırma kesitsel nitelikte olup evrenini Sivas merkez ilçede bulunan lise düzeyinde tüm devlet okulları oluşturmaktadır. Uygulamaya geçilmeden önce, okul idareleri ile görüşülerek her okulda disiplin cezası alan öğrenci sayıları belirlenmiştir. Bunun nedeni uyarma, kınama ve kısa süreli okuldan uzaklaştırmayı içeren disiplin cezalarının milli eğitim müdürlüklerine bildirilmemesidir. Bu uygulamanın çalışma açısından bir dezavantajı, bazı okul idarecilerinin okullarında disiplin cezası alan öğrenci sayıları hakkında bilinçli olarak bilgilendirmeye gitmemeleri olmuştur. İl Milli Eğitim Müdürlüğü nde de konuya ilişkin resmi kayıtlar olmadığından bazı okullar araştırmaya alınamamıştır. Bu nedenle sekiz okul uygulama dışında tutulmuş ve evreni oluşturan okul sayısı on beş olmuştur. Evreni oluşturan on beş okulda disiplin cezası kaydı bulunan 204 öğrenci saptanmıştır. Araştırmaya disiplin cezası alan ve halen öğrenimini ceza aldığı okulda sürdüren öğrenciler alınmıştır. Veriler deney ve kontrol grubu olarak belirlenen iki öğrenci grubundan elde edilmiştir. Deney grubunu her okulda disiplin cezası aldığı belirlenen öğrenciler oluştururken, kontrol grubunu oluşturan öğrenciler disiplin cezası olan öğrencilerle aynı sınıfta bulunan fakat disiplin cezası olmayan (204) öğrencilerden oluşmaktadır. Çalışmada deney ve kontrol grubunun kullanılmasının nedeni disiplin cezası ve aile içi şiddet arasında bir ilişki olup olmadığını araştırmak, varsa bu ilişkinin etki düzeyini ölçmektir. Uygulama, her okulun rehber öğretmenlerinin desteği ile gerçekleştirilmiştir. Verilerin elde edilmesinde bir anket soru formu kullanılmıştır. Anket formu öğrencilerin sosyodemografik özellikleri, 664

144 aile yapıları ve aile içi ilişkilerinin niteliği, ailede şiddete maruz kalma, maruz kalınan şiddetin biçim ve sıklığı, okul içi ilişkilerinin niteliği, disiplin cezası alma ve okula yönelik tutumlarını belirlemeye yönelik 65 sorudan oluşmaktadır. Elde edilen veriler logistik regresyon analizine tabi tutulmuştur. Verilerde bu analiz tekniğinin seçilmesinin nedeni, aile içi şiddet olaylarının öğrencilerin okulda disiplin cezası almalarındaki etki düzeylerini belirleyebilmektir. Analizler %95 güvenilirlik düzeyinde gerçekleştirilmiş olup analizler için SPSS paket programı kullanılmıştır. Üçüncü çalışma (Ayan, 2012:59-66). Bu çalışma Türkiye de çocuk eğitim evlerinde bir suçtan hükümlü çocukların benlik ve ideal benlik algılarını ölçmek, sosyodemografik ve ekonomik özellikleri ile benlik ve ideal benlik algı düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık olup olmadığını tespit etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Örneklemin 48 ini Elazığ, 38 ini Ankara ve 46 sı-nı da İzmir Eğitim Evi nde bulunan hükümlü çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların tamamı görüşmelere kendi istekleri ile katılmıştır. Katılmak istemeyen (İzmir Eğitim Evi nden) 10 hükümlü çocuk örneklem dışı bırakılmıştır. Veri toplama aracı olarak kullanılan soru formu çocuğun demografik özellikleri, aile yapısı, aile içi ilişkilerinin niteliği, ailesinde ve çevresinde uyuşturucu madde, alkol kullanımı ve suçlu modellerin bulunması, akranlarıyla ilişkileri, aile suç ve çevre suç ilişkisi, suç işleme sıklığı ve nedenlerine ilişkin 121 sorudan oluşmaktadır. Çocuklarda benlik kavramlarını değerlendirmek amacıyla Lipsett Çocuklar için Benlik Kavramı Ölçeği kullanılmıştır. Ölçek iki bölümden oluş-maktadır. Birinci bölümde 22, ikinci bölümde 22 madde olmak üzere toplam 44 madde bulun-maktadır. Ölçeğin birinci bölümü çocukların kendi kişilik özelliklerini içeren (arkadaş canlı-sıyım, dürüstüm, cesurum, güvenilirim gibi) ifadelerden oluşmaktadır. Bu ifadelerden 19 u pozitif, üçü (tembelim, kıskancım, çekingenim) negatif ifadeleri içermektedir. İkinci bölüm ise çocukların kendilerinde bulunmasını istedikleri (arkadaş canlısı olmak isterim, dürüst olmak isterim, güvenilir olmak isterim gibi) kişilik özel-liklerini içermektedir. Bu bölümde de 19 u pozitif, üçü negatif özellik bildiren ifadeler yer almak-tadır. Ölçek 1-5 arasında puanlanan Likert tipi bir ölçektir. Ölçeğin güvenilirlik katsayısı dir.5,36 Uygulama İzmir, Ankara ve Elazığ Çocuk Eğitim Evlerinde hükümlü çocuklarla bire bir yüz yüze görüşülerek yapılmıştır. Analizler iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm araştırmaya katılan çocukların benlik ve ideal benlik düzeylerinin ölçülmesi ve bu ölçüm-lerin karşılaştırılmasından; ikinci bölüm, benlik ve ideal benlik puanlarının çocukların sosyo-demografik ve ekonomik çeşitli özelliklerinin niteliğine göre farklılıklarının incelenmesinden oluşmaktadır. Bu bölümde, iki kategorili değiş-kenler için t testi, ikiden fazla kategoriye sahip değişkenler için de tek yönlü ANOVA analizi kullanılmıştır. Analizler %95 güvenilirlik düze-yinde gerçekleştirilmiş olup, analizler için SPSS 15.0 paket programı kullanılmıştır. BULGULAR Birinci Çalışma: Çalışmada, annenleri ile babalarının kavga ettiğini bildiren öğrencilerin örnekleme oranı %51 dir. Bu öğrencilerden %71 i kavga esnasında babanın 665

145 anneye bağırdığını, %29 u ise annesine fiziksel şiddet uyguladığını belirtmiştir. Anneleri tarafından şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin oranı %54, babaları tarafından şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin oranı ise %46 olarak saptanmıştır. Şiddete uğrayan öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden alınan toplam ortalama puanı 42.52±9.24 olarak hesaplanmış olup, bu oran, şiddete uğrayan öğrencilerin saldırganlık eğilimlerinin fazla olduğunu göstermektedir. Analiz sonuçlarına göre, öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden aldığı puanların sadece ailesinde yaşayan birey sayısı ve annesinin davranış tarzına göre anlamlı farklılık gösterdiği; saptanmıştır. Bununla birlikte, annesi kendisine olumsuz davranan öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden aldıkları puanın (49.45) annesi kendisine olumlu (41.56) ve hem olumlu hem olumsuz (42.99) davranan öğrencilerin puanlarından görece daha yüksek olduğu saptanmıştır. Başka bir deyişle, annesinden hiç olumlu davranışlar görmeyen ve şiddete maruz kalan öğrencilerin, annesinden kısmen de olsa olumlu davranışlar gören şiddete maruz kalan öğrencilerden daha fazla saldırganlık eğilimine sahip olduğu gözlenmektedir. Ikinci Çalışma: Disiplin cezası alan öğrencilerin %25.5 i kız, %74.5 i erkek; disiplin cezası olmayan öğrencilerin %38.2 si kız, %61.8 i erkektir. Anne-babası sık sık tartıştığını belirten çocukların disiplin cezası alan gruba oranı %84,3, almayanların oranı ise %.38,7 dir. Disiplin cezası alan çocukların %81.9 u ve almayan çocukların %35.3 ü kavga sırasında babalarının annelerine bağırdığını; disiplin cezası alan çocukların %35.3 ü ve almayan çocukların da %10.3 ü kavga esnasında babalarının annelerine fiziksel şiddet uyguladığını bildirmiştir. Bir suç işlediğinde anneleri tarafından fiziksel olarak cezalandırıldığını belirten öğrenciler disiplin cezası alan grup içerisinde %96.6 ve almayan grup da %64.7 dir. Babaları tarafından fiziksel olarak cezalandırıldığını belirten öğrenciler disiplin cezası alan grup içerisinde %81.4 ve almayan grup içerisinde %52 dir. Yapılan lojistik regresyon analizi sonuçlarına gore, anne-babanın sık kavga etmesi etmemeye göre %90, annenin baba tarafından sözlü şiddete maruz kalması kalmamasına göre %72, annenin baba tarafından hem sözlü, hem de fiziksel şiddete maruz kalması kalmamasına göre öğrencinin okulda disiplin cezası alma olasılığını %70 artırmaktadır. Annenin çocuğa olumlu davranması olumsuz davranmasına göre öğrencinin okulda disiplin cezası alma olasılığını %38, babanın çocuğa olumlu davranması olumsuz davranmasına göre %74 oranında azaltmaktadır. Öğrencinin annesi tarafından hem sözlü, hem de fiziksel şiddete maruz kalması kalmamasına göre okulda disiplin cezası alma olasılığını %47; baba tarafından hem sözlü, hem de fiziksel şiddete maruz kalması kalmamasına göre %99 oranında artırmaktadır. Sonuçlar disiplin cezası olan öğrencilerin, almayanlara göre daha fazla aile içi şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Üçüncü Çalışma: Hükümlü çocukların %59,8 inin anne babası sık sık kavga etmektedir, çocukların %62 si anneleri, %85 i babaları tarafından fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Hükümlü çocukların çocuklar için benlik kavramı ölçeğinin birinci bölümünden aldıkları puanların genel ortalaması (benlik) 3,61, ölçeğin ikinci bölümünden aldıkları puanların genel ortalaması (ideal benlik) ise 4,15 tir. Buda 666

146 hükümlü çocukların benlik algı düzeylerinin ideal benlik algı düzeylerinden daha düşük olduğunu göstermektedir. Varyans analizinden elde edilen sonuçlar hükümlü çocukların sosyo-demografik ve ekonomik özellikleri ile benlik ve ideal benlik algı düzeyleri arasında birçok değişken açısından anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir. Bu değişkenler arasında annesi ve babası tarafından sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığı tespit edilen çocukların benlik algı puanlarının ideal benlik algı puanlarına gore daha düşük olduğu, ayrıca sözlü olarak şiddete uğrama ile fiziksel olarak şiddete uğrama arasında ideal benlik puanları açısından farklılık olduğu, bir başka ifade ile sözlü olarak şiddete maruz kaldığı tespit edilen çocukların benlik algı puanlarının fiziksel olarak şiddete maruz kaldığı tespit edilen çocuklara gore daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Analizler daha detaylı incelendiğinde babası çok sert, sevgisiz ve ilgisiz davranan, annesi sevgisiz, ilgisiz ve aşırı koruyucu davranan, bir suç işlediğinde annesi ve babası tarafından cezalandırılan, ayrıca, anne babası sıksık kavga eden hükümlü çocukların, ideal benlik puanlarının anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu görülmektedir. SONUÇ Birinci araştırmadan elde edilen veriler aile içerisinde şiddete maruz kaldığı tespit edilen çocukların saldırganlık eğilimlerinin yüksek olduğunu göstermektedir. İkinci araştırmadan elde edilen veriler okulda disiplin cezası aldığı tespit edilen çocukların ailede şiddete uğrama düzeylerinin ve okula yönelik olumsuz tutumlarının, bu özellikleri göstermeyen emsallerinden daha yüksek olduğunu göstermektedir ve üçüncü araştırmadan elde edilen veriler bir suçtan hüküm giymiş çocukların düşük benlik algısına ship olduklarını ve bu çocukların düşük benlik algısı geliştirmelerinde etkili olan değişkenlerden birinin aile içerisinde olumsuz anne baba tutumlarına maruz kalmak olduğunu göstermektedir.. TARTIŞMA Çocuğun aile içinde şiddete uğramasının nedenlerini incelemeye yönelik araştırmalarda, bu şiddet biçimine kaynaklık ettiği düşünülen risk faktörleri arasında eş suistimalinin önemli bir risk etmeni olarak kabul edildiği görülür. (Osofsky, 2004: 482, Kaufman ve Henrich, 2000: 195, Dykstra ve Alsop, 1996, Margolin, 1988: , Edleson, 1998: 39-53). Şiddetin yaşandığı ortamda gelişimini tamamlamak zorunda olan çocuğun bu süreçten etkilenme biçimi şiddet gören tarafından ya doğrudan fiziksel şiddete maruz kalması ya da bundan ruhsal açıdan olumsuz etkilenmesi (duygusal istismar) şeklindedir. Çünkü şiddete uğrayan anne-baba ya da çocuğa bakan erişkin, çocuğa gerekli olan stabil merkezi rolden çıkarak ürkek, mantıksız, depresif, kendi travma ve kaderi ile meşgul olduğu için çocuğun problemlerini dinleyemez durumdadır. Her üç araştırmada çocukların hem anne hem de babaları tarafından daha fazla istismara maruz kalmasında etkili olduğu tespit edilen ortak faktorler; anne baba arasında şiddete dayalı bir iletişim biçiminin geliştirilmiş olması, annelerin babalar tarafından sözlü ya da fiziksel ya da hem sözlü hem de fiziksel şiddete maruz kalmaları 667

147 ve çocuklara ilişkin olumsuz tutum ve davranışlarıdır. Ayrıca şiddete uğradığı tespit edilen çocuklar daha saldırgan, okulda disiplin cezası almaya daha meyilli bulunmuş, ayrıca benlik algıları düşük bu nedenle de ideal benlik algısı (yüksek) geliştirmiş çocuklar olduğu tespit edilmiştir. Tüm bu veriler çocukların ailede şiddete doğrudan ya da dolaylı yollardan maruz kalmalarının onlarda ne gibi olumsuz tutum ve davranışlara yol açabileceği konusunda önemli ipuçları vermekte ve birçok araştırma sonucuyla da paralellik göstermektedir. Yapılan çalışmalarda ailede güç kullanılarak disipline edilen çocukların sinirli, umutsuz, ruhsal küntleşme nedeniyle ağır kişilik ve davranış bozuklukları geliştirmiş, huysuz,hırçın, tedirgin, aile ve arkadaşlarına karşı soğuk, suça yönelen davranışlar gösteren,başkaları ile rahat iletişim kuramayan, antisosyalve saldırgan davranışlar gösteren, gelecekle ilgilibeklenti düzeyleri düşük, benlik algıları zayıf,okulla bağlantısı kopuk ve akademik başarısı düşük, intihar eğilimi olan çocuklar olduğu belirlenmiştir (Polat, 2001, Özgüven, 2001, Aydın, 2004; Shaughnessy ve Diğerleri, 2004). KAYNAKÇA AYAN, Sezer, Aile içinde şiddete uğrayan çocukların saldırganlık eğilimleri, Anatolian Journal of Psychiatry 2007; 8: AYAN, Sezer, Okulda disiplin cezası alma, ailede şiddete uğrama, Anadolu Psikiyatri Derg 2011; 12: AYAN, Sezer, Hükümlü çocukların benlik ve ideal benlik algı düzeylerinin sosyodemografik ve ekonomik değişkenler açısından incelenmesi, Anadolu Psikiyatri Derg 2012; 13: YILI AİLE RAPORU,2002 Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, YayınNo: 120. AYDIN, B., 2005, Çocuk ve Genç Psikolojisi, İstanbul: AtlasYayın Dağıtım AYDIN B. Gelişimin Doğası, 2004, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. Ankara, Pegem Yayıncılık. BAŞBAKANLIK AILE ARAŞTIRMA KURUMU. 1995, Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları. Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları. BAŞBAKANLIK AILE ARAŞTIRMA KURUMU, 1998 Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, Bilim Serisi 113, Ankara:Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları. BULUT I. Parçalanmış Aileden Gelen Çocukların Davranış Özellikleri Hakkında Bir Araştırma. Aile Yazıları 3, Birey, Kişilik ve Toplum, Bilim Serisi 5/III, Ankara, Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, 1990, s CDC (Center for Disase Control), 1997, Lifetime Annual İncidence Partner Violence and Resulting Injuries Morbidity and Mortality Weekly Report, 47: COHEEY, C.,2004 Battered Mothers Who Physically Abuse Their Children, Journal of Interpersonal Violence, University of Iowa, 19: CÜCELOĞLU D. İnsan ve Davranışı. İstanbul, Remzi Kitabevi,

148 DOĞRAMACI, İ.1990 Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı nın Açılış Konuşması, Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların Kötü Muameleden Korunması, I. Ulusal Kongresi, Ankara: İlo, DYKSTRA CH, ALSOP RJ. Domestic Violence And Child Abuse. Englewood, American Humane Association, DYKSTRA, C.H., ALSOP, R.J.1996 Domestic Violence and Child Abuse (Monograph), Englewood, CO:American Humane Association, Akt: OSOFSKY, Joy, 2004, Community Outreach for children, Exposed to Violence, Infant Mental Healt Journal, 25 (5): EDLESON, J., L., 1998, The Overlap Between Child Maltreatment and Woman Abuse, VAWnet Applied Research Forum. EGELAND, B.,1993 A History of Abuse is A Major Risk Factor For Abusing the Next Generation In Current Controversies Family Violence, Ed. Gelles, R. J. and LOSEKE, Newbury Park, CA: Sage, EHRENSAFT, M. K.,COHEN, P., BROWN, J., SMAILES, E., CHEN, H.,JHONSON, J.G.,2003 International Transmission of Partner Violence: A 20-Year Prospective Study, Journal of Consulting and Clinical Psychology, 1: ERDAROĞLU, E., ORAL, R., DÖNMEZ, M., 1997 Örselenmiş Çocuk Sendromu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 23 (2), HOME OFFICE, London: HMSO. Retrieved November 4, from KULAKSIZOĞLU A. Ergenlik Psikolojisi. İstanbul, Remzi Kitabevi, LOPEZ, Bronstein,1995 Victimologie Clinique, Paris MARGOLIN G, GORDIS E B. Children s Exposure To Violence In The Family And Community. Curr Dir Psychol Sci 2004;13: MARINO AB. Inequality And Adolescent Violence: An Exploration Of Community, Family, And Individual Factors. J Nat Med Assoc 2004; 96: MIAN M. World Report On Violence And Health: What It Means For Children And Pediatricians. J Pediatrics 2004; 145: NICOLSON P, WILSON R. Is Domestic Violence A Gender Issue? Views From A British City. J Comm Appl Soc Psychol 2004; 14: OSOFSKY, Joy, D.,2004 Community Outreach For Chıldren Exposed To Vıolence, Infant Mental Health Journal, 5: ÖZGÜVEN İ. E. Ailede İletişim ve Yaşam. Ankara, Pdrem Yayınları, ÖZTÜRK B. Şiddet ve çocuk. PAOVILOINEN E, ASTEDT-KURKI P, PAUNONEN-LIIMOMENM, LAIPPOLO P. Risk Factors Of Child Maltreatment Within The Family: Towards A Knowledgeablebase Of Family Nursing. Int Nurs Stud 2001; 38: POLAT O. Çocuk ve Şiddet. İstanbul, Derya Yayınları, 2001, s.87,

149 POLAT O. Şiddet. Adli Tıp Ders Kitabı. İstanbul, Der Yayınları, POLAT, O, BALCI G, KÖKNEL Ö, TÜZÜN B, SEROZAN R, AYDIN B ve Ark. Ailenin ve Aile İçinde Çocuğun Korunması ve Çocuğun Statüsü Komisyonu Raporu 1. İstanbul Çocuk Kurultayı İstanbul Çocuk Raporu, (Yayına Haz. S Sayıta, M Şirin), İstanbul Çocukları Vakfı Yayınları, Kitap No:87,2000, s SHAUGHNESSY L, D., SR, Jones SE. Attempted Suicide And Associated Health Risk Behaviors Among Native American High School Students. J School Health 2004; 74-5: SÜMER, N., 1988 Kültür, Yasa ve Aile İçi Şiddet, 20. Yüzyılın Sonunda Kadınlar ve Gelecek, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 285: VELTKAMP, L, J., ve MILLER, T., W.,1993, Clinical Handbook of Child Abuse and Neglect, USA. TAJIMA, E.,2002 Risk Factors for Violence Against Children, Journal of Interpersonal Violence, University of Washington, Şubat, 17: WALKER, E. A, 1994, Sexual Victimization and Physical Symptoms in Woman, The Western Journal of Medicine, 160: WHO. Violence And Health. Proceedings of a Who Global Symposium, 2003, Who/Wkc/Sym/00.1, WIDOM, C.S., 1997 Child Victims: Searching for Opportunites to Break the Cycle of Violence, Applied & Preventive Psychology, 7: WILDIN SR, WILLIAMSON W, WILSON GS. Children Of Battered Women: Developmental And Learning Profile. Clin Pediatrics 1991; 30: WORCHEL S. 2000; Agression: Harming Others. USA, Social Psychology, Wadsworth Thomson Learning, 10: YÖRÜKOĞLU, A., 1986 Gençlik Çağı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları YÜCEL, M., 1993 Ailede Şiddet, Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Yargılaması, Ankara: Çocuk İstismarının ve İhmalinin Önlenmesi I. Balkanlar, Kafkasyave Ortadoğu Konferansı Notları. ZEYTINOĞLU S, KOZCU Ş. Fiziksel Çocuk Istismarı Konusunda Bir Araştırma. Psikoloji Semineri, İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1991; 6-7: ZEYTINOĞLU S. Sağlık, Sosyal Hizmet, Hukuk Ve Eğitim Alanlarında Çalışanların Türkiye de Çocuk Istismarı Ve Ihmali Sorunu Ile Ilgili Görüşleri.Çocuk İstismarı ve İhmali, Ankara, ILO, 1991,s

150 ÖZET KADINA ŞİDDET VE GÖLGESİNDEKİ ÇOCUK Veda BİLİCAN GÖKKAYA * Bu çalışmanın amacı, aile içinde yaşanan şiddetin kadın ve çocuk üzerindeki fiziksel ve psikolojik etkilerini ortaya koymaktır. Eşin eşe (erkeğin kadına), ebeveynlerin çocuklarına yönelik şiddeti olarak karşımıza çıkan aile içi şiddet, özellikle çocuklar üzerinde olumsuz anlamda çok büyük etkiler (bedensel ve ruhsal problemler/hastalıklar) bırakmakta, sosyalleşme sürecinde öğrenilen şiddet davranışları, çocuklar tarafından ileriki yaşamlarında bir problem çözme aracı olarak kullanılmakta ve şiddetin devamına/kuşaklar arası geçişine sebebiyet vermektedir. Anahtar Kelimeler: Kadın, Aile İçi Şiddet, Çocuk VIOLENCE AGAINST WOMAN AND THE CHILD IN THE SHADE ABSTRACT The main objective of this study is to reveal physical and psychological effects of domestic violence on childeren and women. Domestic violence between partners (male violence against female) and parents violence against their kids lead a profound and negative impact on children (physical and psychological problems/disease). Meanwhile, violent behavior learned in the socialization process can be used as a tool for problem-solving by childeren in their late years which result in violence permanency/intergenerational transition. Keywords: Woman, Domestic Violence, Child GİRİŞ Aile, bir toplumun temel taşlarından biridir ve o toplumun özelliklerini yansıtır. Bireylerin topluma kazandırılmasında ve o toplumun sağlıklı/istikrarlı bir şekilde ilerlemesinde aile ve onun işlevleri vazgeçilmezdir. Sözü edilen bu işlevleri Ogburn (1963), neslin devamını sağlamak, ekonomik gereksinimleri sağlamak, statü sağlamak, çocuklara eğitim vermek, dini bilgi ve inançlarını kazandırmak, boş zamanı değerlendirecek etkinlikler gerçekleştirmek, aile üyelerinin birbirlerini kollamalarını * Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniv., Edebiyat Fak., Sos. Hiz. Böl. bilican@cumhuriyet.edu.tr 671

151 sağlamak, karşılıklı sevgi ortamı meydana getirmek ve cinsel doyumu sağlamak için meşru ortam oluşturmak (aktaran, Kır, 2011:384) olarak ifade etmektedir. Bireylerin hem beden hem de ruh sağlığını koruyan, onların kişiliklerinin oluşmasını ve gelişmesini sağlayan aile, aynı zamanda devlet tarafından da korunmaya alınmıştır. Ailenin ve aile içindeki bireylerin korunmasına ilişkin durum, Anayasamızın 41. Maddesi nde yer almaktadır; Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirler alır. Bireylerin olumlu davranış özelliklerini kazandığı ve geliştirdiği bir ortam olarak değerlendirilen aile, zaman zaman en büyük duygusal rahatsızlıkların, gerilim ve çatışmaların kaynağı haline gelebilmekte az ya da çok her çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı bir konuma sahip olabilmektedir. Aile, şiddetten en fazla etkilenen ve şiddetin oluşumunu en fazla etkileyen kurumların başında gelmektedir. Ailenin, şiddetin oluşumunu etkilemesi ve sonrasında etkilenmesi, aile içi şiddetin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Aile içi şiddet olayları genellikle eşler arasında kocanın karısına ve ebeveynlerin çocuklarına karşı yönelttikleri şiddet eylemleri olarak görülmektedir. Aile içi şiddet, özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde fiziksel ve duygusal hasara neden olabilmektedir (Günay, Bener, 2011:2). ŞİDDET VE KADIN Evrensel bir özelliğe sahip olan, insanlık tarihinden beri kendini farklı biçimlerde var eden, yaşama ve özgürlükler konusunda bir hak ihlali olarak karşımıza çıkan şiddet, gücü-kontrolü elde etmek/elde tutmak için kullanılan bir araç niteliğindedir. Elde tutulan bu güç ve kontrol, bireyler (kadın-erkek) arasındaki eşitsizliği de beslemektedir. Eşit olmayan güç ilişkilerinin (sosyo-kültürel, ekonomik vb. alanlarda) bir sonucu olarak ortaya çıkan şiddet (kadına yönelik şiddet), Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi nde ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı ve ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama ve keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma (KSGM,2008:12) biçiminde tanımlanmıştır. Diğer bir ifadeyle kadınlar, şiddetin farklı biçimleriyle (fiziksel, cinsel, ekonomik, duygusal) toplumsal yaşamın her alanında (ev içinde ve dışında) karşı karşıya kalmaktadırlar. 672

152 Toplumsal bir problem olan şiddetin öyküsünde, genelde şiddeti uygulayan erkek, maruz kalanlar ise kadın ve çocuklardır. Özellikle aile içinde yaşanan şiddetin, özel alan/mahrem alan olduğu düşüncesi, şiddeti hem saklamakta/üstünü örtmekte hem de artırmaktadır. Kadınlar, en güvenli olması gereken yerde yani evlerinde en çok güvenmeleri gereken kişilerden yani babaları-erkek kardeşleri ve özellikle de hayatlarını paylaştıkları eşlerinden çeşitli şekillerde ve derecelerde şiddet görmektedirler. Kadına yönelik aile içi şiddet, kadınları baskılayan-bağımlı hale getiren, özgüvenlerini yok eden, benlik saygılarını azaltan, ailenin gelecek nesillere olumsuz modeller oluşturan, özellikle kadınların ve çocukların beden ve ruh sağlıklarını bozan, sosyal ve kültürel temelleri ağır basan ciddi bir halk sağlığı sorunudur (Tezcan, 2009:1). Dolayısıyla erkekler (baba, eş, erkek kardeş vb. gibi) tarafından uygulanan bu şiddet, kadını hem bedensel hem de ruhsal yönden yıpratmaktadır. Şiddet, kadınlarda hem ölümcül hem de ölümcül olmayan pek çok sonuç doğurmaktadır. Aile içi şiddetin ölümcül sonuçları, intihar, cinayet, anne ölümleri, namus bahanesiyle cinayetler ve HIV/AIDIS olarak ortaya çıkmaktadır (KSGM, 2008:38). Kadına yönelik şiddetin en vahim durumu kadınların öldürülmesidir. Dünyada kadın cinayetlerinin %40 ile %70 oranının kadına eş tarafından uygulanan şiddet sonucu geliştiği tahmin edilmektedir. Kadına uygulanan şiddetin ölümcül olmayan sonuçlarından biri eşleri tarafından uygulanan fiziksel şiddet sonucu yaralanmalardır. Bu yaralanmalar, incinmeler, diş kırıkları, burun-dudak yaralanmaları, morarmış göz, yanıklar, kronik ağrı, kırıklar, bıçak izleri, iç organlarda yaralanmalar, beyin hasarı (konsantrasyon güçlüğü, bilinç kaybı vb.), görme ve işitme kaybıdır. Şiddetin ölümcül olmayan bir diğer sonucu ise ruh sağlığı ile ilgilidir. Depresyon, kaygı, korku, kendini değersiz bulma, kendini suçlama, kendine zarar verici davranışlar gösterme, çaresizlik, cinsel işlev bozukluğu, yeme ve uyku sorunları, panik atak, post travmatik stres bozukluğu, stresle başa çıkamama, madde bağımlılığı geliştirme ve saplantı sorunlarıdır (Yanıkkerem ve ark., 2007:35-37). Dolayısıyla şiddet ve onun sonucunda ödenen bedellerle kadınlar, toplumsal yaşam alanlarında kendi kimlik inşalarını yapmak bir tarafa, toplumdan soyutlanmakta, silikleşmekte, üretkenlikten alıkonulmakta, özne olarak değil birer nesne/araç olarak yaşamlarına devam etmektedirler. ŞİDDETİN GÖLGESİNDEKİ ÇOCUK Kadınların uğramış oldukları bu şiddet ve şiddetin beraberinde getirdiği yoksulluklar/yoksunluklar (sosyo-kültürel, ekonomik, yasal, siyasal ve psikolojik vb.) hem kadını hem de yanındaki çocuğu olumsuz etkilemektedir. Aslında bu etkilenme kadın ve çocuk için anne karnında başlamaktadır. Sebebi her ne olursa olsun (istenmeyen gebelik, istenmeyen cinsiyet vb.) hamileyken maruz kalınan şiddet, kadının ve bebeğin hayatını tehlikeye atmakta, erken doğumlara neden olmakta, zihinsel ve fiziksel engelli çocukların olmasına hatta ölümlere bile sebebiyet vermektedir. 673

153 Cüceloğlu (2002:49) nun da belirttiği gibi, Birey henüz doğmamış bir fetüs halindeyken bile annenin gergin ya da huzurlu olması, sağlığa yararlı ya da zararlı maddeler alınıp alınmaması ve bunun fetüs tarafından algılanabilir olması gibi durumlarda, bireyin ilerde uyumlu ya da uyumsuz kişilikler geliştirmesinde rol oynayan faktörler olmaktadır. Kısaca bireyin doğum öncesi ve doğum sonrası etkileşime girdiği ilişkiler, onun ruhsal ve fiziksel gelişiminde önemli derece de rol oynamaktadır. Türkiye genelinde en az bir kez gebe kalmış her on kadından biri, gebeliği sırasında eşi veya birlikte olduğu kişi(ler) tarafından fiziksel şiddet yaşamıştır. Gebelikleri sırasında fiziksel şiddet yaşamış kadınların en yaygın olduğu bölgeler, Kuzeydoğu Anadolu (%17.6), Orta Anadolu (13.7) ve Güneydoğu Anadolu (12.9) bölgeleridir (Tezcan ve ark., 2009:74-76). Kadınların hamileyken bile şiddet gördüğünü ifade eden diğer bir araştırmada da çalışmaya katılan 249 hamile kadından, hamilelikleri boyunca aile içi şiddetin farklı biçimlerine maruz kalanların oranı %25 ten fazla olarak bulunmuştur (Deveci ve ark, 2007). Günlük yaşamın içinde yer alan şiddet, kadının kendi hayatındaki travmaları tırmandırırken yanındaki çocuğunda sağlıklı kişilikler geliştirmesini önlemektedir. Çocuk, şiddetin yaşandığı aile ortamında hem babadan hem (babası tarafında şiddete uğrayan anne) anneden şiddet görmekte hem de aile içinde yaşanan şiddete tanıklık etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, çocuklara uygulanan şiddetle ilgili olarak risk oluşturan etkenleri belirlemiştir. Söz konusu etkenler: Anne-babaların genç yaşta olması, ayrı yaşıyor olması, çocuğun istenmeyen bir gebelik sonrası doğmuş olması, anne-babaların geçmiş yaşamlarında şiddete maruz kalmış olmaları, anneye yetersiz doğum öncesi bakım verilmiş olması, ailede bir bireyin fiziksel veya ruhsal hastalığının olması, annebaba arasındaki ilişkilerde sorun olması, ailenin kalabalık olması, ailenin sosyoekonomik düzeyinin düşük olması, çocuğun engelli olması (aktaran Kutlu ve ark, 2007:25) dır. Yapılan araştırmalar, aile içerisinde çocuğa yönelik şiddetin en çok anneler tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Ayan (2007) ın yaptığı çalışmada anneleri tarafından şiddete uğrayan çocukların oranı %54, babaları tarafından şiddete uğradığı belirlenen öğrencilerin oranı ise %46 olarak saptanmıştır. Yapılan bir diğer araştırmada da annelerin %87.4 ünün çocuklarına fiziksel istismar/ihmal, %93 ün de duygusal istismar/ihmal, davranışında bulundukları belirlenmiştir (Güler ve ark., 2002:130). Şiddete maruz kalan anne, geçmişten getirdiği deneyimlerle (şiddetin bir problem çözme aracı olarak kabul edilmesi, şiddeti içselleştirerek normal kabul etme, kadere bağlama, boyun eğme, vb.) ve bulunduğu ortamdan da etkilenerek öfkesini çocuğa yöneltmekte hatta onu yetiştirirken şiddeti bir eğitim aracı olarak kullanmaktadır. Diğer bir deyişle annelerin, aile içinde aldıkları sorumlulukların fazla 674

154 oluşu, bu sorumlulukların getirdiği stresle yeterli bir şekilde baş edememesi, eşlerden yeterli destek alamaması çocuklarına daha fazla şiddet göstermelerine neden olmaktadır (Bektaş ve Öztürk, 2007:168). Dolayısıyla aile içinde yaşanan şiddet ve stres, çocuğa yönelik şiddeti artırmakta, bu da çocuklarda duygusal ve davranışsal sorunlara neden olmaktadır. Ebeveynleri tarafından şiddete uğrayan çocuk hem bedensel hem de ruhsal gelişim açısından ciddi problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Aile içerisinde yaşanan şiddet, çocukta kısa ve uzun dönem de pek çok etkiler bırakmaktadır. Şiddetin, çocuklar üzerinde kısa dönem etkileri: alt ıslatma, parmak emme, gelişimsel bozukluk, uyku bozukluğu, yeme bozukluğu, öğrenme güçlüğü, konuşmada gecikme, okul başarısızlığı, yakın ilişki kurmakta güçlük, öfke içeren ilişkilerdir. Uzun dönemdeki etkileri ise saldırgan ve suça yönelik davranım, duygusal bozukluklar, akranlarına göre daha erken alkol kullanmaya başlama, alkol ve madde bağımlılığı, depresyon, intihar düşünceleri ve girişimleri, halüsinasyonlar, şizofreni, düşünce bozuklukları vb. gelmektedir (Pelendecioğlu, Bulut, 2009:52-53). Diğer yandan aile içerisinde yaşanan şiddete tanıklık eden/gören çocuk, şiddeti bir problem çözme aracı olarak öğrenmekte hatta onu içselleştirerek, normal kabul etmeye başlamaktadır. Öğrenilen bu şiddet davranışı, çocukların ileriki yaşamlarına da etki etmekte bir anlamda şiddetin kuşaklar arası geçişine de sebebiyet vermektedir. Egeland (1993:197) ın da vurguladığı gibi İstismara tanıklık eden ya da istismara uğrayan çocuk, bunu erişkinliğine uygulayıcı olarak taşır. Şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılması, bir kısır döngü şeklinde şiddetin varlığını devam ettirmekte ve gerilimli, çatışmalı, travmatik toplumlar, aileler ve bireyler yaratılmasına sebebiyet vermektedir. SONUÇ VE ÖNERİLER Sağlıklı bir toplumun sağlıklı bireylerden oluştuğu gerçeğinden yola çıkarak toplumun küçük bir minyatürü olan aile, içinde barındırdığı bireylerle beraber toplumun korunması, güçlenmesi ve devamlılığı açısından çok önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla aile içinde yaşanan şiddet ve onun oluşturacağı zararlar, büyük eksiklikler, boşluklar ve hatta kayıp kişilikler (kadın-çocuk), toplumun geleceğini de tehlikeye atacaktır. Sorunu kabul etmek çözümün yarısı demektir. Aile içi şiddetin özel/mahrem olduğu fikrinden uzaklaşarak, bunun toplumsal bir problem olduğu gerçeğinden hareketle çözüme bir adım daha yaklaşabilir daha akılcı çözümler bulunabilir. Gerilimden, çatışmadan, şiddetten uzak, mutlu ve her alanda istikrarlı bir toplum inşa etmek için, bireyler (anne-baba adayları) ve dolayısıyla aileler, evlilikle, aile planlamasıyla, çocuk yetiştirmeyle ilgili konularda devletin çeşitli kurumları tarafından verilecek eğitimlerle bilgilendirilmelidir. 675

155 Diğer yandan ailenin ve onun içindeki bireylerin (özellikle kadınların ve kız çocuklarının) korunması amacıyla ailede verilen toplumsal cinsiyete dayalı eğitimler bırakılmalıdır. Kız çocuklarına pasif olmayı, uyumlu olmayı öğreten, erkek çocuklarına ise girişkenliği, cesareti, saldırganlığı öğreten eğitimler kaldırılmalı, eşitsizlikler giderilmelidir. Toplumsal bir problem olarak ifade edilen şiddetin ne olduğu, neden ve sonuçlarının neler olduğu konusunda aile bireylerine bilgiler verilerek (okullar, üniversiteler, STK lar, ve sağlık, emniyet, sosyal hizmet vb. gibi birçok kamu kuruluşları tarafından) farkındalık yaratılmalıdır. Şiddeti artıran riskleri ortadan kaldırmak adına aileler, sosyo-ekonomik ve kültürel anlamda güçlendirilmelidir. Geleceğin teminatı olan çocuklar ve onları yetiştiren annelerin, şiddetten korunması için hem ulusal hem de uluslar arası yasalar uygulanmalı ya da boşluklar varsa bir an önce giderilmedir. Dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan insanlar için huzurlu ve onurlu yaşam koşulları gerçekleştirilmediği sürece insanlığın uygarlık düzeyine ulaştığından söz edemeyiz. Albert Einstein KAYNAKÇA 1.Ayan, S. (2007). Aile İçinde Şiddete Uğrayan Çocukların Saldırganlık Eğilimleri, Anatolian Journal of Psychiatry, Sayı:8, ss Bektaş, M., Öztürk, C. (2007). İzmir de Bir İlköğretim Okulunda Aile İçi Şiddet Araştırması, Ege Pediatri Bülteni, Cilt:14, Sayı:3, ss Cüceloğlu, D. (2002). İnsan ve Davranışı, İstanbul: Remzi Kitabevi. 4.Deveci, S.E., Açık, Y., Gülbayrak, C., Tokdemir, M., ve Ayar, A. (2007). Prevalence of Domestic Violence During Pregnancy in a Turkish Community, Southeast Asian J Trop Med Public Health, Jul:38 (4), ss Egeland, B. (1988). A History of Abuse is Major Risk Factor For Abusing the Next Generation, in Current Controversies on Family Violence (Ed. Browne, K.D., Davies, C., Stratton, P.), New York. 6.Güler, N., Uzun, S., Boztaş, Z., ve Aydoğan, S. (2002), Anneleri Tarafından Çocuklara Uygulanan Duygusal ve Fiziksel İstismar/İhmal Davranışı ve Bunu Etkileyen Faktörler, C.Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 24 (3), ss

156 7.Günay, G., Bener, Ö. (2011). Üniversite Öğrencilerine Göre Kızlara Yönelik Aile İçi Şiddet ve Nedenleri, e-journal of New World Sciences Academy Social Sciences, 6, (1), ss Kadın Statüleri Genel Müdürlüğü (2008). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet (iç), Ankara: KSGM, 9.Kır, İ. (2011). Toplumsal Bir Kurum Olarak Ailenin İşlevleri, Electronic Journal of Social Sciences, Cilt:10, Sayı:36, ss Kutlu, L., Batmaz, M., Bozkurt, G., Gençtürk, N., ve Gül, A. (2007). Annelere Çocukluklarında Uygulanan Ceza Yöntemleri ile Çocuklarına Uyguladıkları Ceza Yöntemleri Arasındaki İlişki, Anatolian Journal of Psychiatry, Sayı:8, ss Pelendecioğlu, B., Bulut, S. (2009). Çocuğa Yönelik Aile İçi Fiziksel İstismar, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:9, Sayı:1 ss Tezcan, S. (2009). Sunuş, Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet (iç), Ankara: KSGM. 13.Tezcan, S., Yavuz, S., Tunçkanat, H. (2009). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Sağlık Sonuçları, Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet (iç), Ankara: KSGM. 14.Yanıkkerem, E., Kavlak, O., Sevil, Ü. (2007). Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri ve Sağlık Çalışanlarının Rolü, Kadın Çalışmaları Dergisi, Sayı:4, ss

157 KADINA KARŞI EVLİLİK İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUĞA YANSIMASI VE ÇOCUĞUN ŞİDDETTEN KORUNMA HAKKI Gülçin ALGAN 1 Saibe Özlem KAYA 2 ÖZET Literatür incelendiğinde, aile içi kadına karşı şiddetin çocuklar üzerindeki etkilerinin ve yansımalarının çocukları fazlasıyla etkilediği, özellikle şiddet gören annenin büyüttüğü çocukların sayısı ve durumu düşünülecek olursa, gelecekteki aile birliğinin sağlanmasında ciddi problemlerin olacağı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, aile içerisinde kadına karşı öfke ve saldırganlık içeren şiddet içerikli davranışların özellikle çocuklar üzerindeki etkileri ve bu bağlamda çocuğun şiddetten korunma hakkı incelenmektedir. Anahtar Kelimeler: Kadın, şiddet, çocuk, korunma hakkı. REFLECTION OF DOMESTIC VIOLENCE AGAINST WOMEN TO THE CHILD AND THE RIGHT OF PROTECTION OF THE CHILD FROM VIOLENCE ABSTRACT In the literature, the effects on children of domestic violence against women and thatchildren are greatly affected by the reflections, and especially if we consider the number of children who are raised by the mother who are subjected to violence, there will be serious problems for the unity of family. In this context, angry and aggressive behaviors against women in the family including their effects on children and especially right of protection of children are considered in detail. Key Words: Women, violence, child, right to protection. 1. GİRİŞ Kişilerin beslenme ve bakım gereksinimlerini karşılayan, güven duygusu veren, beden ve akıl sağlığını koruyan ve geliştiren bir kurum olması gereken aile; çoğu kez her çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı odak haline gelmektedir. Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken, aile içinde oluşan şiddet gizli kalmakta, özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan ve yasal olarak karşılanmaktadır. Aile içi şiddet ile ilgili olarak gelişen kamuoyu bilinci ise çok değişkendir. Böyle bir şiddetin varlığına inanmama ve inkar etme şeklinde görüşler olabildiği gibi, bu tür bir şiddeti onaylayan görüşler de olabilmektedir (Bilgel, 2002:67-76). 1 Öğr. Grv. Dr. Gülçin Algan, Selçuk Üniversitesi, gulcin8751@hotmail.com 2 Öğr. Grv. Saibe Özlem Kaya, Afyon Kocatepe Üniversitesi, saibezlem@yahoo.com 678

158 Şiddet, insanların bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına ve sakat kalmalarına neden olan bireysel ve toplu hareketlerin tümüdür. Aile içi şiddet ise bu tür bir hareketin aile içinde gerçekleşmesi durumunu ifade eder (Bilgel, 2002:67-76). Bir insan hakları ihlali olan kadına yönelik aile içi şiddet, gelir ve eğitim düzeyi ne olursa olsun farklı toplumlarda, farklı kültürlerde yaşayan kadınların ortak sorunudur. Dünya Sağlık Örgütünün 2002 yılında yayınladığı raporunda, şiddetin en fazla aile ortamında ve kadına yönelik olduğu bildirilmektedir (Krug, 2002). Kadına yönelik şiddet coğrafi sınır, ekonomik gelişmişlik ve öğretim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın görülen bir olaydır (Yurdakul, 1996; Korur, 2003:85-94). Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınların 1/3 ü ile 2/3 ünün eşi tarafından şiddete maruz kaldığı saptanmıştır (Arın, 1996; Heisse, 1993; ICN, 2001). Gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran daha yüksek olup %20-50 civarındadır (ICN, 2001; Shea, 1997). Yapılan araştırmalar özellikle kadının ev içinde yaşadıkları şiddetin yaygınlığını ortaya koymaktadır. Tüm dünyada kadınlar eşleri, babaları, erkek kardeşleri ya da akrabalık ilişkileri bulunan diğer aile üyeleri tarafından şiddete maruz kalabilmektedir (KSG Müdürlüğü, 2012). Aile içi şiddet büyük bir oranla kadına ve çocuklara yöneliktir ve bu şiddeti gerçekleştiren kişi de çoğunlukla erkektir. Güler ve ark. (2005) nın kadının aile içinde yaşanan şiddete bakışı ile ilgili yaptıkları araştırmada, Kadınların %56,9 u aile içinde şiddet uygulayanların erkekler olduğunu, şiddetin en çok kadınlara (%59.8) ve çocuklara (%32.4) uygulandığını belirtmişlerdir. Yapılan başka bir çalışmada da kadınların %54.2 si şiddet uygulayıcısı olarak erkekleri, şiddete maruz kalanlar olarak ise kadınlar ve çocukları belirtmişlerdir (Rittersberger, 1998). Aile içi şiddetin özellikle aile yaşantısının bir parçası olarak görülmesi ve kuşaktan kuşağa geçmesi sadece şiddeti göreni değil, şiddet ortamında büyüyen çocukları da olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Yapılan araştırmalar, ailede şiddetle karşılaşan çocukların dengeli ev yaşamında büyüyen çocuklara göre davranış problemlerine sahip olma oranlarının daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır (Kozlowska ve Hanney, 2001). Aile içi şiddet çocukların duygusal, davranışsal, bilişsel, sosyal ve fiziksel gelişimlerini olumsuz olarak etkilemektedir (Yaşar, 2010:388). Konuyla ilgili olarak Vahip ve Doğanavşargil (2006) tarafından yapılan bir araştırmada, eşler arasında yaşanan şiddete tanık olan çocukların yarısının şiddete fiilen müdahale ettiklerini, doğrudan şiddete maruz kalmasalar bile çocukluk çağı travmaları yaşadıklarını saptamışlardır. Özellikle şiddet gören annenin büyüttüğü çocukların sayısı ve durumu düşünülecek olursa, gelecekteki aile birliğinin sağlanmasında ciddi problemlerin olacağı anlaşılmaktadır. Bayındır (2010) ın bildirdiğine göre, evde yaşanan şiddet anında çocuklarda baskın düzeyde belirgin ağlamalar, ana-babayı ayırmaya çalışma, şok halde ne yapacağını bilememe, anneyi darba karşı koruma ve destekleme gibi tepkileri olduğu belirlenmiştir. Uzun vadede ise anneler, çocuklarda sıklaşan ve yerli yersiz ağlamaların, sürekli sızlanma ve mazeretlerin olduğunu, insanlardan kaçma ve güvensizlik duygularının geliştiğini, saldırganlığın arttığını, dikkat ve yoğunlaşma bozukluklarının oluştuğunu, okul başarısının ve isteğinin azaldığını, özellikle anneye aşırı bağlılığın geliştiğini gözlemlediklerini belirtmişlerdir. 679

159 Bu konuda yapılan diğer araştırmaların ortak bulgusu da; çocukken şiddet dolu bir ortamda büyüyen bireylerin kendi çocuklarına şiddet uyguladığı, şiddete maruz kalan ya da tanık olan çocuklarda psikolojik ve fiziksel hasarlar oluştuğu, kısa vadede çocuklarda saldırganlık başta olmak kaydıyla somatik belirtiler ortaya çıktığı şeklindedir (McDonald ve Jouriles, 1991; Vahip ve Doğanavşargil, 2006). Bu bildiride, aile içerisinde kadına karşı öfke ve saldırganlık içeren şiddet içerikli davranışların özellikle çocuklar üzerindeki etkileri ve bu bağlamda çocuğun şiddetten korunma hakkını incelenmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Çalışmanın şiddete yönelik toplumsal duyarlılığın geliştirilmesinde etkili olacağını düşünmekteyiz. 2. KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET NEDİR? Eşinizin size ve veya çocuklarınıza ya da sizinle aynı evde yaşayan akrabalarınıza yönelik; sizinle aynı evde yaşayan herhangi bir akrabanızın, size ya da evdeki diğer kişilere yönelik; evli olmanıza rağmen kendi isteğinizle veya mahkeme kararı ile ayrı evlerde yaşadığınız eşinizin, size yönelik; tehdit baskı ve kontrol içeren, fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmenize veya acı çekmenize sebep olan her türlü davranışı aile içi şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012) Şiddet Türleri Fiziksel Şiddet Tokat atmak, tekmelemek, yumruklamak, hırpalamak, kolunu bükmek, boğazını sıkmak, bağlamak, saçını kesmek, kesici veya vurucu aletlerle yaralamak, kezzap veya kaynar suyla yakmak, vücudunda sigara söndürmek, ellerini ayaklarını ezmek, sakat bırakmak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olarak bedensel zarar görmesine neden olmak gibi eylemler fiziksel şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Kadınlar arasında fiziksel ve sözel şiddeti ifade edenlerin oranı yüksektir. Genel olarak bu şiddet türlerine toplumda daha fazla rastlanılmaktadır yılında Türkiye'de yapılan bir alan çalışmasında, kadınların %10'u eşlerinden sık sık (%3.5) ve ara sıra (%6.5) dayak yediklerini ifade ederken, erkeklerin %2.1'inin sık sık, %1.2'sinin ara sıra eşleri tarafından fiziksel şiddete uğradıkları bildirilmiştir. Eş tarafından şiddet görme oranlarının, yaşa göre farklılık göstermediği bulunmuştur. Eşle kavgaya varan tartışma yapma oranı arttıkça, özellikle kadınların eş tarafından dövülme oranlarının arttığı, aynı durumun eşin hakaretlerine maruz kalma açısından da geçerli olduğu ortaya çıkmıştır (AAK, 1997). Ülkemizde tıp fakültesi öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada, öğrencilerin %68.3 ü annelerinin fiziksel ve sözel şiddete maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir (Güneş ve ark., 2000). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından yapılan bir çalışmada ise ailelerin %34 ünde fiziksel şiddet, %53 ünde sözel şiddet yaşandığı saptanmıştır (AAK, 1995). Özellikle gelişmekte olan ülkelerden oluşan 4 kıta ve

160 ülkede yapılan bir çalışmada, görüşmeye alınan kadınların %20-50 si eşlerinden fiziksel şiddet gördüklerini belirtmişlerdir (ICN, 2001) Psikolojik Şiddet Bağırmak, korkutmak, küfür etmek, tehdit etmek, hakaret etmek, ailesiyle akrabalarıyla, komşularıyla, arkadaşlarıyla ya da başkalarıyla görüştürmemek, eve kapatmak, küçük düşürmek, çocuklarından uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başka kadınlarla kıyaslamak, kadının nasıl giyineceği, nereye gideceği, kimlerle görüşeceği konusunda baskı yapmak, kadının kendini geliştirmesine engel olmak gibi eylemler psikolojik şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Ekonomik, politik ve toplumsal etmenlerin yanı sıra, psikolojik etmenler de kadınları şiddet karşısında daha savunmasız kılmakta ve çok ciddi örselenmelere yol açmaktadır (Aslan ve Avcı, 1994). Şiddet uygulayan çoğu eş, aile birliğinin ilk dönemlerinde bunu uygulamamaktadır. Eşler arasında derin bağlar kurulmaya başlandığında ilk şiddet eğilimleri kendini göstermektedir. İlk şiddet atağı, şiddete uğrayan eş için bir sürpriz olmakta ve hiçbir şekilde şiddet eğilimi olarak yorumlanmamaktadır. İlk yaralanmalar hafif ve önemsiz olarak kabul edilmekte ve şiddete uğrayan eş, şiddeti uygulayan eşin kendisine zarar verme kastı taşımadığına inanmaktadır. Eşine karşı duygularında önemli bir değişiklik olmamaktadır. Ancak şiddetin boyutu ilerlediğinde, şiddete uğrayan eşin duygusal bağı giderek zayıflamaktadır; öte yandan eşini terk etmesi durumunda daha büyük bir şiddet atağı ile karşılaşma korkusu artmaktadır. Dövülen kadın bu dönemde çaresizliği öğrenmektedir. Bilişsel bozukluklar, kendini küçük ve önemsiz görme, sosyal hayattan uzaklaşma, kendine karşı duyduğu güveni ve saygıyı kaybetme gibi etkiler görülmektedir. Toplum bu olguya aile içi mesele olarak bakmakta ve koruyucu toplumsal örgütlerin çabaları sınırlı kalmaktadır (Bilgel, 2002:67-76) Cinsel Şiddet Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organlara zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja, enseste (akrabalar arası cinsel taciz ve tecavüz), fuhuşa zorlamak, zorla evlendirmek, telefonla-mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık verici davranışlarda bulunmak gibi eylemler cinsel şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Cinsel şiddet çoğu zaman, kadınlar tarafından şiddet olarak tanımlanmamaktadır. Karı koca arasında yaşanabilecek cinsel taciz olaylarının, evlilik ve aile yapısı içinde şiddetten sayılmaması ya da bir yabancı ile paylaşılamayacak derecede mahrem bir konu olarak algılanması da bu tür şiddetin üzerini örtmektedir. Erbek ve ark. (2004) nın evli çiftler üzerinde yapmış oldukları bir araştırmada, cinsel ilişkiye zorlanma bakımından cinsiyete göre gruplar karşılaştırıldığında, kadınların anlamlı derecede yüksek oranda her gün cinsel ilişkiye zorlandıkları saptanmıştır. Cinsel bakımdan fiziksel şiddete uğrayan kadınlarda oluşan etkiler oldukça ağırdır. Depresyon korku çeşitli kişilik 681

161 bunalımları, alışkanlık yapıcı madde bağımlılığı, kendini suçlu hissedip utanma, kendi kendine zarar verme girişimlerinde bulunma ve intihar etme eğilimi bu kişilerde görülen ruhsal etkilerin en önemlileridir (Bilgel, 2002:67-76) Ekonomik Şiddet Kadın yaşamını önemli oranda etkileyen, kadını bağımlı ve fakir hale getiren şiddet türü ise ekonomik şiddettir (Fawole, 2008). Ekonomik şiddet; ekonomik kaynakların ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasıdır. Para vermemek veya kısıtlı para vermek, ailenin tasarrufları, gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek, kadının mallarını ve diğer gelirlerini elinden almak, çalışmasına izin vermemek, istemediği işte zorla çalıştırmak, çalışıyorsa iş hayatını olumsuz etkileyecek kısıtlamalar getirmek, aileyi ilgilendiren ekonomik konularda kadının fikrini almadan tek başına karar vermek gibi eylemler ekonomik şiddettir (KSG Müdürlüğü, 2012). Toplumun kültürel ve sosyal yapısı, dini inançlar, sosyal izolasyon, katı toplumsal roller, fakirlik, kadın-erkek eşitsizliği, kendi kendini kontrol yetersizliği ve zayıf kişilik gibi kişisel karakterler ekonomik şiddet riskini artırmaktadır (Favole, 2008). Bilindiği gibi yoksulluk ve baskı şiddet davranışının ortaya çıkmasında önemli faktördür. Düşük gelir düzeyi ile birlikte yaşanan stres ve kısıtlı kaynaklar şiddet riskini artırmaktadır. Yapılan birçok çalışmada da aile içi şiddeti artıran olaylar arasında ekonomik yetersizlik ilk üç sırada yer almaktadır (AAK, 1995; Rittersberger, 1998).Güler ve ark. (2005) nın çalışmasında kadınlar, aile içinde şiddeti artıran olayların başında ekonomik yetersizliklerin geldiğini ifade etmişlerdir. Latin Amerika Ülkelerinde; erkeklerin yarıdan fazlası kadın ve erkeklerin aynı imkânlara sahip olamayacağını belirtirken, İran, Mexico ve Uganda gibi ülkelerdeki erkeklerin 1/3 ünün bu konuda aynı düşüncede oldukları görülmüştür (Favole, 2008). 3. AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE KORUNMA Şiddet davranışının öğrenildiği en önemli ortam bireyin kendi ailesidir (Vahip ve Doğanavşargil, 2006). Aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olan çocuklara sessiz, unutulmuş ya da görünmez kurbanlar adı verilmektedir (Edleson, 1999). Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanılma kategorisi içinde düşünülmektedir. Doğrudan şiddete maruz kalmasalar da, bu çocuklar diğer kötüye kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı türden belirtileri göstermektedir (Stephens, 1999). Aile içinde şiddete maruz kalan çocukların çoğu, büyüdüklerinde şiddet uygulayan eşlere ya da ana babalara dönüşmeseler de, şiddet uygulayan yetişkinlerin büyük bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma öyküsü saptanmıştır. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, çocuğun tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir (Kaufman ve Zigler, 1987). Çocuk için özdeşim nesnesi olan biri (örneğin baba), aile içinden bir başkasına, yineleyici biçimde şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi, doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir. Fonagy ve Target (1995) tarafından 682

162 bildirildiğine göre, çocukluktaki fiziksel ve duygusal kötüye kullanım saldırganlığa yol açan bir model sunmaktadır. Buna göre, çocuğun psikolojik kendilik gelişiminde bozukluk ve kendini güvende hissedememesi, saldırganlık, kendini ifade etme ile saldırganlığın eş hale gelmesi ve saldırganlığı engelleyememesi görülmektedir. Çocuğun en önemli özdeşim nesneleri anne ve babadır. Özdeşim nesneleri arasındaki ilişki biçimi kurban-saldırgan ilişkisi olduğunda, çocuğun özdeşim süreçleri çok zorlaşır. Bu durumda, kızlar anneyle özdeşim yaparak kurbana, erkek çocuklar ise babayla özdeşim yaparak saldırgana dönüşür. Kız çocuk içselleştirilen saldırganlıktan payını alır. Aynı şekilde, oğlan çocuk da karşı çıkamamanın, çaresizliğin, kurban haline gelmenin içselleştirilmesinden payını alır. Saldırganlığın çok çeşitli görünümleri vardır. Örneğin, babasının saldırganlığıyla özdeşim yapan bir çocuk düşünelim. Okulda yıkıcı davranışlarda bulunabilir, şiddete başvurabilir. Çünkü öfkenin kontrolsüzce boşalımı ile iç içe yaşamaktadır. Bu çocuklar genellikle çevrenin öfkesini çeken ve kötü muameleye maruz kalan çocuklardır. İşlemedikleri suçlar onların üzerine kalır, daha büyük çocuklardan dayak yerler vb. Bu kısır döngüden kendilerini bir türlü kurtaramazlar. (Vahip, 2002). Annenin şiddet gördüğü durumlarda, çocuğun örselenmesi, annenin dövülmesi bittikten sonra da sürmektedir. Bu çocuklar, yardıma gereksinimi olan, yaralanmış, berelenmiş bir annenin bakımını üstlenmek zorunda kalmaktadırlar. Bu, yalnızca bir fiziksel bakım üstlenme durumu ya da şiddet gören annenin, yeterli annelik yeteneklerini kaybetmesinden dolayı ihmale uğrama ile sınırlı değildir. Çocuğun, örselenmiş durumdaki anneye duyduğu saldırganlığı üstlenebilmesi çok zordur. Bu nedenle, çocuk yaşına ve gelişimine göre, bölerek, yadsıyarak, bastırarak ya da başka savunmalar aracılığıyla saldırganlığından kurtulmaya çalışacaktır. Öte yandan her çocuk babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görmek ve o şekilde özdeşim yapmak gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi kaynağı değil; korku kaynağı, öfke kaynağı, tutarsız, güvenilmez biri haline gelir. Artık baba, anneye destek olan değil, onu aşağılayan, hor gören biridir. Çocuk için bir diğer güçlük, şiddet uygulayan baba imgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan baba imgesi arasındaki gidiş gelişlere, değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür. Ancak bunun bedeli büyüktür. Çünkü yaşam içinde, haklarımızı koruyabilmek, kendimizi ifade edebilmek, girişken olabilmek, bizim için önemli kişilerle eşit ilişkiler kurabilmek için hepimizin bir miktar sağlıklı saldırganlığa gereksinimimiz vardır. Aile içi şiddetin sessiz tanığı olan bir çocuk, annesine annelik yapmak gereksinimi duyar. Rollerin değiştiği bu çarpık ilişki, özerkliği sınırlandıran sağlıksız bir ilişkidir. İçselleştirilen bu ilişki biçimi, gelecekteki kötüye kullanılma ilişkilerindeki bağımlılığın temellerinden birini oluşturacaktır (Vahip, 2002). Aile içi şiddet ve çocuk istismarının hem kurban hem de uygulayan üzerinde çok çeşitli etkileri olabilir. Bu etkiler kurban açısından çok daha önemli ve ciddidir. Şiddete maruz kalan ya da tanık 683

163 olan çocuk, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden olumsuz etkilenmektedir (Bilgel, 2002:67-76). 3.1.Bedensel Etkiler Daha çok fiziksel şiddetin ve fiziksel istismarın uygulanması durumlarında bedensel etkiler görülür. Vücudun çeşitli kısımlarında oluşan yara, bereler, morluklar, şişmeler, sıyrıklar, kesiler, kanamalar, yanıklar, kırıklar, göz ve beyin hasarları, iç organ yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar, kalıcı sakatlanmalar ve nihayet ölüm meydana gelmesi bedensel etkiler olarak sayılabilir. Çocukta görülen en önemli etki de, büyüme ve gelişme geriliğidir. Fiziksel şiddet, cinsel alana yönelikse, cinsel organlarla ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar (Bilgel, 2002:67-76). Bununla birlikte fiziksel ağrı şikayetleri (baş ağrısı, karın ağrısı gibi), sinirlilik, gerginlik, kısa dikkat, yorgunluk ya da aşırı enerji, sık hastalanma, kişisel temizliğine dikkat etmeme, gelişsel gerileme, yaşından küçük davranışlara geri dönme (Yatak ıslatma, parmak emme gibi), acıya karşı duyarsızlık, tehlikeli oyunlar oynama ve etkinliklerde bulunma, kendine zarar verme (bilerek bir yerini kesme, yakma, kafasını vurma) gibi etkiler de sıkça görülmektedir (Hürriyet, 2012). Fiziksel istismara uğrayan çocuklar kişilerarası, bilişsel, duygusal ve davranışsal problemler sergilemekte, gelişimsel sorunlar yaşamakta, akademik başarıları düşük olmakta ve uyuşturucu madde bağımlılığı ve psikiyatrik hastalıklara daha yatkın hale gelmektedirler (Tamer ve Gökler, 2004) Ruhsal Etkiler Aile içi şiddetin çocukta neden olduğu ruhsal etkiler, bedensel etkilere göre daha önemlidir. Çünkü bedensel etkiler bir süre sonra tedavi edilir ve ortadan kaldırılabilirler. Ancak ruhsal etkilerin, hem tedavisi zordur hem de ruhsal etkiler uzun sürelidir. Çoğu kez yaşam boyu devam eder (Bilgel, 2002:67-76). Aile içi şiddete maruz kalan veya tanık olan çocuklar, güven duygularını kaybeder ve sevgisizliği öğrenirler yine bu çocuklarda yetişkin olduklarında, şiddete meyil etme, dışa vurum ve içe atım sorunları, sosyal ilişkilerde bozukluk, intihar eğilimi ve birçok psikiyatrik bozukluk görülebilmektedir (Bilgel, 2002:67-76; Tamer ve Gökler, 2004). Bunun yanı sıra çocukta ailede yaşanan şiddet ve şiddeti durduramamak ile ilgili suçluluk duyguları, ailesi adına üzüntü, anne babasına karşı duygularında karışıklık (sevgi ve nefreti aynı anda hissetme), terk edilmekten korkma, duygularını ifade etmekten korkma, yaralanmaktan korkma, yaşamındaki şiddet ve karmaşa nedeni ile kızgınlık duyma, depresyon (aşırı mutsuzluk), çaresiz ve güçsüz hissetme, evde olan bitenlerden utanma, şiddetin sorumluluğunun kendinde olduğunu düşünme, kendi davranışları için başkalarını suçlama, istediğini yaptırmak, kızgınlığını belirtmek, güçlü hissetmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için sevdiği insanlara vurmanın normal olduğuna inanma, ailede şiddetle bağlantılı olarak düşük benlik saygısı, istediklerini ve ihtiyaçlarını 684

164 belirtememe, verilenle yetinme, başkalarına güvenmeme, rollerle ilgili katı yargılara sahip olma gibi sağlıksız davranışlar da gelişebilir (Hürriyet, 2012) Sosyal Etkiler Aile içinde meydana gelen şiddet olayları çoğu zaman gizli kalmakta ve sosyal öğrenme yoluyla şiddet davranışı yeni nesile aktarılmaktadır. Şiddet uygulayanların özgeçmişlerine bakıldığında çoğu zaman kendilerinin de şiddet mağduru oldukları görülmektedir (Kitiş ve Bilgici, 2007). Eşinden ya da ana-babasından şiddet gören kadınlar, annelik işlevlerini yerine getirmekte zorlanmakta, çocuklarıyla etkili ve sağlıklı iletişim kuramamakta ve çocuklarına şiddet uygulamaya daha fazla meyilli olmaktadırlar (Vahip ve Doğanavşargil, 2006). Aile içi şiddete maruz kalan çocuklar, özgüvenleri düşük, iletişim kurabilme özellikleri olmayan, toplum tarafından onaylanmayan davranışları gösteren, şuç işlemeye yatkın, madde bağımlısı, kendine zarar verici davranışlar geliştiren ve intihara eğilimi olan kişiler haline gelirler (Bilgel, 2002:67-76). Arkadaşlarından ve akrabalarından uzak durma, ilişkilerinde genellikle kavgacı olma, çok çabuk arkadaş olup arkadaşlıklarını aniden bitirme, başkalarına güvenmekte ( özellikle yetişkinlere) zorluk çekme, kızgınlığını kontrol edememe, uzlaşma becerileri gösterememe, evden uzaklaşma, aşırı sosyal yaşantı, arkadaşlarına zorbalık yapma ya da kendini ezdirme, şiddet içeren ilişkiler içine girme ve bu ilişkilerde ya ezen ya da ezilen taraf olma, arkadaşlarla aşırı sert oyunlar oynama, gibi etkiler de gözlenmektedir. Davranışsal şiddetin sık ve abartılı ortaya çıktığı durumlarda ise, aşırı hırçın davranma ve isyankarlık, içine kapanma, okulda başarısızlık veya başarı için aşırı gayret, okula gitmeyi reddetme, başkalarını memnun etmek için aşırı çaba gösterme, saldırganlık ya da aşırı pasiflik, bahaneler bulma, kendini savunma gayretleri, alaycı yaklaşımlar, duygusuz davranma, donukluk, her şeyi "siyah ya da beyaz" görme, aşırı ilgi çekme davranışları, yalan söyleme, uyku sorunları, kabuslar, altını ıslatma, kontrol edilememe, sınırlarını bilmeme, yönergeleri yerine getirememe gibi toplumda hoş karşılanmayan bozukluklar görülebilmektedir (Hürriyet, 2012). Aile içi şiddetten korunma hakkı kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi toplumlar tarafından böyle bir sorunun varlığının kabul edilmesi ile başlar. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi nin 25/2. maddesi, Analık ve çocukluk, özel ihtimam ve yardım görmek hakkına haizdir diyerek uluslararası alandaki hukuk çalışmalarının temelini ayrıca da kadına ve çocuğa özel bir ihtimam ve değer oluşturmaktadır (Kaya, 2011). Aile içi şiddetin önlenmesi ve şiddete uğrayan kişinin korunması için Türkiye de de özel bir kanun bulunmaktadır. Bu yasa 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun dur. Bu Kanunda, aile içi şiddete maruz kalan aile bireylerinin özellikle kadınların ve çocukların korunması amacıyla, şiddet uygulayan aile bireyi hakkında alınabilecek tedbirler yer almaktadır (KSG Müdürlüğü, 2012). 685

165 Bununla birlikte, çocukların hakları çocuk hukukuyla çocuk, saygınlığı, özgürlüğü, özgünlüğü ve gelişme gereksinimi dikkate alınarak özel olarak koruma altına alınmıştır. Çocuk haklarının korunmasına ilişkin kurallar, temelleri bakımından Medenî Kanunda düzenlenmiştir. Medenî Kanun un Aile Hukuku kitabının ikinci kısmı hısımlık başlığını taşımaktadır (m ). Bu maddeler arasında çocuk ve ana baba arasındaki ilişkiler, haklar, ayrıntılı biçimde düzenlenmektedir (Akyüz, 2012:2-5). Yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası nın 41. Maddesi gereğince; *Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. *Devlet, her türlü istismara ve şiddete karsı çocukları koruyucu tedbirleri alır. Şeklinde çocuk haklarını özel olarak koruyan hükümler bulunmaktadır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 2010) Bu maddelerin dışında, Anayasa nın kişi hakları ve ödevleri bölümünde yer alan haklardan çocuklar da yararlanırlar (Akyüz, 2012:2-5). Çocuk hakları en geniş kapsamıyla Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi nde (ÇHS) yer almaktadır. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğun bir birey olarak hakları olduğunu anlatan, dünya çocuklarının yaşam kalitesini hak ettikleri düzeye çıkarmayı amaçlayan bir sözleşmedir. Toplam 54 maddesi bulunan Çocuk Hakları Sözleşmesinin 19. maddesi çocuğun şiddetten korunma hakkı ile ilgilidir. Madde19: *Bu sözleşmeye taraf devletler, çocuğun ana babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanındayken bedensel ya da zihinsel saldırı, şiddet veya suistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idarî toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar. *Bu tür koruyucu önlemler; burada tanımlanmış olan çocuklara kötü muamele olaylarının önlenmesi, belirlenmesi, bildirilmesi yetkili makama havale edilmesi, soruşturulması, tedavisi ve izlenmesi için gerekli başkaca yöntemleri ve uygun olduğu takdirde adlî makamların işe el koyması olduğu kadar durumun gereklerine göre çocuğa ve onun bakımını üstlenen kişilere gereken desteği sağlama amacıyla sosyal programların düzenlenmesi için etkin usulleri de içermelidir. Sözleşme de yer alan çocuk hakları, yaşama hakları, gelişme hakları, korunma hakları ve katılma hakları olmak üzere dört ana grupta toplanmıştır. Böylece kanun yoluyla çocuğun her türlü ihmal, istismar ve sömürüye karşı korunmasını sağlanmıştır (Akyüz, 2012:2-5). 686

166 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Aile içi şiddet, özellikle çocuk önünde gerçekleşen şiddet bedensel, ruhsal ve sosyal açılardan yıpratıcı ve kalıcı etkilere neden olmaktadır. Hem şiddete doğrudan maruz kalan hem de annesinin, babasının veya kardeşlerinin sık sık küçük düşürüldüğüne, tehdit edildiğine ya da dayak yediğine şahit olan çocuklar şiddetten olumsuz etkilenir. Her iki durumda da çocuğun kendine saygısı, büyüklere duyduğu güven duygusu ve yaşam sevinci yara alır. Aile içi şiddeti önlemede ve çocukların şiddetten korunması için en önemli araç şüphesiz eğitimdir. Kişiler aileler ve sonuçta toplum, bu gibi olayları, aile meselesi ve olağan olarak görmekten vazgeçerse, aile içi şiddetin önüne geçilmiş olur. Şiddet öğrenilen bir davranış olduğundan, kitle iletişim araçlarından en yaygın olarak kullanılan televizyonun, özellikle çocuklar arasında kullanımında artış gözlenen internetin şiddeti öğretici yayınları önlenmelidir. Çocuklar erken dönemde ailesel şiddete karşı eğitilmeli, gerekiyorsa korunma altına alınmalı, şiddete ve şiddetin yaratacağı olumsuz gelişmelere karşı duyarlı hale getirilmelidir. Şiddete eğilimi olan ve özellikle deşifre edilmiş bireylere danışmanlık yapmak, psikolojik açıdan tedavi edilmelerini sağlamak için toplum içinde önleyici profesyonel yardım ağı geliştirilmelidir. Konu ile ilgili olarak kesin, açık, caydırıcı ve ağır cezaları öngören özel yasal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Şiddeti önleme çalışmaları artırılmalı, bu çabalara kadın kadar, erkeğin de aktif katılımı sağlanmalıdır. KAYNAKÇA 1. Akyüz, E. (2O12). Çocuk hukuku çocukların hakları ve korunması (genişletilmiş 2. Baskı). Pegem Akademi Yayınevi. Ankara.s, Arın, C. (1996). Kadına yönelik şiddet. Cogito; 6(7): Aslan, H, Avcı A. (1994). Kadınların eşleri tarafından fiziksel istismarı. 3P Dergisi, 2: Bayındır, N. (2010). Aile içinde yaşanan şiddete karşı çocuğun gösterdiği tepkiler. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2 (2): Bilgel, N. (2002). Aile Psikolojisi ve Eğitimi, aile içi şiddet ve çocuk istismarı. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını No:744 Editör: Dursun Gökdağ. Eskişehir. s Edleson, J.L. (1999). Children s witnessing of adult domestic violence. J Interpers Violence, 14: Erbek, E., Eradamlar, N., Beştepe, E., Akar, H., Alpkan, L. (2004). Kadına Yönelik Fiziksel ve Cinsel Şiddet: Üç Grup Evli Çiftte Karşılaştırmalı Bir Çalışma. Düşünen Adam;17(4): Fonagy, P., Target, M. (1995). Understanding the violent patient: the use of the body and the role of the father. Int J Psychoanal, 76: Fawole, O.I. (2008). Economic violence to women and girls. Is it receiving the necessary attention? Travma, Violence & Abuse, 9 (3) :

167 10. Güneş, G., Kaya, M., Pehlivan, C. (2000). Tıp Fakültesi öğrencilerinin ailelerinde kadına yönelik aile içi şiddetle ilgili bir araştırma. Toplum ve Hekim; 15(5): Hürriyet. (2012). Şiddet ve çocuklar. (Erişim Tarihi: ). 12. Heisse, L. (1993). Violence against women; the hidden burden, World Health Statistics Quarterly; 46(1): ICN. (2001). Nuırses, always there for you: United against violence, International Nurses Day, Anti-Violence Tool Kit. 14. Vahip, I. (2002). Evdeki şiddet ve gelişimsel boyutu: farklı bir açıdan bakış. Türk Psikiyatri Dergisi; 13(4): Kaya, Ö.S. (2011). Öğretmen adaylarının çocuk hakları ile ilgili görüşleri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Ana Bilim Dalı, Afyonkarahisar. 16. Kaufman, J., Zigler, E. (1987). Do abused children become abusive parents? Am J Orthopsychiatry; 57: Kitiş, Y. ve Bilgici, S.Ş. (2007). Bir aile içi şiddet olgusu; sır tutma ilkesi ile şiddeti ihbar etme yükümlülüğü arasındaki etik ikilem. Aile ve Toplum: Eğitim-Kültür ve Araştırma Dergisi; Cilt:3, sayı:11 (7-13). 18. Korur, S. (2003). Kadına yönelik şiddete adli tıp açısından yaklaşım. Kadına Yönelik Şiddet ve Hekim Sempozyumu; s Kozlowska, K. ve Hanney, L. (2001). An atr therapy group for children traumatized by parental violence and separation. Clinical Child Psychology and Psychiatry; 6(1): Krug, E.G. (2002). World report on violence and health, Geneva. 21. KSG Müdürlüğü. (2012). Aile içi şiddetle mücadele el kitabı. kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele projesi. T.C. BAŞBAKANLIK Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. (Erişim Tarihi: ) 22. Mcdonald, R., Jouriles, E.N. (1991). Marital aggression and child behaviour problems. Research Findings, Mechanisms, And İntervention Strategies, Behavior Therapist, 14, Güler, N., Tel, H., Özkan Tuncay, F. (2005). Kadının aile içinde yaşanan şiddete bakışı. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 27 (2): Rittersberger, Tılıç H. (1998). Aile içi şiddet; bir sosyolojik yaklaşım 20. yüzyılın sonunda kadınlar ve gelecek. Editor: Oya Çiftçi, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları No: 283, Ankara Shea, C.A. (1997). Breaking through the barriers to domestic violence intervention. American Journal of Nursing; 97(6):

168 26. Stephens, D.L. (1999). Battered women s views of their children. J Interpers Violence, 14: Tamer, Y. ve Gökler, B. (2004). Çocuk istismar ve ihmali: psikiyatrik yönleri. Hacettepe Tıp Dergis; 35, (82-86). 28. T.C Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu.(1995). Aile içi şiddetin sebep ve sonuçları. Yayın No: 86, Ankara. 29. T.C Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. (1997). Aile içinde ve toplumsal alanda şiddet. AAK Yayınları, Ankara, s: Vahip, I, ve Doğanavşargil, Ö. (2006). Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(2): Yaşar, M. (2010). Aile eğitimi erken çocukluk eğitiminde aile katılım çalışmaları. Özel durumlarda aile çalışmaları. 10. Bölüm. Editör: Fulya TEMEL. Anı Yayıncılık, Ankara. s, Yurdakul, M. (1996). Kadın istismarı, şiddet ve hemşirelik. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi; 3(1):

169 KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KÜÇÜK MAĞDURLARI ÇOCUKLAR VE ŞİDDETE TANIK OLMUŞ ÇOCUKLAR İLE ÇALIŞMA Özet Ural NADİR 1 Engin FIRAT 2 Aile içerisinde kadına yönelen şiddet gerek ülkemizde gerekse de dünya ölçeğinde en önemli sorunlardan birisi olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorun, eğitim, gelir, sosyal sınıf, yaşanılan bölge gibi değişkenlere bağlı olarak toplum içerisinde farklılıklar gösterse de hemen hemen dünyanın tamamında yaşanmakta ve mücadele edilmesi için çeşitli planlar programlar ortaya konmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü nün yaptığı araştırmalarda dünya çapında kadınların (ülkelere göre değişiklik göstermek üzere) %15 ile %71 inin hayatlarında en az bir kere fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştır (WHO, 2006). Ülkemizde ise, Hıdıroğlu ve arkadaşları (2006) ile Güler ve arkadaşları (2005) da yaptıkları çalışmalarda eşleri tarafından aile içi şiddete uğrayan kadınların oranlarını %40 olarak bildirmişlerdir. Kadına yönelik şiddet konusu çalışılırken bakış açısı büyük oranda kadın ile sınırlı kalmaktadır. Şiddet faili erkek veya şiddetin küçük mağdurları olan çocuklar ile ilgili çalışmalar çok azdır. Özellikle ev içerisinde sürekli şiddete tanıklık eden çocukların fiziksel, duygusal ve psikolojik rahatsızlıklara daha açık yetiştikleri açıktır. Zerk, Mertin ve Preove (2009), yaptıkları bir araştırmada ev içerisinde şiddete tanıklık eden çocukların, diğerlerine oranla anlamlı biçimde daha fazla travma sonrası stres bozukluğu semptomları geliştirdiklerini ortaya çıkarmışlardır. Stenberg ve arkadaşları (2006) aile içi şiddete tanıklık eden çocuklarda, depresyon, kaygı, saldırganlık, sosyal geri çekilme, risk alma davranışlarında tanıklık etmeyenlere göre anlamlı bir artış bulmuşlar, bu çocukların öz güvenlerinde diğerlerine göre düşüş tespit etmişlerdir. Bunların yanında yine ev içi şiddete tanıklık eden çocukların fiziksel, zihinsel gelişmelerinde ve sosyal uyumlarında sorunlar tespit edilmiştir (Adams, 2006). Yine KGSM (2008) raporunda şiddet gören annelerin çocuklarının görmeyenlere göre daha fazla kabus görme, altını ıslatma, çekingen, içine kapanık olma, hırçınlaşarak ağlama, ve saldırgan olma gibi davranış sorunlarının yaşadığı belirtilmiştir. Bildirimizde bir yandan aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki olası sonuçları tartışılırken diğer yandan başta kadın sığınmaevlerinde olmak üzere bu çocuklarla yapılabilecek çalışmalarla ilgili olarak çeşitli noktaların altı çizilecektir. Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Aile İçi Şiddet, Sosyal Hizmet 1 Uzman Psikolog, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara Aile Danışma Merkezi (uralnadir@gmail.com) 2 Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi (enginfirat2@gmail.com) 690

170 CHILDREN AS SMALL VICTIMS OF VIOLENCE AGAINST WOMEN AND SOCIAL WORK WITH CHILDREN WHO WITNESSED VIOLENCE Abstract Family violence against women is one of the most important social problems both in Turkey and world. Even though this problem may vary in a society according to education, income, social class and residing, it exists almost in entire world and several programs are being made to overcome this problem. In research made by World Health Organization it appears that even relatively different in countries, from 15% to 71% of women around the world experience physical or sexual partner violence, or both, in their lifetime (WHO, 2006). In Turkey, Hıdıroğlu et al. (2006) and Güler et al. (2005) found that 40% of women experience family violence by their spouse. In analysing violence against women, research s focus generally remains limited to women only. There are very few researches about men as violence perpetrator or children as small victims of violence. It is obvious that children who always witness family violence grow up with possibility of having physical, psychological disabilities and emotional disturbance. Zerk, Mertin and Preove (2009) found that children who witnessed family violence have significantly more symptoms of posttraumatic stress disorder than others. Stenberg et al. (2006) found the significant increase of depression, anxiety, aggression, social isolation (withdrawal) and risk behaviour in children who witnessed family violence more than children who did not witness family violence. Also they found that children who witnessed family violence have lower self-esteem than others. Besides problems in physical and mental development and social cohesion of children who witnessed family violence have been found (Adams, 2006). In report by KSGM (2008) it is stated that children of women who experienced violence have more behavioral problems such as having a nightmare, enuresis, being shy, being withdrawn, being aggressive and crying than children of women who did not experience violence. In this paper, on the one hand the possible outcomes of family violence on children will be discussed and on the other hand the principles of social work with these children espacially who stay in battered women s shelter will be emphasized. Key Words: Violence Against Women, Family Violence, Social Work 691

171 1. GİRİŞ Aile toplumun en temel birimi ve aile bireyleri için önemli bir sosyal destek sistemidir. Ancak aile sistemi her zaman işlevsel olmayabilir. Aile sisteminin işlevsiz olduğu durumlarda bireyler bu durumdan olumsuz etkilenmektedirler. Aile sistemi birbirini etkileyen ve birbirinden etkilenen bireylerin kan bağıyla bir arada bulunduğu bir etkileşimler bütünü olarak nitelendirilebilir. Aile içinde meydana gelen sorunlar, aile sisteminin parçası olan küçük sistemleri derinden etkilemektedir. Kadına yönelik aile içindeki şiddet hem aile birliğini hem ebeveynlik sistemini hem de önemli alt sistemler olan kadın ve çocukları derinden etkilemektedir. Kadına yönelik aile içi şiddetin bir diğer önemli mağdurlarından birisi çocuklardır. Ulusal ve uluslararası literatür aile içindeki şiddeti araştırırken genellikle kadına odaklanmaktadır. Ancak şiddeti gözlemleyen ve şiddet mağduru olan çocuklar da araştırma kapsamına alınmalıdır. Zira kanımızca, aile içinde şiddete tanık olan çocuğun şiddeti içselleştirmesi ve şiddet döngüsünün ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Aile içi şiddete tanık olmuş çocuklarda ortaya çıkan davranış bozuklukları kadına yönelik şiddetin en önemli sonuçlarından bir tanesidir. Çocuğun şiddet ortamında büyümesi hem belirli davranış problemlerinin ortaya çıkmasına hem de çocuğun şiddeti içselleştirerek kendi yaşam döngüsünde şiddete başvurmasına neden olabilmektedir. Kadının hamilelik döneminde şiddete maruz kalması düşük, erken doğum, fiziksel ve zihinsel engelli çocukların dünyaya gelme riskini artırmaktadır. Aile içinde şiddete maruz kalan ya da tanık olan çocuk duygusal, bilişsel ve davranışsal açıdan çeşitli sorunlara sahip olabilmektedir. Aile içi şiddetin yaygın olduğu evde büyüyen çocuklarda depresyon, isyankarlık, içe kapanma ve aşağılık duygusu yaşama gibi özellikler gelişebilir. Şiddeti içselleştiren çocuklar saldırgan, intihar eğilimli, madde bağımlısı, suça itilen ve gelecekte kendi çocuklarını ihmal ve istismar eden bireylere dönüşebilmektedirler (Yıldız, 2007 den akt. KSGM, 2008:41). Ayrıca Altınay ve Arat a göre (2007 :110) çocukken tanık olunan ya da maruz kalınan şiddetin erkeklerde şiddet uygulama, kadınlarda da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat artırmaktadır. Kadına yönelik şiddet en önemli sosyal sorunlardan bir tanesidir. Son yıllarda bütün dünyada ve özellikle Türkiye de kadına yönelik şiddetin önemli oranda arttığına tanık olmaktayız. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir nedeni olarak ortaya çıkan kadına yönelik şiddetin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Esasında şiddet, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası nın bütün vatandaşlara tanıdığı insanca muameleye tabi tutulma hakkının (Altınay ve Arat, 2007:11) ve kadının insan haklarının (KSGM, 2008:.8) ihlalidir. Bu nedenle kadına yönelik aile içi şiddet, cinsiyet eşitsizliğine dayalı bir insan hakları ihlali olarak nitelendirebilir. Kadına yönelik şiddet farklı bakış açılarından ele alınabilir. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü (2002) kadına yönelik şiddeti öncelikle bir sağlık sorunu olarak ele almaktadır. Dünya Bankası (1993) raporuna göre yaş arası kadınların karşılaştıkları aile içi şiddetin olumsuz sonuçları (sürekli sakatlık veya ölüm) en az kanser veya trafik kazaları sonucu oluşabilecek ölüm ve sakatlıklara denk düşmektedir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü nün yaptığı araştırmalara göre dünya çapında kadınların ülkelere göre değişiklik 692

172 göstermekle birlikte %15 ile %71 inin hayatlarında en az bir kere fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştır (WHO, 2006). Türkiye de ise bu oranın %25 ile %30 arasında değiştiği belirtilmektedir (KSGM, 2008, s.9). Hıdıroğlu ve arkadaşlarının (2006) İstanbul da yaptıkları sağlık ocağı tabanlı bir çalışmada araştırmaya katılan kadınların %40.4 ü eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca katılımcıların %76.7 si çocuklarına fiziksel şiddet uyguladıklarını belirtmişlerdir. Güler ve arkadaşlarının (2005) Sivas ilinde yaş arası kadınlarla yaptıkları bir çalışmanın sonuçlarına göre kadınların %40.7 si aile içi şiddete maruz kalmaktadır. Araştırmaya katılan kadınlar, şiddetin en çok kadınlara ve çocuklara uygulandığını belirtmişlerdir. Kadınların %56.9 u şiddeti fiziksel şiddet olarak tanımlamıştır. Ayrıca kadınların %47.4 ü şiddeti sözel, %21.4 ü duygusal şiddet olarak tanımlarken, şiddeti ekonomik ya da cinsel olarak tanımlayan olmamıştır. Altınay ve Arat ın (2007:79) yaptıkları bir araştırmaya göre hayatı boyunca eşi tarafından en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı Türkiye genelinde %35, Doğu Anadolu Bölgesi örnekleminde ise %40 olarak bulunmuştur. Aile içi şiddete yönelik araştırmalarda odak genellikle kadın olmaktadır. Ancak kadına yönelik şiddet, küçük mağdurlar olan çocuklar boyutundan da ele alınmalıdır. Bu makalenin amacı kadına yönelik aile içi şiddeti, şiddetin çocuk gözünden okunuşunu ve mağdur çocuklarla sosyal hizmet çalışmasının ilkelerini tartışmaktır Şiddet Kavramı 2. ŞİDDET Şiddet, tanımlayan kişiler ve bu kişilerin amaçlarına göre farklılıklar gösterse de bireyin ruhsal ve fiziksel yönden zarar görmesine neden olan hareketler bütünü olarak nitelendirilebilir. Dünya Sağlık Örgütü ne göre (2002:4) şiddet, fiziksel güç ya da kuvvetin, amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara veya fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim sorunlarına ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da gerçekten kullanılmasıdır. Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için şiddetin bütün yönleriyle tanımlanması gerekmektedir. Bu amaçla, Birleşmiş Milletler e (1993) göre kadına yönelik şiddet, ister kamusal ister özel yaşamda meydana gelsin kadınlara, fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü eylemdir. Dünya Sağlık Örgütü nün Sağlık ve Şiddet konulu raporunda (2002:13-25) şiddet, eylemin gerçekleştirildiği kişiler açısından 3 kategoride sınıflandırılmıştır. Buna göre; kendine yönelik şiddet, kişilerarası şiddet ve kolektif şiddet olmak üzere 3 çeşit şiddet vardır. En yaygın olan ve genellikle ev içinde meydana gelen aile içi şiddet kişiler arası şiddet kategorisine girmektedir. Bu nedenle aile içi şiddet, şiddet içeren davranış ve eylemlerin aile içinde gerçekleşmesidir. Aile içi şiddet büyük oranda kadın ve çocuklara nadiren de yaşlılara yönelik olmaktadır (Aktaş, 2006). Aile içi şiddet genellikle erkek tarafından kadına uygulanan şiddet olarak görülmektedir (Page ve İnce, 2008:83; Hıdıroğlu ve arkadaşları, 2006). Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel 693

173 veya psikolojik zarar görmesiyle ya da acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan hareketlerdir (KSGM, 2008:12). Şiddet kavramının tanımlanması ve önlenmesindeki en önemli etmenlerden birisi şiddete maruz kalan kadınların şiddete dair bakış açılarıdır. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından yapılan Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları (1995:158) çalışmasında şiddete maruz kalan kadınların büyük bir kısmının şiddeti kavramsal olarak normalize etme eğiliminde oldukları bulunmuştur. Güler ve arkadaşlarının (2005) yaptıkları çalışmada ise kadınların %58.8 i aile içi şiddeti artıran en önemli nedenin ekonomik yetersizlik olduğunu belirtmişlerdir. Ancak Türkiye de Kadına Yönelik Şiddet (Altınay ve Arat, 2007:74) araştırmasının sonuçlarına göre görüşülen on kadından dokuzu haklı görülebilecek dayak yoktur demiştir. Bu araştırmada bazı durumlarda erkekler eşlerini dövebilir diye düşünen kadınların oranı Türkiye örnekleminde %11 dir. Bu yönüyle adı geçen çalışma çarpıcı sonuçlar ortaya koymaktadır Şiddetin Nedenleri Şiddetin nedenlerinin belirlenmesi aslında şiddetin tanımlanması sorunu ile ilgilidir. Türkiye de şiddetin bir terbiye yöntemi olarak algılanması, bunun hem aile içinde hem de kamusal yaşamda meşru olarak görülmesine, şiddetin hem yeniden üretilmesine hem de gizlenmesine yol açmaktadır (Ateş, 1991 den akt. Aile Araştırma Kurumu, 1995:.3). Şiddetin nedenleri çok çeşitlidir. Birden fazla risk etmeninin kendi içinde etkileşime girerek aile içi şiddeti ortaya çıkardığı bilinmektedir. Bu nedenle aile içi şiddeti önlemek aynı zamanda yasal, sosyal, ekonomik ve kişisel bir çok etmene müdahale etmeyi gerektirir (Page ve İnce, 2008:89). Eşler arasında yaşanan şiddet ile bireylerin kendi yaşam öykülerindeki şiddeti ilişkilendiren önemli çalışmalar bulunmaktadır. Vahip ve Doğanavşargil (2006) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, kişinin fiziksel şiddet öyküsü ile kendi çocuğunun ihmal ve istismarı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Bu ilişkiyi en iyi açıklayan kuram Sosyal Öğrenme Kuramıdır. Bu kurama göre kadınlara uygulanan şiddet strese karşı öğrenilmiş bir tepkidir. Kişi, şiddeti stresle başa çıkma yöntemi olarak öğrenir. Kişi, ebeveynler arasındaki şiddetin tanığı ya da mağduru olarak şiddeti öğrenir (Bandura, 1973, 1977 den akt. Page ve İnce, 2008:84). Bu çerçevede sosyal öğrenme kuramı şiddete tanık olmuş ya da şiddet mağduru olan çocuklarla sosyal hizmet müdahalesinin gerekçesini ortaya koymaktadır. Dünya Sağlık Örgütü nün (2002:9) raporunda şiddet, biyolojik, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik faktörlerin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu karmaşık bir olgu olarak nitelendirilmektedir. Raporda ayrıca şiddetin nedenlerinin anlaşılabilmesi için ekolojik modelin kullanıldığına tanık olmaktayız. Ekolojik model şiddetin çok yönlü anlaşılabilmesi için işlevsel sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu model şiddete ilişkin risk faktörlerini 4 ayrı kategoriye ayırmaktadır. Bunlar sırasıyla kişisel, ilişkisel (aile), örgütsel ve toplumsal kategorilerdir. İlk aşama olan kişisel (individual) aşamada kişinin biyolojik özellikleri ve şiddet içeren yaşam öyküsü bireyin davranışlarını 694

174 etkilemektedir. Örneğin kişinin yaşı, eğitim durumu, geliri, ruhsal bozuklukları, madde kullanımı, kendi yaşam öyküsünde ihmal ve istismara uğrama durumu bireyin şiddet içeren davranışlarda bulunmasını etkilemektedir. İkinci aşama olan ilişki (relationship) aşamasında kişinin ailesiyle, arkadaşlarıyla ve akranlarıyla olan ilişkisine odaklanılmakta ve bu ilişkilerde şiddet davranışını içeren unsurlar göz önünde bulundurmaktadır. Örneğin şiddet içeren akran gruplarına üye olan ergenlerde şiddeti uygulama ya da şiddet mağduru olma eğilimi artabilir. Üçüncü aşama olan örgütsel (community) aşamada kişinin okul, işyeri ve komşuluk ilişkilerini göz önünde bulundurarak şiddet davranışını artıran etmenler belirlenmeye çalışılır. Son aşama olan toplum (societal) aşaması diğer aşamalara göre daha geniş bir alanı ifade eder. Bu aşamada şiddet unsuru içeren sosyal ve kültürel faktörler değerlendirme kapsamına alınır. Bütün bu olgular çerçevesinde şiddeti meydana getiren tek bir unsurdan değil, birçok faktörün etkileşiminden bahsedebiliriz. Bir başka çalışmada UNICEF (2003:7) aile içinde kadına yönelik şiddeti ortaya çıkaran risk etmenlerini, ekolojik modele benzer bir biçimde bireysel faktörler, ilişki faktörleri, yakın çevreye ilişkin faktörler ve toplumsal faktörler olmak üzere 4 temel kategoride açıklamaktadır. Bireysel faktörler arasında eşlerin erken yaşta evlenmeleri, kişilik bozukluğu, düşük gelire sahip olma, çocukken şiddete tanık olma ya da maruz kalma sayılabilir. İlişki faktörleri arasında evlilikte çatışma, problemleri çözememe, aile sisteminin işlevsiz olması sayılabilir. Yakın çevreye ilişkin faktörler arasında yakın çevrenin şiddeti normalize etme eğiliminde olması ve yakın çevrenin aile içi şiddete karşı yaptırımlarının yetersiz olması sayılabilir. Toplumsal faktörler arasında ise geleneksel cinsiyet eşitsizliği ve şiddeti destekleyen sosyal normlar sayılabilir Aile İçi Şiddetin Türleri Şiddet genelde 3 ayrı kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kişinin kendisine yönelik şiddet, kişiler arası şiddet ve kolektif şiddettir. Aile içi şiddet, kişiler arası şiddet kategorisi altında bulunmaktadır. Ayrıca aile içi şiddet başlığı altında 3 ayrı şiddet mağduru saptanabilir. Bunlar kadınlar, çocuklar ve yaşlılardır (WHO, 2002:5). Kadına yönelik aile içi şiddet 5 kategori altında toplanabilir. Bunlar, fiziksel şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet, sözel şiddet ve psikolojik ve sosyal şiddettir (Aktaş, 2006) Fiziksel Şiddet Aile içi şiddetin en fazla görülen biçimlerindendir. Öyle ki bazı araştırmalarda kadınlar diğer şiddet türlerinden bahsetmemiş ve sadece fiziksel şiddeti, kadına yönelik şiddet olarak değerlendirmişlerdir. Güler ve arkadaşlarının (2005) yaptıkları çalışmada kadınların cinsel ve ekonomik şiddeti ifade etmemeleri çarpıcı bir sonuçtur. Kuşkusuz bu durumun nedenlerinden birisi kadınların şiddet bakış açıları ve toplumun şiddet olgusunu yeniden üretmesidir. Fiziksel şiddet tokat atmak, dövmek, vurmak, kemiklerini kırmak, duvara vurmak, saç çekmek, tekmelemek, bıçak çekmek, yaralamak, yakmak, boğazlamak, 695

175 silahla yaralamak, sarsmak, öldürmeye kalkışmak şeklinde ortaya çıkan şiddet davranışıdır (KSGM, 2008:16) Cinsel Şiddet Kadının hoşlanmadığı tarzda sözle taciz, şaka ve dokunma, kadını cinsel ilişkiye zorlama, aşırı kıskançlık, cinsel suçlamalar, kadının grup sekse ya da anal sekse zorlanması, ilişki sırasında acı veren obje kullanımı, pornografik dergi ya da filmlerdeki yaşantıları kadına zorla yaşatma, fuhuşa zorlama, cinsel yaşamda kadını aşağılayıcı davranışlarda bulunma, ensest ilişkiye zorlama gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet biçimidir (Aktaş, 2006). Cinsel şiddet kapsamına kız çocuklarının doğmadan ya da doğduktan sonra öldürülmeleri, erken evlendirilmeleri, kadın sünneti uygulaması, erken gebeliklerin yaşanması ve korunmanın engellenmesi, namus bahanesiyle kadına yönelik suç işlenmesi de girmektedir. Ayrıca Türkiye de bazı bölgelerde yaşanan beşik kertmesi, başlık parası, berdel, kuma, yaşlı erkeklerle genç kızların evlendirilmesi gibi uygulamalar da cinsel şiddet kapsamına girebilir (KSGM, 2008:18) Ekonomik Şiddet Evin masraflarını karşılamamak, aile bireylerine gerekli harçlığı vermemek, kadının çalışmasına izin vermemek, çalışan kadının elinden parasını almak, geliri kadından saklamak, kadının mal/mülkünü kontrol etmek, harcamaları kontrol etmek, para yönetimi konusunda eleştirmek, erkeğin gelirini kendi özel zevkleri için kullanarak aile gelirinden kısıntı yapması gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet türüdür Sözel Şiddet Aşağılayıcı sözler söylemek, zaafları ile dalga geçmek, aşırı genellemeler yapmak, suçlamak, küfür etmek, küçük düşürmek, hakaret etmek, yüksek sesle bağırmak kadını çelişki içinde bırakmak, kadının özgüveninin yitirmesine neden olmak, korkutmak, ruhsal açıdan zedelemek, çocukları vermemekle tehdit etmek ya da kadının sosyal ve meslek yaşamını bozmakla tehdit etmek biçiminde görülen şiddet türüdür (KSGM, 2008:17) Psikolojik ve Sosyal Şiddet Kadınla doğrudan iletişimi kesmek, konuşmamak, surat asmak, kadının kendisini ifade etmesini, görüş ve düşüncelerini belirtmesini engellemek, duygusal sömürü yapmak, imalı konuşmak, kadının sosyal hayatını katı kurallarla kısıtlamak, kendisine olan güvenini ve saygısını düşürmeye neden olmak, sürekli eleştirmek, çevresiyle bağlarını kopartmak, sürekli kontrol altında tutmak, ailesi ve arkadaşları ile görüşmesini engellemek, herkesin önünde aşağılayıcı konuşmak, utandırmak, ruhsal hasta olduğunu söylemek, çirkin ve işe yaramaz olduğunu söylemek, çocuğu kadına karşı olumsuz etkilemek gibi biçimlerde ortaya çıkan şiddet biçimidir (KSGM, 2008:19). 696

176 3. ŞİDDET VE ÇOCUK 3.1. Aile İçi Şiddetin Çocuk Üzerinde Etkileri Aile içi şiddetin kadına olan etkisi yukarıda da anıldığı üzere literatürde uzun süredir ve sıkça araştırılan bir konu olmasına rağmen, şiddete tanık olmanın çocuklar üzerindeki duygusal, fiziksel ve psikolojik sağlığına olan etkileri daha az araştırılmış ve raporlaştırılmıştır. Bu konu her ne kadar ertelenmiş olsa da günümüzde daha sık araştırılmaya başlanmış olup, elimizde aile içi şiddete maruz kalmanın da şiddete tanıklık etmenin de çocukların fiziksel, duygusal ve psikolojik sağlıklarına olumsuz etkileri konusunda belli bir bilgi birikimi oluşmuş durumdadır. Stenberg ve arkadaşları (2006) aile içi şiddete tanıklık eden çocuklarda, depresyon, kaygı, saldırganlık, sosyal geri çekilme, risk alma davranışlarında tanıklık etmeyenlere göre anlamlı bir artış bulmuşlar, bu çocukların öz güvenlerinde diğerlerine göre düşüş tespit etmişlerdir. Bunların yanında yine ev içi şiddete tanıklık eden çocuklarda fiziksel, zihinsel gelişmelerinde ve sosyal uyumlarında sorunlar tespit edilmiştir (Adams, 2006). Smith, Berthelsen, ve O Connor, (1997) 3-6 yaş arasında aile içi şiddete uğrayan çocukların yüzde 42 sinin klinik bir müdahale gerektirecek düzeyde ruh sağlığı bozuklukları geliştirdiklerini aktarmışlardır. Zerk, Mertin ve Proeve (2009), 60 çocuk üzerinde yaptıkları bir araştırmada aile içi şiddet gören çocukların PTSD semptomları gösterdiğini ve bunun yanında özellikle şiddet yaşantısı olan ailelerde annenin ruhsal durumunun çocukların ruh sağlıkları üzerinde etkisi olduğunu bulmuşlardır. Travma sonrası stres bozukluğu tanısı çocuklarda da DSM IV tanı ölçütlerine göre konmaktadır. Her ne kadar literatürde çocuklar için ayrıca bir tanı sistemine ihtiyaç duyulduğu ve çocuğun bilişsel yeteneklerine de bağlı olarak yaşadıklarını tam anlatamayacağı ileri sürülmüşse de halen çocuk kliniklerinde DSM IV tanı ölçütleri kullanılmaya devam etmektedir. DSM IV kişinin yaşamını ve fiziksel bütünlüğünü tehdit eden bir travmayı yaşaması ya da buna tanık olması sonucunda gelişen bilişsel, duygusal, davranışsal ve sosyal bozuklukları içeren psikiyatrik belirtileri tanımlamaktadır. DSM-IV e göre TSSB tanısının konulabilmesi için yeniden yaşanan belirtilerden en az bir ölçütün, kaçınma ve genel tepki düzeyinde azalma belirtilerinden en az üç ölçütün ve aşırı uyarılmışlık belirtilerinden en az iki ölçütün karşılanması gerekmektedir. Yorbık, Dikkatli, Cansever ve Söhmen (2001) özellikle çocuklarda ve ergenlerde tanı ölçütlerine ilişkin tartışmalarla beraber bu ölçütlerin tamamı karşılanmasa bile çocuğun işlevselliğindeki eksilmeye de bakılarak bir müdahale planı çıkarılmasının önemli olduğundan bahsetmişlerdir. Deboard-Lucas ve Grych (2011) aile içi şiddete tanık olan 7-12 yaş arası çocuklar üzerinde yaptığı bir araştırmada çocukların büyük oranda mutsuzluk ve öfke yaşadıkları, büyük bölümünün olaylar başladıkta sonra kendilerini geri çektiği, üçte birlik bir kısmın ise bu çatışmalı ortamı gidermek için bir şeyler yapmak istedikleri ayrıca sadece çocukların üçte birinin de mağdurun şiddeti provoke ettiğini düşündüklerini ortaya koymuştur. 697

177 Bütün olarak bakıldığında aile içi şiddete tanık olan çocuklarda genel olarak okul problemleri, konsantrasyon bozuklukları, saldırganlık, suçluluk, gelişim bozuklukları, sosyal becerilerde eksiklik, özgüven sorunları, kaygı bozuklukları, depresyon gibi psikolojik sorunların, baş ağrısı, karın ağrısı, uykusuzluk, yeniden alt ıslatma gibi psikosomatik belirtilerin ve şiddet gören anneyi koruma davranışına bağlı olarak veya annenin hamilelik döneminde veya emzirme döneminde gördüğü şiddete bağlı olarak çeşitli fiziksel sıkıntıların geliştiği ifade edilebilir. Bunun yanında bu çocukların sosyal olarak yoksulluk, cinsel istismar, sokak yaşantısı gibi konularda da risk altında oldukları bilinmektedir. Ayrıca şiddet yaşantısı içinde yetişen çocukların şiddeti kendi yaşantılarına aktarmaları girişte de anlatıldığı üzere sıkça görülen bir durum olarak karşımıza çıkmakta, bu da belli bir noktada bu döngünün mutlaka kırılması gerektiğini bizlere göstermektedir Aile İçinde Şiddete Tanıklık Eden Çocuk İle Çalışma Yukarıda da tartışıldığı gibi aile içinde şiddetin birebir mağduru olan da, şiddete sadece tanıklık eden çocuk için de çocukla ilk karşılaşıldığı andan itibaren yapılacak çalışmalar, çocuğun sonraki ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir. Bu konuda öne çıkan mekânlar kadın sığınma evleri ve çocuk ergen ruh sağlığı birimleridir. Özellikle birebir şiddet gören kadınlarla ve bu kadınların yine şiddet görmüş veya şiddete tanıklık etmiş çocukları ile çalışan kadın sığınma evlerinde çocuklarla neler yapılabileceği oldukça önemlidir. Dünyadaki çeşitli örneklere bakıldığında Kadın Sığınma Evlerinin gerek mekânsal planlanması gerekse de personel planlanması sırasında verilecek hizmetlerin önemli bir ayağının çocuklara verilecek destek hizmetleri olduğu akılda tutulmaktadır. Örneğin bir sığınma evi planlanırken çocukların birlikte vakit geçirebileceği, yaş dönemlerinin özelliklerine göre planlanmış oyun odalarının varlığı bir yandan çocukları diğer yandan çocuğu ile sığınma evi ne gelmiş olan kadınları rahatlatmaktadır. Bunun yanında sığınma evlerinde çocuk ile çalışacak, bu konuda eğitimli personel istihdamı dünya örneklerinde en dikkat edilen konular arasındadır. Çocukların aile içindeki şiddeti ne biçimde anlamlandırdıkları da hem çocukların geliştirdiği davranış problemleri hem de müdahale biçimleri için etkili olacaktır. Özellikle aile içi şiddete tanık olan çocuğun ailenin sürekliliği açısından gördüğü risk ve şiddetin düzeyi arttıkça çocukta daha fazla içselleştirme sorunları görmek mümkün olmaktadır (Depresyon, kaygı vb.). Tüm bunları tartışırken elbette şiddetin sonuçlarına etki eden çeşitli faktörlerden de bahsetmek gerekir: Peled e göre (1995) şiddete tanıklık eden çocukların yaşı, cinsiyeti, gördüğü ve ya tanıklık ettiği şiddetin derecesi, çocuğa yönelik ana baba tutumları, içinde yetiştiği kültür, gibi değişkenlerin de, çocukların ne derecede risk altında olduklarını ve uzun dönemli ruh sağlıklarını etkilemektedir. Bu noktada özellikle ailesi içerisinde şiddet yaşantısı olan çocuklarda koruyucu faktörlere baktığımızda: Çocuğun öz nitelikleri, Olumlu- nitelikli anne çocuk ilişkileri, 698

178 Çocuğun güvenilir olarak kendini ifade edebileceği farklı ortamların bulunup bulunmadığı, Özellikle ergen çocuklar için iletişim gruplarının çocuklar için şiddet yaşantıları sırasında ve sonrasında çocukların ruh sağlıkları açısından önemli koruyucu etkileri olduğu bilinmektedir. Öncelikle yapılacak olan müdahalelerde çocuğa hasta damgası vurmadan çocukla çalışmak en önemli faktörlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için çocuğu mümkün olduğunca klinik ortamlardan uzak tutmak çocuk açısından olumlu değerlendirilebilir. Bunun yanında bu çocuklarla çalışacak olan meslek elemanlarının müdahale planlarını hazırlarken çocukların yaşlarını, cinsiyetlerini, içinde yetiştikleri kültürel yapıları değerlendirmeleri ve buna göre hareket etmeleri, ayrıca bu profesyonellerin mutlaka travma konusunda ve gelişim psikolojisi konusunda yetkin olmaları verilecek hizmetin kalitesini doğrudan etkileyecektir. Bu konu ayrıca grup çalışmalarında dikkat edilmesi gerekenler konusunda da karşımıza çıkmaktadır. Aile içi şiddete tanıklık eden veya doğrudan şiddet gören çocuklarla çalışma yürütülürken üç temel amaçtan bahsetmek mümkündür. Bunların birincisi çocuğun yaşadığı olaylara ilişkin duygularının alınmasıdır. Bu ilk etapta çok kolay bir süreç olmayabilir. Çoğu çocuk için evde yaşananlar bir aile sırrı olarak saklanılması istenilen olaylardır. Bu nedenle, birazdan da tartışacağımız grup çalışmalarının etkili olduğu bilinmektedir. Çocuk ile yapılan çalışmadaki bu ilk müdahale, bu duygusal durum ile çocuğun birlikte yaşamasını öğretmeye dönük bir adımdır. İkinci aşamada çocuğun ilişkileri üzerinde çalışılmaya başlamak gerekmektedir. Bu noktada çocuğa yeni ve olumlu iletişim kalıpları öğretmek, sosyal ilişkilerini geliştirmek, çocuğun yaşadığı travmalardan dolayı kaybettiği özgüvenini geliştirmek temel amaçtır. Yine bu aşamada çocuk için olumsuz bir noktada olan cinsiyet rollerinin (özellikle erkek rolü) yeniden ve olumlu bir biçimde inşası gerekmektedir. Her ne kadar sığınma evleri ile ilgili literatürde bu konu tartışmalı da olsa buralarda çalışacak olumlu özelliklere sahip birer erkek personelin çocuklar üzerinde oldukça olumlu etkileri olacağı tarafımızdan da düşünülmektedir. Son aşamada ise çocuğun kendisini korumasını öğretmek ve yeni bir sosyal çevre geliştirmek ana amaçtır. Aile içinde şiddet gören veya aile içinde şiddete şahit olan çocuklara yapılacak olan müdahalelerde bireysel çalışmalar ve grup çalışmaları literatürde etkinliği kanıtlanmış iki ana başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireysel müdahalelere baktıüımızda, örneğin, bilişsel davranışçı müdahalelerin etkinlik açısından öne çıktığı literatürde gösterilmektedir. Bu müdahalelerde çocukların kendilerini ifade etmeleri için güvenlikli bir ortam yaratılmasının önemi ayrıca çeşitli çalışmalarda vurgulanmıştır (Graham-Bermann, 2001; Deboard-Lucas ve Grych, 2011). Bağlanma kuramı günümüz ruh sağlığı alanında önemli bir yer tutmaktadır. Bu noktadan değerlendirildiğinde erken yaşlarda güvenli bir bağlanma ortamı bulamayan 699

179 çocuklar için ileriki yaşlarda geliştirecekleri ilişkiler ve ruh sağlıklarının gelişiminin oldukça risk altında olduğunu ifade etmek gerekir. Bunun yanında çocukların hangi yaşlarda şiddet gördüğü veya şiddete tanıklık ettiği de yaşayacağı riskler açısından önemlidir. Karataş, Şener ve Otaran (2008:91) şiddete tanıklık etmiş çocuklarla çalışırken oyun un önemine vurgu yapmışlardır. Oyun aracılığı ile çocuğun yaşadıkları daha rahat öğrenilebilir, duyguları alınabilir ve çocuğa yeni beceriler öğretilebilir. Bunun yanında boyama ve sanat terapisi ve müzik terapisi gibi farklı yaklaşımların da çocuk üzerinde etkili olduğundan bahsedilmektedir (Aydın, 2010 : 40). Çocuklarla yapılacak bireysel çalışmaların yanında grup çalışmaları da oldukça etkilidir (Graham-Bermann, 2001; Deboard-Lucas ve Grych, 2011). Çocuklarla yapılacak bir grup çalışmasının avantajlı taraflarına bakıldığında aynı yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da yaşadıkları sorunun sadece kendi başlarına gelmediğini fark etmeleri belki de en önemli konudur. Bunun yanında çocuğun grupla birlikte öğrendiği iletişim kalıpların grubun düzeni, grubun çocuğa kendisini ifade etmesi için sunduğu güvenli ortam grubun artı özellikleri arasında sayılabilir. Son olarak grup çalışması bir seferde birçok çocuğa ulaşma imkânı verdiğinden grup çalışmaları bizler gibi kısıtlı personelle çok fazla hizmet üretilmesi beklenen ülkelerde oldukça ekonomik bir yöntemdir. Grup çalışmalarında daha önce de bahsettiğimiz gibi farklı değişkenlerin göz önüne alınması çalışmanın etkinliğini doğrudan etkileyecektir. Örneğin cinsiyet oldukça önemli bir faktördür. Çocuğun kız ya da erkek oluşu, kafasındaki toplumsal cinsiyet kalıplarına göre bir çalışma yürütmemiz açısından önemlidir. Bunun yanında çocuğun içinde yetiştiği kültürel arka planı yine toplumsal cinsiyet algıları açısından etkilidir. Son olarak çocuğun yaşı, yaş dönemine özgün ihtiyaçları göz önüne alınmadan yapılan bir çalışmanın sonuçsuz kalması ihtimal dâhilindedir. 4. SONUÇ Kadına yönelik şiddet gerek ülkemizde gerekse de Dünya nın birçok bölgesinde en önemli toplumsal sorunlardan birisi olarak karşımızda durmaktadır. Geldiğimiz noktada bu sorunun tek parçasının kadın olmadığı, bunun yanında sorunu ister şiddet görsün, ister sadece şiddete tanıklık etsin çocukların da, şiddeti uygulayan failin de sorunun birer parçası olduğu, özellikle çocukların bu sorundan ciddi biçimde etkilendikleri görülmeye başlanmıştır. Şiddet gören ve/veya şiddete tanıklık eden çocuklarla yapılan çalışmaların büyük bölümü hali hazırda dünyanın birçok bölgesinde kadın sığınma evlerinde yürütülmektedir. Bunun kendi içinde çeşitli olumlu yanları olsa da sığınma evlerinin yapısına bağlı olarak çocuklar üzerinde bu mekânların çeşitli olumsuz etkilerini de gözlemek mümkündür. Bu nedenle sığınma evlerinin yapılandırılması sırasında her aşamada konuya çocuk merkezli yaklaşmak çok önemlidir. 700

180 Bu noktada özellikle sığınma evlerinde çocuklarla yürütülecek çalışmalar çocuğun hâlihazırda yaşadığı ve ilerideki hayatında yaşaması muhtemel sorunların çözümü için hayati önem taşımaktadır. Aile içi şiddete tanıklık eden çocuklarla yapılacak çalışmaların çocuğun yaşına, cinsiyetine, kültürel değerlerine, şiddet görüp görmediğine ve diğer bireysel özelliklerine göre yapılandırılması alınacak sonucu doğrudan etkileyeceği gibi şiddetin nesilden nesile aktarımının şiddetin yaygınlığı açısından önemi düşünüldüğünde, bu çocuklarla nitelikli bir çalışma yapılmasının daha da büyük bir önem taşıdığı net bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. KAYNAKÇA Adams, C. M. (2006). The consequences of witnessing family Violence on children and implications for family counselors. The Family Journal, 14, Aktaş, A. (2006). Aile İçi şiddet: Kadının ve Çocuğun Korunması. İstanbul: Elma Yayınevi. Altınay, A. & Arat, Y. (2007). Türkiye de Kadına Yönelik Şiddet. TÜBİTAK Tarafından Desteklenen Projenin Raporu. Aydın, S. (2010). Sığınmaevi ve Danışma Merkezi Çalışanları İçin Mağdrlarla İletişim, Danışmanlık ve Krüz Yönetim Rehberi. Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü: Ankara Deboard-Lucas, R. L. & Grych, J. H. (2011). Children s Perceptions of Intimate Partner violence: Causes, Consequences, and Coping. Journal of Family Violence, 26, Graham-Bermann, S. A. (2001). Designing intervention evaluations for children exposed to domestic violence: Applications of research and theory. In S. A. Graham- Bermann & J. L. Edleson (Eds.), Domestic violence in the lives of children (pp ). Washington, DC: American Psychological Association. Güler, N., Tel, H., & Tuncay, F. Ö. (2005). Kadının Aile İçinde Yaşanan Şiddete Bakışı. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 27, Hıdıroğlu, S., Topuzoğlu, A., Ay, P., & Karavuş M. (2006). Kadın ve Çocuklara Karşı Fiziksel Şiddeti Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi: İstanbul'da Sağlık Ocağı Tabanlı Bir Çalışma. New Semposium Journal. 44, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2008). Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması. Karataş, S., Şener, Ü., & Otaran, N. (2008) Kadın Sığınmaevleri Kılavuzu. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü: Ankara Page, A. Z. & İnce, M. (2008). Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme, Türk Psikoloji Yazıları, 11(22),

181 Peled, E,& Davis, D, (1995). Current knowledge about children of battered women, in E Peled and D Davis, eds, Groupwork with Children of Battered Women: A Practitioner s Manual, Sage, California. Smith, J., Berthelsen, D., & O Connor, I. (1997). Child: Care. Health and Development, 23(2), Sternberg, K. J., Lamb, M. E., Guterman, E., & Abbott, C. B. (2006). Effects of early and later family violence on children s behavior Problems and depression: a longitudinal multi-informant perspective. Child Abuse & Neglect, 30, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. (1995). Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları, Yayın no:86, Ankara. UNICEF. (2003). Domestic violence against women in Albania. United Nations. (1993). Declaration on the Elimination of Violence against Women. Vahip, I. & Doğanavşargil, Ö. (2006). Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17, World Bank. (1993). Investing in health: world development indicators: World Development Report. New York: Oxford University Press. World Health Organization. (2002). World report on violence and health: summary. Geneva World Health Organization. (2006). Prevalence of intimate partner violence: findings from the WHO multi-country study on women s health and domestic violence. Vol.368: Yorbık, Ö., Dikkatli, S., Cansever, A., SöhmenT. (2001). Çocuklarda ve Ergenlerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerinin Tedavisinde Fluoksetinin Etkinliği. Klinik Psikofarmokoloji Bülteni,, 11, Zerk, M. D., Mertin, P. G. & Proeve, M. (2009). Domestic Violence and Maternal Reports of Young Children s Functioning. Journal Of Family Violence, 24,

182 AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUKLARIN YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ Şeyda YILDIRIM 1 Özet Aile içinde çocuğa ve kadına yönelik şiddet, şiddet mağduru çocuğu ve kadını bedensel, ruhsal, sosyal, kültürel, ekonomik pek çok açıdan olumsuz etkilemektedir. Bu olumsuzluklar kadının ve çocuğun yaşam kalitesini etkilemektedir. Yaşam kalitesi bireyin hem bedensel, hem ruhsal, hem de sosyal olarak iyilik halinde olması ile bağlantılıdır. Halen literatürde yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında yaşam kalitesinin daha çok sağlık boyutu ile ele alındığı görülmektedir. Birçok tanımda sağlık ve yaşam kalitesi yaşamda memnuniyetinin temel bileşenleri olarak birlikte ele alınmaktadır. Ancak şiddet mağduru bireylerde kronik bir sağlık sorunu bulunmasa bile yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir. Aile içinde annesinin şiddet görmesine şahit olan çocuk ciddi bir duygusal travma geçirir. Kendisi fiziksel şiddete maruz kalmasa bile ağır bir duygusal şiddete maruz kalmıştır. Bundan dolayı bu çalışmada, kadına yönelik şiddetin olduğu ailelerde bu şiddetin çocukların yaşam kalitesi üzerine olan etkilerinin kuramsal olarak ele alınması amacıyla aile içinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet, aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki etkileri, aile içinde kadına yönelik şiddetin çocuklar üzerindeki etkileri ve bu etkilerin yaşam kalitesi açısından ele alınması üzerine bir tartışma gerçekleştirilmiştir. Anahtar kelimeler: Ailede içinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet, Yaşam kalitesi, Çocuğun yaşam kalitesi. Abstract The violence against child and woman in a family influences its victims negatively in many aspects such as physically, mentally, socially, culturally and economically. These negative experiences influence the life quality of the woman and child. Life quality is linked with an individual s physical, mental and social good state. When reviewing the works produced in literature regarding the life quality it is seen that the life quality is mostly evaluated with its health aspect. In many definitions health and life quality are considered together as the basic components of satisfaction. However, life quality is negatively influenced even in the absence of a chronical health problem. A child who witnesses the violence against his/her mother in a family experiences a serious emotional trauma. Even if s/he is not exposed to physical violence s/he experiences a heavy emotional violence. For this reason an argument is held in this work concerning the violence against woman and child in a family, influences of domestic violence on children, influences of domestic violence against woman on children and evaluation of these influences in terms of life quality in order to set forth the influences of the violence against woman on life quality of the children. Key Words: Domestic violence against woman and child, Life quality, Child s life quality. Giriş 1 Şeyda YILDIRIM : Uzman Sosyal Çalışmacı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İzmir Aile Danışma Merkezi Müdürlüğü Aile Danışmanı, H.Ü. İ:İ:B:F. Sosyal Hizmet Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, yildirim.ss@mynet.com 703

183 Toplumun temel yapı taşı olarak adlandırılan ailenin temel bazı fonksiyonları vardır. Bu fonsiyonlar: toplumun onayladığı bir cinsel birlikteliği ve neslin devamını, ekonomik işbirliğini, sıcak ve sevgi dolu bir ortamda neslin büyütülmesini ve yetişmekte olan çocukların ve gençlerin sosyalleşmesini sağlamadır (Özgüven, 2001:2-3). Ancak içerisinde koşulsuz sevgiyi barındırması gereken aile her zaman fonksiyonlarını olması gerektiği gibi gerçekleştiremez. Ailenin fonksiyonlarını yerine getirmesini engelleyen en önemli sorunlardan biri aile içi şiddettir. Aile içi şiddet insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte bunun önlenmesi gereken bir sorun olduğu 20. yüzyılda insan haklarının gelişimiyle kabul görmeye başlamıştır. Aile içi şiddet dendiğinde bu şiddetin genellikle ailedeki fiziksel, duygusal, sosyal ve ekonomik açıdan güçsüz bireye uygulandığı görülür. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve özürlüler ailede şiddete maruz kalma konusunda risk altındaki grubu oluştururlar. Problem Durum Aile içinde yaşanan şiddetten tüm aile fertleri olumsuz etkilenirken bu şiddetten en çok da çocuklar etkilenmektedir. Çocuklar hem aile içinde şiddete maruz kaldıkları için, hem de annelerinin şiddete maruz kaldığını gördükleri için bu şiddetten etkilenirler. Çocuklar kendileri fiziksel şiddete maruz kalmasalar bile annelerinin maruz kaldığı şiddete şahit oldukları için ağır bir duygusal şiddete maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle çocuğu etkileyen şiddeti ele alabilmek için ailede kadına yönelik şiddet ve aile içinde çocuğa yönelik şiddet kavramlarını birlikte ele almak gerekmektedir. Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet Aile içi şiddet (domestic violence) aile üyelerinin diğerine, çoğunlukla da güçlü üyelerin güçsüz üyeye duygusal, sözel, fiziksel veya cinsel açıdan kötü davranması olarak tanımlanmaktadır (Arıkan ve İl, 1994). Aile içinde kadına yönelik şiddet genellikle eş, baba, erkek kardeş ya da erkek bir akraba tarafından uygulanmaktadır. Ataerkil bir yapıya sahip olan Türk toplumunda söz hakkının genellikle erkeklere verilmesi, kadınların haklarını koruması konusunda kanunların yetersiz kalması ve namusla ilgili konularda kadının mağdur olduğu zamanlarda dahi (tecavüz mağdurları) suçlu bulunup aile üyeleri tarafından cezalandırılması şüphesiz toplumumuzdaki kadına yönelik şiddet sorununun önemini ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesinde kadına yönelik şiddet, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma şeklinde tanımlanmaktadır. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen şiddet olarak tarif etmektedir (KSGM,2006). Kadına yönelik şiddet kavramı, cinayet, yaralama, cinsel saldırı, fiziksel saldırı, duygusal istismar, dayak, bağırma, azarlama, genital organlara zarar verme ve pornografiyi de kapsayan geniş bir eylemler dizisini ifade eder (Crowell ve Burgess,1996:9). Uygulanışına göre kadına yönelik şiddet; fiziksel, duygusal (psikolojik), cinsel ve ekonomik şiddet olarak sınıflandırılabilmektedir. Fiziksel şiddet ölüm, yaralanma, 704

184 sakatlanmaya neden olan fiziksel güç kullanımıdır (Meshkat ve Landen.,2011:323). Bunlar itme, vurma, ısırma, boğma, kişiye nesne fırlatma, dövme, silah ya da bıçakla yaralama gibi eylemleri içerir. Duygusal şiddet kişiyi küçük düşürmek, onurunu kırmak, tehdit etmek, tavır ve davranışları konusunda kısıtlamak gibi kişide fiziksel yaralanmaya neden olmayıp ruh sağlığının bozulmasına neden olabilecek hal ve davranışları içerir. Cinsel şiddet; kişinin kendi rızası dışında cinsel aktivitede bulunmaya zorlanması, dokunma, öpme gibi eylemlerden tecavüze kadar giden cinsel eylemleri içerir. Ekonomik şiddet ise kadının çalışmasını engellemek, parasını elinden almak, ihtiyaç duyduğu parayı vermemek ya da kısmak, para harcama konusunda engelleyici olmak gibi eylemleri içerir. Kadının maruz kaldığı cinsiyet temelli şiddet genellikle sadece eş şiddeti ile başlamaz. Bu bir yaşam döngüsü şeklinde ilerlemektedir. Tablo'1'de cinsiyet temelli şiddetin yaşam döngüsü görülmektedir. Tablo 1:Cinsiyet Temelli Şiddetin Yaşam Döngüsü Aşama Doğum Öncesi Bebeklik dönemi Çocukluk Dönemi Ergenlik Dönemi Üreme Çağı Şiddet tipi Doğum öncesi cinsiyet seçimi, hamilelik döneminde annenin fiziksel şiddete maruz kalması, cinsel saldırı nedeniyle hamile kalmak (özellikle savaş ortamında hamile bırakmak amacıyla tecavüz) Kız çocuğu olarak, duygusal ve fiziksel istismar, sağlık ve beslenme olanaklarından faydalanmanın kısıtlanması. Kadın sünneti, duygusal ve fiziksel istismar, ensest ve cinsel şiddet, beslenme, sağlık ve eğitim olanaklarından faydalanmanın kısıtlanması, fuhuşa zorlanmak. Duygusal ve fiziksel istismar, ensest ve cinsel şiddet, beslenme, sağlık ve eğitim olanaklarından faydalanmanın kısıtlanması, fuhuşa zorlanmak, işyerinde cinsel saldırı. Eş tarafından fiziksel ve duygusal istismar, evlilik içi tecavüz, tecavüz, namus cinayeti, iş yerinde cinsel saldırı, çeyiz şiddeti (Hindu geleneklerine göre kız çocukları evlendirilirken erkek tarafına mal ve para verilmesi gerekmektedir. Aile bu bedeli veremeyecekse kızlarını gelin yakma adı verilen bir eylemle öldürmektedirler). Yaşlılık Dul eş ve yaşlı olarak fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete maruz kalma.. Kaynak :Hiese L, Pitanguy J. Germaine A. Violenge Against Women The Hidden health. World Bank discussion Paper :Washington, D.C. Worldbank (1994) akt: Meshkat ve Landes,2011:324) Kadına yönelik eş şiddeti kadına yönelik şiddetin en yaygın şeklidir. Şiddet oranları % 13 ile Japonya da ve % 67 ile Papua Yeni Gine de olmak üzere çok geniş bir dağılım aralığı göstermektedir (Meshkat ve Landes,2011:324). 705

185 Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nün (KSGM) 2008 yılında 51 ilde gerçekleştirdiği kadına yönelik şiddet araştırmasına kadın katılmıştır ve bu araştırmanın sonuçlarına göre bu kadınların % 39' u yaşamlarının herhangi bir döneminde eşi ya da birlikte olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmıştır. Kadınların % 18'i ağır fiziksel şiddete ve % 21'i orta derecede fiziksel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete uğrayan kadınların oranı % 42'dir. Bu oran kırda % 47 iken kentte % 40'a düşmektedir. Kadınların eğitim düzeyinin artması şiddeti azaltmaktadır. Hiç eğitimi olmayan /ilköğretimi bitirmemiş kadınların yaşadığı fiziksel ve cinsel şiddetin oranı % 56 iken lise mezunu olan kadınların % 32'si, üniversite mezunlarının da %17'si şiddete maruz kaldıklarını belirtmişleridir. Refah düzeyi düşük olan kadınların yaşamlarının herhangi bir döneminde karşılaştıkları şiddet %50 iken, yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki kadınlardaki bu oran % 29'a düşmektedir. Yine kadınların % 44'ü duygusal şiddet ve istismara maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu çalışmada ekonomik şiddet ya da istismar biçimleri kadının çalışmasına engel olma ya da işten ayrılmasına neden olma olarak tanımlanmıştır. Kadınların % 37'si çalışmalarına engel olunduğunu belirtirken % 8' i ev içi harcamaları için para verilmediğini ve % 4'ü de gelirinin elinden alındığını belirtmiştir (KSGM,2008). Bu araştırma bulguları ülkemizde halen kadına yönelik şiddetin çok yaygın olduğunu gözler önüne sermektedir. Aktaş' a göre (1997:19) şiddete maruz kalan kadının benlik saygısı örselenebilir. Şiddet mağduru kadının çaresizlik ve umutsuzluk duygusu kadının kendi koşullarını düzeltemediğinde ya da değiştiremediğinde yaşadığı en yoğun duygudur. Şiddete yönelen erkeklerin ruhsal bozukluğu olabileceği, şiddete yönelmesinde kadının kışkırtıcı olabileceğine dair bazı kalıp yargılar kadın tarafından da benimsenmiş olabilir. Kadın kocası şiddete başvurduğunda bunu hak edecek davranış yaptığına inanabilir (Aktaş,1997:21). Bundan dolayı kadın şiddete karşı ses çıkarmadığı için, erkek çevreye ve eşine erkekliğini ispatlamak için, otoritesini sağlamlaştırmak için veya sadece öfkesini ancak bu şekilde ifade etmeyi öğrendiği için eşine ve çocuklarına yönelik şiddet uygulamaya devam eder. Ancak burada çocuklar ikinci bir risk altındadır. Bu risk şiddet mağduru annenin de çocuğa şiddet uygulamasıdır. Bu nedenle kadına yönelik şiddetin olduğu ailelerdeki çocuklar, şiddetin olmadığı ailelerdeki çocuklara göre daha fazla şiddete maruz kalma riski altındadırlar. Aile içinde Çocuğa Yönelik Şiddet Aile içinde çocuğa yönelik şiddet tanımı çeşitli alt başlıklardan oluşmaktadır. Literatürde şiddetin, ihmal ve istismar kavramları ile aynı anlamda kullanıldığı görülmektedir. Çocuk istismarı; çocuğa bakmakla sorumlu kişilerin (bu ailesi ya da bir yakını olabilir) çocuğa karşı uyguladığı fiziksel, duygusal ve cinsel olarak yapılan kötü davranışları ifade eder (Koşar, 1989:42-48; Kars, 1996: 18-20). Kadushin e göre (1970: 209) fiziksel şiddet çocuğun fiziksel olarak zarar görecek şekilde dövülmesidir. Fiziksel şiddet, hafif ve ağır şiddet olmak üzere ikiye ayrılabilir. Hafif şiddet türü genellikle normal ya da alışkanlık olarak algılanmaktadır. Bu şiddet türünün belirtileri oldukça hafif olduğundan anlaşılabilmesi de oldukça güçtür ve bu da mağdurun şiddet döngüsü içinde kalmasına sebep olmaktadır. Ağır fiziksel şiddette ise çok bariz belirtilerle durum fark edilebilir. Yanıklar, ısırıklar, iç kanamalar vs. belirtileri nedeni ile çocuk genellikle tıbbi tedavi almak zorunda kalmaktadır (Buchner ve diğ., 1998: 82; Kirst-Ashman ve Hull., 1999: ). 706

186 Çocuk ihmali çocuğa diğer kötü muamele şekillerine göre daha yaygın olmasına rağmen, diğerlerine göre daha az önemsenmektedir. Literatürde fiziksel ve cinsel şiddete daha sık rastlanmaktadır. İhmale öncelik verilmemekle birlikte ihmal, çok daha fazla sayıdaki çocuğu etkilemektedir ve çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkileri daha ciddidir. Fiziksel şiddet üzücü, acı verici ancak zamanla sınırlıdır. Bununla birlikte ihmal kronik ve süreklidir (Kadushin, 1988: 150). Ülkemizde Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1995) nun 2400 ergen arasında yaptığı araştırmada ergenlerin karşılaştığı en önemli 3 sorun %12,9 ile aile ilgisizliği, %10,9 ile aile baskısı, %9 ile büyüklerin anlayışsızlığı ve yalnızca %1,5 ile aile içi şiddete maruz kalma olarak ifade edilmiştir. Bunu yanında ailede ergenlere yönelik dayak olduğunu ifade eden ergenlerin oranı %10,5 dur. Erken ergenlerde bu oran 16,9 iken geç ergenlerde %6,8 e kadar düşmektedir. Ergenlerin %93,3 ü gibi çok yüksek bir oranla anneleri ile ilişkilerinden memnun olduklarını ifade etmişlerdir. Aynı zamanda kendilerini dövmeyen bir anne isteyen gençlerin oranı ise %3,5 tir. Ancak babaları ile ilişkilerinin iyi olduğunu ifade eden ergenlerin oranı %82,3 ve kendilerini dövmeyen bir baba isteyenlerin oranı %7,5 tur. Yine Aile Araştırma Kurumunun 2008'de 5765 ergenle yaptığı çalışmada ergenlerin % 25,1'i nadiren, % 11,7'si arasıra şiddetemaruz kaldıklarını belirtmişlerdir.ergenlerin evde temel olarak sözel şiddete maruz kaldığı (%35,8), bunu % 8,7 ile fiziksel ve % 0,6 ile cinsel şiddetin takip ettiği bulunmuştur (Başbakanlık AAK, 2010: 143). Yıldırım tarafından (2006) Ankara İli Altındağ İlçesinde 9 lisedeki 379 öğrenciyle yapılan bir araştırmada annelerin %28,3 ü ergenlere ve/veya kardeşlerine şiddet uygulamışlardır. Annelerin ailedeki tüm bireylere şiddet uygulama oranı ise %1,6 dır. Buna göre yine ailelerin yaklaşık 1/3 ünde annelerin çocuğa yönelttiği şiddet bulunmaktadır. Ergen ailelerinin %30 unda babanın çocuğa yönelik uyguladığı fiziksel şiddet saptanmışken, %20 sinde de babanın annelere yönelik uyguladığı fiziksel şiddet bulunmuştur. Ayrıca çocuklar kendileri fiziksel şiddete maruz kalmasalar bile annelerinin fiziksel şiddete maruz kaldıklarını görerek %5,8 oranında ağır bir duygusal şiddete maruz kalmaktadır. Uz'un (1989:35-36) aile içi şiddetle ilgili araştırmasında erkekten kadına yönelik şiddetle babadan çocuğa yönelik şiddet arasında ve erkekten kadına yönelik şiddet ile anneden çocuğa yönelik şiddet arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Yine bu konuda yurtdışında Mullender ve arkadaşlarının (2002) 1395 çocuk ve ergenle yaptıkları araştırmada liseye giden öğrencilerin % 71 i aile içi şiddet kavramına aşina olduklarını söylerken bu oran ilköğretim aşamasında olan çocuklarda %37 oranında görülmektedir. Çocukların % 30 u aile içi şiddete maruz kalan birini tanıdıklarını belirtmişlerdir. İrlanda da 302 ergenle yapılan bir çalışmada da çalışmaya katılan çocuların yarısı partneri tarafından dövülen birini tanıdıklarını belirtmişlerdir (Regen ve Kelly,2001;akt: Mullender ve diğ.,2002:49). Ailede Şiddet Uygulayanların Özellikleri Çocuklara yönelik şiddetle ilişkili bazı kişilik özellikleri arasında, narsistik eğilimler, zayıf tepki kontrolü, kompulsivite, düşük benlik saygısı, aşırı kaygı, depresyon, empati kuramama gibi nitelikler dikkat çekmiştir (Kozcu, 1991: 384). Çocuklarına şiddet uygulayan ebeveynler, genellikle çocukların kişilik ve davranışlarıyla uygun olmayan beklentiler için girer. Çocuğun yaşı ve kapasitesini aşan rol ve işlevleri yerine getirmesini bekler. Ebeveynler çocuğun gelişim sürecinin doğal 707

187 bir parçası olan bencilliği, hayalciliği tolere edememekte; ondan yetişkin davranışları beklemektedir (Arıkan, 1988: 81). Ayrıca şiddet uygulayan ebeveynler çocuklarına şiddet uygulamayan ebeveynlere göre çocuklarına daha az pozitif davranış sergilemektedir (Burgess ve diğ., 1990: 43). Şiddet uygulayan ebeveynlerin çoğu kendi şiddet davranışlarının sorumlusu olarak çocuklarının bazı kötü davranışlar sergilemesini gösterirler. Ebeveynler, kendi çocuklarına otoritelerine meydan okuduğu için sıkı disiplin kuralları uygular (Coontz ve Judith, 1990: 79). Çocuklarına şiddet uygulayan ebeveynlerin erken evlenip, erken çocuk sahibi olduğu, geniş ailelerden geldikleri, sosyal çevrelerinin dar olduğu, düşük zeka özellikleri gösterdiği ileri sürülmektedir (Arıkan, 1987; Horton ve Cruise, 2001: 16). Çocuğa yönelik şiddet uygulayan ebeveynlerin özellikleri ile eşlerine şiddet uygulayan erkeklerin özellikleri de paralellik göstermektedir. Roberts ve Roberts (2005;akt:Roberts,2007:12) bir erkeğin şiddet uygulayan bir eş olma potansiyeli olduğunu gösteren bir takım uyarıcı özellikler olduğunu belirtmiştir. Bu özelliklerin bazılar erkeğin, çok kıskanç olması ve aldatılma korkusu içinde olması, dürtü ve öfke kontrolü olmaması, eşinin kişisel sınırlarını ihlal edip yaptığı her şeye karışması, aşırı alkol alımı ve alkollü iken düşmanca davranışlar sergilemesi, iletişim becerilerinin yeterince gelişmiş olmaması, kendi çocukluğunda annesinin şiddete maruz kaldığını görmesi ve kendisinin de şiddete maruz kalmasına neden olan babasını rol model alması, cinsel aktivitelerde zaman zaman agresif ve sadistçe eylemlerde bulunması, narsistik ve depresif kişilik bozukluğu olması, sınır kişilik bozukluğu olması, kendini cezalandırma eylemleri yapan cinsel şiddete maruz kalmış, hüzünlü, kırgın ve gergin kişiler olmalarıdır. Uz'un (1989:56) aile içi şiddetle ilgili çalışmasında da erkeklerin kadınlara şiddet uygulama nedenleri arasında kıskançlık, alkol ve parasızlık ilk sıraları almaktadır. Amaç Aile içi şiddetin ortaya çıkmasına neden olan bireysel özelliklere yukarıda değinilmiştir. Ancak bireysel faktörler dışında gelir yetersizliği, işsizliğin artması, hızlı nüfus artışı, eğitim olanaklarının, sağlık ve sosyal hizmetlerin yetersizliği, toplumsal cinsiyet rolünün algılanış biçimi gibi pek çok toplumsal faktör de şiddetin ortaya çıkması için uygun ortamı hazırlamaktadır. Bu faktörlerin tamamı aynı zamanda bireyin ve toplumun yaşam kalitesinin göstergeleridir. Aile içi şiddetin ortaya çıkmasına neden olan her etken yaşam kalitesini de olumsuz etkilemektedir. Bunun sonucu olarak bireyde aile içi şiddetin neden olduğu her tür sorun da yine yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu nedenle bu çalışmada, aile içi şiddetin şiddet mağduru kişi üzerinde ve özellikle kendini savunma imkanı bulunmayan çocuğun üzerindeki etkilerinin yaşam kalitesi kriterleri açısından ele alınması amaçlanmıştır. Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri Aile içinde kadına yönelik şiddete şahit olan çocuklarda duygusal, fiziksel, gelişimsel pek çok sorun ortaya çıkabilmektedir. Araştırmalar cinsiyete dayalı şiddetin çocuklar üzerinde ölüme ve gelişme geriliğine varan olumsuz etkileri olduğunu göstermektedir. Nikaragua'da yapılan araştırmalarda çocuk ölümlerinin yaklaşık 1/3 ünün eş şiddetinin etkili olduğu ailelerde görüldüğü belirtilmektedir. Uluslararası pek çok çalışmada bebek ve çocuk ölümlerinin yüksek oranda şiddet mağduru 708

188 kadınların çocuklarında olduğu görülmektedir (Kisher ve Johnson, 2004 ; akt: Meshkat ve Landes,2011:333). Nasıl olduğu net anlaşılmamasına rağmen annenin şiddete maruz kalmasının çocuğun zihinsel sağlığı üzerine de olumsuz etkisi olabilmektedir. Bunun yanında çocuklarda psikolojik, duygusal ve davranışsal problemler de görülmektedir. Özellikle bazı gelişmiş ülkelerde şiddet mağduru kadınların çocuklarında beslenme bozuklukları olduğu görülmüştür. Annenin çocuklara yönelik şiddeti çocuklarda bağışıklık sistemini de olumsuz etkilemektedir (Edelson,1999, Jouriles, 1989; akt: Meshkat ve Landes,2011:333). Aile içi şiddetin gerçekleştiği evlerdeki çocuklar dolaylı olarak yaralanmaktadırlar. Bu çocuklarda korku, sinirlilik, içekapanma, anksiyete, uyum sorunları, sosyal ilginin azalması, agresif söz ve davranışlar, yalnızlık hissetme, altını ıslatma, düşük özsaygı ve güvenin kaybolması yaygın olarak görülmektedir (Yanıkkerem ve Arıkan, 2001:287). Ebeveynler arasındaki devamlı çekişme ve tartışmalar çocuğun gelişimi sırasında onu en fazla yaralayan tecrübelerdir. Genel olarak çocuk anne ve babasını sever ve kendisini her biri ile özdeşleştirir. Anne-baba arasındaki çatışmalar çocuğun kendi kişiliğinde yerleşip, kendi kendisi ile çatışmaya sokar. Tatmin edilmeyen sevgi ve emniyet duygusu çocuğu duygusal gerilimlere iter ve sonuçta antisosyal davranışlara kadar uzanan patolojilere neden olur (Saran,1991:137). Bu çocuklar sürüp giden karıkoca kavgalarında anne-babanın ayrılıp kendisinin ortada kalacağına ilişkin korku yaşarlar (Bulut,1991:198, Lehmann ve Spence,2007:182). Şiddete ilişkin yapılan çalışmalarda en öne çıkan konu şiddet kısırdöngüsüdür. İstismara uğramış çocuklar istismarcı olurlar, şiddet kurbanları daha sonra şiddet suçlusu olurlar. Çocukluğunda ihmal ve istismar edilmiş çocuklarda suça yönelme ve yetişkinlikte suça yönelme riski artmaktadır (Özaltın,2001:112) Ailede Kadına Yönelik Şiddetin Çocukların Yaşam Kalitesi Açısından Ele Alınması Çocukların yaşam kalitesi kavramını anlayabilmek için önce yaşam kalitesi kavramını ele almak gerekmektedir. Yaşam kalitesi kavramı tüm insanlığı kapsayan bir kavramdır. Sokrates (akt: Aiken,1990, s.17) Yaşamak için değil, iyi yaşamak için en yüksek değerleri benimsemeliyiz diyerek daha o dönemde yaşamın insanın temel fiziksel ihtiyaçları karşılamanın ötesinde bir anlam içerdiğini belirtmiştir. Bu insanın sadece insan olmaktan dolayı hakettiği onur ve haysiyetine duyulması gereken saygıyı ifade eder. Yaşam kalitesi de en genel anlamıyla; insanın haysiyet ve onuruna yaraşır bir şekilde yaşamasını sağlayan koşulların oluşturulmasıyla sağlanan refah düzeyidir. Yaşam kalitesi, kişilerin temel ihtiyaçlarının, sosyal beklentilerinin karşılanmasını ve kişinin yaşadığı toplumun sunduğu fırsatlardan yeteneklerini kullanarak faydalanmasını ifade etmektedir. Yaşam kalitesi göstergeleri aile ve birey açısından değerlendirildiğinde, birey ya da ailenin ihtiyaçlarını karşılama, çevresi üzerinde denetim kurma, kendini gerçekleştirebilme ve anlamlı bir yaşam sürdürebilmesidir (Şimşek,2001:4). Çocuk açısından yaşam kalitesi; ihtiyaçlarını güçlük çekmeden sağlama, çevresi üzerinde denetim kurma, durumlar arasında özgür seçim yapabilme, kendini geliştirebilme ve anlamlı bir yaşam sürdürebilme demektir. Bu bireysel nitelikleri bütünleyen toplumsal-çevresel niteliklerini de değerlendirmeye katmak gerekmektedir. Bunlar toplumsal koşullar, yaşanılan çevre koşulları, toplumsal hizmetlerden 709

189 yararlanma ve toplumsal ilişkilerdeki niteliksel gelişmelerle ilgili olanaklardır. Toplumsal-çevresel nitelikler, bireysel değerlendirme verileri olduğu kadar, "toplumsal düzeyde yaşam kalitesini sergileyen "göstergelerdir (Cılga, 2010, s.33) Toplumsal düzeyde yaşam kalitesini sergileyen bu göstergeler çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişmesi için gerekli ortamı oluştururlar. Yaşam kalitesi bireyin hem bedensel, hem ruhsal, hem de sosyal olarak iyilik halinde olması ile bağlantılıdır. Halen literatürde yaşam kalitesi ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında yaşam kalitesinin daha çok sağlık boyutu ile ele alındığı görülmektedir. Birçok tanımda sağlık ve yaşam kalitesi yaşamda memnuniyetinin temel bileşenleri olarak birlikte ele alınmaktadır. Ancak yaşam kalitesi insanların sosyal yaşantısı ile de doğrudan ilişkilidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı "bedensel, zihinsel ve sosyal olarak tam bir iyilik hali" olarak tanımlamaktadır. Bu tanım yaşam kalitesinin temelini teşkil etmektedir. Bu temel sağlık tanımının çerçevesinde DSÖ yaşam kalitesini; kişinin yaşadığı kültür ve değer sistemleri çerçevesinde amaçları, beklentileri, standartları ve ilgileri ile ilgili olarak yaşamdaki pozisyonunu algılaması şeklinde tanımlar. DSÖ yaşam kalitesini ölçmedeki kriterleri 6 başlık altında toplayarak ölçmeyi denemektedir. Buna göre yaşam kalitesini ölçmek amacıyla bir ölçek geliştirmiş olan DSÖ yaşam kalitesini şu başlıklar altında ele almaktadır. 1. Fiziksel durum: - Enerji ve yorgunluk, - Ağrı ve rahatsızlık hissi, - Uyku ve dinlenme. 2. Psikolojik durum - Beden imajı ve görünüm, - Olumsuz duygular - Olumlu duygular - Kendine güven - Düşünme, öğrenme, hafıza ve konsantrasyon. 3. Bağımsızlık derecesi - Hareket kabiliyeti - Günlük aktiviteler - Tıbbi desteğe ve tedaviye ihtiyaç duyulması - Çalışma kapasitesi 4. Sosyal ilişkiler - Kişisel ilişkiler - Sosyal destek - Cinsel aktivite 5. Çevre - Ekonomik kaynaklar - Özgürlük, fiziksel güvenlik, - Ulaşılabilirlik ve kalite açısından sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetler, - Ev ortamı, - Yeni bilgi ve beceri geliştirme fırsatları, - Boş zamanları değerlendirebilme, - Fiziksel çevre (Hava kirliliği, gürültü, trafik ve iklim gibi.) - Ulaşım. 6. Din, maneviyat ve kişisel inançlar: 710

190 Bu 6 başlıktan 1. ve 3. ve 2. ve 6. maddeler birleştirilmiş ve kriterler 4 ana başlık altında toplanmıştır. Buna göre bu başlıklar, fiziksel, ruhsal, sosyal ilişkiler ve çevre olarak son şeklini almıştır (WHO, 1997). Yaşam kalitesini etkileyen en temel faktör sağlıktır. Cinsiyete dayalı şiddetin neden olduğu sağlık sorunları : 1. Akut fiziksel sorunlar: - Yaralar, - Yumuşak doku zedelenmeleri, (vajinal ve rektal morarma, kızarıklık ve şişlikler dahil) - Yırtılmalar (Vajinal ve rektal bölgeler dahil) - İç kanama - Hamilelikle ilgili sorunlar ( Plesantanın erken ayrılması, erken doğum, fötal distress, intrauterin kanama, düşük, anne karnında bebek ölümü.) - Ölüm. 2. Akut dönem sonrası fiziksel sorunlar: - Fistüller - Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (sifiliz, gonore, hiv.hpv vs.) - Genital bölge enfeksiyonları - İstenmeyen gebelik - Kalıcı sakatlık 3. Kronik sorunlar: -Kronik ağrı sendromu -Baş dönmesi -Gastrointestinal sendromlar -Cinsel işlev bozuklukları 4. Mental sorunlar - Depresyon - Anksiyete - Fobi/Panik atak - Post-travmatik stres bozukluğu - Yeme bozuklukları - İntihar - Davranış bozuklukları (özgüven eksikliği, cinsel yaşantıda riskli davranışlar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, sigara kullanımı, fiziksel aktivitelerde yavaşlama, dengesizlik, çocukları ihmal etme, hamilelikte yetersiz sağlık bakımı) (Meshkat ve diğ.,2011:329). Eşinden şiddet gören kadının çocuğunu ihmal etmesi ihtimali her zaman bir risk olarak değerlendirilmelidir. Şiddet sonrasında kadınlarda ilk 4 hafta içinde duygusal stres semptomları (ağlama, alınganlık, hayattan zevk alamama, kronik yorgunluk, intihar düşüncesi) en yaygın görülen şiddet sonrası belirtilerdir. Kanada da yapılan bir nüfus araştırmasında depresyona ek olarak kadınlarda yaygın olarak anksiyete, uykusuzluk ve sosyal işlevsizlik gibi bulgular istismara uğramayan kadınlarda daha fazla görülmektedir (Ratner,1993; akt: Meshkat ve Landes,2011:334). Tüm bu sağlık sorunları DSÖ' nün yaşam kalitesi açısından ele alındığında şiddet mağdurunun yaşam kalitesi olumsuz etkilenmektedir.yaşam kalitesi düşük bir annenin çocuğunun yaşam kalitesini yükseltmek için herhangi bir gücü ve becerisi olamayacaktır. 711

191 Aile içi şiddetin olduğu evlerde yaşayan çocukların % 66 sı sinirlilik, mutsuzluk, üzüntü duyduklarını, % 54 ü korku ve endişe, % 422 si kötü ve zararlı duygular, % 4 ü sevilmeme ve yalnızlık duygusu, % 5 i kızgınlık ve % 12 si daha farklı duygular yaşadıklarını belirtmişlerdir ( Mullender ve diğ.,2002:59). Tartışma Yukarıda aktarılan tüm bilgiler ışığında çocukların yaşam kalitesi DSÖ' nün yaşam kalitesi kriterleri çerçevesinde ele alınacaktır. 1. Fiziksel durum: Hem baba hem de şiddet mağduru anne tarafından fiizksel şiddete maruz kalan çocuk bedensel olarak rahatsızlık, ağrı hissi duyabilir. Ayrıca şiddet mağduru kadının psikolojik sorunlarından dolayı çocuğun ihtiyaçlarını karşılayabilecek güç ve enerjisinin olmaması nedeniyle çocuğu ihmal etmesi söz konusu olabilir. Bu ihmalin zararları çocuğun yaşı küçüldükçe artar. Örneğin en temel ihtiyaçları beslenme, uyuma, temizlenme ve bu ihtiyaçları karşılanırken sevgi görme olan bir bebeğin ihtiyaçları depresyondaki bir anne tarafından karşılanmayınca çocukta ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmasına neden olabilir. İhtiyaçları zamanında karşılanmayan bebek çok ağlayacağından tahammül düzeyi düşük olan annenin fiziksel şiddetinde maruz kalabilir ve bu çocukta ölüme kadar götürebilecek yaralanmalara neden olabilir. Amerika'da 1999 yılında başlayıp 3 yıl süren ulusal çapta yapılan bir araştırmada acil servise gelen çocuklardan bilgi alınmıştır. Bu araştırmada aile içi şiddetten dolayı yaralanıp acil servise gelen çocukların annelerinin çoğunda depresyon olduğu görülmüştür (Lehmann ve Spence,2007:219). 2. Psikolojik durum: Annesinin dövüldüğüne şahit olan 3 çocuktan birinde önemli davranışsal ve duygusal problemler görülmektedir. Bu problemler (Bernard ve ark,1982:akt:yanıkkerem ve Arıkan,2001:286): 1 Psikosomatik bozukluklar 2. Anksiyet ve korkular 3. Uyku bozuklukları 4. Aşırı derecede ağlamalar 5.Kekemelik ve okul problemleri 6. Şiddetten kendini sorumlu tutma. 7. Sürekli gerginlik(başka bir şiddet olayının gerçekleşebileceği korkusu) 8. Dövülen kişiyi sevmekten veya şiddeti durduramamaktan kaynaklanan suçluluk duygusu 9. Terk edilme korkusu. Uz'un (1989:36) çalışmada erkekten kadına yönelik şiddet ile çocukta davranış problemleri görülmesi arasında da anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Şiddet düzeyi düşük ailelerin çocuklarının % 55'inde az davranış problemi görülürken, şiddet düzeyi yüksek ailelerde çocukların % 85'inin çok davranış problemi gösterdiği görülmüştür. Bu davranış problemlerinin yanında kendini yaralama, madde kullanımı ya da intihar teşebbüsü gibi sonucunda ölüme götürebilecek ileri düzeyde problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunlar nedeniyle çocukların psikiyatrik tedavi almaları gerekebilir ve hatta bazen yatarak tedavi olmalarını gerektirecek psikiyatrik sorunlar ortaya çıkabilir. Özellikle çocuğun çok ağır bir şiddet olayına şahit olması durumunda (annenin ağır yaralanması, ölümü gibi) çocukta post-travmatik stres bozukluğu ortaya çıkabilir. 3.Sosyal İlişkiler: Aile içi şiddete maruz kalan çocuk şiddeti bir problem çözme aracı olarak öğrenecektir. Ailede kadının şiddete maruz kaldığını gören erkek çocuk babasını 712

192 rol model alarak kız arkadaşı ya da eşiyle olan sorunlarını çözmek için şiddeti kullanacaktır. Anman (1979, akt., Buchner ve diğerleri, 1998, s. 99) İstismarcı ebeveyn hayatında bir kez de olsa istismar edilmiş çocuktur demiştir. Çocukluğunda ihmal ve istismara maruz kalmış anne- baba yetişkin olduğunda da kendi ebeveyninden öğrendiği çocuk yetiştirme yöntemlerini kullanacağı için çocuğuna şiddet uygulayacaktır. Bu durum öğrenme kuramlarından sosyal öğrenme kuramı ile açıklanabilir. Sosyal öğrenme kuramı; kişiliği oluşturan alışkanlıkların kazanılmasında klasik ve edimsel şartlanmayı temel almakta ve bunu birey ve topluma uyarlamaktadır (Ankay, 1986, s. 61). Kurama göre; ailesinde şiddeti gören veya yaşayan çocuk şiddeti öğrenmekte ve içselleştirmektedir. Şiddetin yaşandığı ailelerin çocukları, annebabalarının davranışlarını öğrenip uygulamaya eğilimlidirler (Bulut, 1996, s. 30; Burgess ve diğerleri, 1990, s. 38; Arıkan, 1987, s. 77). Bandura (1973)' ya göre çocuk, yetişkinlerin agresif davranışları karşısında engellendiğinde tepki göstermeyi, kızmayı ya da korkuyu öğrenir. Fairchild ve Erwin (1977 akt., Howes, 1990, s. 101) in bu hipotezi destekleyen çalışmalarında cezalandırıcı ebeveyn-çocuk ilişkisi içinde büyüyen erkek çocukların daha çok fiziksel şiddet gösterdiği görülmüştür. Bunun yanında istismara maruz kalmış çocuklar sınırlı davranış kalıpları öğrendiği için akranlarına karşı da engellenme, korku ve kızgınlık hissettiklerinde saldırganca davranmaktadırlar. Yıldırım'ın araştırmasında (2006) aile içinde fiziksel şiddet uyguladığını ifade eden ergenlerin % 63, 3 ü babalarının da aile içinde fiziksel şiddet uyguladığını belirtirken, aile içinde fiziksel şiddet uygulamayan ergenlerin babaları da % 73,2 ile aile içinde fiziksel şiddet uygulamamışlardır. Babanın aile içinde fiziksel şiddet uygulaması ile ergenin aile içinde fiziksel şiddet uygulaması arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Çocukların şiddet eğilimi arkadaş edinmelerinin önünde de ciddi bir engel teşkil edebilir. Bu çocuklar sağlıklı akran ilişkileri kuramadıkları ve anne ve babalarından yeterince sosyal destek alamadıkları için bu desteği başka kaynaklardan bulmaya çalışabilirler. Bu durumdaki çocuklar çetelere katılma, sigara, alkol, uyuşturucu madde kullanımı gibi zararlı alışkanlıklar edinme riski ile karşı karşıya kalırlar. Annesinin şiddete maruz kaldığına şahit olan kız çocukları annelerini rol model aldıkları için ailesindeki erkeklerin kendine şiddet uygulaması durumunda sessiz kalacak, annesinin öğrenilmiş çaresizliğini kendisi de benimseyecektir. 4. Çevresel özellikler: Aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden biri ailelerin sosyoekonomik düzeyinin düşük olmasıdır. Babanın alkol, kumar gibi kötü alışkanlıklarının bulunması, çalışmaması, annenin çalışmaması gibi nedenlerle ailede ciddi ekonomik sıkıntılar yaşanabilir. Bu durum çocuğun kıt ekonomik kaynaklarla ihtiyaçlarının tam olarak karşılanmasını engelleyecektir. Buna bağlı olarak yaşanan çevre koşulları da çocuk için güçleşecektir. Yaşam kalitesinin nesnel kriterleri olan beslenme, barınma, temiz su ihtiyacı, ısınma ihtiyacı gibi temel ihtiyaçların bu koşullarda sağlanması mümkün olamamaktadır. Ayrıca işsizlik ve yoksulluk nedeniyle sosyal güvenceden mahrum olmak ve sağlık ve sosyal hizmetlere ulaşamamak gibi sorunlar sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerin ve çocuklarının yaşam kalitesini etkileyen en temel faktörler olarak ele alınabilir. 713

193 Sonuç ve Öneriler Aile içi şiddet günümüz dünyasının en önemli sosyal sorunlarından biridir. Çünkü dünyamız, her geçen gün daha da saldırganlaşan insanların yaşadığı bir yer haline gelmektedir. Şiddet bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılmaktadır. En önemli fonksiyonu sağlıklı ve mutlu çocuklar yetiştirmek olan aileler, içinde şiddeti barındırmayan, sevgi dolu aileler olsalardı şiddet bu kadar yaygınlaşmış olmayacaktı. Şiddete maruz kalan birey yaşadığı travmalar sonucu sağlıklı düşünme yeteneğini kaybettiği için öfke kontrolünü sağlamakta güçlük çektiğinden çevresine karşı şiddet uygulamaktadır. Bunun en güzel örneği, eşinin fiziksel şiddetine maruz kalan kadınların kendi çocuklarını dövmesidir. Çocuk için anne ve babası örnek alınacak birer semboldür. Çocuğun içine doğduğu ilk sosyal sistem olan ailede çocuk ahlaki normlar, değer yargıları ve gelenek görenekler konusunda ilk temel bilgileri öğrenmektedir (Demirbilek, 2001:46). Bu nedenle ailesi içinde şiddete maruz kalan ya da kendisi doğrudan şiddete maruz kalmasa bile şiddete şahit olan çocuklar sorun çözme yöntemi olarak şiddeti öğrenmekte ve bir şiddet kısırdöngüsü oluşmaktadır. Çocukların ve ailelerin yaşam kalitesi bu kısırdöngüden olumsuz olarak etkilenmektedir. Çocukların yaşam kalitesini arttırmak çocuğun iyilik halini sağlamanın en önemli ön koşuludur. Bu iyilik halini etkileyen en önemli sorunlardan biri çocuk ihmal ve istismarıdır. Bundan dolayı bu ihmal ve istismarı önlemeden çocukların yaşam kalitesi yükseltmek mümkün olmayacaktır. Çocukların yaşam kalitesinin geliştirilmesi konusuna tüm çocuklar açısından bakmak ve temel evrensel kriterleri bütünlük içinde değerlendirmek gerekmektedir. Bu bütünlük, tüm çocuklar açısından ve risk grubundaki çocuklar açısından çocuk hakları konusuna bakmak, yaşama, gelişme, korunma, bakılma ve katılım haklarını bütüncül olarak ele almayı gerektirir (Cılga, 2010, s.18). Bunu sağlamak amacıyla uluslararası düzeyde atılan en önemli adım Çocuk Hakları Sözleşmesinin (ÇHS) imzalanmasıdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 da kabul edilen ÇHS' de çocuğun bireysel, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal hakları koruma altına alınmıştır. Yaşam kalitesi kavramı irdelenirken çocukların hassas bir grup olarak insan hakları ve çocuk hakları perspektifinde ele alınması gerekmektedir. Çocuklarda yaşam kalitesi çocuğun yüksek yararını sağlayacak kriterleri içerir. Bu kriterler ÇHS' de çocuklara tanınan tüm haklar çerçevesinde bütüncül olarak ele alındığında çocuğun yüksek yararını gözetecek koşullar sağlanabilmiş olur. Bu hakların korunması için yapılacak uygulamalarla çocukların yaşam kalitesini yükseltmek hedeflenmektedir. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet bir insan hakkı ihlali olduğu için bunun önlenmesine yönelik ulusal ve uluslararası düzeyde temel insan hakları kuralları çerçevesinde önleyici çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu çalışmaların başında öncelikle toplumun sosyal refah düzeyini yükseltmeyi amaçlayan programlar oluşturulması gerekmektedir. Toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarının kaynağı tespit edilerek çözüm yolları bulunmalıdır. Ülkemizdeki aile içi şiddetin en önemli nedenlerinden biri olan sosyal öğrenme neticesinde oluşan şiddet kısırdöngüsünün kırılabilmesi için ciddi bir eğitim desteği verilmelidir. Bunun yanında ailelerin ve bireylerin kendilerinden kaynaklanan sorunlarının yerinde tespit edilip çözülebilmesi için yaygın bir sağlık ve sosyal hizmet ağına ihtiyaç vardır. Günümüzde hala sağlık hizmetlerinde ve sosyal hizmetlerde koruyucu ve önleyici çalışmalar istenen düzeyde değildir. Oysa ki koruyucu ve önleyici hizmetler olmadan aile içi şiddetin önlenmesi mümkün görünmemektedir. Kadına yönelik şiddetin olduğu her yerde çocuğa yönelik şiddet de söz konusudur. Bu nedenle çocukların şiddetten korunması için kadınların şiddetten korunması gerekmektedir. 714

194 KAYNAKÇA Aiken, W. (1990) The Quality of Life Quality of Life,The Medical Dilemma. Ed: T.A. Shannon. New Jersey: Paulist Press. Aktaş, A. M. (1997) Aile İçi Şiddet ve Önleme Yolları. Ankara, Somgür Yayınları. Ankay, A. (1986) Toplumsal Saldırganlığın Psikolojik Kökenleri. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi: Ankara. Arıkan, Ç. (1987) Sosyal Hizmetler Açısından Şiddet ve Bir Türü Olarak Kadına Yönelik Şiddet. Ankara : H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O Dergisi 1: Arıkan, Ç. (1988) Ailede Çocuğa Yönelik Şiddet. Ankara: Hacettepe SHYO Dergisi Cilt:6, Sayı: Arıkan, Ç. Ve İl S. (1994) Türkiye de Çocuk Eğitim Evlerindeki Hükümlü Gençlerin Aile İçi Şiddet İlişkin Değerlendirmeleri. Ankara: Aile Kurultayı. Bandura,A. (1977) Social Learning Theory. New Jersey. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1995) Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları. Ankara: Bizim Büro Basımevi Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (2010) Türkiye'de Ergen Profili Ankara: Manas Yayıncılık. Buchner,G. ve diğerleri (1998) Gewalt Gegen Kinder. İnternet Sitesi: www. Bmsg. gv.at Bulut, I. (1996) Genç Anne ve Çocuk İstismarı. Ankara: Bizim Büro Basımevi. Bulut, I. (1991) Parçalanmış Aileden Gelen Çocukların Davranış Özellikleri Hakkında Bir Araştırma. Aile Yazılar:3 Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını,Ankara:MN Ofset Burgess, R., Lıse L, M. Youngblade (1990) Social Incompetence and The Intergenerational Transmission of Abusive Parental Practices. Gerald D. Hotaling, David Finkelher, John T. Kirkpatrick, Murray A. Straus ( Eds) Family Abuse and İts Consequences New Directions İn Research. Sage Publication. Cılga, İ. (2010) Yaşam Kalitesi Açısından Çocuk Haklarına Bütüncül Yaklaşım Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 20. Yılında Tükiye'de Çocuk Hakları.Ankara: Maya Akademi. Coontz D. P., Judith M. A. (1990) Understanding Violent Mothers and Fathers:Assessing Explanations offered by Mothers and fathers for therir Use of Control Punishment. Gerald D. Hotaling, David Finkelher, John T. Kirkpatrick, Murray A. Straus.(Eds).Family Abuse and İts Consequences New Directions İn Research. Sage Publication. Crowell, N.A., Burgess A.V. (1996) Understanding Violence Against Women. National Research Council,U.N Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (2004) Unicef Türkiye. Demirbilek, S. (2001) Değişen Aile Yapısı ve Çocuğun Sosyalleşmesine Etkisi. Sosyal Hizmet Dergisi SHÇEK Yay.:Ankara Horton B. C., Cruıse T.K. (2001) Child Abuse nd Neglect:The School s Response. Newyork: The Guilford Press. Howes, C. (1990) Abused and Neglected Children with Their Pers. Family Abuse and İts Consequences New Directions İn Research. Edt: Gerald D. Hotaling, David Finkelher, John T. Kirkpatrick, Murray A. Straus. Sage Publication. Kadushın, A. (1970) Child Welfare Services. Newyork: The Macmillan Company. 715

195 Kadushın, A. (1988) Neglect in Families. Elam W Nunnally, Catherine S. Chilman, Fred M. Cox,US (Eds).Mental İllness, Deliquency, Addictions and Neglect Families in Trouble Series, Volume 4,, Kars, Ö. (1996) Çocuk İstismarı: Nedenleri ve Sonuçları. Ankara: Bizim Büro Basımevi. Kirst-Ashman, K.K., Hull Jr G.H.. (1999) Understanding Generalist Practice. Second Edition. Chicago: Nelson Hull Publishers. Koşar, N. (1989) Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı. Ankara: Yargıçoğlu Matbaası. Kozcu, Ş. (1991) Çocuk İstismarı ve İhmali. Aile Yazıları 3:Birey,Kişilik ve Toplum. Ankara: Aile Araştırma Kurumu Yayınları. Bilim Serisi 5/3 KSGM (2006) Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı , Ankara KSGM (2008) Türkiye'de kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması. Lehmann P., Spence E. (2011) Complex Trauma and Crisis İntervention with Children in Shelters for Battered Women. Roberts R.A., White W.B (Eds.). Battered Women and Their Families.. Newyork:Springer Publishing Company. Meshkat, N.,, Landes,M. (2011) Gender-Based Vilence: A Call For Action. Madelon L.Finkel (Ed). Public Health in The 21st Century Global İssues in Public Health. California. Mullender A., Hague G., Imam U.,Kelly L, Malos E., Regan L. (2002) Children's Perspectives on Domestic Violence. London: Sage Publication. Özaltın, G. (2001) Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde ve Ruh Sağlığının Korunmasında Aileye Yönelik hizmetlerin Önemi.1. Ulusal Aille Hizmetleri Sempozyumu.(2000'li yıllarda aile hizmetleri). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını. Ankara:Can Matbaacılık. Özgüven, İ.E.(2001) Ailede İletişim ve Yaşam. Ankara: Pdrem Yayınları. Robert R.A. (2011) Overview and new Direction for İntervening on Behalf of battered Women. Roberts R.A., White W.B (Eds.). Battered Women and Their Families.. Newyork: Springer Publishing Company. Saran, N. (1991) Aile Hayatı ve Toplum. Aile Yazılar:3 Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını.Ankara:MN Ofset Şimşek, Z. (2001). Yaşam Kalitesi Ölçeğinin Psikometrik Değerlendirmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet,12(2), Uz, Ç. (1989) Aile İçi Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri. YayınlanmamışYüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi,İzmir. WHO (1997) Programme on Mental Healt. WHOOQOL Measuring quality of life. www. Who.int/mental_health/media/68 Yanıkkerem, E., Arıkan A. (2001) Aile İçi Şiddetin Çocuk Sağlığı Üzerine Etkileri.1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu (2000'li Yıllarda Aile Hizmetleri). Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını.Ankara:Can Matbaacılık Yıldırım, Ş.(2006) Ergenlerin Aile İçi Şiddete Maruz Kalma Durumları ve Aile İlişkilerinin Değerlendirilmesi. Yayınlanmamış Y.L. Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara. 716

196 Özet MUHAFAZAKÂR OTORİTERYEN EĞİLİMLER, CİNSİYET AYRIMCILIĞI VE KADINA YÖNELİK ŞİDDET Prof. Dr. Adnan Gümüş 1 Kendinden sonra binlerce araştırmaya kaynaklık eden Adorno, Frenkel-Brunswik, Sanford&Levinson un (1982 [1950]:.1 vd.) Otoriteryen Kişilik araştırmasına göre ideolojiler tümleşik bir yapı oluşturmakta ve total kişilik kuramını (the theory of total personality) gerekli kılmaktadır. Otoriteryen kişiliğin 9 temel özelliğinden en belirleyicisi konvensiyonalizm (gelenekselcilik-gidişata uyarlanma, uydumculuk) olup ayrımcılık ve cinsel olana aşırı ilgi de alt boyutları arasında sayılmaktadır. Bu bildiride total kişilik varsayımına uzak durulmakla birlikte Gümüş&Gömleksiz in 1997 araştırması ve Gümüş&Tümkaya&Dönmezer in 2002 araştırmasının empirik verileri eşliğinde 1) anne-baba kökeni, kırsal köken, okul farklılıkları gibi bazı sosyal faktörlerin; 2) mezhep ve dil farklılıklarının; 3) otoriter, dini, milliyetçi, patriotik eğilimlerin; 4) Anomi ve sinizmin cinsiyet ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddetteki yeri ve rolü tartışılmaktadır. Bulgulara göre, otoriter-konvensiyonal eğilimler ile ayrımcılık arasında güçlü ilişkiler bulunmaktadır. Anahtar Sözcükler: Otoriteryen kişilik, muhafazakârlık, dindarlık, patriotizm, anomi, sinizm, ayrımcılık, şiddet, kadın Giriş: Otoriteryen Kişilik, Tutuculuk ve Cinsel Olanı Baskılama Adorno, Frenkel-Brunswik, Sanford&Levinson un (1950) Otoriteryen Kişilik (The Authoritarian Personality veya kısaca AP) çalışması, psikoanalitik bir yaklaşımla konvensiyonel eğilimlerin (daha genel olarak muhafazakarlığın) ideolojik bir örüntünün ötesinde bir tür zihniyete, hatta tümleşik bir hasta kişiliğe denk düştüğü savına dayanmaktadır: Bu araştırma şu yönetici ana hipoteze dayanmaktadır: Çoğu kez bir bireyin politik, ekonomik ve sosyal kanaatleri, -birlikte bir zihniyet veya ruh hali denebilecek - derin ve tümleşik bir örüntü oluşturmaktadır; bu örüntü de kişiliğin derinliklerindeki eğilimlerin bir ifadesidir (Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson&Sanford (1982 [1950]:1). Bu kitapta ideolojiden, günlük literatürde kullanıldığı şekilde, görüş, tutum ve değerlerin bir organizasyonu - insan ve toplum hakkındaki düşünüş biçimlerianlaşılmaktadır. Birinin total ideolojisi veya onun ideolojisi dediğimizde, değişik yaşam alanlarını dikkate alıyoruz: politika, ekonomi, din, azınlık grupları vb. İdeolojilerin tek tek bireylerden bağımsız bir varlık alanı bulunmaktadır; bunlar tarihsel süreç ve sosyal olaylar dizisinin sonucu olarak belirli bir zaman diliminde varlık bulurlar. Bu ideolojiler farklı bireylerde farklı derecede ilgi-yer bulurlar. Bu, onların ihtiyaçları ile bu ihtiyaçların doyurulma veya engellenme durumlarına bağlıdır.( )Böylece kişiliğe vurgu sosyoloji ile tarihten daha çok psikolojiye öncelik tanınmasını gerektirmektedir. ( ) İdeolojik durum-hazıroluş (İdeoloji-in-readness), ideolojinin dile getirilmesi (=ideoloji-in-words) ve eylemde (=in-action) bulunulmasının esas olarak aynı 1 Çukurova Üniversitesi Eğitim Fak. Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü E-Posta: aguemues@gmail.com 717

197 şeyler olduğuna şüphe yoktur. Bireyin total ideolojisinin sadece her bir düzeyde bir organizasyon olmadığı, bu düzeyler arasında da bir organizasyon olduğu açıktır. tek bir yapı... Böyle bir yapıyı anlamak için, total kişilik kuramı (the theory of total personality) gereklidir. Bu araştırmayı yöneten kurama göre, kişilik, bireylerin içindeki güçlerin az-çok süreklilik arzeden bir organizasyonudur... kişilik, davranışların ötesinde (behind) ve bireylerin içindedir (within). Kişilik güçleri, bir yanıt değil fakat yanıtı hazırlayıcıdır(readinesses for response); bu salt bir duruma karşılık verme değildir... (Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson&Sanford (1982 [1950]:2, 3, 5)....Araştırma ile ilgili hipotezlerden biri, kişiliğin derinlerinde yatan eğilimin, ifadesini bulduğu bazı görüş ve tutumlarda dinamik 1 olarak yer aldığı ancak mantıki olmadığıdır... (Sanford, Adorno, Frenkel-Brunswik&Levinson 1982 [1950]:154). Adorno, Frenkel-Brunswik, Levinson&Sanford a (1982 [1950]:1) göre, otoriteryen kişilik vardır ve aşırı uyumcu, katı, duygusal hisleri baskılayan, otoriteye itaatkar, kendinden olmayana karşı aşırı önyargılı, aşağı değerlendirilene karşı kibir-üstünlük taslayan bir kişilik tipi ile karakterize edilmektedir. Bu kişilik, sosyal hiyerarşide güvenlik arayan ve güçlü grup bağlılığı ile bunu etnosentrik değerleri yüceleştirerek yapan bir kişilik tipidir. Herkeste bir ve aynı şekilde bulunmasa da, bu değişkenler anti-demokratik propaganda için kalıcı sendromu oluşturmaktadır: Dinamik süreç içinde kişinin az çok merkezi bir eğilimi olan şeyler, etnosentrizm veya diğer ilgili psikolojik görüş ve tutumlarda açığa çıkar. Bu değişkenler, kısa tanımlamaları ile birlikte, aşağıda listelenmiştir: Tutuculuk (Conventionalism): Tutucu orta sınıf değerlerine sıkı sıkıya bağlılık. Otoriteryen Başeğme (Autoritarian submission): İdealleştirilmiş moral otoritelere karşı başeğici ve eleştirisiz tutum. Otoriteryen Saldırganlık (Autoritarian aggression): Çevreyi gözetip denetleme ve tutucu değerlere aykırı davrananları karalama, suçlama ve cezalandırma, onlara direnme eğilimi. Yumuşakbaşlılığa Karşıtlık (Umursamazlık/Anti-Intraception): Öznelliğe, hayalciliğe ve yumuşakbaşlılığa karşı olma. Boşinan ve Kalıplaşmış Düşünce (Superstition and Stereotypy): İnsan yazgısının mistik öğelerce belirlendiği inancı ve katı kalıplar içinde düşünme eğilimi. Güçlülük ve Katılık Eğilimi (Power and tougness ): Güçlü olma düşüncesi ve güç merkezi olma eğilimi, güçlü olanla özdeşleşme, egemenlik-bağımlılık, önderlik-ardıllık boyutları içinde düşünme, tutucu değerlere aşırı vurgu. Yıkımcılık ve Alaycılık (Destructiveness and Cynicism): Genel düşmanlık, insanların kötülenmesi. Yansıtıcılık (Projektivity) Dünyada kötü bir gidişin olduğu inancı, kusurlarını başkalarına mal etme Seksüelite (Sex) Cinsel gidişe aşırı ilgi. Bu değişkenler birlikte, az çok kişide sürekli bir yapıyı yansıtan, anti-demokratik propogandanın ortaya çıkışında kalıcı olan tek bir sendromu biçimlendirirler. Bu açıdan şöyle de söylenebilir: F Skalası, potansiyel anti-demokratik kişiliği ölçme girişimidir. Bu, kişilik örüntüsünü veren tüm özelliklerin skalada yer aldığını iddia etmez ancak karakteristik olan kalıplar yakalanmaya çalışılmıştır... (Sanford, Adorno, Frenkel-Brunswik&Levinson 1982 [1950]:157). Adorno vd. (1982 [1950]) otoriteryenizmin içsel boyutlarından kabul ettiği cinsel olana yönelik aşırı ilgiyi Altemeyer (1988), homoseksüeliteye karşıtlık/duyarlılık şeklinde 718

198 adlandırmakta ve içsel değil dışsal bir boyut olarak ele almakta ise de her iki durumda da cinsellik ile otoriteryenizm arasında bir ilişki öngörülmektedir. Burada total bir psikoanalitik kişilik anlayışı benimsenmemekle ve her biri dışsal bir boyut olarak varsayılmakla birlikte, yine de tutuculuk, otoriteryen eğilimler, saldırganlık, etnik ayrımcılık, cinsel ayrımcılık ve kadına yönelik şiddet arasında doğrusal ilişkiler öngörülmektedir. Materyal ve Yöntem Buradaki tartışmaların geniş kuramsal tartışmaları ve alt ölçekler ile ilgili geniş bilgi, Gümüş ve Gömleksiz 1999 Din Milliyetçilik Otoriteryenizm kitabında yer almaktadır. Burada cinselliğe yönelik tutum ölçeği öne çıkarılarak Adana da 1997 yılında gerçekleştirilen lise ve üniversite örnekleminde 1735 gencin görüşleri çerçevesinde konu tartışılmaktadır. Hayat kadınlarının saygı görmeye hiçbir hakkı yoktur. İnsanların cinsel fantezilerinin olması normal bir durumdur. Porno yayınlara izin verilmemelidir. Günümüzdeki yaygın cinsel ahlaksızlığa karşı, iyi niyet sahibi insanların mücadele etmesi gerekir.* Tamamıyla ret ediyorum Cinsellik Ölçeği Maddeleri Ret Kararsızım edediyorum Onaylıyorum Tamamıyla Onaylıyorum Ort. 31,4 32,9 21,3 7,2 7,1 2,24 3,2 6,3 13,9 37,3 39,2 1,95 (tersten) 12,2 16,2 24,2 18,8 28,5 3,36 4,0 6,5 14,2 35,7 39,5 4,00 *Sınanmıştır; ancak yüksek puan aldığı ve dolayısyla yeterince ayırt edici olmadığı için ölçeğe dahil edilmemiştir. Ayrıca Adana da 2002 yılında ilköğretim okullarında gerçekleştirilen öğretmen ve öğrenci araştırmasından (Gümüş, Tümkaya, Dönmezer 2004 Sıkıştırılmış Okullar) yararlanılmaktadır. Böylece Öğretmen, Üniversite öğrencileri, Lise öğrencileri ve İlköğretim öğrencileri ana veri tabanını oluşturmaktadır. Özetle lise ve üniversite örneklemi Gümüş&Gömleksiz in 1997, öğretmen ve ilköğretim öğrencileri örneklemi Gümüş&Tümkaya&Dönmezer in 2002 araştırmalarına dayanmaktadır. 1) Bölgelere, Gelişmişlik Düzeyi ve Oturulan Yerleşim Yerine Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu Üniversite öğrencilerinin doğduğu bölge ve doğduğu illerin gelişmişlik düzeyine göre cinsel ayrımcılığı çok değişmemekle birlikte, yerleşim birimine göre köylere doğru anlamlı artış olmaktadır. 719

199 Üniversite Öğrencilerinin Geldikleri Bölgelere, Doğum İllerinin Gelişmişlik Düzeyine, Ailenin Oturduğu Yerleşime Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) Bölge X S Doğum İlinin Gelişmişlik Düzeyi X S Ailenin Oturduğ u Yerleşim Marmara 2,68,81 En Düşük 2,86,77 İl 2,40,77 Akdeniz 2,38,79 Düşük 2,58,66 İlçe 2,46,79 Ege 2,51,89 Orta 2,45,81 Nahiye 2,79,81 İç A. 2,38,80 Yüksek 2,38,79 Köy 2,96,90 Karadeniz 2,57,84 En Yüksek 2,56,69 G.Doğu A. 2,76,73 Doğu A. 2,46,67 F 1,73 2,22 7,24* *.05 düzeyinde anlamlı. 2) Hane Büyüklüğü, Ebeveyn Eğitimi ve Ebeveyn İşine Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu Hane büyüklüğüne göre üniversite öğrencileri arasında biraz daha düşük olmakla birlikte hem üniversite hem de lise örnekleminde anlamlı farklılaşma (artış) görülmektedir. Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Aile Hane Büyüklüğüne Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) Hane Lise Üni Büyüklüğü X S X S 1-3 Kişi 2,31,81 2,52, ,44,87 2,41, ,67,83 2,51, ,88,81 2,75, Kişi 2,89,97 3,09 1,19 F 8,95* 2,70* *.05 düzeyinde anlamlı. Anne-baba eğitimine göre liselilerin cinsel ayrımcılığı anlamlı şekilde farklılaşırken, üniversitede farklılaşmamaktadır. Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Ebeveyn Eğitimine Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) BABA Eğitim Düzeyi ANNE Eğitim Düzeyi Lise Üni Lise Üni X S X S X S X S Okur değil 2,92,97 2,64,97 2,82,91 2,68,93 Okuryazar 2,53,88 2,66 1,07 2,67,94 2,48,72 İlkokul m. 2,68,85 2,59,81 2,61,83 2,54,79 Ortaokul m. 2,55,86 2,50,71 2,43,69 2,29,77 Lise m. 2,36,80 2,35,65 2,14,80 2,27,71 Meslek L. 2,67,78 2,38,71 2,25,92 2,20,73 Üniversite 2,25,90 2,34,79 2,17,89 2,30,82 F 6,94* 1,47 10,82* 2.00 *.05 düzeyinde anlamlı. X S 720

200 Baba mesleğine göre hem lise hem de üniversite öğrencilerinin cinsel ayrımcılığı anlamlı şekilde farklılaşmakta, anne mesleğine göre lisede büyük bir farklılaşmaya rastlanmaktadır. Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Ebeveynin İşine Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) BABA Mesleği/İşi ANNE Mesleği/İşi Lise Üni Lise Üni X S X S X S X S İşsiz/Evde 2,64 1,24 2,23,66 2,59,84 2,50,82 İşçi 2,68,86 2,43,87 Çiftçi/Köylü 2,60,82 2,90,92 Küç.Memur 2,63,76 2,29,66 Asker/Polis 2,55,79 2,66,33 Öğretmen 2,36,83 2,33,70 Yük.Nit. Ücr 2,10,82 2,41,82 Küç.Esnaf 2,56,70 2,66,71 Büy.Esn/ İşv 2,48,92 2,32,71 Emekli 2,48,86 2,36,75 Çalışıyor 2,21,81 2,29,75 F 3,54* 2,34* 29,97* 3,45 *.05 düzeyinde anlamlı. 3) Lise Türü, Fakülte Türü ve Sınıflara Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu Lise türleri arasında en yükseği İmam Hatip Liseleri olmak üzere büyük farklılaşma yaşanmakta, fakülteler arasında da anlamlı farklılaşmaya rastlanmaktadır. Ancak sınıflar arasında anlamlı bir farklılaşma görülmemektedir. Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Okudukları Lise, Fakülte ve Sınıfa Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) Lise Türlerine Göre Özel Anadol u Devlet Ticaret Endüst ri Kız Meslek İmam Hatip X 2,04 1,85 2,46 2,70 2,39 2,62 3,31 S,84,63,81,82,75,64,84 F 40,28* Üniversite Öğrencilerinin Mezun Oldukları Liselere Göre Özel Anadol Devlet Ticaret Endüst İmam Başka u ri Hatip X 2,14 2,22 2,46 2,76 2,46 3,25 2,58 S,58,71,79,46,83,82,96 F 5,38* Fakültelere Göre Eğitim Fen- İk. İd. İlahiya Mim. Ziraat Ed. Bi. t Müh. X 2,45 2,41 2,18 3,38 2,29 2,57 S,77,78,71,65,78,79 F 11,14* Adanalı ve Devlet Lisesi Kökenlilerinin SINIFLARINA Göre* Devlet Üni. 1 Üni. 4 Lisesi X 2,46 2,48 2,38 S,80,77,82 F,23 *.05 düzeyinde anlamlı. 721

201 4) Cinsiyet Gruplarına Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu Aynı lise veya fakülte içinde kızlarla erkekler arasında cinsel ayrımcılık konusunda anlamlı bir farklılaşma oluşmamaktadır. Ancak liseler arasında kızlarda daha yüksek olmak üzere anlamlı olarak çok yüksek cinsiyet ayrımcılığı farklılıkları bulunmaktadır. Lise Türü ve Cinsiyete Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) Cinsiyet LİSELER Özel Anadolu Devlet Ticaret Endüstri X S X S X S X S X S Erkek 1,97,96 1,74,54 2,48,85 2,64,92 2,31,76 Kız 2,10,67 2,02,69 2,44,76 2,76,72 2,53,71 F,55 2,24,19,70 3,85* Kız Meslek İmam Hatip Toplam Lise Liselere göre Erkekler arasında F Liselere göre Kızlar arasında F Erkek 3,29,90 2,48,93 Kız 2,62,64 3,33,78 2,61,80 F.08 5,77* 21,41* 21,89* *.05 düzeyinde anlamlı. Üniversitede farklılaşma biraz azalmakla birlikte erkekler arasında fakültelere göre yine anlamlı farklılaşmaya rastlanmaktadır. Fakülte ve Cinsiyete Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) Cinsiyet FAKÜLTELER Eğitim Fen-Ed. İk.İd.Bil. İlahiyat Mim.Müh. X S X S X S X S X S Erkek 2,53,84 2,60,85 2,15,73 3,30,65 2,34,80 Kız 2,39,73 2,26,73 2,23,68 3,72,71 2,06,68 F 1,15 2,79,11,99 Toplam Üni. Fakültelere göre Erkekler arasında F Fakültelere göre Kızlar arasında F Erkek 2,54,84 Kız 2,40,76 F 3,18 6,00* 1,05 *.05 düzeyinde anlamlı. 5) Dil ve Mezhep Gruplarına Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu Evde konuşulan dile göre üniversite öğrencileri arasında cinsel ayrımcılık bir miktar farklılaşırken, mezhebe göre hem lise hem de üniversite öğrencileri arasında anlamlı farklılaşma bulunuyor. 722

202 Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Evde Konuşulan Dile ve Babanın Mezhebine Göre Cinsel Ayrımcılığa İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları (1997) Evde Konuşulan Lise Üni Baba Lise Üni Dil X S X S Mezhebi X S X S Türkçe 2,55,85 2,55,82 Sunni 2,64,89 2,59,83 Y. istemiyor 2,44,79 2,41,43 Başka 2,58,94 Başka 2,58 1,01 1,91,53 Y.istemiyor 2,51,84 2,47,80 Arapça 2,34,74 2,14,69 Bilmiyor 2,41,83 2,30,65 Kürtçe 2,64,97 2,57,85 Alevi 2,11,69 2,07,60 F 1,44 3,83* 7,32* 6,66* *.05 düzeyinde anlamlı. 6) Siyasal Yönelimlere Göre Cinsel Ayrımcılık Durumu Komünizme olumlu bakanlar arasında düşük, şeriat/dini rejimlere olumlu bakanlar arasında yüksek olmak üzere cinsel ayrımcılık anlamlı şekilde farklılaşmaktadır. Lise ve Üniversite Öğrencilerinin Komünizmi, Şeriatı ve Kökten Milliyetçiliği Onaylama Açısından Ölçeklere İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi (1997) KOMÜNİZM ŞERİATÇILIK MİLLİYETÇİLİK Lise Üni. Lise Üni. Lise Üni. X S X S X S X S X S X S Onaylamayan 2,86,97 2,74,83 2,20,75 2,15,70 2,44,99 2,38,84 Onaylayan 2,28,81 2,09,77 2,88,92 2,98,81 2,58,84 2,58,76 F 38,16* 31,69* 109,62* 88,00* 3,22 3,45 *.05 düzeyinde anlamlı. Milliyetçilik durumunda anlamlı bir farklılaşma yaşanmamakla birlikte soldan sağa doğru yöneldikçe de anlamlı artış oluşmaktadır. Üniversite Öğrencilerinin Sağa Doğru Yönelim Açısından Ölçeklere İlişkin Ortalama, Standart Sapma ve Tek Yönlü Varyans Analizi (1997) Üni. X S Sol 1,90,69 Orta 2,38,69 Sağ 2,85,73 Anlamı Yok 2,58,79 F 19,16* *.05 düzeyinde anlamlı. 7) Otoriterlik, Dindarlık Gibi Tutumlara Göre Cinsel Ayrımcılık ve Şiddet Durumu Gerek otoriteryen eğilimler, gerekse dindarlık ölçekleri ile ilgili pek çok tartışma bulunmaktadır. Çok farklı dindarlık türleri sayılmaktadır. Örneğin Coştu (2009) Weber in çiftçi dindarlığı, şövalye ruhlu savaşçıların dindarlığı, burjuva dindarlığı, şehir dindarlığı, köy dindarlığı, tüccar ve zanaatkâr dindarlığı, entelektüellerin veya aydınların dindarlığı, halk dindarlığı, büyüsel dindarlık, ayinci dindarlık, dünyevi zahitlik ve uhrevi zahitlik kategorileri; G. W. Allport ve J. M. Ross unı içedönük dindarlık ve dışadönük dindarlık ; Günay ın geleneksel halk dindarlığı, seçkinlerin dindarlığı, laik dindarlık ve tranzisyonel 723

203 dindarlık ; kendi geliştirdiği normatif dindarlık, popüler dindarlık gibi daha pek çok formundan söz etmektedir. Alport&Ross tan (1967) hareketle Gürses (2001) içgüdümlü ve dışgüdümlü dindarlık ile otoriteryen eğilimler arasındaki ilişkilere bakmaktadır. Ancak hangi tür dindarlık olursa olsun, sonuçta dini ve muhafazakâr eğilimlerle dışlayıcı, ayrımcı ve baskılayıcı öğeler arasında belirli koşutluklar olduğu ileri sürülmektedir. Örneğin aksi yönde sonuçlar elde etmek üzere yola çıkan Altemeyer (1988:258) sağ otoriter gibi sol otoriter de var mı? sorusuna yanıt olarak bir farklılaştırılmış Hayır der. Okul türleri, farklı mezhepler ve farklı siyasal yönelimlerin farklı etkiler oluşturduğu gibi içeriği değer yüklü ve farklı ideolojik öğeler de hem ayrımcılık hem de şiddet eğilimi üzerinde önemli oranda etkide bulunmaktadır. a) Lise ve Üniversite Örneklemi (1997) Lise ve üniversite öğrencileri arasında otoriter ve muhafazakâr tüm alt ölçekler arasında anlamlı doğrusal ilişkilere rastlanmaktadır. Lise ve Üniversite Örnekleminde Otoriteryenizm, Tutuculuk ve Ayrımcılık Ölçekleriyle Cinsel Ayrımcılık Arasındaki Korelasyonlar (1997) Toplam (n=1735) Ölçekler Tüm Patriotizm Özdinsellik Cunta Eğilimi Anomi Ailenin İdolleştiril Güvensizlik Savaş Eğilimi Kısa Otoriteryenizm Yabancı Ayrımcılığı Cinsel Ayrımcılık Tüm bunlar da ayrımcılık ve cinsel ayrımcılığı artırıcı yönde etkide bulunmaktadır. Lise ve Üniversite Örnekleminde Otoriteryenizm, Tutuculuk ve Ayrımcılık Ölçekleriyle Cinsel Ayrımcılık Arasındaki Korelasyonlar (1997) Üstün Görme,084 ** Dindarlık,453 ** Patriotizm,182 ** Aile Ot. saygı,277 ** CUNTA Eğ.,015 Savaş Eğ.,161 ** Genel Otor.,175 ** Erm Yön. Ayr.,313 ** Yab. Ayr.,217 ** Yah. Yön. Ayr.,371 ** Genel Ayr. (Total),391 ** Anomi,004 Sinizm, Fak. Top.,346 ** Ebeveyn Sevgisi,054 * 724

204 Ebeveyn Dind.,351 ** Ebeveyn Disp.,154 ** 3 Aile Faktörü Top.,277 ** Komunizm Eğilimi -,282 ** Milliyetçi Eğilim,083 ** Şeriatçı Eğilim,381 ** Siyasal Yön. (Soldan sağa doğru),498 ** Paralel pek çok çalışma bulunmaktadır. Örneğin Gömleksiz, Akar-Vural, Yılmaz ın 2009 tarihli Bilim ve Otoriteryenizm: Fen Edebiyat Fakültesi Öğrencileri Üzerine Bir Çalışma adlı araştırmasında ölçeklerden alınan puanların kız ve erkek öğrenciler arasında farklılaştığı, erkek öğrencilerin kısa otoriteryenizm, kadın ayrımcılığı, dalkavukluk, kendinden üstün gördüğüne yaranma ve içtensiz övgü ölçeklerine ilişkin ortalamalarının kız öğrencilere göre daha yüksek olduğu görülmüştür. Kadın ayrımcılığı ve yalakalığa ilişkin ölçeklere ait puanlar arasında sosyal bilimlerde okuyan öğrenciler lehine anlamlı farklar elde edilmiştir. Bunların yanı sıra, kısa otoriteryenizm ile patriotizm, özdinsellik, savaş eğilimi, kadın ayrımcılığı ve kendinden üstte gördüğüne yaranma ölçekleri arasındaki ilişkinin yüksek ve anlamlı olduğu da görülmektedir. Diğer taraftan dikkati çeken diğer bir bulgu da, kadın ayrımcılığı ile savaş eğilimi, özdinsellik, kısa otoriteryenizm ve kendinden üstte gördüğüne yaranma ölçekleri arasında oldukça yüksek ve anlamlı ilişkilerin olmasıdır. Yapılan analizler sonucunda, kısa otoriteryenizm ölçeği ile ilgili tutumları, sırasıyla patriotizm, kadın ayrımcılığı, kendinden üstte gördüğüne yaranma ve özdinsellik ölçekleri anlamlı düzeyde yordadığı ortaya çıkmıştır (Akar-Vural, Gümüş, Gömleksiz 2011). b) İlköğretim Öğretmeleri ve Öğrencileri Örneklemi (2002) Bu alt başlıktaki bilgiler Gümüş, Tümkaya ve Dönmezer in 2002 yılında gerçekleştirdikleri araştırma (2004 Sıkıştırılmış Okullar ) dahilinde aktarılmaktadır. Baştan durumu özetlersek öğretmenler arasında da dindarlık, patriotizm, aile otoritesine saygı, genel otoriteryenizm ve ayrımcılık birbirleriyle pozitif; yenilikçilik ile negatif ilişki göstermektedir. Öğretmenlerde Faktörler (Tutumlar) Arası Korelasyon (2002) sk2 Kendini -,13 gerçekleştirme sk3 Dindarlık,22,26 sk4 Patriotizm,16,31,66 sk5 Veli -,01 -,05 -,05 -,02 doyumsuzluğu sk6 Mesleki,18 -,37 -,12 -,07,02 doyumsuzluk sk7 Aile,24,16,33,35,13 -,12 otoritesine saygı sk8 Genel,12,23,22,24,06 -,12,46 otoriteryenizm sk9 Öğrenci,40 -,14 -,02,05,21,08,18,07 doyumsuzluğu sk10 Okul -,34,49,06,13 -,09 -,38,07,19 -,21 doyumu sk11 Tatilleri,33 -,21 -,11,06,02,25,05,00,21 -,20 gözleme sk12 Bayram doyumsuzluğu,07 -,21 -,11 -,06,01,14,00,02,16 -,09,03 725

205 sk13 Anomi,28 -,13,00,05 -,04,14,00,08,18 -,17,15,12 sk14 Değişiklik -,01 -,18 -,04 -,02,21,17,06,02,17 -,14,05,29,14 gözleme sk15 Ayrımcılık,25,02,26,24,13,12,18,16,21 -,12,11,16,03,11 sk16,17,08,15,09,00,01,10,02,02 -,03,24 -,01,10 -,04,19 Hazırlokmacılık sk17 -,10 -,24 -,29 -,26,11,13 -,15 -,07,06 -,11,08,14,03,20 -,04,10 Yenilikçilik Kuruma, okula, öğretmenliğe ve öğrenciye yabancılaşma, anomi, değişiklik arayışı, tatilleri ve bayramları gözleme arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır. Bir önceki gruptaki ayrımcılık ve yenilikçilik, bu grupla da paralellik göstermektedir. Ancak yenilikçiliğin ve değişiklik arayışının yabancılaşma ölçekleri ve anomi ile pozitif ilişkide olması ilginç bir sonuç oluşturmaktadır. Bu sav, görgül anlamda mahalle mektebine (camiye, cemevine, amcaya-hocaya) gönderilme durumu ile baskıcı tutumlar arasında bir ilişki olarak kurgulanmıştır. Ancak öğretmenlerin çocuklukta aldıkları genel dini eğitim ile baskıcı tutumlar arasında bir ilişkiye rastlanmamıştır. Öğrencilerde ise babanın dindarlığı ile otoriteryenizm arasında güçlü; dayakçı tutum arasında ise zayıf bir ilişki görülmektedir. Hipotez: Dini geleneklere bağlı yetiştirildikçe, baskıcı tutumlar artar (Dindarlık puanı arttıkça ) Öğretmen* Öğrenci** Ayrımcılık Nötr Nötr Otoriteryenizm Nötr Evet Dayakçılık Nötr Kısmen *Mahalle mektebine (kuran kursuna, hoca-amcaya) gitmiş olma. **Babanın dindarlığı. Dayakçılık; beklendiği gibi hem konvensiyonel faktörlerle (din, patriotizm, ayrımcılık, otoriteryenizm), hem de anomi ve yabancılaşmayla (okul, öğrenci ve yaptığı işe olumsuz yaklaşımla) pozitif bir ilişki içerisindedir. Hipotez: Dayakçı tutumlar arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar. Öğretmen Öğrenci Alaya Alma Evet Nötr Kötü Muamele Evet Nötr Dayak Evet Nötr Dayakçı tutum (meşru görme), davranış düzeyinde de arttırıcı önemli bir değişken olmaktadır. Beklenildiği şekilde özellikle öğretmenlerin dayağı savunmaları, dayak atmaları için önemli bir dayanak oluşturmaktadır. Ancak öğrencilerde dayakçılığı onaylamak, dayak yemek veya yememek anlamına gelmemektedir. 726

206 Hipotez: Konvensiyonalizm (muhafazakarlık) arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar. Öğretmen Öğrenci Dini eğilimler arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar. Alaya Alma Nötr Nötr Kötü Muamele Nötr Nötr Dayak Nötr Kısmen Patriotik eğilimler arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar. Alaya Alma Kısmen Sorulmadı Kötü Muamele Nötr Sorulmadı Dayak Nötr Sorulmadı Aile otoritesine saygı arttıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar. Alaya Alma Nötr Sorulmadı Kötü Muamele Kısmen Sorulmadı Dayak Nötr Sorulmadı Otoriter eğilimler artıkça; alaya alma, kötü muamele ve dayak artar. Alaya Alma Kısmen Sorulmadı Kötü Muamele Nötr Sorulmadı Dayak Nötr Sorulmadı Öğretmenlerin çocuklukta aldıkları genel dini eğitim ile dayakçı tutum arasında belli bir doğrusal ilişki olmakla birlikte dayak atma davranışları arasında güçlü bir ilişkiye rastlanmamıştır (ancak dayakçı tutumların dayağı artırdığı, dayakçı tutumlarla da dindarlık eğilimlerinin belirli koşutluk taşıdığı dikkate alınmalıdır). Öğrencilerde ise dayak ile babanın dindarlığı arasında, zayıf da olsa pozitif bir ilişki görülmektedir. Sonuç Otoritenin olduğu veya olması gereken her yerde disiplin de bulunmak durumundadır. Bu noktada yaygın üç görüş öne çıkmaktadır: Disiplinin otoriteyle sağlandığı veya Otoritenin disiplinle sağladığı veya Bunların karşılıklı birbirini desteklediği. Gerek ayrımcılık ve şiddet tutumunda, gerekse bunun dayak şeklinde pratiğe geçirilmesinde (davranış düzeyinde) başlıca belirleyici öğe, devlet-bürokrasi, aile ve okuldaki hiyerarşik yapılanmanın kocaya, babaya, öğretmen veya idareciye böyle kolay bir statü sağlaması ve kültür (değer ve tutumlar) boyutunda da bunu destekleyici; en azından karşı-koymayıcı bir meşruiyetin bulunmasıdır. Daha en başından erkek-kadın, koca-karı, öğretmen-öğrenci eşitsizliğine dayalı bu hiyerarşi sürdürüldükçe, buna koşut sayılacak kültürel anlamda yaş, cinsiyet, otorite, din, örf, gelenek ve saygı-sevgi kavramlaştırmalarında kötü muameleye asgari meşruiyet tanındıkça 727

207 dayak da babanın, hocanın veya kocanın elinde kendini yeniden üretmeye devam etmektedir (Gümüş, Tümkaya, Dönmezer 2004: ). Öztürk (2008: ) İlahiyat Fakültesinde yaptığı doktorada dinin aile içi şiddete iki türlü etki yaptığı nı belirtmektedir: Bunlardan birincisi bilhassa şiddet uygulayan erkeklerce dinin uygulanan şiddete kılıf olarak kullanılması yani meşrulaştırıcı etkisi, diğeri de dinin kadınların yaşadıkları en zor günlerde onlar için adeta bir kurtarıcı durumunda olması yani rahatlatıcı etkisidir. İkincisini bile kabul etsek sonuçta bir kadercilik ve şiddetle mücadeleyi azaltıcı bir etki söz konusudur. Ancak ilk üç görüşün ötesinde dördüncü bir seçenek daha bulunmaktadır ki; bu seçenek; birbirini tamamlayan muhafazakâr değerler, otorite ve disiplinden çok eşit değerli çoğulcu bir toplum modelidir. Eğer muhafazakârlık ve dindarlık da benzer bir içerikte ise veya benzer yönde dönüşüm geçirirse, ayrımcılık ve şiddetle arasına belirli bir mesafe koyabilir. Empirik örnekler ise mevcut yaygın dindarlık ve muhafazakârlık formlarının otoriter ve ayrımcı eğilimlerle koşutluk taşıdığı yönündedir. Kaynakça Adorno, T. W.; E. Frenkel-Brunswik; D. J. Levinson&R. N. Sanford. (1982 [1950]). The Autoritarian Personality. New York: W. W. Norton. Allport, G. W. & Ross, J. M. (1967). Personal Religious Orientation and Prejudice. Journal of Personality and Social Psychology, 5, Altemeyer, B. (1988). Enemies of Freedom. Understanding Right-Wing Authoritarianism.San Francisco. Altemeyer, B. (1996). The Autoritarian Specter. Cambridge&London: Harvard. Coştu, Yakup (2009). Dine Normatif ve Popüler Yaklaşım: Bir Dini Yönelim Ölçeği Denemesi. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2009/1 c. 8, sayı: 15, ss Gümüş, A., Gömleksiz, M. (1999). Din, Milliyetçilik ve Otoriteryenizm: Lise ve Üniversite Gençliği Üstüne 1945'lerden Günümüze Toplumlararası Karşılaştırmalı Bir Araştırma. Ankara: Eğitim-Sen Yay., Araştırma Dizisi 3. Gümüş, A., Tümkaya, S., Dönmezer, T. (2004). Sıkıştırılmış Okullar. Adana da İlköğretim Okulları, Öğretmenleri ve Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Eğitim-Sen Yay. Gömleksiz, M., Akar-Vural, R.& Yılmaz, S. (2009). Bilim ve Otoriteryenizm: Fen Edebiyat Fakültesi Öğrencileri Üzerine Bir Çalışma. Sözlü Bildiri, I. Uluslar arası Avrupa Birliği, Demokrasi, Vatandaşlık ve Vatandaşlık Eğitimi Sempozyumu, Uşak Üniversitesi. Gürses, İbrahim (2001). Kölelik ve Özgürlük Arasında Din. Bursa: Arasta. Öztürk, Emine (2008). Türkiye de Aile İçi Şiddet, Kadın Sığınma Evleri ve Din. Marmara Üniversitesi SBE İlahiyat Anabilim Dalı Doktora Tezi. İstanbul: Marmara. 728

208 KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE BAŞA ÇIKMA TARZLARI BAĞLAMINDA ÇOCUKLARDA ALGILANAN GÜÇLÜKLERİN YORDANMASI Nilgün YENİOCAK Şennur TUTAREL-KIŞLAK ÖZET Ülkemizde ve dünyada yaygın olarak görülen kadına yönelik şiddet yalnızca şiddet gören kadınları değil, şiddete tanık olan çocukları da olumsuz etkilemektedir. Literatür, şiddet ortamında yaşayan çocukların çeşitli duygusal ve davranışsal sorunlar yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Şiddete uğrayan kadınlar, çocuklarını da yanlarına alarak sığınma evine başvurmaktadır. Ancak şiddet ve sığınma evi yaşantısı çocukların ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Annelerin stresle başa çıkma tarzları sorunlarını çözme yollarına ve çocukların psikolojik sorunlarına yansımaktadır. Bu araştırmada şiddet gören iki grubun (Sığınma evi grubu ve Sığınma evi dışında olup şiddet gören grup) ve sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen grubun başa çıkma tarzları değerlendirilmiş, ayrıca çocuklarında gördükleri sorunlar Güçler ve Güçlükler Anketi ile belirlenmeye çalışılmıştır. Bulgular, annenin psikolojik sorunları, disiplin uygulamalarının, çaresiz/kendini suçlayıcı başa çıkma tarzını kullanmasının, çocuğun bazı özellikleri ve ortamsal koşulların, çocukların yaşadığı güçlükleri yordadığını göstermiştir. Araştırmada şiddet ortamında yaşamanın çocuklar açısından olumsuz sonuçlarına dikkat çekilmiş, çocukların sorunlarının değerlendirilmesinde aile ortamının önemi ortaya konulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çocuklar, kadın sığınma evi, şiddet, başa çıkma yolları ABSTRACT Violence against women, which is widespread both in our country and the world, affects negatively not only the women exposed to violence, but also children witnessing violence. The existing literature reveals that children living with violence experience several emotional and behavioral problems. The women exposed to violence apply for women s shelter together with their children. However, violence and life conditions in women s shelter affect the mental health of the children in a negative way. Mothers ways of coping with stress affect their ways of problem solving and the psychological health condition of their children. In this study, the ways of coping with violence of two groups of women exposed to violence (those sheltered because of violence and those living out of shelter and exposed to violence), as well as another group of women not exposed to violence and not living in women s shelter were evaluated. Moreover, the problems perceived in the Uzm. Psk. Nilgün Yeniocak Hatay İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağ. ve Sos. Hast. Şb. nilyeniocak@hotmail.com Doç. Dr. Şennur Tutarel-Kışlak Ankara Üniversitesi DTCF Psikoloji Bölümü sennurkislak@hotmail.com 729

209 children of women exposed to violence were attempted to be evaluated through the Strengths and Difficulties Questionnaire. The findings showed that the mothers psychological problems, disciplinary practices, use of hopelessness/self-blame ways of coping, certain characteristics of their children, along with outside conditions predicted the hardships experienced by their children. In this study, the negative effects of living with violence on children were accentuated, and the importance of family condition in the evaluation of the problems of children was revealed. Key Words: Children, women s shelter, violence, coping ways GİRİŞ Dünyada ve Türkiye de yapılan pek çok araştırma kadının aile içinde şiddet gördüğünü ve kadına yönelik aile içi şiddete çocukların da sıklıkla tanık olduğunu göstermektedir (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu, 2002; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü (HÜNEE), 2009; Mbilinyi ve ark., 2007; Rudo, Zena, Powell, Diane ve ark. 1998). Aile içi şiddetin varlığında çocukların da doğrudan ya da dolaylı olarak istismar edildikleri ve evdeki şiddet nedeni ile ihmale uğradıkları belirtilmektedir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999; KSGM, 2009; Levendosky, Huth-Bocks, Shapiro ve Semel, 2003; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark. 2007; Rudo ve ark. 1998; Stephens, McDonald ve Jouriles, 2000; Ware ve ark., 2001). Konu ile ilgili yurt dışında yapılan araştırmalar anneleriyle birlikte konuk evlerine gelen çocukların ortamsal koşulları, bu kurumlarda geçirilen zaman ve onlara yönelik tedavi hizmetlerinin planlanması üzerinde durmaktadır (Poole, Beran, ve Thurston, 2008; Stephens, McDonald ve Jouriles 2000). Buna karşın şiddete tanık olan (witness) ya da maruz kalan bu çocukların ne gibi sorunlarla karşılaştıkları üzerine ülkemizde çok az sayıda çalışma olduğu görülmektedir (Durmuşoğlu ve Doğru, 2004; Pelendecioğlu ve Bulut, 2009; Ünal, 2008). Dünyada fiziksel şiddetin görülme oranının %13 ile %61 arasında değiştiği belirlenmiştir (Babu ve Kar, 2009; Oyunbileg ve ark., 2009; WHO, 2005; Vachher ve Sharma, 2010). Türkiye de yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular da dünyada yapılan diğer araştırmalarla tutarlıdır. Ülkemizde her üç kadından birinin fiziksel şiddet gördüğü belirlenmiştir (Altınay ve Arat, 2008; Güler, Tel ve Tuncay, 2005; HÜ Nüfus Etüdleri Ens.-HÜNEE, 2009; Karaçam ve ark., 2006; Özyurt ve Deveci, 2010; TCBAAK, 1995). Kadınların önemli bir kısmı eşlerinden gördükleri şiddeti dile getirmemekte, çeşitli nedenlerle sosyal ya da kurumsal desteğe başvurmamaktadırlar (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu, 2002; İçli, 1994; HÜNEE, 200; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark., 2007; Moe, 2009). Kadınların şiddet ortamından ayrılmamalarının en önemli nedenlerinden biri çocuklarını koruma isteğidir. Çocukların zarar gördüklerini fark ettiklerinde ise ayrılma sürecini hızlandırmaktadırlar (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu, 2002; TCBAAK, 1995; Yanıkkerem ve Saruhan, 2005 Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark., 2007; Moe, 2009). Bu bağlamda kadınların (ve varsa çocuklarının) geçici de olsa şiddetten uzak kaldıkları sığınma evleri, kadınların olduğu kadar onlarla birlikte gelen çocukların da gereksinimlerine cevap verebilecek imkanlara sahip olması gerekmektedir 730

210 (Sığınmaevleri Klavuzu, 2008; Stephens, McDonald ve Jouriles 2000). Ancak ülkemizde bu kurumların sayı, personel ve sunulan hizmet açısından yetersiz olduğu bilinmektedir (HÜNEE, 2009; Subaşı ve Akın, 2004). Şiddet ortamında yaşayan çocuklar doğrudan ya da dolaylı olarak şiddetten etkilenmektedir. Araştırmalar aile içi şiddet ortamında yaşayan çocukların şiddete tanıklık etmekle kalmayıp, kendilerinin de şiddete uğradığını ortaya koymaktadır. Şiddet uygulayan babaların yanı sıra tahammül eşikleri düşen anneler de çocuklarını ihmal ya da istismar edebilmektedir (Ayrancı, Günay ve Ünlüoğlu, 2009; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; İçli, 1994; Mbilinyi ve ark., 2007; Rudo ve ark. 1998; Vahip ve Avşargil, 2006). Kadına yönelik şiddete tanık olan çocukları inceleyen çalışmalar, bu çocukların korku, saldırganlık, kabus görme, yatağını ıslatma, duygusal ve davranışsal sorunlar ve TSSB, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi psikolojik sorunlar yaşadıklarını belirlemişlerdir (HÜNEE, 2009; Haj Yahia, Tishby ve Zoysa, 2008; Little ve Kantor, 2002; Rudo ve ark., 1998; TCBAAK, 1995). Şiddete tanık olan çocukların anneleri ile sığınma evinde kalmalarının onları daha da olumsuz etkilediği bilinmektedir (Huth- Bocks ve Hughes, 2008). Evden ayrılma ve sığınma evinde kalma sürecinde yaşanan ekonomik güçlükler ve istikrarsızlığın şiddete tanıklığın ötesinde olumsuz sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Ware ve ark., 2001). Şiddet görmek kadınların stresle kaçıngan yolla başa çıkmasıyla birlikte görülmekte; kaçıngan başa çıkma tarzını kullanmak ise daha çok psikolojik sorunla ilişkilendirilmektedir (McKee ve ark., 2004; Waldrop ve Resick, 2004). Şiddete uğramak kadınların psikolojik sorunlarını arttırmakta, annenin sorunları ebeveyn tarzını olumsuz etkileyerek çocuklardaki uyumsuzluğu arttırmaktadır Olumsuz duygular ve ruhsal bozukluklar ise kadınların annelik becerilerini sekteye uğratabilmekte ve çocuklarda davranış sorunlarını artırabilmektedir (Broadhead, Chilton ve Crichton, 2009; Eremsoy, 2007; Levendosky ve ark., 2003, Little ve Kantor, 2002; Renk, Roddenberry, Oliveros ve Sieger, 2007). Annelerin kaygıları çocuklarına yönelik etkili çözümler bulmalarını zorlaştırırken, kendi sorunları ile başa çıkma ve duygularını düzenleme becerisi çocukların uyumunu arttırmaktadır (Buckley ve Borden, 2006; Bynum ve Brody, 2005). Bununla birlikte alınan sosyal desteğin de kadının problem becerisini arttırdığı, bu artışın da çocukların ruh sağlığını koruduğu bilinmektedir (Avcı, 2006; Forgatch ve DeGarmo, 1997; Kılıç, Uslu, Erden ve Kerimoğlu, 1999). Literatürde görüldüğü üzere şiddet kadınların ve çocuklarının psikolojik sağlıklarını ciddi düzeyde etkilemekte ve ülkemizde çocuklar üzerine az sayıda çalışma olduğu bilinmektedir. Söz konusu nedenlerle bu araştırmada şiddet gördüğü için sığınma evinde kalan, sığınma evi dışında olup şiddet gören ve sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen kadın gruplarıyla çalışılmış ve bu üç grubun çocuklarında gördükleri Davranış Sorunları, Duygusal Sorunlar, Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik, Akran Sorunları ve Genel Güçlükler bakımından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca, sosyodemografik özellikler, şiddet, kadınların başa çıkma tarzları gibi değişkenlerden hangilerinin çocuklardaki duygusal, davranışsal ve toplam güçlük puanını yordadığını belirlemek de incelenen diğer amaçlar arasındadır. 731

211 Katılımcılar YÖNTEM Araştırmanın katılımcılarını şiddet nedeni ile sığınma evinde kalan (N=28; Çocuk yaş: 4-9), sığınma evi dışında olup şiddet gören (N=49; Çocuk yaş: 4-12) ve sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen (N=72; Çocuk yaş: 4-12) üç kadın grubu oluşturmaktadır. Sığınma evinde kalanların yaş ortalaması 33, diğer iki grubun yaş ortalaması 35 dir. Her üç grubun yarıdan fazlasının eğitim düzeyinin ilkokul ve altı olduğu belirlenmiştir. Yine kadınların yarısının görücü usulü ile evlendiği, kalan yarının çoğunun ailenin rızasıyla tanışarak, daha azının ise kaçarak evlendiği görülmüştür. Özellikle sığınma evi grubunda şiddetin evliliğin ilk yıllarında başlama oranı oldukça yüksektir (%75), bu oran sığınma evi dışındaki grupta ise %32 dir. Grupların toplam gelirleri benzer düzeydedir (Anova sonucunda anlamlı fark elde edilememiştir). Sığınma evi grubunun verileri beş büyük ilin SHÇEK e ve belediyelere bağlı konukevlerinden elde edilmiştir (Gizlilik ilkesi nedeniyle şehir adları belirtilmemiştir). Sığınma evi dışından oluşan grupların katılımcıları Hatay, Ankara, Adana, Sivas ve Malatya illerindendir. İşlem Konukevlerine kalmakta olan ve araştırmanın amacına uygun kadınlara ulaşmak amacıyla öncelikle SHÇEK (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) Genel Müdürlüğü nden ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü nün Etik Kurulundan izin alınmıştır. Belediyelere bağlı konukevlerinde kadınlarla görüşme yapılması için her konuk evinin bağlı olduğu belediyeden ayrıca izin alınmıştır. Her bir uygulama ortalama iki saat sürmüş, ölçekler nadiren katılımcılar tarafından bağımsız olarak doldurulabilmiştir. Sığınma evi grubunda ölçek maddeleri, genellikle araştırmacı tarafından okunmuştur. Sığınma evi dışından olan gruplara ise ölçekler zarf içinde verilmiştir. Zarfın içine kadının kendisi ile ilgili dolduracağı ölçeklerin yanı sıra, 4-12 yaş aralığındaki çocuk sayısı kadar çocuk formu ve kadını şiddetten koruyucu nitelikteki kanun maddesi hakkında bilginin ve kadının şiddet görmesi halinde başvurulabileceği bazı merkezlerin iletişim bilgilerinin bulunduğu broşür yer almıştır. Araştırmaya dahil edilecek çocukların, annelerin yanlılığından etkilenmesini önlemek amacıyla belirtilen yaş aralığındaki her bir çocukları için ayrı bir form doldurmaları istenmiştir. Daha sonra araştırmaya dahil edilecek çocuklar araştırmacı tarafından seçkisiz olarak belirlenmiştir Veri Toplama Araçları Araştırmada veri toplama amacıyla, Kişisel Bilgi Formu, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddeti Belirleme Ölçeği (KYŞ), Problem Çözme Envanteri (PÇE), Stresle Başa 732

212 Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÖ), Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA) kullanılmıştır. Kişisel Bilgi Formu: Kadınların ve çocuklarının demografik bilgilerini (kadının ve eşinin yaşı, eğitim durumu, çalışıp çalışmadığı, ailesinin özellikleri, çocuğun sağlık ve okul bilgileri gibi) toplamak amacıyla bir kişisel bilgi formu hazırlanmıştır. Formun oluşturulmasında ilgili konularla ilgili ayrıntılı sorular içermesi ve sorulardan bir kısmının bu araştırmanın amacına uygun olması nedeni ile Altınay ve Arat ın (2007) araştırma sorularından yararlanılmıştır. Çocuğa uygulanan disiplin davranışları ile ilgili sorular çocuklara yönelik kişisel bilgi formuna, Eremsoy un çalışmasından (2007) olduğu gibi alınarak eklenmiştir. Söz konusu kısa form, Eremsoy tarafından ebeveynlerin uyguladığı disiplin yöntemlerini değerlendirmede başarı ile uygulanmış, içerdiği sorular, bu çalışmada değerlendirilmek istenen ebeveyn stillerini ölçmeye uygun bulunmuştur. Böylece oluşturulan ÇKBF, çocukla ilgili olan Güçler ve Güçlükler Anketi adlı ölçeğin başına eklenmiştir. Böylece her bir çocuk için ayrı bir KBF doldurulması sağlanmıştır. Kadınlar kendileriyle ilgili yalnızca bir KBF doldururken, çocuklarının her biri için birer form doldurmuşlardır. Bu formda gebelik sürecinden itibaren çocukla ilgili önemli bilgiler sorgulanmıştır. Çocuğa yönelik şiddeti değerlendirmek için ise bağırmak, dövmek, odadan çıkmama cezası vermek gibi disiplin yöntemlerini ne sıklıkla kullandıklarını 1-5 arası likert tipi ölçek üzerinde puanlamaları istenmiştir. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddeti Belirleme Ölçeği (KYŞ): Yanıkkerem ve Saruhan (2005) tarafından geliştirilen ölçek 87 maddeden oluşan likert tipi bir ölçektir. Ölçekten alınan puanlar standardize edilerek : Çok düşük, : Düşük, : Orta, : Yüksek, : Çok yüksek olarak sınıflandırılabilmektedir. Ölçek 9 faktörden oluşmaktadır. Ancak alt ölçekler araştırmanın amacına uygun olmadığından kullanılmamıştır. Ölçeğin güvenirlik çalışmasında iki yarı test (Split Half Reliability) güvenirlik hesaplamaları r = aralığında, Cronbach Alpha katsayısı ise 0.98 bulunmuştur. Mevcut araştırmada ise ölçeğin Cronbach Alpha katsayısı 0.99 olarak belirlenmiştir. Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÖ): Lazarus ve Folkman (1984) tarafından geliştirilen likert tipi ölçeğin Türkiye kültürüne uyarlama çalışması Şahin ve Durak (1995) tarafından yapılmış, bu çalışmada ölçek maddeleri 66 dan 30 a düşürülmüştür Faktör analizine göre ölçek maddelerinin beş boyutta kümelenebildiği bulunmuştur. Alt ölçekler ve sırasıyla elde edilen güvenirlik katsayıları şöyledir: Kendine Güvenli yaklaşım ( =. 80,.77,.62), İyimser Yaklaşım ( =.68,.66,.49), Sosyal Desteğe Başvurma ( =.47,.45,-), Çaresiz Yaklaşım ( =.73,.64,.68) ve Boyun Eğici yaklaşım ( =.70,.72,.47). Ölçek temel olarak etkili ve etkisiz yöntemler olarak iki boyuta ayrılabilmektedir. Araştırma örneklemi ile yapılan analizde ölçeğin alfa katsayısı.79 olarak belirlenmiş, alt boyutlarının alfa katsayıları Kendine Güvenli Yaklaşım =. 83, İyimser Yaklaşım = 76, Sosyal Desteğe Başvurma =.53, Çaresiz Yaklaşım =.77 ve Boyun Eğici Yaklaşım =.71 olarak bulunmuştur. 733

213 Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA): 4-16 yaş aralığındaki çocuklar için annebaba tarafından doldurulan ve duygusal ve davranışsal sorunları taramada kullanılan 25 maddeli bir ölçektir ve Robert Goodman tarafından 1997 yılında geliştirilmiştir. Ölçeğin Türkiye kültürüne uyarlaması Güvenir ve arkadaşları tarafından (2008) yapılmıştır. Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik, Davranış Sorunları, Duygusal Sorunlar, Akran Sorunları ve Sosyal Davranışlar olmak üzere beş alt boyutu bulunmaktadır. Her boyut kendi içinde değerlendirilip puanlanabilmekte ve ilk dört alt boyutun toplam puanları "Toplam Güçlük Puanı"nı vermektedir. Türkçe uyarlaması, ölçeğin tutarlı ve güvenilir (Toplam Güçlük Puanı α =.84, Duygusal Sorunlar α =.73, Davranış Sorunları α =.65, Dikkat Eksikliği / Aşırı Hareketlilik α=.80, Akran Sorunları α =.37, Sosyal Davranış α =.73) olduğunu göstermektedir (Güvenir ve ark. 2008). Araştırma örneklemi ile yapılan analizde ölçeğin Alfa katsayısı.76 bulunmuştur. Ölçeğin alt boyutlarının alfa katsayıları; Duygusal Belirtiler için α =.75, Davranış Sorunları için α =.65, Dikkat eksikliği / Aşırı hareketlilik için α=.72, Akran Sorunları için α =.31, Sosyal Davranış için α =.75 olarak belirlenmiştir. Ölçeğin ölçme ve ayırt etme gücü Çocuklar için Davranış Değerlendirme Ölçeği (Child Behavior Checklist CBCL-) ile karşılaştırılarak yapılmış ve ölçeğin alt boyutları olan Duygusal Belirtiler ve Davranış Sorunları nın, CBCL nin alt boyutlarından İçe yönelim ve Dışa yönelim problemlerine karşılık geldiği belirlenmiştir. Söz konusu çalışmada Duygusal Belirtiler ile İçe Yönelim Sorunları arası korelasyon.72; Davranış Sorunları ile Dışa Yönelim Sorunları arası korelasyon.75 olarak belirlenmiştir (Güvenir ve ark. 2008). Şiddet bağlamında çocukların sorunlarını değerlendiren araştırmalarda genellikle CBCL nin içe yönelim ve dışa yönelim sorunları üzerinde durulduğundan, bu çalışmada söz konusu sorunlarla paralellik gösteren duygusal ve davranışsal sorunlar ele alınmıştır. BULGULAR Araştırmanın analizleri yapılmadan önce veri girişinin doğruluğu ve değişkenlerin dağılımlarının çok değişkenli istatistik analizi sayıltılarına uygunluğu test edilmiştir. Karşılaştırılacak grupların sayılarını analize uygun hale getirmek amacı ile şiddetin olmadığı gruptan 22 katılımcı çıkarılmış, böylece toplam sayı 149 a düşürülmüştür. Bu işlem sırasında şiddete uğrayan gruplar ile bu grubun eğitim ve gelir düzeyi açısından dengelenmesi hedeflenerek, en yüksek eğitimli ve en yüksek gelirli bireyler seçilerek analiz dışında tutulmuştur. Araştırmanın ilk amacıyla bağlantılı olarak çocukların yaşadıkları çeşitli psikolojik güçlüklerin; Toplam Güçlük Puanı, Duygusal Sorunlar, Davranış Sorunları, Dikkat eksikliği/aşırı hareketlilik, Akran Sorunları, Sosyal Davranışlar gibi, şiddet değişkenine ilişkin gruplara göre farklılaşıp farklılaşmadığını belirlemek amacıyla tek yönlü Varyans Analizi (ANOVA) yapılmıştır. 734

214 Tablo 1. Kadınların çocuklarında algıladıkları güçlüklere göre karşılaştırılması F Değişimin kaynağı Sığınma evi şiddet gören grup N=28 Sığınma evi dışı şiddet gören grup N=49 Sığınma evi dışı şiddet görmeyen grup N=72 Ortalama SS Ortalama SS Ortalama SS GGA Toplam 16,36a 8,22 13,53b 6,30 9,64c 5,45 13,12 *** Duygusal 4,25a 2,63 3,14b 2,26 1,93c 1,80 13,15 Belirtiler Davranış 3,03a 2,50 2,49b 1,86 1,44c 1,44 *** 9,67* Sorunları Hiperaktivite 5,64a 2,97 4,77 2,67 3,83b 2,42 ** 5,31* * Akran Sorunları 3,43a 1,83 3,12 1,90 2,44b 1,59 4,18* *p<.05, **p<.01, ***p<.001 Not: Farklı harflerin yer aldığı ortalamalar arasında anlamlı farklar vardır (a b c). Buna göre Güçler ve Güçlükler Anketi (F (sd:2)=13,12,; p<.001), Duygusal Belirtiler (F (sd:2)=13,15; p<.001); Davranış Sorunları (F (sd:2)= 9,67; p<.001); Hiperaktivite (F (sd:2)=5,31; p<.01); ve Akran Sorunları (F(sd:2)=4,18; p<.05) alt ölçeklerinde grubun temel etkisi anlamlı çıkmıştır. Farkın hangi gruplar arasında olduğunu belirlemek için yapılan Tukey testine göre, sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen grubun Güçler ve Güçlükler Anketi toplam puanı (Ort=9,64, ss=5,45), sığınma evi grubunun (Ort=16,36, ss:8,22; p<.001) ve sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun (Ort=13,53, ss=6,30; p<.01) toplam puanından anlamlı derecede daha düşüktür. Benzer şekilde sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen grubun duygusal belirti puanı (Ort=1,93, ss=1,80), sığınma evi grubunun (Ort=4,25, ss=2,63; p<.001) ve sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun (Ort=3,14, ss=2,26; p<.01) duygusal belirti puanından anlamlı derecede daha düşüktür. Davranış sorunlarından alınan toplam puan da sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen grupta (Ort=1,44, ss=1,44), sığınma evi grubunda (Ort=3,03, ss=2,50; p<.001) ve sığınma evi dışı şiddet gören grupta (Ort=2,49, ss=1,86; p<.01) olduğundan anlamlı derecede daha düşüktür. Sığınma evi grubunun hiperaktivite puanı (Ort=5,64, ss=2,97), sığınma evi dışı şiddet görmeyen grubun hiperaktivite puanından (Ort=3,83, ss=2,42; p<.01) anlamlı derecede daha yüksek olmasına rağmen, grubun aldığı puanın sığınma evi dışında olup şiddet gören gruptan anlamlı bir farkı olmadığı bulunmuştur. Üç grubun akran sorunlarından aldıkları puanlar değerlendirildiğinde, alınan puan açısından sığınma evi grubu ile sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun farklılaşmadığı bulunmuştur. Buna karşın sığınma evi grubu (Ort=3,43, ss=1,83), sığınma evi dışında olup şiddet görmeyen gruptan (Ort=2,44, ss=1,59, p<.05) anlamlı derecede daha yüksek puan almıştır. Üç grup, sosyal beceri puanları açısından anlamlı 735

215 bir farklılık göstermemiştir. Buna karşın sığınma evi grubunun ve sığınma evi dışında olup şiddet gören grubun çocuklarının, toplam güçlük puanı ve ölçeğin alt boyutlarından aldıkları puanlar açısından anlamlı düzeyde farklılaşmadığı bulunmuştur. Araştırmanın ikinci amacı doğrultusunda, öncelikle regresyon analizleri öncesi yapılan korelasyon analizlerinin sonuçlarına ve ardından sosyodemografik değişkenler dahil olmak üzere, çocukların genel güçlük düzeyini (GGA toplam), hangi değişkenlerin yordadığını belirlemek için yapılan regresyon analizine yer verilecektir. Daha sonra çocukların duygusal belirtilerini ve davranış sorunlarını yordayan değişkenleri belirlemek için uygulanan regresyon analizlerine yer verilecektir. İlişkiler Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon tekniği kullanılarak hesaplanmıştır. Sosyodemografik değişkenlerden kategorik olanlar için Nokta Çift Serili Korelasyon (r nç ) tekniği kullanılmıştır. Buna göre, çocukların toplam güçlük puanı ile kadınlara ilişkin sosyo- demografik değişkenler arasındaki ilişkiler.17 ile.30 arasında değişmektedir. Toplam güçlük puanı ile en yüksek doğrusal ilişkiye sahip değişkenler annenin daha önce sığınma evinde kalmış olması, intihar girişimi ve babanın aile düzenini aksatacak düzeyde içki kullanıyor olmasıdır. Kadınların sosyodemografik bilgileri ile duygusal belirtiler arasındaki ilişkiler.17 ile.33; davranışsal sorunları arasındaki ilişkiler.17 ile.25 arasında değişmektedir. çocukların sosyodemografik özellikleri ile genel güçlük düzeyi arasındaki ilişkiler.14 ile.43 arasında değişmektedir. Çocuğun okul başarısı, çocuğa açıklama yapmak ve çocuğun sosyal faaliyetlere katılımı toplam güçlük puanı ile negatif yönde; çocuğa bağırmak, çocuğun geçmişte hastalık geçirmiş olması ve gereksinimlerinin karşılanması toplam güçlük puanı ile pozitif yönde anlamlı ilişkileri gösteren en önemli değişkenlerdir. Farklı düzeylerde de olsa ölçeğin alt boyutları ile en yüksek ilişkiye sahip değişkenler önemli düzeyde ortaklaşmıştır. Çocuğun kliniğe yönlendirilmesi, çocuğa bağırılması ve okul başarısı duygusal, davranışsal problemler ve hiperaktivite ile en yüksek ilişki gösteren değişkenler olmuştur. Güçler ve Güçlükler Anketi (GGA) toplam puanı ve alt ölçek puanlarının, kadınların stresle başa çıkma tarzları ve problem çözme becerileri ile ilişkileri de incelenmiş ve arasında değişen anlamlı değerler elde edilmiştir. Kadına yönelik aile içi şiddet puanları ile intihar girişimi, çaresiz/suçlayıcı yaklaşım, ruhsal sorunlar, eşin alkol kullanımı gibi değişkenler arasındaki korelasyon değerleri ise.19 ile.53 arasında değişmektedir. Regresyon Analizleri Çocuklardaki psikolojik sorunları yordayan değişkenler incelenirken, elde edilen toplam güçlük puanı, duygusal belirti puanı ve davranış sorunları puanı ile ilişkili değişkenler dikkate alınmış, değişkenler, ilişki düzeyinin gücüne göre sıralanarak regresyona sokulmuştur. Bu doğrultuda birinci aşamada demografik değişkenler (okul başarısı, çocuğa bağırmak, şiddet düzeyi, yanlışın nedenini açıklama, daha önce sığınma evinde kalmış olma, sosyal faaliyete katılma, çocuklukta hastalık geçirme, ihtiyaçlarının karşılanması ), ikinci aşamada KYŞ toplam puanı, üçüncü aşamada stresle başa çıkma tarzları alt boyutları ve dördüncü aşamada problem çözme envanteri toplam ve alt ölçek puanları ayrı bloklar halinde regresyon denklemine alınmıştır. Toplam güçlük puanı, 736

216 Duygusal Belirti puanı ve Davranış Sorunları puanını yordayan değişkenlere ilişkin regresyon analizi sonuçları aşağıdaki üç tabloda verilmiştir. Tablo 2. Çocuklardaki Toplam Güçlük Puanının Yordanmasına İlişkin Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları Yordayıcı Değişkenler R R 2 Uyarlanmış R 2 Βeta T F Çaresiz/kendini suçlayıcı yaklaşım *p<.001 Tablo 2 de görüldüğü gibi çocukların toplam güçlük puanını yordayan en güçlü değişkenler regresyon analizine birinci blokta alınan sosyo-demografik değişkenlerdir. Buna göre bir disiplin yöntemi olarak çocuğa bağırılması çocuklardaki güçlük puanına ilişkin varyansın %19 unu açıklamaktadır. Çocuğun okul başarısı düştükçe yaşadığı güçlükler artmakta ve okul başarısı çocuğun toplam güçlük puanının %14 ünü yordayarak, toplamda varyansın %33 ünü açıklamaktadır. Çocuğu olumlu davranışlarından dolayı övmek %6 lık ve annenin ruhsal sorunları %3 lük katkı ile sosyo-demografik değişkenler toplam varyansın %42 sini açıklamaktadır. Üçüncü blokta regresyona giren stresle çaresiz/kendini suçlayıcı tarzda başa çıkma ise çocukların genel psikolojik sorunlarındaki artışın %2 sini açıklayarak kendisinden önceki altı değişkenle birlikte toplam güçlük puanında açıklanan varyans %45 e ulaştırmıştır. Tablo 3. Çocuklardaki Duygusal Belirtilerin Yordanmasına İlişkin Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları Yordayıcı Değişkenler R R2 Uyarlanmış R 2 Βeta T F Daha önce sığınma evinde ,38 17,80* kalmış olmak Çocuğu övmek ,60 14,95* Çocuğa bağırmak ,15 15,68* Çocuğun sosyal ,15 14,21* faaliyetlere katılımı Gebelikte hastalık ,73 13,16* Okul başarısı ,05 12,20* Çocuğa açıklama yapmak ,55 11,29* Çaresiz/kendini suçlayıcı tarzda başa çıkma ,25 10,84* *p<.001 Çocuğa bağırmak ,57 30,25* Okul başarısı ,47 29,97* Çocuğu övmek ,52 26,05* Annenin ruhsal sorunları ,96 21,90* ,36 19,29* Tablo 3 te görüldüğü gibi kadının daha önce sığınma evinde kalmış olması, çocukların duygusal sorunlarını yordayan en güçlü değişkendir ve tek başına duygusal belirtilere ilişkin varyansın %12 sini açıklamaktadır. Çocuğu övmek, %7 katkı ile birlikte toplam varyansın %19 unu, çocuğa bağırmak %8 katkı ile toplam varyansın 737

217 %27 sini açıklamaktadır. Açıklanan toplam varyans, çocuğun sosyal faaliyetlere katılımı %4 lük katkısı ile %31 e, annenin söz konusu çocuğa gebeliğinde geçirdiği hastalıklar %4 lük katkı ile % 35 e, okul başarısı ve çocuğa açıklama yapma %2 şerlik katkı ile %39 a ulaşmıştır. Üçüncü aşamada regresyon denklemine giren stresle başa çıkmada Çaresiz/kendini suçlayıcı yaklaşım ı kullanma %3 lük katkı ile kendinden önceki 7 sosyo- demografik değişkenle birlikte toplam varyansın %42 sini açıklamaktadır. Tablo 4. Çocuklardaki Davranış Sorunlarına İlişkin Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları Yordayıcı Değişkenler R R 2 Uyarlanmış R 2 Βeta T F Çocuğa bağırmak ,45 40,36* Okul başarısı ,71 23,87 Çocuğu övmek ,99 18,10* Çaresiz/Kendini Suçlayıcı yaklaşım *p< ,33 15,07* Tablo 3.9 da yer alan verilere göre çocuklardaki davranış sorunlarını yordayan en güçlü değişken bir disiplin yöntemi olarak çocuğa bağırılmasıdır ve tek başına davranış sorunlarına ilişkin varyansın %25 ini açıklamaktadır. Ardından çocukları davranış sorunları geliştirmekten koruyan okul başarısı gelmekte ve önceki değişkenle birlikte varyansın %29 unu açıklamaktadır. Çocuğu övmek ve çaresiz/kendini suçlayıcı başa çıkma tarzı birlikte %5 lik katkı ile önceki değişkenlere eklenerek toplamda varyansın %34 ünü açıklamaktadır. TARTIŞMA Bu araştırmada kadına yönelik aile içi şiddetin varlığından çocukların nasıl etkilendiği sorusuna yanıt aranmış, annelerin stresle başa çıkma tarzlarının çocukların yaşadıkları duygusal ve davranışsal sorunlarla ilişkili olup olmadığı incelenmiştir. Bir hata yaptığında çocuğa bağırılması çocukların yaşadığı duygusal ve davranışsal sorunları ve genel güçlük düzeyini pozitif yönde yordamaktadır. Bağırmak psikolojik şiddetin bir biçimidir (Sığınmaevleri Kılavuzu, 2008) ve şiddetin çocuklarda önemli psikolojik sorunlara yol açtığı bilinmektedir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999; Rudo ve ark., 1998). Aile içi şiddet nedeni annelerin çocuklarına karşı daha sert ve cezalandırıcı davranabildikleri, bu ebeveyn tarzının ise çocuklarda uyumsuz davranışlara yol açtığı bilinmektedir (Haj Yahia, Tishby ve Zoysa, 2008; Cummings, Pepler, ve Moore, 1999; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Levendosky ve ark., 2003; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark., 2007; Rudo ve ark., 1998). Çocuğun okul başarısı ise çocukların yaşadığı duygusal ve davranışsal güçlükleri negatif yönde yordamaktadır. Bu araştırma bulgusu literatür doğrultusunda beklendiktir (Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Jayasınghe, Jayawardena ve Perera, 2009). 738

218 Ebeveynin yönlendirici tepkilerinden biri olan olumlu davranışları için çocuğu övme, sosyal bir ödül olduğundan, çocukların duygusal, davranışsal ve genel güçlük düzeyinde artışı yordaması literatür bilgileri ile uyuşmamaktadır (Bynum ve Brody, 2005; Herwig, Wirtz ve Bengel, 2004). Ancak şiddete uğrayan kadınların kaygılı, öfkeli ve depresif duygu durumunun övgüyü tutarlı şekilde kullanmalarını güçleştirdiği, bunun da çocukların övgüden olumsuz etkilenmelerine yol açabileceği düşünülmektedir. Bununla birlikte kadınların çocuklarına yönelik olumsuz davranışlarını haklı çıkarmak ve suçlanmanın olumsuz etkisinden kurtulmak için uygun disiplin yöntemlerini kullandıklarını gösterme kaygısı içinde olabilirler. Bu doğrultuda Levendosky ve arkadaşları (2003), şiddet gören kadınların kendilerine ilişkin etkili ebeveynlik bildirimlerinin, gözlemcilerin kayıtları ile desteklenmediğini ortaya koymuşlardır. Annenin ruhsal sorunları, çocukların genel güçlük düzeyini pozitif yönde yordamaktadır (Eremsoy, 2007; Little ve Kantor; 2002). Pek çok araştırma şiddetin kadının ruh sağlığını olumsuz etkilediğini ortaya koymuştur (Damka ve T.Kışlak, 2011; KGSM, 2009; Matheson ve ark., 2007; Waldrop ve Resick, 2004; Vachher ve Sharma, 2010). Annenin psikolojik sorunları yetersiz ebeveyn becerilerine yol açarak çocukların yaşadıkları güçlükte artışla ilişkilenmektedir (Buckley ve Borden, 2006; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Levendosky ve ark., 2003; Mbilinyi ve ark., 2007). Annenin çaresiz/kendini suçlayıcı başa çıkma tarzını kullanması, çocuklardaki duygusal, davranışsal ve genel güçlük düzeyinde artışı yordamaktadır. Duyguya odaklanan bu başa çıkma tarzı, stresle başa çıkmada etkisiz yöntemlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Bu tarz daha çok stres ve psikolojik sorun ile ilişkili bulunmuştur (Şahin ve Durak, 1995). Çaresizlik, suçluluk gibi olumsuz duygulara odaklanan bu yaklaşım stresin devam etmesine izin verir ve stres, annelerin ebeveynlik becerilerini baltaladığından çocuklarda görülen sorunlarda artışla ilişkilidir (Broadhead, Chilton ve Crichton, 2009; Buckley ve Borden, 2006; Huth-Bocks ve Hughes, 2008; Matheson ve ark., 2007; Onbaşıoğlu, 2004; Rudo ve ark., 1998). Daha önce sığınma evinde kalmış olmak çocuklarda görülen duygusal sorunlarda artışı yordamaktadır. Sığınma evine başvurmak, kadının ağır düzeyde şiddet gördüğünü gösterir (Cummings, Pepler, ve Moore, 1999), çocukların düzenini bozar ve var olan ilişkilerinden, ortamından uzaklaştırır. Sığınma evine taşınmak, evine geri dönmek ve sonrasında tekrar sığınma evine başvurmak kadınları duygusal açıdan daha zor duruma sokabilir, annenin sorunları çocukları korumalarını engelleyebilir ve çocuğun hayatındaki karmaşa, düzensizlik ve ihmal, onun duygusal olarak daha çok örselenmesine yol açabilir (Buckley ve Borden, 2006; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Levendosky ve ark., 2003; Little ve Kantor, 2002; Mbilinyi ve ark., 2007; Moe, 2009). Çocuklarda görülen duygusal sorunları yordayan değişkenlerden biri olan sosyal faaliyetlere katılım, çocukların kendilerini ifade etmelerini, öz güven kazanmalarını ve etkili problem çözmelerini sağlayarak olumsuz duygularından koruyabilmektedir (Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Little ve Kantor, 2002; Poole, Beran, ve Thurston, 2008; Rudo ve ark., 1998; Stephens, McDonald ve Jouriles, 2000). Araştırmada bir yanlış yaptığında açıklama yapılmasının çocukları duygusal sorunlardan koruduğu ortaya çıkmıştır. Literatürde çocuğa tanık olduğu şiddet, yaşadığı 739

219 istikrarsızlık ve yoksunluklar konusunda açıklama yapılmasının ve kendini ifade etmesine izin verilmesinin duygusal açıdan koruyucu olduğuna ilişkin bilgi mevcuttur (Grusznski, Brink, ve Edleson, 1988; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; Stephens, McDonald, Jouriles, 2000; Zhou ve ark., 2008). Annenin gebelik döneminde geçirdiği hastalıklar çocuğun duygusal sorunlarındaki artışı yordamaktadır. Gebelik döneminde uğranılan şiddet, kadınların yaşadığı fiziksel ve duygusal sorunları arttırmaktadır. Bu sorunlar ise çocuğun doğum öncesi ve doğum sorası gelişimini olumsuz etkilemekte, çocukların anneleri ile benzer duygular yaşamalarına yol açabilmektedir (Çalık ve Aktaş, 2011; Levendosky ve ark., 2003; Little ve Kantor, 2002; Öztürk ve Sevil, 2005; Shah ve Shah, 2010; Whiffen, Kerr ve Kallos-Lilly, 2005) Araştırmada şiddet görmeyen kadınlar çocuklarında, şiddet gören iki gruptan daha az güçlük bildirmişlerdir. Şiddet görmeyen grubun, şiddet gören iki gruptan daha az duygusal ve davranışsal güçlük bildirdikleri görülmüştür. Söz konusu bulgular literatürle uyumludur (Haj Yahia, Tishby ve Zoysa, 2008; Holt, Buckley ve Whelan, 2008; HÜNEE, 2009; Jayasınghe, Jayawardena ve Perera, 2009; Little ve Kantor, 2002; Rudo ve ark., 1998). Sığınma evinde kalmanın hem kadın hem de çocuk açısından daha da olumsuz olduğu bilinmektedir (Huth-Bocks ve Hughes, 2008; Waldrop ve Resick, 2004). Araştırma bulguları literatürle tutarlıdır. Sığınma evi grubunun çocuklarında gördükleri hiperaktivite problemi ve akran sorunları, şiddet gören sığınma evi dışındaki grubun ve şiddet görmeyen grubun çocuklarında gördüklerinden anlamlı derecede yüksektir. Bu iki sorunun çocukların sığınma evinde yaşadıkları istikrarsızlık, düzensizlik ve yalıtılmışlıkla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Şiddet karşısında çaresiz hisseden ve kendini suçlayan kadınların çocuklarına da gerektiği gibi yönelemedikleri ileri sürülebilir. Sosyal desteğin kadınların sorun çözme becerilerini arttırdığı (Waldrop ve Resick, 2004) düşünülürse, sığınma evleri dahil olmak üzere kadınlara yönelik hizmetlerin arttırılmasının önemi ortaya çıkmaktadır. ÖNERİLER Bulgular anneleri ile kadın sığınma evinde kalan ve anneleri şiddet gören çocuklarla ilgili doğrudan gözlem ve değerlendirmelere dayanan araştırmalara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Bununla birlikte kadınların şiddetten korunmasına yönelik önleyici ve koruyucu çalışmaların önemi ortaya çıkmıştır. Kadınların hem maddi hem de manevi açıdan güçlendirilmesi kadının ve çocuğun ruh sağlığı bakımından önemlidir. Bu amaçla sığınma evlerinin yaygınlaştırılması, kurumların kadın ve çocuklara sunulan olanaklar ile hizmet veren personel ve profesyoneller açısından zenginleştirilmesi, kadınların kendi gereksinimlerini karşılayacak yeterliğe ulaşmadan sığınma evinden çıkarılmaması, gerektiğinde daha uzun süre kalmalarının sağlanması ve çocuklarının eğitimlerinin en iyi şekilde sürdürülmesi için gerekli önlemlerin alınması önerilmektedir. 740

220 KAYNAKÇA Altınay, A. G. ve Arat, Y. (2007). Türkiye de kadına yönelik şiddet. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri. Altındal, A. (2004). Türkiye de kadın. (8. Basım). İstanbul: ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti Ayrancı, Ü., Günay, Y. ve Ünlüoğlu, İ. (2002). Hamilelikte aile içi eş şiddeti. Anadolu Psikiyatri Dergisi, (3), Buckley, A. F., Borden, J. W. (2006). Maternal modeling of coping: Relation to Anxiety. Child Family Behavior Therapy, 28 (4.) Broadhead, M., Chilton, R. Crichton, C. (2009). Understanding parental stres within the scallywags service for children with emotional and behavioral difficulties. Emotional and Behavioral Difficulties, 14 (2), Bynum, M. S. Brody, G. H. (2005). Coping behaviors, parenting, and perception of children s internalizing and externalizing problems in rural African others. Family Relation, 54, Cummings, J.G., Pepler, D.J. and Moore, T.E. (1999). Behavior problems in children exposed to wife abuse: Gender differences. Journal of Family Violence, 14,(2), Çalık, K. Y. ve Aktaş, S. (2011). Gebelikte depresyon: Sıklık, risk faktörleri ve tedavisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 3(1): Damka,Z. ve Tutarel-Kışlak, Ş. (2011). Şiddet mağduru kadınlar: Sığınma evlerinde bir ruh sağlığı Incelemesi. Kadın/Women 2000, 10(1),1-26. Durmuşoğlu, N. ve Doğru, S., S., Y. (2004). Çocukluk örseleyici yaşantılarının ergenlikteki yakın ilişkilerde bireye etkisinin incelenmesi. Hamarta, (2) Eremsoy, C. E. (2007). Ebeveynlere, ailelere ve çocuklara ait özellikler davranım sorunu gösteren çocuklar içinde psikopati eğilimi olanlar ile olmayanları ne şekilde ayrıştırmaktadır. Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ Kütüphanesi. Erol, N. ve Şimşek, Z. (2010). Okul çağı çocuk ve gençler için davranış değerlendirme ölçekleri el kitabı (CBCL, YRS, TRF). Ankara: Metis Yayıncılık. Forgatch, M. S. & DeGarmo, O. S. (1997). Adult problem solving: conributor to parenting and child outcomes in divorced families. Social Development, 6, (2), Grusznski, R. J., Brink, J. C., & Edleson, J., L. (1988). Support and education groups for children of bettered women. Child Welfare, 67 (5), Güvenir, T., Özbek, A., Baykara, B., Arkar, H., Şentürk, B. Ve İncekaş, S. (2008). Güçler ve güçlükler anketi nin Türkçe uyarlamasının psikometrik özellikleri. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 15 (2), Haj Yahia, M. M., Tishby, O. ve Zoysa, P. (2008). Posttraumatic stres disorder among Sri Lankan university students as a consequence of their exposure to family violence, Journal of Interpersonal Violence, 24(12), Holt, S. Buckley, H. Whelan, S. (2008). The impact of exposure to domestic violence on children and young people: A review of the literature. Child Abuse Neglect, 32, Huth-Bocks, A. C., Hughes, H., M. (2008). Parenting stres, parenting behavior, and children s adjustment in families experiencing initimate partner violence. Journal of Family Violence, 23,

221 İçli, T.G. (1994). Aile içi şiddet: Ankara- İstanbul ve İzmir örneği. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 11(1-2), Jayasınghe, S., Jayawardena, P. ve Perera, H. (2009). Influence of intinnate partner violence on behaviour, psychological status and school performance o children in Sri Lanka. Journal of Family Studies, 15: Kılıç, E., Uslu, R., Erden, G. ve Kerimoğlu, E. (1999). Çocuklarda travma sonrası stres bozukluğu belirtilerini sürdüren ailesel etmenler. Kriz Dergisi, 7(2),1-8. Levendosky, A. A., Huth-Bocks, A. C., Shapiro, D.L. ve Semel, M. A. (2003). The ımpact of domestic violence on the maternal child relationship and preschool-age children s functioning. Journal of Family Psychology, 17 (3), Little, L. ve Kantor, G. K. (2002). Using ecological theory to understand ıntimate Partner violence and child maltreatment. Journal of Communıty Health Nursing, 19(3), Matheson, K., Skomorovsky, A., Fiocco, A., Anisman, H. (2007). The limits of adaptive coping: Well-being and mood reactions to stressors among women in abusive dating relationship. Stres, 10(1), Mbilinyi, L., F., Edleson, J., L., Hagemeister, A., K., & Beeman, S. K. (2007). What happens to children when their mothers are battered? Results from a four city anonymous telephone survey. Journal of Family Violence, 22: McKee, T. E., Harvey, E., Danforth, J. S., Ulaszek, W. R. Friedman, J. L. (2004). The relation between parental coping styles and parent child interactions before and after treatment for childreb with ADHD and oppositional behavior. Journal of Clinical Child and Adolescent Psychology,, 33 (1), Moe, A. M., (2009). Battered women, children and the end of abusive relationships. Journal of Women and Social Work, 24 (3), Onbaşıoğlu, M. (2004). Stresle başetmede zihinsel yöntemler. Yılmaz, B ve Gökler, I. (Ed.). Türk Psikoloji Bülteni, 10 (34-35), Oyunbileg, S., M.D., Sumberzul, N., Udval, N., Wang, J. D., and Janes, C. R. (2009). Prevalence and risk factors of domestic violence among Mongolian women. Journal of Women s Health, 18 (11). Öztürk, E. (2010). Türkiye de aile, şiddet ve kadın sığınma evleri.(1. baskı). İstanbul: Birey Yayıncılık. Öztürk, H. ve Sevil, Ü. (2005). Gebelikte şiddet. Sağlık ve Toplum Dergisi, (15),1. Özyurt, B., C., ve Deveci, A. (2010). Manisa da kırsal bir bölgedeki yaş evli kadınlarda depresif belirti yaygınlığı ve aile içi şiddetle ilişkisi. Türk psikiyatri Dergisi, 2010;21. Pelendecioğlu, B. ve Bulut, S. (2009). Çocuğa yönelik aile içi fiziksel istismar. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Dergisi, 9(1), Poole, A., Beran,T., & Thurston, W. (2008). Direct and idirect services for children in domestic violence shelters. Journal of Family Violence, 23: Renk, K., Roddenberry, A., Oliveros, A., Sieger, K. (2007). The relationship of maternal characteristics and perception of children to children s emotional an behavioral problems. Child Family Behavior Therapy, 29(1), Rudo, Zena H., Powell, Diane S., Dunlap, Glen (1998). The effects of violence in the home on children's emotıonal, behavioral, and socıal functıonıng: a revıew of the literature. Journal of Emotional & Behavioral Disorders, 6 (2). Savaşır, I. ve Şahin, N. H. (Ed.). (1997). Bilişsel- davranışcı terapilerde 742

222 değerlendirme: Sık kullanılan ölcekler. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Shah, P.S. & Shah, J. (2010). Maternal exposure to domestic violence and pregnancy and birth outcomes: A systematic review and meta-analyses. Journal Of Women s Health,19 (11), Stephens, N., McDonald, R. & Jourıles, E. N. (2000). Helping children who reside at shelters for battered women: lessons learned. Haworth Press, Inc. All rıght reserved, Subaşı, N. ve Akın, A. (2004). Kadına yönelik şiddet; nedenleri ve sonuçları. adresinden tarihinde ulaşılmıştır. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (2005). Aile içi şiddetin sebep ve sonuçları. Bizim Büro, Ankara. Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması (2009). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü (HÜNEE), Ankara. Ünal, F. (2008). Ailede çocuk istismarı ve ihmali. TSA, 12 (1), Vachher, A. S., Sharma, A. K. (2010). Domestic violence against women and their mental health status in a colony in Delhi. Indian Journal of Community Medicine, (35),3. Vahip, I. ve Avşargil, D. (2006). Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk PsikiyatriDergisi, 2006; 17(2): Waldrop, A. E., Resick,P. A. (2004). Coping among adult female victims of domestic violence. Journal of Family Violence, Vol. (9), 5, Ware, H.S., Jouriles, E.N., Spiller, L.C., McDonald, R., Swank, P.R. & Norwood, W.D. (2001). Cunduct problems among children at battered women s shelters: prevelance and stability of maternal reports. Journals of Family Violance, 16(3), Whiffen, V. E., Kerr, M. A., Kallos-Lilly, V. (2005). Maternal depression, adult attachment, and children s emotional distress. Family Process, 44 (1), World Health Organization (WHO) (2005). Multi-country study on women s health and domestic violence against women: summary report. Yanıkkerem, E. ve Saruhan, A. (2005) yaş evli kadınların aile içi şiddet konusunda görüşlerinin ve aile içi şiddete maruz kalma durumlarının incelenmesi. Actual Medicine, 11(2), Zhou, Q., Wang, Y., Deng, X., Eisenberg, N., Wolchik, S. A., Tein, J. Y. (2008). Relations of parenting and temperament to Chinise children s experience of negative life events, coping efficacy, and externalizing problems. Child Development 79 (3),

223 SAHİP(LİK) ALGISI VE KADINA (ÇOCUĞA) ŞİDDET Özet Mevlüt ÖZBEN * Ben bu bildirimde, kadına (ve hatta çocuğa) karşı şiddet olgusunu kültürün kışkırttığı sahip(lik) algı ve duygusu etrafında ele almaya çalıştım. Bu konuyu kültüre içkin bir kavramsal inşa (sahiplik algı ve duygusu) yoluyla ele almamdaki amaçların başında, kültürün bir iktidar kaynağı olarak kendini açık ettiği alanlardan birinin de kadın(lık)-erkek(lik) ilişkileri ve tanımlamaları olması gelmektedir. Giriş Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet tanımlamaları bakımından kadın (konusu), tüm modernleşme süreçlerinde kültürel, siyasal ya da sosyal bakımlardan üzerinde en çok tartışılan başlıklardan biri olmuştur. Hatırlanacağı gibi, ülkemizde yakın bir zamana kadar Cumhuriyet Kadını - İslamcı Kadın kategorileri bağlamında alabildiğince siyasal bir tartışma da (mücadele de) kadın üzerinden yürütülmekteydi. Şimdilerde ise kadın, ne yazık ki, fiziksel ya da başka bakımlardan kendisine yönel(til)miş olan şiddet le anılmakta. Güç (zor) kullanma biçimi olarak şiddete ilişkin en önemli tarif, onun fiziksel bir zor içermesi ve müessir bir fiil olmasıdır. Şiddeti amaç-araç sarmalı bakımından hukuksal bir norma dayandırmadan da tarif edemeyiz. İktidarın yanlış kullanıldığı ve yıkıcı olduğu yerlerde ortaya çıkan şiddet bu şekliyle iktidar siyasetinin bir parçasıdır. Kullanılan iktidarın şiddete dönüşebilmesi için ise gücün taammüden ve bilinçli olarak kullanılmış olması önemlidir. Bu bağlamda şiddet kişi ya da kişileri hedef alan psişik ve/veya fiziksel hasara yönelmiş bir cezalandırma eylemidir(çelebi, 2010;11-12). Kültür, diyor Bourdieu, insanlar arasındaki iletişimin ve etkileşimin zemini olduğu kadar bir tahakküm kaynağıdır da (Swartz, 2011; 11). Bu bakımdan, bir tahakküm kurma çabası ya da ilişkisinin çirkin yüzlerinden biri olarak görebileceğimiz kadına şiddet olgusunun kaynağı da her şeyden önce kültüre dayanmaktadır. Sahip olma, sahipli olma ve şiddet İnsan ile doğa arasında beliren eşitsizliği (insanın kültür dolayımıyla ilk istismar ettiği doğadır) bir kenara bırakacak olursak, insanlık tarihinin ilk eşitsizliği, erkekle kadın arasında beliren eşitsizliktir. Antropolojik çalışmalara göre toplayıcılık ve saban gibi nispeten gelişmiş araçlarla yapılmayan basit çapa tarımında kadının konumu çoğu zaman erkeğe eşit düzeyde olmasına karşın, saban tarımıyla birlikte, erkek işi sayılan tarlayı sürmek, sürüyü gütmek ve toprağı elde tutmak (mülkiyet meselesi) tarım toplumlarında erkeği öne çıkarırken, kadınları ev içi hayatla sınırlamıştır. Böylece, tarım toplumlarında oluşan cinsiyet rol ve kimlikleri kadının erkek karşısındaki ikincil konumunun kültürel temellerinin hazırlayıcısı olmuştur (Atay, 2012; 22,26). Şimdi, denilebilir ki, eril iktidar ya da ataerkillik tarihsel bir olgudur ve insanlık tarihinin belli bir aşamasında belirdiği yönünde güçlü veriler vardır. Yani erkek iktidarı ezelden beri var olan doğal bir durum değildir. Nasıl tarihin bir noktasında ortaya çıktıysa, yine * Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Erzurum mozben@atauni.edu.tr 744

224 tarihin akışı içerisinde bir başka noktada da ortadan kalkabilir (ibid. 85). Kalkmalıdır da Kadın erkek ilişkilerinin kültürel bakımdan inşa edilmişliği, bu ilişkilerin asimetrisi ve söz konusu asimetrinin ortaya çıkardığı sorunlar (örneğin şiddet), temelde erkeğin bir iktidar objesi olarak kadına sahip olma algısı ve onu mülkiyetinde olan (olması gereken) bir varlık biçiminde görmesinden kaynaklanmaktadır. Tam da bu nokta da, sahip olma(k) algısı, burada, daha detaylı bir biçimde ele alınması gerekli bir oluşturucu faktör olarak karşımıza çıkıyor. Sahip olma genel olarak tümüyle özel bir şey ve kişi ile kişinin sahip olduğu nesne arasında bir tür özgün ilişki olarak anlaşılsa da durum bundan farklıdır. Öyle ki, ne zaman bu benim desem, genelde hiç böyle düşünmesem ve bunu yüksek sesle telaffuz etmesem de, kastettiğim aynı zamanda bunun senin olmadığıdır. Bu bağlamda sahip olmak her şeyden önce bir dışlama ilişkisini gerektirir. Sahip olma olgusu insanlar arasındaki ilişkiyi asimetrik hale sokar. Dahası sahip olunulan nesneye erişim hakları ellerinden alınanlar o nesneye her ihtiyaç duyduklarında, bu onları nesne sahibinin koyduğu kurallara/koşullara boyun eğmek zorunda bırakır (Bauman, 2010; ). Böylece sahip olmanın dışına itilenler de sahip olunulan şeyin bir uzantısı haline gelerek nesneleştirilirler. Sahipliğin maddi manevi, siyasi, hukuki, ekonomik kültürel unsurlarının erkekliğin tekelinde bulunması, eril bakışın kadınlığa karşı farklı bir algı ve tutum geliştirmesinin de temel nedenidir. Tekelci erkek düşüncesi gereği kadınlar daimi kaybedenlerdir. Daimi kaybedenler erkeklik için rakip ya da muadil sayılmazlar. Tam da bu noktada, onların kaybetmişlikleri kadın olmalarıyla ilişkilendirilir. Böylece kadınlık bir aşağıda olma yazgısına dönüştürülür. Kadınlar, zihinsel bir kurgu olan daimi kaybedenler algısına muhatap oldukça, kolaylıkla suçlama ve şiddet objesi durumuna getirilebilirler. Onlar (kadınlar) yeri geldiğinde beceriksiz, şeytan, bozucu ve hatta ahlaken rezil ilan edilebilirler. Üstelik sahip olmak la sahip olunulan ne varsa onların bir uzantısı olarak nesneleştirilmek, yani toplumsal bir cinsiyet kategorisi olarak kadınlık, bu durumdan (nesne olmaktan) kurtulmak için atılan her adımda kendini yeniden üretir. Örneğin boşanmış kadınların yaşadıkları sorunlar bu bakımdan anlamlıdır. Onlar, eril algının kendilerine yönelttiği sahipsiz kalmış olmak la mücadele ettikçe, örneğin sahipsizliğe bir an önce son vermek için kısa süre sonra evlenmekle ya da boşanmış bir kadın olarak yaşamına bazı sınırlamalar getirmekle söz konusu eril algıyı yeniden üretmiş olurlar. Baudrillar travestiliği de erkeklerin dişilik olarak imgeledikleri ve sahneye koydukları şekliyle dişiliğin paradisi biçiminde ele alır. O, Barselona travestilerinin bıyıklarını kesmemeleri ve kıllı göğüslerini rahatça sergilemelerinin örnek vererek bu toplumda dişiliğin, erkeklerin gülünçleştirdiği işaretlerden başka bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışır. Ona göre bu, en azından işaretler bağlamında, kadın aracılığıyla kadına meydan okumaktır (Baudrillard, 2005; 24). Eril tahakkümün kurulmasında ve her seferinde yeniden üretilmesinde cinsiyet ayrımı ve karşıtlığının doğallaştırılarak meşrulaştırılması önemli bir işleve sahiptir. Cinsiyet ayrımı ve bu ayrımdan türeyen karşıtlıklar eyleyenler için algı, düşünce ve eylem şeması sunar. Asimetrik bir ayrım olarak cinsiyet ayrımı kadınları, güçlü, iktidar sahibi erkekler karşısında güçsüz, pasif ve boyun eğen varlıklar olarak kurar. Cinsiyetler arasında kurulan bu türden karşıtlıklar da eril tahakkümü besler (Öztimur, 2007;

225 595). Daha kestirmeden söyleyecek olursak; sahip olmak için dünyaya gelmekten başka hiçbir şey yapmalarına gerek olmayan erkekler için karşı cins de sahip olunulan bir şey olarak görülür. Sahip(lik), kadınları önce bir baba adına sonra da kocasının adına bürünen bir değiş tokuş nesnesi olarak belirler. Burada erkekler arasında tesis edilen karşılıklılık ilişkisi (egzogami-akrabalık ilişkileri), erkekler ile kadınlar arasındaki kökten karşılıksızlık ilişkisi nin de koşuludur (Butler, 2010; 99). Eril bakış onlardan (kadınlardan), bir karşılık beklemek ya da hak iddia etmek fikrini rafa kaldırmalarını isteyerek, sahip olmanın buyurgan edasıyla bağlılık, sadakat, bakım, fedakârlık vb. pek çok şey ister. Neredeyse istenilen her şey kültürel olarak inşa edilir ve normalleştirilir. Böylece sahip in talepleri zaman içerisinde buyurgan ve keyfi olmaktan çıkarak kadın(lık) rol ve kimliğinin temel bileşenleri haline getirilir. Kadınlar, ataerkil kültürün kendilerinden beklediği bakım, bağlılık, karşılık beklemeksizin fedakârlık ve diğer tanımlanmış rollerine sadık kaldıkça bir sorun yoktur. Hatta böylesi kadınlar için söze dökülen avuntu, hiçbir erkeğin onlarsız tam olamayacağı şeklindedir. Oysa yukarıda ifade edilen ataerkil modele uymayan, yüksek statü ve güç rollerinin peşinde koşan ya da geleneksel rollerini aksatan kadınlar tahammül edilemez varlıklar olup çıkarlar (Fine, 2010; 87). Kadınlar başarılı erkeklerin arkasında olmaktansa önde ya da kendileri başarılı olmak istedikçe erkeğin kadına bakışı değişir. Üstelik sanayi toplumları ile birlikte enikonu gelişen imkânlar (hukuki, siyasal, ekonomik ve belki kültürel) kadına arkada değil de, önde ya da en azından erkeğin yanında (eşit) olma fırsatı tanıdığından tekelci (Tanrısal) erkek algısı bu durumu anlamakta ve kabullenmekte zorluk yaşar. Evde, işyerinde ya da kamusal mekânlarda erkeği kadına şiddet uygulamaya iten temel unsurların başında da bu gelmektedir, yani sahip(lik) algısının tehlikeye girdiğinin düşünüldüğü durumlarda erkek kontrolden çıkar. Kültürün, kendi kendisinin kurucu unsurları ya da özellikleri olarak altın tepside kendisine sunduğu efendilik (sahiplik) her tehlikeye düştüğünde erkek potansiyel olarak şiddete eğilimlidir. Çünkü ortada müzakere etmeyi aklından bile geçiremeyeceği benliği, kendi olma durumu vardır. Ataerkil kültürün biçimlendirdiği efendi (erkek) kaldıramayacağı bu yük altında kendisi de ezilir: Kadın(lar)a şiddet (fiziksel, psişik ya da cinsel) uygulamadığında ya uygulayamadığında erkek bakışı tarafından; şiddet uyguladığında ise insanlık (ve belki de kendi vicdanı) tarafından lanetlenir. Bu ikilem de erkekliğin çıkmazlarından biridir. Son Söz Erkeklerin kadın üzerinde şiddete yatkınlığı ya da kadınların erkeğin şiddetine maruz kalırken geliştirdiği yatkınlıklar yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi sahip olma ve sahipli olma algısının bir çıktısı olarak düşünülebilir. Bu bakımdan konumuz gereği, yani kadına (ve çocuğa) şiddet söz konusuysa, ortada bundan sorumlu tek bir cinsiyet kategorisi veya toplumsal cinsiyet yok, bir tarih, kültür(ler) ve elbette insanlık vardır. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Kadına şiddet konusunda karşımızda cani ya da düşman erkek yok, annelerinin çocukları (oğulları) var. Kadına ve çocuğa şiddetten hepimiz sorumluyuz Şiddet, tarım toplumları, sanayi toplumları veya günümüz modern toplumlarında ataerkil kültürün sürekliliğinin bir çıktısıdır. Başrolde hep erkekler olmuş olsa da, kadının kadına ya da kadının çocuğa uyguladığı şiddet de göz ardı edilemez. Bu 746

226 bakımdan şiddetten kurtarılması gereken tek bir cinsiyet kategorisi yoktur, ilhamını kadın düşüncesinden ve dilinden alması gereken insanlık vardır. Bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum: erkekler birbirlerinden farklı olmayan biyolojik kümeler değiller (German, 2006; 222), ama erkeklik ya da sahip (efendi) erkek ve sahipli kadın algısı kültürden kültüre ve toplumdan topluma kimi farklılıklar gösterse de, bir sürekliliğe ve ataerkil yapıya sahiptir. Bu ataerkil yapı ve temelinde yer alan sahip(lik) erkeğin kadına ve çocuğa, kadının kadına ve çocuğa ve hatta kadının erkeğe tüm biçimleriyle uyguladığı şiddetin ana damarıdır. Olmasını umut edeceğimiz ve elbette bunun için üzerimize düşeni yapmamız gereken sahip(lik) ve sahip(li) algısının ortaya koyduğu eril normlara ve bu normların biçimlendirdiği erkeklik ve kadınlık durumuna (Berktay, 2010; 28) itiraz etmektir. KAYNAKÇA Atay, T. (2012). Çin İşi Japon İşi: Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler, İstanbul: İletişim Yayınları. Baudrillard, J. (2005). Baştan Çıkarma Üzerine, Çev: Ayşegül Sönmezay, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bauman, Z. (2010). Sosyolojik Düşünmek, Çev: Abdullah Yılmaz, 7. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Berktay, F. (2010). Felsefenin Kadına Bakışı, Türkiye de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları. Butler, J. (2010). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, 2. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları. Çelebi, A. (2010). Sunuş: Bir Pırıltı Sonra Gece, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, İstanbul: Metis Yayınları. Fine, C. (2010). Toplumsal Cinsiyet Yanılsaması, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel Yayıncılık. German, L. (2006). Cinsiyet Sınıf ve Sosyalizm, Çev: Yıldız Önen, İstanbul: Babil Yayınları. Swartz, D. (2011). Kültür ve İktidar: Pierre Bourdieu nün Sosyolojisi, Çev: Elçin Gen, İstanbul: İletişim Yayınları. 747

227 KADIN VE ERKEKLERİN KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN TEMEL NEDENLERİNE VE ÖNLENMESİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Özet Mustafa KOÇ 1 Betül DÜŞÜNCELİ 2 Tuğba Seda ÇOLAK 3 Bu çalışmanın temel amacı, kadına yönelik şiddetin temel kaynaklarının belirlenmesi ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik kadın ve erkeklerin görüşlerinin farklılaşıp farklılaşmadığını ortaya koymaktır. Bu genel belirleme kadına yönelik şiddet ve bunu önleme konusunda toplumsal bilincin oluşup oluşmadığını ve kadına yönelik şiddeti önleme konusunda elde edilen başarı ya da başarısızlığı açıklamada bir referans oluşturmaktadır. Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim deseni ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada veriler yarı yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla elde edilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme formunda katılımcıların demografik özelliklerini belirlemeyi amaçlayan sorular ile kadına yönelik şiddeti anlamaya ilişkin görüşlerini belirlemeyi amaçlayan sorular yer almıştır. Araştırma 245 kadın 100 erkek olmak üzere toplam 345 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Yapılan incelemede kadınlar, kadına yönelik şiddetin kaynağı olarak önem sırasına göre, toplumu, erkeği ve kadını neden olarak görmektedirler. Erkekler kadına yönelik şiddetin kaynağı olarak önem sırasına göre, toplumu, kadını ve erkeği neden olarak görmektedirler. Hem erkekler hem de kadınların, kadına yönelik şiddete ilişkin alınacak önlemlerde toplumun bilinçlendirilmesi konusunda aynı fikirde oldukları bulunmuştur. Kadına yönelik şiddetin nedeni olarak kadınlar erkekleri, erkekler de kadınları kaynak olarak görmektedirler. Anahtar Kelimeler: Şiddet, Kadın, Önlem VIEWS OF WOMEN AND MEN RELATED TO MAIN REASONS AND PREVENTION OF VIOLENCE AGAINST WOMEN Abstract The main objective of this study is to determine the main sources of violence against women and reveal if the views of men and women differ about prevention of violence against women. This general specification is a reference to explain the social consciousness about the violence against women and in preventing violence against women. The study was made by phenomenological method which is one of qualitative research methods. Data had been collected by semi-structured interview form. In the semi-structured interview form, there were questions about participants demographical features and related to understand violence against women. 245 women and 100 men, totally 345 people, participated the study. Results show that, in order of priority, society, men and women are seen as reasons of violence against women according to 1 Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, mkoc@sakarya.edu.tr 2 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, bbayraktar@sakarya.edu.tr 3 Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü, tcolak@sakarya.edu.tr 748

228 women views. In order of priority, society, women and men are seen as reasons of violence against women according to men views. It is found that both women and men agree about heighten awareness of society prevention concerning violence against women. Women think that men are reason of violence against women; men think that women are reason of violence against women. Keywords: Violence, Woman, Prevention GİRİŞ Toplumsal yapının özellikleri, her ne kadar şiddetin derecesini ve şeklini belirlese de hem gelişmiş hem de azgelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde kadınlar, şiddete maruz kalmaktadırlar. Gündelik yaşamın pek çok boyutunda ve farklı biçimlerde karşımıza çıkan şiddet olgusu, kadınları, özellikle de onların sağlıklarını önemli ölçüde tehdit etmekte diğer bir deyişle onların fiziksel, psikolojik vb. şiddete uğramaları, sağlık açısından ciddi sorunların yaşanmasına sebebiyet vermektedir (Bilican Gökkaya, 2009). İnsan hakları açısından, toplumsal cinsiyet temelinde bir insan hakkı ve özgürlük ihlali olan kadına yönelik aile içi şiddet, kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda yerlerini alma haklarından çeşitli biçimlerde yoksun kalmalarına ve yaşamlarını yitirmelerine neden olmaktadır. Uluslararası araştırmalar, fiziksel şiddetin özellikle kadının eşi veya birlikte olduğu kişi/kişiler tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koymuştur. Ayrıca kadına yönelen şiddetin fiziksel, duygusal, ekonomik ve sosyal etkileri sadece kadınlar üzerinde değil çocuklar, aileler ve toplumda da kendini göstermektedir (Kadına Yönelik Şiddet Raporu, 2009). Şiddete maruz kalan kadınlara eğitim açısından bakıldığında eğitim düzeyi düşük kadınların yoğunluğu dikkat çekmektedir. Evlilik yaşı olarak bakıldığında genel olarak genç evliliklerin yapıldığı görülüyor, bunların çoğu da kaçarak, aile izni dışında yapılan evlilikler (Kılıç, 2009). Kadınların %88.1 i şiddeti fiziksel (dayak, dövme) olarak tanımlamakta, %28.6 sı şiddetin nedenini erkeklerin sözünü dinlememe olarak belirtmekte, %43.2 si eşe ihanet durumunda şiddeti haklı görmekte ve %25.9 u eğitimin şiddeti engelleyebileceğini düşünmektedir (Yaman Efe& Ayaz, 2010). Psikiyatri polikliniğine başvuran hastaların % 63 ü çocukluğunda şiddete maruz kaldığını, % 62 si evliliğinde en az bir kez fiziksel şiddet gördüğünü, % 51 i çocuğuna fiziksel şiddet uyguladığını bildirmiştir (Vahip& Doğanavşargil, 2006). Araştırma sonuçlarına göre evli kadınların %54,6 sında psikolojik, %30,4 ünde fiziksel, %19,3 ünde ekonomik ve %6,3 ünde cinsel şiddet saptanmıştır (Güleç Öyekçin, Yetim& Şahin, 2012). Hamilelik öyküsü olan 154 kadın ile yapılan bir araştırma bulgularına göre araştırmaya katılan kadınların 110 (%71.4) u hamilelik sırasında eşi tarafından fiziksel, cinsel, ruhsal/sözel şiddet türlerinden birine ya da daha fazlasına maruz kaldığını belirtmiş olup sırasıyla ruhsal/sözel şiddet oranı %99.1, fiziksel şiddet oranı %36.4 ve cinsel şiddet oranı ise %5.4 tür (Ayrancı, Günay& Ünlüoğlu, 2002). Eşi veya birlikte olduğu kişilerden fiziksel şiddet yaşamış kadınlara şiddetin nedenleri sorulmuştur. Verilen cevaplar arasında en yaygın gerekçe olarak, kadınların %32 si tarafından erkeğin ailesiyle yaşanan sorunlar beyan edilmiştir. Bunu ekonomik 749

229 sıkıntılar ve erkekle ilgili nedenler (sinirli olması, kadını kıskanması, eşin kahveye gitme ve alkol kullanma alışkanlıklarının vb.) izlemektedir. Kadınların %18 i kadınlarla ilgili nedenler (cinsel ilişkiyi reddetmesi, erkeğin sözünü dinlememesi, kadının sağlık sorunu bulunmasının vb.) ve %13 ü çocuklarla ilgili sorunlar nedeniyle eşi veya birlikte olduğu kişilerin kendilerine şiddet uyguladıklarını söylemişlerdir (Kadına Yönelik Şiddet Raporu, 2009; Karaçam, Çalışır, Dündar, Altuntaş, Avcı& 2006). Kadına yönelik şiddet araştırmasında şiddeti bireysel olarak önlemeyle ilgili kadınlara sorulan Eşiniz size bugün dayak atacak olsa ne yaparsınız, nasıl tepki verirsiniz? sorusuna yanıt olarak, görüşülen kadınların % 24 ü çeşitli sebeplerle bir şey yap(a)mayacaklarını söylemiştir. Bu oran Doğu örnekleminde % 46 ya kadar çıkmaktadır. Devletin alacağı önlemlere ilişkin olarak, kadınların % 60 ila % 74 ü devletin erkekleri eğiterek, sığınma evleri açarak, bu konuda çalışan kuruluşları destekleyerek, ağır cezalar vererek ve polisi eğiterek erkeklerin eşlerine uyguladıkları şiddeti engelleyebileceğini düşünmekte ancak devletin bu sorumluluklarını yerine getirmediğini ifade etmektedir (Altınay& Arat, 2007). AMAÇ Bu çalışmanın temel amacı, kadına yönelik şiddetin temel kaynaklarının belirlenmesi ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik kadın ve erkeklerin görüşlerinin farklılaşıp farklılaşmadığını ortaya koymaktır. Örneklem YÖNTEM Araştırma eğitim öğretim yarıyılında Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi nde öğrenim gören 245 i bayan ve 100 ü erkek olmak üzere 345 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Veri Toplama Araçları Araştırmada veriler yarı yapılandırılmış görüşme formu ile elde edilmiştir. Araştırmada kullanılan form iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm katılımcıların cinsiyete ilişkin demografik bilgilerinden oluşmaktadır. İkinci bölüm ise katılımcıların kadına yönelik şiddetin temel nedenleri, kadına yönelik şiddeti önlemeye ilişkin bir çalışmada yapılabilecekler ve katılımcıların şiddete maruz kalıp kalmadıklarına ilişkin bilgilerden oluşmaktadır. Verilerin Analizi Araştırmada bulgular herhangi bir istatistiksel işlem kullanılmadan elde edilmiştir. Bulgular, kadına yönelik şiddetin nedenlerine ilişkin görüşler ve alınacak önlemlerin neler olması gerektiğine ilişkin atfedilen değerler, önem sırasına göre analiz edilerek elde edilmiştir. Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim deseni ile gerçekleştirilmiştir. Olgubilim deseni farkında olunan ancak derinlemesine ve ayrıntılı bir anlayışa sahip olunmayan olgulara odaklanmadır. Olgular yaşanılan dünyadaki olaylar, deneyimler, 750

230 algılar, yönelimler, kavramlar ve durumlar gibi çeşitli biçimlerde oluşabilmektedir. Olgubilim araştırmalarında veri analizi, yaşantıları ve anlamları ortaya çıkarmaya yöneliktir. Bu amaçla yapılan içerik analizinde verinin kavramsallaştırılması ve olguyu tanımlayabilecek temaların ortaya çıkarılması çabası vardır (Yıldırım& Şimşek, 2011). Olgubilim araştırmalarında başlıca veri toplama aracı görüşmedir. Olgulara ilişkin yaşantıları ve anlamları ortaya çıkarmak için görüşmenin araştırmacılara sunduğu etkileşim, esneklik ve sondalar yoluyla irdeleme özelliklerinin kullanıldığı bir yöntemdir (Yıldırım& Şimşek, 2011). Araştırmada yarı yapılandırılmış formda yer alan ve katılımcıların şiddete maruz kalıp kalmadıklarına ilişkin bilgilerin sorulduğu bölüm katılımcılar tarafından doldurulmadığı için değerlendirme dışı tutulmuştur. BULGULAR Bu bölümde, katılımcıların görüşme formuna vermiş olduğu cevaplar analiz edildiğinde kadına yönelik şiddetin nedenleri üç ana başlık altında ele alınarak incelenmiştir. Bunlar; kadından, erkekten ve toplumdan kaynaklanan nedenler olarak belirlenmiştir. Kadın ve erkeklerin konuya ilişkin görüşleri bu bağlamda ele alınarak incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. 1. Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine İlişkin bulgular Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine İlişkin Kadınların Görüşleri Kadına Yönelik Şiddetin Temel nedenlerine ilişkin kadınların görüşleri önem sırasına göre incelendiğinde; toplumdan kaynaklanan nedenler, erkeklerden kaynaklanan nedenler ve kadınlardan kaynaklanan nedenler şeklinde sıralanmıştır. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında toplumdan kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler eğitimsizlik, kadının toplumda değersiz görülmesi ve töre olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında erkekten kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler erkeklerin üstünlük kurma çabası, kıskançlık ve öfkesini kontrol edememe olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında kadından kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler kadınların maddi güçlerinin olmaması, şiddete sessiz kalmaları ve kendilerini ezdirmeleri olarak belirlenmiştir Kadına Yönelik Şiddetin Temel Nedenlerine İlişkin Erkeklerin Görüşleri Kadına Yönelik Şiddetin Temel nedenlerine ilişkin erkeklerin görüşleri önem sırasına göre incelendiğinde; toplumdan kaynaklanan nedenler, kadınlardan kaynaklanan nedenler ve erkeklerden kaynaklanan nedenler şeklinde sıralanmıştır. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında toplumdan kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler eğitimsizlik, ataerkil toplum yapısı ve töre olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında kadından kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler kadınların çok konuşması, eşinin sözünü dinlememesi ve tutarsızlık olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında erkekten kaynaklanan nedenlerden en sık tekrar edenler eğitimsizlik, alkol ve özgüven eksikliği olarak belirlenmiştir. Araştırma bulguları mevcut literatür ile karşılaştırıldığında kadınların şiddetin temel nedeni olarak sırasıyla toplum, erkek ve kadından kaynaklanan etmenleri gösterdikleri, 751

231 erkeklerin ise sırasıyla toplum ve kadından kaynaklanan etmenleri gösterdikleri belirlenmiştir. Ancak erkeklerin, şiddetin erkekten kaynaklanan nedenlerine ilişkin bir görüş bildirmedikleri görülmüştür. Bu bağlamda yapılan çalışmanın mevcut literatür ile örtüşme gösterdiği söylenebilir. 2. Kadına Yönelik Şiddeti Önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin Bulgular Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek önlemler üç ana başlık altında ele alınarak incelenmiştir. Bunlar; kadına yönelik önlemler, erkeğe yönelik önlemler ve topluma yönelik önlemler olarak belirlenmiştir. Araştırmaya katılan bireylerin bildirdiği, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde, bu üç faktöre ilişkin alınması gereken önlemlerin neler olabileceği aşağıda verilmiştir Kadına Yönelik Şiddeti Önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin Kadınların Görüşleri Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin kadınların görüşleri önem sırasına göre incelendiğinde; kadınlar, öncelikle topluma yönelik önlemlerin alınması daha sonra kadınlara yönelik önlemlerin alınması ve son olarak da erkelere yönelik önlemlerin alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek topluma yönelik önlemlerden en sık tekrar edenler yasal cezaların ağarlaştırılması, bilinçlendirme ve bireylere yönelik psikolojik destek sağlama olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek kadına yönelik önlemlerden en sık tekrar edenler bilinçlendirme, kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlama ve kadınların yaşadıkları şiddet durumunu saklamalarını engelleme olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek erkeğe yönelik önlemlerden en sık tekrar edenler bilinçlendirme ve psikolojik destek sağlanması olarak belirlenmiştir Kadına Yönelik Şiddeti Önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin Erkeklerin Görüşleri Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında alınabilecek önlemlere ilişkin erkeklerin görüşleri incelendiğinde; erkekler öncelikle topluma yönelik önlemlerin alınması gerektiğini, daha sonra kadına yönelik önlemlerin alınması gerektiğini ve son olarak da erkeklere yönelik önlemlerin alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında, topluma yönelik alınabilecek önlemlerden en sık tekrar edenler ailelerin eğitimi, evlilik danışmanlığı ve cezaların ağarlaştırılması olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında, kadına yönelik alınabilecek önlemlerden en sık tekrar edenler bilinçlendirme, kadın hakları ile ilgili eğitimler ve eşlerine daha çok itaat etmeleri olarak belirlenmiştir. Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmasında, erkeğe yönelik alınabilecek önlemlerden en sık tekrar edenler bilinçlendirme ve empati eğitimi olarak belirlenmiştir. 752

232 SONUÇ VE TARTIŞMA Kadına yönelik Şiddetin temel nedenlerine ilişkin erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde birinci sırada toplumdan kaynaklanan faktörlerin yer aldığı görülmektedir. Bu bağlamda kadına yönelik şiddetin temel nedenlerinden en çok öne çıkanlar eğitimsizlik, kadının toplumda değersiz görülmesi, töre ve ataerkil toplum yapısıdır. Buna ek olarak aile yaşantıları da değerlendirildiğinde kadına yönelik şiddetin model alınarak ortaya çıktığı, ailesinde ve yakın çevresinde şiddet örüntüsüne şahit olan bireylerin şiddeti uygulayan kişi konumuna gelmelerinde toplumsal faktörlerin önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Çocuklukta şiddet öyküsü ile ve eşinden şiddet görme ile çocuğuna şiddet uygulama arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (Vahip& Doğanavşargil, 2006). Bir araştırma kapsamında kadınlara, evdeki şiddete tanık olan çocuklarının davranışları sorulmuştur. Uzun vadede en çok çocuklarda saldırganca davranışların arttığı, sürekli sinirlilik, tedirginlik hali olduğu ve anneye aşırı bir bağlılık geliştirdikleri saptanmıştır (Bayındır, 2010). Güleç Öyekçin, Yetim ve Şahin (2012) Eşin ailesinde kadına yönelik şiddetin olması eş şiddeti görmeyi 2 kat arttırmakta olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Eşlerin çocukluklarında fiziksel şiddet öyküsünün bulunması kadınlara yönelik fiziksel şiddeti 3,5 kat arttırmaktadır. Araştırma bulgularına göre kadına yönelik şiddetin temel nedenlerine ilişkin erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde erkekten kaynaklanan nedenler ikinci sırada yer almaktadır. Erkeklerin üstünlük kurma çabası, kıskançlık, öfkesini kontrol edememe eğitimsizlik, alkol ve özgüven eksikliği kadına yönelik şiddet konusunda ön plana çıkan başlıklardır. Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır (Altınay& Arat, 2007). Peker, Eroğlu ve Çitemel (2012), kendisini başka insanlar karşısında zayıf olarak algılayan, başkalarının kendisi üzerinde güç ve kontrol kurmasını engelleyemeyen kişilerin internet ortamından yararlanarak saldırgan davranışlarda bulundukları bulgusuna ulaşmışlardır. Aynı araştırmanın bir başka bulgusu da boyun eğicilik düzeyi yüksek erkeklerin, daha çok siber zorbalık yapmakta olduğu yönündedir. Bu bilgi ışığında kendini ifade edemeyen ve kimi alanlarda güçsüz hisseden bireylerin, fırsat bulduklarında şiddete başvurmaya eğilimli oldukları söylenebilir. Araştırma bulgularına göre kadına yönelik şiddetin temel nedenlerine ilişkin erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde kadından kaynaklanan nedenler üçüncü sırada yer almaktadır. Kadınların maddi güçlerinin olmaması, şiddete sessiz kalmaları ve kendilerini ezdirmeleri, kadınların çok konuşması, eşinin sözünü dinlememesi ve tutarsızlık kadına yönelik şiddet konusunda ön plana çıkan başlıklardır. Araştırma bulguları sonucunda kadına yönelik şiddetin en önemli unsurlarından birinin cinsiyet eşitsizliği olduğu görülmektedir. Türkiye de toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınlar daha düşük öğrenime sahip olmakta, daha az işgücüne katılmakta, daha az gelir elde etmektedir. Bunlara toplumsal baskının da eklenmesiyle yaşanan cinsiyet eşitsizliği doğrudan ya da dolaylı etki ile sağlıksızlığa neden olmaktadır (Şimşek, 2011). Geçmişten günümüze kadar her toplumda çeşitli seviyelerde görülen toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınlarda değersizlik ve öğrenilmiş çaresizlik duyguları oluşturmakta ve sonuç olarak şiddeti kabullenme durumunu ortaya çıkarmaktadır. Şiddete maruz kalan kadınların tepki göstermeme nedenleri arasında ilk iki sırada iyi olur düşüncesiyle sabretmeyi tercih etme (%58.2) ve şiddeti alınyazısı olarak kabul etme (%45.5) gelmektedir (Ayrancı vd., 2002). Kadınların çoğu fiziksel şiddete zamanla alıştıklarını 753

233 ancak sözel şiddeti hazmedemediklerini, bundan çok üzüntü duyduklarını ifade etmişlerdir (Kılıç, 2009). Şiddet gören (Sığınma evinde kalan ve kalmayanlar) ve görmeyen kadınların başa çıkma tarzları üzerinde yapılan araştırma bulgusuna göre şiddet gören kadınların özellikle sığınma evi dışında olanların çaresiz, boyun eğici ve problem çözmede etkisiz yöntemleri daha çok kullandıkları görülmüştür (Yeniocak, 2011). Kadına Yönelik şiddetin temel nedenleri incelendiğinde her iki cinsinde toplumsal nedenlerden sonra şiddetin nedenini kendilerinde görmekten önce karşı cinse atfettikleri gözlenmiştir. Bireyler çözümleri kendilerinde aramak yerine karşı cinse yükleme yaparak bir anlamda sorumluluktan kaçma davranışı göstermektedirler. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü nün hazırlamış olduğu rapor bu bulguyu destekler niteliktedir. Raporda kadına yönelik şiddetin temel nedenleri olarak toplumdan kaynaklanan nedenlerden sonra, bireyler karşı cinse ilişkin atıflarda bulunmaktadır (Kadına Yönelik Şiddet Raporu, 2009). Seçim kuramına göre doğumdan ölüme kadar yapılan her şeyin davranış olduğunu, bütün davranışların içten gelen motivasyondan kaynaklandığını ve kişinin kendi seçimine dayandığını vurgular (Corey, 2005). Bu bağlamda kadına yönelik şiddetin önlenmesi için bireylerin kendilerini tanımalarına, sorumluluklarını üstlenmelerine ilişkin çalışmalara yer verilebilir. Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir çalışmada alınabilecek önlemlere ilişkin erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde birinci sırada topluma yönelik önlemlerin ifade edildiği görülmektedir. Kadına yönelik şiddetin de temel nedeni olarak toplumun görülmesi nedeniyle araştırma bulgularında nedenler ve nedenlere ilişkin önlemlerin örtüştüğü söylenebilir. Bu önlemlerden en çok öne çıkanlar cezaların ağırlaştırılması, bilinçlendirme, psikolojik destek sağlama, ailelerin eğitimi ve evlilik danışmanlığıdır. Bulgular kadınlara sunulan destek hizmetlerinin, sığınma evlerinin ve bu kurumlarda sunulan olanakların kadınların ve çocuklarının ruh ve beden sağlığına olumlu katkılar sağlayabileceğine, ancak hala yetersiz olduğuna işaret etmektedir (Yeniocak, 2011). Kadına yönelik şiddetin önlenmesi toplumların böyle bir sorunun varlığının farkında olması ile başlar (Köse& Beşer, 2007). Yazılı ve görsel basında yer alan yayınların, kadına yönelik şiddete ilişkin farkındalığı artıran boyutlarda sunulması gerekmektedir. Ancak, köşe yazılarının toplumsal cinsiyet ve kadın eğitimi açısından değerlendirildiği bir çalışmada incelenen gazetelerden elde edilen bulgular; bir kitle iletişim aracı olan gazetelerin, toplumdaki cinsiyetçi kalıp yargılara paralel söylemler içerdiği ortaya koyulmuştur (Çelik& Uysal, 2012). Mevcut yayın akışına bakıldığında yazılı ve görsel basında kadının bir obje olarak sunulduğu ve şiddet unsurlarının normalleştirildiği görülmektedir. Şiddet içeren materyale maruz kalmanın özellikle erkeklerde şiddet fantezilerini artırdığı bildirilmiştir (Güleç, Topaloğlu, Ünsal& Altıntaş, 2012). Aynı zamanda televizyon yayınlarında yer alan lüks ve şaşaalı yaşamlar kadınların beklentilerini artırmaktadır. Bu durum evde tartışmalara ve beklentilerin yüksekliğiyle doğru orantılı bir şekilde hayal kırıklıklarına yol açmaktadır. Evde yaşanan bu huzursuzluğun yansımaları eşler arasında sorunlara neden olmakta ve yetersizlik duygusuna kapılan eşin üstünlük kurma çabası içerisine girmesine neden olabilmektedir. Kadınlar ve erkekler arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin (sosyokültürel, ekonomik vb. alanlarda) bir sonucu olarak ortaya çıkan şiddet, aslında kadın üzerinde güç ve kontrol kurmayı amaçlamaktadır (Bilican Gökkaya, 2011). Tüm bu bilgiler ışığında toplum üzerinde en büyük etkiye sahip olan basın-yayın organları, toplumu bilinçlendirmek amacıyla etkin bir şekilde kullanılmalıdır. 754

234 Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir çalışmada alınabilecek önlemlere ilişkin erkek ve kadınların görüşleri incelendiğinde her iki grubun da toplumsal önlemlerden sonra kadına yönelik önlemler alınabileceğini belirtmeleri araştırmanın çarpıcı bulguları arasında yer almaktadır. Erkeklerin kadına yönelik şiddetin temel nedenleri ve alınacak önlemlerdeki sıralaması aynı iken (toplumsal, kadına yönelik ve erkeğe yönelik), kadınların kadına yönelik şiddetin temel nedenleri ve alınacak önlemlerdeki sıralaması farklılık göstermektedir. Kadınlar kadına yönelik şiddetin temel nedenlerinde ikinci sıralamada erkekleri görürken, öncelikli olarak kadına yönelik önlemlerin alınması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu bulguda toplumun ataerkil yapısının rol oynadığı düşünülebilir. Gelin ağıtlarının öznesi olarak kadın ve kadının sosyal konumuna ilişkin analiz sonuçlarına göre, toplumsal bilincin yansıması olan gelin ağıtlarında kadına, ne ölçüde şiddet görürse görsün, hizmetçilik yapmak, dayak yemek pahasına da olsa evinden ya da hapsedildiği yerden ayrılmaya çalışmayacağı yüklemesi yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır (Feyzioğlu, 2010). Bu bilgi ışığında masallar, fıkralar, türküler, ağıtlar gibi kültürel öğelerle de kadının toplum hayatında ve eşine karşı pasif konumda olması geleneklerle kadınlara yüklenmektedir. Tüm yaşamı boyunca bu yüklemelerle yaşayan kadınlar, şiddetle karşılaştıklarında bu durum karşısında yardım aramak yerine, durumu kabullenmekte ya da değiştirmek için kendilerinin değişmesi gerektiği fikrine kapılmaktadır. Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik bir çalışmada alınabilecek önlemlere ilişkin erkeklerin görüşleri incelendiğinde erkeklere yönelik önlemlere son sırada yer vermeleri ise erkeklerin kadına yönelik şiddet olgusunda değişimi dış faktörlerden beklediklerini ifade etmektedir. Bu durumun da toplumsal yüklemelerin sonucu olduğu söylenebilir. Toplumumuzda yer alan erkektir döver de sever de düşüncesi, erkeklerin kadınlar üzerinde hak iddia edebilmelerine ve yaptıkları davranışın yanlış olduğunu görememelerine neden olmaktadır. ÖNERİLER 1. Kadınların şiddet karşısında öğrenilmiş çaresizlik davranışı sergilemesine neden olabilecek algılamalardan kurtulması için desteklenmelidir. 2. Kadına yönelik şiddetin beslendiği psiko-sosyal kaynakların belirlenmesi ve ortadan kaldırılması sürecinde ilgili kişi, kurum ve kuruluşların görev analizleri yeniden belirlenmelidir. 3. Kadınların şiddete boyun eğmelerine neden olan algılamalarını değiştirerek, belirli bir alanda kaybettikleri ve bütün yaşam alanlarına genelledikleri kontrol duygusunu kazandıracak aktivitelere yönlendirilmeleri sağlanmalıdır. 4. Erkeklerin kadına yönelik şiddeti haklı gösterecek algılamalarının değiştirilmesi için yazılı ve görsel basından etkin ve tutarlı bir şekilde yaralanılmalıdır sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine ilişkin yasanın herkes tarafından içselleştirilerek davranışa dönüşmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Bunun için özellikle yazılı ve görsel medya etkin bir şekilde kullanılabilir. 6. Şiddetin model alınan bir davranış olduğu düşünülerek aile eğitimleri planlanabilir. 755

235 7. Kadınların şiddet durumlarında başvuracakları birimlere ilişkin erişim kolaylaştırılmalı, mağdur kadının desteklenmesinin önünden prosedürler kaldırılmalıdır. KAYNAKÇA Altınay, A.G., Arat, Y. (2007). Kadına Yönelik Şiddet. İstanbul: Punto Baskı Çözümleri. Ayrancı, Ü., Günay, Y., Ünlüoğlu, İ. (2002). Hamilelikte Aile İçi Eş Şiddet: Birinci Basamak Sağlık Kurumuna Başvuran Kadınlar Arasında Bir Araştırma. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 3, Bayındır, N. (2010). Aile İçinde Yaşanan Şiddete Karşı Çocuğun Gösterdiği Tepkiler. Mehmet Akif Ersoy Üniversites, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(2), 1-9. Bilican Gökkaya, V. (2009). Türkiye de Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 10 (2), Bilican Gökkaya, V. (2011). Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet: Sivas İli (Cumhuriyet Üniversitesi) Örneği. Journal of World of Turks, 3 (3), Corey, G. (2005). Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları. Ankara: Mentis Yayıncılık. Çelik, D., Uysal, M. (2012). Köşe Yazılarının Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 45 (1), Feyzioğlu, N. (2010). Gelin Ağıtları Üzerine Bir Değerlendirme. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 43, Güleç Öyekçin, D., Yetim, D., Şahin, E.M. (2012). Kadına Yönelik Farklı Eş Şiddeti Tiplerini Etkileyen Psikososyal Faktörler. Türk Psikiyatri Dergisi, 23, 1-7. Güleç, H., Topaloğlu, M., Ünsal, D., Altıntaş, M. (2012). Bir Kısır Döngü Olarak Şiddet. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(1), Kadına Yönelik Şiddet Raporu (2009). T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. Ankara: Elma Teknik Basım Matbaacılık tarihinde adresinden indirilmiştir. Karaçam, Z., Çalışır, H., Dündar, E., Altuntaş, F., Avcı, H.H. (2006). Evli Kadınların Aile İçi Şiddet Görmelerini Etkileyen Faktörler ve Kadınların Şiddete İlişkin Bazı Özellikleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 22 (2), Kılıç, M.N. (2009). Kadına Yönelik Şiddet: Sosyo-Psikolojik Arka Plan, Manevi Boyut, Hukuki Yaptırımlar (Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. Köse, A., Beşer, A. (2007). Kadının Değiştirilebilir Yazgısı. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10 (4), Peker, A., Eroğlu, Y., Çitemel, N. (2012). Boyun Eğici Davranışlar ile Siber Zorbalık ve Siber Mağduriyet Arasındaki İlişkide Cinsiyetin Aracılığının İncelenmesi. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 9 (1),

236 Şimşek, H. (2011). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinin Kadın Üreme Sağlığına Etkisi: Türkiye Örneği. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 25(2), Vahip, I, Doğanavşargil, Ö, (2006). Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17 (2), Yaman Efe, Ş., Ayaz, S. (2010). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11, Yeniocak, N. (2011). Şiddet Bağlamında İncelenen Üç Kadın Grubunun Başa Çıkma Biçimleri ve Bu Bağlamda Çocuklarında Algıladıkları Sorunlar (Yüksek Lisans Tezi). Ankara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. Yıldırım, A., Şimşek, H. (2011). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (8. basım). Ankara: Seçkin Yayıncılık. 757

237 TÜRKİYE DE NAMUS UĞRUNA KADINA UYGULANAN ŞİDDETE İLİŞKİN TUTUMLAR (GÜLCÜ MAHALLESİ VE HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİ ÖRNEĞİ) Işıl KALAYCI 1, Abdullah Yavuz AKINCI 2 Fatime UYSAL 3 ÖZET Dünyanın her yerinde namus cinayetleri şiddetin en ağır biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle feodal yapının gücünü koruduğu bölgelerde kadınların namus adına öldürüldüğü bilinmektedir. Bir şiddet biçimi olarak gösterilen namusa yönelik kadına uygulanan şiddet toplumların kültüründen, özellikle değer sisteminden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle namusa yönelik her türlü şiddetin hangi düzeyde olduğunun saptanması gerekmektedir. Hemşirelik öğrencilerinin topluma verdiği sağlık eğitimlerinde, aile içi şiddetin nedenlerinden biri olan namus hakkında ki kendi değer yargılarından etkilenmeden, objektif bilgileri aktarmaları gerekmektedir. Sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi düşük olan Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınların namus adına kadına uygulanan şiddete yönelik tutumlarının belirlenmesi, hemşirelik bölümü öğrencileriyle karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesi ve sosyo-demografik özellikleriyle karşılaştırması, sorunun erken dönemde tanımlanması ve çözümlenmesinde sağlık personeline yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Bu araştırmada Katılımcılara sosyo-demografik özellikleri sorgulayan bir anket formu ve Ruşen Işık ve Nuray Sakallı Uğur un hazırladığı Namus adına Kadına Uygulanan Şiddete yönelik Tutumlar Ölçeği (NKUŞTÖ) uygulanmış, sonuçlar SPSS 15 for windows paket programı ile değerlendirilerek çözüm önerileri ortaya koyulmuştur. Anahtar Kelimeler: Kadın, Namus, Namusa yönelik şiddet ATTITUDES ON VIOLENCE APPLIED TO WOMEN IN TURKEY FOR THE SAKE OF VIRTUE ABSTRACT In all over the World, murders on virtue apper as the most serious forms of violence.it is particularly known that women are killed for the name of virtue in feudal regions.violence towards women for the name of virtue is derived from cultures of societies, especially from their value systems.so it is necessary to establish the level of each violence related to virtue. It is essential for nursing students to transfer the true knowledge in health educations for society without being affected their own value judgments and objectively about virtue which is one of the reasons of violence in 1 Öğretim Görevlisi, SDU. Sağlık Bilimleri Fakültesi, isilkalayci@sdu.edu.tr 2 Öğretmen, MEB, Gülcü İlköğretim Okulu, ayavuz_akincii@hotmail.com 3 Öğretim Görevlisi, SDU. Sağlık Bilimleri Fakültesi, fatimeuysal@sdu.edu.tr 758

238 family. To determine the attitudes of women whose socio-culturel and economical level is below, living in Gülcü District, towards violence appied to women for the sake of virtue,to evaluate comperatively with nursing students and to compare with sociodemographic features,to define the problems in early times and to solve immediately will be a guiding to health personnel. In this study,a questionnaire form examining sociodemographic features and an attitudes scale prepared by Ruşen IŞIK and Nuray SAKALLI UĞUR on the violence applied women for the name of virtue are applied to participants.results are evaluated with SPSS 15 for Windows packet programme and solution suggestions are put forward. Key Words: Woman,Virtue,Violence For Virtue 1. Giriş Namus toplumumuzda önemini koruyan, içeriği toplumdan topluma değişen bir kavramdır. Ülkemizde şiddet kullanımını destekleyen, kültürel özelliklerden biri olarak görülmektedir. Türk Dil Kurumu tarafından namus Bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet olarak tanımlanmıştır ( Namus kelimesinin kökenin eski Yunancada iktidar, kanun, kural anlamındaki nomos tan geldiği ve bir erkeğin sahip olduğu otlak alan ve otlak alanın üstünde otlayan hayvanlar anlamında kullanıldığı bildirilmektedir (Hata! Köprü başvurusu geçerli değil.). Hilmi Ziya Ülken e göre sosyolojik anlamda toplumsal değerlerden biri sayılan namusun, bireylerin toplum içindeki rollerinin seçilmesi, yerine getirilmesi, sosyal baskı aracı olması, davranışların yargılanması gibi insan davranışları üzerinde belirleyici etkileri vardır (Çakır ve ark, 2004: 3). Türkiye gibi geniş ailenin yaygın ve aile bağlarının kuvvetli olduğu toplumlarda kişinin namusunun sadece kendi davranışlarından değil diğer aile bireylerinin davranışlarından da etkilendiğine inanılır. Ataerkil toplumda egemen olan erkek olduğu için, aileden ve ailenin namusundan da erkek sorumlu kılınmıştır. Bir diğer önemli nokta, kadının bedeninin, cinselliğinin ve davranışının kullanılmasıdır. Kadının cinselliği olarak ele alınabilecek davranış repertuarları ise sadece cinsel birleşme değil giyiniş tarzı, karşı cinsle el ele tutuşma, radyodan bir erkek için şarkı isteme, öpüşme ve flört gibi çok çeşitli davranışları içerebilmektedir (Arın, 2001: 821). Kadınların toplum içinde yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitliklerini sağlama fırsatlarını sınırlayan, erkeklerin hâkimiyetine ve kadına yönelik ayrımcılığı toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır. Erkek egemen, siyasal, toplumsal ve ekonomik yapılar aile içi şiddeti beslemekte ve kadınlara şiddetten korunma ve kurtulma yollarını kapatmakta önemli rol oynamaktadır. Erkeğin, yasalardan ve toplumun ataerkil yapısından kaynaklanan kadına göre üstün konumu da şiddeti besleyen diğer bir faktördür. Özellikle kadının ekonomik bağımsızlığının olmadığı ve eğitim düzeyinin düşük yada hiç olmadığı bölgelerde erkek egemen anlayışın daha baskın olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Mora, 2005: 13). Ailenin ve erkeğin namusu onun himayesi ve kontrolü altında olan kadınların cinsel statüsüne ve davranışına bağlanmıştır. Karısı, kız kardeşi, gelini, hatta annesi davranış sınırlarını aşarsa, erkeğin ve ailenin namusuna leke sürülmüş olur ve lekenin 759

239 temizlenmesi gerekir. Kadın, ayrıca isteği dışı gerçekleşen durumlardan, kendine yapılan taciz ve tecavüzden sorumlu tutularak cezalandırılır. Sorumlu tutulmasa bile, ailenin namus ve şerefini kurtarmak için kadının hayatı feda edilir. Namusu temizlemek için öldürülen hemen hemen her zaman kadındır, ancak bazen kadını lekeleyen erkek de öldürülmekte, namusa leke gelmesin düşüncesiyle yada cezalandırmak amacıyla kadınlar evlere kapatılır, intihara zorlanır, burunları ve kulakları kesilir, tehdit edilir, dayak yer ve kısacası yaşamlarını bir terör ortamı içinde geçirirler. Kadınlara empoze edilen bu kısıtlamalar bir dizi insan haklarının ihlâline neden olur ( Türkiye'de her geçen gün şiddet olayları artmaktadır. Şiddet kullanımının bir davranış biçimi olduğundan şüphe yoktur. Şiddet bütün davranış biçimleri gibi sonradan öğrenilir ve politik ortam yada sosyo-kültürel çevre ile desteklenir. Böyle bir ortamda bulunan kişiler eğitimi, kültür düzeyi, ekonomik düzeyi ne olursa olsun herhangi bir zorluk veya sıkıntı ile karşılaştıklarında, şiddete kolayca başvurulabilirler. Dünya Sağlık Örgütüne göre şiddet, sahip olunan fiziksel, güç yada kudretin, tehdit yoluyla yada doğrudan kendine, bir başka insana, bir gruba yada topluma karşı yaralanma, fizyolojik hasar, gelişme bozukluğu yada gerilikle sonuçlanacak yada sonuçlanma olasılığı yüksek bir biçimde uygulanmasıdır. Bu tanımda öz-yönelimli şiddet faili ve mağdurun aynı kişi olduğu, kendi kendine istismar ve intihar olarak ele alınmaktadır. Şiddet, kişiler arası şiddet (aile üyesi, yakın çevresi) ve toplum tarafından uygulan şiddet biçimi olarak iki şekilde değerlendirilir. Kişiler arası şiddet; tanıdık ve/veya yabancı tarafından uygulanan şiddeti, gençlerin şiddetini, yaşlı istismarını, yakını tarafından saldırıyı, çocuk istismarını, mülkiyet suçlarını, işyerleriyle ilgili şiddet biçimlerini içerir. Fiziksel, cinsel, psikolojik, yoksulluk ve ihmal olarak tüm şiddet biçimlerini kapsar. Toplu şiddet, bireylere daha büyük gruplar tarafından işlenen, sosyal, siyasal ve ekonomik şiddettir( ). Kadınların şiddete uğraması sınır, milliyet, sınıf farkı gözetmeksizin tüm insanlığın yaşamakta olduğu en önemli sorunlardan biridir. Bu sorun eski çağlardan günümüze taşınmıştır. Çünkü kadına yönelik şiddet ataerkil ve hiyerarşik toplumsal yapılardan kaynaklanmakta ve desteklenmektedir. Şiddetin kurbanı olan kadınlar ve çocuklar aynı acıları, aynı ruhsal ve bedensel sorunları yaşamaktadır. Kimi zaman da sakatlanmakta hatta yaşamlarını yitirmektedirler. Özellikle yakınına şiddet uygulama ile sosyal özellikler karşılaştırıldığında, sosyal ağlardan kendini izole eden, sosyal bütünleşmede problemleri olan, çocukluk döneminde agresif özellikleri olan, kötü okul ve iş performansı olan, sık sık yaşadığı yeri değiştiren kişiler ile yakınına şiddet uygulama açısından ilişki bulunmuştur ( ). Kadınların şiddeti sadece fiziksel olarak algılamaları, diğer şiddet türlerine maruz kalsalar bile farkında olmamalarına ve şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlerde bulunmamalarına neden olmaktadır. Bu durum fiziksel şiddetin gelişimine de temel hazırlamaktadır (Yaman ve Ayaz, 2010: 27). Bir şiddet biçimi olarak namus cinayetleri toplumumuzun kültüründen, özellikle de değer sisteminden kaynaklanır. Bu olgunun kökeni ise, tarım toplumu yani daha çok kırsal kesim kültürünü yansıtmaktaysa da, son dönemlerde yaşanan hızlı göç nedeni ile bu tür cinayetler kentlere de taşınmıştır. 760

240 Namus cinayetlerinin işlenmesi için öne sürülen nedenler, aile büyüklerinin sözlerinin dışına çıkmak, evli bir kadının evlilik dışı ilişkisinin olması, evli bir kadının bir erkekle kaçması, evli bir kadının boşanması yada kocasını terk etmesi, boşanmış kadının bir erkekle ilişkisinin olması, bekâr bir kadının izinsiz evlenmesi/ kaçması, bekâr bir bayanın bir erkekle ilişkisi olması, evli yada bekâr bir kadının kaçırılması yada tecavüze uğraması olarak belirtilmektedir (Dinç ve Şahin, 2009:125). DSÖ tarafından 2005 yılında yayınlanan raporda, 10 ülkeden (Bangladeş, Brezilya, Etiyopya, Japonya, Peru, Namibya, Samoa, Sırbistan, Tanzanya ve Tayland) kadınla yapılan görüşmelere dayanarak sorunlar saptanmış ve yapılması gerekenler belirlenmiştir. Amerika da kadın kurbanlar arasında %16,7 si yabancı biri tarafından, %43 ü ise yakını tarafından şiddete maruz kalmıştır ( Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Nüfus Bilim Derneği tarafından Türkiye de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri (2005) isimli niteliksel çalışmada dört ilde (İstanbul, Şanlıurfa, Adana ve Batman) 195 görüşme yapılarak toplumumuzdaki namus anlayışını ve namus cinayetlerinin dinamikleri konusunda ipuçları elde etmek amaçlanmıştır. Çalışmada saptanan en büyük eğilim, namusun kadın, kadın bedeni, cinselliği ve kadınların kontrol edilmesi biçimindedir. Bu çalışmaya göre namus bir erkeğin karısı (helali), kız kardeşi, annesi, ailedeki diğer kadınlar hatta yakın çevredeki kadınlardır ( Emniyet Genel Müdürlüğü nün yaptığı bir çalışmaya göre, yılları arasındaki cinayetlerin %29 u namus, %29 u aile içi uyuşmazlık, %15 i yasak ilişki, %10 u kan davası, %3 ü tecavüz, %2 si diğer, %9 u cinsel taciz, %3 ü kadın alıp verme nedeni ile işlenmiştir. Töre ve namus cinayetleri bölge dağılımında %19 oranla Marmara Bölgesi ilk sıradadır ve onu %19 oranla Ege Bölgesi izlemektedir. Töre ve namus cinayetlerinde % 10 oranında Ankara ilinin birinci sırada iken, bunu % 9 oranıyla İstanbul ve İzmir illeri takip etmektedir (EARGED, 2008: 17). Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığının töre ve namus cinayetleri raporuna göre; töre ve namus cinayetlerinin en çok Marmara ve Ege Bölgelerinde görülmektedir. Bunun nedeni göçtür ve cinayeti işleyenlerin/sanıkların doğum yeri itibariyle geleneksel ataerkil yapının daha yoğunluklu olarak görülebildiği Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi kökenli olduğu görülmüştür ( Problemin Durumu Hemşirelik Bölümünde eğitim gören öğrenciler, hem hastanede tedavi gören hasta ve hasta yakınlarına hem de alan çalışmaları sırasında yaptıkları ev ziyaretlerinde bireylerin sosyo-kültürel ve ekonomik düzeylerini göz önüne alarak, ırk, cinsiyet, din ve etnik temel gözetmeksizin hemşirelik bakımı ve sağlık eğitimi vermektedir. Hemşirelik öğrencileri verdikleri hemşirelik bakımı ve sağlık eğitimi ile birey, aile ve toplumu etkileyebilmektedir. Alan çalışmalarında hemşirelik öğrencileri kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet durumlarıyla karşılaşabilmektedir. Sağlık eğitimlerinde aile içi şiddetin nedenlerinden biri olan namus hakkındaki değer yargılarından etkilenmeden, objektif bilgileri aktarmaları gerekmektedir. Sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyi düşük olan Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınların ve hemşirelik bölümü öğrencilerinin Namus Adına Kadına uygulanan Şiddete yönelik tutumlarının belirlenmesi ve sosyodemografik özellikleriyle karşılaştırılması, sorunun erken dönemde tanımlanmasında ve çözümlenmesinde sağlık personeline yol gösterici olacağı düşünülmektedir. 761

241 Amaç Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü öğrencilerinin ve Isparta ili Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınların ve hemşirelik bölümü öğrencilerin Namus adına Kadına Uygulanan Şiddete yönelik tutumlarının belirlenmesi ve sosyo-demografik özellikleriyle karşılaştırması amaçlanmaktadır. Yöntem Araştırma Modeli Araştırma, durum saptayıcı tipte planlanmıştır. Evren ve Örneklem Araştırmaya Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümünde öğrenim gören 340 öğrenci ile Isparta İli Gülcü Mahallesinde yaşayan 1180 kadın evreni oluşturmaktadır. Evreni temsil edecek örneklem ise, basit tesadüfi örnekleme tekniği ile seçilen 224 Hemşirelik Bölümü öğrencisi ile Gülcü Mahallesinde yaşayan 224 kadından oluşmaktadır. Örneklemi oluşturan öğrenciler, ülkemizin farklı bölgelerinden gelen ve sosyo-kültürel özellikleri değişiklik gösteren bir öğrenci grubudur. Gülcü mahallesinde yaşayan kadınlar ise, çoğu Isparta ilinde doğupbüyümüş, eğitim düzeyleri birbirine yakın, sosyo-kültürel ve ekonomik düzeyleri benzer özellikler gösteren bir gruptur. Kullanılan Ölçme Araçları Bu araştırmada Ruşen Işık ve Nuray Sakallı Uğur un hazırladığı Namus adına Kadına Uygulanan Şiddete yönelik Tutumlar Ölçeği (NKUŞTÖ) uygulanmıştır. Namus adına kadına uygulanan sözel ve fiziksel şiddetin yanı sıra namus cinayetleri hakkında tutumların belirlenmesi amacıyla, Işık ve Sakallı-Uğurlu tarafından 2009 yılında geliştirilmiş ve geçerlilik güvenilirlik çalışması yapılmıştır. Ölçek 14 maddeden oluşmaktadır. Ölçeğin geliştirildiği orijinal çalışmada faktör analizi sonucu bir faktör bulunmuş ve bu faktör toplam varyansın %47.45 ini açıklamıştır. Ölçeğin Cronbach alfa katsayısı ise, 91 olarak bulunmuştur. Katılımcılardan her bir madde ile ne derecede hem fikir olduklarını 6 dereceli Likert tipindeki ölçekte belirtmeleri istenmiştir. Bu ölçekte 1 hiç katılmıyorum, 6 ise çok katılıyorum anlamındadır (Işık ve Sakallı- Uğurlu, 2009: 21). Belirlenen örnekleme uygulanmak üzere bir anket hazırlanmıştır. Ankette, tutum ölçmeye yönelik sorular dışında, sosyo-demografik özellikleri belirlemeye yönelik sorulara da yer verilmiştir. Anketler, Hemşirelik Bölümü öğrencilerine, gerekli bilgilendirmeler yapıldıktan sonra, araştırmacı tarafından sınıf ortamında gönüllü öğrencilere bizzat uygulanmıştır. Gülcü Mahallesinde yaşayan kadınlara ise, araştırmacı öğrencilerden anketör olarak yararlanılmış ve muhtarlıktan alınan adres bilgilerinden kadınlara ulaşılmış, gerekli bilgilendirme yapıldıktan sonra anketler uygulanmıştır. Anket sonuçlarının istatistiksel olarak değerlendirilmesi SPSS 15.0 for windows paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi ise öncelikle ölçek üzerinden faktör analizi yapılarak 3 ana başlık belirlenmiştir. Bunlar Kadına Namus Adına Uygulanan Namus Cinayetlerinin Uygulanmasına Dair Katılım Düzeyi, Kadına Namus Adına Uygulanan Fiziksel Şiddetin Uygulanmasına Dair Katılım Düzeyi, 762

242 Geniş Çekirdek Parçalanmış Ege Marmara Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güney Anadolu Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Kadına Namus Adına Uygulanan Sözel Şiddetin Uygulanmasına Dair Katılım Düzeyidir. Bağımsız değişkenlerin frekans düzeyleri hesaplanmıştır. Birbiriyle ilişkili olarak düşünülen değişkenler arasında çapraz tablolar oluşturulmuştur ve değerlendirilmiştir. Bulgular Araştırmaya katılan öğrencilerin %91,5 i bayan öğrencilerden oluşmaktadır. %63,4 ü yaş aralığındadır. %84,4 ü çekirdek aile yapısındadır. Öğrencilerin %39,7 sinin babası, %61,6 sı annesi ilkokul mezunudur. Babaların mesleği %22,3 işçi iken, annelerin %82,6 sı ev hanımıdır. %43,8 i Akdeniz Bölgesinde, %47,8 illerde yaşamaktadır. %56,3 ü Anadolu Lisesinden gelmiştir. %36,6 sı birinci sınıf öğrencisidir ve %57,6 sı yurt/pansiyonda yaşamaktadır. Tablo 1: Hemşirelik öğrencilerinin yaş, cinsiyet ve geldikleri yere göre kadına namus adına uygulanan namus cinayetlerinin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı % Yaş Cinsiyet Geldikleri Yer Kadın Erkek İl İlçe Kasaba Köy Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 1: e göre, yaş aralığındaki öğrencilerin %55 i, bayan öğrencilerin %76,25 i, erkek öğrencilerin %6,6 sı, il merkezinden gelen öğrencilerin %39,7 si namus cinayetlerinin haklılığına katılmazken bayan öğrencilerin %9,9 u, geldikleri yere göre öğrencilerin %10 namus cinayetlerin haklılığını desteklemektedir. Tablo 2: Hemşirelik öğrencilerinin aile yapı ile geldikleri coğrafi bölgeye göre kadına namus adına uygulanan namus cinayetlerinin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı Aile Yapısı Geldikleri Coğrafi Bölge % Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 2: ye göre çekirdek aile yapısına sahip öğrencilerin %69,5 i namus cinayetlerinin haklılığına katılmazken, %9,2 si namus cinayetlerinin haklılığına katılmaktadır. Öğrencilerin geldikleri bölgeye göre değerlendirirsek yaklaşık %10 unun namus cinayetlerinin haklılığına inandığı görülmüştür. 763

243 Geniş Çekirdek Parçalanmış Ege Marmara Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güney Anadolu Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Tablo 3: Hemşirelik öğrencilerinin yaş, cinsiyet ve geldikleri yere göre kadına namus adına uygulanan sözel şiddetin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı % Yaş Cinsiyet Geldikleri Yer Kadın Erkek İl İlçe Kasaba Köy Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 3: e göre, öğrencilerin namus yönünden kadına uygulanan sözel şiddetin uygulanmasının haklılığına katılım düzeyleri; yaşa göre %37,5 i katılmadığını, bayan öğrencilerin %26,1 i, il merkezinden gelen öğrencilerin %13,8 i sözel şiddeti desteklediği görülmüştür. Tablo 4: Hemşirelik öğrencilerinin aile yapı ile geldikleri coğrafi bölgeye göre kadına namus adına uygulanan sözel şiddetin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı Aile Yapısı Geldikleri Coğrafi Bölge % Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 4: e göre, çekirdek aileye mensup öğrencilerin %48,5 i sözel şiddetin uygulanmasını desteklemediği; buna karşın Akdeniz Bölgesinden gelen öğrencilerin %10,6 sı, İç Anadolu Bölgesinden gelenlerin %6.2 si, Ege den gelenlerin %6 sı sözel şiddetin uygulanmasına katılmaktadır. Tablo 5: Hemşirelik öğrencilerinin yaş, cinsiyet ve geldikleri yere kadına namus adına uygulanan fiziksel şiddetin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı % Yaş Cinsiyet Geldikleri Yer Kadın Erkek İl İlçe Kasaba Köy Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 5: e göre, namus için kadınların fiziksel şiddete maruz kalabilir düşüncesine bayan öğrencilerin %64,3 ü, yaş grubu olan öğrencilerin %44,1 i, il ve ilçeden gelen öğrencilerin %69,1 i katılmaktadır. 764

244 Evli Bekar Çalışmıyor Çalışıyor Mezun değil Okur yazar İlkokul Ortaokul Lise Geniş Çekirdek Parçalanmış Ege Marmara Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güney Anadolu Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Tablo 6: Hemşirelik öğrencilerinin aile yapı ile geldikleri coğrafi bölgeye göre kadına namus adına uygulanan fiziksel şiddetin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı Aile Yapısı Geldikleri Coğrafi Bölge % Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 6: ya göre, çekirdek aile yapısından gelen öğrencilerin %59,7 si, parçalanmış aileden gelen çocukların %2,8 i, Akdeniz, Ege ve İç Anadolu dan gelen öğrencilerin %46,5 i, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinden gelen öğrencilerin %6,8 i kadınların fiziksel şiddet uygulanmasının haklı olduğu görüşündedir. Çalışmaya katılan kadınlar Ispartalıdır. %12,6 sı bir öğretim kurumundan mezun değilken %52.23 ü ilkokul mezunudur. %95,53 ü evli ve %91,07 si ev hanımıdır. %65.6 sı eşi asgari ücret karşılığında çalışmaktadır. Tablo 7: Gülcü Mahallesi kadınlarının yaş, medeni durum, mesleği ve eğitim düzeyine göre kadına namus adına uygulanan namus cinayetlerinin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı Yaş Medeni Durum Meslek Eğitim Düzeyi % Katılıyorum , Kararsızım Katılmıyorum Tablo 7: ye göre, Gülcü mahallesinde yaşayan yaş arası kadınların %6.8 i, evli kadınların %10.9 u, ilkokul mezunu kadınların %4.5 i namus cinayetlerinin haklılığına katıldıkları görülmüştür. 765

245 Evli Bekar Çalışmıyor Çalışıyor Mezun değil Okur yazar İlkokul Ortaokul Lise Evli Bekar Çalışmıyor Çalışıyor Mezun değil Okur yazar İlkokul Ortaokul Lise Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Tablo 8: Gülcü Mahallesi Kadınlarının yaş, medeni durum, mesleği ve eğitim düzeyine göre kadına namus adına uygulanan sözel şiddetin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı Yaş Medeni Durum Meslek Eğitim Düzeyi % Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 8: e göre, evi kadınların %49,4 ü sözel şiddet uygulanmasına katılmazken; lise mezunu kadınların %6,4 ü ve evli kadınların %35,8 i sözel şiddetin uygulanmasının haklı olduğunu düşündükleri görülmüştür. Tablo 9: Gülcü Mahallesi Kadınlarının yaş, medeni durum, mesleği ve eğitim düzeyine göre kadına namus adına uygulanan fiziksel şiddetin uygulanmasına dair katılım düzeylerinin dağılımı Yaş Medeni Durum Meslek Eğitim Düzeyi % Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tablo 9: a göre, yaş arası kadınların %28,8 i, evli kadınların %56,7 si, çalışmayan kadınların %54,3 ü, ilkokul mezunu kadınların %30,2 si kadına namus için fiziksel şiddetin uygulanmasını haklı olarak görmüşlerdir. Tartışma Dünya nın birçok yerinde kadına yönelik şiddet görülmektedir. Namus adına yapılan şiddet özellikle ataerkil yapının hüküm sürdüğü ülkelerde daha fazla görülmektedir. Türkiye de namus cinayetlerinin işlendiği ülkelerden biridir. Erkeğin kadının koruyucusu olduğu, onun hak ve namusunun bekçisi olduğu anlayışı yaygındır. Ancak küreselleşmenin olduğu, teknolojinin ilerlediği, eğitim ve kültürel düzeyinin yükseldiği bir dönemde bu araştırmanın sonuçları şaşırtıcıdır. Yaptığımız çalışmada değişime kapalı bir mahalle olan ve özellikle büyük çoğunluğunun ilköğretim düzeyinde eğitimi olan kadınların namus uğruna kadına yönelik şiddet ile ilgili tutumları sorgulandığında kadınlar namus cinayetlerini haklı bulmamaktadır. Zaten namus cinayetlerini haklı göstermek, bunu doğal bir süreç olarak 766

246 ele almak insanlık suçudur. Ancak ilginç olan kısım şudur. Katılımcı kadınların namusa yönelik şiddet uygulanmasında kadına sözel şiddet, kınama ve ayıplanma yapılmasına düşük oranda katılırlarken, fiziksel olarak şiddetin uygulanmasına yüksek oranda katılmaktadır. Gençlerden oluşan kadınların ve lise mezunları arasında da oran yüksektir. Bunun nedeni sosyal statü gereği yaptıkları yanlışların aile dışında duyulması ve sürekli sözel şiddete maruz kalmanın daha yıpratıcı olacağı düşüncesi olabilir. Ancak kapalı kapılar ardında erkek egemenliğini kabul ederek fiziksel şiddetin uygulanmasını doğal karşılamaktadır. Burada önemli olan kimseye bir şey duyurmadan kendi aile içi sorunlarını fiziksel şiddetle çözmek ve bir daha bu olayın gündeme gelmemesini sağlamaktır. Yaşam koşulları ve eğitim düzeylerini düşününce bu sonuç anlaşılabilir. Çünkü çalışmadıkları ve çocukları olduğu için boşanmaya, yeni bir hayat kurmaya cesaret edememektedirler. Hemşirelik Bölüm öğrencileri ise lisans düzeyinde eğitim veren bir kurumda, ailelerinden uzakta kendilerinin özgürlüğünü sağlayacak bir hayat kurmaktadır. Öğrenci grubu namusa yönelik şiddet uygulanmasında kadına, cinayet ve sözel şiddet uygulanmasının haklılığına katılmazken; fiziksel şiddet uygulanmasın haklılığına katıldıkları görülmüştür. Ataerkil yapı gereği erkekler arasında şiddete katılımın daha yüksek olacağı düşünülürken şiddetin haklı olduğuna kadınların katılması ilginçtir. Namus ve töre cinayetleri doğu kültürüne ait bir olgu olarak düşünülürken Akdeniz ve Ege bölgesinden gelen öğrencilerin bu görüşe katılması şaşırtıcıdır. Bunun nedeni doğu ve batı kültürünün artık kaynaşmış olmasıdır. Çünkü doğudan batıya köyden kente, güney sahillerine ve sanayi merkezlerine doğru yapılan göçlerle ve evlilik kurumlarıyla doğu ve batı insanları iç içe geçmiş, kültürel bir değişim yaşanmış, karşılıklı olarak değer sistemleri benimsenmiştir. Ataerkil yapı batının yerleşik düzenlerinden biri olmuştur. Diğer bir husus da, ailede yaşanan değişimlerle birlikte aile yapısının çekirdek yapıya dönüşmesiyle sorunlar sosyal yaşamdaki kişilere duyurulmadan çözülmesini getirmiştir. Bu yüzden öğrenci grubunun büyük çoğunluğu kadına fiziksel şiddet uygulanmasını desteklemiş olduğu görülmüştür. Öneriler Ülkemizde sağlık sisteminde yapılan dönüşümlerle birlikte koruyucu sağlık hizmetlerine büyük önem verilmektedir. Toplum sağlığı merkezinde çalışan sağlık personeli, kadınlara gerek ev ziyaretleriyle ve gerekse sağlık merkezine geldikleri zaman onları değerlendirebilmektedir. Hastanede yatarak tedavi gören hastalara en yakın olan ve tarafsız değerlendiren kesim hemşirelerdir. Lisans ve yüksek lisans derslerinde kadın konusu ayrıca ele alınmakta, yüksek lisans ve doktora tez konularında kadın çalışmalarına yer verilmektedir. Kadına yönelik şiddet, töre ve namus cinayetleri hemşirelik okullarında seminer konusu olarak işlenmekte ve tez çalışmalarına konu olmaktadır (Bilgili ve Vural, 2011: 70). Ancak bu çalışmaların yeterli olmadığı görülmektedir. Aile ortamında edinilen kadına yönelik fiziksel şiddet olmalıdır düşüncesine karşı yapılması gereken, bu konuların ve toplumsal cinsiyet konusunun ders olarak müfredat programı içerisine dahil ederek, ilgili uzmanların da desteğini alarak uygulamalı olarak eğitim verilmesi gerekmektedir. Hemşirelik öğrencilerinin bu konularda bilinçlenmesi ve konunun önemini kavramasıyla saha çalışmalarında kadınlara da fiziksel şiddete hayır demeyi öğreterek toplumsal sorunların çözümünde söz sahibi olmaları hedeflenmelidir. 767

247 Ayrıca günümüzün teknolojik gelişimiyle birlikte ulaşılan kitle iletişim araçlarının bu konuya daha fazla duyarlılık göstermeleri gerekmektedir. Özellikle dizi sektörü içerisinde bu konular yerleştirilebilirse o zaman daha etkin sonuç alınabilir. Namusa yönelik kadına uygulanan şiddetin hiçbir türünün toplum tarafından doğal karşılanmaması için de bütün eğitim kurumlarına da büyük görevler düşmektedir. Kadınlara yönelik yapılan eğitim programları yapılarak ve sertifikalar verilerek işsizlik azaltılmalı, yaşam koşulları iyileştirilmelidir. Herkesin eğitim, istihdam, adalet, güvenlik ve sağlık gibi temel hizmetlerden etkin bir biçimde yararlanabilmesi sağlanmalıdır. Böylelikle sözel veya fiziksel şiddeti kabullenmek yerine bu duruma baş kaldırabilmelidir Toplumla yakın temas halinde eğitim gören hemşirelik öğrencilerine bu bağlamda önemli görevler düşmektedir. Öğrencilerin gerek çalışma alanlarında gerekse sivil toplum kuruluşları ve çeşitli kadın kuruluşları aracılığı ile toplumun bu konuda bilinçlendirilmesinde ve duyarlılık oluşturulmasında aktif rol alabilirler. Kaynaklar Arın, C. (2001). Femicide in the name of honor in Turkey. Violence Against Women, 7(7). Bilgili N., Vural G. (2011). Kadına Yönelik Şiddetin En Ağır Biçimi: Namus Cinayetleri, Anadolu Hemşirelik Ve Sağlık Bilimleri Dergisi, Eskişehir 14: 1 Çakır H., Yavuz F., Demircan T. (2004). Türkiye de, Namus Saikiyle İşlenen Adam Öldürme Suçlarının Değerlendirilmesi, Adli Tıp Dergisi; 18. Dinç H., Şahin N.H. (2009). Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Töre ve Namus Cinayetleri, İ.Ü.F.N. Hem. Derg, Cilt 17 - Sayı 2, ISSN Işık R., Sakallı-Uğurlu N. (2009).Namusa ve Namus Adına Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutumlar Ölçeklerinin Öğrenci Örneklemiyle Geliştirilmesi, Türk Psikoloji Yazıları, 12 (24). Mora, N. (2005). Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve Toplumda Yansımaları, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN: TBMM (2006). Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (10/148,182,187,248,285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI, Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı (EARGED), Medyada Töre Ve Namus Cinayetlerinin Yansımaları, Veliler Ve Öğrenciler Üzerindeki Etkileri, MEB Yayınları, s Yaman Ş., Ayaz S. (2010). Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı, Anadolu Psikiyatri Dergisi, (ISSN: ). (2009): erişim tarihi

248 erişim tarihi erişim tarihi ( erişim tarihi: ) erişim tarihi: ) erişim tarihi: erişim tarihi: erişim tarihi:

249 TOPLUMSAL CİNSİYET ÇERÇEVESİNDE KADIN MAĞDURİYETİ: ANKARA ÖRNEĞİ ÖZET Esra SERDAR TEKELİ 1 Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve bir sağlık sorunu olarak, günümüz toplumlarında görülen evrensel bir problemdir. Kadınlara yönelik şiddet, sadece uygulayıcılar tarafından değil, çoğu zaman tüm çevre tarafından da yaşatılmakta, ve kadın mağduriyeti pekiştirilmektedir. Kadınlar, maruz kaldıkları şiddet tiplerine göre yargılanmakta, suçlanmakta ve şiddeti hak ettiği gerekçesiyle, şiddet eylemi meşrulaştırılmaktadır. Dolayısıyla kadın şiddeti bu onaylanma ile sürmekte ve sürekli kendini yinelemektedir. Bu noktada, şiddete ve kadın mağduriyetine bakışı ortaya koymak önem kazanmaktadır. Bu çalışma, aile içi şiddet ve cinsel şiddete uğrayan kadınlara toplumsal bakışı araştırmaktadır. Bu bağlamda, sonuçlara ulaşmak için nitel veri toplama yöntemini kullanan bu araştırmada, alt sosyo-ekonomik seviyeden bireyler seçilmiş ve Ayrancı ile Dışkapı semtlerinde mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Seçilen bireylere kartopu örneklem yoluyla ulaşılmış ve 16 adet yarı yapılandırılmış soru yöneltilmiştir. Araştırma sonuçlarında kadına yönelik şiddetin özellikle erkekler tarafından belli gerekçelerle onaylandığı, özellikle cinsel şiddet mağduru kadınlara yönelik suçlayıcı bulgular elde edilmiştir. Kadınlar da ise, mağdur kadına yönelik daha esnek bir yaklaşım belirlenmiştir. Toplumsal cinsiyet algıları, kadınlarda değiştirilemez boyutta olmazken, erkeklerde değişime dirençli olarak saptanmıştır. Anahtar kelimeler: Toplumsal cinsiyet, Mağdur, Şiddet, Mağduru Suçlama ABSTRACT Violence against women, as a negligence of human rights and a health problem, is a universal problem in today s societies. Most of the time, violence against women is committed and enforced not only by the offenders, but also by the whole environment and society. Women are judged, indicted, and their violent victimization is even legitimized according to the violence types they are exposed to. Therefore, the violence still continues and always repeats in this supporting and justifying setting. At this point, it is very critical to lay out the aspects on violence against women. This study examines the social view about women that are exposed to domestic violence and gender discrimination. In that regard, a qualitative methodology is applied in this research, and interviews are made with socioeconomically low individuals residing in Ayrancı and Dışkapı. These interviewees are selected by snowball sampling and they are asked 16 semi-structured questions during the interviews. 1 Uzman, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, estekeli@gazi.edu.tr 770

250 The findings of the research show that violence against women, mostly by the males, is justified depending on some reasons, and there is significant evidence that sexually victimized women are indicted by the males. Among females, violence against women is approached more softly. It is also found that social gender perceptions are not unchangeable among females, whereas it is pretty tough to change those perceptions among males. Key Words: Gender, Victim. Violence, Blaming victim GİRİŞ Bu çalışmada birçok toplumda görülen ve evrensel bir problem olarak değerlendirilen kadın mağduriyetine toplum odaklı yaklaşım araştırılmaktadır. Kadın mağduriyeti, kadına yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddet içeren her türlü haksız fiil olarak kabul edilmiş ve bu bağlamda haksız fiillere maruz kalan kadınların toplum tarafından nasıl değerlendirildiği araştırmanın ana konusunu oluşturmuştur. Kadına yönelik şiddet olgusu ise geniş bir alanı kapsadığından, konu aile içi şiddet ve cinsel şiddet olarak sınırlandırılmıştır. Kadına yönelik şiddet, kadınlara zarar veren her türlü fiil olarak, insan hakları ihlaline girmekte ve kadınları kurbanlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra kadınlar, ikincil mağduriyeti kolluk kuvvetleri, adli merciler, sağlık görevlileri ya da medya tarafından yaşamaktadırlar ki bu mağduriyet literatürde ikincil mağduriyet olarak tanımlanmaktadır. Bu süreçler ile baş etmeye çalışan kadın aynı zamanda toplumsal dışlanma, ayıplanma gibi yaptırımlara da uğramakta ve tüm hayatı boyunca bu baskıların izlerini taşımaktadır. Dolayısıyla belirlenen şiddet tiplerine uğramak suretiyle mağdur olan kadına yönelik yaptırımlar yani toplumsal bazlı şiddet bu araştırmanın temasıdır. Bugün tecavüze uğrayan bir kadın, kısa etek giydiği için suçlanmakta, işinden, yaşadığı çevreden uzaklaşmak zorunda kalmakta, bir ağabey kaçırılarak tecavüz edilen kardeşini öldürürken namus bahanesi arkasına saklanmakta ve şerefini koruduğunu ileri sürmekte, geleneksel rolüne aykırı davrandığı düşünülen boşanan kadına ev kiralanmamakta ve kadınlar bu gibi çeşitli gerekçelerle gerek fiziksel şiddete maruz kalmak suretiyle gerek toplumsal dışlanmayla karşı karşıya bırakılarak mağdur edilmektedirler. Toplumun değer yargıları çerçevesinde şekillenen toplumsal cinsiyet kodları, bireyleri baştan ayağa sarıp sarmalamakta ve bu motifler kitle iletişim araçları, eğitim kitapları ve grupsal baskılarla perçinlenmekte, kadın faktörü her şekilde ikinci planda kalarak mağduru oynamaya mahkum olmaktadır. Kadınların, gerek içsel gerek çevresel bir çatışma içinde kalarak kendini gerçekleştirmesi engellenmekte, toplumsal cinsiyet rolleri kadın üzerinde baskı yaratarak ona geleneksel kadınlık rollerini dikte etmekte ve yine toplumsal cinsiyete dayalı mitlerle kadının her hareketinin kısıtlanarak, denetlenerek erkek tahakkümü altına sokulmaktadır. Şiddet mağduru kadınların toplumda mağdur olarak görülüp görülmemesi ve bununla birlikte cevabın altında yatan toplumsal kabuller, bu çalışmanın ana problemidir. Bahar a göre (Bahar, 2006:4), mağduriyet tanımları sosyal faktörlerden etkilenmektedir. Dolayısıyla mağduriyete bakış ve yüklenilen anlam, kültürel kodlar ve değerlerden bağımsız değildir. Kültürün üç boyutlu analizinden bahseden Dikeçligil (Dikeçligil, 1993:42), kültürün bilişsel, normatif ve maddi unsurlarından bahseder. Normatif boyut sosyal etkileşimi düzenleyen bütün kuralları kapsar. Bir sosyo-kültürel etkileşimde referans noktaları olan inançlar, fikirler ve 771

251 değerlerin bilişsel boyutu oluşturduğunu belirtmektedir. Bilişsel boyut, bireyin kendisi, başkaları ve çevresi hakkında sahip olduğu her türlü anlam, inanç, yorumlama, değerlendirme ve düşünme kalıplarıdır. Kültürün maddi boyutunda yer alan nesneler ise, kognitif boyutta içselleştirilmiş olan anlam kodunun, yani amacın normatif boyutta şekillenmesini, dışsallaşmasını sağlayan maddi araçlardır (Dikeçligil, 1993:42). Bu bağlamda neyi, niçin yaptığımızı içeren bilişsel boyutun dışa vurumu normatif boyutu oluşturur ve davranışlarımıza yön verir. Bunu anlamanın en iyi yolu ise, bireylerin ne düşündüklerine yönelik anlam kodlarını ortaya çıkarmaktan geçmektedir. Şiddet mağduru kadın ile şiddet uygulayan erkek, toplumsal ilişkiler sisteminin birer parçasıdırlar. Ve şiddet uygulayan bir erkeğin toplum tarafından desteklenip desteklenmediği, şiddet mağduru bir kadının ise yaşadığı şiddetin toplum tarafından hangi tepkiler ile karşılaştığı önemli bir sorundur. Bu bağlamda, araştırmada katılımcılar üç kademede incelenmiştir. Şiddeti uygulayanlar, şiddeti deneyimleyenler, şiddeti yaşayan ve yaşatanlar olarak şiddete dışarıdan bakanlar. Yani katılımcılar bu üç bileşeni de barındırmaları açısından önemlidir. Araştırma sonuçlarına ulaşmak için nitel veri toplama yöntemi kullanılarak Ayrancı ve Dışkapı semtlerinde yaşayan 20 kişiye 16 adet yarı yapılandırılmış soru yöneltilmiştir. Elde edilen bulgular, kadınlar ve erkeklerde, kadına yönelik cinsiyet temelli bir ayrımcı yaklaşımın bulunduğunu göstermektedir. CİNSİYET TEMELLİ ŞİDDET Toplumsal cinsiyet kavramı günümüzde kadın-erkek eşitsizliğini belirttiği anlamı açısından oldukça önemlidir. Cinsiyet biyolojik, fiziksel, anatomik gibi kavramlarla açıklanırken toplumsal cinsiyet, psikolojik, kültürel ve sosyal anlamlara atıfta bulunur (West and Zimmerman, 1997). Toplumsal cinsiyet kategorisi, kişinin kendisiyle yeterince mantıklı bir bağ kurabilmesi ve bunun neticesinde etkileşimin devam edebilmesi için gerekli birkaç önemli sosyal kategoriden biridir (Ridgeway and Lowin, 1999: ). Dolayısıyla bireyin kendisini toplum içerisinde tanımlama durumu da önem kazanmaktadır. Ancak burada da toplumun istediği bir tanımlama yapacaktır. Cinsiyetimiz doğal, biyolojik ve değişmez iken, toplumsal cinsiyet insan tarafından icat edilen, zamana, kültüre ve aileye göre değişebilmektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyetimizin cinsiyetimizle ilişkisi yalnızca bir yere kadardır. Örneğin bir kadın çocuk doğurur, onları besler fakat bundan başka kadınların yapıp erkeklerin yapamayacağı ya da erkeklerin yapıp kadınların yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla kadın ya da erkek olmakla özelliklerimizin, rollerimizin ya da kaderlerimizin ister istemez belirlenmesi söz konusu değildir (Bhasin, 2003:3). Toplumsal cinsiyet kavramı, toplumsal cinsiyet rollerini de beraberinde getirmektedir. Kız ya da erkek cinsiyeti ile dünyaya gelen her birey, yaşadığı toplumda kadına ya da erkeğe dönüştürülmekte ve hayatı boyunca, en azından içinde yaşadığı kültürde bulunduğu süre boyunca, bu rollere uygun davranması kendisinden beklenmektedir. Toplumsallaşma sürecinden sonra cinsiyet kavramı artık, çeşitli fizyolojik farklılıklara sahip basit bir eril/dişil ayrımından daha fazlasını ifade eder. Erkek ve kadın olma durumuna yüklenen anlamlar, sosyal hayatta geçerli olan ve kamuoyu algısında yer etmiş rollerin içerisinde sıkışıp kalır. Böylece biyolojik cinsiyet yerini statü belirleyici bir özelliğe sahip olan toplumsal cinsiyet anlayışına bırakır. Artık kadınlar ve erkekler, yalnızca toplumsal paradigmanın onlar 772

252 için belirlediği eylemleri uygulamakla yükümlüdürler (Caner, 2004:17).Cinsiyet rollerinden sapma durumunda Bahsin in örneği dikkat çekicidir: Cinsiyetçi rollere uymama cesareti gösteren kadınlara yönelik tepkinin en berbat örneğine Kerela da bir köyde tanık oldum. Üç genç kadın işçi, erkek meslektaşlarının köydeki bara her gün gittiklerini görür. Bir gün sırf eğlence olsun diye onlar da aynısını yapmaya karar verirler. Bu davranış, her çeşit erkeğin onları takip edip cinsel taleplerde bulunmalarına yol açar. İyi kadınların adım bile atamayacağı bir mekana girme cesareti gösterdikleri için onlar artık kötü kadınlardır. Mantık şu: Bir bara girebiliyorsan cinsel ilişkiye de girebilirsin. Bu toplumsal taciz ve alayla başa çıkamayan kızlardan ikisi intihar etti. (Bhasin, 2003:11-12). Kendisine öngörülen davranış kalıplarının aksine davrandığı düşünülen kadının mağduriyeti işte bu noktada başlamaktadır. Öncelikle belirtilmektedir ki, mağdur bilim yani victimoloji, suç mağduru olma açısından kadınları dezavantajlı olarak konumlandırmaktadır. Şiddet suçlarından (özellikle cinsel saldırı ve diğer cinsel suçlar) en fazla etkilenenin de yine kadınlar olduğunu belirtmektedir. Mağduriyet riskinin cinsiyete göre olduğunu belirten Davies (akt. Cankurt, 2010:34), özellikle boşanmış, yalnız, yoksul ve evsiz kadınların mağduriyet risklerinin daha fazla olduğunu öne sürmektedir. Kadına yönelik şiddet sonucu oluşan kadın mağduriyeti ve bu mağdurlara bakışı konu edinen bu araştırmada aile içi şiddet ve cinsel şiddet mağduriyeti ön plana çıkarılmıştır. Aile içi şiddet, kadına yönelik şiddetin en aşikar tarafıdır. Bazı araştırmalara göre, insanın yaratılışındaki en büyük zıtlıklardan biri en yaralayıcı davranışların en sevilen kişiler arasında meydana gelmesidir. Sayısal verilere göre de samimi kişiler arasındaki fiziksel şiddet oranları rahatsız edici derecede yüksektir (İçli, 2007:384). Hane içinde daha güçlü olanlar (ekonomik güç veya haneyi idare etme gücü) daha güçsüz ve bağımlı olanlara şiddet uygulamaktadır. Bu da genellikle baba, ağabey, koca ve yakın erkek akrabalar olmaktadır (İnceoğlu ve Kar, 2010:41). Kadınlar yakınları tarafından sadece ev içinde değil ev dışında (sokak, işyeri..v.s) da şiddete maruz kalmaktadırlar. Dolayısıyla aile içinden kast edilen şiddetin meydana geldiği mekan değil, ilişkilerin niteliği, şiddet uygulayanın yakınlığıdır. Bununla birlikte kadına yönelik aile içi şiddet, aslında mahrem olan alanda, kadının en savunmasız olduğu anda en yakınından gördüğü şiddet olarak ev dışında yaşanan şiddetten daha yaygındır.aile içi şiddet, sadece fiziksel olarak gerçekleşmemekte, çoğu zaman sözel, ekonomik ve cinsel şiddet de söz konusu olabilmektedir. Aile içinde yaşanan cinsel şiddet, çoğu zaman mahrem bir konu olarak algılanmaktadır.öyle ki partner tarafından uygulanan cinsel şiddet, aile içi bir mesele ve kadının yerine getirmek zorunda olduğu bir görev anlayışından hareketle suç olarak adledilmeyen ancak ülkemizde ve dünyada çok yaygın olarak görülen bir olgudur. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri nde her yıl kadınların %10-14 ü partnerleri tarafından tecavüze uğramaktadırlar (wcsap.org, 2011). Bu 773

253 şiddet türü, mağdurun çok yoğun acı çekmesine neden olsa da çoğu toplumda normal olarak karşılanmaktadır. Burada yasaların da etkisi büyük olmuştur zira uzunca bir süre kocanın uyguladığı cinsel şiddet, yasalarda da suç olarak kabul edilmemiş ve kadınları bu mağduriyetlerini fark edememişlerdir. 17. yüzyılda İngiltere de kocanın karısına tecavüzü suç olarak sayılmamıştır. Çünkü evlilik birliği zaten kadının cinselliğini kocasına sunması anlamına gelmektedir. Bu konuda köklü değişimler yaşanmasında feminist hareketler etkili olmuş ve bu etki yasalara da yansımıştır. Bugün Amerika da 50 eyalette evlilik içi tecavüz suçtur (Emek, 2010:185).Buna rağmen aile içi tecavüzü suç saymayan bazı ülkeler de mevcuttur. Örneğin aile içinde tecavüze Almanya, Finlandiya, Yunanistan, İrlanda ve İsviçre ceza vermeyen ülkeler arasında yer almaktadır (Öztürk, 2010:62). Örneğin Pakistan da bir kadının zorla ırzına geçilse bile, kadın zina suçundan yargılanmakta ve hapse atılmaktadır (Atman, 2003:333). Ülkemizde ise evlilik içi istenmeyen cinsel ilişkilere yönelik cezai yaptırımlar 2005 yılında yürürlüğe giren, 26 Eylül 2004 tarihli, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu nda evlilik içi ırza geçme açık hüküm altına alınmıştır. Cinsel şiddet, evlilik içinde oluşabileceği gibi, kadının hiç tanımadığı bireyler tarafından da gerçekleştirilebilir. Cinsel şiddetin en ağır ve açığa vurulması en zor olan bir türü tecavüzdür. Tecavüzü diğer şiddet biçimlerinden ayıran ise cinsel ilişki içermesidir. Tecavüzcülerin cinsel içerikli eylemleri, gündelik hayatımızda rızamızla gerçekleştirdiğimiz eylemlerden farklıdır. Tecavüz eylemi, zorla cinsel ilişki vasıtasıyla gerçekleşmekte ve bu da tecavüzü bir suç haline getirmektedir (Fairstein, ). Bir kadının belirli bir erkekle cinsel ilişki kurmak istememesi karşısında erkeğin zor kullanması durumunda cinsel zorbalık ya da ırza geçme suçu işlendiğini belirten Brownmiller (1984), kadının bunda hiçbir suçu olmaksızın yasal tanımın böyle olmadığını ve olmayacağını belirtmektedir. O na göre toplum sözleşmelerini yazmak için bir araya gelen eski aile başkanları ırza geçmeyi kendi erkek güçlerini kabul ettirmek için kullanmışlardı. Dolayıyla ırza geçme, kadınların bir onaylama ya da yadsıma sorunu olarak düşünülemezdi. Irza geçme yasalara, arka kapıdan girerek, erkeğin erkeğe karşı işlediği bir mülkiyet suçu olarak geçti. Mülk ise kadındı (Brownmiller, 1984:18-19). Tecavüz, failin erkek mağdurun ise kadın olduğu, cinsel şiddetin bir türü olarak tüm dünya toplumlarında var olmuş önemli bir kadın sorunudur. Tecavüzün var olmadığı hiçbir modern kültür bulunmamakla birlikte, sıklığı toplumdan topluma önemli ölçüde değişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri nin tecavüz olaylarının görülmesi bakımından ön sıralarda olduğunu belirten Scully (1994:63-64), bu saptamadan dolayı tecavüzü Amerika ya özgü suç olarak değerlendirmektedir. Nitekim 1980 yılında Amerika da ihbar edilen tecavüz ve tecavüz girişimi olayları Galler ve İngiltere de görülenden 18 kat fazladır. ). Godenzi ise, (1992) Amerika da yılda yaklaşık tecavüz olayının yaşandığını, İsviçre de ise bu rakamın civarında olduğunu vurgulamaktadır (Godenzi, 1992:13). National Victim Center ın 1992 de yaptığı araştırmada mağdur anketleri sonucunda göre, her 8 kadından biri yaşamları boyunca cinsel suça maruz kaldığı saptanmıştır (akt. Gölge, Yavuz ve Yüksel, 2006:2). Türkiye de ise her 26 dakikada bir kişi cinsel saldırıya uğramaktadır. Adalet bakanlığı istatistiklerine göre, 2008 yılında Türkiye de 14 bin 337 cinsel suç işlenmiştir (vakithaber, 2010). Cinsel suç mağdurları, yaşadıkları bu eylemleri büyük oranda saklama eğilimindedir. Literatürde siyah sayılar olarak adlandırılan bu olgu, polis ve adli makamlara bildirilmediği için suç istatistiklerine yansımayan ve karanlıkta kalan suçları ifade etmektedir (Sokullu- 774

254 Akıncı dan akt. Dinler, 2006:51). Aile içi şiddet olgusunda da rastlanan benzer durum daha çok cinsel suçlarda kendisini göstermektedir. Toplumda yaygın olarak hala varlığını sürdüren geleneksel mitler, kadınları maruz kaldıkları suç çeşitlerine göre yargılamaktadır. Tecavüz mağduru bir kadın, faili tahrik etmekle suçlanabileceği ve kendisine yönelik iffetsiz, namussuz gibi yaklaşımlara uğramaktan korktuğu endişesiyle bu suçu bildirmemektedir.. Bu bağlamda viktimoloji literatüründe yer alan mağdurun suçlanması, mağdurun kışkırtması kavramlarının irdelenmesi önemlidir. MAĞDURU SUÇLAMA Şiddet eyleminden zarar gören kadınlar sevdikleri, çevreleri ve çeşitli sosyal kurumlar tarafından negatif tepkiler almaktadırlar. Peki bazı mağdurlar ve şiddet suçu kurbanları, kendi suçları olmaksızın neden sorumlu olarak tanımlanırlar? Bu sorunun cevabı Viktimolojinin, araştırma alanlarından bir diğeri olan kurbanın suçtaki rolü ve sorumluluğu kavramına karşılık gelmektedir. Bu bağlamda viktimoloji, mağdurun başına gelen suç eylemlerinde katkısı olduğunu savunmaktadır. Mağdurlar hakkındaki ilk çalışmalarda ampirik deliller olmaksızın mağdurların da bazı suçların işlenmesinde sorumlulukları olduğu öne sürülmüştür (Bahar, 2006:3). Geleneksel olarak modern batıda mağdura bakışta iki temel yaklaşım hakimdir. İlk yaklaşım mağduru suçlamaya işaret eder. Suçlanan; kocası tarafından hırpalanmış, tecavüze uğramış, rengi farklı olan ya da ekonomik yönden dezavantajlı biri olabilir. İkinci yaklaşım şiddetten sorumlu tutulan erkeklere yöneliktir, savaş askeri, siyasetçiler ya da aile içi şiddetten sorumlu olan kocalar gibi. Bu iki yaklaşım şiddet ve eziyetin çözümlenmesinde başarısızdır ve ikisi de şiddetin alevlenmesine sürekliliğine neden olmaktadır (Zur, ). Mağdurun suçu tahrik etmek suretiyle suça neden olduğu kanısının yaygın olduğu bir suç grubu olarak cinsel suçlar (Sokullu, 2006:128), bu konuda birçok mitin yer aldığı bir olgudur. Mağdurun suçlandığı en belirgin durum olarak tecavüz gösterilmektedir (Zur, ). Tecavüz olgularında kadın mağdurlar sıklıkla provoke eden, baştan çıkarıcı, müstehcen, sataşan, ve ya sadece bunu isteyen olarak tasvir edilmektedirler. Bu mitlerde erkekler ise cinsel anlamda kışkırtıcı kadınlara cevap veren, çaresiz varlıklar olarak görülürler. Benzer şekilde aile içi şiddet olgularında da kadınlar mazoşist olmakla, bunu istemek ve hak etmekle suçlanmaktadırlar (Zur, ). Bu bağlamda mağdurun kışkırtması kavramı mağduru suçlamayı kolaya indirgemektedir. Bu kavram korkunç bir olayın vuku bulduğunu, ama kurban başka türlü davranmış olsaydı söz konusu suçun önlenmiş olabileceğini ileri sürer (Brownmiller, ). Mağdurun suçlanması, bir suç ya da kaza kurbanının, suçtan dolayı sorumlu tutulmak suretiyle bir değersizleştirmeler eylemidir (crcvc.ca, 2009). Bu değersizleştirme eylemini özellikle tecavüz olgusunda kökleşmiş efsaneler ile içi içe geçmiş bir yapıda görmek mümkündür. Ve bu olgu tecavüzü meşrulaştırma aracı olarak toplumun tüm kesimlerinde yaygındır. Bu şiddet mağdurları kiminle birlikte olduğu, ne giydiği, nasıl konuştuğu, gece geç saatte dışarıda olduğu ve onlara karşı işlenen şiddeti hak etmek için ne yapmış olabileceği gibi söylemlere maruz kalmaktadırlar. Bunlar tecavüz efsaneleri olarak adlandırılmaktadır. Lonsway ve Fitzgerald (1994:134) tecavüz efsanelerini, kalıp yargıların en iyi kavramsallaştırılması olarak tanımlamaktadırlar. Buna göre tecavüz mitlerini, erkeklerin kadınlara tecavüz etmesini inkar eden ve haklı çıkaran, genel olarak yanlış ama büyük 775

255 çoğunlukla ve ısrarla kabul gören tutum ve davranışlar olarak tanımlamışlardır. Erkekler tecavüz mitlerini (efsanelerini) yaptıkları tecavüzü inkar etmek ya da erkeklerin tecavüzcü olduğunu inkar etmek amaçlı kullanabilirler, kadınlarsa tecavüze uğradıklarından dolayı kişisel hassasiyetlerini ve kırılganlıklarını inkar etmek için kullanabilirler. Mağdurlara yönelik suçlamalar elbette geleneksel yapılar ile şekillenmektedir. Ancak kadına atfedilen değerler, kültüre göre değişmekle birlikte evrensel olarak dünyanın bir çok yerinde aynı şekilde kendini gösterir. Bu suçlamaların temelini kadınlara yönelik öğrenilmiş önyargılar oluşturmaktadır. Bir çok toplumda var olan cinsiyet ayrımcılığı (örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya). Batı ülkelerinde yapılan çalışmalarda cinsel zorlamayı ortaya çıkaran önemli bir öngörü olarak belirlenmiştir (Sakallı, Salman, Turgut, 2010:871). Tecavüze ilişkin önyargıların kabulü, toplumlar içerisinde de farklılık göstermektedir. Farklı meslek grupları ile yürütülen araştırmalar sonucunda psikologlar, sosyal çalışmacılar ve danışmanların tecavüz mağdurlarına yönelik olumlu ve destekleyici tutumları ön plana çıkarken, polis memurlarının ise tecavüz kurbanlarına ilişkin en olumsuz tutumları benimseyen grup oldukları bulunmuştur.(ward, Lee Cheung dan akt. Çoklar, 2007:31). KURAMSAL ÇERÇEVE Sosyal öğrenme kuramı, bu araştırma açısından birçok yönden önem taşımaktadır. Çünkü araştırmanın ana ekseninden biri olan toplumsal cinsiyet rolleri, bu kurama göre daha çocuk yaşta öğrenilmekte ve çevresel pek çok etkenle pekiştirilmektedir. Bunun yanı sıra araştırmanın temel noktalarından bir diğeri olan şiddet ve saldırganlık da öğrenilen bir davranış olarak sosyal öğrenme kuramı ile açıklanabilmektedir. Şiddetin öğrenilmesi kadar şiddetin normal olarak sıradanlaşması ve şiddet karşısındaki çaresizliğin de öğrenilmesi söz konusudur. Bu bağlamda öncelikle sosyal öğrenme kuramı, cinsiyet gelişiminin ve farklılıklarının ortaya çıkmasında öğrenme davranışının etkisinden söz eder (Dökmen, 2010). Çocuklar daha doğumlarından itibaren cinsiyetlerine göre farklı değerlendirilir ve her iki cinse daha bu aşamadan itibaren farklı roller biçilmiştir. Kadın ve erkeğin farklı rol kalıpları içersisinde davranmasını, bireylerin kadın ve erkek figürleri gözleyerek öğrendiklerini savunan bu kuram, kadın ve erkek olmanın da öğrenilmesi için yaşanılan sosyal çevrenin önemli bir kaynak olduğunu öne sürer. Öğrenme mekanizması ise bu süreçte kadın ve erkeğe, toplumdaki hiyerarşiyi ve dolayısıyla toplumdaki sosyal konumunu gösterir. Özellikle toplumumuzda cinsiyet rollerine ilişkin tanımlamalar açıkça ortaya konmuş ve kadın ve erkeğin toplum içerisinde nasıl olmaları ya da olmamaları gerektiği tanımlanmıştır. Bu noktada kadına atfedilen değerlerin de bu öğrenme sürecinde şekillendiği savunulabilir. Bir kız çocuğu çevresindeki en yakın model olarak annesini, erkek çocuğu ise babasını gözleyerek, toplumsal hayatta nasıl olmaları gerektiğini öğrenirler. Aile içi şiddet, model alarak öğrenme konusunda önemli veriler barındırmaktadır. Eşlerin birbirine yönelik saldırgan tutumları, çocukların saldırganlığı öğrenmelerine sebep olmaktadır. Bu durumda şiddet ortamında büyüyen bir erkek çocuk istediği olmadığında tıpkı babası gibi şiddet davranışını sergileyebilir. Buna karşılık annesini şiddet ortamında görerek büyüyen bir kız çocuğu, şiddeti doğal karşılayabilir. Araştırmamız çerçevesinde yapılan mülakatlarda şiddete uğradığını ifade eden kadınlar, annelerinin de babaları tarafından şiddet gördüğünü belirtmişlerdir. Şiddet gören ya da uygulanma anında bulunan bir erkek çocuğunun da ileride eşine ya da çocuklarına şiddet uygulama ihtimali yüksektir. 776

256 Bu bağlamda Bandura ya göre, insan saldırganlığının kökeninde ne şiddete yönelik içsel istek, ne de engellemeye bağlı olarak doğan saldırganlık dürtüsü bulunmaktadır (Adak, 2004:29). Bandura nın kuramında insanların birbirlerine karşı saldırgan tutumlar göstermelerinde üç neden vardır: Geçmiş deneyimleri sonucunda saldırgan davranış kazanmaları Bu türden tepkileri yüzünden takdir görmeleri veya ödüllendirilmeleri Özel, sosyal ve çevresel şartlar tarafından doğrudan teşvik edilmeleridir (Kaplan dan akt.adak, 2004:30). Sosyal öğrenme kuramına göre cinsiyet rol beklentilerinin açıkça tanımlandığı ve katı yaptırımların uygulandığı toplumlarda, bir cinsiyetteki davranışlar arasında önemli bir tutarlılık olacaktır. Bu tutarlı modellerin varlığı ve uygun davranışların pekiştirilmesi ile geleneksel cinsiyet rolleri bir kuşaktan diğerine aktarılarak sürdürülür (Dökmen, 2010:62). YÖNTEM Araştırmanın evreni Ankara ili, örneklemi ise Dışkapı ve Ayrancı semtlerinde yaşayan ve kartopu yöntemi ile ulaşılan 10 evli çifttir. Kartopu örnekleminde, evrene ait ilk temas kurulan kişi, ikinci katılımcıya ulaşılmasında yardımcı olur. İkinci katılımcı da bir diğerine ulaşmada öncülük eder ve bir kartopunun büyümesi gibi katlanarak giden bir süreç başlar (Yazıcıoğlu ve Erdoğan, 2004:45). Araştırmada katılımcılara uygulanmak üzere 16 adet sorudan oluşan yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Sorular yarı yapılandırılmış tarzda oluşturulmuş ve gerektiğinde spontan sorular yöneltilmiştir. Hazırlanan sorular araştırmacı tarafından katılımcıların evlerine gidilerek uygulanmıştır. Zira nitel araştırma olayları doğal ortamında, doğal oluşumu içinde tasvir eder. BULGULAR Daha önce de belirtildiği gibi araştırmanın kapsamını, alt sosyo-ekonomik statüden, kartopu örneklem yöntemi ile seçilen 10 kadın 10 erkek olmak üzere toplam 20 kişi oluşturmaktadır. Görüşülen çiftlerin demografik özelliklerine bakılacak olursa ilk kategori doğum yerleridir. Katılımcıların 14 ü Doğu Anadolu, 4 ü İç Anadolu kalan 2 si ise Güneydoğu Anadolu Bölgesi kökenli olduklarını belirtmişlerdir. Burada dikkat çeken husus, çiftlerin karı-koca aynı şehir doğumlu olmalarıdır. Katılımcıların eğitim durumlarına bakılacak olursa kadınların 4 ü ortaokul, 4 ü İlkokul mezunu iken, geri kalan 2 bayan katılımcı okur-yazar olmadıklarını belirtmişlerdir. Erkek katılımcıların ise 5 i ortaokul, 3 ü ilkokul mezunu ve diğer ikisi lise terk olduklarını ifade etmişlerdir. Katılımcıların yaş faktörüne göre dağılımında ise erkeklerde yaş aralığı arasında iken, kadınların yaş aralığı arasında değişmektedir. Kadın ve Erkeğin Toplum ve Ailedeki Rolü Cinsiyet rejiminin en önemli noktası, kadınlık ve erkekliğe yönelik yaygın inançlar ve değerlerdir. Buna yönelik sorgulamalar, kavramsal bir soyutlama olan cinsiyet rejiminin somut ilişkiler içinde nasıl göründüğünü, nasıl üretildiği ve nasıl yeniden üretildiğini anlayabilmek için yardım eder (TESEV,akt. Ökten,2009). Katılımcıların, kadın ve erkeklik tanımlarının irdelenmesi, kadına yönelik şiddetin görünümü ve meşrulaştırılmasının altında yatan örüntüleri 777

257 ortaya koyabilmek adına önemlidir. Bu bağlamda katılımcıların erkek ve kadın tanımlamalarında geleneksel cinsiyet kodlarının hakim olduğu görülmektedir. Kadın ve erkek tanımları, katılımcı kadınlar ve erkekler tarafından benzer şekilde ortaya konmuştur. Buna göre kadınlık, nazik, anaç, sessiz, fazla konuşmayan, erkeğe sadık olması gereken, itaatkar, idareci, bulaşık, çamaşır, ütü, yemek gibi ev işleri ile alakadar olması gereken olarak tanımlanmaktadır. Erkelik ise güçlü, koruyucu, sert, çocukların korkması gereken baba, evin reisi, ailenin -özellikle kadınların- koruyucusu ve denetmeni olarak tanımlanmıştır. Kadının aile içerisindeki sorumlulukları ev işleri, çocuk bakımı ile sınırlandırılırken, bu yükümlülükler kadının evliliği ve hayattaki başarısının bir göstergesi olarak belirtilmiştir. Erkek katılımcılar kadınların hayatlarındaki yeri konusunda temelde kadın katılımcılarla benzer düşüncelere sahiptirler. Kadınların kendilerine ve çocuklarına bakmaları, eve yönelik ihtiyaçlarını karşılamalarını ve annelik vazifesini yerine getirmesi gerektiğini ifade etmekledirler. Özellikle erkek katılımcıların, kadınların kadınlıklarının gereği olarak susmaları ve eşlerini kızdıracak davranışlardan kaçınmaları konusunda daha hassas davranmaları gerektiği yönünde düşüncelere sahip oldukları görülmektedir.bu konuda bazı kadın katılımcıların erkeklerle benzer fikirleri paylaşmaları dikkat çekicidir. roller karışırsa sorun çıkar. Kadın bir adım geri olmalı yani. Konuşacağı yer var karışacağı şey var (E2, Çorum 54) İyi anne olsun iyi kadın olsun. Erkek zaten çalışıp didiniyor. O da evinde didinsin, akşam adam eve geldiğinde yemek yiyecek ben ona çok dikkat ederim.(e3, Kars, 44). kadın anneliğini hanımlığını bilecek. erkeğe tabidir kadın. Yemek yapacak, temizlik yapacak. Kocadan sonra eve girene kızarım ben....(e1, Erzurum, 47). Kadın ve erkeğin aile ve toplum içerisindeki duruşlarına yönelik bu düşünceler, katılımcıların kız ve erkek çocuklarına yönelik davranışları ve onları yetiştiriş tarzları konusunda da etkin olarak görülmektedir. Kadına yönelik şiddet, cinsiyetler arası güç ilişkilerinin, eşit bir temel üzerine oturmadığı ataerkil toplumlarda, sosyalleşme süreci ile kazanılan ve yeniden üretilen bir davranış biçimidir (Doyran, 1996:72). Dolayısıyla, kadına yönelik şiddeti, ve bu şiddet türlerine bakışı ortaya koymak için kadınlık ve erkeklik tanımlarının önemli olduğu kadar, bireylerin bu tanımları kendi çocuklarına aktarışları da önem kazanmaktadır. Toplumsal cinsiyet örüntülerinin çocuk yaşta ve en önemli sosyalizasyon aracı olan aileden kazanıldığı düşünülürse, bu saptama hiç de yanlış değildir. Kız ve erkek çocuğun yetiştirilmesi konusunda, katılımcılar her ne kadar eşitlikten yana olduklarını ifade etseler de söylemlerinde bu konuda tezata düştükleri görülmektedir. Kız çocuğu, erkeğe göre daha geri planda, kollanması gereken, güçsüz, kendini koruyamayan olarak tanımlanmış; erkek ise tam tersi kadını her türlü kötülükten koruyacak tek güç olarak tasvir edilmiştir. Kadınların en çok erkekler tarafından şiddet eylemleri ile mağdur edildikleri düşünülecek olursa bu durum ciddi bir tezat oluşturmaktadır. Kadınlar kendilerini erkeğin gücüne teslim etmişler, erkekler ise hayatın her alanında güç ve baskılarını kadınlar üzerinde uygulayarak kadın üzerinden kendi iktidarlarını gerçekleştirme alanı yaratmışlardır. 778

258 Fiziksel Şiddet Yaşama ve Uygulama Deneyimleri ve Bu Şiddete Uğrayanlara Yönelik Düşünceler Araştırma bulgularına göre 10 kadından beşi eşleri ya da babaları tarafından şiddete uğradıklarını belirtmişlerdir. Şiddet eylemini açıklayan kadınların tamamı Dışkapı semtinde ikamet edenlerdir. Kadınların üçü, kesin bir dille eşlerinden şiddet görmediklerini ifade etmişlerdir.bu beyanda bulunan kadınların biri ise şiddet görmediğini ancak kocasının buna yeltendiğini açıklamıştır. Erkeklerin şiddet uygulama davranışlarına bakılacak olursa, katılımcıların dördü şiddet uyguladığını itiraf etmiştir. Ancak kadınların beşi şiddete maruz kaldığını belirttiği için erkeklerden birinin karısı söylediği halde şiddeti gizleme tavrında bulunduğu gözlenmiştir. Bu katılımcıya şiddet uygulayıp uygulamadığı sorulduğunda verdiği cevap şu şekildedir: Yok yapmadım hiç hanım ne dedi abla?yapmadı demiştir, yapmadım valla (E3, Kars, 44) Fiziksel şiddet konusunda üzerinde durulması gereken önemli konulardan ilki, kadınların şiddet eylemlerini kategorileştirdikleridir. Görüşülen kadınların bazıları, hafif vurma, tokat, itme gibi eylemleri şiddet olarak değerlendirmemektedir. Erkek katılımcıların şiddet sebebi olarak gösterdikleri nedenler, kadınların belirttiği nedenlerden çok da farklı olmamakla birlikte, özellikle katılımcılardan birinin söylemleri dikkat çekicidir: Bazısı var yemeği beğenmez döver, bazısı yemek yapmadı diye döver.allah var ben yemek yaptı diye vurdum yani..dövmedim ama tokatladım.makarna yapmış çünkü.ben kabul etmiyorum, ev kadınıysan kocanın önüne tembel yemeğini koymayacaksın.işin ne sabahtan akşama kadar..(e5, Diyarbakır, 48) Şiddete uğrayan kadınların şiddet içerikli hikayeleri birbirinden çok da farklı değildir. Şiddete uğrama nedenleri genellikle yemek yapmamak, kocanın yemeği beğenmemesi, çocuklarla ilgili sorunlar, işten geç gelme olarak belirtilmektedir. Kocasının kendisine şiddet uygulayacağı sırada engellediğini belirten kadınlardan biri bunun sebebini işten geç gelmesi olarak açıklamıştır. Çevrede Şiddet Gören Yakın ya da Tanıdıklara Yönelik Düşünceler Şiddet deneyimlerinin yanı sıra, şiddeti yaşayan ve yaşatanlar gözüyle şiddet mağduruna yönelik düşünceler de önemlidir. Katılımcılara çevrelerinde şiddet gören kadınların var olup olmadığı sorulmuştur. Kadınların tamamı çevrelerinde şiddet gören bir çok insan olduğunu belirtmişlerdir. Yalnızca biri bizzat görmediğini ama fazlasıyla duyduğunu ifade etmiştir. Aynı soruya erkek katılımcılardan bazıları evet yanıtını vermişlerdir. Bazıları ise, bu konuyu kadınların daha iyi bileceğini çünkü kadınların bir araya geldiklerinde bu tarz konulardan konuştuklarını belirterek, erkeklerin bu mevzuları pek konuşmadıklarını çünkü mahrem olduğunu söylemişlerdir. Özellikle kadın katılımcılar, yakın ve tanıdıklarının şiddet deneyimlerini anlatırken, kendi şiddet hikayelerinde olmadıkları kadar detaylı bilgiler vermişlerdir. Bu durum, kadınların içinde bulunmadıkları bir dünya hakkında bilgi verirken daha rahat olduklarını göstermiştir. Kadınların, başkalarının şiddet deneyimlerini tüm detaylarıyla ön plana çıkarmaları, kendi gerçeklerinden bir nebze de olsa sıyrılma eğilimleri olarak yorumlanabilir. Zira kadınlar, kendi şiddet dünyalarını 779

259 bir anda unutup, daha dramatik şiddet eylemlerini sanki çok anormal ve olmaması gereken olarak tasvir etmişlerdir. Şiddete uğrayan kadınlara bakış, kadınlar gözüyle ortaya konduğunda daha çok acıma, üzülme duygularının baskınlığı görülmektedir. Kadınlar, zihinlerinde kadına yönelik şiddeti haklılaştırmak için nedenler yaratmaya konumlandırılsalar da, somut şiddet olaylarında erkeği haksız, kadını ise korumasız ve çaresiz olarak değerlendirmektedirler. üst komşumun kocası, günde üç posta döver, içim ezilir benim.(k1. Erzincan, 43) Aynı sebepli şiddet eylemine maruz kalma durumunda kadınlar, kendi şiddet döngülerinde kocalarını haklılaştırmak için bahaneler bulurken, başka erkeklerin benzer nedenlerle dövmelerine karşı çıkmaktadırlar. Bir başka deyişle kadınlar kocalarını, araştırmacı gözünde aklamak istemektedirler. Çevredeki kadınların şiddet hikayelerinde öne çıkan başlıca nedenler; erkek çocuk doğurmamak, kocadan izin almamak, kocanın isteklerini reddetmek, kayınpederkaynana etkisi, kocaya asileşmektir. Bununla birlikte kadınların şiddet unsurunda erkeği haklı gördüğü en önemli neden, kadının ihanetidir. Bir Kadına Cinsel Saldırı Sebeplerine Yönelik Düşünceler Araştırmanın ana temasını destekler nitelikte olan tecavüz mağduru kadına yönelik düşünceler, toplumun alt kesiminin bu konudaki görüşlerini ve gerekçelerini ortaya çıkarmak açısından önemlidir. Yapılan görüşmelerde ortaya konması gereken ilk ve önemli bulgu, katılımcıların tecavüz kavramının içeriğine yönelik beyanlarıdır. Tecavüz, Dünya Sağlık Örgütü (WHO, 2002) tarafından, fiziksel ya da başka bir yolla zor kullanarak gerçekleşen cinsel birleşme olarak tanımlanmıştır. Gerçekten de tecavüzün akla ilk getirdiği kavramaların saldırganlık, zorlama olması gerektiği beklenirken, katılımcılar tecavüzün zorla ve isteyerek olması gibi bir çeşitlemeye gitmişlerdir. Tecavüz mağduru kadına yönelik düşünceler, kadının isteyerek mi yoksa zor kullanılarak mı bu eylemi yaşadığı hususunda ayrışmaktadır. Zorla mı yani?zorla ise kötü tabi Tecavüz zorla olursa kadın istemez, öylesi yanlış tabi (E3, Kars, 44) Saldırı diyosun, yani kendisi istememiş.(k7, Çorum, 45) Bunun haricinde diğer kadınlar, tecavüzün yanlış, kötü zor katlanılacak bir olay olduğunu belirtmelerinin yanı sıra, tecavüze uğrayan kadına yönelik düşüncelerini koşullara bağlamışlardır. Bu koşullardan ilki katılımcıların tecavüzü çeşitlendirmeleridir. Tecavüzün sebebi konusundaki net görüşler, kadının tecavüzcüyü tanıyor ise, erkeği ayartmış olabileceği yönündedir. Dolayısıyla faili tanıma durumu, kadının durumuna kuşkuyla bakmak ve sıklıkla kadını suçlamak için bir nedendir. sebebi ne olabilir?biri tanıyordur, takip ediyordur, kendine yönelik bir ışık görmüştür kadında..erkeğe bi sormak lazım..(k4, Çankırı 51) 780

260 Bazı kadınlar isteyerek yapıyor, sonra tecavüz diyor.nasıl ayırt edeceksin, aralarında tanışıklık varsa kadının da suçu olabilir..(k8, Kars, 24) Önce erkeklerle arkadaşlık ediyorlar, iş oraya geldi mi tecavüz oluyor.(e7, Çorum, 45). Tecavüze uğrayan kadınlara ilişkin görüşlerde kadınının suçlu olduğunu düşündüren koşullardan bir diğeri, kadınların yaşam tarzları, giyimleri, tavır ve davranışları olarak belirtilmektedir. Kendine sahip çıkan kadının başına böyle bir olay gelmeyeceğini belirten katılımcıların kendine sahip çıkmak tan kasıtları, geleneksel rollere uygun davranmaktır. Bu hususta kız çocuklarının bu tehlikelerden korunmaları için, sıkı bir denetim altında, belli bir adap ve terbiye çerçevesinde yetiştirilmeleri gerektiği noktasına tekrar tekrar vurgu yapılmaktadır. Tecavüz eden erkeklere yönelik genelleştirme, çoğunun sapık, ruh hastası olabileceği yönündedir. Ancak bazı durumlarda kadınların etkisinin büyük olduğu, hiç kimsenin durup dururken bu eylemi gerçekleştirmeyeceği ya da bu eyleme maruz kalmayacağı görüşü hakimdir. Kadının her koşulda dikkat çekmeden, göze batmadan, kendi halinde yaşaması gerektiği, tersi durumda erkeklerin de kendilerine hakim olamayacakları görüşü öne çıkmaktadır. Katılımcılardan özellikle erkekler, biyolojik olarak kadınlardan farklı olduklarına, erkeklerin bazı dürtülerine engel olamadıkları için bu tarz davranışların sergilenmiş olabileceği görüşündedirler. Bu dürtüleri kışkırtan ise kadınların davranış ve tavırlarıdır. Erkek de ne yapsın ama bazen tahrik edenler olabilir, Allah böyle yaratmış engel olamıyor olabilirler. (E7, Diyarbakır, 48). Tüm bu tanımlamalar, Burt ün (akt. Iconis, 2008:304) tecavüz efsaneleri tanımına tekabül etmektedir. Tecavüz efsaneleri, erkeklerin kadınlara tecavüz etmesini inkar eden ve haklı çıkaran, genel olarak yanlış ama büyük çoğunlukla ve ısrarla kabul gören tutum ve davranışlar olarak tanımlamıştır. Burt e göre erkeklerin bu mitleri kullanmasındaki amaç tecavüzü ya da erkeklerin tecavüzünü inkar etmek amaçlı olabilir. Kadınlar ise kırılganlıklarını ve kişisel hassasiyetlerini inkar etmek için kullanırlar. Cinsel saldırı fiiline maruz kalan kadınlara yönelik bir diğer yaptırım, mağdurun fail ile evlenmesine yönelik düşüncelerin varlığıdır. Katılımcıların çoğu, mağdurun fail ile evlenmesini sebebe göre değerlendirmişlerdir. Yüksel de (1996:114), bu konuda benzer düşünceler ortaya koymuş ve kadınların, uğradıkları bu fiil neticesinde toplum ve ailesinin gözünden düştüğünü, bundan kurtulmak için de evlenme olabileceğini söylemiştir. Katılımcılar ise, eğer zor kullanarak eylem oluştu ise, böyle bir evliliğin çok da doğru olmadığını, fakat çevre ve ailenin baskısından kurtulmak için en iyi çare olduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda kadın katılımcıların çok da müsamahalı olmadıkları görülürken, erkekler bu lekenin temizlenmesi için evlenilmesi yönünde fikir belirtmişlerdir. Kadınların yaşadıkları bu eylemleri saklamalarına yönelik en önemli bulgu, kadının suçlanacağı ve bunun sonucunda da dışlanacağı korkusudur. Kadınlar bu eylemleri yaşamışlarsa kötü kadın olarak değerlendirilebilirler. 781

261 saklar tabi suçu yoksa bile öyle anlar herkes. Dışlanır. Kötü kadın diye istenmez.(k1, Erzincan 43). Tecavüzün kadınlar tarafından saklandığı gibi, erkekler tarafından da saklanabileceğine yönelik görüşler bildiren katılımcılar, erkeklerin ceza alma korkusuyla bunu yaptıklarını, ya da tecavüz ettikleri kadının üstüne kalacağı, onunla evlenmek zorunda kalacağı düşüncesiyle böyle davrandıkları belirtilmektedir. SONUÇ Bu araştırmanın amacı, kadına yönelik cinsiyet temelli şiddete ilişkin toplumsal bakış açısını ortaya koymaktır. Kadına uygulanan şiddet, gelişmiş ya da az gelişmiş ayrımı olmasızın günümüz toplumlarının, önemli ve üzerinde durulması gereken bir sorunudur. Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet üzerine inşa edilerek kadını, erkeğe göre düşük konuma indirger ve yaşamın her alanında kadının ikincileştirilmesine aracılık eder. Toplumsal cinsiyet ve kadına uygulanan şiddet, karşılıklı bir etkileşim içerisinde kadının hayatının her kesitine yansımakta ve kadının yaşadığı haksız fiillere, toplumsal haksızlıklar da eklenmektedir Kadına yönelik yaptırımların ilk uygulayıcıları erkekler, erkelerin yaptırımlarını destekleyenler de kamu sistemi ve sosyal çevredir. Bu durumda, kadın ile erkek arasındaki ilişki toplusal cinsiyet kurgusunun öne çıkmasıyla kirleten ve kirletilen arasındaki garip ilişkiye dayandırılmaktadır. Bu yaklaşım kurban paradigması olarak kavramlaştırılmış ve göreli olarak toplumların gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak var olagelmiştir (Heidenshon dan akt.savcı, 2004:7). Gündelik pratiklerde, kadın olgusuna yaklaşım, geleneksel kadınlık rolleri çerçevesinde şekillenmekte ve bireyler bu kadınlık rollerini çok erken yaşta öğrenmeye başlamaktadırlar. Bu öğrenme süreci, ailede başlamakta ve diğer çevresel etkenlerle pekişmektedir. Bireyler, cinsiyetlerine göre toplumsallaşarak, sosyal hayatta kadın ve erkek olarak nasıl davranmalarını gerektiğini öğrenmektedirler. Bu öğrenmeler zihinlerde ideal kadın ve erkeği oluşturur. Bu kodlarla yetişen bireyler, yaşadıkları sosyal çevrelerdeki etkileşim ve iletişimleriyle öğrendiklerini pekiştirirler. Kadın ve erkeğe yönelik oluşan kanılar, erkeği kadının üstünde konumlandıran, kadını ise erkeğin denetim ve hizmetine sunan bir anlayışa doğru ilerler. Gündelik pratiklerde alınan açık ya da örtülü mesajlar, kadın ve erkeğin rollerine yönelik olması gerekeni ortaya koymaktadır. Katılımcıların alt sosyo-ekonomik seviyeden seçilmiş olmaları ve ortaya konan bu sonuçlar, literatür ile de paralellik göstermektedir. Araştırma dahilinde, sadece alt seviyedeki insanları seçilmesi, sonuçların diğer toplumsal tabakalar ile karşılaştırılmasına engel teşkil etmiştir. Ancak literatür bu konudaki eksiği kapatmıştır. Düşük eğitimli bireylerin, toplumsal cinsiyet rollerine daha sıkı bağlı olduğu ve bunun sonucunda yaşanan kadına yönelik erkek temelli yaptırımları daha fazla haklı buldukları görülmektedir. Bu bulgu, Çoklar ın (2007) araştırmasında da kendini göstermiştir. Buna göre düşük eğitimli gruptaki katılımcılar, cinsiyet temelli sistemi, yüksek eğitimli katılımcılara göre daha fazla meşrulaştırmaktadırlar. Genel olarak araştırma bulguları, toplumumuzun özellikle alt tabakalarında, toplumsal cinsiyet kalıplarının yerleşik ve kadına belli ölçüde yaşam hakkı tanıyan bir örüntüde olduğunu göstermektedir. Kadınlık ve erkekliğe ilişkin kültürel tanımlar, kadını ikincileştirirken, erkeği, kadının sahibi olarak tanımlar. Böylece kadın, sadece hayatındaki erkeklere karşı sorumlu tutulmuştur. Bu tutum, kadının mağdur olduğu zamanlarda bile değişmemiş, toplumun sahip 782

262 çıkması gereken kadın, itilerek daha çok mağdur edilmiştir. Kadının her şeyden önce bir birey ve bir insan olarak toplumda yer almasını sağlayacak en önemli adım ise, geleneksel cinsiyet rollerini beyinlerdeki şeklinden farklı bir biçime sokmaktır. Bu da cinsiyet eşitliğini hayatımıza sokmakla mümkün olabilir. KAYNAKÇA Adak, Nurşen, (2004), "Bir Sosyalizasyon Aracı Olarak Televizyon ve Şiddet", (Erişim Tarihi: ). Atman, Ü. Cihan, (2003), "Kadına Yönelik Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme", Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, C.12, S.4, ss Bahar, Halil, İbrahim, (2006), Mağdur Bilimi, Mağduriyetin Etkisi ve Mağduriyete Yönelik Çalışmalar, Ankara: Adalet Yayınları. Bhasin, Kamla, (2003), Toplumsan Cinsiyet Bize Yüklenen Roller (Çev. Kader Ay), İstanbul: Kadav Yayınları. Brownmiller, Susan, (1984), Cinsel Zorbalık, Irza Tecavüz Olgusun Bir tarihçesi, İstanbul: Cep Kitapları. Caner, Emre, (2004), Kutsal Fahişeden Bakire Meryeme Toprak ve Kadın, İstanbul: Su Yayınları. Cankurt, Ezgi, (2010), Mağduru Birey Olan Bazı Suçlarda Gizli Kalmış Mağduriyet Oranlarının Saptanması, İstanbul Üniversitesi Adli Kurumlar Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Crcvc, (2009), (Erişim Tarihi: ). Çoklar, Işıl, (2007), Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Meşrulaştırılması ve Tecavüze İlişkin Tutumlar, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir. Dikeçligil, Beylü, (1993), Türkiye de ve Dünyada Güncel Sosyolojik Gelişmeler, Uluslar arası Sosyoloji Kongresi, Kasım, İzmir: Sosyoloji Derneği Yayınları, ss Dinler, Veysel, (2006), "Mağduriyet Kavramına Çok Yönlü Yaklaşım", H.İbrahim Bahar (Der.), Suç Mağdurları, Ankara: Seçkin Yayıncılık, ss Doyran, Ayşen,(1996), "Şiddet, Erkekler Dünyası ve Toplumsal Kurgular", Evdeki Terör Kadına Yönelik Şiddet, ss Dökmen, Zehra, (2010), Toplumsal Cinsiyet Sosyal Psikolojik Açıklamalar, İstanbul: Remzi Kitabevi. Emek, Çayırlı, Rahte, (2010), "Aile İçi Şiddet ve Medya: Gündüz Kuşağı Televizyonunda Şiddetin Görünürlüğü ve Yeniden Üretimi", İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, S.30, ss Fairstein, Linda, (1993), Sexual Violence : Our War Against Rape, Newyork: William Morrow and Campany Inc. Godenzi, Alberto, (1992), Cinsel Şiddet Yaşayanların Yaşatanların Anlatımıyla (Çev. Sultan Kurucan-Yakup Coşar), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 783

263 Gölge, Belma ve Yavuz, Fatih ve Yüksel, Şahika, (2006), Cinsel Saldırgan Profili, Adli Tıp Dergisi, 20(1), ss Iconis, Rosemary, (2008), "Rape Myth Acceptance in Collage Students: A Literature Review ", Contemporary Issues in Education Research, Vol.1, No.2. İçli, Tülin Günşen, (2007), Kriminoloji, Ankara: Seçkin Yayınları. İnceoğlu, Yasemin ve Kar, Altan,(2010), Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında Kadın ve Bedeni,İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Lonsway A. Kimberly, and Louise F. Fitzgerald, (1994), "Rape Myhts:In Review ", Psychology of Women Quarterly, Vol.18, pp Ökten, Şevket, (2009), "Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Toplumsan Cinsiyet Düzeni", Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.2, S.8. Öztürk, Emine, (2010), Türkiye de Aile İçi Şiddet ve Kadın Sığınma Evleri, İstanbul: Birey Yayınları. Ridgeway, Cecillia, and Lovin, Lynn Smith,(1999), "The Gender System and İnteraction ", Annual Review of Sociology, Vol.25, No.2, pp Sakalı, Nuray ve Salman, Selin ve Turgut, Sinem, (2010), "Predictors of Turkish Women s and Men s Attitudes Toward Sexual Harrasmend Sexism and Ambivalence Toward Man", Sex Roles, Vol.63, No.11-12, ss Savcı, İlkay, (2004), Adını Kader Koyduk, Kadın Açık Cezaevinden Notlar, Ankara: PHOENİX Yayınevi. Scully, Diana, (1994), Tecavüz, Cinsel Şiddeti Anlamak (Çev. Şirin Tekeli-Laleper Aytek), İstanbul: Metis Yayınları. Sokullu, Akıncı, Füsun (2008), Viktimoloji, İstanbul: Beta Basım Yayım. Vakithaber, (2010), Tarihi: ). (Erişim Yazıcıoğlu, Y. ve Erdoğan, S. (2004). Spss uygulamalı bilimsel araştırma yöntemleri. Ankara: Detay Yayıncılık. Yüksel, Şahika, (1996), "Tecavüz: İktidar Amaçlı Cinsel Saldırganlık", Evdeki Terör Kadına Yönelik Şiddet, SS Zur, Ofer, (1994), "Rethinking Don t Blame The Victim Psychology of Victimhood Journal of Couple Therapy 4(3/4)", Howard Press. victimhood.html Wcsap, (2011), ). (Erişim Tarihi: West, C.and D.H. Zimmerman, (1997), "Doing gender", Gender and Society, Vol.1, pp WHO, (Worl Health Organization), (2002), World Report on Violence and Health Geneva, Public Health. 784

264 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ŞİDDET MAĞDURU KADIN ALGISI: BİR NİTELİKSEL ARAŞTIRMA ÖZET Seda ATTEPE 1 Melike TUNÇ 2 Araştırmanın amacı; Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddet ve şiddet türlerine ilişkin tanımlamaları, şiddetin nedenleri konusunda neler düşündükleri, şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri, bu alanda neler yapılması gerektiği ve önerilerinin neler olduğunu belirlemektir. Yöntem: Araştırma, amaçsal örnekleme metodu ile nitel araştırma tekniği kullanılarak yapılmıştır. Verilerin toplanması: Araştırmada veriler, öğrencilerin oluşturduğu 3 kadın grubu, 1 erkek grubu olmak üzere toplam dört odak grup görüşmesi yoluyla elde edilmiştir. Odak gruplarda, üyelerin onayı alınarak, görüşmeler ses kaydına alınmıştır. Verilerin analizi: Odak gruplarda yapılan ses kayıtları ile elde edilen veriler, iki araştırmacı tarafından körleme metodu kullanılarak, nitel araştırmalarda veri analiz yöntemlerinden biri olan içerik analizi tekniği ile çözümlenmiştir. Bulgular ve sonuç: Araştırmanın bulguları araştırmanın amacına göre belirlenen ana temalar doğrultusunda yapılandırılmıştır. Anahtar kelimeler: kadına yönelik şiddet, sosyal hizmet, nitel araştırma, odak grup. ABSTRACT The aim of the study; is to determine Baskent University, Faculty of Health Sciences, Department of Social Work students' description of the types of violence against women and violence, what they think about the reasons of violence, what they feel they were victims of violence, found themselves in any cases of violence, and ideas about what should be done in this area. Method: Purposeful sampling method was used with a qualitative research technique. Data collection: Data were obtained through three women and a boy group formed by students, a total of four focus group discussions. In focus groups, with the approval of the members, interviews were recorded on audio. Data analysis: Data obtained from tape recordings of focus groups, blinded by two researchers using the method, which is one of qualitative research data analysis methods were analyzed through content analysis technique. Results and conclusion: According to the aim of the research, findings are structured according to the main themes identified. Keywords: violence against women, social work, qualitative research, focus group. 1 Araştırma Görevlisi, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü, sattepe@baskent.edu.tr 2 Araştırma Görevlisi, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü, meliket@baskent.edu.tr 785

265 1. PROBLEM DURUMU Bu araştırmanın ana problemini kadına yönelik şiddet oluşturmaktadır. Bu ana problem bağlamında bakıldığında, şiddet döngüsünü kırabilmek için gençlerin önemli bir nüfus grubunu oluşturduğu düşünülmektedir. Bu araştırmada sosyal hizmet bölümünde öğrenim gören üniversite öğrencilerinin seçilmesinin temel nedeni de, kadına yönelik şiddet konusunda eğitimli genç nüfusun görüşlerinin belirlenmesi, önerilerin alınması ve en önemlisi ileride kadına yönelik şiddete ilişkin mesleki çalışma yapacak olmalarıdır. Bu noktada kadına yönelik bakış açısının değiştirilmesinde sosyal hizmet bölümü öğrencileri önemli bir yere sahip meslek grubunu oluşturmaktadırlar. Bu kapsamda konu ile ilgili literatür bilgisine aşağıda yer verilmiştir. 2.1.Şiddetin Tanımı 2. KURAMSAL BİLGİLER Dünya Sağlık Örgütü şiddet i şu şekilde tanımlamaktadır: Fiziksel güç ya da kuvvetin, amaçlı bir şekilde kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa karşı fiziksel zarara ya da fiziksel zararla sonuçlanma ihtimalini artırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim sorunlarına ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da gerçekten kullanılmasıdır (Dünya Sağlık Örgütü, 2002: 4). Daha genel bir tanım yapmak gerekirse şiddet bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelenmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan davranış veya yaklaşımdır (Arın, 1996; Öztunalı-Kayır, 1998; akt: Zara Page, İnce, 2008). Şiddet sadece öldürme, yaralama, tecavüz, dayak gibi fiziksel güç kullanımı ve hasarla sonuçlanan bir eylem değil, başta toplusal cinsiyet rollerinin belirlediği normlar olmak üzere yargılama ve rıza göstermeyi de içeren ve etkilerinin doğrudan gözlenemeyebildiği her tür baskı mekanizmasıdır. İster fiziksel güç kullanarak (fiziksel şiddet), ister duygusal tehdit (psikolojik/duygusal şiddet) aracılığıyla, kişinin iradesini ve ifadesini yok sayan tutum ve davranışlar şiddet olarak tanımlanmaktadır. Şiddet türleri içinde ekonomik şiddet ise başta işsizlik sorunundan kaynaklı olmak üzere, gelecek güvencesi olmayan, yarınından korku duyan insanın yaşadığı gerilimin ürünüdür (Çelik, 2000; Köker, 2000; akt: Çaylı Rahte, 2010). Şiddet, insanın varoluşundan günümüze uzanan süreçte pek çok sorunun nedeni ya da sonucu olarak gelişen olumsuz bir sosyal durumdur. Bireye ve topluma fiziksel ve ruhsal acı vermek, eziyet niyetiyle yapılan yıkıcı, yok edici saldırgan davranışlar şiddet olarak tanımlanmaktadır. Şiddet davranışları; kontrolsüz, birdenbire ve bazen amaçsız olarak ya da çeşitli nedenlerle kişilere fiziksel, psikolojik, duygusal ve cinsel olarak zarar vermeyi içermektedir (Mor Çatı Kolektifi, 1998; akt: Köse, Başer, 2007). Genel anlamda şiddet sahip olunan güç veya kudretin, yaralanma ve kayıpla sonlanan veya sonlanma olasılığı yüksek bir biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba veya bir topluma karşı tehdit yoluyla ya da bizzat uygulanmasıdır (WHO Consultatiton 1996). Kadına yönelik şiddet, genel anlamda şiddetin var olduğu başlıca incelenmesi gereken alanlardan bir tanesidir. Bu nedenle, yapılan çalışma gereğince kadına yönelik şiddetin tanımını da yapmak gerekmektedir. 786

266 2.2. Kadına Yönelik Şiddetin Tanımı Türkiye nin de taraf olduğu Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi nin (CEDAW) 1. maddesinde kadınlara karşı ayrımcılık şu şekilde tanımlanmaktadır: (...) kadınlara karşı ayırım deyimi kadınların, medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer sahalardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayırım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına gelecektir. ( tarihli ve 3232 sayılı Kanun; akt: Ayata, Eryılmaz, Kalem, 2011). Kadına yönelik şiddet, ayrıca şu tanımlamaları da içermektedir: (a) Dayak ve hırpalama, ev halkına dahil olan kız çocuklarının cinsel suistimali, drahoma bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadın cinsel organını sakatlama veya kadına zarar veren diğer geleneksel uygulamalar, eş haricinde (ev halkına dahil) kişilerce uygulanan şiddet, sömürüyle bağlantılı şiddet dahil olmak üzere aile içinde meydana gelen fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet; (b) Tecavüz, cinsel suistimal, işyerinde, eğitim kurumlarında veya diğer yerlerde meydana gelen cinsel taciz ve sindirme, kadın ticareti ve fahişeliğe zorlama dahil olmak üzere genel olarak toplum içinde meydana gelen şiddet; (c) Nerede olursa olsun devlet tarafından işlenen veya göz yumulan fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet. (Ayata, Sevinç, Bertil, 2010). Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Şiddetin Engellenmesi Bildirisi nde (1992), genel anlamda kadına yönelik şiddeti ister özel, ister toplumsal yaşamda olsun tehdit, cebren ya da keyfi olarak özgürlükten alıkoymak da dahil olmak üzere kadına fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar ve acı veren ya da verebilecek, cinsiyete dayalı her türlü şiddet hareketi olarak tanımlanmaktadır (akt. Yıldırım, 1998: 27). Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu nun 1993 yılında kabul ettiği Kadına Karşı Şiddet Bildirgesi nde kadına yönelik şiddeti Kadınlara fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veren ya da verebilecek, kadınların acı çekmesine neden olabilecek, gerek kamu gerekse özel alanda yapılan bu tip davranışlara yönelik tehditleri ve kadınların özgürlüğünün zorla kısıtlanmasını da içine alan şiddete yönelik her türlü cinsiyetçi davranışı içerir şeklinde tanımlamıştır (İlkkaracan 1996, Tekeli 1996, Yardım, 2001). Kadına yönelik şiddetin devamında geleneksel tutumlar ile kadın ve erkeğe yüklenen toplumsal-kültürel rol kalıpları önemli bir rol oynamaktadır (Ayata, Eryılmaz, Kalem, 2011) Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri Kadına yönelik şiddetin nedenleri genellikle çocukluk çağında aile içi şiddete maruz kalma, sosyoekonomik ve sosyokültürel etmenler, yaş farkı, sosyal destek, dini ve psikolojik etkenler olarak sınıflandırılmaktadır (Zara Page ve İnce, 2008). Çocukluk çağında ailesinde şiddet gören kişilerin, ileride kurduğu ailelerde şiddet gösterme olasılığının yüksek olduğu bilinmektedir. Ayrıca, şiddet gösterme davranışında sosyal öğrenmenin de etkisi olmaktadır. Bir başka deyişle şiddet davranışını kişi, çevresinden görerek uygulamaya geçirmektedir. Şiddet davranışına neden olan bir başka faktör ise 787

267 sosyoekonomik ve sosyokültürel koşullardır. Bu koşullar, erkeğin eğitim seviyesinin düşük olması, işsiz kalması ya da kadının eğitim seviyesinin erkekten yüksek olması olarak açıklanabilir. Şiddete maruz kalma oranı yaş ilerledikçe azalmakta, sosyal desteği fazla olan kişilerin şiddet uygulama ya da şiddete maruz kalma oranı azalmakta ve şiddet davranışında toplumda var olan dini ve kültürel değerlerin, şiddet uygulayan kişinin psikolojik özelliklerinin de etkili olduğu bilinmektedir. Şiddetin nedenlerine değinildikten sonra şiddete maruz kalan kişilerin ne hissettiği konusuna yer verilmesi gerekli olmaktadır Şiddetin Kadınlar Üzerindeki Etkisi Şiddetin kadınlar üzerindeki etkisi ele alındığında, psikolojik ve fiziksel iki türlü etkiden söz etmek mümkündür. Başlangıçta şok ya da hissizlik şeklinde reaksiyonlara yol açan şiddet, gelecekte de benzer durumların yaşanma ihtimali düşüncesiyle korku duyulmasına yol açar. Şiddetin uzun süreli olduğu durumlarda ise güven duygusunda sarsılmalar, çaresizlik ve umutsuzluk hisleri, kontrolün kaybedildiği duygusu, kendini suçlama ve özsaygıda düşüş sıklıkla gözlenmektedir (Stewart ve Robinson, 1998, American Medical Association Council on Ethical and Judical Affairs, 1989; akt. Zara Page ve İnce, 2008: 87). Aile içi şiddetin psikolojik etkilerinin yanısıra medikal sonuçları da olduğu gözlemlenmiştir. Örneğin, fiziksel şiddet kırıklara, beyin zedelenmelerine, yaralanmalara, ölümlere sebep olurken, cinsel şiddet cinsel yolla bulaşan hastalıklara, istenmeyen gebeliklere, idrar yolu enfeksiyonlarına ve genital birtakım rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Bunlara ek olarak, şiddete maruz kalan kadınlar arasında yaşadıkları strese bağlı olarak yoğun baş ve sırt ağrıları ile mide ve bağırsak sorunları görülmektedir (Stewart ve Robinson, 1998; American Medical Association Council on Ethical and Judical Affairs, 1989; akt. Zara Page ve İnce, 2008: 88). Görüldüğü gibi, şiddete maruz kalma kadınlarda psikolojik etkilerin yanı sıra fiziksel olarak geçici ya da kalıcı etkiler de yaratabilmektedir. Şiddetin etkilerinin bu kadar derin olması, şiddetin önlenmesi gerektiğini kanıtlar niteliktedir Şiddetin Önlenmesi Şiddetin önlenmesi konusunda yapılması gerekenler özetlenecek olursa, kadının tehdit altında olduğu durumlarda arayabileceği 24 saat hizmet veren telefon hatları ile ambulans ve polis desteğinin sağlanması, polisin eşleri barıştırıcı tavrından uzaklaşıp kadının hakları doğrultusunda ona gerekli koruma desteğini sağlayabilmesi, şiddetin ruhsal boyuttaki sonuçları düşünüldüğünde şiddete uğrayan kadının kolay ve ucuz psikolojik desteğe ulaşabilmesi, evini terk ederek sığınağa yerleşen kadının en kısa zamanda kendi ayakları üzerinde durabilmesi için meslek edindirme ve konut bulma gibi konularda yardım edilmesi, sivil toplum örgütlerinin artırılması, boşanmalarda evi terk yükümlülüğünün erkeğe getirilmesi, kadınlara ucuz ev ve iş olanakları sağlanması ve medyayı kullanarak tüm bu konularda halkı bilinçlendirme aile içi şiddeti önleme anlamında gerekliliği kaçınılmaz adımlardır (Arın, 1996; İlkkaracan ve ark., 1996; Yıldırım, 1998; akt. Zara Page ve İnce, 2008: 91). Yukarıda sayılan önlemler genellikle kadınların şiddete uğradıktan sonra neler yapabileceği ya da hangi hizmetlerden yararlanabileceği üzerindedir. Tüm bu çabalara ek olarak, kadına yönelik şiddet konusunda toplumu bilgilendirici çalışmalar ve toplumsal cinsiyet rol kalıplarının değiştirilmesi, cinsiyetler arası eşitlikçi anlayışların üretilmesi amacıyla yapılacak çalışmalar da şiddetin önlenmesinde son derece etkili olacaktır. 788

268 3. AMAÇ Bu çalışmanın amacı, Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddet ve şiddet türlerine ilişkin tanımlamaları, şiddetin nedenleri konusunda neler düşündükleri, şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri, herhangi bir şiddet vakasıyla karşılaşıp karşılaşmadıkları, bu alanda neler yapılması gerektiği ve önerilerinin neler olduğunu belirlemektir. 4. YÖNTEM Araştırma niteliksel araştırma yöntemine göre dizayn edilmiştir. Niteliksel araştırma, insanların ve kültürlerin ayrıntılı, derinlemesine bir tanımını yapmak, insanların gerçekliğe yükledikleri anlamı, olayları, süreçleri, kavrayış ve anlayışlarını ortaya koymak için yapılan bir eylemdir (Kümbetoğlu, 2008: 47). Nitel araştırmanın derinlikli bakış açısından hareketle, bu araştırmada sosyal hizmet bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddet konusundaki algılarına yönelik bir kavrayış elde edilmek istenmiştir. Bu nedenle araştırma yöntemi olarak nitel araştırma yöntemi seçilmiştir. Araştırmanın verileri, sosyal hizmet bölümü öğrencileri ile gerçekleştirilen dört odak grup oturumu ile toplanmıştır. Odak grup görüşmesi, verilen bir araştırma konusunda bir ya da iki araştırmacının ve katılımcıların oluşturduğu bir grup içinde nitel veri toplama yöntemi olarak tanımlanmaktadır (Mack, Woodsong, Macqueen, Guest ve Namey, 2005: 51). Görüşülen kişilerden belirli bir konuya ait düşüncelerini açıklamaları ve bu düşüncelerini grup içinde tartışabilmeleri için imkan sunan bir tekniktir (Kümbetoğlu, 2008: 117). Odak gruplara damgasını vuran şey, grup etkileşimini kullanarak grup içinde var olan etkileşim olmaksızın ulaşılamayacak olan veriye ve kişilerin görüşlerine ulaşmaktır (Cronin, 2001: 166; akt. Kümbetoğlu, 2008: 117). Bu çalışmada odak grup tekniğinin seçilmesinin nedeni, öğrencilerin araştırma amacına yönelik görüşlerinin grup dinamikleri içinde karşılıklı etkileşim halinde öğrenilmek istenmesi ve öğrenciler arasındaki çeşitliliğin ortaya çıkmasının sağlanmasıdır. Odak grup görüşmeleri Mart 2012 tarihleri arasında araştırmaya katılmayı kabul eden Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü öğrencileri ile gerçekleştirilmiştir. Oturumların süresi dakika arasında değişmiştir. Yapılan görüşmeler ses kayıt cihazına alınmış, sonrasında deşifreleri yapılmıştır. Deşifresi yapılan görüşmeler iki araştırmacı tarafından körleme tekniği kullanılarak araştırmanın amacına yönelik ana temalara ayrılmış, beş ortak tema oluşturulmuştur. Oluşturulan temalar; öğrencilerin şiddet tanımlamaları, kadına yönelik şiddet tanımlamaları, kadına yönelik şiddet mekanları, nedenleri, şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi için önerileri şeklinde gruplandırılmıştır Katılımcılar Araştırma, dört odak grup oturumu şeklinde yapılmıştır. Odak grupların özellikleri şu şekildedir; birinci odak grup ikinci sınıfa devam eden dört kadın öğrenciden, ikinci odak grup ikinci sınıfa devam eden beş erkek öğrenciden, üçüncü odak grup ikinci sınıfa devam eden altı kadın öğrenciden ve dördüncü odak grup üçüncü sınıfa devam eden dört kadın öğrenciden oluşmaktadır. Öğrencilerin yaşları ortalama 22 dir. Araştırmaya 789

269 katılan toplam öğrenci sayısı 19 dur, katılımcılar beş erkek, on dört kadından oluşmaktadır. 5. BULGULAR Araştırma kapsamında bulgular beş ana temaya ayrılmıştır. Bu temalar; şiddetin tanımı, kadına yönelik şiddetin tanımı, kadına yönelik şiddetin nerelerde var olduğu, kadına yönelik şiddetin nedenleri, öğrencilerin şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda neler düşündükleri şeklinde belirlenmiştir Şiddet Nedir? Yapılan araştırma sonucuna göre, katılımcıların şiddet nedir? sorusuna verdiği cevaplar aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Tanımlamaların içinde şiddet türleri arasında, fiziksel, duygusal/ ruhsal, sosyal şiddet yer almaktadır. Katılımcılara göre şiddetin tanımı; kişiler arasında olan, belli bir kasıt içeren, içerisinde gücü ve öfkeyi barındıran, fiziksel, duygusal, ruhsal, sosyal olarak çeşitlilik gösteren karşıdaki kişiye zarar verici harekettir. Fiziksel olmasa da duygusal şiddetle karşılaşıyoruz günlük hayatımızda (4. Grup, 2. Görüşmeci). En azından annemiz babamız tarafından şiddet görüyoruz, o arkadaşınız kazandı siz niye kazanamadınız demek bile şiddet, karşılaştırma yapmaları. (4. Grup, 2. Görüşmeci) Aile içinde değil de sınıf arkadaşlarının yanında oluyor (4. grup, 3. Görüşmeci). Fiziksel, duygusal, sosyal (1. Grup, 1. Görüşmeci). Fiziksel, darp, sigara söndürme, vurma tekme atma, aşağılama, başka biriyle karşılaştırma, ve bunu bilerek yapma gibi (2. Grup, 6. Görüşmeci). Bireysel de olabilir. Bir kadının kendi kendine, vücudunda olabilir. İnsanlar arasında olmak zorunda değil bence. (3. Grup, 4. Görüşmeci). Fiziksel İşin içine güç girdiği zaman fiziksel şiddet oluyor. (1. Grup, 2. Görüşmeci). Bir kişi üzerinde kurulan baskı, ona zarar verici hareket (2. Grup, 5. Görüşmeci). Duygusal / Ruhsal Duygusal şiddet fiziksel şiddetten daha ağırdır. (1. Grup, 2. Görüşmeci). Unutulmayan daha duygusal anlamdaki şiddettir. (2. Grup, 5. Görüşmeci). Bazen kalıcı etkileri olan, bazen geçici etkileri olup yine de kalan acı vardır ama kapanmaz (2. Grup, 5. Görüşmeci). Psikolojik olarak insanın üstüne baskı kurarsan, buda bir şiddettir (2. Grup, 5. Görüşmeci). 790

270 Bilerek onun canını yakacağını bilerek, onda yıkım yapabileceğini bilerek, ona en hazmedemeyeceği noktada ağır konuşmak (3. Grup, 1. Görüşmeci) Kadına Yönelik Şiddet Nedir? Yapılan araştırmaya göre, katılımcıların Kadına yönelik şiddet nedir? sorusuna verdiği cevaplar aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Verilen cevaplarda öncelikle toplumsal baskı, toplumsal cinsiyet rollerinin farklılığı ön plana çıkmıştır. Toplumsal cinsiyet rol kalıpları öncelikle kardeşler arasındaki farkları açıklamışlar, gece dışarı çıkabilme, ev içi iş bölümü ve araba kullanabilme konuları üzerinde durulmuştur. Ayrıca kadına yönelik şiddetin cinayet ile eş anlamda olduğunu savunmuşlar; cinsel ve ekonomik olarak kadına yönelik şiddetin tanımlanabileceğini belirtmişlerdir. Bunlarla birlikte kadın üzerinde kurulan baskı nın da şiddet olduğunu açıklamışlardır. Namus kavramından çıkıp, namusun iki bacak arasında olduğunu düşünen erkekler tarafından kadına uygulanan şiddet demektir. (4. Grup, 2. Görüşmeci). Kadına yönelik şiddet diyince dövülmüş kadın ön plana çıkartılıyor ama duygusal şiddet arka planda kalıyor, cinsel şiddet hiç konuşulmuyor veya ekonomik şiddet hiç kimse anlatmıyor bunları (4. Grup, 3. Görüşmeci). Namusta var tabi ki işin içinde de ne bileyim erkeğin üstün olma çabası, kadının çalışmasına gelememek, kadının erkekten daha çok maaş aldığında evde problemlerin olması, anlaşmazlıkların olması veya kadına sen çocuğuna bak denmesi, ne yapacaksın çalışıpta denmesi bence duygusal şiddete giriyor. Kadın evde otursun çocuk baksın, onun dışında erkekte kendi gücünü göstersin (4. Grup, 4. Görüşmeci). Kadınları insan gibi görmüyorlar. (3. Grup, 6. Görüşmeci). Bayansan, saçın varsa, topuklu giyiyorsan tamam bitmiştir, her yerde bir şeyler olabilir. (1. Grup, 2. Görüşmeci). Yaralama, cinayet, psikolojik (2. Grup, 5. Görüşmeci). Boşandıktan sonra, eşin rahatsız etmesi psikolojik şiddettir. (2. Grup, 5. Görüşmeci). Toplumsal baskı Baskı da bir şiddettir. (2. Grup, 4. Görüşmeci). Ben erkeğim yaparım, sen kadınsın yapamazsın, bence buda şiddettir, kadını küçük görmek (1. Grup, 4. Görüşmeci). Kadının davranışının toplum tarafından sınırlandırılması (1. Grup, 1. Görüşmeci). Kadının mal eşya gibi görülmesi (1. Grup, 4. Görüşmeci). Bu kalem benim, basarım, kırarım, geri bir daha takarım. Öyle düşünüyorlar ama öyle bir şey yok yani (1. Grup, 2. Görüşmeci). 791

271 Hocam bir kere kadın hep ikinci planda olduğu için hep erkek artı bir olarak başlıyor her zaman. Yemek yapacak, çocuklara bakacak, erkekte çalışacak eve para getirecek. (3. Grup, 1. Görüşmeci). Hep bir erkekler üzerinden, erkekler yüzünden kılık kıyafetimize dikkat ediyoruz. Ben istediğimi giyemiyorum. Sen ne kadar dürüstte olsan, şöyle de olsan böylede olsan kısa giyemeyeceksin çünkü erkeğin nefsi var. Her şey onlar odaklı oluyor bizim hayatımızda. (3. Grup, 4. Görüşmeci). O hak etmiştir ondan tecavüz etmişlerdir düşüncesi var insanlarda. (3. Grup, 5. Görüşmeci). Toplum ne diyecek, akraba ne diyecek, komşu ne diyecek, ne yaparsan yap ama bana laf getirme diyor annem (3. Grup, 1. Görüşmeci). Benim annemde toplumu çok önemsiyor. Anneme diyorum ki anne azıcıkta beni önemse, bizi önemse, annemde diyor ki biri sizin hakkınızda konuşursa ben kime ne söylerim. (3. Grup, 6. Görüşmeci). Annem babam dışarı çıkmama izin verse hiç çıkmak istemem herhalde evden (4. Grup, 2. Görüşmeci) O erkektir yapar sen kızsın evinde otur, o toplar toplamaz o erkek ama sen toplayacaksın. Herkesin iki eli iki ayağı var ama işte bu cinsiyet rol ayrımından dolayı böyle oluyor. (4. Grup, 2. Görüşmeci) Kafada şekillenen bir rol var erkek çalışır, işten gelir, sofrayı hazırlamaz, o beklenir. Ama ne bileyim bir bayanda çalıştığında erkekte sofrayı kurup eşini bekleyebilir. Ama bizde böyle bir şey yok. Ve bunu genellikle bizim anne babamızda yapıyor, sen kızsın sen yap, mesela ben kardeşimden yedi yaş büyüğüm ama evde kardeşim daha baskın küçük olmasına rağmen. Hani bizim ailemizden gelen şeyler bunlar. (4. Grup, 4. Görüşmeci). Cinayet Boşanmak isteyen kadın öldürülüyor (2. Grup, 1. Görüşmeci). Eşinin kadına şiddet uygulaması, eşlerini öldürüyorlar (3.grup, 2. Görüşmeci). Cinsel Cinsel yönden de olabilir. Cinsel açıdan yaralanma hem çocuğu için de olabilir kendisi içinde. Eşi istemediği halde cinsel istekte bulunması ona karşı bir tecavüz oluyor. (3. Grup, 6. Görüşmeci). Ekonomik Ekonomik olabilir, evli bir bayan çalışmıyorsa, bireysel ihtiyaçlarını karşılamak istemesi (3. Grup, 2. Görüşmeci). Ekonomik bağımsızlığı yoksa daha çok şiddet görüyor. (2. Grup, 1. Görüşmeci). Kadına çalışmasına erkek tarafından izin verilip verilmemesi şiddet ya da ayrımcılık değildir. Bu normal kadını düşünmektir. (2. Grup, 4. Görüşmeci). 792

272 Eşine para vermemesi, mesela kadının kuaföre ihtiyacı olacaktır. En azından saçını kestirecektir ama eşi para vermediği sürece bence buda ekonomik bir şiddet (4. Grup, 4. Görüşmeci). Eve bir şey alınması gerekecektir eşi derki gir şunu al, kadının parası yoksa nasıl alacak, eve dönünce o da fiziksel şiddete dönecek büyük ihtimalle, niye almadın, niye yapmadın diye (4. Grup, 4. Görüşmeci) Kadına Yönelik Şiddet Nerede? Yapılan araştırmaya göre, Kadına yönelik şiddet nerelerde vardır? sorusuna verilen cevaplar aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır. Katılımcılara göre kadına yönelik şiddet Evde, işte (çalışma hayatı), sokakta, okulda, trafikte, ilişkilerde, her yerde vardır şeklinde tanımlanmıştır. Anne-babanın çocuğa karşı, arkadaş arasında olabilir, akrabalar olabilir, insanın olduğu her yerde olabilir şiddet (3. Grup, 6. Görüşmeci). Bir tek evlilikte değil kadına yönelik şiddet her yerdedir. Sokakta her yerde trafikte (2 grup, 3. Görüşmeci). Trafikte olabilir, en ufak bir kusur gördüklerinde küfür etmeye başlıyorlar, karşılık verdiğimizde yarışmaya başlıyorlar (2. Grup, 2. Görüşmeci). Okulda var ne kadar inkar etsek de, duygusal ya da fiziksel olarak var (2. Grup, 5. Görüşmeci) İş yerinde de kadına yönelik şiddet var. Mesela maaşına zam vermek istiyor, karşı taraf genelde erkek oluyor. Bunun karşılığında beraber olmak istiyor. Sürekli kadından hep bir karşılık bekleyerek bakıyorlar. (3. Grup, 1. Görüşmeci). İş hayatında yüksek düzeydedir. Geçmişten gelen bir gelenek erkekler çok olduğu yerde kadının sözü yoktur. Kültürümüzde olan bir şey, bizim yapacağımız pek bir şey yoktur. Büyüklerimiz öyle gördüğü için bize öyle iletiyorlar. Ama bu da kültürden kültüre değişir. Ama diğerlerini yargılayamayız çünkü kültürümüzün getirdiği bir şey. (2. Grup, 5. Görüşmeci). Otobüste giderken bile şiddete uğruyoruz yani. (4. Grup, 2. Görüşmeci). Yılbaşında Taksim de yaşanan şeyler hepsi, dışarıda bile şiddete uğrarız evin içinde olmamıza gerek yok bence. Sokakta yürürken bile şiddete uğrayabiliyorum yani. Birinin bana kötü gözle bakması, bir laf atması bile bir şiddet. (4. Grup, 2. Görüşmeci). Otobüste bana yer verilince şiddete uğradığımı düşünüyorum, çünkü bende bayanım ve ayakta durabilirim, sen otur yani o zaman. Mesela bayanlar araba kullanamaz cümlesi bile benim için bir şiddet (4. Grup, 2. Görüşmeci). Otobüste yer verirler ama evde de ayakta bekletirler bayanları. (4. Grup, 2. Görüşmeci) Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri Nelerdir? Kadına yönelik şiddetin nedenleri sorulduğunda öğrencilerin bu konuda öncelikle toplumda, ailede, arkadaş çevresinde var olan kalıp yargıların öğrenilmesini ön plana 793

273 çıkardıkları görülmüştür. Özellikle kadın öğrencilerin yer aldığı oturumlarda aile içinde erkek çocuğa fazla değer verilmesinin altı çizilmiştir. Anneler erkek çocuklarını dünyanın tek varlığı gibi, tek odak noktası gibi yetiştiriyorlar ve bence bütün sorunlar burada başlıyor. İşte, benim oğlum, benim oğlum (1. Grup, 2. Görüşmeci). Toplumsal cinsiyet rolleri Ben ne kadar karşı çıksam da, erkek ne yaparsa kadın da aynısını yapabilir desem de, aile tarafından yine bir baskı, onların istediklerini yapıyormuş gibi gözüküyorum ama toplumun istediklerini yapıyormuş gibi gözüküyorum ama kendi içimde söylediklerinin hiçbirini yapmıyorum. Ama gece erkek kardeşim dışarı çıkabilirken ben çıkamıyorum. Evde hani kıyamet kopsa da, babam hani Senin çıkmana izin veririm ama komşular ne der? durumu olduğu için çıkmama izin verilmiyor. (4. Grup, 2. Görüşmeci). Kadına yönelik şiddetin nedenleri konusunda üzerinde durulan bir başka önemli nokta da, aile içinde şiddet yaşanmasıdır. Ailesinde şiddet gören ya da şiddete şahit olan kişilerin şiddet gösterme oranın yüksek olduğuna değinilmiştir. İki tane seçenek var: Evde annesi çok şiddet görüyor, çocuk ilerleyen yaşlarda mesela ya onun tam tersini yapıyor. Benim annem çok şiddet görmüştü, ben aynısını yapmayayım, eşime uygulamayım. Ya da hani, aynısını yapıyor. (1. Grup, 4. Görüşmeci). Erkek öğrencilerin oluşturduğu odak grupta kadına yönelik şiddetin nedeni olarak işsizlik ön plana çıkan bir neden olarak görülmüştür. Erkeğin işsiz kalması durumunda şiddet uyguladığı vurgulanmıştır. Genel olarak tüm gruplarda kadının ekonomik bağımsızlığının olmaması şiddetin nedeni olarak belirtilmiştir. Kadının işe yaramıyor olarak erkeğe hakarette bulunması. Daha evi geçindiremiyorsun, sen nasıl adamsın?... Kadına şiddetin en büyük yapılma nedeni işsizlikten dolayı Kadın belli şeyleri istiyor, eşi ona sağlayamadığı zaman İşe yaramaz diye sarf ettiği sözler yüzünden (2. Grup, 5. Görüşmeci). Kadın bir şey demese bile adama koyuyor. (2. Grup, 4. Görüşmeci). Eğer kadının kariyeri erkekten yüksekse o da sorun olabilir. (2. Grup, 5. Görüşmeci). Daha yüksek maaş alıyor. Alabilir de gurur duyarım. Fakat şimdi, alır da ona buna karışırsa (2. Grup, 4. Görüşmeci). Erkek grubunda bir öğrencinin şiddet uygulayan erkeği hasta olarak nitelendirmesi dikkat çekicidir. Bir hastalık bence ya. Bir erkek eşini neden dövsün yani? Hastadır yani büyük ihtimalle. Düşünsenize eve gidiyor, yemek kötü diye eşini dövüyor. Bu ne ya? Böyle bir şey olmaz. (2. Grup, 4. Görüşmeci). Öğrencilerin şiddetin nedenleri konusunda değindikleri geçmişten gelen bir alışkanlık, kültürün etkisi, toplumsal baskı gibi kavramlar şiddetin nedenleri konusunda geçmişten gelen ve toplumda var olan kabullerin önemli rol oynadığını düşündüklerini göstermektedir. 794

274 5.5. Şiddet Ne Hissettirir? Öğrencilerin şiddet mağduru olsalardı ne hissedecekleri sorusuna verdikleri İyi bir şey hissetmezdim, Çok kötü gibi cevaplar, kendilerini şiddet mağduru birinin yerine koyduklarında ne hissettiklerini açıkça göstermektedir. Bu noktada, kadın öğrencilerin oluşturduğu gruplarda daha çok güçsüzlük, çaresizlik, psikolojinin bozulması gibi durumlar ortaya konurken, erkek öğrencilerin öfke, öç alma isteği gibi duyguları ifade etmesi şaşırtıcıdır. Küçülmüş, elinden bir şey gelemeyen (1. Grup, 1. Görüşmeci). (Duygusal şiddete uğradığında) Ben çok çaresiz hissediyorum. (1. Grup, 4. Görüşmeci). Kaçmanın yollarını arayacak gücü bulamazdım kendimde. (4. Grup, 4. Görüşmeci). Sana yapıldığı zaman sen de onu dövecen hissi uyandırır insanın içinde hani. Bana yapıldı ya bir dahakine ben başkasına yapacağım der gibi. Psikolojin bozulur yani, alt üst olur illa ki. (2. Grup, 5. Görüşmeci) Önerileri Nelerdir? Öğrencilere Kadına yönelik şiddet nasıl önlenir? Bu konudaki önerileriniz nelerdir? diye sorulduğunda, her grupta bunu önlemenin çok zor olduğu ve kadına yönelik şiddetin bitmeyeceği cevabı alınmıştır. Bence bunu değiştirmek çok zor ya. (1. Grup, 1. Görüşmeci). Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için eğitim hizmetleri, cezaların artırılması, rehabilitasyon programları, ekonomik iyileştirme gibi öneriler getirilmiştir. Yaptırımı güçlü olacak. Trafik cezası gibi değil de, ne bileyim, hapis cezası olacak ya da ne bileyim çok yüksek miktarda para cezası. Ya da farklı bir ceza sistemi gelecek, bilmiyorum. Yoksa hani cezası olmazsa biz bir şey yapmıyoruz çünkü hani, sallamıyoruz, umursamıyoruz. (1. Grup, 2. Görüşmeci). Mesela çalışmıyor kadın, erkek işte şiddet uyguluyor kadına. Kadın çalışmadığı için çocuklarına bakamayacağı için erkeğe katlanıyor. Kadına bir destek hani devletin destek olması. En azından ne kendisinin ne de çocuklarının onu yaşamaması için (3. Grup, 2. Görüşmeci). Lisede, ortaokulda saçma sapan dersler gördük, liseden ya da ilkokuldan itibaren çocukların yaşlarına göre kadın hakları, bunlar çocuklara öğretilse (3. Grup 4. Görüşmeci). Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için medyanın rolünün çok büyük olduğu öğrenciler tarafından dile getirilmiştir. Bence en iyisi medya. Herkes gazete okumuyor, dergi okumuyor. Televizyon herkes izliyor. (3. Grup, 3. Görüşmeci). Medyada mesela aklıma şu geldi benim. Niye mesela çamaşır makinesi ya da bulaşık makinesi reklamlarında niye kadın? Orda mesela çamaşır asan kadın. 795

275 Hani, bir değişiklik olsa erkeğin çamaşır astığını düşünsek? Reklamlarda, filmlerde, ne şekilde olursa olsun Kadına biçilen rol aynı. (4. Grup, 4. Görüşmeci). Şiddetin önlenmesi konusunda önerilen bir başka hizmet türü de, evlilik öncesi çiftlere danışmanlık verilmesi, anne baba olma konusunda eğitimler verilmesi gibi koruyucu önleyici hizmetler olmuştur. 6. SONUÇ Sosyal hizmet bölümü öğrencilerinin kadına yönelik şiddete ilişkin görüş ve düşüncelerini öğrenmeyi amaçlayan bu çalışmada, öğrencilerin şiddeti fiziksel, duygusal/ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik olarak sınıflandırdıkları görülmüştür. Bununla birlikte, kadına yönelik şiddeti ise cinayet, fiziksel, duygusal, ekonomik olarak tanımlamışlar, bunun yanında toplumsal baskının da şiddet tanımlaması içine dahil edilebileceğini belirtmişlerdir. Öğrenciler, kadına yönelik şiddetin sadece ev içinde kalmayıp, sokakta, trafikte, çalışma hayatında, okulda kısacası toplumsal hayatın her alanında ortaya çıktığını ifade etmişlerdir. Kadına yönelik şiddetin nedenleri konusunda özellikle aileden, çevreden, toplumdan öğrenme ve içselleştirme, ekonomik bağımsızlık, işsizlik gibi toplumsal ve kültürel etkenlerin rol oynadığı; eğitim seviyesinin şiddeti uygulamaya neden olmadığı sonucuna varılmıştır. Kadın öğrenciler, şiddet mağduru olsalardı çaresizlik, güçsüzlük, çökkünlük gibi duyguları hissedeceklerini belirtirken, erkek öğrenciler öfke, hırs, öç alma gibi duygular besleyeceklerini belirtmişlerdir. Son olarak, kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik önerileri ise kadınların eğitilmesi, cezaların artırılması, medyanın bu konuda farkındalık kazandırmada etkili bir araç olarak kullanılması, rehabilite hizmetlerinin geliştirilmesi, ailelere yönelik ekonomik iyileştirmeler yapılması yönündedir. KAYNAKÇA American Medical Association Council on Ethical and Judical Affairs (1989). Report on sexual harrassment and exploitation between medical supervisees and trainers. Chicago: American Medical Association. Arın, M. C. (1996). Kadına yönelik şiddet. Cogito, 6, Ayata, G., Eryılmaz, S., Kalem S. (2011). Ailenin korunmasına Dair Kanun Kimi Ve Neyi Koruyor? Hakim, Savcı, Avukat Anlatıları. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Ayata, G., Eryılmaz S., Oder, B. (der.), (2010). Kadın Hakları: Uluslararası Hukuk ve Uygulama, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Cronnin, A. (2001). Focus Groups, N. Gilbert (Der.) Researching Social Life, Sage Pub., Londra. 796

276 Çaylı Rahte, E. (2010). Aile İçi Şiddet ve Medya: Gündüz Kuşağı Televizyonunda Şiddetin Görünürlüğü ve Yeniden Üretimi. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 30; Çelik, N. B. (2000). Talk Show larda Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın İmgesi. Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: KİV Yayınları. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporu: Özet (2002). Genova: World Health Organization. İlkkaracan, P., Gülçür, L. ve Arın, C. (1996). Sıcak Yuva Masalı. İstanbul: Metis Yayınları. Köker, E. (2000). Medya Çalışanlarının Cinsel Şiddeti Yorumlama Biçimleri. Televizyon Kadın ve Şiddet, Nur Betül Çelik (Der.), Ankara: Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Yayınları, s Köse, A., Beşer, A. (2007). Kadının Değiştirilebilir Yazgısı Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 2007; 10 (4): Şiddet. Atatürk Kümbetoğlu, B. (2008). Sosyolojide ve Antropolojide Niteliksel Yöntem ve Araştırma. İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Mack, N., Woodsong, C., M. Macqueen K., Guest, G., Namey, E. (2005). Qualitative Research Methods: A Data Collector s Field Guide. USA: Family Health International. Mor Çatı Kolektifi (1998). Kadına yönelik şiddetin araştırılması sorunları. Geleceğim Elimde, Mor Çatı Yayınları, Öztunalı Kayır, G. (1998). Kadına yönelik şiddetin araştırılması sorunları. Geleceğim Elimde, Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı içinde, (s.17-32), İstanbul: Mor Çatı Yayınları. Stewart, D. E. ve Robinson, G. E. (1998). A review of domestic violence and women s mental health. Archives of Women s Mental Health, 1, WHO (1996). Violence against women.who Consultatiton, Geneva, 5-7. Yardım, N. (2001). DSÖ nün kadın sağlığının çeşitli konularındaki görüş ve mesajları. Aktüel Tıp Dergisi, 6(1): 78. Yıldırım, A. (1998). Sıradan Şiddet: Kadına ve Çocuğa Yönelik Şiddetin Toplumsal Kaynakları. İstanbul: Boyut Kitapları. Zara Page A., İnce, M. (2008). Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme. Türk Psikoloji Yazıları, Aralık 2008, 11 (22), Haziran 1985 tarihli ve 3232 sayılı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine Katılmanın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 25 Haziran 1985 tarihli ve sayılı Resmî Gazete. 797

277 YÜKSEKOVA DA KADIN OLMAK Özet Behçet Kemal YEŞİLBURSA * Özlem BAYKAL ** Kadınlar, yüzyıllardır yaşamın her alanına katkıda bulundukları halde olanaklardan yeterli pay sahibi olamamışlardır. Kadınlar en temel hakları olan eğitim, sağlık ve istihdam olanaklarından yararlanma konusunda hemen hemen tüm ülkelerde erkeklerin gerisinde görünür. Dünyanın her yerinde kadının şiddete ve baskıya maruz kalmasının temel nedeni, toplumların eğitimsizlik sorunu ve kadını sadece bir objeden ibaret görmeleridir. Birçok ülkede yapılan yasalar, kadına karşı şiddeti önleme açısından yetersiz kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra, kadınlara sosyal ve siyasal alanda haklar verilmesi ile kadınlarımız günümüze kadar bir gelişim sürecine girmiştir. Ancak, Türkiye de bütün kadınlar eşit haklara sahip olsalar da, bölgeler arasında büyük farklar söz konusudur. Doğu ve Güneydoğu da yaşayan kadınlarımız yıllardır birçok sorun yaşamaktadırlar. Ayrıca doğuda kadınlara, çocukluğunu yaşamadan, toplum ve aile tarafından verilen ağır yükümlülüklerin, kadınların ve çocukların hayatını ne denli etkilediği de önemlidir. Hakkâri nin Yüksekova ilçesinde yaşayan kadınların büyük bir çoğunluğu, fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddete maruz kalıyor ve kadına karşı şiddet çocuklar üzerinde de etkiler meydana getiriyor. Son yıllarda, Yüksekova da okuyan kız sayısında hızlı bir artışın olmasının nedenleri ve sonuçları üzerinde de durmak gerekir. Yüksekova da, kadının geleneksel baskıya maruz kalmasının yarattığı sosyolojik sorunlar, devlet politikaları ile de giderilemedi. Yüksekova da tamamıyla aynı şartlarda yaşayan kadınlar söz konusu iken, birbirinden çok farlı kaderlere sahip kadınlar da var. Eğitimli ve refah düzeyi yüksek olan kadınların genelde toplumsal sorunları varken, şehirde kötü yaşayan ve köylerde yaşayan kadınların her açıdan sorunları mevcuttur. Bu kadınlar kaderlerine boyun eğmekten başka çarelerinin olmadığını düşünmekteler. İşsizlik ve eğitimsizlikten doğan büyük sorunlar, Yüksekova da erkekleri çağı yakalamakta yetersiz bırakırken, birçok kadını ve kız çocuğunu da zorlu bir yaşama mahkûm etmiştir. Böylece cinsel istismar, şiddet, baskı, kontrol ve kuma meselesi gibi birçok unsur Yüksekova da kadının hayatını çıkmaza sokmuştur. Anahtar kelimeler: Yüksekova da kadın, kadına yönelik şiddet, Doğu ve Güneydoğu da kadın sorunları. Abstract Although women have participated in all areas of life for centuries, they have never had a sufficient share of opportunities. In almost all countries, women appear to be behind men regarding basic rights such as education, health and employment. The basic reasons why women all over the world are exposed to violence and oppression are lack of education and the view of women as an object. Laws passed in many countries have not been enough to prevent violence against women. After the proclamation of the Republic of Turkey, women were given social and political rights in a process of development that has continued until today. However, even if all women in Turkey have been given equal rights, there are large regional differences in the application of these rights. Women living in the Eastern and Southeastern regions of the country * Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, yesilbursa_b@ibu.edu.tr ** Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, ozlembaykal_ibu@hotmail.com 798

278 have experienced many problems for years. Moreover, the degree to which the heavy duties assigned by families and society to the women of these regions from a young age is a significant factor. A majority of the women living in Yüksekova, Hakkari, are exposed to physical, psychological, economic and sexual violence, which also affects children as a result. It is also necessary to dwell upon the reasons why the number of girls attending schools in Yüksekova has increased rapidly in recent years. The social problems created by the exposure of women to traditional oppression have not been solved by state policies. While there are many women living in very similar conditions, there are also those who have fates very different from each other. While educated women of high welfare levels generally have social problems, women living in bad conditions in cities and villages experience a wider range of problems. These women believe they cannot do anything but accept their fate. The great problems arising from unemployment and lack of education have left the men of Yüksekova unprepared to keep up with the times, and have condemned many women and girls to a hard life. Thus, factors such as sexual exploitation, violence, oppression, control and their husbands taking other wives have pushed women's lives into a point of no return. Key words: Women in Yüksekova, Violence against women, Women s problems in Eastern and Southeastern Anatolia. 1. Giriş Kadınlar yüzyıllarca üretimin her aşamasına katkıda bulundukları halde kalkınmanın olanaklarından yeterli pay alamamışlardır. Bu durum 1970 lerden itibaren kalkınma programlarının, ülke politika ve uygulamalarının kadınlar açısından gözden geçirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Kadınlar en temel insan hakkı olan eğitim, sağlık ve istihdam olanaklarından yararlanma konusunda hemen hemen tüm ülkelerde erkeklerin gerisindedir. Dünyanın her yerinde, sokakta, evde, işyerinde kadınlara yönelik taciz ve şiddet olayları yaşanmakta, ancak bu konuda etkin önlemler alınamamaktadır. Son yıllarda, özellikle Türk toplumunda kadın sorunu, tümüyle kadınlara tanınan yasal haklar yönünden incelenmiş ve bu hakların kullanılması açısından bölgesel ve eğitimsel farklılıklar araştırılmıştır. Fakat Türk toplumunda tek bir kadın sorunundan söz etmek mümkün değildir. Örneğin, kırsal kesimde ücretsiz tarım işçisi olarak çalışan kadınların ve kentlerde kamu yönetiminde çalışan kadının, kadın olmalarından kaynaklanan ortak sorunları yanı sıra, yasal haklarından yararlanma dereceleri bakımından da birbirlerinden farklı sorunları olduğu bir gerçektir. Türkiye de uzun bir geçmişi olan toplumda cinsiyet eşitliğinin son yıllarda yasal çerçevesi genişletilmiş ve kadınların toplumdaki rolünü güçlendirmeyi hedefleyen devlet politikaları yaygınlaştırılmıştır. Birçok politika ve düzenlemelerle, kadın erkek eşitliğinin hukuki zemini güçlendirilmekle birlikte bu hakların hayata geçirilebilmesi açısından uygulamada sorunlar yaşanmaktadır. Kız çocuklarının okula gitme oranının düşük olması, kadınların sağlık hizmetlerine ulaşım, istihdam ve karar alıp-verme süreçlerine eşit katılım gibi alanlarda halen önemli sorunlar mevcuttur. Toplumsal yapı içindeki cinsiyetçi değer ve yargılar, kadınların sosyal yaşam alanında, gündelik yaşam kolaylıkları içinde mevcut yasal haklardan yararlanmalarının önünde engeller oluşturmaktadır. Bu nedenle toplumsal anlayış ve davranış biçimlerimizin gözden geçirilmesi, 799

279 sorgulanması ve değiştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizde kadınların sosyal ve ekonomik konumlarını iyileştirmek için ilgili tüm taraflarca çalışmalar yapılması ve olumsuz göstergelerin iyileştirilmesi gerekmektedir. Türkiye de kadına yönelik şiddetin arttığı gözlenmektedir. Kadını insan olarak görmeyen sadece cinsel bir obje veya daima erkeğin hizmetinde olan bir köle olarak görülmesi oldukça eski tarihlere dayanır. Türkiye nin gelişmemiş veya az gelişmiş bölgelerinde kadının hayata tutunması oldukça zor olan bir durumdur. Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde geçmişten gelen kalıplaşmış gelenekler, eğitim olanaklarının az oluşu yüzünden bu konuda bir yol kat edilememiştir. Yüksekova doğuda İran devleti ve Şemdinli ilçesi, güneyde Irak devleti, batıda Çukurca ilçesi ve Hakkâri ili, kuzeyde Van ilinin Başkale ilçesi ve İran devleti ile çevrili bir ilçedir. Yüksekova kişilik bir nüfusa sahip Hakkâri ye bağlı bir ilçedir. Bu nüfusun 59, 662'si ilçe merkezinde, 42, 377'si ise köylerde yaşamaktadır. Yüksekova'ya bağlı 49 köy ve köylere bağlı 106 mezra bulunmaktadır. Ancak terör nedeniyle köy ve mezralardaki nüfusun büyük çoğunluğunu ilçe merkezine göç etmiştir. İlçede göç nedeniyle işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Geçim kaynağı hayvancılık ve tarıma dayanmaktadır. 2. Araştırmanın Amacı Araştırmanın amacı kadına yönelik şiddetle daha iyi bir şekilde mücadele etmektir. Yüksekova örneğinden yola çıkarak Türkiye nin her yerinde kadına karşı şiddet ve büyük haksızlıkların önüne geçmek için bir takım politika ve programların geliştirilmesine katkı sağlamaktır. Yaptığımız bu çalışma ile kadının sosyal ve ekonomik sorunlarını ve gereksinimlerini kamuoyuyla paylaşmak amaçlanmıştır. 3. Araştırmanın Yöntemi Yüksekova da kadın olmak çalışmasında kartopu tekniği kullanılmıştır. Bu teknik sayesinde toplam 30 kadın ile mülakat yapılmıştır. Görüşülen kadınlar çeşitli kategorilere aittir. Ev kadınları, boşanmış kadınlar, dul kadınlar, kumaya maruz kalmış ve kuma olan kadınlar, öğretmen, avukat, öğrenci ve çalışan kadınlarla görüşülmüştür. Araştırmada hem Yüksekova merkezinden hem de birkaç köyden kadınlarla mülakatlar yapılmıştır. 4. Toplumsal Sorunlar Şiddet sözcüğü, Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Şiddet, sertlik, yumuşaklığın ve rahat bir yaşamın tersi, zamanın iğrençliklerinden insana bulaşan şey demektir. Şiddetin psikolojik tanımı ise, düşmanlık ve öfke duygularının kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı ve fiziksel zor yoluyla dile getirilmesidir. Şiddetin değersel boyutunu aile ve aşiret reisliği gibi toplumsal statülerin kaba kuvvet kullanımını gerektirdiği düşüncesi ve baskı mekanizmasının sosyal mevkilerde istikrarı sağladığı inancı oluşturmaktadır Şiddet bir bakıma başkalarına hükmetme girişimidir. Doğal olarak bu şekilde bir girişimde güçlü, güçsüzü; kuvvetli, zayıfı boyunduruk altına almaya çalışacaktır. (Tahir, 1990: ). Türkiye de başta Doğu ve Güneydoğu da olmak üzere başka bölgelerimizde de kadınlar haksızlıklara ve şiddete maruz kalabilmektedir. Kadının varlığını bile önemsemeyen toplumların olduğu bilinmektedir. Toplumsal kuralları ağır basan kapalı toplumlarda, kadına yönelik şiddet ve haksızlıklar oldukça sık görülmektedir. 800

280 Ülkemizde dayak ve istismar konusu daha çok Güneydoğu da söz konusu iken son yıllarda Türkiye nin her yerinde aynı sorunlarla karşılaşmaktayız. Batı bölgelerinde kadınların çoğu bilinçli ve okumuş olduğundan, sorunlarını hukuki yollarla arayıp sonuca ulaşabiliyorlarken, Doğu ve Güneydoğu da okumamış kadınların böyle bir şansı pek olmamaktadır. Bunun nedenlerini sıralarsak tabi ki toplumsal kontrol ve baskı, aileler arasında güçlü bağlar ve gelenekler ilk sırada yer almaktadır. Yüksekova da kadın aşiret toplum anlayışı içinde kendisine biçilen değer ve konum açısından iç açıcı bir durumda değildir. Yüksekova da var olan toplumsal yapı, gelenekler, örf ve adetlerden oluşur. Aşiretlerden meydana gelen toplum, geleneksel küçük kozmik bir yapıya sahiptir. Aşiretler genelde aynı soya mensup kişilerin sayıları doğrultusunda büyüktür ve aşiretler arasında ortak konular olduğu kadar, farklı özelliklerde söz konusudur. Bir aşiret içinde yer alan aileler arasında bile gelişmişlik farkı vardır. Ataerkil bir yapı hâkim olduğundan, kadınlar için oldukça dar bir yaşam alanı biçilmiştir. Halkın geçmişten beri temel gelir kaynağı, tarım ve hayvancılık olmuştur lardan itibaren uyuşturucu, sigara ve hayvan kaçakçılığı gelir kapısı olarak görüldü. Bu ticaret yolu para kazanan ailelere modernliği ve çağdaşlığı getirmedi. Birçok aile zengin olurken ve İstanbul un en gözde semtlerinde ihtişamla yaşarken, kadına değer verme konusunda maalesef pek bir yol kat edilemedi. Kırsal kesimde okumamış erkeklerin bir anda zengin olması, aslında kadına karşı haksızlıkların yapılmasına daha çok sebep teşkil etmiştir. Yüksekova yıllarca eğitim olanaklarından yoksun kaldı. Bu sorunun temelinde geçmiş iktidar partilerinin de büyük hataları görülür. Kız çocuklarının eğitimden yararlanmasını sağlayamamışlardır. Yüksekova da, toplum eğitim ile geç tanıştığından, kadın-erkek arasında büyük bir eşitsizlik görülmektedir. Güneydoğu nun birçok yerinde olduğu gibi, Yüksekova da da kadınlar ikinci sınıf insan muamelesi görmektedir. Köylerde kadınlar çok ağır şartlarda yaşarlar. Yüksekova nın civar köylerinde görüştüğüm birçok kadın hayatından memnun gibi görünse de, aslında acı dolu bir yaşamın pençesinde yaşadıklarının farkındalar. Kadınların çoğu, okuma yazma bilmiyor ama genç kızlar okula gitmese de televizyondan ve gazetelerden okuma yazmayı öğrenmişler. Köylerde yaşayan birçok kız erken yaşta okuldan alınıyor ve aileleri sebep olarak da maddi sıkıntıları ayrıca köyden Yüksekova ya gittiklerinde barınma sorunu ile karşılaşmalarını gösterir. Köylerde evin reisi sadece baba olmuyor, dedeler ve nineler de evde karar mekanizmasının bir parçası oluyorlar. Evdeki çocukların giyim kuşamlarından tutun, eğitimlerine kadar her şeye müdahale etmektedirler. Tabi evdeki gelinlerle bu konuda konuştuğumuzda, onlar bu durumdan hiç memnun olmadıklarını, bu nedenle çekirdek aile yapısına özendiklerini dile getirmektedirler. Toplumun eğitimden uzak kalması ve ataerkil yapının böylece daha baskın olması, kadınların dışarı çıkarken sokakta çok fazla sözlü tacize maruz kalmalarına neden olmaktadır. Bu sorunun temeli erkeklerin eğitimsiz olmaları, kadını sadece cinsel bir obje olarak görmeleri ve kadının evden başka bir yaşam alanının olmadığını düşünmeleridir. Yüksekova da her kadın sözlü tacizden rahatsız olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Yüksekova da toplumsal yapıda kadına yüklenen sorumluluklar fazlasıyla ağırdır. Daha çocuk yaşta bir kız, hem topluma karşı hem de aileye karşı sorumlu oluyor. Bu zamanla kadın 801

281 için büyük bir sorun oluyor. Özellikle evlilikler ve boşanmalarda kendi kararını veremiyor. Yüksekova da geleneğin bir parçası olan altın takı, genç kızların gözlerini kamaştırdığı kadar mantıksız evlilikler yapmalarına da neden oluyor. Ayrıca birçok erkeğin cinsel arayışı nedeniyle yaptığı ikinci evliliklere, ilk eşler tepki gösteremiyor ve bu durumu kabulleniyor. Erkek ilk eşine çok sayıda altın alarak onu susturma yoluna giriyor ve kadın bilinçsiz ve çaresiz olduğundan bu duruma göz yumuyor. Bunu yaparken de kadınlık gururundan ödün veriyor. Eğitimsiz aileler altını bu kadar önemseyip sosyal hayata yön veren bir araç olarak görseler de, eğitimli modern Yüksekovalı birçok aile tam tersini düşünmektedir. Onlar kızlarını sonuna kadar destekleyen, okutan, yeri geldiğinde yurt dışına eğitim için gönderen ve evliliklerinde doğru kararı vermeleri için sonuna kadar arkalarında duran ailelerdir. Bu aileler, geçmişten beri batıya açılmış ve batının doğru yeniliklerini alıp, Yüksekova da ki yaşamlarına yansıtmışlardır. 5. Evlilik Kızların zorla evlendirilmesi konusu, çok tartışılan bir meseledir. Buna da açıklık getirilirse, son yıllarda bu konuda büyük değişimler oldu. Okuyan kız sayısının artmasıyla bu değişim sağlandı diyebiliriz. Tabi okumayan kızlarda çağa ayak uydurduğu için, evliliklerini kendi istekleri doğrultusunda yapma şansına sahip oldular. Eskiden evlenecekleri erkeği düğün gecesi tanırlarken, artık severek ve anlaşarak evleniyorlar. Bir hususa değinmek gerekirse, o da ne yazık ki evlilik yaşının hala çok düşük olmasıdır. Her ne kadar kendi istekleri doğrultusunda evlenseler de, bilinçli evlenmiyorlar. Bu yüzden, son yıllarda Yüksekova da boşanmalar da büyük bir artış oldu. Önceleri boşanma meselesi bir hayal iken şimdi çok doğal görülüyor. Ama çocuğu olanlar maalesef çocuklarını alıp baba evine dönemiyorlar. Kadının ailesi kabul etse bile, erkek tarafı buna müsaade etmemektedir. Bu nedenle kadınlar için her ne kadar yaşama hakkı konusunda iyileştirmeler görülse de, bir taraftan ataerkil yaptırımların esiri olmaktan kurtulamıyorlar. Yüksekova da sosyal yaşam açısından çalışan kadınlar, okuyan kadınlar ve okumayanlar aynı çerçeveye hapsedilmişlerdir. Yüksekova da doğum oranı yüksek olduğu için yapılan evliliklerde fazla olmaktadır. Bu evliliklerde yaş oranı da oldukça düşüktür. Boşanmış kadınlarla yapılan görüşmelerde boşanma sebepleri olarak eşleri ve kayınvalideleri tarafından sık sık şiddete ve baskıya maruz kalmayı gösterilmiştir. İmam nikâhıyla evlenmiş kadın örnekleri var. Resmi nikâh yapılacak diye oyalan, çocuk sahibi olmuş, daha ayakları yere basmayan kadınlar da var. Gördüğü şiddet nedeniyle evini terk edip, baba evine geri dönen, üstelik çocuklarından ayrılmak zorunda kalanlar var. Boşanması geleneksel kurallara göre yapılan, çocuğunun velayeti konusunda hiçbir hukuki girişimde bulunamayan kadın örnekleri var. Bölgede dinlediğim kadınlardan bir hayat hikâyesi de şu şekilde: dört kız çocuğu olan bir kadın severek evlenmiş ama zamanla eşinin ailesi tarafından evliliğinde büyük sorunlar çıkarılmış. Özellikle erkek çocuk sahibi olmaması büyük bir sorun haline getirilmiş ve boşanmasına kadar etki etmiştir. Son çocuğunu doğururken de hastanede tek başına bırakılmış. Eşinin ailesinin kendisini istemediğini anlayınca ve eşi tarafından aldatılınca boşanmış. Boşandığı için de hiç pişman olmadığını söyleyen kadının tek sorunu Yüksekova toplumunun boşanmış kadınları kötülemek olduğunu söyledi. Çocuklarının da çevrenin olumsuz konuşmaları yüzünden psikolojik sorunlar yaşadığını ve tedavi edildiğini de ekledi. 802

282 37-45 yaş arası mülakat yaptığım kadınlara nasıl evlendiklerine dair sorular sorduğumda çoğu düğün gecesi eşleriyle tanıştıklarını söyledi. Görücü usulü ya da berdel evliliklerde Yüksekova merkezde ya da köylerde bu sorun söz konusuydu. Tabi şimdi böyle bir durum yok denecek kadar az. Okumamış köy kızları da artık görücü usulü ya da berdel evliliklere karşı çıkıyor ve severek evlendiklerini görebiliyoruz. Okuyan kesim daha çok kariyer yaptıktan sonra evlenir ve çoğu dışarıdan biriyle evlenmeyi tercih eder. Onlar geleneksel evlilikleri sonuna kadar eleştirir ve mantık evliliğinin daha önemli olduğunu vurgularlar. Yüksekova da eskiden dışarıdan yapılan evlilikler aileler açısından sorun olurken, günümüzde gayet doğal karşılanmaktadır. Okumuş gençlerin bir kısmı da içerden evlilikler yaparlar ama evlendikleri kişilerin de eğitimli olmasına dikkat ederler. Bu kararların altında tabi ki ekonomik, sosyal ve kültürel sebepler vardır. Okumuş kızlar genelde anneleriyle çatışma içerisine girerler. Anneleri genelde okumamış oldukları için ve kızlar da üniversitede kendilerini yetiştirip daha geniş ufuklarla hayata baktıklarından, ebeveynleriyle olsun çevreyle olsun bir çatışmaya içerisine girerler. Tabi bu çatışmalar genelde olumlu sonuçlar alır. Çünkü okumuş kızlar, annelerini, kardeşlerini ve çevredeki kadınları değiştirme-geliştirme yoluna girerler. Bu uzun bir süreç olsa dahi genelde iyi sonuçlar elde edilir. Bir başka sorun ise yine kaynağı eğitimsizliğe dayanan ikinci evlilikler, yani kuma meselesidir. Yüksekova da eskiden aşiret ağaları kendi konumlarının ve ağırlıklarının bir göstergesi olarak ikinci, hatta üçüncü evlilikler yaparlardı. Böylece sayısını bilemedikleri çocukları olurdu. Toprak ve hayvan zenginliğiyle ihtişam içinde yaşadıkları için, evdeki her bireyin karnını doyurup, üzerini giydirerek herkesin hayatından memnun olduğunu düşünürlerdi. Erkek çocuklarını okutup gelenekler çerçevesinde evlendirirlerken, kız çocuklarını okutmayıp, kararlarını bile dinlemeden başka aşiret ağalarıyla ya da o aşiret ağalarının çocuklarıyla evlendirirlerdi. Görüştüğüm kumaya maruz kalan kadınlar, bu durumu kabul etmelerini çaresizliğe dayandırdılar. Onlar okuyamadıkları ya da okutulmadıkları için bu durumla karşılaştıklarını ve ekonomik özgürlüklerinin olmaması nedeniyle hiçbir şekilde karşı çıkma şanslarının olmadığını düşünmektedirler. Eşleri onların bu durumundan yararlanarak kadını her açıdan köleleştirme yoluna girmişlerdir. Bu okumamış her erkeği tatmin eden bir yöntem haline gelmiştir. Kumasıyla aynı evde yaşamak zorunda olan kadınlarla görüşmelerimde çok ilginç durumlarla karşılaştım. Özellikle birbirleriyle anlaştıklarını ve kumayı aslında çok istediğini hatta çocuklarıyla iyi anlaştığını iddia eden kadınlarda vardı. Kadınlık gururunu arka plana atmış kadınların olması tabi ki ataerkil yapının yaptırımlarını kolaylaştırdı. Günümüzde elbette bu sorun çok az görülmektedir. Yüksekova da aşiretçilik öldü diyebiliriz. İkinci evlilikleri yapanlar, kolay yoldan zengin olan okumamış erkekler oluyor. Geleneksel baskı ve kontrole erkeler de çocuklukta maruz kaldıkları için, bastırılmış duygularının özgürlüğünü birinci evlilikten sonra ele geçirmiş görürler ve ikinci bir kadınla evlenmeyi kendilerine verilmesi gereken bir ödül olarak görürler. Görüşme yaptığım kumaya maruz kalmış kadınlardan birkaçı, eşinin başka bir kadınla evlenme kararını kabullenip, evleneceği kadını beraber baş göz etmekle beraber, erkeğin cinsel arayışına ortak olduklarını söylediler. 803

283 Okumamış kadınların bütün günü ev işleri ve çocuklarla geçerken, akşam eve gelen eşleriyle çok fazla diyalog kuramadıkları da görülebilir. Yüksekova da evlilikte olması gereken şeylerin farkında olamayan birçok kadın ve erkek var. Görüşme yaptığım birçok kadın aslında doğuracağı çocuk sayısına bile karar veremediğini söyledi. Evlilikte her şeye karar veren erkek ve ailesi olurken, kadın karar mekanizmasının tamamıyla dışında tutulmuştur. Yüksekova da düğünlerde geline yüklü miktarda altın takılması genç kızların gözünü kamaştırıyor. Kızlar küçük yaşta zengin insanlarla evlenmeyi kabul ediyorlar. Geline kilolarca altın takmak feodal zihniyetin bir parçası olup zamanla halk tarafından geleneksel bir kural haline getirilmiştir. Toplum ve özellikle erkekler, kadının takı mankenliğini yapmasını kendi şöhretleri açısından önemli olduğunu düşünmektedirler. Aslında evlenen gencecik kızlar, kadınlık gururunu ve temel haklarını kilolarca altına değişmiş olduklarının farkında bile değillerdir. Tabi ki kadının da eğitimsiz olması ve geleneklere boyun eğmesi bu durumu işlevli hale getirmektedir. Toplumun okumamış kesimi kadının mutluluğunu düğünde takılacak altın ve para miktarıyla sağlanacağını ve daha sonra kadının evlilikte yaşanılacak sorunlara katlanmaya mecbur olduğunu savunmaktadır. 6. Eğitim Yüksekova da kadını bütün haksızlıklara boyun eğmeye mecbur bırakan şey kadının eğitimsiz olmasıdır. Kadının eğitimsiz olması her defasında yinelediğimiz en büyük sorun iken, ekonomik özgürlüğünün olmaması sebebiyle çaresizliğin esiri olması, güçlü aile bağları ve geleneksel kurallar bu hazmedilemez durumun yaşanılmasına neden oluyor. Bazı aileler, kızlarının yaşadıklarına sessiz kalarak ve kadın olduğu için her şeye katlanması gerektiğini düşünerek, işleri daha da çıkmaza sürüklemişlerdir. Yüksekova nın merkezinde toplumsal yapı biraz daha farklıdır. Örneğin, eskiden okuyan kızların sayısı çok az iken, son 7 yıldır bu sayıda hızlı bir artış söz konusudur. Böylece az da olsa merkezde, yaşam konusunda ve kadına yönelik bakış açısında farklılıklar gözlemlenir. Okumuş bilinçli kızlar en azından ailesini ve çevresini değiştirme imkânına sahip olabiliyor. Fakat şehirde okumamış kızlar bu kadar şanslı değiller. Onlar daha çok iyi bir evlilik yapmak konusunda çaba sarf ederler. Çoğu da okumadığı ya da okutulmadığı için oldukça mutsuzdur. Okumuş ve mesleğini kazanmış kızlarla görüştüğümde bana en çok geleneksel yapıdan hoşnut olmadıklarını dile getirdiler. Çoğu ailevi sebeplerden dolayı Yüksekova ya dönmek zorunda kalmış. Aslında batıda ve yahut başka bir yerde çalışmayı daha çok tercih ederler. Yüksekova da son yıllarda siyasi çalkantılar içinde yaşamak kadınları mutsuzlaştırmıştır. Toplumu modern ve çağdaş bir seviyeye ulaştırmayı hedefleyen toplum mühendisi kadınlar politik çevreler tarafından engellenmekteler. Yüksekova da, kadını sadece politika için ön saflara alan bir kesim mevcuttur. Kadını politik çalışmalarda aktifleştirmeyi amaçlayan bu kesim aslında kadının eğitim ve sosyal açıdan erkeklerin gerisinde olmasını önemsemezken, ailesiyle ya da evliliğinde yaşadığı sorunları da görmezden gelmeyi eksik etmiyor. Yüksekova da kadınlarla ilgili bir dernek açılmış fakat bu dernek çok işlevsiz bir haldedir. Şu ana kadar ne topluma yönelik ne de kadına yönelik hiçbir çalışmada bulunamamış. Okumuş çevreden de yeterli desteği alamamışlar. Yüksekova da kızların üniversite okumaları ve kendilerini yetiştirmeleri maalesef toplum, kadına şiddet ve eğitimsizlik sorunlarını çözmeye yetmiyor. Üniversite okuyan kızların sayısının oldukça fazla olması kadına bakış açısında 804

284 kırılmalar sağlasa da bu sorunu kısmen çözmeye bile yeterli olamıyor. Gelenekler yeniliklerin önünde büyük bir engel olarak görülmektedir. Yüksekova toplumunun gelenekleri daha çok ön plana alarak yaşaması eğitimle geç tanışmalarının bir sonucudur. Bunların yanı sıra, insanların eğitime yoğun bir ilgi göstermesi ve kadınların okuyup bilinçlenmesiyle beraber erkeklerin, karar mekanizmasında var olan etkisini kırmaya çalışmaktadırlar. Bu da Yüksekova kadınları için olumlu bir gelişmedir. Kadınlar eskiden evde hiçbir şeye karar veremez iken şimdi alışveriş, tatil, çocuklarla iletişim ve en önemlisi kadın erkek eşitliğini dile getirme ve bunları uygulama hakkına sahip olmuştur. Boşanma hakkını da nasıl arayacağını ve şiddete maruz kaldığında en azından polise kadar gidebileceğinin bilincini taşımakta ve cesaretli davranmaktadır. 7. Şiddet Şiddet, kadınlar için yıllardır çözüme ulaşamamış önemli bir husustur. Kadın feodal toplumlarda ikinci plana atılmakla beraber, çok acımasız bir hayata mahkûm edilmektedir. Feodal zihniyetin gücü arttıkça, kadına yönelik şiddetinde oranı artmaktadır. Neredeyse kadınlar var oldukları için özür dileyecek duruma getirilmektedirler. Türkiye de şiddete maruz kalan kadın sayısı her sene büyük bir artış göstermektedir. Bu olumsuz durumun önüne ne devlet ne de sosyal dernekler geçebilmektedirler. Bu ülkemizin toplumda cinsiyet ayırımının hala iyileştirilmediğinin kanıtıdır. Yüksekova da kadına yönelik şiddet konusunu ele aldığımızda ortaya çıkan tablo oldukça üzücüdür. Eskiden töre cinayeti diye adlandırılan kadın cinayetleri, şimdilerde namus cinayetine dönüşmüştür. Tabi sadece isim olarak değişen olayın aslında içeriği ve amacı değişmemiştir. Mülakat yaptığım kadınlara, özellikle Yüksekova da namus cinayetlerinin ne kadar yoğun olduğunu sorduğum zaman, cinayetlerin zaman zaman yapıldığını fakat medyaya yansıtılmadığını ya da intihar süsü verildiğini belirttiler. Namus cinayetleri şiddetin en ağır şeklidir. Ne yazık ki feodal toplumlar da çok sık görülen bir vakadır. Yüksekovalı bir öğretmenin anlattığı olayda öğrencisi olan iki kız kardeşten birinin cinsel şiddete maruz kalmış diğerinin ise alkol bağımlısı olup içki için kötü yollardan para kazanmış. Kardeşlerden biri abisinin sık sık cinsel tacizine maruz kalmış ve bunu ne öğretmeniyle ne de aileden birisiyle paylaşabilmiş. Abisinin tecavüzüne maruz kalınca öğretmeninin ısrarlarıyla bu durumu anlatmış Abisi tarafından tecavüze uğrayan kız yaşadıklarını ailesiyle paylaşamamış çünkü abisi onu ölümle tehdit etmiş. Diğer kardeş ise evdeki sorunlar, ailenin ilgisizliği ve şiddeti yüzünden alkol bağımlısı olmuş öğretmenine parayı kötü yollardan elde ettiğini anlatmış. Bu acı tablonun sorumlusu tabi ki aile ve toplumun tabulaşmış kurallarıdır. Genç öğretmen kız öğrencileri için çözüm arayışlarına girmiş ve bu öğrencilerinin ailesiyle konuşmaya karar vermiş fakat başaramamış. Ailelerin evde yaşanan cinsel istismar ve şiddet karşısında ilgisiz kalmaları, eğitimsizliğin ne kadar büyük bir problem haline geldiğini göstermektedir. Yüksekova da kadınlar toplum tarafından psikolojik şiddete çok sık maruz kalmaktadırlar. Toplumun özel hayata müdahale etme yetkisi tartışılır fakat kadınların şiddete maruz kalmasına karşı çıkma olanağı imkânsız hale gelmiştir. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik çok açık bir şekilde görülür. Erkek çocuğu üstün gören ailelerin sayısı da oldukça fazladır. 805

285 Bir kadının sadece kız çocuğuna sahip olması toplumun hiç hoşuna gitmez. Kızlarına oldukça değer veren aileler var ama Yüksekova nın cahil kalmış bir kesiminin olumsuz bakışlarını ömür boyu üzerlerinde hissedebiliyorlar. Üstelik toplum, erkek kardeşi olmayan kız çocuklarına psikolojik bir baskı da bile bulunabilmektedirler. Ayrıca onları cahil söylemleriyle tahrik edip, üzerler. Batıya dönük yaşamış ve sadece kız çocuğu olan aileler her ne kadar toplumun bu yaklaşımından rahatsız olsalar da geleneksel kuralların ötesine geçemiyorlar. Onlar değer yargılarının etkisinde kalıp bu insanların düşüncelerine ve konuşmalarına karşılık veremiyorlar. Tabi bu durumda en çok etkilenen anneler ve kızları oluyor. Toplumun büyük bir çoğunluğu cahil ve geleneksel olduğu için cinselliği bilmedikleri gibi bir çocuğun cinsiyetini belirleyenin de erkek olduğunu bilemiyorlar. Tanıdığım birçok aile, kadın erkek çocuk doğuramıyor diye ikinci evlilikleri gerekli görmüşlerdi. Onlara göre erkek başka bir kadınla evlenince erkek çocuk doğabilir. Yüksekova da kadınlar için aşılması gereken çok büyük engeller ve bir o kadar da kırmaları gereken tabular var. Kadınlar içinde de topluma yönelik herhangi bir örgütlenme ve ya tepkisel bir eylem söz konusu olamıyor. Yüksekova da okumuş kadınları da bu yönde çok pasif kalmış. Özelikle 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde ne Yüksekova da ne de köylerde kadınlar şu ana kadar kendi haklarını ve isteklerini duyuran, ataerkil yapıya, şiddete ve toplumun geleneksel baskısına tepki gösteren hiçbir miting ya da yürüyüş gerçekleştirmediler. Yüksekova gibi kapalı yerlerde kadına yönelik şiddet çeşitli şekillerde kendini göstermektedir. Yalnız erkek egemen bir yapı olduğu için bu şiddeti duyurmaya engel olacak kadar veya meşrulaştıracak kadar güçlü bir oluşumla karşılaşabiliyoruz. Geçmişte eşini dövmeyen erkeği küçümseyen bir anlayışın hâkim olduğu Güneydoğu toplumunda günümüzde çok parlak bir değişme görülememektedir. Şiddetin çeşitleri dünyanın her yerinde kendini göstermektedir. Kadınların yüzyıllardır yaşam standartları hep erkeklerin çok gerisinde olmuştur. Günümüzde bu soruna yönelik çalışmalar hız kazanmışsa da Yüksekova örneği gibi birçok gelişmemiş yerlerde, kadının çağın yeniliklerinden haberdar olup çağa ayak uydurması ne yazık ki zorlu bir süreci kapsamaktadır. 8. Sonuç Dünyanın temel sorunlarından biri olan kadına yönelik şiddetin önüne geçmek için daha fazla yol kat edilmelidir. Yüksekova örneğinde şiddetin, fiziksel, ekonomik, duygusal ve toplumsal olarak çeşitliliği görülmektedir. Ensest, kuma, berdel, erkek çocuk ve kadının ekonomik bağımsızlığı ile ilgili sorunlar şiddetin biçimlerini kapsamaktadır. Şiddetin kaynağı ise şüphesiz yıllardır bu coğrafyada yaşanılan toplumsal sorunlar ve bir takım kalıplaşmışnegatif geleneklerdir. İzlenecek kapsayıcı bir politika ile aile, eğitim ve iş hayatında, kısacası toplumsal yaşamın her alanında eşitliğin sağlanmasına ve erkeğin kadından daha üstün olduğuna ilişkin değer yargılarının değişmesine yönelik önemli bir çalışma süreci hazırlanmalıdır. 806

286 9. Kaynaklar BARRET, Michele, (1995). Günümüzde Kadına Uygulanan Baskı, çev. Şen Süer, İstanbul: Pencere Yayınları. T.C. BAŞBAKANLIK Kadın Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, (2009). Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, Ankara. TAHİR, Çağatay, (1990). Evli Çiftler Arası Münasebetlerin Bazı Tezahürleri Etrafında Evlilik Kurumu Ve İlişkileri, Ankara: Ak Yayınları. VATANDAŞ, Celalettin, (2003). Aile ve Şiddet Türkiye de Eşler Arası Şiddet, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Ankara. Yüksekovalı kadınlarla yapılan mülakatlar, 20 Ağustos-20 Eylül

287 KADIN SIĞINMA EVİ NDE KALAN KADIN VE ÇOCUKLARIN SİSTEMDEN KAYNAKLI KARŞILAŞTIKLARI GÜÇLÜKLER: ESKİŞEHİR ÖRNEĞİ ÖZET Medine SİVRİ 1 Eylem AKA 2 Ne yazık ki tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de de kadına ve çocuğa yönelik şiddet, tehdit ve tecavüz oranları giderek artmaktadır. Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında evden uzaklaşmaya çalışırken genellikle apar topar kendilerini evden dışarı atabildikleri için çoğu kez nüfus cüzdanı, evlilik cüzdanı, sağlık karnesi, çocukların kimlik kartları, aşı kartı vb. gibi evrakları yanlarına alamamaktadırlar. Bununla birlikte, sığınma evine geldikten sonra başvuracakları her kurumda en azından nüfus cüzdanı istendiğinden, kadınlar zor durumda kalmaktadırlar. Sığınma evinde kalan kadınlar yaşamış oldukları ağır psikolojik, fiziksel, cinsel, ekonomik şiddetin etkilerinden uzaklaşmaya çalışırken öncelikle kendilerine şiddet uygulayan bireyler hakkında suç duyurusunda bulunmak istemekte, evli ise boşanma, velayet, nafaka davası açmak istemektedirler. Lakin hukuksal destek alabilmeleri için pek çok bürokratik engelle karşılaşmaktadırlar. Benzer sorunları iş ararken, çocuklarını okula kaydettirirken, sosyal yardımlara başvururken vb. süreçlerde de yaşamaktadırlar. Tüm bu bilgilerden hareketle, bu çalışmada amacımız, kadın sığınma evinde kalan kadın ve çocukların şiddetten uzaklaşma süresinde önlerine çıkan bürokratik engelleri, Eskişehir Kadın Sığınma evi örneğinden hareketle göz önüne sermek, bu engellerin nasıl aşılması gerektiği üzerine çözüm önerileri sunmaktır. Başka ülkelerde bu sürecin en olumlu anlamda nasıl işletildiğine de göz atarak, zaten örselenmiş kadınların en azından bu süreçte en az hırpalanmayla süreci tamamlayabilmesi adına ne tür tedbirlerin alınması gerektiğine dikkat çekmektir. Anahtar Sözcükler: Kadın, Sığınma Evi, Şiddet, Bürokratik Engel. THE BUREUCRATIC PROBLEMS WOMEN AND CHILDREN AT WOMEN S SHELTERS FACE: A CASE STUDY IN ESKİŞEHİR ABSTRACT It is unfortunate that the rate of violence, menace and abuse against women and children has been increasing gradually in Turkey, as well as all over the world. When women are exposed to violence, they inevitably get out of the house in a hurry- if they can. As a result, they have to leave their houses without taking their necessary documents with them, like their ID cards, sanitary documents, marriage certificates, ID cards of their children. However, they are faced with some bureacratic problems after they come to a women s shelter as they are required to show such documents when asked. The women accepted to shelters try to recover from the effects of violencephysical or psychological. At the same time, they usually want to make complaints 1 Doç. Dr. Medine SİVRİ, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü ve Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi, medinesivri@gmail.com. 2 Eylem AKA, Tepebaşı Belediyesi Kadın Sığınma Evi Sorumlusu ve Sosyal Hizmet Uzmanı, Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, eylaka@gmail.com. 808

288 about their offenders. If they are married, they want to sue for divorce, or for parental rights, or claim for maintenance. Yet, they are faced with problems in terms of legal support because of the lack of the necessary documents. They have similar bureucratıc problems when they apply for a job, or when they register their children for a school, or when they apply for social benefits. This study aims to show the bureucratıc problems women and children are faced with during the process of nonviolence with the help of cases from Eskişehir Women s Shelter and to offer resolutions for nonviolence. Besides, the study aims to show how this process of nonviolence has been implemented in foreign countries and in this way to show what measures to be taken for such vulnarable women. Key Words: Woman, Women s Shelter, Violence, Bureucratıc Problems. Kadın Sığınma Evi (KSE) GİRİŞ tarih ve sayılı Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri Yönetmeliği uyarınca açılan kadın sığınma evleri; fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik istismara uğrayan kadınların, psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi sırasında varsa çocukları ile birlikte ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geçici bir süre kalabilecekleri yatılı sosyal hizmeti sağlamakla yükümlü kurumlardır. (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu -SHÇEK- yönetmelikler 2001) Eşleri, sevgilileri, aileleri ya da akrabaları tarafından şiddete maruz kalmış olan kadınların, yaşamış oldukları bu şiddet dayanılmaz boyutlara vardığında özelikle şiddet çocuklara da yansıdığında- başvurdukları sığınma evleri şiddetten korunmak, uzaklaşmak ve yeni bir hayat kurmak için ara basamak işlevi görmektedir. Türkiye de şiddet mağduru kadınların sığınma evlerine ulaşması pek kolay olmamaktadır. Öncelikle kadınlara yüklenen geleneksel ve kültürel normlar, toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizlikler, kadının evine, ailesine, çocuklarına bağımlı olarak tanımlanması, aile içinde yaşanan her türlü olumsuzluğa örneğin eşinin uyguladığı şiddete yuvasını kurtarmak için boyun eğmesi gerektiği algısı kadınların şiddete karşı mücadele etmesini zorlaştırmaktadır. Bunun yanı sıra kadınların şiddetten uzaklaşmak için başvurdukları ilk yer olan karakol, jandarma gibi yerlerde kolluk kuvvetlerinin kadını eşiyle barıştırmaya çalışması, uzlaştırma çabaları, sığınma evlerinin sayıca az olması, var olan sığınma evlerinin kapasitelerinin yetersiz olması gibi devletin koruma görevini ihmal etmesi sebebiyle de kadınlar yaşadıkları şiddet ortamına geri dönmek zorunda bırakılmaktadırlar. Smith in de bahsettiği gibi kadınları ayrımcılıktan, zorlamadan ve şiddetten koruyan kanunların kabul edilmesi gerekir ve bu oldukça geniş ölçüde tamamlanmıştır. Fakat kanunlaştırma yeterli değildir. Gerçekleştirme ve uygulama çok önemlidir (Smith, 2006:144). Sığınma Evi ne Başvurma ve Sığınma Evi nde Kalma Süreci Sığınma evlerine başvuran istismar edilmiş kadın ve çocuklara yönelik danışmanlık hizmetinin amacı, bu kişilere, hayatlarının kontrolünü ellerine alabilmek ve maruz kaldıkları şiddetten uzak bir hayat kurabilmek için gerekli cesareti ve güçlenmeyi sağlamaktır. Danışmanlık hizmetinde bilgi, donanım ve hassasiyet esastır (Bayrakçeken 809

289 Tüzel ve Gediz Gelegen, 2010). Kadınların sığınma evinde kaldıkları süre içinde güçlendirilmelerinin sağlanması, kendi kararlarını kendilerinin vermesi, birey olduklarının, haklarının farkına varmaları, mahkeme ve resmi kurumlarla olan ilişkilerde kurumun kadının yanında olması ve işlerini kendisinin yapması için teşvik edilmesi gibi temel ilkeler oldukça önemli. Ancak ilkelerin aksine çoğu kez kadınların sığınma evlerinden bir an önce ayrılmaları istenmekte, kadınlarla aileleri arasında arabuluculuk yapılmakta (Mor Çatı Bülten, 2011) Şiddet mağduru kadınlara yönelik hizmet veren kurumlar olan sığınma evlerinde alanında uzman meslek elemanlarının (sosyal hizmet uzmanı, psikolog, çocuk gelişim uzmanı vb.) bulunması, bununla birlikte personelin kadın sorunlarına duyarlı, toplumsal cinsiyet, kadına yönelik şiddet vb. konularda eğitim almış olması gerekmektedir. Aksi halde kadınların ev içinde maruz kaldıkları şiddetin bir başka hali -duygusal, psikolojik şiddet- sığınma evlerinde sürdürülebilmektedir. Buna örnek olarak; Şubat 2012 tarihinde Türkiye de bir Belediye ye bağlı sığınma evinde kalan 8 kadının kaldıkları sığınma evinde personelin kendilerine yönelik psikolojik şiddeti sebebiyle bir gazeteye verdikleri röportajı verebiliriz. ) KSE ye başvuran kadınlar ile öncelikle bir ön görüşme yapılarak kadının kimlik, aile, sosyoekonomik durum gibi bilgileri alınır. Yapılan görüşmede kadının maruz kalmış olduğu şiddet üzerine konuşularak risk durumu değerlendirilir. Şiddet uygulayan kişi tarafından can güvenliği tehdidi var ise kendisiyle birlikte durum değerlendirmesi yapılarak, farklı İllerdeki sığınma evleri hakkında bilgi verilir, en kısa sürede başka bir İl e nakli gerçekleşene kadar sığınma evine kabul edilir. Evli ya da bekâr olup çocuk sahibi olan kadınlar da kendileriyle yapılan ön görüşme sonrasında yanlarında bulundurmak istedikleri çocukları (0 18 yaş kız çocuk ile 0 12 yaş erkek çocuklar KSE ye kabul edilebilirler. 12 yaştan büyük olan erkek çocuklar sığınma evine alınamamaktadır) ile birlikte KSE ye kabul edilirler. KSE ye başvuran hamile, engelli ya da hasta kadınlar için ise KSE nin fiziki koşulları pek uygun değildir. KSE binaları tahsis edilirken genellikle bu özelliklere sahip kadınların durumları göz önüne alınmamaktadır. Çoğu KSE binalarında asansör olmayıp, merdivenler diktir. Bahçe yoktur, bu sebeple can güvenliği riski olup dışarıya çıkamayan kadın ve çocuklar ev içinde bunalabilmektedirler. Özellikle küçük yaştaki çocuklar ev içinde, kapalı bir mekânda olmaktan dolayı saldırgan, hırçın davranışlar sergileyebilmektedirler. Evli olup eşi tarafından şiddete maruz kalmış olan kadınlar boşanma davası açmak istediklerinde Eskişehir Barosu Adli Yardım Bürosu na başvurarak ücretsiz Avukat talebinde bulunabilmektedirler. Çocukları okul çağında olan kadınlar KSE ye geldikten hemen sonra çocuklarının okul kaydı için uğraşmaktadırlar. Çocukların okul kayıtlarını KSE personelinin rehberliğinde KSE civarındaki okullara yapabilmektedirler. Kayıt sırasında bazı okul müdürleri zorluk çıkarabilmektedir (Bazı okul müdürleri, KSE de kalan kadınların çocuklarının başarısız, sorunlu çocuk olduğu gibi önyargılara sahiptirler). KSE de çocuklarıyla birlikte kalan kadınların çocukları da aile içi şiddete tanık olmuş, şiddete maruz kalmış, bu sebeple sarsıntı yaşamış çocuklardır. Bu çocuklarla sığınma evinde kaldıkları süre içinde, şiddetin olumsuz etkilerinden kurtulabilmeleri, sosyal, eğitsel beceri kazanabilmeleri, sığınma evi yaşamına adapte olabilmeleri için ilgilenebilecek, mesleki çalışma yürütebilecek Çocuk gelişim uzmanı, çocuk eğiticisi vb personelin istihdam edilmesi önemlidir. Sığınaklar aynı zamanda çocuklar içindir, ancak çoğu kez çocukların ihtiyaçları yeterince göz önüne alınmamaktadır. Sığınakta kalan çocuklar birey olarak görülmeli, sığınağın fiziksel 810

290 koşulları ve çalışma biçimi onların ihtiyaçlarını göz önüne alarak düzenlenmeli, onların yaşadıkları ve tanık oldukları şiddetle ilgili uzmanlaşmış bir çalışan sığınakta görevlendirmelidir (Bayrakçeken Tüzel, Gediz Gelegen, 2010). Ancak pek çok sığınma evinde çocuklarla ilgilenebilecek profesyonel meslek elemanı bulunmamaktadır. Kalış Süresinin Sınırlılığının Yarattığı Sorunlar Kadınlar sığınma evine başvururken genellikle kalış süresinin ne kadar olduğunu sormaktadırlar. Kalış süresi konusunda Belediyelere bağlı KSE ler ile SHÇEK e (şimdiki adıyla Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ne) bağlı KSE ler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Belediyeye bağlı bir KSE de kalış süresi, Kadın Sığınma Evi İç Hizmet Yönergesi ne göre şöyle belirlenmiştir: Kalınacak Süre Madde 12- Kadınların kuruluşta kalma süresi üç aydır. Bu süre Sosyal Hizmet Kurulu nun düzenlediği gerekçeli rapora dayanarak 3 er aylık dönemler halinde uzatılabilir. Kalma koşulları ortadan kalktığında uzatma süresinin bitmesi beklenmez. Bu maddede bahsedilen üçer aylık süreler halinde uzatılabilir kısmı, KSE deki uzman personelin kadının psiko-sosyal, ekonomik durumunu göz önünde bulundurarak yaptığı değerlendirme neticesinde kalış süresini uzatabileceği anlamına geliyor. Yani kadına üç ay gibi kısa süreli bir sınırlandırmaya gerek kalmıyor, personelin inisiyatifine bırakılıyor. Burada personelin yapacağı sosyal inceleme, değerlendirme önemli bir yer tutuyor. Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ne Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği nde ise KSE de kalış süresi şöyle belirlenmiştir: Kalınacak Süre Madde 12- (Değişik: RG/4Md) Kadınların kuruluşta kalma süresi üç aydır. Bu süre kuruluş müdürlüğünün teklifi ve il müdürünün onayı ile üç ay daha uzatılabilir. Bu maddede ise kadınların KSE de kalış süresi üç aydır, müdürlüğün onayı ile üç ay daha uzatılabilir denerek bir sınırlandırmaya gidilmiştir. Yani kalış süresinin ancak bir defaya mahsus uzatılabileceği anlaşılmaktadır. Kalış süresi ile ilgili sınırlamalar kadınları tedirgin etmekte, kendilerini bir an evvel KSE sonrası yaşama hazırlamak zorunda hissetmelerine sebep olmaktadır. Maruz kalmış oldukları şiddet nedeniyle sarsıntı yaşayan bu kadınların kendilerini toparlamaları, uzun bir süreç gerektirebilmektedir. Bu süreç her kadın için farklıdır. Yoğun bir şekilde ve yıllarca cinsel, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalmış olan kadınlar için kalış süresinin sınırlılığı büyük bir problemdir. Ayrıca şiddetten uzaklaşmaya çalıştıklarında, genellikle evlerinden hazırlıksız ve apar topar, hiçbir resmi belgeyi yanlarına almadan ayrılmak zorunda kaldıklarından ve sonraki süreçte de daima bu resmi evraklar gerektiğinden çok fazla sıkıntı yaşamaktadırlar. Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Sığınma evine gelen şiddet mağduru kadınların karşılaştıkları belli başlı sorunlar ve çözüm önerileri aşağıda sıralanmıştır: 811

291 1. Kadın nüfus cüzdanı çıkarabilmek için ikamet ettiği adresi göstermek zorunda kalmaktadır. Eğer kadın şehir dışından geldiyse, kadına geldiği şehirden ikametgâhını getirmesi gerektiği söylenmektedir. Zaten can güvenliği riskinden ötürü bir başka ildeki sığınma evine başvuran kadından, bunun istenmesi başlı başına bir sıkıntıdır. Ayrıca nüfus kâğıdı olmamasından ötürü "kayıp işlemi" yapılarak kadından 70 TL ücret istenmektedir. Başvuran birçok kadının yanında hiç parasının olmadığı düşünüldüğünde, bu ücretin yarattığı maddi sıkıntı gayet açıktır. ÖNERİ: Sığınma evinde kalan kadınlardan nüfus cüzdanı işlemi için para talep edilmemelidir. Bu işlemler, kadınının sığınma evinde kaldığını gösteren resmi belge ile ücretsiz olarak yapılabilmelidir. 2. KSE ye gelen kadınların yanlarında çoğunlukla ya hiç para bulunmamakta ya da çok az bir miktar bulunmaktadır. Kadınlar, nakdi yardım alabilmeleri için, Kaymakamlık ya da Valiliğe bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'na (SYDV) yönlendirilmektedir. Burada ilk koşul olarak, başvuru yapan kadınların sosyal güvencelerinin olmaması istenmektedir. Yani kadın eğer eşinden dolayı sigortalı gözüküyorsa, boşanmış olup nafaka alıyorsa, babasından dolayı maaş alıyorsa vs bu yardıma başvuramamaktadır. Dolayısıyla para yardımı için yalnızca yeşil kartı olan ya da hiçbir sosyal güvencesi olmayan kadınlar başvuru yapabilmektedirler. Burada bahsedilen para ise kadınlara ayda bir ya da iki ayda bir olmak üzere yalnızca 100 ya da 150 TL olarak verilmektedir. Yani evden gelirken yanında hiç parası olmayan, hiçbir geliri de olmayan kadın, burada bahsedilen TL para (günlük ortalama 3TL) ile bir veya iki ay idare etmek zorunda bırakılmaktadır. 1 ÖNERİ: Sığınma evlerine başvuran kadınların büyük çoğunluğunun, herhangi bir maddi geliri olmadığı aşikârdır. Bu nedenle kadınlara yardım yapılması için aranan şartlar esnetilmeli, daha çok kadın bu yardımdan istifade edebilmeli, sosyal güvencelerinin olup olmadığı göz önüne alınmadan, başvuran tüm kadınlara bu imkân eşit bir şekilde sunulmalıdır. Bahsedilen yardımlar bir defaya mahsus değil, kadın güvenceli bir iş bulana kadar ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için periyodik olarak verilmelidir. Ayrıca can güvenliği riski olan kadınların durumu da göz önünde bulundurulmalı ve ikametgâh zorunluluğu ortadan kaldırılmalıdır. 3. Kadın eşinden, ailesinden ya da şiddete uğradığı yakını, sevgilisi vb. kişiden şikâyetçi olmak, boşanma davası açmak istediğinde hukuksal destek alabilmesi için Adli Yardım Bürosuna yönlendirilmektedir. Burada da kadının adli yardımdan faydalanabilmesi için yine sosyal güvencesinin olmaması ilk şarttır. Yeşil kartı var olup yanında yoksa üzerine kayıtlı herhangi bir mal olup olmadığına dair bir dizi işlemi halletmesi (İcra Müdürlükleri, Vergi Daireleri, Belediyelerin Mal Müdürlükleri, Tapu, SGK vs yılı itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından bir takım değişiklikler yapılmıştır. Sığınma Evlerinin bulunduğu İlçedeki Kaymakamlıkların SYDV leri aracılığıyla yapılan nakdi yardıma sınırlandırma getirilerek bahsi geçen yardımın yalnızca bir defaya mahsus olarak yapılacağı ve kadının ikametgâhının olduğu İl deki Kaymakamlıklar aracılığıyla yapılabileceği ifade edilmektedir. Buna göre can güvenliği riski sebebiyle farklı İllerdeki sığınma evine başvuran kadınlar için bu yardımın artık yapılamayacağı da belirtilmektedir. Valiliklere bağlı SYDV lerde ise 2012 yılı itibariyle Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesi kapsamında artık ayn-i yardım yapılamamaktadır. Bu sisteme göre de daha önceden kadınların şehir dışı ulaşımları için bilet temini yapılabilirken artık bu yardımda yapılmamaktadır. Bunun yerine nakdi yardımın yapılabileceği; ancak ne sıklıkta yapılacağı belli olmayan kurula girmesi gerektiği, kuruldan çıkacak karar göre yardımın yapılıp yapılamayacağının belirleneceği şeklide düzenlenmiştir

292 birbirinden ayrı yerlerde olan bu kurumlara tek tek giderek elindeki evrakı onaylatmak) ve üzerine kayıtlı herhangi bir mal, eşya vb. bulunmadığını ispatlaması gerekmektedir. Tüm evraklar tamamlandığında adli yardıma bir form doldurarak başvurabilmektedir. Avukat atanması halinde bürodan avukatın görevlendirildiğine dair kadına bir belge verilmekte ve bu belge ile kadının avukatın bürosuna gitmesi gerekmektedir. Kadın elindeki belgeyle avukatın bürosunu aramakta, tabi avukat o gün müsaitse yanına gidebilmekte, değilse bir sonraki günü ya da haftayı beklemek zorunda kalmaktadır. Avukatın yanına gittiğinde ise avukat bir kartını kadına vererek vekâlet işlemlerini halletmesi için kadına Noter e gitmesi gerektiğini belirtmektedir. Kadın noteri arayıp, bulmakta (farklı İllerden gelen bir kadın için bu adresleri bulmak maddi ve manevi olarak zordur) 2 adet fotoğraf ve 50 TL para ile avukata vekâlet verme işlemini tamamlamaktadır. (Burada vekâlet işleminde verilen 50 TL parayı avukat kendi cebinden vermeyi kabul ederse kadına para vermekte, daha sonra bu parayı Barodan geri alabilmektedir) Kadın Noterden aldığı vekâlet evrakını tekrar avukata götürmektedir. Vekaletten sonra kadından 100 TL dava masrafını ödemesi beklenmektedir. 1 ÖNERİ: Sığınma evinde kalan kadın hukuksal destek almak için başvuruda bulunduğunda, sığınma evinde kaldığını belirtir resmi belge ile adli yardım hizmetinden faydalanması sağlanmalı ve dava masrafı devlet tarafından karşılanmalıdır. Kadını caydıracak ya da yıpratacak süreçler ortadan kaldırılmalıdır. 4. Kadınlar iş bulmak ve kendi ayakları üzerinde durmak istemektedirler. Ancak, sığınma evlerinde bu imkân bulunmadığından, çalışmak isteyenler İş-Kur'a yönlendirilmektedirler. İş-Kur'a yapılan başvurularda, kadınların sığınma evinde kaldıkları anlaşıldığında, iş verilmeye pek yanaşılmamaktadır. ÖNERİ: Sığınma evleri kadınların barınma ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında, kadınları üretim sürecine dâhil edecek mesleki eğitim kursları, sosyal güvenceli çeşitli iş imkânları sunabilecek donanıma ve yapıya kavuşturulmalıdır. Kadınlar bu sayede hem maddi kazanç sağlayabilecek, hem de özgüvenlerinin artması neticesinde daha güçlü adımlar atabileceklerdir. 5. Pek çok KSE'de kalan kadınların çocuklarıyla ilgilenebilecek çocuk eğiticisi ve çocuk gelişim uzmanı bulunmamaktadır. Bu durum, hem kadınlar hem de çocukları için büyük bir sıkıntıdır. ÖNERİ: Anneleriyle birlikte şiddete maruz kalmış ya da tanık olmuş olan bu çocukların psiko-sosyal gelişimleri uzman personel tarafından takip edilmelidir. Çalışmak isteyen kadınların çocukları için KSE de kreş olmalı ya da kreşlerde KSE çocukları için kontenjan ayrılmalıdır; bu sayede kadınlar rahatlıkla iş arayabilmeli ve gelir getirecek bir işte çalışabilmelidirler. 6. Sığınma evinde kalan kadınların ve çocukların şiddet uygulayan kişilerce yerlerinin bulunması yaşamsal tehlike oluşturabileceği için gizlilik ilkesi büyük önem taşımaktadır. (Bayrakçeken Tüzel, Gediz Gelegen, 2010) Halen kolluk ve diğer 1 Bu maddeden anlaşılacağı gibi kadın hak arama sürecinde çeşitli bürokratik engellerle karşılaşmaktadır. Yaşadığı travmatik olayların etkisinden kurtulmaya çalıştığı bu süreçte karşısına çıkan bu tür engeller, kadın için caydırıcı nitelikte olup güçlenebilmesi konusunda büyük engeldir. Devlet sığınma evinde kalan kadına Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla verdiği 100 TL parayı kadından fazlasıyla geri almaktadır. Yeşil kart alınırken bu işlemler zaten yapılmış olduğundan adli yardımda bu işlemlerin istenmesi anlamsızdır. 813

293 birimlerin sığınakların gizliliği ilkesini ihlal ettikleri görülmektedir. Sığınakların gizliliği uluslar arası anlaşmalarla kabul edilmiştir. Görevlilerin bu konuya duyarlılığı sağlanmalı, ihlaller nedeniyle kadın ve çocukların can güvenliğinin tehlikeye atılması önlenmelidir. (Mor Çatı Bülten, 2011) Sığınma evi çalışmaları hakkında pek bilgi sahibi olmayan kişi ve kurumlar bahsedilen gizliliği önemsemeyerek çoğu kez yüksek mevkideki tanıdıkları vasıtasıyla kadınlar hakkında bilgi almaya çalışmaktadırlar. Kadınlar KSE de kalırken, eşleri sığınma evlerinin yerlerini bulabilmektedir. Bu yaşandığında, durum polise bildirilmekte, ancak polisler şahısın tehdit unsuru içeren herhangi bir söz söylememesi ya da darp yapmaması durumunda müdahale edemeyeceklerini belirterek sığınma evinden ayrılmaktadır. Polis geldiğinde uzaklaşan adam ise polis gider gitmez tekrar KSE etrafında dolanmaya, kadına gözdağı vermeye devam etmektedir. Bu sırada kurumda kalan diğer kadınlar, çocuklar ve kurum personeli tedirginlik yaşamaktadır. ÖNERİ: Sığınma evleri, gizlilik esasına göre çalışan kurumlardır. Kadınların eşlerinin ya da akrabalarının bir şekilde kurumun yakınlarına gelmesi halinde, güvenlik güçleri önleyici tedbir almalı, şahısları oradan uzaklaştırmalı, gerekirse şahsı gözaltına alarak caydırıcı etki yaratmalıdır. 7. Kadınlar yukarıda bahsedilen bir durumla karşılaştığında ya da böyle bir sorun yaşama ihtimali olduğunu ifade ettiklerinde, can güvenliği riski sebebiyle başka bir il'deki KSE ye nakil işlemi yapılması gerekmektedir. Burada da eğer nakil yapılacak kurum belediyelere ait bir KSE ise, telefonla irtibata geçilerek kadının nakli aynı gün, yahut en geç ertesi gün yapılabilirken, SHÇEK e bağlı bir KSE ye nakli yapılması söz konusu olduğunda, SHÇEK önce kadının nakli için kadınlardan dilekçe, ardından neden nakil istediğine dair olayın anlatıldığı bir yazı istemekte ve uzun bir süreç başlamaktadır. Ankara SHCEK Genel Müdürlük ile il'deki müdürlük arasında bir yazışma yapılmakta, kadınlar Genel Müdürlüğün uygun gördüğü bir ile nakledilmektedir. Bu süreç, 2 haftayı bulmaktadır. Bu zaman zarfında kadınlar, KSE'den ayrılamamakta zaruri haller dışında dışarı çıkamamakta, kurum içinde endişe, kaygı ve korkuyla beklemek zorunda kalmaktadırlar. ÖNERİ: Can güvenliği riski söz konusu olduğunda (kadınların yakınlarının kurum civarlarında dolaşması vs. ) kadının nakli aynı gün ivedilikle güvenli bir şekilde yapılabilmeli, yazışma prosedürü sonradan tamamlanabilmelidir. 8. Kadınların sosyal güvencesi olmadığında, Yeşil Kart başvurusu yapmaları gerekmektedir. Sağlık desteği alabilmeleri için İl Sağlık Müdürlüğü ile irtibata geçilmekte, Yeşil Kart a başvurabilmeleri için de üzerine kayıtlı herhangi bir malın olmaması, eşinden, babasından dolayı sigortalı olmaması gerekmektedir. Burada da kadınlar eşinden hiçbir destek göremediğini ispat edememektedir yılı itibariyle SGK tarafından uygulanmaya başlanan Genel Sağlık Sigortası na göre Kişilerin tarihinden itibaren bir ay içerisinde ikamet ettikleri il/ilçenin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına gelir testi yaptırmak için başvurması gerekmekteydi. KSE ye İl dışından gelen ya da şehir içinde olup ikamet ettiği adresin yakınlarına gidemeyen kadınlar için gelir testini yaptırmak sorun yaratmaktadır. KSE ikametgâh adresi olarak gösterilememektedir. Bünyesinde Kadın Danışma Merkezi de olan Belediyelere bağlı Kadın Sığınma Evi ndeki kadınların ikametgâh adresi geçici olarak KDM üzerinden gösterilebilmekte iken bünyesinde KDM olmayan Belediyelerde kadınlar gelir testi yaptırmakta zorluk yaşamaktadırlar. 814

294 ÖNERİ: Sosyal güvencesi olmayan kadınların ve yanlarında getirdikleri çocuklarının Yeşil Kart alabilmeleri için, sığınma evinde kaldıklarını belirten resmi belge yeterli olmalı, bu şekilde sağlık hizmetlerinden faydalanabilmeleri sağlanmalıdır itibariyle uygulanmaya başlanan Genel Sağlık Sigortası na başvuru koşullarında sığınma evinde kalan kadınların durumları göz önünde bulundurularak sağlık hizmetinden faydalanabilmeleri sağlanmalıdır. 9. KSE de kalan kadınların çocuklarının, okul kayıtları sırasında KSE ye en yakın olan okullara kayıt için gidilmekte; ancak burada da bir dizi sorunla karşı karşıya kalınmaktadır. Okul müdürleri kimi zaman okul kontenjanlarının dolu olduğunu ileri sürüp orada kalan çocuklar zaten sorunlu çocuklar, okul başarıları da düşük oluyor" gibi cümleler sarf edebilmekte ve çocukların kayıtlarını yapmakta sorun çıkarabilmektedirler. Yine okul müdürleri, gelen çocuklar için "katkı payı" istemekte ve hem kadını hem çocukları zor durumda bırakmaktadırlar. ÖNERİ: KSE de kalan çocukların okul kayıtları, mümkün olan en yakın okullara sorunsuz bir şekilde yapılmalıdır. Bu konuda, Milli Eğitim Bakanlığı gerekli düzenlemeyi ve uyarıyı yaparak, bu çocukların ve annelerinin yukarıda bahsedilen sıkıntıları yaşamasının önüne geçmelidir. Çocukların, sadece katkı payı değil, tüm eğitim masrafları bakanlık tarafından karşılanmalıdır. Okullardaki Rehber öğretmenlerden de destek alınmalıdır. Ayrıca Okul yöneticileri ve öğretmenler toplumsal cinsiyet ve şiddet temalı hizmet içi eğitimlerden geçirilmeli, sorunla karşılaştıklarında nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilgilendirilmeli. 10. KSE sonrası yaşamlarında kadınları ve çocukları desteklemek gerekmektedir. Bunun için Kadın Danışma Merkezlerinin açılması, hali hazırda sığınma evi olan Belediyelerin Kadın Danışma Merkezi de açması gereklidir. ÖNERİ: KSE sonrasında; düzenli bir gelir: maaş ve/ya sosyal yardımlar yapılmalı, güvenli konut (geçici kalacak yer ya da kadına ait bir ev/daire) sağlanmalı, Çocuklar için düzenlemeler: anaokulu, okul, tıbbi yardım ve öteki gerekli hizmetler sağlanmalı, Kadın ve çocuklar için, sığınma evinden ayrıldıktan sonra Kadın Danışma Merkezi tarafından danışmanlık ya da diğer destekler sağlanmalıdır. KSE'lerde karşılaşılan sorunlar, elbette ki bunlarla sınırlı değildir. Aslına bakılırsa bu sayılanlar, en sık karşılaşılan ve acil çözüm bekleyen temel sorunlardır. Türkiye de öncelikle sığınma evi sayısı yeterli değildir ve ihtiyacı karşılamamaktadır yılında AB ye uyum çerçevesinde çıkartılan 5393 Sayılı Belediye Kanunu ile nüfusu 50 binin üzerinde olan belediyelere kadın sığınma evi açılması görevi verilmiştir; ancak birçok belediye bu maddeyi uygulamaya geçirmemektedir yılı verilerine göre Türkiye de toplam 65 tane kadın sığınma evi var olup; bunların sadece 20 si belediyelere, 5 i STK lara, 40 ı da SHÇEK e bağlıdır. Oysa yasanın gereği yapılsa, şu anda Türkiye de civarında kadın sığınma evi bulunması gerekiyor. Avrupa Konseyi nin 2006 yılında yayınladığı "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele" (Combatting Violence Against Women) çalışmasına göre Avrupa'da en fazla sığınma evi Almanya'da. Almanya'yı İspanya ve ardından İsveç izliyor. Almanya'daki sığınma evlerinin sayısı 400, bu evlerde 45 bin kişi barınabiliyor. Sığınma evleri ülke çapında eşit dağılmış durumda dolayısıyla erişim kolay. Ücretsiz olan sığınma evlerine yedi gün 24 saat ulaşılabiliyor. 815

295 İspanya'da sığınma evlerinin sayısı bin 144 kişilik yerin bulunduğu bu sığınma evlerden tıpkı Almanya'daki gibi farklı coğrafyadaki kadınlar eşit şekilde faydalanabiliyor. İspanya da kadınlardan ücret talep etmiyor ve sığınma evleri yedi gün 24 saat ulaşılabilir. İsveç'te bulunan 160 sığınma evi kadınlardan ücret talep ediyor ve her kadının ulaşımına elverişli değil. Sığınma evlerine yedi gün 24 saat ulaşmak da mümkün değil. Bu üç ülkenin ardından gelen ülkeler sığınma evi sayılarıyla birlikte şöyle: Slovakya'da 109, Hollanda'da 100, Çek Cumhuriyeti ve Norveç'te 50; İtalya'da 49, Fransa'da 33, Danimarka ve Portekiz'de 35; Avusturya ve Belçika'da 28; Litvanya ve Finlandiya'da 25; İsviçre ve İrlanda'da 18, Hırvatistan'da 13 sığınma evi var. Bosna Hersek, Bulgaristan, Estonya, Yunanistan, Macaristan, Malta ve İzlanda'daysa sığınma evlerinin sayısı 10'un altında. Monako'daysa hiç sığınma evi bulunmuyor. (Gökçe GÜNDÜÇ, Brüksel - BİA Haber Merkezi 08 Ağustos 2007, Çarşamba) Dünya Ekonomik Forumu'nun yayımladığı yıllık rapora göre kadın erkek eşitliği konusunda 135 ülke arasında Küresel cinsiyet eşitsizliği endeksinde İskandinav ülkeleri, siyaset, eğitim, istihdam ve sağlık alanlarında kadın ve erkek eşitliğinin en çok sağlandığı ülke olurken, Türkiye de listede 122. sırada yer almıştır. Diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda ülkemizde kadına yönelik şiddet konusunda ne kadar gerilerde kaldığımız ortadadır. SONUÇ: Türkiye de kadına ve çocuğa yönelik aile içi şiddet, cinsel istismar, taciz, tecavüz, ayrımcı ve kötü muameleler yıllardır süren ancak geleneksel, kültürel normlar, kalıp yargılar çerçevesinde üzeri örtülmeye çalışılan, aile içi mesele, özel yaşam vb. algılarla görmezden gelinen, son yıllarda gün yüzüne çıkan, görünürlüğü artan çok önemli bir sosyal sorundur. Geçmişten beri toplumun kanayan bir yarası olan ve hala da kanamaya devam eden bu çok ciddi sorun, ancak devlet tarafından alınacak ve yaşama geçirilecek ciddi kararlar ve yasalarla mümkün olacaktır. Aile-okul-toplum üçgeninde, eğitimle toplumsal cinsiyet eşitliği içselleştirilmeden ve şiddeti önlemeye karşı gerekli yasal ve eğitsel tedbirler alınmadan bu sorunları çözmek mümkün değildir. Özellikle okul öncesi dönemde bu anlamda çocuklara verilen eğitim çok önemlidir. Var olan sorunları çözmeye yönelik temel girişimler özellikle bu döneme yoğunlaştırılmalıdır. KAYNAKÇA 1. BAYRAKÇEKEN TÜZEL. Gökçe ve GELEGEN GEDİZ. Didem (2010), Evim, Güzel Evim: Bir Sığınma Evinde Feminist Yapı Çözümü, Fe Dergi 2, no.1, s GÜNDÜÇ. Gökçe Almanya da 400 İspanya da 293 Sığınma Evi, Brüksel - BİA Haber Merkezi, 08 Ağustos HERMAN. Judith (2007), Travma ve İyileşme Şiddetin Sonuçları Ev İçi İstismardan Siyasi Teröre ( İstanbul: Literatür yayınları, 2007) s SMITH. Particia (2006), Feminist Hareketler, Direniş Yapıları ve Hukuk Ankara Barosu Hukuk Kurultayı, s Mor Çatı Bülten (Ocak 2011), 13. Kurultay Sonuç Bildirgesi, Sayı 2, s.7 816

296 6. Mor Çatı Bülten(Ocak 2011), Türkiye de Sığınma Evlerini Bir Araştırmanın Sonuçları Üzerinden Yeniden Düşünmek, Sayı 2, s SHÇEK Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konukevleri Yönetmeliği,

297 DOĞUNUN AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALAN KADINLARI (ELAZIĞ İLİ ÖRNEĞİ) Yrd. Doç. Dr. Yelda SEVİM * Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ 1 ** ÖZET Kadına yönelik şiddet, çok boyutlu ve kapsamlı bir sosyal problemdir. Aynı zamanda bir zihniyet çarpıklığı olarak da görebileceğimiz kadına karşı şiddetin kökenlerinde psikolojik ve sosyolojik nedenler yer almakta, bir kısır döngü olan bu süreç müdahale edilmedikçe normalleştirilmektedir. Oysa ülkemizde bu sorun, özgürce yaşama hakkını ve en tabii hak olan can güvenliğini ihlal eder hale gelmiştir. Bu çalışmada Elazığ da aile içi şiddet gördüğünü beyan eden kadınlarla ilgili bir değerlendirmeye yer verilmek istenmiştir. Ülkemizde her coğrafi bölgedeki ve her türlü ekonomik seviyedeki ailede aile içi şiddete rastlanabilmektedir ancak töre ve namus cinayetlerinin yönlendiricisi olan sözlü toplumsal kuralların ağırlıklı olduğu, eğitim ve sosyo-ekonomik düzey açısından daha dezavantajlı kabul edebileceğimiz doğu bölgesinin ayrı bir önem taşıdığını düşünmekteyiz. Elazığ ilinde aile içi şiddet gören kadınlarla derinlemesine görüşme yapmak amacıyla şiddet şikâyetiyle yetkili mercilere başvuran kadınları tespit edebilmek adına KAMER vakfı Elazığ şubesiyle irtibata geçilmiştir. KAMER Elazığ şubesi yetkililerince aile içi şiddet gördüğü bilinen ve çeşitli sebeplerle vakfa başvuran kadın yurttaşlara ulaşılmış, kadınlarla yüz yüze görüşme sonrası nitel bir araştırma gerçekleştirmek üzere bir çalışma grubu belirlenmiştir. Araştırmacılar tarafından hazırlanan Yarı-yapılandırılmış görüşme formu, tespit edilen çalışma grubundaki kadınlara uygulanarak çeşitli bulgulara ulaşılmış ve elde edilen veriler analiz edilerek probleme yönelik yorumlamalar yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Aile İçi Şiddet, İnsan Hakları THE WOMEN VICTIMS OF DOMESTIC VIOLENCE IN EASTERN TURKEY (SAMPLE OF ELAZIG PROVINCE) ABSTRACT Violence against women is a multi-dimensional and comprehensive social problem. In this study domestic violence on women in Elazig was wanted to evaluated. In our country, domestic violence observed in each geographical region and in families in all kinds of economic level but it is considered the eastern region of Turkey that more disadvantaged socio-economic and educational level is critically important with the dominated verbal and socials norms lead to custom and honor killings. * Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, ysevim@firat.edu.tr. ** Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Öğretim Elemanı, onury@firat.edu.tr. 818

298 It has been started contacting with KAMER Elazig foundation to be able to identify women who applied to the authorities, complaining about violence in order to make in depth-interviews with women victimized by domestic violence in province of Elazig. Female citizens who applies the foundation for various reasons are known victimized by domestic violence by the authorities of KAMER Elazig foundation. A working group identified to perform a qualitative research after face to face interview with women. Semi-structured interview form was prepared by the researchers and applied the women in the identified study group. A variety of symptoms was achieved and obtained data were analyzed and evaluated for solving the problem. Key Words: Violence Against Women, Domestic Violence, Human Rights. GİRİŞ Bu araştırmada KAMER Vakfı Elazığ şubesine başvuran kadınlardan seçilen bir çalışma grubuyla bu kadınların maruz kaldıkları aile içi şiddet konusunda derinlemesine görüşmeler yapılmış, elde edilen veriler gruplandırılarak analiz edilmiştir. Başlangıç olarak çalışmanın problem durumu ve amacı ile ilgili bilgilere yer verilecektir. PROBLEM DURUMU Genel anlamda şiddet; aşırı duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini, kaba ve sert davranışı nitelendirir. Özel olarak ise saldırgan davranışları, kaba kuvveti; beden gücünün kötüye kullanılmasını; yakan, yıkan, yok eden eylemleri; taşlı, sopalı, silahlı saldırıları, bireye ve topluma zarar veren etkinlikleri niteler. İnsanda şiddeti ortaya çıkaran saldırgan davranışlar kalıplaşmış olup; kızgınlık, öfke durumunu dışa yansıtan yüz ifadesinden ya da mimiğinden veya bir sözcükten, doğayı ve canlıyı yakan, yıkan yok eden şiddet eylemlerine kadar uzanan bir çeşitliliğe sahiptir (Köknel, 2000: 20). Aile içi şiddet ise ev ve aile ortamında yaşanan, aile bireylerini -özellikle kadınları ve çocukları- psikolojik fiziksel, sosyal ve ekonomik anlamda mağdur eden her türlü eylemi ifade etmektedir. Toplumsal ve kültürel kökenlerine bakıldığında şiddetin, birtakım çıkar ilişkileri doğrultusunda meşru kabul edilerek normalleştirildiğini ve bunun da bir şiddet kültürü oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Kabul gören veya makul görülen şiddet, "meşru"dur. Şiddet, genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa toplumsal davranışlar içerisinde yer almakla kalmaz, sorun çözmenin bir aracı olarak da onay görür. Türk toplumunda şiddeti bir kültür haline getiren ve onu besleyen birçok kültürel özellik, sosyal değer ve davranış kalıbı tespit edilebilir. Erkeklik özelliklerinin abartılması ve yüceltilmesi, çocuk ve kadın dövmenin kültürel olağanlığı, kan davası ve namus cinayetleri gibi toplumsal anlamda öznel nitelik taşıyan sebeplerin yanı sıra (Ergil, 2001: 40-41); boşanma ile ilintili olarak yaşanan sorunlar, eşler arasında yaşanan aldatma olayları, kıskançlık, tartışma dedikodu ve intikam, ekonomik sorunlar, prestij ve statüye ilişkin algılamalar, silah ve kesici alet taşımanın yaygınlığı ve bireysel adalet arayışı gibi unsurlar şiddet eylemlerinin ortaya çıkmasında etkendir (Kızmaz, 2006: ). Kadına yönelik her türlü şiddeti farklı kökenler bağlamında da açıklamak mümkündür. Kadın sorununu küreselleşme ve yeni-ataerki çerçevesinde irdeleyen Özbudun, Sarı ve Demirer (2007), ataerkiyi her şekilde sömürü ilişkisine imkân veren 819

299 ve esnekçe uyarlanabilen gelmiş geçmiş tüm iktidar biçimlerinin aslî tanımlayıcısı olarak kavramsallaştırma gereğine vurgu yapmaktadırlar. Öte yandan kadına yönelik şiddetin temellendirilmesinde bu tür şiddetin bir aile meselesi olmadığı, namus adına işlenen cinayetlerin de bir cehalet problemi olarak görülmemesi gerektiği görüşünden hareketle, her iki şiddet türünün temelde politik olduğu ileri sürülmektedir. Bir erkeğin bir kadını namus, kıskançlık ya da başka bir sebeple öldürmesi, erkeğin kadın üzerindeki iktidarının bir dışavurumu olarak görülmekte, bu nedenle erkeğin cürüm sebeplerinin psikolojik ve kültürel olmaktan ziyade politik olduğu sonucu çıkarılmaktadır (KAMER, 2011: 27-28, ayrıca konu ile ilgili olarak bkz. Babaoğlu, H: 2011). İktidarın, tarihin başlangıcından itibaren eril, bu nedenle ataerkil olduğu savıyla (Özbudun vd., 2007: 9) birlikte erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün kadına yönelik şiddetin altında yatan sebeplerden biri olduğu sonucuna varılabilir. Bu nedenledir ki her gün 3 kadın şiddet sonucu ailesindeki erkekler tarafından öldürülmektedir. Kadına yönelik şiddetin 14 kat arttığı ülkemizde 2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66 iken bu rakam 2009'ın ilk yedi ayında 953'e çıkmıştır. Resmî kayıtlara göre, 2003'te 83, 2004'te 128, 2005'te 317, 2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de ise 806 kadın cinayeti işlenmiştir. ( ) Bu çalışma açısında bir problem olarak görülen kadına yönelik şiddet, etki alanı son derece geniş, sebepleri ve sonuçları bakımından çok faktörlü ve karmaşık bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılabilmesi için uzun vadeli ve detaylı çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu problemin çözümüne yönelik olarak yapılacak akademik çalışmaların bir kısmının, sorunu ortaya koyabilmek adına şiddet mağdurlarının şiddete bakış açılarını gözler önüne sermek amacıyla yapılabileceği düşünülmektedir. Bu sebeple bu çalışmada Elazığ da aile içi şiddet gördüğünü beyan eden kadınlarla ilgili bir değerlendirmeye yer verilmek istenmiştir. Geleneksel yaşam kuralların ağırlıklı olarak toplumsal yaşantıya yansıdığı, eğitim ve sosyo-ekonomik düzey açısından daha dezavantajlı kabul edebileceğimiz doğu bölgesindeki kadınların şiddet konusundaki fikirleri bir merak konusu oluşturmaktadır. Ülkemizin genelinde olduğu gibi Doğu Bölgesinde de kadına yönelik şiddetin kanıksanmış olması bu sorunu çözmek için atılacak adımlara ciddi anlamda engel teşkil etmektedir. Kadınların bile şiddeti ev ortamının sıradan bir parçası olarak görme eğiliminin yanı sıra çocuğu dayakla terbiye etmenin olağanlığı bir ölçüde kültürel kodlara işlemiştir. Bir başka açıdan konuya bakıldığında şiddeti normalleştirmeyen ve ortadan kalkmasını isteyen kadınların çaresizliğinden de bahsedilebilir ve şiddet gören kadının gücü çoğu zaman, kamusal, sosyal, kültürel, ekonomik ve ailevi bu çemberi kırmaya yetmemektedir. Bütün bunlardan hareketle ilk adımda bir zihniyet sorunu olarak görmemiz gereken kadına yönelik şiddet olgusu bir anlamda deşifre edilmeye ihtiyaç duymaktadır. Durumun vahametinin ortaya konması mikro düzeyde bir etki yaratarak önleyici ve engelleyici tedbirleri harekete geçirecektir. Kanıksanan şiddet fenomenini çeşitli boyutlarıyla ortaya çıkarmakla yapılacak bir başlangıç, daha organize çalışmalarla bütünleştirildiğinde emek isteyen uzun vadeli bir dönüştürme sürecine ışık tutacaktır. Bu sebeple bu çalışmanın Doğu da kadına yönelik şiddetin analizinde bütünün bir parçasını oluşturacak özgün bir niteliğe sahip olduğu düşünülmektedir. İçerik açısından ortaya çıkacak olan verilerin, sorun çözümü konusunda birer dayanak noktası olacağı umulmaktadır. Bu düşünceden hareketle Elazığ ilinde şiddet mağduru kadınlara ulaşılmış, görüşmeler sonucunda elde edilen 820

300 bilgiler sistematik bir biçimde derlenmiştir. Elazığ da devlet imkânları çerçevesinde bir sığınma evi olmadığı için Sosyal Hizmetlerin şiddet mağduru kadınları diğer illere sevk ettikleri bilinmektedir. Kadınların bu konuda destek alabilecekleri başka bir kurum ya da sivil toplum örgütü olup olmadığı düşünüldüğünde karşımıza KAMER Vakfı çıkmıştır. Türkiye de kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla kamusal alanda yapılan çeşitli çalışmalar içerisinde kadın hareketleri önemli bir boyutu oluşturmaktadır. Kadın hareketi bir yandan kamusal alanda görünürlük için mücadele ederken bir yandan kimliğini yeniden anlamlandırmaya tabi tutarak kurumsal ilişkileri dönüştürmek için çaba vermektedir (Leyla, 2006: 38). Kadın hareketi konusunda mücadele veren kurumlardan biri olan KAMER Vakfı 1997 yılında Diyarbakır da yaşadığı şiddetten kurtulmak isteyen kadınlara destek olmak amacıyla kurulmuş, geçen yıllar süresince Doğu ve Güney Doğu Anadolu da 23 şubeye ulaşmıştır. (KAMER, 2011: 6). Misyonu bakımından analiz edildiğinde KAMER, kültürel ve geleneksel yapılar üzerine temellenen şiddet sorunlarına çözümler üretmeyi amaçlayan, bölgedeki tek bağımsız kadın organizasyonudur (Leyla, 2011: 7). AMAÇ Bu çalışmanın en temel amacı, Elazığ da aile içi şiddete maruz kalan kadınlarla ilgili bir değerlendirme yapmaktır. Kadına yönelik şiddetle ilgili literatüre katkı sağlamak, şiddet gördüğünü beyan eden kadınların hangi sebeplerle şiddete maruz kaldığını ortaya koymak, şiddete ilişkin bakış açılarını tespit edebilmek, şiddetin hangi türleriyle karşı karşıya olduklarını ve tüm bunlara ilişkin olarak neler düşündüklerini belirlemek, söz konusu temel amaç çerçevesinde şekillenen alt amaçları oluşturmaktadır. Belirlenen çalışma grubundan elde edilen verilerin yorumlanması ile kadına yönelik şiddet konusundaki mücadeleye özgün bir katkıda bulunmak umut edilmektedir. YÖNTEM Nitel bir bakış açısıyla ele alınan bu araştırma, kısaca mevcut durum analizi üzerine odaklanmıştır. Problem durumu bağlamında kabul edilen sosyal gerçeklik, derinlemesine görüşme tekniği aracılığıyla tespit edilerek, elde edilen bulgular metodolojik olarak analiz edilmiştir. Kapsayıcı bir özelliğe sahip olan nitel araştırma yönteminin ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği konusunda literatürdeki yaklaşımlar kesin ifadelendirmelerden kaçınmaktadırlar çünkü nitel araştırma çeşitli bilimlerdeki farklı kavramları kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Bu anlamda nitel araştırmanın kuram oluşturma noktasından hareketle sosyal olguları, içinde bulunulan çevre ekseninde araştırmayı ve anlamayı ön planda tuttuğu söylenebilir (Yıldırım ve Şimşek, 2005: 39). Bir durum çalışması olarak ele alınan bu araştırmada aile içi şiddet olgusu, bu konuyla ilişkili olan ve çeşitli sebeplerle KA-MER Elazığ şubesine başvuran kadınlardan oluşan bir çalışma grubunda, derinlemesine görüşmeler çerçevesinde araştırılıp anlamlandırılmıştır. Çalışma grubu belirlenirken öncelikle KA-MER vakfı Elazığ şubesiyle irtibata geçilmiş, yetkililer tarafından aile içi şiddet gördüğünü beyan eden birçok kadının vakıfla bağlantılı olduğu öğrenilmiştir. Çalışma grubunu belirlerken yetkililerce ifade edildiği üzere, aile içi şiddet konusunda sorun yaşayan kadınlar içinde bulundukları 821

301 durumu yetkililere dahi çok zor ve uzun zamanda itiraf ve ifade ettiklerinden dolayı kadınları öncelikle farklı bir sebeple bir araya getirme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. KA-MER vakfı Elazığ şubesi yetkililerinin işbirliğiyle bir araya getirilen kadınlarla genel bir sohbet yapılarak, doğal ortama uygunluk ve araştırmacının katılımcı rolü gibi nitel araştırma yönteminin temel bazı özelliklerine istinaden görüşmeci adaylarıyla bağ kurmaya ve güven telkin etmeye çalışılmıştır. Araştırmanın amacı ve yöntemi ifade edildiğinde bu çalışmaya dâhil olmaya gönüllü olan 10 kadın ile oluşturulan çalışma grubunun bu noktada benzeşik örnekleme çeşidine uygun bir nitelik arz ettiği söylenebilir. Ancak gönüllü olarak çalışmaya katılan bazı kadınların, aile içi şiddet konusunda çekimser davrandıkları gözlemlenmiştir. Bu durum, çalışma açısından bir sınırlılık olarak kabul edilebilir. Çalışmacılar tarafından Yarı- yapılandırılmış görüşme formu ve sorulara bağlı olarak yöneltilen açıklayıcı sondalarla gerçekleştirilen görüşmelerde kadınların yaşları, tahsil durumları, meslek sahipliği, maddî durumları, kaç yıldır evli oldukları, kaçıncı evlilikleri olduğu, evlilik türü gibi kişisel bilgileri alınmıştır. İçeriğe ilişkin olarak; eşlerle olan ilişki ve aile içi söz sahipliği, şiddete bakış açıları, yaşanılan şiddet deneyimleri ve hangi tür şiddete maruz kalındığı, gördükleri şiddetin sebepleri, psikolojik destek alınıp alınmadığı ve görüşmecilerin boşanmaya bakış açıları sorulmuştur. Bunların yanı sıra aile içi şiddeti anlamlandırmak amacıyla görüşmecinin aile şiddet geçmişi, kendi ailesinin tutumu, eşinin ailesinin tutumu, çocuklara yönelik etkiler de birer soru olarak formda yer almıştır. Çalışma sonucunda elde edilen veriler, içerik analizine tabi tutulmuş, bulgular belirli bir tema altında sınıflandırılmıştır. Raporlaştırma aşamasında ise çözümlenen veriler kendi içlerinde ve birbirleri ile ilişkileri yönüyle yorumlanmıştır. İçerik analizinde görüşmecilerden yapılan alıntılarda parantez içi simgeler, görüşmecinin isminin baş harfini ve yaşını göstermektedir. BULGULAR VE YORUMLARI Çalışma grubunu oluşturan kadınların yaşları 35 ile 59 arasında değişmektedir. Kadınların % 50 si (n=5) ilkokul ve %10 u (n=1) ortaokul mezunu iken, %40 ı (n=4) kendisini okur-yazar olarak nitelemektedir. Çalışma grubundaki kadınların %60 ı (n=6) çalışmadıklarını ve bir meslekleri olmadığını ifade ederken % 30 u (n=3) bir meslekleri olmaksızın vasıfsız işlerde çalıştıklarını söylemişlerdir. %10 (n=1) ise eskiden terzilik yaptığını ama şu an çalışmadığını belirtmiştir. Maddi durum açısından elde edilen bilgiler, kadınların %40 ının (n=4) iyi, %30 unun (n=3) orta ve yine % 30 unun (n=3) kötü durumda olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kaç yıldır evli oldukları sorusuna 18 ile 37 yıl arasında yanıtlar alınmıştır. Evlilik açısından kadınların %80 i (n=8) ilk evlilikleri olduğunu ifade ederken %20 si (n=2) ikinci evliliklerini yaşadıklarını söylemişlerdir (ilk evlilikleri çok kısa sürdüğü için ikinci evlilikleri ekseninde soruları yanıtlamışlardır) bununla birlikte kadınların %60 ı (n=6) görücü usulüyle, % 30 u (n=3) severek-tanışarak, %10 u (n=1) kaçarak evlenmiştir. Görücü usulüyle evlenen görüşmecilerden 2 si aileleri tarafından zorla evlendirildiklerini beyan etmişlerdir. Mevcut profil, çalışma grubumuzun olgun nüfusa sahip, eğitim seviyesi düşük ve sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı olduğunu göstermektedir. Görüşmecilerin uzun zamandır evli oldukları, evlilik türü açısından ise genel anlamda geleneksel alışkanlıklar çerçevesinde seçim yaptıkları göze çarpmaktadır. Ayrıca görüşmecilerimizin tamamına yakını Elazığ ın kırsal kesimlerinde doğup büyüdüklerini, ancak hali hazırda şehir 822

302 merkezinde yaşadıklarını belirtmişlerdir. Yalnızca bir görüşmecimiz bir Batı şehrinden Elazığ a evlilik sebebiyle göç ettiğini söylemiştir. Bir başka görüşmecimiz de memleketinin aslen bir başka Doğu ili olduğunu, orada hiç yaşamamış olmasına rağmen eşinin ailesi tarafından yadırgandığını belirtmiştir. Bu durum mezhepsel anlamda bir sosyal etiketleme olduğu fikrini uyandırmaktadır. Diğer örneklerle birlikte çalışmada göç olgusunun etkisine ileride değinilecektir. Çalışma sürecinde görüşmecilere yöneltilen sorulara alınan yanıtların analizi aşağıda yer almaktadır: Eşlerle olan ilişkiler ve aile içi söz sahipliği açısından, görüşme grubundaki kadınların bir kısmı evlilikleri süresince eşleriyle olan ilişkilerini olumsuz yorumlarken bir kısmı da kaderci bir bakış açısı benimsemiştir. Örnek olarak şu ifadelere yer verilebilir: İlk on yıl çok güzeldi sonra kavga, gürültü Sebep alkoldü, alkolü bırakacağını söylüyordu sözünü tutmadı. Ben de ondan çok soğudum. Şimdi aynı evde yaşıyoruz ama odalarımız ayrı Çok seviyordum çok soğudum. Bir yere giderken eşimden izin almıyorum çantamı alıp çıkıyorum. (M.52). Mecbur evlendim, madem evlendim kabullenirim her şeyi (S. 47). Ailede sözünü geçirme konusunda da çalışma grubu genelinde yıllardan sonra ortaya çıkan bir söz sahipliği durumu göze çarpmaktadır: Eskiden aile içi kararlarda söz sahibi değildim fakat şimdi oğullarım büyüdü ve kendimi daha güçlü hissediyorum. (A.38). Eskiden hiç söz sahibi değildim ama şimdi biraz biraz söz sahibiyim. Hem görümcem evlendi hem de eşim işe girdi, kayınvalidem öldüğü gün benim doğum günüm olacak (H.35). Aile içi kararlarda artık son söz benim çünkü eşim çok yaşlandı (T.59). Bunların yanı sıra görüşmecilerden (F.45) çalışma grubu içinde ailede söz sahibi olmadığını beyan eden tek kişidir: Aile içi kararlarda en başta kocam, sonra kayınvalidem ve kayınpederim etkili. Benim hiçbir etkim yok. Bu konuda elde edilen veriler ataerkil aile yapısının izlerini taşımaktadır. Geleneksel gelin rolü ve erkeğin ailesinin baskın tutumu ilerleyen örneklerde de karşımıza çıkacaktır. Çalışma grubundaki kadınların şiddete olan yaklaşımları evliliğin ilk zamanlarıyla kıyaslandığında daha az kabullenici bir tarzdadır. Zaman içerisinde değişen fikirlere yaş ve çocuklar etken teşkil etmektedirler: Gençken çok dayak yeseydim çocuklarım için hiç sesimi çıkarmazdım ama şimdi olsa boşanır giderim. (T.59). Ama şimdi gözü karayım, o bana bir şey yapınca ben ve oğullarım karşılığını veriyoruz. (A.38). Ancak görüşmecilerden (M.52) şiddete olan yaklaşımını bir deneyimleme sonucu oluşturduğunu ifade etmiştir: Evlendiğimiz ilk ay dediğini yapmadığım için beni çok kötü dövdü. Ama ben ona bu dayağın beni korkutamayacağını söyleyerek inatla dediğini yapmadım ondan sonra bana bir kez bile el kaldırmadı. Ardından yıllar sonra bir gün eve alkollü geldi tartışırken sehpaya tekme attı ben de sehpayı kaldırıp yere attım ve şiddet öyle olmaz böyle olur dedim sesini bile çıkarmayınca anladım ki şiddete boyun eğseydim her gün dayak yerdim. Görüşmecilerin şiddete ilişkin yaşantı geçmişlerini analiz edebilmek amacıyla ne sebeple hangi tür şiddete maruz kaldıkları ve şiddet deneyimleri sorulmuştur. Eşin ailesinin kadına yönelik tutumları genel anlamda karşılaşılan şiddetle ilişkili olduğundan dolayı şiddet ve eşin ailesinin tutumu bir arada analiz edilmiştir. Kadınların tamamına yakını geçmişte ve hâlihazırda çeşitli şiddet türlerine maruz kaldıklarını, çoğunluklu olarak eşin ailesinin kışkırtmalarının etkili olduğunu ifade etmişlerdir: Şiddetin her türünü yaşadım. Üstüme tabancayla da çok yürüdü kendi gücüyle de çok dövdü. Çok huysuzdu, kıskançtı, titizdi. Bazı konularda kendine göre eksiklik gördüğü 823

303 zaman şiddet kullanırdı. Bazen kaynanam da doldurur üstüme salardı. Cinsel şiddet çok gördüm beni çok zorladı. (F.45). Evliliğimin en başından beri şiddet vardı. Eline geçen her şeyle saldırıyor. Bıçak kullandı, delici ve kesici eline geçen her aletle veya sadece bilek gücüyle saldırıyor. Kışın balkonda soğuk su bile atmıştı üstüme Eşimin ailesinden çok psikolojik şiddet gördüm. (A.38). Sadece eşim değil kayınvalidem ve görümcem de beni dövüyordu. Onlar ne zaman kocamı doldursalar ben dayak yerdim. Nedeni çok eften püften olabiliyordu, yemeğin lezzeti ya da kayınvalidemin iftirası gibi sebeplerle dayak yedim. (H.35). Sözlü, ekonomik, psikolojik şiddet çok yaşadım. Kayınvalidemle birlikte yaşıyordum ondan çok şiddet gördüm. Kaynanamı dövecek boyuta geldim. Kayınbiraderim beni aşağılardı, eltim beni küçük düşürürdü, şikâyet ederdi kayınpederimi benden nefret ettirirdi. (G.44). Gençken birkaç kez dayak yedim çok kıskançtı beni yalan söylemeye mecbur bıraktı yalanım ortaya çıkınca da çok kötü dövdü. Bir kere de komşuya izinsiz gittiğim için dayak yedim. Bir de hamileyken bir şey bahane edip yine dövdü. (T.59). Örnek olarak verilen şiddet deneyimlerine, üst kısımda şiddete olan yaklaşımlar analizlerinde yer alan görüşmecilerden (M.52) nin yaşadığı şiddet olayı da eklenebilir. Görüşmecilerin kendi ailelerinin tutumu ve aile içi şiddet geçmişlerine yönelik olarak sorulan sorular, istisnai bir örnek dışında genel anlamda kadınların yaşadıklarını ailelerine yansıtmaya yanaşmadıklarını, evlenmeden önceki aile ortamlarında sorun yaşamadıklarını yaşasalar bile bu durumun kendilerine yönelik olmadığını ifade etmişlerdir. Aile ortamında şiddet görmediklerini ama evlendikten sonra şiddetle karşı karşıya kaldıklarını belirten iki görüşmecinin ifade ettikleri, paralellik arz etmektedir: Aile ortamımız ben çocukken çok güzeldi hiçbir sorun yaşamadım. Kız kardeşim çok şiddet gördü biz ona destek olduk ailece sahip çıktık ve boşandı. (G.44). Babam beni çok severdi. Hiç şiddet görmedim kendi ailemden ama iki kız kardeş de şiddetle koca evinde tanıştık. (H.35). Benzer ifadelere diğer görüşmecilerde de rastlanmıştır: Kendi babam melek gibiydi. Beni çok severdi. Aileme, anneme bile hiç anlatmadım. Hatta artık tak etmişti canıma, bir gün erkek kardeşime anlattım o da bana ben senin evliliğine ibretle bakar çok özenirdim dedi. (F.45). Ailem evde olanları bilmedikleri için eşimi çok severler. (H.35). Bu ifadelerle birlikte öz aile-eşin ailesi kıyaslamaları yapıldığında bir görüşmecinin şu cevabı da dikkat çekmektedir: Kendi ailemden şiddet görmedim. Ama eşimin ailesinden psikolojik şiddet çok gördüm. (A.38). Çalışma grubundaki kadınlara genel anlamda baktığımızda hem ailesinden hem de evlendikten sonra eşiyle birlikte onun ailesinden şiddet görme durumu bulunmamaktadır. Şiddet gördüğünü ifade eden görüşmecilerimizin tamamına yakını şiddetle evlendikten sonra karşı karşıya kaldıklarını ifade etmektedirler. Bu durum yapılan görüşmelere birey bazında bütünlüklü olarak bakıldığında daha net ortaya çıkmaktadır. Ailenin şiddete ilişkin tutumu konusunda eşinden ciddi anlamda şiddet görmediğini belirten bir görüşmecimizin kendi ailesi konusundaki yorumları ilgi çekicidir: Ağabeylerim çok baskıcıydı, annem kışkırtırdı onlar beni döverdi. Dayak önemli değil söylenen sözler beni üzerdi ve beni daha çok kötüye teşvik ederdi. Ailem baskıcı olmasaydı daha iyi bir evlilik yapardım daha mutlu olurdum. Anne-baba yüzünden yanlış öğreniyoruz, eşimizi tanıyıp almıyoruz, eşim evlendiğimizde yaşımı bile bilmiyordu. (S.48). Örnek ifade çok önemli bir noktaya işaret etmektedir. Aile içi şiddetin varlığı bir bakıma sağlıklı ve mutlu bir evliliğe, bunun yanı sıra kadına atfedilen değere yönelik bir tehdit olarak algılansa da tek başına bir etken olarak kabul edilmemelidir. Bir kadının yetiştiği ortamın, aldığı eğitimin ne denli önemli olduğu bu 824

304 örnekte bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Ailenin bireyi yetiştirme tarzındaki çarpıklığın, evlilik kararı alınırken ortamdan kaçıp kurtulma kriterine indirgenmesi durumu toplumda sıkça rastlanan bir sosyal gerçekliktir. Evlilik, kadınlar için baskıcı düzenden kaçış yolu olarak görüldüğü sürece bu tür örneklere rastlamamız olasıdır. Zaten aynı görüşmecinin ilk eşim vefat etti, ailem tarafından ezilmek istemediğim için 2. evliliğimi yaptım şeklindeki sözleri bu durumu ortaya koymaktadır. Aile içi şiddete ilişkin deneyimlerin paylaşıldığı görüşmelerimizde eşin ailesinin tutumu ve yaşanan şiddet deneyimi şeklindeki iki boyutun eşleştiği daha önce ifade edilmişti. Eşin ailesinin şiddete yönlendiren bu tavırları yorumlandığı zaman görüşmeciler tarafından ifade edilen bazı geleneksel kalıpların-hatta batıl inançların varlığından söz edilebilir: Evliliğimin ilk gününden beri şiddet vardı. Tembihlemişler; ilk gece şiddet uygularsan karın senden korkar ona göre davranır diye (F.45). Eşimin evinde ve geleneklerinde erkekler önemli kadınlar önemsiz. Öyle ki evlendiğimiz ilk gece bana eşimin idrarını içirmişlerdi, onun sözü geçsin diye Sonradan gözlemledim onlara kim gelin gelse aynısını yapıyorlar. Fakat artık damatlara da yapıyorlar. (H.35). Bu noktada maddi açıdan erkeğin ailesine bağımlı olmanın da şiddeti ve geleneksel yapıya uyma zorunluluğunu tetikleyen bir unsur olarak görebileceğimizi, aynı görüşmecinin şu ifadesi de göstermektedir: Evliliğimizin ilk yıllarında eşim işsizdi, annesinin eline bakıyorduk onun için annesinin her dediği yapılırdı. (H.35). Yine evliliğinde alkol, yoksulluk ve işsizlik sebebiyle şiddet gördüğünü beyan eden görüşmecimiz (A.38) nin bu konudaki görüşlerinde de bir benzerlik yakalanmıştır: Eşimin bir mesleği bir işi yok. Annesinin her hafta verdiği harçlıkla geçiniyoruz. Artık ne kadar verirse (A.38). Görüşmecimizin daha önce belirttiği üzere, eşinin ailesinden gördüğü psikolojik şiddet, bir bakıma ekonomik bağımlılık bağlamında değerlendirilebilir. Sözü edilen münferit durumlar nedensel bir yapı arz etmemektedir. Maddi durum-şiddet ilişkisi her zaman doğrusal bir sonuç şeklinde düşünülmemelidir. Çalışmanın bütünü göz önüne alındığında en fazla şiddet gören görüşmecilerimizden (F.45) nın aylık kazanç olarak ifade ettiği rakam (4000 TL) çalışma grubu içerisinde maddi açıdan en yüksek meblağı oluşturmaktadır. Aynı şekilde; Aileden gelirim var asgari ücretle çalışıyorum. Maddî sorunum hiç yok ama psikolojim çok bozuk diyen (M.52) in ifadesi de bu fikre bir dayanak noktası oluşturmaktadır. Aile içi şiddet yalnızca eşe yönelik şiddeti ifade etmemektedir bu noktada çocukların aile ortamından ne ölçüde etkilendiğini belirlemeye yönelik sorular sorulmuştur. Alkol sebebiyle mutsuz bir evlilik yaşadığını söyleyen görüşmecimiz bu konudan çocuklarının da etkilendiğini şöyle ifade etmiştir: Çocuklarımın psikolojisi bozuldu, kızım okulu bıraktı ona açık liseyi bitirtip üniversite kazandırdım. Babaları çocuklarla hiç ilgilenmiyor hiç sormuyor bile, beni de bu soğuttu zaten. Çocuklar onunla hiç konuşmuyorlar, bir tek beni muhatap alıyorlar. O yokmuş gibi davranıyorlar. (M.52). Yine aile içi şiddetin kökenlerinde alkolün var olduğunu söyleyen (A.38) bu durumun çocuklara yansımasını şu sözlerle belirtmiştir: Oğlumu kaç kere dışarıya attı. Kızıma değil de oğullarıma şiddet uyguluyor. Aslında içmediği zamanlarda çocuklarına tapınır. Ama her gün içtiği için sabah başka akşam başka (A.38). Çocuklarının bu duruma tepkisini de şu sözlerden anlamak mümkündür: O bana bir şey yaptığında ben ve oğullarım karşılığını veriyoruz. Onlar babaları gibi içmiyor içkiye de çok soğuk bakıyorlar (A.38). Çalışma grubundaki kadınlardan biri olan (F.45) nın eşinin, şiddeti bir eğitim aracı olarak gördüğü sonucunu şu yorumdan çıkarmak mümkündür: Çocuklara da şiddet uyguluyor. Erkek çocuklara bile evden 825

305 uzaklaşmasınlar, aman başlarına bir şey gelmesin diye şiddet uyguluyor. Hiç gözümün önünden kaybolmasınlar diyor. (F.45). Çocuklara yönelik şiddet görüldüğü üzere yalnızca fiziksel değildir. Bu konudaki analizlerin ilki olan (M.52) nin ifadeleri aile içi huzursuzluğun çocuğa yansımasının psikolojik yönünü göstermektedir. Buna benzer olarak bir başka görüşmecinin; çocuklarıma şiddet uygulamıyor, zaten büyük kızım beni en başlarda anne bilmezdi, görümceme anne dedirttiler bana ismimle hitap ederdi (H.35) şeklindeki ifadesi hem anne hem de çocuk açısından ciddi anlamda bir psikolojik şiddet örneği olarak görülebilir. Aynı zamanda evlilik üzerinde eşin ailesinin etkisi konusuna da bir gönderme niteliği taşımaktadır. Çalışma grubundan edindiğimiz bilgilerin ana başlıklar halinde toplanmıştır ancak başlıklar arasındaki iç içe geçişler kaçınılmaz olmuştur. Bu noktada boşanma fikri ve eylemiyle çocuklar arasındaki ilişki dikkat çekicidir. Boşanmaya dair fikirlerin analizine geçilmeden önce ev ortamında meydana gelen aile içi huzursuzluğa çocuklarla ilgili yaşanmışlıkların etkisi ortaya konacaktır. Bir görüşmecimiz çocuğu için boşandığını daha sonra geri dönüp nikâhsız olarak beraberliğini devam ettirdiğini belirtmiştir: Eşim çocuklarla ilgilenmiyor, onlara çok hakaret ediyor. Kızları okutmuyordu ben direttim zorla okuttum. Eşim ailesiyle bir olup kızımı dövdü, o kadar öfkelendim ki ondan boşandım ama yine eve döndüm. Dinî nikâhımız var. Çocuklara para vermiyor, babamın maaşıyla kızımı okutuyorum. (T.59). Evlilikteki mutsuzluğu çocuklar üzerinden giderme davranışı sıklıkla göze çarpmaktadır. Çocukların varlığı ve geleceği annelerin gelecek beklentilerinde önemli bir yer tutmakta, kendi yaşadıklarının çocukları tarafından yaşanmaması temennisiyle birleşmektedir. Daha önceki analizlerde ailesinin baskıcılığından yakınan ve eş seçimi konusunda ailesinin zihniyetini eleştiren görüşmecimiz (S.48), çocukları konusunda şunları söylemektedir: Ailede ilk kez ben kızımı dışarda okumaya gönderdim, hepsi de kızlarını gönderdi öncü oldum. Kızımı okuttum, Ona hep arkadaşça yaklaştım evlilik seçimi konusunda baskı yapmadım şimdi evlendi ve çok mutlu. (S.48). Geleceğe dair beklenti konusunda çocukların etkisine ise şu örnek verilebilir: Gelecek benim için çocuklarım demek. Onların üniversitede okuması hayatlarını kurtarması demek. Umudum çocuklarım. Zaten tüm çileyi çocuklarım için çektim. (A.38). Görüşmecilerimizin birçoğu öncelikle çocuklar yüzünden boşanma fikrini saf dışı bıraktıklarını ifade etmişlerdir ama analizler öz aile tutumunun ne ölçüde etkili olduğunu ortaya koymaktadır: Şikâyette bulunmadım. Bir kız gelinlikle çıktığı eve kefenle girer. Çocuklarım da oldu. Onları nasıl boynu bükük bıraksaydım? (F.45). Boşanmaya başvurmadım ama annemlerin evine çok kere sığındım, onlar beni ikna etmeye çalıştılar boşanmam için ama şartları çocuklarımı baba evinde bırakmamdı. Beni ancak tek başıma istiyorlardı. Bunu kabul edemezdim. (A.38). Ailenin tutumunun yine kadını çaresizliğe ittiğini gösteren bu örnek bir başka görüşmecimizde şu şekilde ortaya çıkmaktadır: Ayrılmaya kalktım ailem kabullenmedi, boşanma fikrine tahammül edemiyorlardı. Beni dövmüyordu ailem de o yüzden evliliğini sürdür dedi. Bir gün herkesten habersiz boşanma davası açtım. Eşim yalvardı ailem araya girdi tekrar barışmak zorunda kaldım. (M.52). Aileden bağımsız olarak boşanma fikrini ayrıca ele aldığımızda yine kararlara çocuğun varlığı damgasını vurmaktadır: Çocuklar benim için öncelikli. Evliliğimin ilk yıllarında ayrılmak aklımdan geçtiğinde hep çocukları düşündüm. (M.47). Bulgu edinme sürecinde çalışma grubunu oluşturan kadınlara psikolojik destek alıp almadıkları yönünde yöneltilen sorulara aşağıdaki yanıtlar alınmıştır: Tedavi görmedim ama gerekiyordu. Başlarda sağlık güvencemiz de yoktu. (H.35). Psikolojik 826

306 tedavi görmedim ama kendimi dinle tedavi ettim sonuçta yaşadıklarımı bir şekilde hafifletmem gerekiyordu. (S.48). Psikolojik destek aldım, hâlâ alıyorum. Eşimle beraber de gittik ama o sonra devam etmedi. (M.52). Görüşmecilerimizden biri psikolojik tedavi gördüğünü belirtmiş ama açıklama yapmamıştır (A.38). Diğerleri de psikolojik destek almadıklarını ifade etmişlerdir. Görüşmecilerimizden evlenirken eşinin memleketine göç eden veya iş değişikliği yüzünden başka bir şehre göç eden kadınlar, bu mekân değişikliğinden bahsederken herhangi bir iyiye gidişten bahsetmemişlerdir. Örnek olarak şu ifadeler verilebilir: Ben Sakaryalıyım aslen, orda kalacaktık sonra hile yaptılar beni buraya getirdiler Evliliğimin ilk zamanlarında şiddet yoktu, Elazığ a taşındıktan sonra başladılar. (H.53). Şiddet sebeplerinden biri olarak yoksulluk ve işsizliği gösteren bir görüşmecimiz de şöyle demektedir: İş bulma umuduyla Ankara ya göçtüm ama daha da yoksullaştım. Kayınvalidemin yardımı da kesildi, elin memleketinde iyice yoksullaştım. (A.38). Diyarbakır a taşındıktan sonra eşim alkole başladı. Ondan sonra tekrar Elazığ a dönsek de bir daha durumu düzeltemedik. (M.52). Göç etkisinin yanı sıra bir görüşmecimiz de aslen memleketi olan şehir yüzünden eşinin ailesi tarafından çok aşağılandığını ve hakarete uğradığını belirtmiştir. Bu da bir hoşgörüsüzlük örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışma grubunda yer alan görüşmecilere yaşadıkları aile içi şiddet konusunda yöneltilen sorular ve alınan cevapların analizi sonrasında iki farklı örneğe yer vermek istenmektedir. Görüşmecilere akıllarında yer etmiş, unutamadıkları bir şiddet deneyimleri olup olmadığı sorusunu olumlu yanıtlayan iki görüşmecinin yaşadıkları çok faktörlü bir analize yol açmaktadır: Ben hamileydim, çocuklarım çok küçüktü. Kocam yerde bir ıslaklık gördü çocuklardan biri altını ıslatmış nasıl fark etmemişsin? diye beni dövdü. Düşük yaptım. İnşallah kızlarım bu durumu yaşamaz. (F.45). Yine bir gün üçü (eşim, kayınvalidem, görümcem) beni dövüyordu o anda babam telefon açtı. Hemen sesimi düzelttim ama babam bir tuhaflık olduğunu fark etti. Ne olduğunu sordu ben de babamı bir şey olmadığı konusunda ikna etmeye çalıştım. Ama yine de tahmin etti ve çık gel dedi. Gideceğim yer aynı şehirde bir yer değil ki kaç saat sürüyor Akrabalarımız ne der? Karı olamadı geldi derler. Eşim çocuklarımı bana vermez ki. Ben onlardan ayrı kalmaya dayanamam. Onun için babamı ikna ettim. Telefonu kapattıktan sonra beni daha çok dövdüler. Öyle ki gözlerim mosmor olmuştu. (H.35). Dehşet verici bu şiddet yaşanmışlıklarının kadınlar açısından ne denli travmatik olduğu ortadadır. Şiddetin mağdurları açısından bakıldığında, daha önce sözü edilen çaresizlik çemberinin bu ifadelere nasıl yansıdığı görülmektedir. Kadınlık, dahası insanlık onurunu ayaklar altına alan bu şiddet eylemleri hem bedensel hem de ruhsal açıdan kadını çöküntüye uğratmaktadır. Çaresizlik çemberinin zincirlerinden birinin kırılsa da diğerlerinin kadını çemberde kalmaya zorladığı ikinci örnek ifadeden gözlemlenebilir. Aile desteği olsa bile çocukların varlığı, zamandan ve mekândan kaynaklanan kısıtlamalar ve çevresel baskı, kadının yaşadığı ortamdan uzaklaşmasına engel olmaktadır. Şiddeti uygulayan açısından bakıldığında ise hastalıklı bir zihniyetin varlığından söz edilebilir. Çünkü şiddet uygularken ne kadar yanlış olursa olsun failin, eylemini dayandırdığı bir nokta olmalıdır ancak ilk örnekte şiddetin sebebinin anlamsızlığı söz konusuyken ikinci örnekte telefon konuşmasından sonra azalması beklenen şiddet daha da artarak devam etmiştir. 827

307 SONUÇ VE ÖNERİLER Bu çalışmanın sonucunda elde edilen veriler, çalışma grubunu oluşturan kadınların fiziksel, sözel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet türlerinin en az birine maruz kaldıklarını ortaya çıkarmıştır. Ancak kadınlar sözü edilen şiddet türlerinin birkaçının oluşturduğu bir bütünü evlilik hayatları boyunca deneyimlemek zorunda kalmışlardır. Bu sonuç, farklı akademik çalışmalardan elde edilen sonuçlarla paralellik arz etmektedir (bkz. Güler, Tel ve Özkan Tuncay: 2005, Karaçam, Çalışır, Dündar, Altuntaş ve Avcı: 2006, Karataş, Derebent, Yüzer, Yiğit ve Özcan: 2006, Aksakal ve Atasayar: 2011). Araştırma bulgularından elde edilen sonuçlar, kadınların maruz kaldığı şiddetin kökeninde geleneksel kalıp fikirlerin, eş kıskançlığının, eşin ailesinin evlilik üzerindeki olumsuz müdahalelerinin ve bağlayıcılığının, alkolün ve ekonomik sebeplerin yattığını göstermektedir. Ancak görülen odur ki zihniyet çarpıklığı tüm bu sebeplerin üzerinde bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Görüşmecilere yöneltilen sorular sonucunda alınan cevaplarda aile düzeni açısından güç ilişkisi yani ikili ilişkiler ve aile içi söz sahipliği konularında kadınların geri planda ve kaderci bir yapıda oldukları söylenebilir. Bu konuda kendisini eşiyle eşit ya da daha ileri konumda gören kadınların da bu statü yü evlilik boyunca mücadele ettikten sonra belli bir yaş olgunluğunda elde ettikleri veya üzerlerinden birtakım baskı unsurları kalktıktan sonra edindikleri gözlenmiştir. Çalışma grubundaki kadınların büyük bir çoğunluğunun evliliğinde eşin ailesinin yadsınamaz bir müdahalesi vardır. Ataerkil kökenli bu baskıcı dahil oluş durumu, evliliğin mahremiyetini zedelemekte, eşler arasındaki ilişkinin kendiliğinden gelişmesini engellemektedir. Daha da önemlisi eşin ailesi, hem kadına şiddet uygulayan hem de eş şiddetini azmettiren bir niteliğe bürünmüştür. Kadınların şiddete dair fikirleri ele alındığında, onların da bu durumdan hoşnut olmadıkları ortadadır. Ancak bir noktada şiddeti yok sayma eğilimi, durumdan şikâyetçi olunsa bile fiilî harekete geçmeme, daha çok duygusal deşarja odaklanma gibi tutumlar göze çarpmaktadır. Aslında bu durumdan çeşitli etkenler sorumlu tutulabilir. Örneğin, boşanmayı düşünen kadınların boşanma kararı konusundaki çekimserliğin birtakım zorunluluklardan meydana geldiği tespit edilmiştir. Kadının ekonomik anlamda erkeğe bağımlılığı, öz ailesinin tutumu ve çocukların varlığı kadını bu konuda kısıtlamaktadır. Özellikle çocuklar açısından duruma bakıldığında bir kısır döngüden bahsetmek mümkündür. Çocuklar evde yaşanan aile içi şiddetin etkisinde kalmaktadırlar ama aynı zamanda kadınlar, çocukları yüzünden evliliklerini sürdürdüklerini ifade etmektedirler. Çocukların mutluluğu için cefa çeken bir anne pozisyonundaki kadın, aslında çocuğu mutsuz bir aile hayatı içinde yaşamaya itmektedir. Ancak bu onun suçu değildir çünkü evden ayrılmaları halinde eşleri tarafından çocuklarını görmemekle tehdit edileceklerini düşünmektedirler. Görüşmecilerden elde edilen bulgular çözümlenirken dikkat çeken bir unsurdan daha bahsedilecek olursa, kadınlar şiddetle evlendikten sonra yüz yüze gelmişlerdir. Aile içi şiddet gördüğünü beyan eden kadınların tümü, evlenmeden önce şiddetle karşılaşmadıklarını belirtmişlerdir. Şüphesiz bu kadın açısından evliliğe atfedilen değeri zedeleyici öğelerin başında gelmektedir. Çünkü insan doğası hayat kalitesini yükseltmeye odaklıdır. Şiddet davranışını ortaya çıkarmada bir etken olarak kabul edilen alkol, bu çalışmada da bir şiddet sebebi olarak ortaya çıkmıştır (Benzer sonuç için bkz. Korkmaz, 828

308 Batur, Karakuş ve Tel: 2003). Bunun yanı sıra göç olgusu çalışmada dikkat çeken kavramlardan biridir. Şiddete doğrudan etki eden bir faktör olmasa da yine de aile içi ilişkilere olumsuz etkilerde bulunduğu ifade edilebilir. Genel olarak belirtilen faktörler çerçevesinde sonuçlanan aile içi şiddete yönelik analiz, şiddete ilişkin tüm olay ve olguların temelinde bir zihniyet sorunu olduğunu göstermektedir. Hem şiddetin faili hem de mağduru olan insanlar yanlış inanışlar kıskacında, yaşananları evliliğin bir parçası olarak görerek hayatlarına devam ederken şiddetin ortadan kalkmasından nasıl bahsedilebilir? Bu yüzden bu konuda getirilecek ilk öneri, şiddetin önlenmesi için önce zihinlerden yani algılayışların ve kabullenişlerin değiştirilmesinden başlamak olmalıdır. Uzun vadede sonuç verecek bu müdahale için, özverili çalışmalara, eğitim seminerlerine ihtiyaç vardır. Bu noktada akademik kurumlar, sivil toplum örgütleri ve ilgili kamu kuruluşlarının öncülüğünde düzenlenecek kampanyalar ve projelerin hedeflenen değişimi başlatacağı umut edilmektedir. Şiddetin normalleşmesinin önüne geçmek ve kadına atfedilen değeri hak ettiği seviyeye getirebilmek adına yapılacak bu zihin dönüşümünün bir kolu da kadının korunması için çaba harcamak olacaktır. Kadının şiddetten korunması yasalar tarafından güvence altına alınan bir hak olsa da işleyiş sürecinde ortaya bazı problemler çıkmakta, bu aksaklıklar istenmeyen sonuçlara yol açmaktadır. Bu yüzden koşulların daha da iyileştirilmesi elzemdir. Son olarak kadının sesini duyurabilmek ve bu önemli sorunu tam anlamıyla ortadan kaldırabilmek için betimleyici bilgilendirici ve yönlendirici her türlü akademik çalışmanın yapılması teşvik ve organize edilmelidir. KAYNAKÇA Aksakal, H. ve Atasayar, M. (2011), Aile içi kadına yönelik şiddetin biyo-psikososyal sonuçları üzerine bir çalışma, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 26 Eylül Ekim 2011, Babaoğlu, H. (2011, 10 Ekim), Kadın cinayetleri politiktir, Ergil, D. (2001), Şiddetin kültürel kökenleri, Bilim ve Teknik, Sayı Şubat: Güler, N., Tel, H., Özkan Tuncay, F. (2005), Kadının aile içinde yaşanan şiddet bakışı, C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi 27 (2): KAMER, (2011). İstersek biter, (haz. Aksu Bora), Diyarbakır: KAMER Vakfı Yayınları. Karaçam, Z., Çalışır, H., Dündar, E., Altuntaş, F., Avcı, HC. (2006), Evli kadınların aile içi şiddet görmelerini etkileyen faktörler ve kadınların şiddete ilişkin bazı özellikleri. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 22 (2): Karataş B., Derebent E., Yüzer S., Yiğit R., Özcan A. (2006), Kırsal kesim kökenli kadınların aile içi şiddete ilişkin görüşleri Second International Conference On Women s Studies Hosted By Eastern Mediterranean University Center For Women s Studies, Famagusta, Turkish Republic Of Northern Cyprus, April

309 Kızmaz, Z. (2006), Şiddetin sosyo-kültürel kaynakları üzerine bir yaklaşım, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 16 (2): Köknel, Ö. (2000), Bireysel ve toplumsal şiddet, (2. basım), İstanbul: Altın Kitaplar. Leyla, Ş. (2006), Yeni sosyal hareketler bağlamında Türkiye de kadın, Sosyoloji Dergisi Sayı:15. Leyla, Ş. (2011), The new actors of women s movement: women NGOs and their potentials, Eurasian Journal of Anthropology, 2(1):1 14, Özbudun, S., Sarı, C., Demirer, T. (2007), Küreselleşme, kadın ve yeni ata-erki, Ankara: Ütopya Yayınları. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. (5. Basım). Ankara: Seçkin Yayıncılık. 830

310 KADIN ŞİDDETİNE KARŞI ŞİDDET BİRİMLERİ -ARTVİN ÖRNEĞİ- Hatice KARAKUŞ 1 ÖZET Kadına yönelik şiddet son günlerin başta gelen toplumsal sorunlarından birisidir. Yazılı ve görsel medyada sunulan yazılar ve görüntüler, kadın şiddetinin boyutları hakkında ürkütücü bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışma kadına yönelik şiddete bir çözüm önerisi olarak şiddet birimleri kavramsallaştırması üzerinde durmaktadır. Kadına yönelik şiddetin toplumun tüm kesimleri tarafından daha iyi irdelenmesi, anlaşılması ve çözüm için yapılması gerekenlerin ortaya konulabilmesi için çalışmaların yapılması önemlidir. Anahtar Kelimeler: Kadın, şiddet, polis. ABSTRACT Violence against woman is one of the major social problems these days. Text and images, which have been presented in written and visual medias, reveal a scary picture regarding the dimensions of woman's violence. This study focuses on the conceptualization of units of violence as a solution to violence agains woman.it is important to realize studies to instigate the examination and the understanding of the violence against women by everyone in the society also to present the things to be done for its solution. Key Words: Woman, Violence, Police. GİRİŞ Son günlerde yazılı ve görsel medyada yer alan şiddet içerikli haberler, namus, aile ve kadın adına işlenen cinayetler ve siyasilerin ailede yaşanan şiddetin önlenmesi ile ilgili olarak yaptığı çalışmalar, kadın şiddeti sorunsalını bir kez daha gündeme getirmiştir. Toplumsal bir sorun olan şiddet olaylarıyla mücadele noktasında devletin sorumluluk ve görev alanında en acil ihtiyaç, tehlike çemberinde bulunan kadınların ve çocukların koruma ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Ülkemizde, şiddet mağduru kadınların mağduriyetinin giderilmesi noktasında çalışmalar yapılmasına rağmen, şiddet olaylarının sayısındaki artış, önlemlerin yetersiz olduğunun bir göstergesidir. Kadının birey, vatandaş, eş, anne ve tümünün toplamı olarak bir insan olduğu faktörünü göz önüne alarak yaşam standartlarının sağlanması gerekmektedir. Bugün dünyada ve ülkemizde pek çok kadın, ilişkilerinde ve evliliklerinde yaşadıkları sorunlara bağlı olarak can korkusu yaşamaktadırlar. Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için, önlemlerin hukuk kurallarıyla sınırlı kalması, yasal bir dizi düzenlemenin yapılması 1 Yrd. Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, hatice_karakusx@hotmail.com 831

311 yeterli değildir. Çok yönlü bir sorun olan şiddet olaylarının çözümünde, multidisipliner bir anlayış takip edilmelidir. Aile içi şiddet aile içinde çözülebilecek bir olgu değildir. Profesyonel bir bakış açısı ile sonuç getirici uygulamalara ihtiyaç vardır. Bu uygulamaların hayata geçirilmesinde, polis teşkilatından, sosyal hizmetlere, eğitim ve sağlık sektöründen yerel kuruluşlara kadar pek çok mekanizmaya büyük görevler düşmektedir. Bahsi geçen bu anlayışın somut bir örneği olarak Şiddet Birimlerini göstermek mümkündür. Yöntem Bu çalışmada, şiddet olaylarının artışına bağlı olarak birkaç emniyet müdürlüğü bünyesinde adımları atılan şiddet birimlerinin alt yapısı ele alınmıştır. Planlaması yapılan şiddet birimlerinin çalışma koşulları, personel seçimi ve işbirliği içinde olması gereken disiplinler ele alınmıştır. Çalışma, Artvin il emniyet müdürlüğünde görev yapan 18 kadın polis ile derinliğine görüşme yapılarak hazırlanmıştır. Görüşme yapılan kadın polislerin gerçek isimleri saklı tutularak G1, G2 şeklinde kodlamalar yapılmıştır. Görüşmeler esnasında ses kayıt cihazı kullanımı önerilmiştir. Görüşmelerin bir kısmında ses kayıt cihazı kullanılmış, bir kısmında ise notlar alınmıştır. Kadın polislerin görüşlerine başvurulmak istenmesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Şiddet olayları sonrasında, kadınların ilk kurtuluş noktası olarak gördükleri yerler karakollardır. Olayın ilk meydana geldiği anda, sürecin bir çok aşamasına polisler şahitlik yapmaktadırlar. Buna ek olarak sayısız olayla karşılaşan polislerin, şiddet olaylarının sosyo-kültürel, ekonomik ve psikolojik boyutlarına dair olarak ilk elden gerçekçi gözlemleri olacağı varsayılmıştır. Kadın kimliği ile polislik mesleğini yapan kadın polislerin cinsiyetlerine yönelik şiddete bakış açısının merak edilmesi de bir diğer nedendir. Ayrıca, şiddet olayları sonrasında yaşanan gelişmelere bağlı olarak sürecin takibi aşamasında yaşanan tıkanıklıklara ilişkin olarak polislerin gerçekçi yorumlar ve gözlemlere sahip oldukları varsayılmıştır. Şiddetin Nedenleri Kurulması tasarlanan birimlerin çalışma şekillerinin oluşması aşamasında şiddetin nedenleri önemli bir konu başlığıdır. Bu birimlerde görev yapacak olan personelin tek işinin şiddet olacağı düşünüldüğünde, çalışan personelin şiddetin nedenleri, sonuçlarına ilişkin bilgi birikiminin çok iyi olması gerekmektedir. Çalışan personelin sorunun özüne inebilmesi, temelden kaynaklanan nedenlere ilk elden müdahale edebilmesi için şiddeti tetikleyen nedenler önemlidir. Şiddet birimlerinin ana amaçlarından bir diğeri de olayların önüne geçilebilecek önlemler noktasında ailelere ulaşmak olacaktır. Bu nedenle ilk etapta şiddetin nedenlerini ele almak gerekiyor. Genel bir sosyolojik olgu olarak aile içi şiddetin birçok psikososyal, kültürel, ruhsal ve ekonomik nedenlerle ilişkisi olduğu belirtilmektedir (GARCİA-MORENO ve ark, 2006). Ashley Montague gibi antropologlar, insanların yetiştirilmeleri ve sosyal deneyimleriyle şiddeti öğrendiklerini iddia ediyordu (TREND, 2008: 47). Ev içinde babalarının şiddet uyguladığını gören erkekler bunu diğerlerine istediklerini yaptırabilmelerinin bir yolu olarak öğrenir ve uygularlar (İNCEOĞLU-KAR, 2010:42). Erkeğin beklentilerinin karşılık görmemesi yahut aile içindeki statüsünün tehdit edildiğini hissetmesi, kız çocuğunun hanım hanımcık, erkek çocuğun sokakta arkadaşları ile yaptıkları kavganın takdir edilerek büyütülmüş olmaları sebebiyle, 832

312 erkeğin kadına şiddet temayülü kazanması sosyal boyutu ile ve öğrenilmiş bir davranış biçimiyle aile içinde kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedeni olarak ortaya çıkmaktadır (YILDIRIM, 1998:30 dan akt: TUĞLU, 2009: 98). Kadının annelik rolü, aile rolü, yuvayı dişi kuş yapar işlevi, toplumsal rolü, iyi kadın, yarı kutsal, anamız, bacımız imgeleri, gelenekleri sürdürme rolü, bunlar gibi bir çok role ve imgeye uymak zorunluluğu onun değişimini ve gelişimini yavaşlatır (ORAL, 2010: 219). Kadınlık ve erkekliğe ilişkin rol ve beklentilerin toplumsal olarak yaygın kabul görmüş bazı stereotipleriyle; kadınların sessiz, uysal, sorunları giderici, rahatlatıcı, bakım sağlayıcı, huzur verici, fedakar vb. özellikleri taşıması gereken ideal modelleri, erkeğin atılgan, koruyucu, denetleyici, bilgi ve izan sahibi, başarılı, güçlülük vb. özellikleri taşıması gereken ideal modelleriyle adeta iki zıt kutup oluşturulmaktadır. Gerçekte kadınlar bu modellerden uzaklaştıkça kendilerinden beklenenlere cevap verememekte ve sözü edilen modellere aykırı özellikler şiddetle bastırılmaktadır (İNCEOĞLU-KAR, 2010: 43). Geleneksel ailede eşler birbirlerine ve çocuklarına sevgilerini açıkça dile getirmezler. Çocuklar ve eş için baba bir otorite ve korku kaynağı olarak kabul edilir bu durum ise iletişim kopukluklarına ve çatışmalara sebep olur (ÇİMEN, 2008: 420). İletişimde tıkanma; taraflardan birinin suçlama, diğerinin savunma davranışına yöneldiğinde ortaya çıkar genellikle. İletişim kilitlenir, yürümez. Çoğu zaman karşımızdakini suçladığımızın, eleştirdiğimizin farkında değilizdir. Duygularımızı ifade ettiğimizi sanırız. Karşımızdakini yargılamamız, suçlamamız, onu savunmaya iter ve iletişim tıkanır (TOPKARA, 2011: 145). Saldırgan kişilerin sadece belli yerlerde belli kişilere karşı şiddet kullandığı bilinir ( ÖZTÜRK, 2010:70). Şiddet uygulayan kişiler evde eşlerini döverken ne kadar kızgın olurlarsa olsunlar patronlarına veya bir polise saldırmaya kalkışmazlar. Şiddet taktiklerini dikkatlice seçtikleri görülür. Eşlerini sıklıkla etrafta başkaları yokken bir iz ve zarar bırakmayacak şekilde dövmeleri, şiddet kullananların bunu kontrol edebildiklerini göstermektedir ( ). Kadınların kamusal alanda yoğun olarak bulunmaya başlamasıyla birlikte ailedeki kadın ve erkek statülerinde bir denge durumu oluşmaya başlamıştır (ÖZTÜRK, 2010:49). Kadınlar pek çok konuda değişmiş, pek çok alanda iş hayatına girmiştir (DURMUŞ, 2008: 246). Kocasının saldırısına uğrayan kadınlardan pek çoğu bunu kişisel bir sorun olarak nitelendirir, kimsenin bilmesini istemez, polise hiç gitmez (AKINCI, 2003:7). Kadın bu evliliği hala yürütüyorsa, bunun iki sebebi vardır. Ya çocukları için bu evlilik sürer ya da başka bir çıkış yolu, hayatını devam ettirme yöntemi bilmediği için yani çaresizlik sebebiyle. yavrum sizler için, Ar namus için, El alem ne der?, Başka çarem yoktu ki, diyerek hayatı zorbalıklara katlanmak şeklinde yaşayan bu kadınlar, farklı farklı sıkıntılar çekerler (DURMUŞ, 2008: 236). Psikiyatristler, şiddete yönelik davranışa yol açan etkenleri araştırmak istediklerinde çoğu zaman ilk önce bireyin kişilik yapısını incelemeye meyillidirler. Şiddete başvuran erkeklerin çoğunluğunun yetersiz kişilik gösterdiklerini belirtmişlerdir (BALCIOĞLU, 2001: 23) 833

313 Bu makalenin ana temasını oluşturan şiddet birimlerinin amacı şiddet olaylarına yönelik uzun ve kısa vadeli çözümler üretmektir. Bu anlamda bundan önceki paragraflarda vurgulandığı üzere, şiddetin köklü ve kalıcı nedenleri bulunmaktadır. Geçmişin köklü izlerini bir anda silmek elbette ki mümkün değildir. Şiddet birimleri bünyesinde faaliyete geçecek çalışmalar, sonuçlarını uzun yıllar sonra vermeye başlayacaktır. Çünkü bu birimler şiddeti yaratan zihniyeti değiştirmeyi hedeflemektedir. İkinci aşamada, bu ekiplerin varlığı şiddete meyilli kişiler üzerinde caydırıcı etkide bulunabilir. Bu ekiplerde görev alan polislerin mağdur konumundaki kadınların yaşamlarına kadar girip bilgiler vermesi yararlı olacaktır. Ayrıca şiddet olayı tek taraflı olarak ele alınabilecek bir sorun değildir. Şiddet mağduru kadar, şiddete başvuran kişilerinde bu ekipler bazında ele alınması ve bilgilendirilmesi gerekmektedir. Kısacası bu ekipler sadece koruma ve kollama fonksiyonu görmeyecektir. Esas görevleri kadınların, erkeklerin, ailelerin gündelik yaşamlarına sızarak onları bilgilendirmek, yönlendirmek rol ve görevine sahip olacaktır. Şiddet Birimleri ve Çalışma Şekilleri Kadınlar için kolluk içerisinde uzman bir birimin kurulması ve bu konuda özel olarak eğitilmesi yararlı olacaktır (YILDIZ, 2003: 83).Bahsi geçen birimlerin işleyiş tarzı olarak bir planlamanın yapılması gerekmektedir. Bu birimlerde çalışan personelin çalışma koşulları, çalışacak personelin özellikleri, verilecek eğitimlerden kimlerin yararlanması gerektiği, kadın polis istihdamı, polislerin eğitilmesi bu birimlerde yapılacaklara ilişkin planlamada yer alması gereken alt başlıklardır. Bu birimlerin şekillenmesinde profesyonel bir bakış açısı olmalıdır. G1 Şiddetle özel olarak ilgilenen bir birim olabilir.kadınları yüreklendirir.gidecekleri bir yerin varlığı kadın açısından çok da iyi olur tabi çok iyi düşünülüp ayarlanmalı ya bunlar bu girişimlerin alt yapısının çok iyi olması lazım geçici önlemler erkeğin uyguladığı şiddeti daha da artırabilir.ödenek ayrılması lazım G4 Alt yapısı iyi hazırlanarak ve içeriği personele çok iyi anlatarak şiddet birimleri kurulabilir.neler yapılacak, nasıl olacak, personel eğitimi nasıl olacak bunlar iyi düşünülmeli projeler yaratılıp uygulama aşamasına geçilebilir. G7 Tanık koruma birimleri var..kadın koruma birimleri kurulmalı.hizmet canı gönülden çalışacak, gönüllü kişilere yer verilmeli elbette kadını 24 saat korumak mümkün değil dünyanın hiçbir yerinde mümkün değil. G13 Birim kurulacaksa ciddi anlamda profesyonel bir ekip çalışmalı psikoloğundan, sosyal çalışmacısına, psikolog artı psikiyatrist olmalı, sosyolog olabilir farklı alanlardan bu işin uzmanları bu işte daha önce tecrübesi olan insanların bence bulunması gerekiyor bizde belki sadece önleme faaliyetleri ve sonrasında müdahale etme faaliyetleri anlamında yer alabiliriz ama yine de yeterli değil silah, kanun bunlar tabiki caydırıcı ama önce böyle bir alt yapı olarak profesyonelliğin oluşturulup o şekilde ilerde bu birimler kurulabilir biz şiddetten sonra maalesef devreye giriyoruz bu birim şiddet olmadan önce önlemler alacak çalışmalara imza atmalı hatta belki de insanlar başvuramıyor ya belki gidilmeli onlara ulaşılmalı ama nasıl olacak o biraz zor insanlar kapılarını kolay kolay açmaz yine söylüyorum bu çok zor bir şey bu bizim 20 yıl sonramız için bir 834

314 yatırım olur uzun vadeli bir çözüm bu en azından anneler bilinçlenir çocuklarına nasıl davranmaları gerektiğini bilirler bundan sonra yetiştireceği bir erkek çocuğu nasıl yetiştirmesi gerektiği, hangi konularda ayrım yapmaması gerektiği anlatılır.bir 20 yıl sonrası için olabilir şu an için tam bir çözüm göremiyorum kısa ve uzun vadeli çözümler üretilir.cezalar kısa vadede çözüm olabilir saydığımız bütün diğer uygulamaları da uzun vadeli çözüm içinde değerlendirmek gerekir erkekler kolay kabul etmeyeceklerdir kadın ayrı erkek ayrı sonrada birlikte eğitilmeli ilk başta toplantılara katılmak istemeyeceklerdir yavaş yavaş bu yapılabilir ilk etapta çekimser kalacaklar G12 Şiddet görmeden önce müracaat edebilecekleri bir yer bence daha faydalı olur çünkü şiddeti önlemekse amaç ilk baştan engellemek çevreden komşusu ya da başka birisi görüyorsa eğer buna birilerinin el atabileceği sosyal bir birimin oluşturulması gerekiyor bağımsız olacak yani bir evde kavga çıktı..ses geliyor..insanlar ona müdahale edemiyor..polis geliyor geldiği zamanda eş çıkıyor eşinizi görücez diyoruz eş çıkıyor korkusundan zaten hiçbirşey söyleyemiyor mecbur geri dönmek zorunda kalıyoruz ne kadar kanun yetkimiz de olsa kişilerin şikayetine bağlı.dolayısıyla direkt sivil bir birimin oluşturularak sırf bu konular üzerinde araştırma yapılmalı sadece bir birim olarak değil orada sağlık görevlisi çalışabilir, emniyet görevlisi olabilir, yani bu bir kaç unsuru barındırarak böylece o yörenin psikolojik yapısı sıkıntısı neyse ona yönelik birimlerden ayrı bir sivil bir birim oluşturularak polis, psikolog şahıslara ulaşabilecek insanların birarada bulunduğu ayrı bir kurum olabilir. Oluşturulması planlanan şiddet birimlerinin şiddet mağduru kadınları yüreklendireceği varsayılabilir. Kadınların bu algıya sahip olabilmesi, bu birimlerin alt yapısının iyi organize edilmesine bağlıdır. Devletin bu birimlere iyi bir ödenek ayırması gerekmektedir. Farklı meslek kuruluşlarının birlikte faaliyet göstereceği varsayıldığında, alt yapı konusunda iyi bir planlamaya ihtiyaç duyulacağını söyleyebiliriz. Sağlam bir alt yapı olmaksızın hayata geçirilecek olan birimler şiddeti azaltmak yerine eskiye oranla daha da artırabilir. Bu birimlerin vaadi olan hizmetlerin güvenilirliğinin sorgulanması, şiddet gösteren erkeği daha da cesaretlendirebilir. Ayrıca bu birimlerde hedeflenen esas amaç, şiddet olduktan sonra adım atmak değil, şiddetin önüne geçmektir. Şiddetin nedenlerine ilişkin bilgi ve donanıma sahip olacak olan personel, ilk etapta kadınların yaşam alanlarına girerek bu amaca ulaşabilirler. Yeni ve farklı bir uygulama olması, bir çok insanın mesafeli yaklaşmasına neden olabilir. Ayrıca şiddetin nedenlerine ilişkin geleneksel inanç ve tutumları yıkmanın güç olması ve zaman gerektiren bir uygulama olması nedeniyle, bu amaca ulaşmada zaman, sabır ve emek dikkate alınması gereken bir durumdur. Şiddet olayları sonrasında tüm polislerin olaya ve sürece yüklediği anlam önemlidir. Çünkü bireyler olaylara yükledikleri anlamlara göre girişimlerde bulunurlar. Bu nedenle tüm polislere şiddet olayları sonrası neler yapılacağına ilişkin eğitimlerin verilmesi yararlı olacaktır. Kadınların şiddet olayları sonrası kurtuluş yeri olarak gördükleri karakollardaki polislerin yaklaşımı, onların rehabilite edilmesi noktasında önemlidir. 835

315 G3 Dayak yemiş bir bayan geldiği zaman tabiî ki elimizden geldiğince ilgileniyoruz ama bir uzman yardımı ile kadın daha nasıl rahatlatılır, nasıl hoş tutulur bilmek isterdim. G4 Kadın polis önce şiddet gören kadını anlamalı yakınlık olabilir arada tüm polis bayanların eğitilmesi lazım.bizlere hizmetiçi eğitim veriliyor..aile içi şiddet ders olarak konulabilir G18 Bu tür durumlarda, dokunma, göz göze temas kurmak önemlidir ben buradayım şeklinde bedensel temasta bulunurduk bunun etkilerini görürdük bu eğitimler polislere ciddi anlamda verilmeli bu konulara ilgili olanlar katılmalı herkes ilgili değil G1 A.B. projesi kapsamında Ankara da 5 günlük bir eğitime katılmıştım Şiddet gören kadın nasıl karşılanmalı, ilk karşılayan kim olmalı, tavırları nasıl olmalı ( sevecen, sempatik, sıcak kanlı ve güven verici bir tavrın olması gerekliliği) kadın çocuğuyla geldiyse çocuğu ortamdan uzaklaştırıp oyuncaklarla oynaması sağlanarak olaydan bir nebze olsun kurtarılmasının önemi gibi pek çok şey anlatıldı bize CD ler verildi.yani gayet güzeldi.bu eğitimlerin devamlı olması gerekir çok faydasını gördüm şahsen ben. G17 Eğer eğitimi verdiğiniz kişileri ilk müracaat yerlerinde çalıştırırsanız bu çalışmalar işe yarar ama işte ben şu an bürodayım dışarı çıkmıyorum..bana şiddet eğitimi verseniz ne yazar..hiç bir anlamı yok Şiddetin verdiği korku ve acı duyguları kadınları bulundukları yerlerin güvenlik merkezi olan karakollara yönlendirmektedir. Bu aşamada, şiddet sonrası kadın nasıl rehabilite edilmeli, nasıl rahatlatılmalı, beden ve göz teması nasıl kurulmalı ve en son aşamada kadın kendine nasıl getirilmelidir. Bu adımların atılmasında, kadının karakollarda karşısına ilk çıkan polislerin tutumu ve davranışı belirleyici olacaktır. Bu hizmeti verecek olan polislerin hizmetin amacına uygun görev yapabilmesi için gönüllü olması önemlidir. Gönüllülük esasına dayalı olarak yapılmayan işlerde kopuşlar olacaktır. Bu nedenle bu birimlerde çalışacak olan polislerin gönüllü olmalarına bağlı olarak, şiddet, şiddetin nedenleri, aile içi şiddet ve şiddetin diğer özel bileşenleri ile ilgili olarak ayrıntılı bir eğitimden geçmeleri yararlı olacaktır. Gönüllü olmayan personelin görevlendirilmesi şiddeti önleme amacına sahip olan bu birimlerin güvenilirlik ve geçerliliğinin sorgulanmasına neden olacaktır. Polislerin görevde uzun süre kalabilmeleri için, şark hizmetini tamamlamış olmaları önemlidir. Şiddet biriminde görevli polislerin ilgileneceği tek görev şiddet olayları ve bunların çözümü olmalıdır. Çalışma alanının genişlemesi verimliliği etkileyecektir. Seçilen polisler görev aldıkları ilçede sadece kadın ve aile şiddet vakalarıyla ilgilenecek. Vakalara göre ilçelerin suç profili çıkarılacak ve olayların yoğun olduğu ilçelerde bu arkadaşlara takviye yapılacak. Ailesinde şiddet geçirmemiş, konuya duyarlı ve farkındalığa sahip kişiler seçilecek (Hürriyet Gazetesi, Kadına Şiddete Özel Tim, 19 Şubat 2012). G11 Şiddet birimi özel bir ekiple olabilir.bu ekibin görevi sadece şiddet olmalı ek görevler olmamalı.çalışma koşulları düzenlenmeli ekibin alanında 836

316 konuya hakim olması lazım esnek ve rahat çalışma koşulları olmalı gece vakti kadın geldiği zaman onunla birebir ilgilenmeli G18 Polis kimliği adı altında bilmiyorum ne kadar etkili olur çünkü o kadar şeyle görevlendiriliyorsunuz ki o kadar çok alana bölünüyorsunuz ki insanın kendini tanıması lazım şiddet birimi kuruldu tamam..öte taraftan sen bu insanları ek göreve de gönderirsen nöbete de dikersen verim olmaz kanunlar bizi çok sınırlıyor sen polis olarak görevini yap psikologlar gerisini halleder diyor.. Şiddet birimlerinin istenilen amaca ulaşabilmesi için çalışacak personelin niteliği ve meslek grupları oldukça önemlidir. Şiddet çok yönlü bir süreçtir. Bu sürece yön veren çok çeşitli nedenlerin varlığı, personel çeşitliliğini zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda bu birimlerde pek çok meslek grubundan polisin varlığı yararlı olacaktır. G17 Psikolog, avukat, olsa süper olur yani onları yönlendirecek hani haklarını anlatacak biri olacak polise inanmakla avukata inanmak farklı sonuçta ikimizde aynı şeylerden bahsediyoruz ama avukat daha bir başka olur. biz sizin arkanızdayız böyle bir şeyler olsa olumlu olmaz mı neden olmasın G7 Şiddet birimleri iyi işletilir, içeriği iyi organize edilirse yararlı olacağını düşünüyorum burada çalışan kişilere şiddet eğitimi verilmeli.seminer ve paneller düzenlenmeli çalışan kişiler içinde hem olgun yaşlı insanlar hem de genç bireyler olmalı.yeni nesilden kişiler olmalı abi, abla olarak görülen kıdemli olgun kişiler olmalı.okul öncesi mezunları bu birimlerde mutlaka olmalı sosyal bilimlerde çalışan psikoloji, sosyoloji, halkla ilişkiler mezunu kişiler istihdam edilmeli hümanist insanlar görev almalı.sürekli anketler ve çalışmalar yapılarak gelinen aşama ortaya konulmalı.görüş ve düşüncelerini yazacakları mektuplar istenebilir. G16 Şiddet birimlerinde gönüllü, eğitimli ve donanımlı kişiler çalışmalı.kadınlarla ilgilenecek resmi kurumlar olmalı aileler eğitilmeli.kadın polislerin ilk etapta devreye girmesi önemli kendilerini iyi hissederler G4 Şiddet ile ilgili bir eğitim almadım gereklidir verilmeli bence ama önce isteyene verilmeli isteksiz gidilince bir anlamı olmuyor karakola gelen kadınları anlamak lazım ruhsal anlamda kadınlar rahatlatılmalı psikologlar, sosyal hizmet uzmanları olması lazım kadın bir başka kadına elbette ki derdini daha rahat anlatır Şiddet olaylarında mağdur olan taraf kadındır. Desteğe, güvene, şefkate sahip olan tarafın kadın olması, şiddet birimlerinde kadın polis istihdamı konusunu gündeme getirmiştir. Mağdur olan kadın, aradığı güveni bir başka kadında bulabilir. Bu nedenle şiddet birimlerinde kadın polis istihdamının artırılmasının yararlı olacağı varsayılabilir. G17 Karakola geldiğinde ilk kadın polisi görmesi çok iyi bir dalıyor zaten erkekten dayak yemiş kapıdan bir girmiş kişi bir erkek grubu var kadın derki ne oluyor ya bir erkekten kaçarken başka bir erkek ortamına düştüm düşüncesinden bayan olarak sıyırabiliyorsunuz gel bacım gel oturalım bir su iç bir soluklan bir beş dakika dinlen sonra anlatırsın işte sakinleş falan bunun acaip faydasını gördük hani kendine geliyor ağlıyor işte bir beş dakika on dakika yarım saat kendini toparlıyor işte şimdi anlat başla..nasıl oldu anlat diyoruz karşı taraftaki rahatlıyor kadın polis güven veriyor 837

317 G12 Genelde mağdurlar erkekten çok kadınları tercih ediyor kendilerini iyi ifade edebiliyorlar bir erkeğe anlatamadıkları durumları bir bayana daha rahatlıkla anlatabiliyorlar G3.Bayanlar daha ayrıntılı, teferruatlı düşündükleri için belki daha derine indikleri zaman çözüme ulaşmak daha kolay olur.duygusal anlamda bir bayanı başka bir bayan anlar bu da her açıdan daha iyi olur. G13 Kadın polisler bence daha fazla rol oynamalı toplum destekli bir birimimiz var bayanlar günler yapıyorlar mahallelerde şimdi bir gidersiniz iki gidersiniz..bayanlar kadın polisleri arkadaşları gibi görüyorlar yani polis gibi değil bizim günümüze de gelin diyolar polis sosyal hayatlarına normal bir insan gibi giriyor hatta şey olabilir kimliği bir tarafa bırakıp sıkıntılarını anlamada daha faydalı olabiliriz şimdi bayanlar biliyosunuz bu tip topluluklarda daha rahat konuşuyorlar bu faaliyetlerde daha çok kadına ihtiyaç var diye düşünüyorum tutupta bir erkeği gönderdiğinizde olmaz bu rahat edemeyecekler hiçbişey yapamayacaklar bu konuda uzman olan bayanlar görev almalı bizim aramızda üniversite mezunu polisler var neye nasıl ne şekilde yaklaşması gerektiğini bilecek pat diye konuya girmeyecek.eğitimli olacak eğitim alıp onların yanına gideceğiz Şiddet birimleri problem alanına göre belli bir hedef kitleye odaklanmıştır. Bu hedef kitle şiddet mağduru kadınlardır. Türk toplum yapısında farklı kesimlerden bir çok kadının şiddet mağduru olduğuna ilişkin çalışmalar mevcuttur. Farklı kesimden ve yaşam şeklinden kadınların mağdur olması, şiddet birimlerinin çalışma halkasını geniş tutma zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. Şiddet olaylarının çözümünde pek çok kuruma ve kuruluşa görev düşmektedir. Bunlardan birisi de yerel kuruluşlar, STK lar, halk eğitim merkezleri ve sağlık ocakları, hastaneler gibi bireylerin yaşam alanlarına çok yakın birimlerdir. Pek çok şiddet mağduru kadın halk eğitim merkezlerine ve sağlık ocaklarına çeşitli sebeplerle gitmektedirler. Bu merkezler vasıtasıyla kadınlara ulaşmak daha kolay olacaktır. Ayrıca STK ve yerel kuruluşlar şiddet olaylarını önlenmesi ile ilgili olarak bulundukları şehirlerde dikkat çekici ve bilgilendirici çalışmalar yapabilirler. G9 Muhtarlar devreye girebilir her muhtar mahallenin durumunu bilir muhtarlar yönlendirme yapabilir G14 Devlet çeşitli birimlere ayırmalı.şiddet konusunda özel ekipler oluşacak bu ekipler muhtarlar ile çalışacak.broşür, el ilanları ile her an insanların içinde olacak.toplantılar düzenlenecek..kadın kolları devreye girecek her partiden ayrım gözetilmeksizin, ideolojik bir etiket olmaksızın kadın kolları aktif bir şekilde çalışacak.aile eğitimleri verilmeli hem kadına hem de erkeğe eğitim verilmeli.projeler yapılmalı..ev ev dolaşılarak kadınlara hakları anlatılmalı.bütün bu çalışmalara ek olarak devlet bir de kadınlara çalışma imkanları sağlarsa sorun için büyük bir adım atılmış olur G18 Bu halk eğitim merkezleri kadınlara çok iyi ulaşıyor biraz kadının hayatının dolması gerekiyor kadının kafasının dolması gerekiyor kadın beyin olarak yorulmadığı sürece erkeğe dalaşır. 838

318 G18 Kadınlara üniversite muhtarlık ve halk eğitim merkezleri ile işbirliği yaparak ulaşabilir istediğiniz kadar afiş yapın olmaz kadın kadınayız şeklinde mesaj verilecek merhaba biz dedikodu yapacağız kısırlarınızı alın gelin diyeceksiniz..çünkü onların dünyası öyle ondan mutlu oluyor onlarla o şekilde iletişime geçilir G7 Kadına yönelik şiddetle ilgili yardım geceleri düzenlenebilir her ilin zenginleri var bunlardan yardım alınabilir Hayata geçmesi amaçlanan şiddet birimlerinin, en başta yardım ve destek alacağı sektör sağlık sektörüdür. Kadınların aile içi şiddete bakış açıları ve şiddeti sorun olarak algılama durumlarının belirlenmesinin, sorunun erken dönemde tanımlanması ve çözümlenmesinde sağlık personeline yol gösterici olacağı düşünülmektedir (ŞENGÜL ve AYAZ, 2010: 24). Sağlık çalışanları, etik ve mesleki kodlar doğrultusunda aile şiddet mağdurunu tanıma, suçluluk hissetmeden sorununu dile getirmede cesaretlendirme, mahremiyetini ve güvenliğini sağlama, uygun veri toplama, gerekli durumlarda diğer profesyonellere yönlendirme ve destek sistemleri ile ilgili rehberlik etme görevlerini yerine getirmelidir (ICN, 2001). Sağlık merkezlerinde çalışan sağlık personeli özellikle çoğunluğu oluşturan ebe ve hemşireler, şiddet mağdurlarının ilk iletişim kurduğu temel yardım kaynağıdırlar ve aile içi şiddeti tanılamada önemli bir rol üstlenmelidirler. Aile içi şiddet çoğunlukla gizli tutulduğu için hemşire ve ebenin şiddetin farkına varması ve şiddet olasılığını değerlendirmesi şiddeti ortaya çıkarmada önemlidir (GÖMBÜL, ve ÖZVARIŞ, 2012). Hemşire ve ebelerin şiddetle ilgili eğitim almaları, şiddetin tanınmasında önemli bir durumdur. Ebe ve hemşire ev ziyaretlerinde öncelikle aileyi riskler yönü ile değerlendirip, sorunların belirlenmesinde ve çözümünde destek olabilir. Doğum öncesi ve doğum sonrası dönemde istenmeyen gebelik, evlilik dışı doğumlar, genç anne baba, anne babanın ruh sağlığı ve ailede engellilik gibi şiddeti oluşturabilecek riskler belirlenebilir ve yüksek riskli ailelere destek ziyaretleri yapılabilir. Örneğin genç anne babalara çocuk yetiştirme konusunda eğitim programları sunulabilir. Anne baba ayrı ya da ekonomik sorunları bulunan aileler için sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar ile işbirliği yapılarak, psikososyal destek programları geliştirilebilir (ELMALI ve ERTAN, 2011:40). Ülkemizde aile hekimliği uygulamasının hayata geçmesi, şiddet birimlerinin kişilere ulaşması noktasında takviye edici bir mekanizma görevi görecektir. Aile hekimleri, aile içi şiddeti önleyecek stratejileri yürütme konusunda en etkili role sahiptirler. Kurbanlar genelde hukuk ya da ruh sağlığı çalışanları yerine aile hekimlerinden yardım isterler. Şiddete maruz kalan kişilerin sağlık hizmetlerini kullanımları, diğer bireylere göre daha fazladır. Aile hekimleri, hastalarını ailenin yaşam döngüsünün her evresinde görürler, bu da onlara şiddetin kuşaklar arası ve döngüsel doğasına müdahale etme şansı verir. Aile hekimleri korunmanın her üç aşamasını da etkin olarak yürütürler (SAATÇİ, 2002: 251). G12 Mesela şiddet görüpte bize müracaat edemeyen bayanlar var..bize gelemeyip mesela sağlık ocaklarına gidiyor doktorla görüşüyor mesela doktora gidip 839

319 ben dayak yiyorum ama burası küçük yer bunu gidip polise diyemem diyor..ben ne yapabilirim diye doktora danışıyor bu aşamalarda da ordan bir yardım alınabilir diye düşünüyorum.. G13 Belki aile hekimliği gibi bir uygulama gibi olabilir sağlık bakanlığında kayıtlar mevcut.insanların geçirmiş oldukları bazı hastalıklar aşağı yukarı biliniyor zaten erkekler belki kabullenmek istemiyecekler, görüşmek istemeyecekler ama ilk etapta yavaş yavaş uygulamalar başlayabilir..kadın toplantıları, ardından eşlerle yavaş yavaş belki birşeyler yapılabilir. Kontrolsüz ve ölümle sonuçlanan şiddet olaylarına karışan erkeklere yönelik psikolojik tedavi yollarının açılması gerekiyor. Bu konunun erkeklere bilinçli bir göz vasıtasıyla anlatılıp, yol gösterilmesi için çalışmaların yapılması gerekmektedir. G3 Erkeğin neden şiddete başvurduğuna dair bir terapi yöntemi izlenebilir teşhis konulabilir belki bunun farkında değildir çabuk sinirlendiğini fark edemiyor olabilir.sonuçta eylemi yapan kim? Erkek sonuçta şiddeti uygulayan erkek değişmesi gereken de erkek..belki erkeklerin bir çoğu birkaç olay sonrası tedavi olsaydı, kötü olayların hiç biri olmamış olacaktı..bazı olaylara bakıyoruz erkek pişman olduğunu söylüyor..belki önceden erkeğe yönelik alınacak önlemler ile bunun önüne geçilebilir.. G4 Şimdi biz adamı hapse attık 6 ay göz altında adam kafaya koyduysa kadını öldürüyor yani adam kafaya bunu koymuş ne kadar gözetim altında tutulsa da kafasında bunu organize etmiş önce bu adamın rehabilite edilmesi lazım.adam psikolojik gözetim altına alınmalı.erkek kadın sığınma evinde olsa bile onu buluyor nasıl kafasına takdıysa ve bu evleri nasıl buluyorsa buluyor işte yani erkek belli bir süre bir yerde tutulmalı hapis anlamında değil üstelik erkeklerin çoğu boşandığı halde, kadın üzerindeki tüm sorumlulukları bittiği halde öldürüyor burada bir sorun var hapishane gibi değil hastane gibi birimler devreye girmeli. Şiddet birimleri bulundukları şehirlerdeki üniversitelerin ilgili bölüm ve fakültelerinden destek alabilirler. Sosyoloji, psikoloji, sosyal hizmetler, psikiyatri gibi anabilim dallarından hem çalışma talep edebilir hem de birlikte çalışmak isteyebilir. Üniversiteler şiddet olayları ile ilgili olarak bulundukları şehirlerin ve bölgelerin şiddet haritalarını çıkarabilirler, şiddet konusu ders programlarına konulabilir. Bu verilere dayalı olarak şiddetin nedenleri, sonuçları ve önlenmesi ile ilgili bir envanter hazırlanıp ve bu bilgileri şiddet birimlerine sunabilirler. Ayrıca şiddet olaylarını yaşandığı ailelerde yer alan çocuklara burs verebilir, eğitim hayatlarına katkıda bulunabilirler. G6 Üniversiteler öfke kontrolü ile ilgili bilgiler vermeli bunlar ücretsiz yapılmalı gerekirse evlere kadar gidilmeli kadınlar bilgilendirilmeli üniversiteler timler oluşturarak bunlar yapılmalı. G10 Seminer, kongreler düzenlenmeli el broşürleri dağıtılmalı.okullarda ilk okul düzeyinde bu bilgiler işlenmeli.ders olarak okutulabilir G12 Türkiye deki evlilikler her yöreye göre de değişiyor bölge bölge farklılık gösterebiliyor o yüzden genel olarak baktığımda Türkiye de bir şiddet haritası çıkarılarak bir çalışma yapılabilir yani birebir olan bölgeler ile ilgili örneğin artvin 840

320 bölgesi ile ilgili burayı ele alıp buradaki konuların tespit edilip daha sonra onlar üzerinde çalışılmalı bunu da üniversiteler yapabilir G2 Bu konu üniversitelerde ders olarak okutulmalı.evlilik, kadın, erkek, aile yapısı üniversitelerde güncel gelişmeler ışığında ders olarak okutulabilir.araştırmalar yapılabilir..doğuda şiddet daha fazla onları da gördük çalışacak ortam yok töre var kadının can kaygısı var bunlar ele alınmalı. G3 Üniversitelerde kapsamlı çalışmalar yapılabilir.erkeklerle görüşülebilir erkekleri konuşturabilirler.evet evet üniversiteler bence erkekleri konuşturmalılar G7 Şiddete uğrayan kadınların çocuklarına burs verilebilir onlar bu olayların sonuçlarına neden katlansın ki Sonuç ve Öneriler Geçtiğimiz günlerde 2011 yılına ilişkin yayınlanan veriler kadına yönelik şiddetin boyutlarını gözler önüne sermektedir. 160 kadın eşleri, sevgilileri, babaları tarafından katledildi. Kadınların yüzde 62'si aile bireyleri tarafından öldürüldü. Koruma talep eden kadınların yüzde 73'ü korunmadığı için katledildi. En az 179 kadın tecavüze uğradı. Öldürülen kadınların yüzde 14'ü işkence gördü yılında 70 kadın intihar etti. Bu intiharlardan en az 3'ünün intihar süsü verilmiş cinayet olduğu açığa çıktı. 51 ev işçisi kadın hayatını kaybetti /12/26/2011_de_kadinlar_olduruldu.html) yılının kadın şiddetine yönelik istatistikleri, konuya yasal önlemlerin yanı sıra farklı ve profesyonel bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Şiddet ile ilgilenen özel bir birimin varlığı, devletin sorunun çözümü noktasında ciddi bir zihniyete sahip olduğunun bir göstergesidir. Dünya ve ülkemizdeki şiddete yönelik rakamlar, şiddet olaylarına yönelik farklı ve gerçekçi çözümler üretilmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışma kapsamında dile getirilen şiddet birimlerinin kısa ve uzun vadede amaçları bulunmaktadır. Kısa vadede olası şiddet eylemlerine karşı özellikle şiddeti bir çözüm olarak gören erkeğin şiddet kullanımının önlenmesi olacaktır. Bu amaçla kadının korunması, ceza ve kanunların ağırlaştırılması ve bunların etkili bir biçimde kullanımı noktasında faaliyet göstereceklerdir. Uzun vadede ise şiddete uğrayan ve başvuran tarafların taleplerine göre hizmet verilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaç kapsamında, ilk etapta emniyet personelinin şiddete yönelik bir eğitimden geçirilmesi gerekmektedir. Bu eğitimlerin özellikle de şiddet birimlerinde görev alacak personeli kapsaması amaca uygun bir girişim olacaktır. Bu paralelde emniyet birimlerinden konuya duyarlı ve gönüllü olan bir grubun bu birime kaydırılması istenilen amaca ulaşmada fonksiyonel olacaktır. Bu birimde görev yapan personelin sadece şiddet olayları ile ilgilenmesi, gönüllü olması, bu personelin uzun yıllar bu alanda çalışması için şark hizmetinin kaldırılması ilk etapta uygulanması olası girişimlerdir. Şiddetin çok yönlü bir görünüm sergilemesi, olayın sadece emniyet sınırları dahilinde ele alınmasının güç olduğunu göstermektedir. Şiddet mağduru olan kadınların başvuru noktası olarak gördükleri alanların farklılaşması, şiddet birimlerinin işbölümü 841

321 yapacağı alanların çerçevesini çizmektedir. Mağdur olan kadınların, eğitim durumu, yaş, yaşadığı bölge, mahalle gibi değişkenlere bağlı olarak çare aradıkları çözüm noktaları farklılık göstermektedir. Bu anlamda bahsi geçen şiddet birimlerinin aile hekimleri, sağlık ocakları, halk eğitim merkezleri, muhtarlıklar, üniversiteler, müftülükler gibi birimlerle irtibat ve işbirliği içinde olması yararlı olacaktır. Yaşadığı olay sonrası emniyet birimine çeşitli sebeplerle başvuru yapamayan mağdur kadınların, sağlık personeline, aile hekimine başvurması beklenebilir. Bu birimler kapsamında kadınların yöneldikleri birimlerde konuyla ilgili olarak bilgi verilip, yönlendirilmesi ve bilinçlendirilmesi söz konusu olabilir. Bu anlamda bu birimlerde, emniyet görevlilerine ek olarak psikolog, psikiyatrist, avukat, çocuk gelişim uzmanları, evlilik terapisti ve sağlık personelinin bulunması faydalı olacaktır. Ağır psikolojik vakalar sonrası kadınların psikolog ya da psikiyatrist gözetiminde rahatlatılması gerekmektedir. Şiddet olaylarından kadınlar kadar çocuklarını da zarar gördüğü düşünüldüğünde çocuk gelişim uzmanlarının devreye girmesi kaçınılmaz olacaktır. Yine bu birimlerin bir parçası olarak düşünülen avukatların, mağdur olan kişileri yönlendirerek yüreklendireceği varsayılabilir. Farklı alanlardan uzman kişilerin idaresinde sahip çıkılan mağdur kadınların devletin alacağı önlemler ile birlikte hayata bağlanmasının sağlanması ile kadının sosyal hayata tutunmasının önü açılmış olacaktır. Şiddet birimleri bu fonksiyonuna bağlı olarak süreç içinde, yönlendirici ve bilgi verici bir birim haline gelecektir. Sonuçta sağlık hizmetleri, adalet hizmetleri, sosyal hizmetler ve kolluk kuvvetleri ile birlikte şiddet olaylarının çözümü noktasında ciddi bir adım atılmış olacaktır. Şiddet olaylarında mağdur olan taraf kadındır. Desteğe, güvene, şefkate sahip olan tarafın kadın olması, şiddet birimlerinde kadın polis istihdamı konusunu gündeme getirmiştir. Mağdur olan kadın, aradığı güveni bir başka kadında bulabilir. Bu nedenle şiddet birimlerinde kadın polis istihdamının artırılmasının yararlı olacağı varsayılabilir. Kaynakça AKINCI, Füsun Sokullu (2003); Kriminoloji ve Viktimoloji Bağlamında Aile İçi Şiddete Genel Bir Bakış,, Suçla Mücadele Bağlamında Türkiye de Aile İçi Şiddet Ülke Çapında Kriminolojik-Viktimolojik Alan Araştırması ve Değerlendirmesi, XIII. Dünya Kriminoloji Kongresi (İç), Beta Yayınları, ÇİMEN, Latife Kabaklı ( 2008); Türk Töresinde Kadın ve Aile, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul. DURMUŞ, Ayten (2008); Geleneksel ve Modern Hurafeler Kıskacında Kadın, 2. Baskı, Nesil yayınları, İstanbul. EFE, Şengül, AYAZ, Sultan (2010); Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11: ELMALI, F., ERTAN, Z., ZİNCİR, H. (2011); Hemşire ve Ebelerin Aile İçi Fiziksel Şiddete Bakış Açıları Maruziyetleri, Sağlık Bilimleri Dergisi, 20(1), GARCİA, Moreno C., JANSEN H.A., ELLSBERG, M. (2006); Prevalence of İntimate Partner Violence: Finding From The WHO Multi-Country Study on Women s Health and Domestic Violence. Lancet, 368:

322 GARCİA, L.; HERERO, J. (2006); Acceptability Domestic Violence Aganist Woman in The European Union: A Multilevel Analysis, J. Epidemial Community Health, 60, GÖMBÜL, Özen, BULDUKOĞLU, Kadriye; Hemşirelerin kadın ve kadına yönelik eş şiddetine ilişkin Görüşleri, Kriz Dergisi 5(2), s: ICN (International Council of Nurses) (2001) Nurses, always there for you: United against violence. International Nurses Day Anti-Violence Tool Kit. İNCEOĞLU, Yasemin ve KAR, Altan (2010); Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında KADIN ve BEDENİ, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. ORAL, Zeynep (2010); Kadın Olmak, Cumhuriyet Kitapları, 23. Baskı, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul. ÖZTÜRK, Emine (2010); Türkiye de Aile, Şiddet ve Kadın Sığınma Evleri, Birey Yayıncılık, İstanbul. ÖZVARIŞ, Bahar, DEMİRÖREN, Ş.(2012); Kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede sağlık hizmetleri. T.C Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi, Ankara, V Ulaşma tarihi, 17 Haziran SAATÇİ, E. (2002); Aile İçi Şiddet, Ulusal Aile Hekimliği Kongresi Kongre Programı ve Kitabı, Adana. TOPKARA, Mustafa (2011); Kadın&Erkek İlişkilerin Psikolojisi, Karma Kitaplar, İstanbul. TREND, David (2008); Medyada Şiddet Efsanesi Eleştirel Bir Giriş, Çeviren: Gül Bostancı, YKY, İstanbul. TUĞLU, Nur, (2009); Bireysel ve Aile İçi İlişkilerde İslam ın Şiddet Karşıtlığı, Rağbet Yayınları, İstanbul. YILDIZ, Ali Kemal (2003); Aile İçi Şiddete İlişkin Ceza Muhakemesi ve İnfaz Hukuku Sorunları, Suçla Mücadele Bağlamında Türkiye de Aile İçi Şiddet Ülke Çapında Kriminolojik-Viktimolojik Alan Araştırması ve Değerlendirmesi, XIII. Dünya Kriminoloji Kongresi (İç), Beta Yayınları, YARARLANILAN İNTERNET SİTELERİ Erişim Tarihi

323 ALMANYA DA GÖÇMEN TÜRK KADINLARINA UYGULANAN ŞİDDETİN NİTELİĞİ VE NEDENLERİ ÖZET Yrd. Doç. Dr. Mehmet SEMERCİ 1 Almanya ya göç etmek zorunda kalan Türk kadınları dilini bilmedikleri, kültürüne yabancı oldukları bir ülkede yaşam mücadelesi verirlerken sosyalleşme sürecinde eşlerinden hem sosyal, hem fiziksel hem de ekonomik anlamda şiddete maruz kalmanın zorluklarını yaşamışlardır. Gerek Almanya ya giden birinci kuşak kadınlar, gerekse ikinci kuşak eğitimden, iş yaşamından faydalanamayan Türk kadınları eşlerinin dayatmış olduğu yaşam şeklini zorunlu olarak sineye çekmek zorunda kalmışlardır. Bu çalışmada, Türk kadınlarının kendilerine uygulanan farklı nitelikteki bu şiddeti kabullenmek zorunda kalmalarının nedenleri ve eşlerinin şiddete yöneliminin altında yatan nedenler sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel açıdan ele alınarak birleşik yöntem ile inceleme konusu yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Göçmen Türk Kadınları, Şiddet GİRİŞ Bu çalışmada Almanya da yaşayan Türk veya Türk kökenli Alman kadınların ve kızların maruz kaldıkları aile içi şiddetin nedenleri inceleme konusu yapılacaktır. Aile içi şiddetin çok yönlü olması nedeniyle çalışmada sosyoloji, psikoloji ve kökenbilimin verilerinden yararlanabilmek için birleşik yöntem kullanılmıştır. Şiddet insanlık tarihi kadar eski olup kısaca bir başkasına kaba kuvvet uygulama, güç kullanma ya da yaşam haklarına sınırlama getirme olarak tanımlanabilir. İnsan hakları açısından kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet temelinde bir insan hakkı ve özgürlük ihlalidir. Kadınların toplumsal ve ekonomik haklarından yoksun kalmalarına fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları yaşamalarına, sakat kalmalarına ve yaşamlarını yitirmelerine neden olmaktadır (Akadlı Ergöçmen, Üner, Kurtuluş, 2009). Dünya Sağlık Örgütü nün Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulaması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış şeklinde tanımladığı şiddeti Birleşmiş Milletler; Bu tür eylemler kadınların, kamu ya da özel yaşamda özgürlükten mahrum kalmaları şeklinde kendini gösterir (Birleşmiş Milletler 85. Genel Kurul Toplantısı, 1993) diyerek 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü 844

324 özgürlükten mahrum kalmasının bile kadının şiddet gördüğünün bir göstergesi sayılacağını vurgulamaktadır. Kadına yönelik şiddeti nitelik açısından sınıflandıracak olursak bunu beş ana başlıkta gruplandırabiliriz: 1. Fiziksel şiddet 2. Cinsel şiddet 3. Ekonomik şiddet 4. Psikolojik şiddet 5. Sözel şiddet Dünyada ve Türkiye de kadına yönelik şiddetin yüzyıllar boyunca erkek egemen toplumlarda erkek otoritesinin bir dışa vurumu olarak algılandığını ve hatta bunun toplumlar tarafından da örf, adet, görenek, kültürel değer yargıları ve kanunlarla desteklenerek günümüze kadar etkisini sürdürdüğü görülmektedir. Kadının en çok şiddete maruz kaldığı yer ise kendini en çok güvende, mutlu, huzurlu hissetmesi gerektiği aile içinde gerçekleşmektedir. Aile içinde meydana gelen, cinsiyete dayalı, kadın üzerinde baskı ve üstünlük kurmayı amaçlayan, tehdit, dayatma, kontrol içeren, duygusal, ekonomik ve / veya fiziksel zararla sonuçlanan, kadının insan haklarının ihlalini içeren her türlü eylem aile içi kadına yönelik şiddettir (Özerdoğan, 2009). Kadının aile içinde şiddete maruz kalmasında şiddet sadece eşten kaynaklanmayabilir. Eğer kadın aynı evde veya ayrı yaşadığı eşinden veya aynı evde yaşadığı kayınvalide, kayınpeder, kayınbirader, görümce veya aynı evi paylaştığı diğer aile üyelerinden biri tehdit, baskı, kontrol içeren fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik acı çekmeye yönelik davranışa maruz kalıyorsa bu Aile İçi Şiddet olarak tanımlanır. Şiddetin kaynağına bakıldığında şiddeti doğuran faktörler arasında biyolojik veya kalıtımsal etmenlerin olmadığı görülmektedir. Nedime Köşgeroğlu nun ısrarla üzerinde durduğu en önemli etmen şiddetin öğrenilen bir davranış biçimi olduğudur (Köşgeroğlu, 2009). Bir başka ifadeyle insan doğarken şiddete eğilimli olarak doğmaz. Şiddet uygulama öğrenilen bir davranıştır ve bunun en önemli kaynağı da çocuğun gelişim sürecinde kişilik oluşum aşamasında aile uygulanan şiddettir. Çocuk eğer şiddet uygulanan bir aile ortamında yetişiyorsa, doğal olarak o da aynı davranış biçimlerini sergileyecektir. Eğer babası annesine ve / veya kendisine, kardeşlerine şiddet uyguluyorsa o çocuk doğal olarak şiddet yanlısı olacaktır. Ayrıca şiddetin toplum tarafından olumlanan, paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve nesilden nesile aktarılması da sosyal bir etken olarak kabul edilebilir. 845

325 Şiddeti tetikleyen faktörler: - İlaç, hap bağımlılığı - Ekonomik nedenler, işsizlik - Psikolojik sorunlar - Örf, adet ve gelenekler, - Aşiret kuralları, töre - Çevre faktörü - Sevgiden yoksun büyümüş olma - Otoriteyi kaybetme korkusu - Erkeklik gururu - Şizofreni - Paranoid şizofreni - Anti-sosyal kişilik - İletişim beceri yetersizliği - Duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimde ifade edilmesi alışkanlığı - Bilinçsizce yapılan suçlamalar - Hatalı namus ve ahlak anlayışı - Toplumsal cinsiyet - İnanç sistemi - Kalıp yargılar Yukarıda saydığımız faktörlerin bir kısmı bütün erkekler için söz konusu olabilmektedir. Daha önce de kurgulandığı gibi çocuklukta aile içi şiddete maruz kalanların ya da tanık olanların kendi yetişkinlik ailelerinde şiddeti daha yüksek oranda saptayan çalışmalar vardır (Hemenway ve arkadaşlarından aktaran Vahip ve Doğanavşargil, 2006). Ancak kadına yönelik şiddette ülkemizde en önemli faktörlerden bir namus kavramı diğeri de töredir. Kadına yönelik şiddette en önemli yere sahip olan namus, kadın cinselliği olarak algılanmakta ve namusun erkek tarafından korunması beklenmektedir. Bu kavramın kuralı cinsel saflık ve sakınmadır (Tezcan, 1999). Erkek kadının namusunu korumak 846

326 için şiddet uygulayabilmekte ve geleneksel Türk toplumunda yaşayan kadın tarafından haklı bir neden olarak görülebilmektedir (Yaman Efe ve Ayaz, 2010). Namus kavramının şiddeti doğuran en önemli olgu olmasının yanında bizim ülkemizin de dahil olduğu geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde töreler nedeniyle kadının öldürülmesi sıkça yaşanan ve tüm insanlığın seyirci kaldığı bir durumdur. Örneğin ülkemizde, son beş yıl içinde basına yansıyan ve TÖRE NAMUS CİNAYETLERİNE kurban verilen genç kızlarımızın sayısının ki kayıtlara geçen haliyle, 480 e ulaştığı belirtilmektedir (T.C. Başbakanlık, 2006). Genel anlamda bakıldığında Türk aile yaşamında kadına uygulanan aile içi şiddetin niteliği ve nedenleri özet olarak bu şekilde göz önüne serilebilir. ALMANYA DA GÖÇMEN TÜRK KADINLARINA UYGULANAN ŞİDDET 1961 yılında Almanya ya göç eden Türk işçilerinin yaşam biçimine, aile ilişkilerine baktığımızda, onların yaşam çizgilerinin daha sorunlu, daha dikenlerle kaplı geçtiğini görüyoruz. Türkiye de köy ve kasabalarında oldukça yoksul bir yaşam sürdüren bu insanlar, Almanya ya gelince iş sahibi olmuşlar, kendilerine konuk işçi-gastarbeiter denmiştir. Bu konuk işçiler, özellikle ilk yıllar Almanya da Almanların Türk Mahallesi adını taktıkları, şehirlerin en kötü ve ücra semtlerinde köhne evlerde ya da barakalarında oturmakta, kendi içlerine kapalı bir yaşam sürmektedir (Karakuş, Karayazıcı, 2001). Türklerin Almanlar tarafından dışlanması onları bir arada yaşayarak birbirlerine destek olmaya zorlar. Almanya ya giden birinci kuşak sıla özleminin yanında yoğun bir kültür şoku yaşamak zorunda kalır. Yanlarına getirdikleri aileleri ve çocukları daha yoğun bir kültür şokuna maruz kalmıştır. Özellikle çocuklar anne babalarının çoğu gerek eğitim düzeyleri, gerekse bulundukları konum itibariyle çocuklarına, onların yabancı toplumda karşılaştıkları sorunlara yardımcı olmaktan çok uzaktadır. Bu nedenle çocuklar çoğu anne babalarının yakın anlayış ve ilgisinden uzakta, yalnızlık duygusu içinde, toplumsal ve kişisel sorunlarını tek başlarına çözmek zorunda kalmaktadırlar. Ailenin reisi olarak babanın çocukların sorunlarını çözmekten uzak oluşu eşini Türkiye de olduğu gibi İslam geleneklerine uygun olarak yaşatmak istemesi, çocukların çift dilli, çift kültürlü yetişme süreci babayı yeni sorunlarla yüz yüze bırakır. Almanya ya giden birinci kuşak Türk erkeklerine baktığımızda, bunların Türkiye deki erkeklerden çok daha farklı ve karmaşık sorunlarla mücadele etmek zorunda kaldıklarını ve yaşadıkları bu iç çatışmanın dışa vurumunun eşlerine ve çocuklarına özellikle kız çocuklarına- şiddet olarak yansıdığı görülmektedir. Almanya da yaşayan ve aile bireylerine şiddet uygulayan Türk erkeklerinde şiddeti tetikleyen faktörler olarak şu başlıklar dikkat çekmektedir: 847

327 - Sıla özlemi - Aidiyet duygusu - Almanya daki Türk toplumundan dışlanma korkusu - Damgalanma korkusu - Köklerini, kültürünü yitirme korkusu - İslami geleneklere göre yaşamak arzusu - Evlatlarını kaybetme endişesi - Almanlar tarafından dışlanmak - Kişilik bölünmesi - Otoriteyi kaybetme endişesi - Çevre baskısı - Dedikodun çekinme - Özgüvenini yitirme - Vatandan uzakta ölme endişesi - Benlik bunalımı - Geleceği görememe - Kültür çatışması - Ötekileşmesi - Kendine yabancılaşma - Yurtsuzluk - Kimlik arayışı Alman sosyologların Türk kadınlarla ilgili yaptıkları incelemelerde Türk erkeklerin otoriteyi sağlayabilmek için eşlerine karşı özellikle dini araç olarak kullanarak onların kıyafet seçiminde başlarını örtmede ve dışarıya çıkma noktasında baskıcı bir tavır sergilemekteler. Dindar ebeveynler özellikle dindar çevre içerisinde yer alan ebeveynler çocuklarına daha yoğun psikolojik şiddet uyguluyorlar (Otyakmaz, 1999). 848

328 Almanya da yaşayan yaş sınırı içerisindeki Türk kızları ve kadınlarıyla yapılan araştırmada Belgin adlı kadın Babamlar Hacca gidip geldikten sonra daha baskıcı, daha şiddet yanlısı oldular çünkü çevrenin onlar üzerindeki baskısı da arttı (a.g.y., 18) diyerek çevrenin aile üzerinde ne kadar etkileyici faktör olduğunu dile getirmekte. Gerçektende babaların çevre baskısından çekindikleri eşleri ve kız çocukları hakkında ileri geri konuşulmasını istemedikleri için, içinde yaşadıkları Türk toplumu tarafından ötelemekten korktukları için şiddete yöneldikleri gözlenmiştir. Bu noktada Belgin çözüm olarak özellikle eğitimin önemini vurguluyor ve kadının aile içerisindeki konumunun ve saygınlığının ancak eğitimle gerçekleşebileceğinin altını çiziyor (a.g.y., 88). Gerçektende eğitimli kadınların hayata bakışının değişmesi, özgüvenlerinin sağlanması, iş hayatına atılmaları ekonomik bağımsızlıklarını elde etmeleri kadınları eşlerinin gözüne daha saygın bir konuma getirmekte, şiddeti engelleyici faktör olmakta. Ankete katılan Aylin Hanım babasından, bekâretini koruma, erkek arkadaş edinmeme, belli bir saate kadar dışarıda kalma, kısa veya yırtmaçlı elbise, kısa kollu bluz giymeme başı örtme konularında babasından baskı gördüğünü ve bir erkekle selamlaşırken bile görülse Türkiye ye götürülüp hemen zorla evlendirileceği tehditleriyle karşılaştığını dile getiriyor (a.g.y., 79). Ankete katılan kızların büyük çoğunluğu kendilerine uygulanan bu şiddet ve baskıların kendilerini yalan söylemeye ittiğini, dürüst olmak gerekirse şu an hepsinin birer erkek arkadaşının olduğunu itiraf ettikleri tespit edilmiştir. Üstelik erkek arkadaş edinirken bunun duyulması halinde babaları tarafından Türkiye ye götürülüp zorla evlendirileceklerini bile bile bunu yaptıklarını belirtmişlerdir. Vurgulanılan bir diğer önemli nokta ise; genç kızların annelerinden farklı olduklarını ikinci kuşak olarak eneleri gibi köle olmayacaklarını kararlılıkla vurgulamalarıdır. İki kuşak arasında gözlenebilir bir kuşak çatışması yaşanmakta. İkinci kuşağın hayata bakışı, evliliğe bakışı, kadın erkek ilişkisini değerlendirmesi, inanç ve Türk kültürel değerleri algılayışları oldukça farklılık göstermekte. Ancak ikinci kuşak her şeye rağmen aidetlik duygusuna önem vermekte ve bu nedenle Türk çevresinden uzaklaşmayı düşünmekte. Almanya da doğup Almanya da büyüyen üçüncü kuşak ise iki kültürlü yetiştiği için kendini daha çok bir Alman gibi görmekte. Aile içinde baskıdan kurtulmanın çözüm yolu olarak da okuyup, bir meslek sahibi olup öncelikle kadının ekonomik bağımsızlığını elde etmesinin önemi sık sık vurgulanmakta. Sosyal alanı tarikatlar çevresi olan ailelerde babaların da annelerin de kız çocuklarına yönelik daha katı tutum sergiledikleri hatta fiziksel şiddet uyguladıkları ve bu tür davranışların kız çocuklarında nefret tohumlarının yeşermesine ailesinden, kendi toplumundan, toplumun değer yargılarından kopmasına zemin hazırladığı romanlara ve hikâyelere bile konu edilmiştir. Saliha Scheinhardt Traene für Traene werde ich heimzahlen adlı öykü kitabında; annesinden fena halde dayak yiyen ve ona karşı kin besleyen bir kızın anılarını anlatmaktadır (Scheinhardt, 1987). 849

329 Eserlere baktığımızda özellikle ikinci kuşağın ebeveyn baskısı altında, zaman zaman psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddete de maruz kalarak hem kişilik gelişim sorunları yaşadıkları hem kimlik oluşturamadıklarını görüyoruz. Ina Seeberg Fatma Gül und ihre Kinder adlı romanında Fatma Gül ve yakın çevresini anlatırken sık sık Türk kadınlarının Almanya da eşlerinden nasıl psikolojik, ekonomik ve fiziki şiddet gördüklerini dile getirmekte. Eserde ferah adlı genç kız yazarı ziyaret etmek için annesinden izin isteyince; Yalnız olmaz! Erkek kardeşin İlyas la gidebilirsin diye cevap verir (Seeberg, 1988). Aynı kitapta yazar kadınlardan birinin fotoğrafını çekmek için izin ister. Aldığı yanıt: kadının fotoğraf çektirmesi günahtır. Benim kocam çok tehlikeli bir Müslüman. Eğer ona itaat etmezsem beni doğru Türkiye ye gönderir der (a.g.y., 132). Eserde yalnız babalar değil, babalarını örnekseyen erkek çocukların da ablalarına karşı psikolojik şiddet uyguladıkları gözlenmekte. Kızların okuması iyi bir şey değil. Kızlar el işi yapsın (a.g.y., 91). Alev Tekinay gibi kendisini hem Türkiye hem de Almanya ya ait hisseden yazarların eserlerinde de karakterlerin sıla özlemi çektikleri görülür. Alev Tekinay ın Nur der Hauch von Paradies (Cennetin Yalnızca Soluğu) adlı eserinde kahraman Engin zaman zaman tutulduğu sıla özlemiyle ailesine karşı baskı ve psikolojik şiddet uygular, öfkesine hakim olamaz (Tekinay, 1993). Otyakmaz ın Türk genç kızları ile yapmış olduğu anket sonucunda ortaya çıkan sorun; İkinci kuşakta yer alan genç kızların babalarının özellikle dini kuralların uygulanmasında ve namus bekaret konusunda aşırı baskıcı davranıp psikolojikekonomik şiddet uygulamaları ve kızların buna karşı yalana ve gizliliğe yönelmeleridir (Otyakmaz, 1999). Anket sonucunda ortaya çıkan en önemli bulgulardan biri de eşe ve kız çocuklarına uygulanan şiddet de ailenin niteliğinin şiddet konusunda belirleyici faktör olması. Örneğin tarikatlar içerisinde yer alan ve cemaat kültürleriyle beslenen, sosyal çevresi bu insanlardan oluşan hanefi mezhep mensubu ailelerde şiddetin daha yaygın olduğu gözlenmekte. Özellikle kızların kapatılması, erken yaşta zorla evlendirilmesi sokağa yalnız çıkartılmaması, başının zorla kapatılması, erkek arkadaş edinmek bir tarafa, bir erkekle selamlaşması bile fiziksel şiddete maruz kalması, Türkiye ye yollanması için yeterli bir gerekçe teşkil etmektedir. Alevi kökenli olan dört genç kızla yapılan anketin sonucu ise; baba genç kız arasında bir güven bağının olması, kıyafet konusunda daha esnek davranış sergilenmesi, kız çocukların okumaya teşvik edilmesi çocuklar arasında kız çocukların ikinci sınıf muamelesi görmemesidir. Şiddete maruz kalan kadın ve genç kızların sorununun çözümü olarak gördükleri iki çıkış yolu dikkat çekmekte. Bunlardan birincisi: Eğitim. Eğitimle insanların kültürüyle sorunlarının üstesinden gelinebileceği düşünülmekte. Özellikle genç kızların 850

330 okuyup, bir meslek sahibi olup ekonomik bağımsızlıklarını elde etmelerinin önemi vurgulanıyor. İkinci önemli nokta olarak da özellikle Türk kadınları ve genç kızlarına yönelik sığınma evlerinin ivedilikle açılması gerektiği ve bu evlerde onları anlayıp kişilik ve kültürel gelişim sürecinde onlara yardımcı olabilecek Türk sosyal hizmet uzmanlarının olması gerektiği vurgulanmakta. Sonuç olarak Almanya da Türklerde aile içi şiddeti ortadan kaldırma yolunda, Türkiye de de olduğu gibi ancak eğitim, medya, devlet, sivil toplum kuruluşlarının ortak çabasıyla uzun soluklu planlı bir çalışmayla çözülebileceği kanaatine varılmıştır. KAYNAKÇA: Akadlı Ergöçmen, B. Üner, S. Kurtuluş, Y Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, 2009, Birleşmiş Milletler 85. Genel Kurul Toplantısı, 1993, (Erişim Tarihi: ). Karakuş, M. Kuruyazıcı, N Gurbeti Vatan Edenler. T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 84. Köşgeroğlu, N Şiddet Çıkmazında Kadın, İstanbul, Anfora Yayıncılık, s.49. Otyakmaz, B. Ö Auf allen Stühlen. Nuer ISP Verlag, Köln. Özerdoğan, N Aile İçi Şiddet Nedir?, Şiddet Çıkmazında Kadın, İstanbul, Anfora Yayıncılık, s.85. Scheinharatt, S Traene für Traene werde ich bezahlen. Rewohlt Verl. Reinbek. S. 42. Seeberg, I Fatma Gül und ihre Kinder. Langweische-Brandt Verl. München. T.C. Başbakanlık, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Amacıyla Kurulan, T.B.H.M. Araştırma Komisyonu Raporu, Tekinay, A Nur der Hauch von Paradies. Brandes.u. Apsel Verl. Frankfurt. A. H. Tezcan, H Ülkemizde Aile İçi Töre Ya Da Namus Cinayetleri. Töre Cinayetleri Panel Bildirileri, T.C. Başbakanlık KSSGH. Beyda Basımevi, s.21-27, Ankara. Vahip, I. Doğanavşargil, Ö Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17 (2): Yaman Efe, Ş. Ayaz, S Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı. Anadolu psikiyatri dergisi, 11:

331 TEKİRDAĞ DA KADIN VE ŞİDDETE BAKIŞ Tülin YILDIZ 1, Sevinç ADİLOĞLU 2, A. Handan DÖKMECİ 3, Turgut BAKKALLAR 4, İsmail Bahri ŞARDAĞI 5 ÖZET Son yıllarda yapılan çalışmalar kadınların şiddetle karşı karşıya kaldıklarını ve şiddetin toplumsal bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Dünyada her üç kadından birinde, istismara ilişkin belirtiler bulunmakta ve şiddet tarihsel süreç içinde ülkeler ve bireyler arası kültürel, ekonomik ve sosyal farklılıklara bağlı olarak değişiklikler göstermektedir. Şiddetin çok çeşitli boyutları ve sonuçları vardır. Kadınlar evden işyerine, hamilelikten hapishanelere ve kadın yaşamının her alanına uzanan bir yelpazede cinsel istismardan, işkenceye pek çok farklı şiddet türü ile karşı karşıya kalmaktadır. Erkek partner, kadından bir şey elde etmek, kendine itaat etmesini sağlamak ya da davranışlarını kontrol altında tutmak amacıyla psikolojik, cinsel ya da fiziksel içerikli şiddet sergilemektedir. Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi Türkiye de de ciddi sorun olarak karşımıza çıkmakta ve kadınla erkek arasında denk olmayan fiziksel güç ilişkisi de, kadınların şiddetle karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Tekirdağ, Türkiye'nin en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Çok eski çağlardan bu yana bir çok eski kültürler, kendi kültürlerinden izler bırakarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bu çalışmada Tekirdağ ilinde yaşayan ve şiddete maruz kalan kadınların son yıllarda İl Emniyet Müdürlüğü ne başvuru oranları irdelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Kadın; şiddet THE OVERVIEW OF WOMEN AND VIOLENCE IN TEKİRDAĞ ABSTRACT Most recent studies have revealed that women have been confronting with violence and violence has become a social problem. One of every three women on the world has displayed indicators of abuse while violence has undergone changes via cultural, economic and societal diversities in international and interpersonal background through history. There are various dimensions and impacts of violence. Women have been confronted with a large number of violence types including sexual abuse and torture in every context of female life such as at home, at work, during pregnancy or at jail. Male partner displays psychological, sexual or physical violence in order to derive something of the woman or make her submit to himself or just to control her behaviors. Like in many other countries, violence shows off as a serious problem in Turkey and the unequal relation of physical power between male and female causes violence to be experienced by women. Tekirdağ is one of the oldest settlements in Turkey. Since ancient times, various ancient cultures have left their traces and become a part of 1 Yrd. Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, tyildiz70@hotmail.com, 2 Uzm. Namık Kemal Üniversitesi Rektörlüğü AB Ofisi, sadiloğlu@hotmail.com 3 Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, hdökmeci@gmail.com 4 Asayiş Şube Müdürü, Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğü, tbakkallar@hotmail.com 5 Hukuk Şube Müdürü.,Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğü, ismailbahri@gmail.com 852

332 history. In this study, the records of Provincial Police Department regarding the recent application rates of women exposed to violence in Tekirdağ are discussed as well as the violence types undergone. Keywords: Woman; violence GİRİŞ İnsan psikolojisinde evrensel olarak varlığı kabul edilen ve cinsellikle birlikte en güçlü iki dürtüden biri olan saldırganlık ve bunun sonucu olarak da şiddet toplumda pek çok boyutta gözlenen bir olgudur. Kadına yönelik şiddet; dünyada en yaygın ancak en az tanımlanan insan hakları ihlalidir (Naçar, Baykan, Poyrazoğlu, Çetinkaya, 2009: ) ve önemli fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilen bir toplum sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır (Tel 2002:6(2)). Aile içi şiddet, ani bir saldırı ya da zorlayıcı davranışla ortaya çıkan, fiziksel, psikolojik, cinsel açıdan zarar verici, sürekli izolasyon, takip etme, baskılama ve korkutmayı içeren davranışların tümüdür (Family Violence Prevention Fund. 2004). Aile içi şiddetin algılanması ve tanımlanması her zaman toplumun ve bireylerin kültürel değerleri üzerine şekillenmektedir. Bir çok toplumda kadına yönelik şiddet kabul edilebilir bir davranış olarak algılanmakta ve evliliğin bir özelliği olarak görülmektedir. Kadınların şiddete bakış açısı da yaşadığı toplumun kültürüne, mevcut yasal düzenlemelere, kadının eğitim ve sosyoekonomik durumuna göre değişmektedir. Aile içi şiddet ile ilgili oranların buzdağının üstünü gösterdiği, konunun hassasiyeti nedeniyle kadınların yaşadıkları şiddeti ifade edemedikleri ileri sürülmektedir. Problem Durumu Tekirdağ; elverişli doğal yapısı, güçlü ulaşım bağlantıları, önemli sanayisi, iş istihdamı/olanakları ve stratejik öneme sahip olmasından dolayı göç alan şehirlerimizden biridir. Göç toplumun kültürel, sosyal ve politik tüm bünyesiyle ilişkili ve etkileyici bir olaydır. Şiddet olaylarının artmasında da etken faktörlerden biridir. Tekirdağ da kadına yönelik şiddet ile ilgili yapılmış çalışmaya rastlanmamıştır. Adli mercilerin elde ettiği verileri ışığında Tekirdağ da aile içi şiddet olaylarının, özellikle de kadına yönelik şiddet olaylarının var olduğu görülmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı; Tekirdağ da yaşanan şiddet olaylarının varlığını incelemek ve toplumdaki şiddet olaylarının azaltılmasında konuyla ilgili toplumsal duyarlılıkların arttırılmasına ve yaşam kalitesinin geliştirilmesine katkı sağlamaktır. BULGULAR Emniyet Müdürlüğüne ulaşmış şiddete uğramış kadınların sayısı incelendiğinde 2010 yılı içerisinde 367 kadının aile içi şiddetten dolayı yaralandığı, kadına karşı kötü muamele olaylarında 114 kadının kötü muamele gördüğü, diğer aile bireylerine uygulanan şiddet sırasında 13 bireyin şiddet gördüğü, toplamda 494 kadının şiddet 853

333 olaylarına maruz kaldığı saptanmıştır yılında ise; 428 kadının aile içi şiddetten dolayı yaralandığı, kadına karşı kötü muamele olaylarında 225 kadının kötü muamele gördüğü, diğer aile bireylerine uygulanan şiddet sırasında 50 kadının şiddet olaylarına maruz kaldığı, toplam 703 kadının şiddet mağduru olduğu saptanmıştır. Yıllar arasında ki şiddet olaylarındaki artış, İl e olan göç olayları, sosyo-ekonomik düzey ve iş sahibi olma/olmama gibi stres yaratan olaylar ile ilgili olduğunu düşündürmektedir. TARTIŞMA Şiddet, tarihsel süreç içinde ülkeler ve bireylerarası kültürel, ekonomik ve sosyal farklılıklara bağlı olarak değişim göstermekle birlikte her toplumda karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu olguların kayıtlara yeterince geçmediği görülmektedir. Şiddet olaylarının dünya çapında önemli ve karmaşık bir sorun olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Kadınların fiziksel şiddetle karşı karşıya kalmaları binlerce yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Arkeologlar erkek mumyaların kemiklerinde %9-20 oranında kırığa rastlarken, bu oranın kadın mumyaların kemiklerinde %30-50 olduğunu bildirmişlerdir (Köse, Beşer 2007: , Yetim 2008:48-53, Yıldız 2003). Bu kırıkların savaştan çok, bireysel şiddete bağlı kafa kırıkları olduğu dikkat çekmiştir (Yank 1992: , Yıldız 2003). Son yıllar; kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet konusunda yeni bir evrensel bilinçlenmeye tanık oldu larda kadına yönelik şiddet ile ilgili bilimsel çalışmaların sayısı oldukça azken, ilk kez 1971 yılında Journal of Marriage and Family adlı bilimsel bir dergide aile içi şiddet konulu özel bir ek sunulmuştur. Aynı şekilde aile içi şiddete uğrayan kadınların sıklığıyla ilgili toplum bilim araştırmalarının artması, kitle iletişim araçlarında trajik aile öykülerinin yer alması ve kadınları korumak amacıyla sivil toplum örgülerinin oluşması, bu toplumsal soruna dikkatlerin çekilmesine neden olmuştur (Davidson 1999:953-69, Dokgöz ve ark 2001:15/4, Yıldız 2003, Tufts et al 2009:40-47). SONUÇ ve ÖNERİLER Kadına yönelik şiddet coğrafi bölge, ekonomik gelişmişlik ve öğretim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde son derece yaygın olarak görülen bir halk sağlığı sorunudur. Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarda kadınların 1/3 ü ile 2/3 ünün eşi tarafından şiddete maruz kaldığı saptanırken, gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran daha yüksek olup %20-50 civarındadır. Adli makamlara ulaşmayan kadına yönelik şiddet olayları ise bilinmemektedir. Kadınlar dört duvar arasında yaşadıkları şiddet olaylarını çoğu zaman dışarı aktarmamakta, gördükleri şiddet olaylarından dolayı utanç duymaktadır (Yıldız 2011:59-64). Bu nedenle adli makamlara varan şiddet olaylarında kadınlar artık bir çıkış yolu bulamamakta, aile birliği bozulmuş olmakta ve kadın sığınacak bir yer arayışı içine girmektedir. Bu nedenlerden dolayı şiddet olaylarının geniş örneklemde çalışılarak nedenleri ile ortaya çıkarılması ve bu sorunlara yönelik çözüm yolları geliştirilmesi, şiddet konusunda toplumun bilinçlendirilmesi, her 854

334 kurumun bu konuda eğitim almış personelleri ile hizmet vermesi şiddet oranlarını azaltmada etkili olacağını düşündürtmektedir. KAYNAKLAR Davidson LL, Grisson JA, Moreno C, Garcia J, King VJ, Marchant S (2001). Training programs for healthcare professionals in domestic violence. Journal of Women s Health and Gender-Based Medicine, 10: Dokgöz H Yanık A, Günaydın U, Bütün C, Sözen Ş (2001). Cinsel saldırı iddiası ile gelen 18 yaş üstü olguların muayene süreç ve sonuçlarının değerlendirilmesi. Adli Tıp Dergisi, 15:4. Köse A, Beşer A (2007). Kadının değiştirilebilir yazgısı şiddet. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10(4): Naçar M, Baykan Z, Poyrazoğlu S, Çetinkaya F (2009). Kayseri ilindeki iki sağlık ocağı bölgesinde kadına yönelik aile içi şiddet. TAF Preventive Medicine Bulletin, 8(2): Tel H (2002). Gizli sağlık sorunu: Ev içi şiddet ve hemşirelik yaklaşımları. C.Ü.Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 6(2). Tufts KA, Clements PT, Karlowicz KA (2009). Integrating intimate partner violence content across curricula: Developing a new generation of nurse educators. Nurse Education Today, 29:40-47 Yank D (1992). American Medical Association, Council Reports: Violence against women. 267(23): , JAMA. Yetim D, Şahin EM (2008). Aile hekimliğinde kadına yönelik şiddete yaklaşım. Aile Hekimliği Dergisi, 2(2): Yıldız T. Kadına Yönelik Şiddet ve Şiddeti Tanılamada Acil Hemşiresinin Rolü. Atatürk Üniversitesi Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi 2011; 14(3): Yıldız T (2003). Acil hemşirelerinin şiddete uğramış kadınları tanılamada eğitim öncesi ve sonrası bilgi durumlarının değerlendirilmesine yönelik bir çalışma. Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yükseklisans Tezi, İstanbul. 855

335 4320 SAYILI KANUN KAPSAMINDA YÜRÜTÜLEN ŞİDDET UYGULAYAN KİŞİLERE YÖNELİK MUAYENE VE TEDAVİ ÇALIŞMALARI (ANKARA İLİ ÖRNEĞİ) Tülay ERÇİN ŞAHİN 1, Özlem GÜLER AYDIN 2, Bülent TOSUN 3, Soner AKBAŞ 4, Ercan SAPMAZ 5, ÖZET Ülkemizde 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun kapsamında şiddet uygulayan kişilere yönelik olarak adli makamlarca muayene ve tedavi kararı verilmektedir. Mevcut çalışmada, yılları arasında Ankara İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve Sosyal Hastalıklar Şube Müdürlüğüne yönlendirilen kişilere yönelik gerçekleştirilen işlemler aktarılmıştır. Söz konusu kanun doğrultusunda, yılları arasında toplam 272 kişiye (2009 da 81 kişi, 2010 da 79 kişi ve 2011 de 112 kişi) hizmet verilmiştir. Vakaların 261 i erkek, 11 i kadındır. Bu kişilerin yaşadıkları ilçelere bakıldığında ilk üç sırada Keçiören (68 kişi), Yenimahalle (62 kişi) ve Çankaya (53 kişi) ilçeleri yer almaktadır. İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen vakalar ilimizde bulunan hastanelerin psikiyatri bölümlerine yönlendirilerek muayene ve gerekli ise tedavi olmaları sağlanmıştır. Yönlendirilen 272 kişiden 100 ünde psikopatolojik bir sorunla karşılaşılmamış, 46 sında psikiyatrik bir rahatsızlık saptandığı için tedavi başlatılmıştır. 97 kişi adreste bulunamamış, 8 kişi için ise çeşitli nedenlerle (vefat, tedaviyi red, vs.) işlem yapılmamıştır. 21 kişinin de hastaneye sevk işlemleri devam etmektedir. Söz konusu kanun uyarınca, şiddet uygulayan kişilerin psikiyatrik değerlendirmesinin yapılıp tedavi edilebilmesi sağlanırken, yürütülen bu çalışmalarda, belirtilen adreslerde kişilere ulaşılamaması, tedavi ve rehabilitasyon ile ilgili hizmetlerin yetersiz olması gibi bazı aksaklıklar çalışmaların amacına ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Aile İçi Şiddet, Şiddet Uygulayan, Tedavi ABSTRACT In our country, within the scope of Family Protection Law No: 4320 judicial authorities can give physical examination and treatment decisions for the persons who commit violence. In the present study, the applications concerning these judgments directed to Office of Mental Health and Social Diseases of Ankara Provincial Health Directorate between the years 2009 and 2011 were presented. 1 Sosyal Hizmet Uzmanı, Ankara İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, shutulay2006@gmail.com 2 Dr. Psikolog, Ankara İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, aramissis@hotmail.com 3 Çevre Sağlığı Teknisyeni, İl Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü, 4 Tıbbi Teknolog, Ankara İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, sonerakbas73@gmail.com 5 Uzman, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, ercansapmaz@hotmail.com 856

336 In accordance with the law, a total of 272 persons (81 persons in 2009, 79 persons in 2010 and 112 persons in 2011) benefited from our services between the years of the cases were male and 11 were female. When regional distribution of the cases was analyzed, it was shown that Keçiören (68 persons), Yenimahalle (62 persons) and Çankaya (53 persons) were the most dense districts. Persons who were directed to the Provincial Health Directorate for treatment were referred to psychiatry departments of hospitals located in the city. No psychopathology were determined in 100 of the referred 272 cases, but 46 of the cases were taken to treatment for their psychiatric disorders. 97 of cases could not be found at the declared addresses. 8 of the cases could not benefit from these services at all because of several reasons like death, rejection of treatment, etc. Referral process of 21 persons to the hospitals is still continuing. While, in accordance with the requirements of the law in question, psychiatric assessment and treatment of the persons commiting violence were achived to a great extent, some problems like absence of the persons at declared addresses, inadequacy of the services related to treatment and rehabilitation, etc. obstruct the process. Key Words: Domestic Violence, Perpetrator, Treatment GİRİŞ Aile içinde kadına yönelik şiddet, hem dünyada hem de ülkemizde giderek büyüyen bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Şiddet sokakta, işte, okulda ya da başka bir toplumsal alanda karşımıza kolaylıkla çıkabilmektedir. Ancak aile içinde yaşanan şiddet, hem özel ve güvenli alanda yaşanması açısından daha fazla etkili olmakta, hem de daha fazla gizlenebildiği için müdahale ve koruma zorlaşmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi nde kadına yönelik şiddet, İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ızdırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma şeklinde tanımlanmaktadır (Birleşmiş Milletler, 2008a). Kadının temel insan haklarının ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olan şiddet ve istismar pek çok şekilde ortaya çıkabilir fakat hepsi de kadının kontrol altına alınması ile ilgilidir ve ortaya çıkmasında sosyal, kültürel, ailevi ve bireysel boyutlar önemlidir. Aile içinde hem kadının hem de diğer aile üyelerinin yaşamını etkileyen bir sorun olan aile içi şiddetle mücadeleye gösterilen ilgi giderek artmaktadır. Yasal ve kurumsal bağlamda bir taraftan koruyucu ve önleyici faaliyetler yürütülürken diğer taraftan da aile içi şiddet mağduru ve şiddet uygulayan kişilere yönelik müdahale çalışmaları organize edilmektedir. Şiddet uygulayanlara yönelik müdahale programları, A.B.D. de 1970 lerin sonunda, feminist grupların ve şiddet mağdurlarına yönelik hizmet veren profesyonellerin çabalarıyla ortaya çıkmıştır ve 1990 lara doğru Avrupa da yaygınlaşmıştır (Healey ve Smith, 1998: 1). Şiddet uygulayanlara yönelik müdahale programları arasında Amerika, Avusturya, İngiltere ve Norveç te uygulanan bazı modeller incelenmiş ve sonuçta bu modellerde bazı ortak özelliklerin bulunduğu görülmüştür. Örneğin kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede etkili bir programda, hem şiddet uygulayan, hem de şiddete maruz kalan bireylere yönelik çalışmalar birlikte 857

337 yürütülmektedir. Kurumlar arası işbirliği anlayışı ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ön plandadır. Terapi programlarına katılım için yasal düzenlemeler mevcuttur. Şiddete maruz kalan kişinin güvenliğini sağlama ve şiddeti önlemek temel amaç olarak öne çıkmaktadır. Terapi programları bireysel ve grup çalışmaları şeklinde yürütülmekte ve süreleri 8 ay ile 2 yıl arasında değişmektedir. Şiddet uygulayanlarla çalışmada kültürel özgeçmişlerin dikkate alınması ve farklı toplumsal yaklaşımların kombinasyonundan oluşması gerektiği anlayışı mevcuttur. Programlara katılım konusunda yasal zorunluluklar olsa da kişilerin gönüllü katılımı tercih edilmektedir (Bell, 2004: 88-94; İsdal, 2004: 53-54; Kraus, 2004: 11-20; theduluthmodel.org, 2009). Görüldüğü gibi Amerika da ve Avrupa nın çeşitli ülkelerinde 1990 lı yıllardan beri uygulanan programlar kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede daha kapsamlı çalışmaların gerekliliğini öngörmektedir. Varolan programlar çok yüksek bir başarı oranı göstermese de bu tür çalışmaların gerekliliği dünyada ve Türkiye de anlaşılmış durumda ve şiddet uygulayan bireylere yönelik müdahalelerde en iyi yaklaşımın hangisi olduğu araştırılmaktadır. Ülkemizdeki çalışmaların ise şu anda ne yazık ki bu tarz programların oldukça uzağında olduğu söylenebilir. Ülkemizde şiddet uygulayan bireylere yönelik çalışmalar daha çok şiddet davranışını cezalandırarak önlemeye odaklanmaktadır ve uygulamaya dönük çalışmalardan çok yasal düzenlemeler mevcuttur sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun da şiddet uygulayan bireylerle ilgili olarak çeşitli tedbirlere hükmedilmektedir. Şiddet uygulayan bireylerin bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması tedbiri de bunlardan biridir. Bu karar doğrultusunda illerde sağlık müdürlükleri, ilçelerde sağlık grup başkanlıklarınca işlem yapılmakta ve muayene ve tedavisi istenen kişiler sağlık kurumlarına yönlendirilmektedirler. Bu çalışmada da yılları arasında Aile Mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı verilerek Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişiler ile ilgili yürütülen çalışmalar incelenecektir. PROBLEM DURUMU 2008 yılında yapılan Türkiye de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması na göre ülkemiz genelinde yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten kadınların oranı %39 dur. Başka bir ifadeyle her 10 kadından 4 ü eşi ya da birlikte olduğu kişi/kişiler tarafından fiziksel şiddete maruz kalmıştır (Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 2009: 27). 15 yaş ve üzerinde yaklaşık 26.5 milyon kadının yaşadığı ülkemizde yine yaklaşık olarak 6.4 milyon kadının şiddete maruz kaldığı düşünülürse, daha çok büyük kentlerde yoğunlaşan ve toplamda 46 adet olan kadın sığınmaevinin kapasitesinin yeterli olmadığı aşikardır (Ankara Valiliği, 2011). Ayrıca, Birleşmiş Milletler 2008 İnsani Gelişme Raporu na göre ülkemizde yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı %18 dir ve bilindiği gibi yoksulluktan en fazla etkilenen nüfus grubu arasında kadınlar da bulunmaktadır (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 2008b: 98 ). İşsizliğin fazla olduğu ülkemizde kadın işsizliği erkeklerden daha fazladır. Kızların eğitimi açısından da durum çok iç açıcı değildir. Temel eğitim zorunlu olmasına rağmen hala okullaşma oranı yüzde yüze yakın bile değildir. Eğitimden ve iş yaşamından uzak tutulan kadınlar için düzenlenmiş bir sosyal 858

338 güvenlik programı da yoktur. Bu şartlar altında ülkemizdeki kadınların çoğunluğu, şiddete maruz kalmalarına rağmen şiddet uygulayan eşle birlikte yaşamaya devam etmektedirler. Evindeki şiddetten kaçıp sığınma evine sığınan bir kadının tek başına bir yaşam planlaması konusunda gerekli maddi destekler yeterli olmadığı için eşine geri dönmek güçlü bir alternatif haline gelmektedir. Kadından önce ailenin korunmasına dair bir politikanın izlendiği ülkemizde, Ailenin Korunmasına Dair Kanun kadını şiddetten korumak için yeterli olmamaktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında bizim ülkemizde şiddet uygulayan bireylere yönelik çalışmalara ağırlık verilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Şiddet gören kadınları korumak için planlamaların yapılabilmesi için de bu güne dek uygulanmakta olan çalışmaların niteliğinin değerlendirilmesi önem arz etmektedir. AMAÇ Mevcut çalışmanın amacı Ankara ilinde 4320 sayılı kanun kapsamında haklarında muayene ve tedavi kararı verilen kişiler ile ilgili olarak yılları arasında Ankara İl Sağlık Müdürlüğü tarafından yapılan uygulamaların değerlendirilmesidir. YÖNTEM 4320 sayılı kanuna göre hükmolunan sağlık tedbiri kararlarının yılları arasındaki uygulamalarını değerlendirebilmek için, Ankara İl Sağlık Müdürlüğünün yıllarına ait tedbir uygulamaları geriye dönük olarak taranmıştır. Araştırmanın örneklemi yılı içerisinde aile mahkemelerince haklarında sağlık tedbiri verilen toplam 272 kişiden oluşmaktadır. Elde edilen veriler yıl, bölge, muayene sonucu ve yapılan işlem durumu dağılımlarına göre analiz edilmiştir. BULGULAR Ülkemizde aile mahkemeleri tarafından verilen tedbir kararlarının uygulanması, Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından takip edilmektedir. Şiddet uygulayan kişi hakkında muayene ve tedavi kararı verildiğinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından il sağlık müdürlükleri ile gerekli yazışmalar yapılarak verilen tedbir kararlarının gerçekleştirilmesi istenmektedir. Aile içi şiddet uyguladığı için Aile Mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı verilerek Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerle ile ilgili olarak 2009, 2010 ve 2011 yıllarında gerçekleştirilen çalışmalar tablolar halinde aşağıda sunulmaktadır. 859

339 Tablo 1. Muayene ve Tedavi İçin Yönlendirilen Kişilerin Cinsiyet ve Yıllara Göre Dağılımı Cinsiyet /Yıl Toplam Kadın Erkek Toplam Aile içi şiddet uyguladığı için aile mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı verilerek Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerin cinsiyete göre dağılımına bakıldığında çok azının kadın olduğu (%4), önemli bir çoğunluğunun erkeklerden (%96) oluştuğu görülmektedir (Tablo 1). Tablo 2. Muayene ve Tedavi İçin Yönlendirilen Kişilerin Yaşadığı İlçe ve Yıllara Göre Dağılımı İlçe /Yıl Toplam Keçiören Yenimahalle Çankaya Mamak Altındağ Pursaklar Sincan Etimesgut Polatlı Toplam Bu kişilerin yaşadıkları ilçelere bakıldığında ilk üç sırada Keçiören (68 kişi), Yenimahalle (62 kişi) ve Çankaya (53 kişi) ilçeleri yer almaktadır (Tablo 2). 860

340 Tablo 3. Muayene ve Tedavi İçin Yönlendirilen Kişiler İçin Yapılan İşlemlerin Yıllara Göre Dağılımı İşlem /Yıl Toplam Psikopatolojik bir sorunla karşılaşılmayan Adreste Bulunamayan Psikiyatrik Rahatsızlık Saptanan İşlemleri Devam eden İşlem Yapılmayan (Vefat, İptal vb. nedenle) Toplam Yönlendirilen 272 kişiden 100 ünde psikopatolojik bir sorunla karşılaşılmamış, 46 sında psikiyatrik bir rahatsızlık saptandığı için tedavi başlatılmıştır. 97 kişi adreste bulunamamış, 8 kişi için ise çeşitli nedenlerle (vefat, tedaviyi red, vs.) işlem yapılmamıştır. 21 kişinin de hastaneye sevk işlemleri devam etmektedir (Tablo 3). TARTIŞMA Ankara da yılları arasında gerçekleştirilen muayene ve tedavi kararları incelendiğinde, takip edilen 272 kişi arasında büyük bir çoğunluğun erkeklerden oluştuğu görülmektedir. Yapılan araştırmalar şiddet uygulayanların %95 inden fazlasının erkek, şiddete maruz kalanların %90 ından fazlasının kadın olduğunu göstermektedir (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 19). Ayrıca, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca kurulan Aile İçi Şiddet Bürosunca 2011 Ekim, Kasım ve Aralık aylarında, yüzde 94'ü kadın, yüzde 6'sı erkek olmak üzere yaklaşık bin 650 kişinin şikayetinin değerlendirdiği belirtilmektedir (Anadolu Ajansı, 2012) Aile içi şiddet uyguladığı için muayene ve tedavi kararı verilerek İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerin yaşadıkları ilçeye göre dağılımları yapılırken sadece merkez ilçelerde bir değerlendirme yapılabilmiştir. Vakalar perifer ilçelerde sağlık grup başkanlıklarınca takip edilmektedir. Merkez ilçeler arasında Keçiören, Yenimahalle ve Çankaya ilçelerinde vakaların daha fazla olması bu ilçelerdeki nüfus yoğunluğu ile açıklanabilir. Ankara İl Sağlık Müdürlüğüne yönlendirilen kişilerin, Ankara da bulunan hastanelerin psikiyatri kliniklerinde muayene olması sağlanmaktadır. Sağlık kurumlarından alınan geribildirimlere göre 272 vakadan 100 ünde herhangi bir psikopatoloji saptanmadığı görülmektedir. Psikiyatri kliniklerinde daha çok ICD 10 tanı kodlarına göre bir değerlendirme söz konusu olduğu için psikiyatrik tanı ölçütünü karşılamayan vakalar şiddetle bağlantılı diğer psikolojik ve sosyal hususlar açısından rapor edilmemektedir. 861

341 Zeka geriliği, ağır ruhsal bozukluklar (şizofreni, manik atak, paranoid bozukluklar), antisosyal ve sınır (borderline) kişilik bozukluğu gibi kimi ruhsal rahatsızlıklar ve kişilik bozukluklarında şiddet ve saldırganlık ortaya çıkabilmektedir (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 9). Mevcut çalışmanın sonuçları incelendiğinde de vakaların 46 sında (%17 sinde) psikiyatrik rahatsızlık tespit edildiği için tedavi sürecine başlandığı görülmektedir. Psikiyatrik bir bozukluk nedeniyle tedavi görenlerin hastalık tanılarına göre dağılımına bakıldığında ilk üç sırada psikotik bozukluğu olanlar (14 kişi), madde bağımlılığı sorunu olanlar (13 kişi) ve kişilik bozukluğu olanlar (3 kişi) yer almaktadır. Literatürde (Ünal, 2005), şiddet uygulayan kişilerin %60-72 sinde alkol ve madde kötüye kullanımı, %85 inde antisosyal, borderline, edilgen-saldırgan paranoid kişilik özellikleri, öfke denetiminde sorunlar, dürtü denetim bozuklukları gözlendiğinden bahsedilmektedir. Demiröz ün (2001:167) yaptığı çalışmada ise erkeğin alkol kullanmasının özellikle fiziksel şiddeti arttırdığı belirtilmektedir. Aile içi şiddet uyguladığı için muayene ve tedavi kararı verilerek yönlendirilen kişilerin tam olarak adres bildirememesi, çalışıyor olması, telefon numarasının bulunmaması gibi nedenlerle kendilerine ulaşılmakta zorlanılmış ve 97 kişi hakkındaki kararlar bu tür nedenlerle uygulanamamıştır. Hakkında çeşitli tedbirlere hükmedilen kişilerin %36 sına ulaşılamaması, yürütülen çalışmaların amacına ulaşmasında önemli engellerden birini oluşturmaktadır ve 2010 yıllarında aile mahkemelerince hakkında muayene ve tedavi kararı verilen 160 kişiden 139 u hakkında aynı zamanda evden uzaklaştırma kararı verilmiştir. Yine 160 kişiden 91 i mahkemeye şiddete maruz kalan kişi ile aynı adresi bildirmiştir. 91 kişi içinde 77 sinin de evden uzaklaştırma kararı bulunmaktadır. Bu durumda şiddet uyguladığı için evden uzaklaştırılan 77 kişinin beyan ettiği adres şiddet uyguladığı kişi ile aynıdır. Bu durum göz önüne alındığında bu kişilerin adreslerinde bulunamaması doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Yönlendirilen kişilerin adres ve iletişim bilgilerine ulaşılabilecek başka kaynaklar (Nüfus müdürlükleri, muhtarlıklar, vb.) bulunmakla birlikte, bu tür bilgilerin çeşitli kaynaklardan alınmaya çalışılması, kişi bilgisinin güvenliği ve gizliliği konularında sakıncalar yaratabilmektedir. Diğer taraftan adreste bulunamayan kişilere tekrar tekrar gidilmesi kaynak kaybına neden olmakta, işlemler uzadığı için tedbir süreleri dolmaktadır. Aile Mahkemelerince verilen muayene ve tedavi kararları için il sağlık müdürlüklerinin yönlendirme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kararlar, kişilerin zorla hastaneye götürülmesini ve gerekli ise tedavi altına alınmasını içermemektedir. Bu durumda kişi eğer sağlık kurumuna gitmeyi istemez ise yapılan işlem, durumu tutanak haline getirerek ilgili makama bilgi vermekten öteye geçememektedir. Muayene ve tedavi için yönlendirilen kişiler ile ilgili yürütülen işlemler hakkında ilgili mahkemelere bilgi verilmektedir. Ancak mahkemelerden olumlu ya da olumsuz bir geri bildirim olmaması nedeniyle bundan sonraki sürecin nasıl işlediği bilinmemektedir. Aile içi şiddet, ihmal ve istismar, suça sürüklenme gibi nedenlerle adli sistemle karşı karşıya kalmış kişiler hakkında muayene, tedavi ve rehabilitasyon amacıyla verilen sağlık tedbiri, muayene ve tedavi kararlarının uygulanması ile ilgili kurumsal düzenlemelerde eksiklikler mevcuttur. Bu konuda sağlık personelinin rol ve görevleri 862

342 ile ilgili prosedürlerin oluşturulması, personelin eğitimi gibi konularda sürekli ve etkili çalışmaların planlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ankara İl Sağlık Müdürlüğünde bu konudaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla çalışmalar başlatılmıştır. Sağlık Bakanlığınca şiddet uygulayan bireylerin tedavi ve rehabilitasyonu için yapılan mevcut çalışmalar ile ilgili raporlar toplanmaktadır. Toplanan bilgiler ışığında da bu konuda gerekli yenileme ve geliştirme çalışmalarının yapılması gerekliliği konusunda farkındalık oluşmuştur. Bunun yanında cumhuriyet başsavcılıkları, kolluk birimleri, il sağlık müdürlükleri ve ilgili diğer kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonun geliştirilmesi bu konudaki eksikliklerin giderilmesi açısından oldukça önemlidir. SONUÇ Kadına yönelik aile içi şiddet pek çok kadının temel insan haklarını ihlal etmekte ve insanca yaşamasına engel olmaktadır. Bireysel, ailesel ve toplumsal faktörlerin tetiklediği bu sorunla mücadele etmek de soruna katkı veren her alanda topyekun mücadeleyi gerektirmektedir. Pek çok gelişmiş ülkede, çok boyutlu mücadelenin önemi kavranmış ve kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede geniş kapsamlı yaklaşımlar benimsenmiştir. Aile içi şiddetle mücadele konusunda hizmet veren kurumlar, hem şiddet mağduruna, hem şiddete tanık olan çocuklara, hem de şiddet uygulayan bireylere yönelik çalışmaları organize etmektedir. Ayrıca aile içi şiddetle mücadelede yer alan kurumlar çoğunlukla devlet tarafından da desteklenen sivil toplum kuruluşlarıdır. Ülkemizdeki mevcut uygulamalar göz önüne alındığında aile mahkemelerince verilen şiddet uygulayan bireylerin muayene ve tedavi için bir sağlık kurumuna başvurmasının sağlanması kararı, şiddet davranışını önleme ve şiddet mağdurlarını koruma konusunda yeterince etkili olamamaktadır. Bu konuda daha etkili ve kapsamlı çalışmaların organize edilmesi gerekmektedir. ÖNERİLER Kadına yönelik şiddetle mücadeleye katkı sağlanması amacıyla şiddet uygulayan bireylerin tedavi ve rehabilitasyon çalışmalarının daha kapsamlı ve etkin yürütülebilmesi için bazı önerilerde bulunulabilir. Ülkemizde şiddet uygulayan bireylerle görüşmelere dayanan araştırmalarla şiddet davranışının sebepleri ortaya çıkarılarak uygun müdahale modeli belirlenebilir. Farklı ülkelerdeki örnekler incelenerek şiddet uygulayan bireylerin rehabilitasyonuna yönelik yeni bir program geliştirilebilir. Şiddet uygulayan bireylerin bu yeni programa katılımı yasal olarak zorunlu hale getirilebilir. Program, sosyal hizmet uzmanı, psikiyatri uzmanı, psikolog ve gerekli diğer meslek elemanlarından oluşan ekipler tarafından yürütülebilir. Muayene ve tedavi kararlarının uygulanması ile ilgili prosedür oluşturulup bu konuda personel eğitimleri yapılabilir. 863

343 Şiddet uygulayanlara yönelik müdahale çalışmaları, şiddet mağdurlarına yönelik hizmet veren sığınma evlerinde yürütülen psikososyal müdahalelerle ilişkilendirilebilir. İller düzeyinde il hıfzıssıhha kurulları gibi Aile İçi Şiddetle Mücadele Kurulu oluşturularak işbirliği çalışmaları güçlendirilebilir. KAYNAKLAR Anadolu Ajansı, (2012). 13 Ocak 2012 tarihli Şiddete Uğrayanın Umudu Oldu Başlıklı Haber. adresinden tarihinde alınmıştır. Ankara Valiliği (2011). Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Eylem Planı, Ankara Valiliği Yayınları. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu (1998). Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayını, Başbakanlık Basımevi, Ankara. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2009). Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması Özet Rapor. adresinden tarihinde alınmıştır. Bell, K. (2004). Ahimsa. in Seminar Proceedings of Therapeutic Treatment of Men Perpetrators of violence within the family, Strasbourg, November 2004, s , adresinden tarihinde alınmıştır. Birleşmiş Milletler (2008a). Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi. det/siddet_kadinlara_yonelik_siddetin_ortadan_kaldirilmasina_dai.pdf adresinden tarihinde alınmıştır. Birleşmiş Milletler (2008b). Türkiye 2008 İnsani Gelişme Raporu Türkiye de Gençlik, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı-UNDP, &Itemid=47 adresinden tarihinde alınmıştır. Demiröz, F. (2001). Kadına Yönelik Şiddeti Etkileyen Etkenler, Yeni Sosyal Hizmete Yaklaşımlar ve Sorun Alanları. Prof. Dr. Nihal Turan a Armağan, H. Ü. SHYO Yayın No:008, Ankara, s Healey, K.M. ve Simith, C. (1998, ). Batterer Programs: What Criminal Justice Agencies Need to Know. adresinden tarihinde alınmıştır. 864

344 Isdal, P. (2004). Seminar Proceedings of Therapeutic Treatment of Men Perpetrators of violence within the family Strasbourg, s.53-54, adresinden tarihinde alınmıştır. Kraus, H. (2004). Men s Centre Vienna. in Seminar Proceedings of Therapeutic Treatment of Men Perpetrators of violence within the family, Strasbourg, s.11-20, adresinden tarihinde alınmıştır. Theduluthmodel.org (2009). duluthmodelonpublic.php adresinden tarihinde alınmıştır. Ünal G. (2005). Aile içi şiddet. Aile ve Toplum Dergisi, 2(8), Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını, _VE_TOPLUM8.PDF adresinden tarihinde alınmıştır. 865

345 ERZURUM DA ÇOCUK VE ŞİDDET Özet Doç. Dr. Yıldız AKPOLAT 1 Dr. Yusuf İNCİ 2 Bu araştırmanın konusu, Erzurum il merkezinde yıllarında Erzurum Emniyeti Çocuk Şube ye yansımış olan çocuğun mağdur olduğu 66 vakanın nicel ve nitel analizini yapmaktır. Araştırmanın amacı analiz verilerine dayanarak şiddet suçu mağdurları çocukların aile, sosyal çevre gibi sosyo-kültürel, sosyo-demografik ve sosyo-ekonomik yapısal nedenler ile çocuğa yönelik şiddet suçları arasında nedensel bağ kurmaktır. Bu şekilde çocuğun şiddet mağduru olmasına saik olan sosyo-ekonomik yapının topografyasını çizerek, çözüm için öneri ve veri sağlamak, amaçlanmaktadır. Araştırmanın metodolojisine göre, araştırmanın verileri, çocukların Erzurum Emniyeti Çocuk Şube de verdikleri ifade metinlerinden elde edilmiştir. Bu metinlere nicel ve nitel analiz uygulanmıştır. Nicel analizler, vakaların nicel olarak resminin ortaya konulmasını sağlamıştır. Nitel analiz ise ifade metinlerinde şiddetin hâsıl olduğu sosyo-psişik durumları ortaya çıkarmada yardımcı olmuştur. Bu şekilde nicel ve nitel verilerin birbirlerini tamamlayarak ele alınan sosyal gerçekliğe dair derin ve gerçek bir resmin oluşturulmasına önem verilmiştir. Anahtar kelimeler: çocuk, şiddet, aile, mağdur, sosyal yapı. Abstract The subject of this research is to conduct quantitative and qualitative analysis of 66 cases in which a child suffered and which were recorded in the Child Department of Erzurum Security Directorate between 2010 and 2011 in Erzurum city center. Based on the analysis data, the aim of this study is to establish causal relationship between violent crimes against children and socio-cultural, socio-demographic and socio-economic structural causes such as family, social environment of the children who suffered from violent crimes, and to obtain data and to offer a suggestion by drawing topography of socio-economic structure which was the reason why the children were the victim of violence. According to the methodology of the research, the data were obtained from the texts of statements given by the children in the Child Department of Erzurum Security Directorate. Both quantitative and qualitative analyses are applied to these texts. Quantitative analysis enabled a quantitative picture of the cases and qualitative analysis helped reveal socio-psychic situations derived from violence in these statement texts. Thus, this study put emphasis on presenting a profound and real picture of this social reality. Key Words: Child, violence, family, suffered, social structure 1 Atatürk Üniversitesi. Sosyoloji Bölümü 2 Erzurum İl Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü 866

346 Çocuk ve Şiddet Her sosyal olguda olduğu gibi hem çocuk hem de şiddet olguları komplex ve çok nedenli olgulardır. Çocuk kavramı bir toplumsal rol kalıbı olarak, toplumdan topluma ve tarih boyunca farklı tanımlanmıştır (Ayan, 2010; 101). Çocuğu sosyal varlık olarak kabul etmek öncelikle aile kurumu ile ilişkisi ile mümkündür. Genellikle bir yetişkinin bakım ve korumasına muhtaç ve kendi iradesi ile eylemesi düşünülmeyen başkaları tarafından iradesi belirlenen bir varlık olarak tanımlanan çocuk, toplumsal bir nesne olarak kabul edilmektedir. Genellikle fiziksel ve kişisel gelişimini henüz tamamlamamış olandır, çocuk. Bu hal onun hem rüştsüz hem de mağdur kabul edilmesine nedendir. Çocuğun bu denli pasif algılanması özellikle demokratik eğilimleri yaygınlaşmamış bizim gibi modernleşme sürecindeki toplumlarda çocuğun her türlü eylemin mağduru olmasına da nedendir. Bu süreç, şiddetin bir iletişim ve disiplin aracı olarak kurumsallaşmasının görüldüğü, bizim toplumumuzda çocuk ve şiddet vazgeçilmez ikili olarak karşımıza çıkmaktadır (Mavili-Aktaş, 2006, ). Şiddet, en geniş anlamı ile bir kişinin kendisini ifade etmesine engel olunmasıdır. Akıl ve dil gelişimi ile birlikte insanlar arası ilişki ve iletişim aracı kas ve fiziksel araçlardan dile ve akla geçmiştir. Hem iradesiz hem rüştsüz olarak kabul edilen toplumsal nesne çocuğun, istenmeyen davranışlarını ortadan kaldırma aracı olarak fiziksel şiddet bizim coğrafyamızda yaygındır. Gelişmiş ülkelerin sosyal bilimcileri şiddeti insani olmayan davranış kalıbı olarak nitelerken biz hala özellikle fiziksel şiddeti onurlandırmaktayız. Kültürel bir meşruluk zemini içinde fiziksel şiddet yeşermektedir. Nesneleşme, bir öznenin güdümünde eylemin belirlenmesidir. Çocuğa olan nesneleştirici tavrımız onu şiddet mağduru da yapabilmektedir. Aşağıda bahsedilen meclis araştırma raporu da özellikle çocuğun katılım hakkının tanınmamasının şiddet mağduru olmasına yol açtığını, bildirmektedir. Şiddet için en çözümsüz yaklaşım, şiddetin doğal bir eğilim olduğunu, kabul etmektir. Eğer bir sosyal olay, doğal olarak kabul edilirse bu içkin olarak değiştirilemez demektir. Oysa sosyal bilimlerin gelişimi, insanın en başta kendi yaratımı olan sosyalkültürel dünya üzerinde bilinç geliştirmesi ve kendi yarattığı sosyal ürünler üzerinde etkili olmasının, sağlanmasıdır. Şiddet, insanın kendini koruma güdüsünün bir yan ürünü olarak kabul edilebilir. Ancak, şiddetin nasıl ve kime karşı ve hangi şartlarda uygulanacağını belirleyen kültürel depomuzdur yani, eylem şemalarımız olan değerlerimizdir. Ve bu kültürel depomuzun ne olduğunu nasıl inşa olduğunu hangi koşullarla oluştuğunu analiz edersek ki sosyal bilimler bunu yapar- değerlerimizi eylem şemalarımız- de değiştirebiliriz. Çocuk söz konusu olduğunda şiddet kavramının geniş kapsamı, istismar ve ihmal kavramlarına ilişkindir (Sokullu-Akıncı, 2008;80-81). Buna göre ilki eylemsel etken diğeri ise eylemsizliktir. Çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmamasıdır (Taner ve Gökler, 2004; 82). Çocuğa aktif olarak uygulanan şiddet daha ziyade istismar ile ilgili 867

347 bir kavramdır (Turhan ve diğerleri, 2006; 154).Çocuğa yönelik şiddet sıralaması şöyledir; fiziksel, duygusal ve cinsel. Çocuğun bakıma muhtaç olduğu tanımlaması onu konu olan eylemlerin tanımlanmasını da belirlemektedir. Bununla ilgili ilk kavramlaştırma 1860 da Tardieu tarafından yapılmıştır (Kara ve arkadaşları, 2004; 140). Bu yaklaşımın dialektik ikizi olabileceğini bize bir çalışma hatırlatmaktadır. Buna göre, aile geçimine katkı sağlayan çocuk daha fazla şiddetin ve de suçun hem nesnesi hem de öznesi olmaktadır (Özdemir ve arkadaşları, 2011; 73). Çocuğun hem nesne hem de özne kabulü şiddete neden olabilmektedir. Çocuğa kaldıramayacağı yüklerin verilmesi de anomiye de neden olmaktadır. Çocuğa Yönelik Şiddetin Genel Nedenleri Ülkemizde özellikle töre cinayeti olarak adlandırılan kadına namus cinayetlerinin sıkça görülmesi üzerine 2006 yılında yapılan meclis araştırma raporu özellikle aile içi şiddet mağdurları kadın ve çocuklara ilişkin yapılmış en kapsamlı rapordur. Rapor daha önce konu üzerinde çalışmış akademisyen ve STK ların görüşleri ve bilgileri alınarak hazırlanmıştır. Bu rapora göre, çocuğa yönelik şiddet eylemleri dünyanın her yerinde görülebilen bir olaydır. Özellikle çocuğa yönelik ılımlı şiddet eylemleri küresel boyutta kabul görmektedir. Çocuğa yönelik en fazla fiziksel şiddet uygulansa da cinsel ve duygusal şiddet de uygulanmaktadır. Bununla birlikte her türlü ihmal de şiddet kapsamında yer almaktadır (2006, TBMM Araştırma Raporu, 77). Rapora göre, ülkemizde çocuğa yönelik şiddetin oluşum koşulları şunlardır; eğitim ve ekonomik seviyenin düşüklüğü, erken yaşta evlilikler, erken yaşta çocuk sahibi olma, sosyal destek imkânlarının olmaması, çocukla ilgilenmek için ebeveynlerin yeterli vakitlerinin olmaması, aile içi iletişim sorunlarıdır. Görüldüğü üzere, ülkemizin yapısal zorlukları ve gelenekler çocuğa yönelik şiddet eylemlerinin de arka plan nedenlerini oluşturmaktadır. Çarpık kentleşme de, iç göçle birlikte şehirlerde her türlü suç ve şiddet eylemine mekânsal zemin olmaktadır. Eğitim seviyesi ve şiddet en çok tartışılan meseledir. Diplomalı olmak ile entelektüel gelişim arasındaki fark ve eğitim seviyesi değiştikçe şiddetin türünün de değişmesi bu tartışmanın demagojik ve totolojik olmasının önüne geçebilmektedir. Herkes dövüyor gibi herkese dayalı eylem meşrulaştırmalarımız malumdur. Her meslek ve eğitim seviyesindeki insanlardan şiddetle ilgili haberler duymak kendi eylemimiz konusunda bizi rahatlatmaktadır. Uyumcu bir toplum olduğumuz için herkes in yaptığını yapmak sürü aklına uygun bir davranış ve düşünüş kalıbıdır. Bununla birlikte her etkenin kendi başına ve diğer faktörlerle etkileşimi ile ortaya çıkan etkililik oranı da değişmektedir. Eğitim etkili bir faktördür ancak başka değişkenlerle değişim göstermektedir. Örneğin eğitim sürecinden önce bir bağımsız değişken olarak aile içi şiddet devreye girmişse eğitimin etkililik oranı düşebilmektedir. Araştırma raporunda belirtilen en önemli yetersizlik gerçek ve yeterli sayısal verilerin yetersizliğidir. Sosyolojik nicel çalışmaların her konuda olduğu gibi bu 868

348 sorunun ortaya konulması ve analizi için daha sık yapılması gerekmektedir. Kız ve erkek çocukları arasında cinsiyet ile şiddet türü arasında bağ olduğu da tespit edilmiştir. Buna göre, erkek çocuklar fiziksel kız çocuk ise cinsel şiddet mağdurudur. Bizim araştırma verilerimizle de uyumlu olan bir diğer sonuca göre, çocuk sayısının artışı ile çocuğun şiddet görme riski de artmaktadır. Aile içi şiddet, özellikle eşler arası gerilim ve şiddet çocuğu da etkilemektedir. Bizim araştırmamamızda da çocuğun eşler arası şiddetin mağduru olduğu, doğrultusundadır. Özellikle ailesel kriz anlarında stresli ve kaygılı ebeveynler çocuklarına şiddet uygulamaktadır. Çocuğa yönelik şiddet konusunda ortak veri tabanının oluşturulması önerilmektedir. Ülkemizde tüm sosyal sorun ve vakaların tek bir kayıt sistemi içinde uzmanların ulaşımına açık olarak hazırlanması, kamu idaresinin bilimsel temeline katkıda bulunacağı gibi kaçınılmaz ve acil bir gerçektir. Çözüm için önce sistemli veriye ihtiyaç bulunmaktadır. Çocuğa Yönelik Şiddet ve Gelenek Geleneklerin, aileyi tabulaştırılarak aşkınlaştırması pek çok sorunun travmatik yaşantılar halinde sonuçlanmasına neden olmaktadır. Önleyici tedbirlerin alınmasına en büyük engel toplumumuzda ailenin kapalı kutu olmasıdır. Özellikle ataerkil geleneksel düzen, erkeğin güdümünde kadın ve çocuk nesneleri var etmektedir. Buna göre, erkeğin namusu kadın ve çocuklarının eylemi ile belirlenmektedir. Erkeğin kendi toplumsal saygınlığının kadın ve çocuklara bağlı olması, erkeğin bu toplumsal rolleri nesnesi kılmasına neden olmaktadır. Namus, yunanca nomos; kural demektir. Nomosun kökü nemadır. Bir erkeğin sahip olduğu otlak ve hayvanlardır. Namusun kökünde sahiplenmek yani mülkiyet yatmaktadır (2006, TBMM Araştırma Raporu, 154). Erkeğin kendi malını sahiplenmesidir, namus ve hem kadına hem de çocuğa yönelik şiddetin meşru görülmesinin ve bu yüzden de çözülememesinin altında bu zihinsel alt yapı vardır. Bir toplum ya da bireyin değiştirilmesi için en temel olan en zor olandır. O da zihinsel alt yapının ifşası ve kabulüdür. Zihinsel yapımız, sosyal ve tarihsel olarak inşa edildiği halde toplumda var olan iktidar ilişkisini beslediği için herkesin ifade etmeye ve eleştirmeye yanaşmadığı sosyal sayıltı olarak tartışmadan kabul ettiğidir. Geniş yapısı geleneksel olarak varlığını sürdürmektedir. Çocukların yetiştirilmesinde büyükanne ve büyükbabanın olumlu katkıları tartışılmazdır ancak aynı zamanda geniş aile yapısı genç annelerin çocuklarına şiddet uygulamasına da neden olabilmektedir (Vahip ve Doğanavşargil, 2006; 110). Geleneklerimiz aile yapısı içinde, erkeğin kadınlara istediği gibi davranabileceğini ve kadınların bu duruma katlanmaları gerektiğini, bildirmektedir (Kara ve diğerleri, 142). Bu hal atasözlerimize bile yansımıştır (bkz, Akpolat, 2010). Çocuklar şiddet öznesi olarak erkekleri simgelemektedirler (Yurtal ve Artut, 2008; 154). Gelenekler dışardan denetim kurarken, insanın dış denetim olmadan kendini kontrol edemez hale gelmesine neden olmaktadır. Fiziksel şiddeti bir denetim 869

349 mekanizması olarak kabul eden gelenekler, bireyin iç denetim kurabilmesini engellemektedir (Ayan, 2007; 208). Geleneksel insan dışardan kontrol altına alınan insan olmakla birlikte modern insan, özdenetimle insandır (Loo ve Reijen, 2006). Türkiye nin modernleşme yolundaki bir engeli de geleneksel terbiye kalıplarıdır. Bireysel ihtiyaç ve güdüleri kanalize ederek nasıl tatmin edileceğine dair mekanizmalar üreten kültürel yapı eğer bunların meşru tatmin mekanizmalarını önlerse anomik hallere neden olabilir. Bunun ülkemiz için en trajik sonucu, yapılan çalışmalar göre, ülkemizde pedofiliye çok rastlanmamasına rağmen çocuğa yönelik cinsel istismarın altında, cinsellik üzerindeki dinsel ve geleneksel baskıların ile küçük yaşta yapılan evliliğin normal kabul edilmesinin, olabileceğidir (Erdoğan ve arkadaşları, 2011; 60). Çocuğa Yönelik Şiddet ve Toplum Pozitivist sosyolojinin kurucusu Durkheim, toplumu iki zıt şekilde tanımlar; koruyucu tanrı ve cezalandırıcı tanrı. Kurallarına uyduğumuz zaman bizi koruyan tanrıtoplum kuralları bozduğumuzda bizi cezalandıran korkunç bir tanrıya dönüşebilir. Burada dile gelen sosyal düşünce boyunca yakın sosyal ilişkilerin dialektik etkiselliğidir. İnsanın ontolojik bir varlık olarak iki arayış içinde olduğu ifade edilir: güvenlik ve özgürlük. Güvenlik için aileye, topluma sarılırız ancak bu sarılmamalar bizi boğduğunda ise özgürleşmek isteriz. Bu dialektik çelişki hali aşk-nefret ilişkisine dönüşür. Bizim araştırmamızda da en yakın sosyal çevremiz olan ailelerin çocuklarına şiddet uyguladığı dikkat çekmektedir. Sevgi başta olmak üzere ailemize duyduğumuz yakınlık ve ihtiyaç onlar tarafından cezalandırılmamıza da neden olabilmektedir. Toplumun bireyi cezalandırma usulleri onların gelişmişliğini belirlemektedir. Daha liberal ve demokratik ülkeler rehabilite edici cezalandırma usullerini tercih etmektedirler. Ülkemizde de yasal olarak böyle bir uygulama (denetimli serbestlik) olsa da mesele toplumun bunu meşru görmesidir. Hukuk kuralları ile modernleşme metodumuz, yasallık ile meşruluk arasında mesafe açmaktadır. Hukukun yanı sıra eğitimin toplumun içsel dönüşümünde etkili olduğuna dair pozitivist değişim metodu ise yazılan ve söylenen ilke yapılan arasındaki zıtlaşmayı daha da belirginleştirdiği için kafalarda karışıklığa yol açmakta bu ise anomiye zemin hazırlamaktadır. Şiddetin bir cezalandırma aracı olarak kullanılması (Bilgin ve diğerleri, 2004; 131), toplumun birey üzerindeki olumsuz yansımasına bu da ahlaki sorulara yol açmaktadır. Örneğin birey şiddetten kaçmak için yalana başvurmakta bu kişisel gelişim sürecini olumsuz etkilemektedir. Şiddet şiddeti doğurduğu gibi şiddet suçu da doğurmaktadır. Engellenme olarak şiddet çocuklarda saldırganlığı doğurmaktadır (Ayan, 2007; 2007). Her toplumsal kurum pozitif katkı ile işlev görse de ve cezalandırma kırılan kolektif bilincin kendini tamir etmesi ile ilgili bir uygulama olsa da her kurumun bir de bozuk yani istenmeyen ve olumsuz işlevi de olabilmektedir. 870

350 Çocuğa Yönelik Şiddet ve Aile Hegel ailenin bir sosyal evre olarak cevherini sevgi olarak tanımlar. Ailemize duyduğumuz sevgi, kana dayalı yakın ilişkilerle bezeli olmasından kaynaklıdır. Kanın çekiciliği, çocuk için bir güvenli yuva olan ailede aynı zamanda ensest gibi cinsel bir toplumsal kuralın konulmasına da neden olmuştur. Ensest yasağı, aile içi cinsel rekabetin önüne geçmek için toplum tarafından konulmuş kadim tabudur. Freud un oidipus komplexi ile ifade ettiği ensest tabusu, aile içi cinsel yasaklamayı içerir. Bireyleri aile dışı cinsel nesne arayışına iter. Böylece toplum kendi uyumunu korumaya çalışır. Bizim araştırmamızda da çocuğa yönelik cinsel şiddetin baba gibi aile ve yakın akrabalardan geldiğine rastlanılmıştır. Ve literatürde yer aldığı gibi, özellikle annenin bu durumu kamufle etmeye çalıştığı ve kızını ruhsal dengesizlikle suçladığı, görülmüştür. Oysa özellikle bu konuda çocukların yalan söylemediği, yapılan araştırmalarda teyit edilmektedir. Annenin, eş olarak aile içi vazifelerinden uzaklaşması (Aktepe, 2009; 101) özellikle kız çocuğunun bu vazifeler için rol kaymasına uğratılması söz konusudur. Bununla birlikte parçalanmış ailelerde ve alkolizmin etkisi ile ensest vakalarına rastlanılmaktadır (Taner ve Göker, 2004; 84). Bizim araştırmamızda da bu etkenlerin rol aldığı ensest vakasına rastlanılmıştır. Erkek çocukları fiziksel istismara uğrarken kız çocukları -özellikle ergen kız çocukları (Öztop ve Özcan, 2010; 274), 10 yaş altı erkek çocukları ve engelli çocuklar- cinsel istismarın asıl nesnesi olabilmektedir (Ovayolu ve diğerleri, 2007; 15). Ancak ailenin kapalı kutu olması nedeni ile konu ile ilgili elimizde gerçek ve yeterli veriler bulunmamaktadır (Erdoğan ve diğerleri, 2011; 56). Bir terbiye ve iletişim aracı olarak şiddetin bireyde yarattığı en önemli travma bireyin özgüven ve özdeğer, özsaygınlık duygularının erozyona uğramasıdır. Sürekli aşağılanarak yetiştirilen çocuklarda özsaygı kalmadığı için aynı zamanda toplumun geleceği için bir risk grubu da oluşturabilirler (Özdemir ve arkadaşları, 2011; 69). Aile çocuk için güvenli bir yuvadır. Bu yuvada hor görülen, aşağılanan, şiddet gören cinsel istismara uğrayan çocuk, en başta güvensizliği duyacaktır (Sokullu-Akıncı, 2003; 9). Bir de değersizliği. Bizim araştırmamızda da çocukların sürekli aileleri tarafından evden kovulduğu, istenmediğinin ifade edildiğine tanıklık, yaptık. Böyle bir durumun yol açacağı psikolojik sorunların sosyal sonuçları, bize aile gibi bir çekirdeğin füzyona uğrayarak, toplumda büyük gedikler açabileceğini, işaret etmektedir. Ailesel sevgisizlik ve ilgisizlik şeklinde tezahür eden duygusal ihmal çocuğu akran gruplarında suç işlemeye itmektedir (Akduman ve Baran, 2011; 77). Ergenlik gibi stresli, bir dönemde aile dışı arayışlara giren ergen çocuk, sırf bir gruba ait olabilmek için, uyum sağalmak için suça itilebilmektedir (Gültekin ve diğerleri, 2007; 160) ve bu suçlar özellikle yaş grubunda tekrarlı hale gelebilmektedir (Uygur ve diğerleri, 1994; 23). 871

351 Aile bir sosyal kurum olarak değerleri ve davranış kalıplarını nesiller boyunca aktaran bir kurum işlevi de görmektedir. Bu itibarla şiddetin hangi durumlarda nasıl ve ne amaçla uygulandığını da yeni nesillere aktarma gibi bir işlevi de yerine getirebilmektedir. Bu konuda yapılmış uygulamalı çalışmalar bunu desteklemektedir (Vahip ve Doğanavşargil, 2006; 108). Aile içi şiddet vakalarının çocuğa yönelik şiddeti de pekiştirdiğine dair çalışmalar (Tahiroğlu ve arkadaşları, 2009; 73) aynı anda eşinden şiddet gören kadınların daha fazla çocuklarına şiddet uyguladığını (Hıdıroğlu ve arkadaşları, 2006; 198), göstermektedir. Annelerin kendi ailelerinde gördükleri şiddet biçimleri ile çocuklarına uyguladıkları şiddet biçimleri arasında da paralellik bulunmaktadır (Kutlu ve arkadaşları, 2007; 28). Nicel Veri Analizi Grafik 1: Yıllara göre olay sayısının dağılımı Toplam Sıra Toplam 61% 39% OLAY YILI Buna göre, Erzurum il merkezinde 2010 yılında 26, 2011 yılında 40 toplam 66 tane, çocuğun mağdur olduğu şiddet olayı resmi makamlara yansımıştır. 872

352 Grafik 2: Şiddet mağduru çocukların yaş dağılımı Grafiğe göre, şiddet mağduru çocuklar yaş aralığında yığılmaktadır. Grafik 3: Şiddet mağduru çocukların cinsiyet dağılımı Grafiğe göre, şiddet mağduru olan yoğunlukla kız çocuklarıdır. Bu hal toplumda şiddet mağduru olarak genellikle kadının yer alması ile anlamlıdır. Kadın ve çocuklar özellikle kız çocukları- toplumda fiziksel güçlerinin yetersizliği ve toplumda nesne konumundan ötürü şiddetin mağduru olmaktadırlar. Bu durumda kadınlar, henüz çocukken şiddete erkek çocuklarından daha fazla maruz kalmaktadırlar. 873

353 Grafik 4: Şiddet mağduru çocukların eğitim durumlarına göre dağılımı Görüldüğü üzere, şiddete maruz kalan çocuklar çoğunlukla ilköğretim çağındadırlar. Bu durum çocukların, genellikle eğitim-öğretim hayatını kötü etkilemektedir. Çocukların düzensiz eğitim hayatları onların gelecekte bir meslek sahibi ve düzenli bir hayat elde etmelerine engel teşkil edeceğinden ve eğitimsizlik ve işsizliğin temel suç nedenleri arasında olmalarından ötürü, bu çocukların yaşadıkları dezavantajlı hal onların aynı zamanda risk grubu olmalarına da saik olmaktadır. Merton ın ortaya attığı sapma kuramı itibariyle, yaşadıkları toplumun kültürel idealleri ile bu idealleri ulaşılacak sosyal sistemdeki meşru yolların bu çocuklara kapalı olması neticede toplumsal sapmaya - suça - neden olabilecektir. Grafik 5: Şiddet mağduru çocukların illere göre dağılımı 874

354 Çocukların çoğunlukla Erzurum doğumlu oldukları, görülmektedir. Bununla birlikte Erzurum un göç aldığı iller de dikkat çekmektedir. Grafik 6. Yaş-cinsiyet karşılaştırması Yaş ve cinsiyet karşılaştırıldığında görülmektedir ki, özellikle ergenlik çağındaki kız çocukları şiddete maruz kalmaktadır. Geleneksel toplumda, doğurganlığının denetim alınması itibariyle ve dayakla terbiye etme eğilimleri birleşince ergen genç kızların şiddet mağduru olmaları olağan bir hal olarak ortaya çıkmaktadır. Grafik 7: Anne eğitim durumunun dağılımı 875

355 Şiddet mağduru çocukların annelerinin ilköğretim düzeyinde olduğu dikkat çekmektedir. Fiziksel şiddet uygulayan annelerin genellikle eğitim düzeylerinin düşük olması ile Erzurum örneğinin paralel olduğu, görülmektedir. Bununla birlikte eğitim düzeyi yüksek ebeveynlerin daha ziyade duygusal ve tavırsal şiddete yöneldiği, bilinmektedir. Grafik 8: Baba eğitim durumunun dağılımı Babaların da çoğunlukla ilköğretim düzeyinde eğitimli olduğu görülmektedir. Annebabanın eğitim düzeyinin denkliği, Türkiye de eşlerin eğitim denkliğinin evlilikte etken olduğuna dair bir veri sunmaktadır. Grafik 9: Anne-babanın durumu 876

356 Eksen Başlığı Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu Görüldüğü üzere, şiddete maruz kalan çocukların yarısına yakını parçalanmış ailelerin çocuklarıdır. Grafik 10. Anne-babanın çalışma durumuna göre dağılımı Toplam Sıra Toplam Anne ve babanız çalışıyormuydu a) Annem çalışıyordu b) Babam çalışıyordu c) Her ikiside çalışıyordu d) Hiçbiri çalışmıyordu (boş) 3% 3% 14% 6% 74% Görüldüğü üzere, şiddete maruz kalan çocukların genellikle anneleri çalışmayan ev hanımı kategorisinde yer almaktadır. Hiçbir gelir getirecek işte çalışmayan ebeveyn oranı da dikkat çekmektedir. Grafik 11: Babanın mesleğine göre dağılım Toplam Sıra Toplam Hizmet İşlerind e Çalışanl ar İdari Persone l ve Benzeri Çalışanl ar İlmi ve Teknik Elemanl ar, Serbest Meslek Sahipler i ve Müteşe bbisler, Rektörl er ve Üst Kademe Yönetici leri Öğrenci, Ev Hanımı Gibi Mesleği Olmaya nlar Tarım Dışı Üretim Faaliyetl erinde Çalışanl ar ve Ulaştır Toplam Baba Meslek (boş) 877

357 Görüldüğü üzere, şiddete maruz kalan çocukların baba meslekleri, tekniker ve serbest meslek sahipleridir. Aşağıda görüleceği üzere çocuklar en çok babalarından şiddet görmektedir. O halde tekniker ve serbest meslek sahibi babaların çocuklarına bu örneklem kapsamı için şiddet uyguladığı, söylenebilir. Bununla birlikte, serbest meslek kategorisinin bir meslekte uzmanlaşmayı gerektirmemesi itibariyle ve de mesleki uzmanlaşmanın kişinin yaşamına bir düzen ve disiplin getireceği sayıltısına binaen şiddete yatkınlıkla meslekleşememe arasında bağ kurulabilir. Meslekleşememenin bir eğitim eksikliği olduğu da akılda tutulmalıdır. Grafik 12: Anne mesleğine göre dağılım Annelerin çoğunlukla ev hanımı olduğu, görülmektedir. Grafik 13: Anne- babanın hayatta olup-olmadığının dağılımı Toplam Sıra 12% 88% Toplam Anne veya babanız Hayatta Vefat Etti Görüldüğü üzere şiddet mağduru çocukların anne ve babalarından en az biri hayattadır. 878

358 Grafik 14: Kardeş sayısına göre dağılım Görüldüğü üzere, şiddet gören çocuklar çoğunlukla dört ve beş kardeşli çok çocuklu ailelerin çocuklarıdır. Çocuk sayısı arttıkça ebeveynlerin bir disiplin aracı olarak fiziksel şiddete yöneldikleri, yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Çocuk sayısının fazla oluşu, çocukları ikna ederek, onlarla daha fazla ilgilenerek sorun halletme yoluna gidilmesinin önündeki engeldir. Grafik 15: İkamet edilen yerin türüne göre dağılım Gecekondu bölgeleri, göçle oluşan şehrin kıyısında anomik hal için uygun sosyal ortamlar sağlamaktadırlar. Aynı zamanda sosyo-ekonomik seviye ve eğitim düzeyi düşük ailelerin oturdukları yerlerdir. Bu yerlerde şiddet ve her türlü suç beslenmektedir. Araştırmamızın örnekleminin de yarısının gecekondu bölgelerinde oturuyor olmaları bu 879

359 koşullardan ötürü olağandır. Bununla birlikte apartmanların yer aldığı daha orta düzey ailelerin oturduğu semtlerde de şiddet mağduru çocukların ikamet etmesi bize, çocuğa yönelik özellikle fiziksel şiddetin disiplin aracı olarak yaygın bir şekilde kullanıldığına dair bir veri sunmaktadır. Grafik 16: Görülen şiddetin türüne göre dağılım Çocukların en fazla fiziksel şiddet mağduru olduğu, görülmektedir. Bunun psikolojik ve sözel izlemektedir. Nitel veri analizleri bize göstermiştir ki, genellikle fiziksel şiddete sözel ve duygusal şiddet de eşlik etmektedir. Grafik 17: Şiddeti uygulayan kişiye göre dağılım Görüldüğü üzere, çocuklar başta babaları başta olmak üzere yakın aile ve akrabalarından şiddet görmektedirler. Bu da bize, çocukların en fazla ailelerinden 880

360 korunması gerektiğini, göstermektedir. Türk toplumu yaygın biçimde kana dayalı sosyal ilişkiler üzere biçimlenmektedir. En fazla aile değerleri etrafında örülen bir değerler silsilesi anlam dünyamızı oluşturmaktadır. Bu da aileyi tabu haline getirmektedir. Oysa sosyal bilimciler en fazla kapalı kutu olan ve değerlerle korumaya alınmış aile ilişkileri üzerine yoğunlaşmalıdır. Pek çok sosyal sorunun da kaynağının aile bozuk aile ilişkileri olduğu, akılda tutulmalıdır. Grafik 18: Fiziksel şiddetin yol açtığı bedensel zarar Fiziksel şiddet, çocuklarda en fazla bedenlerinde kızarıklara yol açmaktadır. Grafik 19: Fiziksel şiddet aracına göre dağılım Yakın aile ve akraba üyeleri çocuklara en fazla alet kullanmaksızın kaba dayak olarak şiddet uygulamaktadır. 881

361 Grafik 20: Şiddete maruz kalan çocuğun kardeşler arasındaki sıralaması En çok birinci ya da ikinci çocuğun fiziksel şiddete maruz kaldığı görülmektedir. Aile içinde en fazla sorumluluk yüklenen ilk sıralardaki çocukların en fazla şiddete maruz kaldığı aynı zamanda bu çocukların kardeşlerine yaşça büyük olmalarının da etken olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, şiddete maruz kalmanın yanında çocuk suçluluğunda da büyük kardeşlerin sayıca yoğun olduğu, bilinmektedir. Çocuğun aile içinde ve dışında sosyal ve ekonomik sorumluluk almaları onları hem suçun nesnesi hem de öznesi kılmaktadır. Büyük kardeşlerin, aile içi şiddet sırasında anneyi koruyucu rol almaları onların da babanın şiddetine uğramalarında önemli bir etken olduğu, nitel veri analizlerinde ortaya çıkmıştır. Erzurum il merkezinde yıllarında resmi kayıtlara göre, çocuklar en fazla aile içi şiddetin mağdurudurlar. En fazla ergen genç kız çağındaki kız çocukları, en fazla babalarından fiziksel şiddet görmektedir. Ebeveynlerin eğitim düzeyi ilköğretimdir. En fazla tekniker ya da uzmanlığı olmayan serbest meslek sahibi babalar çocuklarına fiziksel şiddet uygulamaktadır. Aile içi şiddet vakalarının yarısı gecekondu bölgelerinde olmaktadır. Çok çocuklu ailelerde büyük kardeş en fazla şiddet görmektedir. Aileler genellikle kaba dayak olarak fiziksel şiddet uygulamaktadırlar. Nitel Analiz Bu kısımda şiddet mağduru çocukların vermiş oldukları ifadelerden yola çıkarak şiddet olayının gelişim seyrinde etken olan faktörlerin neler olduğu, olayın içsel süreçlerini ve özgün vurgulamaları tespit edilmeye çalışılacaktır. Nitel analiz kısmında çalışmanın sınırlılığı alınan ifadelerin, çocuğun kendi kelimeleri ile değil ifadeyi alan polis memurunun resmi dile tercümesi ile biçimlenmiş olmasıdır. Ancak buna rağmen olay 882

362 analizi yapmak ve sürecin nasıl işlediğini anlamak için kısıtlı olsa da veri sağlanmaktadır. Öncelikle dikkat çeken husus, kız çocuklarının ergen yaşlarda babalarının şiddet eylemlerine maruz kalmalarıdır. Daha önce belirtildiği üzere gerek erkeğin namusu olması gerek se doğurganlığını denetim altına almak üzere kız çocukları üzerinde erkek aile bireyleri aracılığı ile toplumun ciddi bir baskısı bulunmaktadır. Ergen kız çocuklarının eğitimlerini devam etmelerinde babalarının onların davranışlarına kısıtlama getirmesi ile birlikte ciddi engellemeler yaşadıkları, ifade metinlerine yansımaktadır. Ailelerin kendi rıza ve denetimleri ile ergen kız çocuklarının evlilik yaşı tutmadığı hallerde yasal olmayan bir şekilde uygun görülen erkek ile birlikte yaşamalarına izin verdikleri ancak istemedikleri onaylamadıkları erkeklerle sokakta gezmelerinin bile şiddetli bir cezalandırmaya tabi tutulduğu, anlaşılmaktadır. Kız çocuklarının namus denetiminin ağabey, dayı gibi diğer aile ve yakın akraba erkekler tarafından da yapıldığı, anlaşılmaktadır. Neticede aynı soya ait olan erkekler kendi soylarından olan kız çocuklarına dair aynı denetim mekanizmasını uygulamaktadırlar. Türkiye de sivil toplumun yaşadığı ailevi sorunlarda resmi makamlara başvurmalarını modernleşme sürecinin ilerlemesine dolayısı ile aile-özel alana ilişkin geleneksel kamufle etme alışkanlıklarının zamanla aşıldığı şeklinde değerlendirmek mümkündür. Özellikle işsiz ve alkol bağımlısı babaların yaşadıkları sosyo-ekonomik ve kültürel sıkışmışlığın acısını çocuklarına ve eşlerine yansıttıkları, tespit edilmiştir. Sözel şiddetin sürekli fiziksel şiddeti peşinden getirdiği her olayda görülmektedir. O halde fiziksel şiddetin en uç boyutta şiddet türü olarak diğer şiddet türlerini içinde barındırdığını diğerlerini de taşıdığını söylemek mümkün iken diğer daha ılımlı şiddet türleri için aynı şeyi söylemek daha zordur. Bununla birlikte de annelerinde özellikle kız çocuklarına şiddet uygulamaları olağanlaşmıştır. Ancak ironik olan erkek çocukların da annelerine şiddet uygulama vakalarına rastlanılmasıdır. Aile içinde kas gücü esasına dayalı hegemonya kurma mekanizması aile üyelerinin statüsüne bağlı değildir. Anne ve babaları tarafından evden kovulan çocukların her türlü istismara açık hale geldiği, görülmektedir. Aile içi şiddet mağduru çocukların tekrarlı bir şekilde aynı olaydan şikayetçi olmaları, devlet kurumlarının çözüm üretecek yeterli donanıma sahip olmadığına işaret etmektedir. Çocukların genellikle aile içi şiddet olaylarının dolaylı mağduru oldukları, görülmüştür. Anne babanın çekişmeli boşanma süreçlerinde de çocukların mağdur olduğu, görülmüştür. Özellikle anne ve babanın farklı ev ve şehirlerde yaşaması, çocukların ebeveynler arası gidip-gelmesi onların eğitim hayatlarını olumsuz etkilemektedir. Çocuk için düzenli ve güvenli bir ev ve aile hayatı onların gelecekte sağlıklı ve toplumsallaşmış bireyler olmalarının zeminidir. Böylesi çekişmeli ve şiddet 883

363 dolu bir aile ortamında çocukların ileriki yıllarda sadece mağdur değil suça sürüklenmeleri dahi kuvvetli bir olasılıktır. Kendi evlerinde yemek yemeleri ve banyo yapmaları gibi en asgari insani ihtiyaçlarını karşılamasının bile sorun olduğu aile ortamlarında yetişen çocukların toplumsal hayata sağlıklı bir şekilde uyum sağlamaları beklenemez. Ancak çocukların, yaşadıkları sosyal çevrenin en başta sorunlu olduğu düşünülürse, şiddet ve suçun ürediği böylesi sosyal ortama, uyum sağlamaya çalıştıkları da söylenebilir. Suç ve şiddet üreten sosyal ortamın birer parçası olan çocuklar sosyal yapının yeniden inşasına kaçınılmaz olarak katkı yapmaktadırlar. Kendilerine şiddet uygulayan kendi annebabalarının da aynı süreci deneyimledikleri unutulmamalıdır. İfade metinlerinde bir tay geldi aile türüne rastlanmıştır. İbrahim Yasa nın tanımladığı tay geldi aile türü, ikinci evliliklerini yapmayı planlayan çiftin ergenlik çağındaki çocuklarını kendi evliliklerinden önce evlendirmeleri ile oluşan aile türüdür. Rize/Çayeli ilçesine bağlı bulunan bir ailenin bu tür bir evlilik yaptığı görülmüştür. Literatürde çalışmasında da görülen, annenin baba tarafından gerçekleştirilen cinsel tacizi inkâr etmesi ve kızını yalancılıkla suçlaması hadisesinin bizim örneklemimizde de var olduğu, görülmüştür. Bu durum, annenin kendi ailesinin bütünlüğünü korumak için ayrıca böylesi bir trajik olayı kabullenememesinin bir göstergesi olarak, nitelendirilebilir. Sonuç ve Öneriler Erzurum Çocuk Şube ye yansıyan 2010 ve 2011 yıllarında vuku bulan çocuğun aile içi şiddete ve istismara uğramasına ilişkin 66 ifade metnine dayalı olarak yapılan analizlerde öncelikle göze çarpan son derece sorunlu aile içi ilişkilerin varlığıdır. Ebeveynler arası ve ebeveyn ile çocuklar arasındaki ilişkilerde sosyal hiçbir norm ve değerin bulunmadığı, görülmüştür. Çocuk ile ebeveyn arasındaki ilişkiler düşmanlaşmıştır. Aileler çocuklarını ekonomik getirim malzemesi olarak, görmektedirler. Toplumun ortalama yaşam seviyesinin çok altında yaşayan bu ailelerin normal değer ve normlarla yaşamalarını beklemek, imkânsızdır. Fiziksel şiddet, diğer şiddet türlerini içinde barındırarak süreklilik arz etmektedir. Aile içi iletişim sorunlarının varlığı da dikkat çekmektedir. Olayların vuku bulduğu mahaller Erzurum il merkezinde suçun da ürediği gecekondu muhitleridir. Sosyo-ekonomik seviyenin düşüklüğü ve kalabalık ailelerde şiddet gören çocuğun aynı zamanda şiddet suçuna itilmesi de kaçınılmazdır. Öncelikle, aile sosyologları ve danışmanlarının mahallelerde sorunlu aileleri tespit ve rehabilitasyona tabi tutmaları gerekmektedir. Çocukların eğitimlerine devam ettirebilecek aile düzeninin geliştirilmesi elzemdir. İşsizlik ve alkolizmin eşlik ettiği aile içi şiddet mağduru çocukların ve ailelerinin yaşadığı sosyal ortamlarının değiştirilmesi 884

364 sağlanmalıdır. Suçun ürediği gecekondu mahallelerinde kentsel dönüşüme öncelik verilmelidir. Toplumun hızlı değişimi ve ekonomik güvensizlik tüm şiddet olaylarının yapısal zemini olması itibariyle çocuğa yönelik şiddet olayları için de zemin teşkil etmektedir. Bu yüzden yapısal tedbirlerin alınması ivedidir. Kaynakça Akduman ve Baran, (2011), Suça Karışan Karışmayan yaş grubundaki Çocuklarda Akran İstismarının Çeşitli Ailesel Özelliklerle İlişkisi, Anadolu Psikiyatri Dergisi, sayı.12. Akduman ve arkadaşları, (2007), Ergen Suçluluğunda Bazı Kişisel ve Ailesel Özelliklerin İncelenmesi, Türk Pediyatri Arşivi, sayı: 42. Akpolat, Y., (2010), Şiddet ve Kültür, Mardin Valiliği, Mardin. Aktepe, E., (2009), Çocukluk Çağı Cinsel İstismarı, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, sayı. 1. Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 23 Milletvekili, Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur ve 68 Milletvekili, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin ve 46 Milletvekili, İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve 28 Milletvekili ile İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu ve 27 Milletvekilinin; Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve (10/148, 182, 187, 284, 285) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. Ayan, S., (2007), Aile İçinde Şiddete Uğrayan Çocukların Saldırganlık Eğilimleri, Anadolu Psikiyatri Dergisi, sayı: 8. Ayan, S., (2010), Aile ve Şiddet,Ankara, Ütopya yay. Bilgin ve arkadaşları, (2004), Evde Fiziksel ve Sözel Olarak Cezalandırılan Çocukların Sosyo-Demografik Özellikleri: Prevelans çalışması, Yeni Sempozyum, 42:3. Hıdıroğlu ve arkadaşları, (2006), Kadın ve Çocuklara karşı Fiziksel Şiddeti Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi: İstanbul da Sağlık Ocağı Tabanlı Bir Çalışma, Yeni Sempozyum Dergisi, 44: 4. Kara ve arkadaşları, (2004), Çocuk İstismarı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, sayı: 47. Kutlu ve arkadaşları, (2007), Annelere Çocukluklarında Uygulanan Ceza Yöntemleri ile Çocuklarına Uyguladıkları Ceza Yöntemleri Arasındaki İlişki, Anadolu Psikiyatri Dergisi, sayı: 8. Erdoğan ve arkadaşları, (2011), Türkiye nin Dört Farklı Bölgesinde Çocuk ve Ergenlere Cinsel Tacizde Bulunan Kişilerin Karakteristik Özellikleri, Anadolu Psikiyatri Dergisi, sayı:

365 Loo, van der H., ve Reijen, van W., (2006), Modernleşmenin Paradoxları, 2. Baskı, İstanbul, İnsan yay. Mavili-Aktaş, (2006), Aile İçi Şiddet, Elma yay. Sokullu-Akıncı, F., (2003), Türkiye de Aile İçi Şiddetin Boyutları, Nedenleri ve Çözüm Önerileri, İç. Suçla Mücadele Bağlamında Türkiye de Aile İçi Şiddet, İstanbul, Beta yay. Sokullu-Akıncı, (2008), Viktimoloji, 2. Baskı, İstanbul, Beta yay. Tahiroğlu ve arkadaşları, (2009), Çocuk psikiyatri Olgularında Aile İçi Şiddet Öyküsünün Sorgulanması, Anadolu Psikiyatri Dergisi, sayı: 10. Taner ve Gökler, (2004), Çocuk İstismarı ve İhmali, Hacettepe Tıp Dergisi, sayı; 35. Turhan ve arkadaşları, (2006), Birinci Basamakta Çocuk istismarı ve Önlenmesi, Sted, 15:9. Ovayolu ve arkadaşları, (2007), Çocuklarda Cinsel İstismar ve Etkileri, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, 2: 4. Özdemir ve arkadaşları, (2011), Suça Yönelen Erkek Ergenlerde Travmatik Yaşantılar, Dissosiyasyon ve Suça Karşı Tutumlar, Anadolu Psikiyatri Dergisi, sayı.12. Öztop ve Özcan, (2010), Cinsel İstismar Vakalarının Sosyo-Demografik ve Klinik Özelliklerinin Değerlendirilmesi, Yeni Sempozyum Dergisi, sayı. 4. Uygur ve arkadaşları, (1994), Adli Psikiyatride Çocuk ve Ergen Suçları, Düşünen Adam, 7:3. Vahip ve Doğanavşargil, (2006), Aile İçi Fiziksel Şiddet ve Kadın Hastalarımız, Türk Psikiyatri Dergisi, 17:2. Yurtal ve Artut, (2008), Çocukların Şiddeti Algılama Biçimlerinin Çizdikleri Resimlerine Yansımaları, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 15:3. 886

366 AZERBAYCAN EDEBİYATINDA KADINA KARŞI UYGULANAN SOSYAL ŞİDDET (ANAR IN BEŞ KATLI BİNANIN ALTINCI KATI ESERİ ÖRNEĞİNDE) Özet Tamilla ALİYEVA - ABBASHANLI 1 Azerbaycan ın dünyaca ünlü yazarı Anar ın Beş Katlı Evin Altıncı Katı adlı romanı birçok dünya dillerine çevrilmiş, sinemaya çekilmiştir. Eserde Sovyet döneminde kadınlara uygulanan sosyal şiddet konusu ele alınmıştır. Eserin kahramanları olan Zaur ve Tahmine arasında sosyal zıtlık vardır. Bu zıtlık bir kâbus gibi Tahmine yi takip etmektedir. Aileden başlayan korkunç takip cemiyeti de sarar ve bunu sonucunda hiçbir günahı olmayan genç bir kadın ömrünün çiçeklendiği dönemde hayata gözlerini yumar. Yazar bu acıyı göstermekle sosyal şiddet uygulayanlara ve bu şiddete maruz kalanlara eserin gücünü kullanarak mesaj gönderir. Son günlerde toplumun kanayan yarası olan kadına şiddet sosyal şiddet boyutuyla bu eserde karşılaştırılarak irdelenecektir. Makalede örn ekler aracılığı ile kadına uygulanan sosyal şiddeti gösterilecek, bunun nedenleri açıklanacaktır. Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Edebiyat, Kadın, Sosyal Şiddet SOCIAL VIOLENCE COMMITTED TO WOMEN IN AZERBAIJANI LITERATURE (SHOWN ON THE EXAMPLE OF ANAR S WORK THE SIXTH FLOOR OF A FIVE-STOREYED HOUSE ) Abstaract The novel The Sixth Floor Of A Five-Storeyed House, written by the world-famous Azerbaijanian writer Anar, was translated into many world languages and was turned into a cine film. The work deals with the matter of social violence committed to women in the Soviet Era. Between the heroes of the work, Zaur and Tahmine, exist social differences. This social contrast persecutes Tahmine like a nightmare. The horrible pursuit starting by the family, captures also the society and finally this lets her pass away as an innocent young woman in the prime-age of life. The author sends a message to these who commit social violence and those who are exposed to this force by using the power of the novel for showing the sorrow. These days violence against women as a bleeding wound of society set in contrast with the dimensions of social violence in this work will be discussed. By the mediation of the examples found in the novel it is shown how social violence is done to women and their motives were made aware. Keywords: Azerbaijan, literature, woman, social violence 1 Doç.Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, aliyevatamilla@ogu.edu.tr 887

367 Giriş Çağdaş Azerbaycan edebiyatının tanınmış yazarlarından biri, eserleri bir çok dünya dillerine çevrilerek çeşitli ülkelerde yauyımlanan ve okuyucuların dikkatini çeken Anar (Anar Rzayev) 1938 yılında Bakı şehrinde tanınmış şairler Resul Rza ve Nigar Refibeylilerinin evladı olarak dünyaya göz açmıştır. Bakı Devlet Üniversitesinin filoloji fakültesinden mezun olmuş, önemli görevlerde bulunmuştur yıllarında Moskova kentinde Ali senario ve yönetmenlik kurslarını bitirmiş, edebiyat ve kültür dergisi olan Kobustan dergisinin baş editörü olmuştur. İster Sovyetler döneminde, isterse de özgürlük döneminde Azerbaycan ın Millet Vekili olmuştur, hal hazırda Azerbaycan Yazarlar Birligi başkanı görevini sürdürmektedir. Anar Beyin 20 n fazla romanı ışık yüzü görmüştür, bir çok filme senario yazmıştır. Anar yaratıcılığa 60 lı yıllarda başlamıştır. Sovyet döneminde yazdığı eserlerde satıraltı ifadelerle Azerbaycan ın dertlerini dile getirmektedir. Eserlerinde her zaman yaşadığımız dünyanın sosyal ve siyasi dertlerini ele almıştır. Cemiyetin manevi temizligi her zaman eserlernde dikkat merkezinde olmuştur. Yazara gore edebiyat bu yönden çok iş gore bilir, yeter ki, yazarlar eserlerinde bu problemleri göstersinler, çıkış yollarını da halka açıklasınlar. Anar Rzayev in ünlü eserlerinden olan Beşkatlı Evin Altıncı Katı eseri Azerbaycan ın postmodernist edebiyatının temel taşlarından sayıla bilir. Eserin isminden eserin gerçekten de postmodernist üslüba yatkın oldugunu görüyoruz. Yazara büyük şühret getiren, dünyanın bir çok dillerine çevrilen Beşkatlı Evin Altıncı Katı romanındakı olyalar ve karakterler cemiyeti rahatsız eden manevi-ahlaki problemler ele alınmıştır. Anar original biçimde düşündügü süjet hattı fonunda bir birini takip eden psikoloji olaylarla bedii çözümünü vermege çalıştığı problemin mahiyetine varmaga, onun çeşitli, çalarlarını aks ettirmege çalışmıştır. Eser Ak Liman romanının devamı sayılsa da buradakı isim şartı-simvolik manada düşünülmüş, Beşkatlı Evin Altıncı katı ifadesi yazarın zamana ve zamanın ehkamlarına karşı sert itiraz olarak sesenmektedir (Müasır Azerbaycan Edebiyatı II, 2007:489) Beşkatlı Evin Altıncı Katı eserinin esas kahramnları Tahmine ve Zaur dur, olaylar bu iki seven insanın etrafında baş veriyor. Problem Durumu Yukarıda dedigimiz gibi eserdeki olaylar Tehmine ile Zaur arasındadır. Evli bir kadın olan Tehmine aklı-zekası, güzelligi, davranışları, giyisileri ile her kesin dikkatini çekmektedir. Evlendigi erkek onun tam aksidir. Tehmine hayalında oluşturdugu erkegi Zaur n timsalinde görüyor. Zaur her yönüyle onun arzularına cevap veren erkektir. Ama onların birlemesi mümkün degil, arada sosyal-ekonomik zıtlık var. Tehmine sıradan bir ailenin kızı, evlenmiş, ayrılmış, maaşa bakan (yani fakir) bir kızdır. Zaur ise Professörun oğludur, her arzusuna ailesinde evet derler. Annesi ona zengin, annebabalı, bakire kız alacaktır. Asıl olaylar bundan sonar başlar. Prof.Dr.İbrahim Balçıoğlu Şiddet ve Toplum kitabındakı Kültürün Saldırganlıkla Bağlantısı makalesinde bu 888

368 olayı Kültür çatışması olarak nitelendirir. (Balçıoğlu, 2001:152). Bir başka makalesinde Şiddetin Bireysel Yönü nde aielenin fertleri ve evlat meselesini dile getirir ve diyor ki, sosyal degerlerce meydana getirildigi kabul edilen üstbenlik ne kadar bastırıcı, katı ve sert olursa, saldırgan davranışların ortaya çıkması da kolay ve şiddetli oluyor (a.g.e, s.38). Anar ın Beşkatlı Evin Altıncı Katı eserindeki Üstbenligi Zaurun annesi Ziver Hanım yürütmektedir. Ziver Hanımın üstbenliginden doğan saldırganlık başkalarına sirayet etmiştir. Örnegin, Zaurun iş yoldaşları Muhtar, komşuları Spartak, onun anne ve babası Ziver Hanıma yardım ederek Tehmne ye karşı saldırganlıga başlamışlar. Bu saldırganlık sadece evlat sevgisiyle degil, aynı zamanda saldırganın kişisel becerisinin, yetenek ve hünerinin az olmasıyla ilgili oldugunu söyleyen bilim insanı Prof.Dr. İ.Balçı olayı ilmi yöntemle açıklıyor. (a.g.e.:39). Buradan anlaşılır ki, üniversite eğitimi almayan, günü mutfakta geçen, işi dedi-godu yapmak olan Ziver hanım Üniversiteli, akıllı, becerkli Tehmine yi kabul edemiyor ve saldırganlıgın nedenlerinden biri de budur. Ziver Hanımın saldırganlıgı had safadadır: -O kız (Tehmine nazarda tutulur) idarenizin bütün erkekleriyle fırıldak çıkarıp durup. Şimdi sıra sana gelip (Anar, 1982:173) Ziver Hanım saldırganlıgını bir başkasının Alya Hanımın sözleriyle de devam etdirir, bu saldırganlık artık iki insanın dilinden oldugu için daha da agırdır, darbeler daha güclüdür: -Alya o çerheyanın (insanın maneviyatını tahgir eden en acı argo) kendisiyle konuşmuş, telefon açmış, korkutmuş, demiş ki, el-ayagını toparla, gelib saçlarını yolarım, zaten o lotunun saçları da kendinni degil, kondarmadır (a.g.e.:175). Eserdeki başka kahramanlar da saldırganlıkta Ziver Hanımdan geri degiller. Örnegin, Dadaş Beyin Tehmine hakkında dedikleri de ona karşı saldırganlıktan başka bir şey degil: -Muhtar Beyle Tehmine nin arasında hack-hesap var. Ona gore Tehmine yi dartıp yanına-televizyaya götrüdü (Anar, 1982:s.178) Eserin esas kahramanı Zaurun babası Prof.Dr.Macit Bey ünlü bilim insanı H.Yavuzer in dedigi gibi, Evladının ona muhtac oldugunu biliyor, kendi isteklerini yaptırmak için korku, yıldırma, şiddet içeren yöntemler kullanır, gencte kırgınlık ve öfke emele getirir.(yavuzer,1981:127). Zaur un babası Professör, aydın, bilim insanı oldugu halde cemiyetin, özellikle, karısının etkisi altına düşerek hem Zaur a, hem de de Tehmine ye karşı sosyal saldırganlık uyguluyor. Bu arada oğlunun ona mühtac oldugunu bile ona hatırlatmaktan, onun ekonomik durumunun aşagı olmasını bir daha evladına hatırlatmaktan vaz geçmiyor, böylece, onun manevi dünyasını da tahkir ediyor. -O kadın giyinmegi, şehirleri gezmegi sever. Sen hangı kazancınla onun ihtiyaclarını karşılayacaksın.yapamadıgın zaman onun ihtiyaclarını başka erkekler karşılayacak. Bunları düşündükçe bile yüregim yerinden çıkıyor. Seni şerefin bunu nasıl kaldıracak? Sen o insanların yüzüne nasıl baka bileceksin? (Anar,1982:255) Zaura a karşı bu saldırganlık Tehmine yi dünyalar kadar seven bir insanın kafasını karıştırır, sözle şiddet yerini fiziksel şiddete bırakır: Zaur kendisi de bilmedi 889

369 ki, nasıl oldu, birden bire bir tokat attı Tahmine ye. Tehmine elleri ile yüzünü örterek yerinden atladı, koşarak odadan çıktı.(anar,1982:300) Artık burada olaylar doruğa ulaşır. Cemiyetin kimsesiz bir kadına uyguladığı sosyal şiddet fizksel şiddete çevrildi. Artık bu mücadelede yardımsız kalan genc bir kadın yenildigini kabul ediyor. Onun ter-temiz manevi dünyası, aklı, zekası, güzelligi, başarısı kimseyi ilgilendirmiyor. Cemiyetin ilgilendigi birce şey vardır:- Zaur u bu kadının elinden kurtarmak. Cemiyetin hasta evlkatları olan bu insanlar sevginin ne oldugunu anlamıyordular. Onların tapındıkları şey:-para, servet, bir birilerinden yararlanmak Anar bu iki gencin aşkını Leyla ve Mecnunla kıyaslar ve ona gore de her faslın başında deha Füzuli nin Leyla ve Mecnun eserinden epigraflar verer. Bu yerde Cemiyet neden Mecnun u anlamıyordu? sorusunun cevabını düşündük ve bunu söyledik: -İnsanlar Mecnun u anlamak için Mecnun gibi sevmeliydiler, bu ise mümkün degildi. Mecnun da o ruhsuz, kalpsiz insanlar gibi olmayıdı ki, Leylayı para ile alsın. Bu da mümkünsüz idi. Anar bu eserinde Zaur la Tehmine yi Leyla ve Mecnun a benzetir, Füzüli nin ölmez eserinden örnek getirmeği de bundandır. Ama Anar Bey de bu eseriyel kanıtladı ki, XX asrın ortalarında hala insanlar orta çag insanları gibi düşünür, kadına aşagı nazarla bakıyor, asıl sevginin ne oldugunu anlamıyorlar. Amaç Anar Beşkatlı Evin Altıncı Katı eseinde Azerbaycan nın 60.ı yıllarındakı yani Sovyetler dönemindeki insanların manevi dünyasını ortaya koymuştur. O yılların insanlarını düşündüren şeyler ne yolla olursa olsun çocuklarını zengin, arkalı insanaların çocuklarıyla evlendirmek, onların gelecegini temin etmekdir. Bunu düşünen insanlar cinayet etmekten bile çekinmiyorlar. Çünkü onların iç dünyası çirkapla doludur, isteseler de bu çirkaptan kurutula bilmezler. Onların gözleri temizlik, güzellik, asıl sevginin ne oldugun dünyaya göstermege gücü yeten Tehmineye göremez. Onlar ışıklı dünyanın kör insanlarıdır. Tehmine nin etrafa saçtıgı sevgi, saflık, güzellik ışıgı onları kör etmiştir. Tehmine nin sevgisi onları da, Zaur u da mahıv ediyor. Zaur mahıv edilmege hak kazanır. Bunun da nedenleri var. Zaur manen korkacak, kaykan karakterli birisidir. Onun Tehmine ye olan sevgisi de soru işareti doğurur, çünkü hayat kanıtlıyor ki, bu sevgi temeli olmayan sevgidir. Bunlar yazarın amacı ve dedikleridir. Makalenin amacı ise yazarın dediklerinden yola çıkarak bu gün cemiyetin kanayan yarası olan kadına şiddeti bütün boyutlarıyla okuyucuya sunmaktır. Eserin esas kahramanı olan Tehmine hayatta yalnızdır. Tehmine ye gore onu anlayan iki insan vardır.-canı kadar sevdigi Zaur ve arkadaşı Medine. Eserin sonunda belli oluyor ki, Zaur hiç de onun sevgisine layık birisi degilmiş. Bir anın içinde Tehmine yi terk ediyor, evleniyor, bal ayına seyahete bele çıkıyor. Medine ise en zor günlerinde Tehmine yi yalnız bırakmıyor. Amacımız Tehminelerin hayatta yalnız olmadıgını insanlara kanıtlamaktır. Eserin postmodernist üslupra 890

370 yazıldıgını düşünsek, o zaman yazara hack vermiş oluyoruz. Anar ın yarattıgı Tahmine cemiyettin ehkamlarına boyun eymeyerek yaşamaga üstünlük veren ve seçtigi hayat tarzını kendisinin mutlulugu gibi kavrayan özgür bir kadındır. Lakin çevresindeki cemiyetin ehkam ve buhovlarının kölesine çevrilmiş insanlaronu anlamak iktidarında olmadıgındantehmine mutlulugunu koruyamıyor. Eserden bell oluyor ki, Tehmine hayatta temiz görünenlerden daha üstndür (Müasır Azerbaycan Edebiyatı II, 2007:490) Tehmine nin etrafındakı insanlardan üstün olması onun uğuru degil, bu üstünlük ona modernism çagının yalnızlaşmasını vermiştir: Böylece insan,yabançılaşma, yalnızlama, tatminsizlik, güvensizlik, inancsızlık bunalımları içinde ne oldugu, ne olması gerektigi soruları arasında kimlik krizine düşmüştür (Çetişli, 1998:144). Eserin kahramanı Tehmine özgürdür, özgür yaşamak ister ve bunun her kes tarafından kabul edilmesini geçirir kalbinden. Onun ahlakı, kalbi temizdir, onun için hayatta her şey güzeldir. O sevgilerin en güzelini yaşamaktadır. O postmodernist çagının özgür insanıdır, geçmişi Kabul etemz ve ya geçmişle böyle bir hesaplaşmadır. Postmodernist edebiyattan konuşan S.Kızılçelik özgür ve cemiyete karşı çıkan bu kahramanlar hakkında şunları söyler : -Onlar her şey gider felsefesini ilke edindirler; -her alanda kural, ilke, yasa adetlere karşı bozucu tavır sergilerler; Tek bir gerçek, tek bir anlam vardır degil, çok gerçek, çok tavır ve anlam vardır düşüncesinde hareket edirler. Milli ve evrensel kültür anlayışını reddedip çoğulcu kültür görüşünü benimsemek vs. (Kızılçelik, 1996:36) Tehmine nin özgürlügünden konuşurken bilim insanı A.Yılmazın fikirlerini hatırlamak yerine düşür: Postmodernist insanı rahat ve esnektir. Duygu ve hisslerine yöneliktir. Kendin ol tutumuna sahiptir.aktif bir insandır ve anlam için kendi kişisel yolunu izler.gerçek iddiasında bulunmaz sürekli olan yerine geçici olanı tercih eder.yaşa ve izin ver yaşayalım tavrındadır.gelenek ve eskiyle barışıktır. Ekzotik ve nadir olana olumlu baker. Genel ve evrensel olan yerele yöneliktik, kendi yaşamıyla ilglidir. Evlilik, aile, kilise,ulus gibi eski sadaket ve bağlılıklar yerine kendi ihtiyaçlarına yöneliktir. (Yılmaz, 1996:13) Yazar her bir kahraman aracılıgıyla bir kadına uygulanan sosyal şiddeti ortaya koyuyor. Bu kahramanların içerisinde başta Zaurun anne ve babası vardır. Özellikle, annesi her gün her yerde Tehmine den konuşar, geceler onu arayıp tahkir eder. Babası üstbenligini kullanarak oğlunun üzerinde hakimi-mütlektir, oğluna ev ve maşın alarak rüşvet hesabına onu Tehmine den ayırmaga çalışıyor ve becerir. Sonra iş yoldaşları, komşusu Alya Hanım, onun kocası, oglu vardır. Alya da şahsi isteklerinin hesabına, örnegin, kızı Firengiz I Zaura vercegi için Tehmine ye şiddet uygulamaktadır. Burada amac cemiyeti oluşturan bu insanların bir kadına uyguladıkalrı sosyal şiddeti ortaya koymaktır. Aslında karşı taraf olan Tehmine nin bunlarla hiç bir ilişkisi yok. Onun kendi dünyası vardır. Babasından kalma eski, sade bir ev, dünyalar kadar sevdigi Zaur, en yakın arkadaşı fakir ve dul kadın Medine, sevdigi meslegi vs. Onun esrarengiz ve güzel dünyası bunlardan oluşur. Aks tarafın her şeyi vardır. Büyük evler, deniz 891

371 kıyısındakı yazlıklar, arabalar, uzak şehirlerde tatiller, servet, iş vs. Ama onların maksadı daha, dagha çok şeylere nail olmak. Onların Tehmişne den koparacakları şey onun kutsal sevgisidir. Biliyorlar ki, onu alsalar, Tehmine ölecektir. Öyle de yapıyorlar. Zaur u ondan koparırlar, Zaur da sanki kopmaga hazır gibi rahatlıkla kopuyor, ama sonradan anlıyor ki, Tehmine siz yaşamak, balıgın sussuz yaşaması gibidir. Ama artık son peşimançılk fayda veremez. Tartışma Eserin esas kahramanları Zaur ve Tehmine olsa da aslında sadece bir kahraman vardır, o da sosyal şiddete Tehmine dir. Tehmine hakkında burada geniş konuşmak olar. Aslında Tehmine nin once talihi Anar ın Beyaz Liman eserindedir. Beşkaltlı Evin Altıncı Katı romanında Tehmine ailelidir, kocası Manaf onu her adımda aldatır, gah Gürcüstan dakı sevgilisinin yanına gidiyor, ya da Bakı dakı Hanımın yanındadır ve bu Hanımın Manaf için dogdugu çocukla ilgilenir. Bütün bunlar Tehmine nin hayatını karartır ve birden bire karşısına onun kalbini çalan Zaur çıkıyor. Tehmine kendini gökün yedinci katında buluyor, ama bu da uzun sürmüyor. Zaur un annesi kendisnin mutlu evliligini şimdi oğlunun üzerinde devam etdirecektir. Onu zengin komşusunun kızıyla evlendirecek, böylece oğlunun gelecegini temin edecektir. Bunun için ise oglunu delicesine seven bir kadını Tehmine yi kurban verecektir. Ziver Hanım o kadar güclü birisidir ki, bunu rahatlıkla yapa bilecektir ve yapır da Tehmine kendine güveniyor, ona öyle geliyor ki,: - İnsanın kendi dahili ahlaki olmalıdır, eger bu ahlak varsa, insan kendi dahili ahlakına sadikdirse, bütün zahiri şeylerin hiç önemi yoktur -diyor. Ve bir de şunları ilave ediyor: -Kim ne diyor, desin (Anar, 1982:212) Bu denilenler Tehmine nin ahlak kuralıdır, onun kendisi için yzıp-onaylıdıgı Ana Yasadır. Neden böyle düşünüyor Tehmine? Çünkü kendisi kimsenin işine karışmıyor, kimsenin dedi-kodusunu yapmıyor. O modernist bir insandır, onun için insane vardır, o insanın kendi dünyası vardır, o kendi dünyasında kendi kurallarıyla yaşar, kimsenin işine karışmaz, kimsenin de onun işine karışmaga hakkı yok. O böyle düşünüyor. Prof.Dr.İ.Balçıoğlu Şiddet ve toplum kitabında böyle insanlar hakkında aşagıdakı fikirleri söylüyor. Kişilik yapısı bakımından zeki, titiz, mükemmelliyetçi, çekingen, utangaç, hassas, dikkatli, ayrıntı üzerinde duran, çalışkan, sorumlu, düşmanlıklarını ve dürtülerini ifade edemeyen, aşırı cezalandırıcı vicdana, ahlak anlayışına sahiptir. Sosyal ve moral standartlarına bağlılıklarından kendini suçlayan insanlardır. Çok çalışırlar, yapıcı hizmetederler. Her şeyi tam ve doğru bir biçimde yapmak istemelerinden dolayı sürekli sıkıntı içindedirler. (Balçı, 2001:197) Bütün bu denilenleri Tehmine de gore biliyoruz, malesef etrafındakılar bunu anlamıyorlar. Aksine, hep onda kusur görüyor, onu suçlamaga çalışıyor, ondan intikam alıyorlar. Aslında Ziver Hanım dünürü Alya ya kızdığında onun kız kardeşlerinin nasıl bir oyunlardan çıktıgını, ahlaklarının bozgun oldugunu söylemesini görüyoruz. Böyle 892

372 anlaşılır ki, zenginlere için bunlar makbuldur, ama akıllı, okumuş, maneviyatı temiz olan Tehmine ye olmayan şeyleri yakıştırıyor, sonda da ölümüne neden oluyorlar. Sonuç Sonuç olarak bunları demek olar ki, Azerbaycan ın dünyaca ünlü yazarı 60.ı yıllarda Sovyetler döneminde mecazlar, simvollar, romantic üsullar aracılıgı ile o kuruluşu eleştiren, dünyaya kadın-erkek eşitligi, kadının hukuklarının koruyan en güzel imacı göndereen bir devlette Tehmine gibi sosyal şiddete maruz kalanlar da vardı. Tehmine nin hakkını-hukukunu kimse korumuyordu, ne devlet, ne insanlar. Her kes ona karşı lakayıt idi. Sovyet kuruluşu zenginlerin tarafında idi. Yazar burada bir kurşunla iki kuş vuruyor: -Hem sosyalizm cemiyyetini eleştirir, onun yazdıklarından anlıyorsun ki, Zaur un babası Macit Bey Professör olmuş ve dünyaca ünlü bu insan adını zorla yaza bilecek Ziver Hanımla aynı düşüncededir. O da ogluna baskı yapıyor, gözü ile görmedigi, dedi kodulardan duydugu sohbetleri konuşuyor, bu da onun üstbenliginden haber veriyor. Zaur un iş yoldaşları çalışmak yerine, dedi-kodu ile uğraşırlar. Tehmine her kesin dikkatindedir. Neden? Çünkü cemiyette Tehmine gibi insanlar demek olar ki, azdır, parmakla sayılası kadar. Bir Medine vardır ki, o da fakirligi ve hasta cocuguyla uğraşır, çünkü duldur, ona yardım edecek birisi yok. Ziver Hanım Medine yi de unutmuyor. Yeri geldi-gelmedi onu da tahkir ediyor, der ki, Medine aradüzelden yengedir (Anar,1982:299). Aslında Medine doktiloda yazmakla yegane evladına ekmek parası kazanıyor. Anar ın Beşkatlı Evin Altıncı Katı eserindeki kahramanlar 60.ı yılların insanlarını temsil edenlerdir. Bu insanlar aracılıgı ile yazar o dönemi bize iyice tanıtır. Sonuçta Azerbaycan da Sovyet döneminde suçu sevmek olan günahsız, kimsesiz bir kadının sosyal şiddete maruz kalıp hayatını facieli şekilde başa vurmasının şahidi oluruz. Yazar modernist üslubu kullanarak Tehmine nin ölmedigini söylüyor. Guya onu sokakta her zaman giydigi elbise ile görmüşler.hatta Zaur bu kızın beşkatlı binanın altıncı katına çıktıgını bile görmüş ve bunu dostu Memmet Nesir e konuşmuştur. Aslında Tehmine gerçekten beşkatlı binanın altıncı katına çıkmıştır, çünkü altıncı kat yoktur, Tehmine de yoktur. Yazar burada modernist bir üslup kullanarak fikirlerini ifade etmiş ve eserine son vermiştir. Yazarın eserin sonunda Tehmine nin mezarından söz açması, yakınalrı öldükten sonar bu mezarın unutulması, Zur un kız çocugunun dünyaya gelmesi, eveller bu kızın adının Tehmine olacagını düşünmesi, annesi öldünkten sonra çocuga annesinin ismnin yani Ziver koyulması bir az uzaklara giderek bize egzistansizylizm edebi türünün kurallarını hatırlatır. Bu olaylar bize Jean Paul Sartre nin sözlerini hatırlatır: İnsanoğlu ilkin vardır, sonra şu ve ya budur. Kısacası, insanoğlu, kendi özünü eliyle yaratmak zorundadır; kişiligini, dünya sahnesine atılarak, acı çekerek, kavga ederek yavaş yavaş belirler, tanımlama sonuna dek açıktır; insanoglu ölmeden, insanlık yok olmadan ne oldukları söylenmez (Sartre,1997:322) 893

373 Tehmine de J.P.Sart ın dedigi gibi, dünya sahnesine atıldı, acı çekti, kavga etti ve etrafındakılardan şiddet gördü, ebediyete yollandı. Tehmine bize Fransız Yazarı F.Sagan ın Merhaba, keder eserindeki Anna yı hatırlattı. (Sagan, Merhaba, Keder) Anna ya da etrafındakılar sosyal şiddet uyguladılar. Bu şiddet sonucu Anna öldü ve Anna ölümü ile onlara ders verdi. Aynen Tehmine gibi. Tehmine de ölümüyle 60.ı yıllarınn insanlarına agır bir ders verdi. Öneriler Azerbaycan ın dünyaca ünlü yazarı Anar ın Beşkatlı Evin Altıncı Katı eserini inceledikten sonar önerilerimiz böyle oluyor: - Bu gün etrafımızda Tehmineler, Annalar var. Onlar yaşadığımız cemiyetin birer üyeleridir. Onlara karşı sorumsuz olmamalıyız. Bu gün onlara sadece sosyal şiddet degil, en fazla fiziksel şiddet uygulanmaktadır. Kadınlar etraflarındakı hemcinslerine karşı dikkatlı olmalıdırlar. Bunun için kadınlar birleşmeli, seslerini yüceltmeli, insan kaygısına muhtac kalan kadınaların talihi ile ilgilenmelidirler. Bunun için degerli eserler yazılmalı, dergiler yayımlanmalı, medyada korunmaga muhtac kadınalrın dertleri dile getirmelidir. Kültürün en önemli aracı olan edebiyat bu işte öncüllük etmelidir. Kaynakça Balçıoğlu, İbrahim. Şiddet ve Toplum, İstanbul, Bilge Yayınları, Çetişli, İsmail. Batı Edebiyatında Edebi Akımlar, Isparta, Kardelen Yayınları, Kızılçelik, Sezgin. Postmodernizmin Dedikleri, İzmir, Say Yayınları, Müasır Azerbaycan Edebiyatı II, Bakü, Bakü Üniversitesi Neşriyatı, Rzayev, Anar. Beş Katlı Evin Altıncı Katı, Bakü, Yazıcı Yayınevi, Sartre, Jean Paul. (çev. Asım Bezirci). Varoluşçuluk, Ankara, Yavuzer, Haluk. Çocuk ve Suç, İstanbul, Altın Kitabevi, Yılmaz, Aytekin. Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Konya, Vadi Yayınları,

374 SOSYOLOJİK AÇIDAN KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN NEDENLERİ (MALATYA ÖRNEĞİ) ÖZET Vehbi BAYHAN 1 Kadına yönelik şiddet olgusu, dünyada her gelişmişlik seviyesindeki bütün ülkelerde yaşanan küresel bir sorundur. Öncelikle şiddet, öğrenilmiş bir davranıştır. Bu bağlamda şiddet; aile içinde, sokakta, okulda, iş yerinde, medyada sürekli görülmekte, rol model alınmakta ve kanıksanmaktadır. Şiddet, toplumun bütün sosyal sınıf ve tabakalarında yaşanan bir olgudur. Hem yoksul hem de varsıl ailelerde, hem eğitim düzeyi düşük kişiler hem de yüksek öğrenimliler arasında, hem kentte hem de kırsal alanda yaşanmaktadır. Ancak, görülme sıklığı itibariyle kadına yönelik şiddet; en fazla alt sosyo-ekonomik sınıflar, yoksullar, eğitim düzeyi düşük ve mesleksizler arasında yaygındır. Dünyada her dört kadından biri, Türkiye de ise her üç kadından biri şiddet görmektedir. Kızını dövmeyen dizini döver, Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin, Beyaz gelinlikle çıktığın eve ancak, kefenle dönersin, Kocandır, sever de döver de, İyi günde kocandı da, şimdi mi kötü oldu, Dayak cennetten çıkmadır söylemleri ve anlayışları şiddetin toplumsal zihniyete ne kadar etkin olduğunu göstermektedir. Bu bildiride, kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedenleri, Malatya da şiddet gören 171 kadına uygulanan anket bulguları bağlamında tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Kadın, şiddet, sosyal ve kültürel yapı, sosyolojik nedenler. SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE ON CAUSES OF VIOLENCE AGAINST WOMEN (EXAMPLE OF MALATYA) ABSTRACT Cases of violence against women, is a global problem in all countries in the world at the level of sophistication. First, violence is a learned behavior. In this context, violence, family, street, at school, at work, constantly seen in the media, role model and kanıksanmaktadır taken. Violence is a phenomenon of society in all social classes and strata. Both poor and affluent families, as well as high öğrenimliler and low level of education among the people, both in town and are experienced in the rural areas. 1 Yrd. Doç. Dr. İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü, vehbi.bayhan@inonu.edu.tr 895

375 However, as the incidence of violence against women, the highest in lower socioeconomic classes, the poor, common among low educational level, and Unemployed. One of every four women in the world, one of every three women in Turkey sees violence. "Spare the rod spoil the child", "Women's colt in the stomach, back, missing you will not stick," "White wedding dress turned out to be home, but will turn into a shroud," "husband, likes the beat of good day, the worst was now", "Beatings derived through heaven" discourses and understandings of how effectively shows that the mentality of violence. In this paper, the sociological causes of violence against women, violence in Malatya, which will be discussed in the context of findings of the surveys given to 171 women. Keywords: Women, violence, social and cultural structure, sociological reasons. GİRİŞ Dünya Sağlık Örgütü nün tanımına göre kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır (WHO, 1993). Şiddetin biyolojik nedenlerinde, erkeklik hormonunun şiddet davranışında etkili olduğu etkenlerden biridir. Ruhsal bozukluğu olanlar ve uyuşturucu ve alkollü içki bağımlılarının şiddet eğilimlerinin fazla olması diğer etkendir. Ancak, bir davranış olarak şiddetin mutlak genetik determinizm içinde belirlenemeyeceğinin uzun yıllardan beri farkında olunması, çevresel etkenlerin daha fazla sorgulanmasına neden olmuştur (Güleç vd., 2012:112). Bu çevresel etkenlerden sosyolojik etkenler, kadına yönelik şiddetin nedenlerinde önemli bir yere sahiptir. Dünyada her dört kadından biri, Türkiye de ise her üç kadından biri şiddet görmektedir. Kadına yönelik şiddet olgusu, dünyada her gelişmişlik seviyesindeki bütün ülkelerde yaşanan küresel bir sorundur. Öncelikle şiddet, öğrenilmiş bir davranıştır. Bu bağlamda şiddet; aile içinde, sokakta, okulda, iş yerinde, medyada sürekli görülmekte, rol model alınmakta ve kanıksanmaktadır. Şiddet, toplumun bütün sosyal sınıf ve tabakalarında yaşanan bir olgudur. Hem yoksul hem de varsıl ailelerde, hem eğitim düzeyi düşük kişiler hem de üniversite mezunları arasında, hem kentte hem de kırsal alanda yaşanmaktadır. Ancak, görülme sıklığı itibariyle kadına yönelik şiddet; en fazla alt sosyo-ekonomik sınıflar, yoksullar, eğitim düzeyi düşük ve mesleksizler arasında yaygındır. 896

376 Bu bağlamda, bu bildiride tartışılan veriler, 2005 yılında danışmanlığımda hazırlanan lisans tezinin (İrsin, 2005) saha araştırması bulguları temelinde ve 2012 yılında sürmekte olan kadına yönelik şiddet konulu nitel araştırma görüşmelerinden oluşmaktadır. PROBLEM Araştırmanın problem cümlesi: Sosyo-kültürel özellikler ile kadına yönelik şiddet davranışı arasında bir ilişki var mıdır? sorusudur. Konu, araştırmanın yapıldığı Malatya ilinde uygulanan örneklem ile sınırlıdır. Genel olarak tüm Türkiye ye teşmil edilemez. Ancak, diğer yapılan kadına yönelik şiddet araştırmaları bulguları ile mukayese yapıldığında benzer sonuçlar ortaya çıkmaktadır. AMAÇ Kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedenlerinin irdelenmesi ile cari (de-facto) bir durum tespitinin yapılması, şiddetin kodlarının çözümlenmesinde önem taşımaktadır. Bu çerçevede, bu araştırmadaki amaç, kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedenlerini ortaya çıkararak, problemin çözümünde politika oluşumuna veri sağlamaktır. Weber in analizi çerçevesinde, ideal tip oluşturma, sosyolojik araştırmalar ile mümkündür. Bu ideal tiplerden yola çıkılarak sorun tespit edilerek çözüm yolları üretilir. Toplumun yapısını bilmeden, sosyal ve kültürel kodları anlamadan uygulanan politikalar başarılı olamamaktadır. Bu bağlamda, sosyolojik araştırmaların önemi tartışılmayacak kadar işlevseldir. YÖNTEM Araştırmanın yöntemi hem betimsel hem de açıklayıcı saha araştırmasıdır. Nicel araştırma tekniklerinden anket, nitel araştırma tekniklerinden derinlemesine görüşme tekniği kullanılmıştır. Araştırmanın evreni Malatya merkez ilçesidir. Araştırmanın örneklemi, Malatya Yerel Gündem 21 Kadın Kolları nın mahalle temsilcililerinin tespit ettikleri şiddete maruz kalmış kadınlar ile Malatya Belediyesi Sağlık Hizmetlerine başvuran tesadüfi örneklem seçimi ile belirlenen 171 kadından oluşmaktadır. BULGULAR Aşağıdaki Tablo:1 deki verilerden görüleceği üzere, örneklemin sosyo-kültürel özellikleri şu şekildedir: Örneklemin yarısı 35 yaşın altında iken, diğer yarısı da 36 yaş ve üzerindedir. Örneklemin çoğunluğu, Türkiye deki kadınların meslek dağılımını yansıtmaktadır. Bu bağlamda, örneklemin çoğunluğu ev hanımıdır. Yine Türkiye geneline uygun biçimde, kadınların öğrenim durumu erkeklerin öğrenim durumuna göre daha düşük seviyededir. Kadınlarda okuma-yazma bilmeyen (ümmi) oranı %22 iken, bu 897

377 oran erkeklerde %13 tür. Aylık aile geliri, erkeklerin mesleği ve öğrenimi açısından örneklemin çoğunlukla alt ve orta sosyal tabakada olduğu görülmektedir. Boş zaman faaliyetini çoğunlukla ev işi yaparak geçirdiklerini ifade eden örneklemin, ev hanımı imgesine uygun yaşam tarzı olduğunu zımni olarak kabul etmektedir. En çok izlenen televizyon programlarında, örneklemi oluşturan kadınların yarısının şiddet içerikli kadın kuşağı programlarını seyretmeleri anlamlıdır. Hem şiddet gören, hem de şiddet mağduru kadınların hikayelerinden oluşan kadın kuşağı reality şovlarını kadınlar izlerken, şiddet eylemine maruz kalmalarında yalnız olmadıklarını görmekte, bir nevi katarsis sağlamakta, belki de şiddeti kanıksamalarında bu programlar etkili olmaktadır. Erkeklerin izledikleri televizyon programlarında en fazla haber ve belgeseller ile spor programları görülmektedir. Bu bulgu da, toplumsal cinsiyet açısından anlamlıdır. Erkek imgesinin ve kimliğinin sporla özdeşleştiği bir toplumsal ve kültürel iklimde erkeklerin çoğunlukla spor programı izlemeleri manidardır. Kocaların yarıya yakını alkollü içki tüketirken, %7 sinin ise uyuşturucu madde bağımlılığı mevcuttur. Tablo 1. Örneklemin Sosyo-Kültürel Özellikleri (N=171) % Yaş <30 yaş % yaş %25 36 yaş ve üzeri %52 Öğrenim durumu Okuryazar değil %22 İlkokul mezunu %33 Ortaokul mezunu %27 Lise mezunu %13 Üniversite-Yüksekokul mezunu %5 Mesleği Ev hanımı %86 İşçi %8 Memur %6 Aylık Aile Geliri <500 Tl % Tl % Tl ve üzeri %7 Aile tipi Çekirdek aile %38 Geniş aile %20 Dağılmış aile %42 898

378 Eşin öğrenim düzeyi Okuryazar değil %13 İlkokul mezunu %32 Ortaokul mezunu %30 Lise mezunu %17 Üniversite-Yüksekokul mezunu %8 Eşin Mesleği Esnaf %21 Geçici işler %21 İşsiz %18 İşçi %17 Memur %13 Emekli %6 Çiftçi %4 Boş Zaman Faaliyetleri Ev işi yaparak %63 Evde dinlenerek %17 Komşu ziyareti %10 Gezerek %9 Sinema, Tiyatroya gitme %1 En Çok izlenen TV Programı Şiddet içerikli kadın programları %50 Haber ve belgeseller %25 Dizi film ve sinema %19 Magazin %5 Spor programları %1 Eşin En Çok İzlediği TV Programı Haber ve belgeseller %44 Spor programları %37 Dizi film ve sinema %16 Magazin %2 Şiddet içerikli kadın programları %1 Ailede Önemli Kararı Alan Kişi Erkek (Koca) %69 Eşim ve ben ortak %21 Eşinin ailesi %7 Kadın ve ailesi %3 Kocanın Alkollü İçki Kullanma Oranı Evet %47, Bazen %7, Hayır %46 Kocanın Uyuşturucu Madde Kullanma Oranı Evet %7, Bazen %3, Hayır %90 899

379 Günlük Hayatta Koca İznine Bağlı Eylemler Dışarıya çıkarken %50 Her şeyde izin alma %17 Konuşurken, cevap verirken %12 Hiçbir şekilde izin almam %9 Alışverişlerde %7 Giyim tercihinde Erkek Egemen Bir Toplumsal Yapı Tablo:1 de verilere göre, ailede erkek egemen yapı hakimdir. Ailedeki önemli kararları örneklemin %69 u kocasının aldığını belirtmektedir. Günlük hayatta koca iznine bağlı eylemlerde, örneklemin yarısının dışarıya çıkarken kocalarından izin almaları ile diğer yarısına yakın kısmının da konuşurken, alışverişlerde, giyim tercihinde ve her şeyde izin aldıklarını ifade etmesi erkek egemen toplumun bir göstergesidir. Bu bulgu, 2011 Türkiye Değerleri Araştırma sonuçlarıyla örtüşmektedir Türkiye Değerler Araştırması na göre, Türkiye nin yaklaşık dörtte üçü, bizim toplumuzda ailenin reisinin erkek olması gerektiğini düşünüyor. Bu konudaki Medeni Kanun maddesi çoktan yürürlükten kalktı ama zihinlerdeki yasa 1996 dan bu yana hiç değişmedi. 15 yıl içinde yapılan ölçümler, şaşırtıcı derecede benzer sonuçlar veriyor. Kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalıdır. Bu ifadeyi doğru kabul edenlerin oranı da 1996 dan bu yana aynı ve %60 ın biraz üzerinde. Bir erkeğin, birden fazla eşinin olması kabul edilebilir sözüne katılanların oranı 1996 da %10, 2009 da ise %11 di de bu oran %23 olarak ölçüldü. Üstelik örneklemdeki kadınların %19 u da (yani her beş kadın denekten biri) bu görüşe katıldıklarını belirttiler. Erkeklerin %52 si, kadınların ise %45 i de, eğer bir kadın, kocasından daha fazla para kazanıyorsa, bu durum evlilikte sorunlara yol açar görüşünde (Esmer, 2011). Bu bulgular, erkeğin toplumdaki dominant yapısını yansıtmaktadır. Toplumsal cinsiyette erkeğin bu konumu, sosyalleşme sürecinde aileden başlayarak öğretilmektedir. Toplumsal cinsiyet kodlamasında; kadının edilgen, duygusal ve kırılgan olduğu, buna karşılık erkeğin etken, sert ve dayanıklı olduğu kanıksatılır. Yetişen erkek ve kadınlar da bu kodlamaların dışına çıkamazlar. Kod dışına çıkma marjinal, sapkın ve öteki olarak adlandırılır ve damgalanır. Şiddet Türleri ve Nedenleri Tablo:2 de görüldüğü gibi, örneklemdeki kadınlara uygulanan şiddet türleri şunlardır: %66 fiziksel şiddet (dövme vb.), %25 sözel şiddet (küfür vb.), %6 öldürmeye teşebbüs (fiziksel şiddet), %1 cinsel taciz ve tecavüz. Şiddet sonrası hastanelik olanların oranı %70 dir. Şiddet gören kadınlara göre, gördükleri şiddetin nedenleri şunlardır: %25 neden yokken erkeğin şiddet uygulaması, %16 ekonomik yetersizlik, %16 kadının geleneksel kadın gibi davranmaması, %12 erkeğin gece hayatı yaşaması, %9 kadının kendi haklılığını savunması, %6 erkeğin eğitimsizliği, %6 kadının kocasına karşı gelmesi, %4 kadının cinsel görevini yerine getirmemesi. Şiddet sonrası sığınılan mekân dağılımı şu şekildedir: %71 evde kalıp hiçbir yere gitmemekte, %18 anne ve babasının yanına gitmekte, %8 akrabalarının yanına 900

380 sığınmakta, %3 arkadaşlarının yanına gitmektedir. Şiddete maruz kalındığında kadınların aklına ilk önce gelen düşünceler şu şekildedir: %36 evden kaçmak, %27 eşini öldürmek, %17 boşanmak, %8 üzüldüğünü, %3 intihar etmek istediğini, %2 karakola şikayet etmek istediğini ifade etmiştir. Örneklemin %82 si evde, %16 sı sokakta ve %2 si de arabada şiddet gördüğünü belirtmiştir. Tablo 2. Örneklemin Şiddete İlişkin Görüşleri (N=171) % Örnekleme Uygulanan Şiddet Türleri Fiziksel şiddet (dayak, dövme) %66 Sözel şiddet (küfür, hakaret) %25 Öldürmeye teşebbüs %6 Cinsel şiddet (zorla cinsel ilişki) %1 Örnekleme Göre Şiddetin Nedenleri Neden yokken şiddet uygulama %25 Ekonomik yetersizlik %16 Kadının geleneksel davranmaması %16 Erkeğin gece hayatı yaşaması %12 Kadının hakkını savunması %9 Erkeğin eğitimsizliği %6 Kocasına karşı gelme %6 Kadının cinsel görevini yapmaması %4 Şiddet Uygulanan Mekânlar %82 si evde, %16 sı sokakta, %2 si arabada Şiddet Sonrası Sığınılan Mekânlar %71 evde kalıp hiçbir yere gitmemekte, %18 anne ve babasının yanına gitmekte, %8 akrabalarının yanına sığınmakta, %3 arkadaşlarının yanına gitmekte. Şiddete Maruzda Akla Gelenler %36 evden kaçmak, %27 eşini öldürmek, %17 boşanmak, %8 üzülmek, %3 intihar etmek istediğini, %2 karakola şikayet etmek. Eşinden Şiddet Görenlerin Çocuklarına Şiddet Uygulama Oranı %42. Şiddet Uygulayan Erkeğin Geçmişinde Şiddet Görme Oranı %62. Örnekleme göre şiddeti engelleyebilecek etkenler %90 ı kadınlara hakları öğretilmeli ve erkekler eğitilmeli, %6 sı kanunların uygulanması ve taviz verilmemesi, %2 si kadınlara sığınacakları yerlerin yapılması, %1 i psikolojik yardım verilmesi. 901

381 Ailenin aylık gelirine göre, gelir düzeyleri düşük ailelerde kadının şiddet görme oranı yüksektir. Alkollü içki ve uyuşturucu madde kullanan erkeğin, eşine şiddet uygulama oranı fazladır. Eğitim düzeyi düşük, ekonomik güvencesi olmayan ve çoğunluğu ev hanımı olan kadınlarda şiddete maruz kalma oranları daha yüksektir. Eşinden şiddet gören kadınların daha sonra çocuklarını hırpalama oranı %42 dir. Şiddet uygulayan erkeğin geçmişinde şiddet davranışını örnek aldığı kişinin mevcudiyetinin oranı %62 dir (İrsin, 2005). Bu çerçevede, şiddet davranışının öğrenilmiş bir davranış olduğu ortaya çıkmaktadır. Sosyalleşme sürecinde eğer babası annesine şiddet uyguluyorsa, erkek çocuk büyüyüp evlendiğinde rol model olarak içselleştirdiği ve bilinç altına kodladığı şiddet davranışını, herhangi bir engelleme ve başarısızlığa uğradığında eşine ve çocuğuna uygulamaktadır. Şiddet davranışı taklit edilmektedir. Aynı şekilde, çocuklukta ailesindeki şiddeti gözlemleyen kızlarda evlendiklerinde eşlerinden gördükleri şiddeti normal olarak kabul etmeleri yanında, silsile ile kendi çocuklarına şiddet uygulamaktadır. Şiddet davranışı, gerek erkek gerekse kadın açısından bir çözüm olarak görülmektedir Türkiye Değerler Araştırması bulgularına göre, kadına karşı şiddet şu sonuçta görülmektedir. Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeği hak ediyor. Bu görüşe katılanların oranı 1996 da %19, 2009 da bu oran %33 ve 2011 bulgusu ise %30 (Esmer, 2011). Böyle bir sonuca göre toplumun üçte biri, kadına yönelik şiddetin toplumda normalmiş gibi algılamaktadır. Bu sosyal ve kültürel yapıda bir sorun olduğunun göstergesidir. Aslında şiddet gören kadınların saldırgana bağlanması ve onu hala sevmesi gerçeği Stockholm Sendromu ile ilgilidir. Yaptığımız nitel görüşmelerde, şiddet gören kadınların eşini hala sevdiğini ve bağlı olduğunu ifade etmesi bu durumun ifadesidir. Saldırganla Özdeşim ( Stockholm Sendromu) Tümüyle umutsuz bir durumda kalındığında ortaya çıkan saldırganla özdeşleşme durumunda Stockholm Sendromu denir. (Bu olgu İsveç in başkenti Stockholm de bir rehin alma olayında gözlendiği için Stockholm Sendromu olarak da adlandırılır). Bu sendromun ortaya çıkmasının temel nedeni, hayatta kalma içgüdüsüdür. Dış dünyadan tamamen soyutlanan kurban, ihtiyaçları için kendisine baskı yapan kişiye bağımlı olduğunu hisseder. Saldırganın yaptığı küçük iyilikler kurbanın gözünde büyür, zamanla kurban kendisini saldırganın yerine koyup olayları onun gözünden görmeye, yaptıklarına hak vermeye başlar. Kurban tarafından baskıcının şiddet eğiliminin tamamen göz ardı edilmesi sonucunda, içinde bulunulan tehlike de reddedilir. Kurban tek olumlu ilişkisinin şiddet gösteren ile kendi arasında olan olduğunu düşündüğü için bu ilişkiyi de kaybetmek istemez ve dolayısıyla saldırgandan ayrılması gittikçe zorlaşır. Her insan aşağıdaki dört koşulun var olması halinde, Stockholm Sendromuna yani saldırganla özdeşleşmeye yatkındır. Hayatı tehlikededir 902

382 Dış dünyadan soyutlanmıştır Bulunduğu ortamdan kaçamaz (ya da kaçamayacağına kanaat getirmiştir) Saldırgan ona ara sıra arkadaşça davranır Psikologlar Graham ve Rawlings (1994) bu koşulların genellikle aile içi şiddet olaylarında ortaya çıktığını ve kurbanların saldırganla özdeşleşme gösterebileceklerini belirtirler. Bu durumlarda şiddete uğramış kadın, saldırganı kışkırtacak veya öfkelendirecek herhangi bir şey yapmaktan çok korkar. Onun takdirini kazanmaya çalışır ve onun tarafınaymış gibi davranır. Örneğin, kadın şiddet neticesinde yaralanmalarının gerçek sebebini reddederek saldırganı korumaya çalışabilir. Stockholm Sendromunun görüldüğü belli başlı gruplar şunlardır: Rehineler, esirler Cinsel tacize uğrayan çocuklar Pazarlanan hayat kadınları Aile içi şiddete maruz kalan kadınlar (Aydın, 2010). Aile içi şiddete maruz kalan kadınlarda Stockholm Sendromunun görülmesinin sosyolojik nedenleri şunlardır: Şiddete maruz kalan kadınlar hem bireysel hem de kurumsal destekten yoksundur. Kadınların yaşadıkları şiddeti ciddi bir sorun olarak görmemeleri, çocuklarını terk etmek istememeleri, erkeği sevmeleri /affetmeleri veya erkeğin değişeceğini düşünmeleri, toplumun genel bakış açısının aileyi bir arada tutmak biçiminde olması nedeniyle ailelerin kadının tekrar evine dönmesini istemesi /sağlaması ve kadının utanma / suçlanma korkusuyla şiddet karşısında harekete geçememesi gibi nedenlerle kadınlar şiddete karşı yalnız ve çaresiz kalmaktadırlar ( Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 2009). Bu çaresizlik, saldırganı ile özdeşim kurmasını getirmektedir. Paradoks olsa da tekrar sığındığı liman kendisine şiddet uygulayan kişi olmaktadır. Stockholm Sendromu realitesi dışında, şiddet her sosyal tabakada görülmektedir. Ancak, sosyolojik açıdan şiddetin nedenlerinden birisi de yoksulluktur. Yoksulluk ve Şiddet Gecekonduda yaşayan ve İlköğretim 5. sınıfta öğrenim gören bir kız öğrencinin yazdığı şu anlatı, yoksulluğun ve şiddetin sosyolojik gerçekliğini yansıtmaktadır: Ben büyüyünce doktor olmak istiyorum. Çünkü, insanların hayatını kurtarmak istiyorum. Okuyup bir meslek sahibi olmak istiyorum. Eğer okumazsam, bir meslek sahibi olamam ve aileme bakamam. Ailemle ilgili çok sorunum var. Çünkü, hep dövüşüyorlar. Ben böyle bir ortamda yaşamak istemiyorum. Bir keresinde bakkala

383 milyon borcumuz vardı. Babam akşam eve geldiğinde kıyamet koparıyor ve annemle düvüşüyordu. Ülkemiz gittikçe batıyor ve kriz herkesi etkiliyor. Biz de kriz yüzünden, et de meyve de alamıyoruz. Kendi geleceğimin parlak ve güzel olmasını istiyorum. En büyük hayalim bisikletimin olması ve evimizden taşınmamızı istiyorum. İnşallah hayalim kabul olur. Şimdi babamın yaptıklarını anlatıyorum. Babam içkili yerde çalışıyor. Bir gün babam akşam geldiğinde ablamdan satırı istedi. Az kalsın annemi öldürecekti. Arada sırada bizi de dövmüştü. Gidip dedemleri çağırmasaydık, annemi satırla doğrayacaktı. İşte kendimi ve ailemi size anlattım. Yazacaklarım bu kadar (Kurttaş, 2003). SONUÇ ve ÖNERİLER Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için neler yapılabilir? Sorusuna, şiddet gören kadınların verdiği cevapların dağılımı şu şekildedir: Örneklemin %90 ı kadınlara hakları öğretilmeli ve erkekler eğitilmelidir cevabını verirken, %6 sı kanunların uygulanması ve taviz verilmemesi, %2 si kadınlara sığınacakları yerlerin yapılması, %1 i psikolojik yardım verilmesi gerekmektedir cevaplarını vermiştir ( İrsin, 2005). Bu bulguda da görüldüğü gibi, kadınlar şiddetin önlenmesinde eğitim ve bilinçlenmenin önemini vurgulamaktadır. Bu, her sosyal sorunda olduğu gibi, bir zamanların bir reklam filmindeki replikle söylersek eğitim şart imgesinin farkında olmak anlamına gelmektedir. Uzun bir süreci de içerse hiçbir şey için geç değildir. Darı ekmeden buğday biçilemeyeceğine göre, insan haklarını ve sorumluluklarını öğretecek programlara ihtiyacımız aşikardır. Kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedenlerinde toplumun sosyal ve kültürel kodları önem taşır. Bu bağlamda; Kızını dövmeyen dizini döver, Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin, Beyaz gelinlikle çıktığın eve ancak, kefenle dönersin, Kocandır, sever de döver de, İyi günde kocandı da, şimdi mi kötü oldu, Dayak cennetten çıkmadır söylemleri ve anlayışları şiddetin toplumsal zihniyete ne kadar etkin olduğunu göstermektedir (Bayhan, 2010). Böyle bir sosyal ve kültürel yapının ürettiği bireyler de şiddet eğilimli olmaktadır. Genel olarak toplumda ve aile içi şiddetin önlenmesinde temel problem, toplumsal ve kültürel yapıdaki şiddetin bir çözüm aracı olarak kullanılmasının önüne geçmektir. Bu süreç, eğitim yoluyla uzun bir sürede sağlanabilir. 904

384 Ancak, eğitim salt formel okul kurumlarında değil, yaygın öğretim teknikleriyle ve medyanın etkinliğiyle sağlanmalıdır. Medyada üretilen kültürel ürünler, diziler ve filmlerde şiddet bir örnek model olarak sunulmamalıdır. Aile, okul ve işyeri gibi ortamlarda şiddet uygulanmasını en aza indirgemek için, hem erkeklerin hem kadınların hem de çocukların eğitilmesi gerekmektedir. Aile Danışma Merkezleri işlevsel hale getirilmelidir. Bu merkezlerde, sosyolog, psikolog, avukat, çocuk gelişim uzmanları ve sosyal hizmet uzmanları eşgüdüm içinde görev yapmalıdır. Ailenin bütün sorunlarına ilişkin, ailelerin bu merkezlere danışmalarının sağlanması gerekmektedir. Ailelere yönelik farkındalık ve bilinçlendirme programları uygulanmalıdır. Kızlar ve kadınlar için eğitim olanaklarının artırılması gerekmektedir. Kadınların hakları konusunda eğitilerek kendilerine daha fazla güven duymaları sağlanmalıdır. Polis merkezlerinde ve adliyelerde uzman kişilerin görevlendirilmesi. Güvenlik birimlerinde görev yapanların, gerekli yasal durum konusunda bilinçlendirilmeleri. Mağdur durumda olan ve ilgili birimlere müracaat eden kişilere devletin sosyal hizmet kurumlarının işlevsel hizmet verebilmesi önem taşımaktadır. Kadın- erkek eşitliği ve insan hakları konusunda toplum, başta genç kuşaklar olmak üzere bilinçlendirilmelidir. Kadına yönelik şiddet konusunda araştırmalar yapılmalı ve bu araştırmalar desteklenmelidir. KAYNAKÇA Aydın, Sevim (Derleyen) (2010): Sığınmaevi ve Danışma Merkezi Çalışanları İçin Mağdurlarla İletişim, Danışmanlık ve Kriz Yönetimi Rehberi, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü, ISBN , Genel Yayın No: 672, Ankara 2010 Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2009): Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet, Ankara Bayhan, Vehbi (2010): Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri, Sonuçları ve Toplumsal Yansımaları, Kadına Şiddete Hayır Sempozyumu, Malatya Emniyet Müdürlüğü, 15 Aralık Esmer, Yılmaz (2011): 2011 Türkiye Değerler Araştırması, 21 Temmuz Graham, Dee L. R, Rawlings E.I, Rigsby R. (1994): Loving to survive. Sexual Terror, Mens Violence and Womens Lives, (New York University Press, 1994) 905

385 Güleç, Hüseyin, Mürüvvet Topaloğlu, Demet Ünsal, Merih Altıntaş (2012): Bir Kısır Döngü Olarak Şiddet, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry 2012; 4(1): İrsin, Kadir (2005): Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri (Malatya Uygulaması), Danışman: Yrd.Doç.Dr. Vehbi Bayhan, İnönü Üniversitesi, (Yayınlanmamış Lisans Tezi) Kurttaş, E.Meliha Özkan (2003): Farklı Sosyo-Kültürel Ortamlardaki İlköğretim Öğrencilerinin Gelecek Tasarımı (Malatya Merkez İlçe Uygulaması), İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Bilim Uzmanlığı Tezi), Malatya. WHO Consultation. Violence Against Women. Geneva, World Health Organization,

386 AİLE İÇİ ŞİDDETE ETKEN SOSYO-KÜLTÜREL FAKTÖRLER: ELAZIĞ İLİ KOVANCILAR İLÇESİ ÖRNEĞİ Yrd. Doç. Dr. Ali Sırrı YILMAZ * Arş. Gör. Onur YERLİKAYA ŞAŞMAZ ** ÖZET Bir toplumsal sorun olarak aile içinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet, vahim sonuçlar doğurmakta ve önlenmediği sürece bireylere ve topluma kalıcı hasar vermektedir. Nitelikli bir toplumun oluşturulabilmesi için öncelikle aile içi ilişkilerin sağlıklı olmasına ihtiyaç vardır. Bu noktada kadının rolü çok önemlidir. Toplum içinde kadın; anne, eş, evlat ama her şeyden önemlisi insan olarak hayati bir konuma sahiptir. Kadının her yönden sağlıklı ve doyum içinde olması önce kendisine ardından ailesine ve topluma fayda sağlar. Ancak dünyada ve özellikle ülkemizde kadına yönelik şiddet bir toplumsal olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki; bu önemli sorun çeşitli disiplinlerde bir bilimsel konu haline gelmiş, bu sorunun çözümü için akademik ve organize çalışmalara ihtiyaç duyulmuştur. Aile içindeki şiddete kalıcı çözüm önerileriyle dur diyebilmek için sorunun kaynağına inmek, onu tanımlamak ve çok faktörlü yapısını analiz edebilmek şarttır. Çalışmamız bu genel amaç kapsamında yürütülmektedir. Çalışmada aile içi şiddete yön veren nedenlerin tespit edilerek ortaya konması amaçlanmakta, bulgular doğrultusunda konuya ilişkin birtakım çözüm önerileri getirilmesi planlanmaktadır. T. C. Kalkınma Bakanlığı Sosyal Destek Programı (SODES) desteğiyle Elazığ ili Kovancılar ilçesinde yürütülen Şiddete Hayır Mutluluğa Evet projesi kapsamında bölge insanıyla temasa geçilmiş ve aile içi şiddet üzerinde derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler sonucunda elde edilen bulgular analiz edilerek yorumlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Aile İçi Şiddet, Kadına Yönelik Şiddet, Eş Şiddeti. SOCIO-CULTURAL FACTORS IN DOMESTIC VIOLENCE: CASE OF ELAZIG KOVANCILAR COUNTY ABSTRACT Violence against women and children in the family gives rise to grave consequences and permanent damage to individuals and the society unless precautions has not taken. Primarily for the formation of a qualified society, domestic relations will need to be healthy. At this point, a very important role in women. In society women is mother, wife and daughter but above all as "people", she has a vital position. Satisfaction and welfare of women in every way benefit herself first, then her family and society. However, violence against women in the world and particularly in our country emerges as a social phenomenon. So this is a major problem in various disciplines has * Fırat Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, alisirri@firat.edu.tr ** Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Öğretim Elemanı, onury@firat.edu.tr. 907

387 become the subject of scientific, academic and organized efforts were needed to solve this problem. Proposals for a permanent solution to the problem of violence in the family, it must be able to identify and analyze multi-factor structure.the study conducted under this general purpose. In the study it aimed to identify the causes lead domestic violence and planned to bring some solutions in line with findings. In the project of T. C. Ministry of Development of Social Support Program (SODES) "Şiddete Hayır Mutluluğa Evet" that conducted on the Elazig-Kovancilar, the people of the region under the project were contacted and in-depth interviews were held on domestic violence. The findings of the interviews are analyzed and interpreted. Key Words: Domestic violence, violence against women, spouse violence. GİRİŞ Öncelikle problem durumunun ve amacın belirtileceği bu çalışmada Elazığ ili Kovancılar İlçesinde Şiddete Hayır Mutluluğa Evet Sosyal Destek Projesi kapsamında aile içi şiddet üzerine bilgilendirme semineri verilen bölge halkının aile içi şiddete yönelik görüşleri ele alınmıştır. PROBLEM DURUMU Kadına yönelik şiddet, küresel ölçüde etki boyutuna sahip güncel bir sosyal sorun olarak günümüzde varlığını sürdürmektedir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde kadının hem sosyal hem de ekonomik anlamda bazı şiddet türlerine maruz bilinmektedir. Sorunun kültürel kökenlerine baktığımızda birçok toplumun bilinçaltında kadının varlığı konusunda rahatsız edici sosyal etiketlerin var olması önemli bir sebeptir. Ancak çoğunlukla bir tarafın mağdur diğer tarafın mağduriyete sebebiyet veren olması çeşitli güç ilişkileri açısından analize tabi tutulabilir. Sınıf, etnisite/ulus ve toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki eşitsizliklerin ve hiyerarşik dizilişin ortak bir kaynaktan yani yapısal açıdan eril olan ataerkiden türediği ifade edilmektedir (Özbudun, Sarı ve Demirer, 2007: 8-9). Toplumun erkeğe atfettiği pek çok rol erkeği ayrıcalıklı kılıyor gibi görünse de erkeğin sosyolojik ve psikolojik gelişim sürecindeki algılarını etkilenmektedir. Dilimize yerleşmiş yanlış mesaj veren pek çok atasözü (erkekler ağlamaz, kızını dövmeyen dizini döver vb.), çocukken dinlediğimiz masallarda kadının ve erkeğin temsili, anne ve babamızdan görerek öğrendiğimiz davranışlar aslında bizim sonradan öğrendiğimiz toplumsal cinsiyet rolleridir (Pira ve Elgün, 2004: 529). Belirli bir toplumda, kadın ve erkek ile ilgili değerler toplumsal cinsiyet algısının toplumsal pratiklerde nasıl yansıdığını anlatır. Aynı zamanda söz konusu değerler, cinsiyet ilişkilerinin iktidar hiyerarşisi hakkında da önemli veriler sağlarlar. Bu bağlamda, bölgedeki kadının statüsü, kadının evde/evin içinde ve evin dışındaki konumunu belirleyen yani kadının bedeni ile cinselliği üzerindeki geleneksel kontrol ve cinsiyetler arası eşitsizliği besleyen, koruyan ve yeniden üreten mekanizmalar üzerinden yorumlanabilir. Bu mekanizmalar; erken, zorla ve/veya görücü usulü evlilik, çokeşlilik, başlık parası, boşanma kuralları, namus cinayetleri gibi aileye ilişkin toplumsal göstergeler ile kadının eğitim durumunu ve çalışma olanaklarını, ayrıca siyasal ve 908

388 toplumsal hayata katılım düzeylerini gösteren ve çoğunlukla ekonomik olarak nitelendirilebilecek göstergelerdir (Ökten, 2009: 304). Ailenin organizasyonu konusunda ekonominin başat etkisi, ailenin kavramsallaştırılmasında sıklıkla karşımıza çıkan bir etkendir. Aile, cinsiyet rollerinin ve ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan toplumsal cinsiyet ideolojisinin yeniden üretildiği ve geliştirildiği alanın maddi çerçevesini oluşturmaktadır. Patriyarkal geniş ailede yaşlı erkek, genç erkekleri de içerecek biçimde ailenin bütün üyeleri üzerinde bir otoriteye sahiptir. Genç gelin, başka bir erkeğin reis olduğu bir aileye ve kocasının yakın kadın akrabalarının (kocasının annesi, kız kardeşi vb.) kendisi üzerinde önemli derecede bir güç uyguladığı bir aileye getirilir. Bu sosyal yapı içinde hem erkekler hem de kadınlar evliliğin gerekli olduğuna inanarak sosyalleşirler ve evlilik hem erkek hem de kadın için toplumun bir üyesi olarak kimlik kazanmalarında önemli bir rol oynar. Evli bir kadın saygı duyulacak bir kadındır ve aynı zamanda fikirleri benzer durumdaki kişiler içinde belli bir önem taşımaktadır. Kontrollü ve kısıtlanmış bir şekilde de olsa evlilik kadına belli bir statü kazandırmaktadır (Dedeoğlu, 2000: 157). Aile bireyleri içerisinde toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde yaşlı erkek aile ferdi, gücünün kaynağını öncelikle eril olmaktan alır, ailenin yaşlı üyesi olması onun ailenin kurucusu pozisyonu olduğuna işaret ederken bir taraftan tecrübeden doğan bilgeliğe gönderme yapar. Bu statünün zıddını düşündüğümüzde otorite kaynağının tam karşısına denk düşen figür, ailenin gelinidir. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından kendisine biçilen roller, kadın olma durumundan, aileyle kan bağıyla ilişkili olmama yani el kızı olma haline kadar bir süreçte şekillenir. Tanımlanan aile türü, Türkiye nin kırsal kesimlerindeki aile yapılarının özelliklerini taşımaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi nde kadın cinselliği ve bedeni üzerinde, bölgenin kültürel yapısına göre şekillenen bir anlayış söz konusudur. Genel olarak kadınların kendileri için ve kendilerine göre değil daha çok aşiret ya da topluma uygun davrandığı erkek egemen bir anlayış ve tutum hâkim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Üstelik bu anlayışın izleri bölgede geleneklerden törelere, toplumsal ve bireysel davranışlara kadar geniş bir alana yayılmıştır (Ökten, 2009: 305). Bir diğer deyişle kırsal aile türünde kadının aile dışında bir yaşamı ve bireysel özgürlüğü neredeyse hiç yoktur. Üstelik bu aile tipinde kadın, genellikle içinde bulunduğu durumun kendisi açısından ne denli olumsuz koşullar içerdiğinin farkında dahi değildir. Çalışma yükü hemen bütünüyle kadının sırtındadır. Kadın hem evde, hem de tarlada çalışır. Karşılığında ne bir geliri, ne de sosyal güvencesi vardır. Türkiye de çalışan kadınların % 70 inden fazlasını, kırsal kesimde ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınlar oluşturmaktadır (Kaymaz, 2010: 357). Aile kurumunun Türkiye nin geçirdiği tüm değişikliklere rağmen, toplumun en geleneksel kurumu özelliğini taşımakta olduğu ve modernleşmenin etkilerinin yıllarca varsayıldığı gibi tek boyutlu olmadığı, sınıf, etnik kimlik, mezhep, üretim biçimleri, yerel koşullar ve bölgelerin özelliklerine göre değişen bir yapı oluşturduğu görülüyor (İlkkaracan, 1998: 1). Kaymaz (2010), Türkiye de kadın sorunlarının aşılmasını engelleyen birtakım güçlükler olduğunu belirterek, bu faktörleri toplumsal kültür, şiddet ve ayrımcılık, toplumun dinselleşmesi, kentleşme ve kimliksizleşme ve küreselleşme şeklinde kategorize etmektedir. Ona göre aile ile toplum arasında köprü görevi gören kadının toplumsal statüsü, toplumsal sistemin içindeki yeri ve onun işleyişine yaptığı katkı ile ölçülür. Bu ise, her şeyden önce kadının özgür bireysel kimliğini edinmesi, bağımsız kişiliğini kazanması ile olanaklıdır. 21. yüzyılın başında Türk kadınının çağdaşlaşmanın gereği olan toplumsal statüye sahip olduğunu söyleme şansımız bulunmamaktadır. 909

389 Atatürk devrimleri sayesinde birçok Doğu İslâm toplumunun ilerisinde olsak da, üzerine çıkmayı hedeflediğimiz çağdaş Batı uygarlığı ile aramızda hâlâ büyük bir mesafe vardır. Farkın kapatılamamasının temel nedeni, toplumsal dinsel kültürümüzün bir parçası olan kadını erkekle eşit görememe alışkanlığının aşılamamasıdır. Geçen 80 yıldaki deneyimler bize, bu kültür değişimini sağlamak için tek başına eğitimin yeterli olmadığını, bunun yanı sıra daha radikal önlemlerin de alınması gereğini göstermiştir. Aile kurumu içindeki tehdit, korkutma, zorlama ve fiziksel şiddet, kadının bu yolla denetim altında tutulmasının aracı olarak kullanılmaktadır ve anlaşıldığı kadar çok etkili bir yöntemdir. Buna karşı kadınları korumaya yönelik kurumsal mekanizmalar son derece yetersizdir. Birkaç sığınma eviyle bu sorunun üstesinden gelinemeyeceği bellidir. Cinsiyet ayrımcılığı ve bunun bir sonucu olarak kadına karşı uygulanan şiddet, ancak toplumun temel kültür kodlarının çağdaş değerlerle değiştirilmesi suretiyle ortadan kaldırılabilir. Bu da yinelemek gerekirse radikal bazı önlemlerin alınmasını gerektirir. AMAÇ Bu çalışmada T. C. Kalkınma Bakanlığı Sosyal Destek Programı (SODES) desteğiyle Elazığ ili Kovancılar ilçesinde yürütülen Şiddete Hayır Mutluluğa Evet projesine katılan yöre halkı ile yapılan derinlemesine görüşmeler vasıtasıyla aile içi şiddete yön veren nedenlerin tespit edilerek ortaya konması amaçlanmaktadır. Bulguların analizi sonrası ortaya çıkan sonuçların ilgili literatüre katkı sağlayacak düzeyde olması umulmakta, yorumlar sonucunda probleme ilişkin çözüm önerileri getirmek hedeflenmektedir. YÖNTEM Bu çalışmada, nitel araştırma yöntemleri kullanılmış, problem durumunun yapısı itibariyle bu araştırma bir durum çalışması olarak organize edilmiştir. Bilgiye ulaşma tekniği olarak yapılandırılmamış ya da sohbet tarzı görüşme yöntemi kullanılmıştır. Sohbet tarzı görüşme tekniği, genellikle araştırmacının gözlem amacıyla doğrudan ortama katıldığı araştırmalarda kullanılır. Sorular doğal akış içinde sorulur ve görüşülen birey kendisiyle görüşme yapıldığını bile fark etmeyebilir. Öncen belirlenmiş sorular yoktur, görüşmenin hangi yöne gideceği kesin hatlarıyla önceden kestirilemez. Görüşme, konuşmanın anlık akışı içinde kendiliğinden yapılır söylenebilir (Yıldırım ve Şimşek, 2005: 121). Bu tekniğin kullanılmasının sebebi, örneklem grubunun yapısı itibariyle şiddet gibi hassas bir konuda konuşmaktan kaçınacak ölçüde ketum bir yapıya sahip olduklarının gözlenmiş olmasıdır. Görüşme tekniğinin yanı sıra kullanılan gözlem tekniği, araştırmanın açıklayıcılığı bakımından önem teşkil etmektedir. Çünkü yapılan gözlemler hem araştırma probleminin hassas konumu hem de sahanın kültürel göreliliği sebebiyle araştırmacıların doğal ortama uygunluklarını ve katılımcı rollerini denetlemelerine olanak sağlamış, bununla beraber görüşmeler sonucu elde edilen bulguların yorumlanmasında tamamlayıcı bir etkide bulunmuştur. Çalışma grubu örneklem türü açısından hem benzeşik (homojen) bir yapıya sahiptir ancak daha ziyade kartopu veya zincir örnekleme olarak tanımlanabilir. Nitel çalışmaların yöntem ve tekniklerin iç içe geçebilecek özellikte olması nitel çalışmanın 910

390 esnekliğinden kaynaklanmaktadır. Çalışma grubu Elazığ ili Kovancılar ilçesinde yürütülen Şiddete Hayır Mutluluğa Evet Sosyal Destek Programı (SODES) projesi vasıtasıyla belirlenmiştir. Bu proje, Kovancılar Kaymakamlığı, Kovancılar İlçe Müftülüğü ve Fırat Üniversitesi Kovancılar MYO işbirliğiyle bölge halkını aile içi şiddet konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek maksadıyla yürütülmektedir. Çalışma sonucunda elde edilen bulgular, içerik analizine tabi tutulmuş, kendi içlerinde ve birbirleri ile ilişkileri yönüyle yorumlanmıştır. Ulaşılan sonuçlar ışığında probleme yönelik çeşitli çözüm önerileri getirilmiştir. BULGULAR VE YORUMLAR Çalışmamızda verilen seminerler sürecinde din adamları özellikle yer almıştır. Bölgenin sosyal yapısı açısından baskın olan din unsuru bu şekilde bir yol izlenmesini gerekli kılmıştır. Asıl amacın tutum değişikliği yaratmak olduğu bu projede etkin kişilerin yani mesajın kaynağının önemli olması varsayımından hareketle bu yol tercih edilmiştir. Seminerler sürecinde katılımcılar ile yapılan görüşmeler neticesinde önemli tespitlerde bulunulmuştur: Erkek katılımcılardan M.K. (55 yaş) bu çalışmanın çok önemli olduğunu dile getirmiş ve aslında yapılmaması gereken bu davranışların engellenmesi için çok yerinde bulduğunun ifade etmiştir. (Bu durum aslında aile içinde şiddetin varlığını rutin bir olgu olarak göstermektedir.) Eğitimsizlikten kaynaklandığını ifade ettiği bu durumun tek yanlı bir durum olmadığını ortaya koymuştur. (Eğitim ve sosyal yaşantının dışına itilmişliğin buna önemli bir etken olduğunu ifade etmiştir. Ataerkil bir yapıda olan toplumsal yapılarının kadının ev dışı etkileşimlerinin sınırlı olmasının onların dünyayı algılamada sıkıntı yaşattığını anlatmak isteyerek). Bizleri anlamak istemekte direttikleri için kavga olmaktadır. Söz dinlemedikleri için şiddetin olduğunu ifade etmişlerdir. Kişiye ev içinde eşine yardım edip etmediği sorulduğunda bazen cevabı alınmıştır. Neden olarak da ev içinde her işin kadınlar tarafından yapılması gerektiği söylenmiştir. Seminerin gerçekleştiği yerin köy olduğu düşünüldüğünde hayvanların bakımı, bahçe tarla işlerinin de kadınlarca yapıldığı dile getirildiğinde kişinin zaten bu işleri onların yapması gerektiği ifade edilmiştir. Bir diğer köyde 38 yaşındaki A.Y. Eşiyle yapmış olduğu tartışmalarda en çok ortaya çıkan şeyin anlaşamama olduğunu söylemektedir. Eşinin kendisini anlamadığını ifade etmiştir. Ailesiyle anlaşamadığı için tartıştıklarını da eklemiştir. (Burada kadına şiddet uygulanmasına sebep olanın özellikle yine bir kadın veya kadınlar olduğu ifade edilebilir. O halde bu durum toplumsal yaşanmışlığın ve alışılagelmiş olan bu yaşam tarzının kadını bir tipleştirmeye zorlamasıyla ortaya çıkmaktadır denilebilir. Tabi ki çalışmanın kırsal kesimde ve ataerkil bir çevrede yapılmış olması unutulmamalıdır). Dolayısıyla sosyal baskı ve etkinin aile içi şiddette etkili olduğu ifade edilebilir. Yaşı oldukça geçkin ve biraza daha güngörmüş olan (yaş 69) V.K. ise tüm meselenin ailelerden kaynaklandığını ifade etmektedir. Çoğu zaman etrafta insanların sözlerine göre hareket ettiklerini ifade etmiştir. Kişilerin ev yaşamında bundan çok etkilendiklerini belirtmiştir. Diğer yandan ise kız çocuklarını okutmadıkları için bunların olduğunu söylüyor. Ayrıca kız çocuklar okumaz diye etkili bir inanış da var. Kız evinde oturur kısmetini bekler ve evlenip kocasına itaat eder. Bu düşünceler kadını toplumsal sınıflama içerisinde zaten ikinci konuma getirmektedir. 911

391 Bir sıra dışı durum ise 50 yaşlarında A.V.Ç. idi. Seminer esnasında aslında kadınlar bize şiddet uyguluyor denildiği anda tüm katılımcılar bir kişiye dönük olarak gülümseyerek bakınca olayın şaka olmayıp gerçekten eşinden dayak yemiş (ve belki de daima maruz kalan) olan bir şahıs olduğu anlaşılmıştır. Grup içerisinde mahcup bir duruma düşünce salondan ayrıldığı için görüşme gerçekleştirilemedi. Kadın katılımcılarla yapılan görüşmelerde şiddete yönelik bakış açısı konusundan yola çıkılarak görüşmeciler tarafından şiddete ilişkin yaşanmışlıkların ifade edilmesi vasıtasıyla birtakım sonuçlara varılmıştır. Kadınların, görüşmelerin başlangıçlarında daha ketum bir tutum izledikleri, özellikle seminer esnasındaki bilgilerin doğrultusuyla seminer sonrasında kendilerini daha rahat ifade ettikleri gözlemlenmiştir. Erkek katılımcılarla yapılan görüşmelerde gözlenen şiddetin kanıksanması olgusuna paralel olarak kadın katılımcılarda da hem şikâyet hem kanıksama hem de çaresizce kabulleniş gibi çeşitli duyguların ortaya çıktığı söylenebilir. Kadın katılımcılardan (E.32), eşinin ilk evliliğinden olan torunlarıyla yaşıt olduğunu, evlendiğinden beri şiddet gördüğünü belirtmiştir. Şiddetin nedeninin kıskançlık olduğunu söyleyerek aradaki yaş farkının eşinde birtakım korku ve güvensizlikler oluşturduğu konusunda üstü kapalı imâda bulunmuştur. Yaşadığı şiddetin boyutunu şu örnekle anlamlandırmak mümkündür: Bir gün kapı çaldı, eşimin yeğeni amcasını görmek için gelmiş ben de içeri buyur ettim bunun üzerine eşim üzerime bıçakla yürüyerek beni omzumdan bıçakladı gözümü hastanede açtım. Bunun üzerine fiziksel saldırının sebebi sorulduğunda eşinin bu eylemi kadın eve erkek aldığı için gerçekleştirdiği cevabı alınmıştır. Bu örnekte dikkat çeken bir husus da E nin eşinin kendi öz yeğenini eve alınan bir yabancı erkek gözüyle görerek karısını bıçaklamaya varacak kadar öfkelenmesinin yanı sıra karısını evlere gündelikçi olarak gönderen bir eş oluşudur. Bu noktada kadın okumaz, çalışmaz, evinden burnunu çıkaramaz gibi köhne anlayışın, işin içine ekonomik süreç girdiğinde sosyal yarılmaya uğradığı söylenebilir. Seminer eğitmenleri olarak seminer esnasında addedilen görevlerden biri de zor durumda olan kadınlara yardımcı olmaktır. Bu sebeple E. ye kendisi için ne yapabileceğimiz sorulduğunda eşinin artık yaşlandığını zaten hasta olduğunu bir şey yapmaya gerek olmadığını söylemiştir. Bu kabullenişin altında yatan sebeplerden en önemlisi kadının gidecek bir yeri olmadığını düşünmesinden ileri gelmektedir. Gelinlikle çıkılıp kefenle girilen evler yüzünden kadınların bir çoğu baba evi ihtimalini aklından silerek katılımcı E., gibi hayatı pamuk ipliğine bağlı bir şekilde yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Ailesinin bu konudaki tutumu sorulduğunda Zaten ikinci evliliğim cümlesi E. açısından pek çok şeyi ortaya koymaktadır. Bölgesel açıdan baktığımızda boşanma olgusuna yaklaşımın olumsuzluğu dikkat çekmektedir. Geleneksel kültürlerde bu bakış açısı sıklıkla karşımıza çıkmaktadır ancak evliliğin vefat sebebiyle sona ermesi bile kadının statüsüne aynı etkiyi yapmaktadır. Görüşmecilerden (G. 28), Evlendikten bir buçuk yıl sonra eşimi kaybettim. Ailemin yanına sığındım ama 8 yıldır cehennem hayatı yaşıyorum. Üzerimde çok baskı var. Ailem tarafından, çocuğumu babasının ailesine vermezsem kendime bir yol çizmem isteniyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. demektedir. Sebebinin maddiyatla ilişkili olup olmadığı sorulunca da ailesinin maddî durumunun çok iyi olduğunu yine de kendisini istemediklerini belirtmiştir. Bu durum ailesi tarafından kadının manevî bir yük olarak görüldüğü sonucunu düşündürmektedir. Ayrıca görüşmecimizin ailesinin kendisini evlendirmek istediğini ifade etmesi Delaney in (1987) evli olmayan kadın sosyal olarak tamamen görünmezdir sözünü haklı çıkarır niteliktedir (Akt. Dedeoğlu, 2000, 159). 912

392 Görüşmeler sonucunda eş şiddetinin yanı sıra örnekte görüldüğü gibi öz ailenin baskısı göze çarpan çeşitlilikleri ortaya koymaktadır. Öte yandan eşin ailesinin kadına yönelik şiddeti de ayrı bir boyutu oluşturmaktadır. Kadın katılımcılardan A. (35), ergenlik çağındaki oğluyla ciddi çatışma içinde olduğunu, son noktada oğlunun fiziksel şiddete başvurduğunu söylemiştir. Bunun sebebi sorulduğunda eşinin rahatsızlığı sebebiyle aile içi hiçbir sürece dâhil olamadığını, baba otoritesinin yokluğundan ötürü oğluna söz geçiremediğini ifade etmiştir. Ne yapması gerektiğini bilemeyen A.(35), bu durumun kayınvalidesinden kaynaklandığını belirterek, kayınvalidesi oğlunu destekledikçe oğlunun daha taşkın davranışlarda bulunduğunu söylemiştir. Kayınvalidesinin ve komşularının kendisini anne olamamak la suçladığını da sözlerine eklemiştir. Yardıma ihtiyacı olan bu kadının destekten ziyade engel görmesi, hemcinsleri tarafından yargılanması bunu yapan kadınların şiddeti normal gördüklerini hatta çanak tuttuklarını göstermektedir. Aile içi şiddet odaklı seminer ve bu çalışma için yapılan görüşmeler önemli bir sosyal gerçekliğe işaret etmektedir ki, şiddet davranışı ve aile içi huzurun tesis edilmesi şeklinde ele alınan konular, derinlerde daha farklı problemlerin sonuçlarıyla ilişkilidir. Özellikle kadının eğitim konusundaki dezavantajlı konumu ve bir meslek sahibi olmadığı için kendi hayatı üzerinde söz sahibi olmadığı, görücü usulüyle evlendirilse de kendi ailesinin kadının arkasında durmadığı şeklindeki ifadeler bölge insanının sosyolojik konumundan beklenmeyecek şekilde öne çıkmıştır. Kadın katılımcılardan G.22, birçok kadının şiddet gördüğünü söyleyemediğini, aslında durumun farkında olduklarını ancak özellikle çocuklar için elleri mahkûm evliliklerini sürdürmek zorunda kaldıklarını söylemiştir. Bir taraftan da kadınların bu duruma kendilerini alıştırdıklarını ifade etmesi dikkat çekicidir. Bu ifade şiddetin kanıksanmış oluşu fikrine bir örnek teşkil etmektedir. Bu durumun sebebi sorulduğunda katılımcımız, eğitim eksikliğini ve meslek sahibi olmamayı sebep olarak göstermiştir. Görüşmecilerden (S.38) evlilik hayatının başlangıcından beri hem fiziksel hem de psikolojik şiddet gördüğünü, yapmak istediği hiçbir şeye kocası tarafından izin verilmediğini belirterek okul çağında ailesi tarafından okutulmadığını ve bunun acısını evliliğinde çok yaşadığını ifade etmiştir. Okuma isteğinin hiç bitmediğini, açık öğretim vasıtasıyla eğitimini tamamlama isteğine bile eşi tarafından izin verilmediğini söylemiştir. Bu konuda seminer veren eğitmenlerden yardım istemiş, eşinden gizleyerek dışardan okuması konusunda dinen bir sakınca olup olmadığını dahi sormuştur. Seminer amaçları doğrultusunda din unsurunun baskın etkisinin ne derece önemli olduğu bu sonuçta ortaya çıkmaktadır. Yıllarca okumak için mücadele veren sadece kendisini yetiştirmek için okumak isteyen bir kadın olarak S., yine de dinî açıdan karı-koca hakkı çerçevesi dışında çıkmaktan korku duymaktadır. Sosyal çevre bağlamında kadınların şiddet konusundaki yorumlarında çekimser davranacakları çalışmanın bir sınırlılığı olarak ifade edilmiştir. Bu noktadan hareketle kadın katılımcılardan (F.55), görüşmenin başında aile içi şiddet bizde yok derken, görüşme ilerledikçe evliliğinin ilk yıllarında kayınvalidesi yüzünden çok dayak yediğini ifade etmiştir. Şiddeti kendince tanımlaması istendiğinde dayak atmak erkeklerin resmiyetidir demiştir. Bu ifadeyi açması istenince, tanımlamanın erkeklerin fiziksel şiddet kullanmasını erkeğe özgü alışıldık bir davranış olarak gördüğü ortaya çıkmıştır. Hali hazırda fiziksel şiddet görmediğini beyan eden görüşmeciye, şiddetin diğer türleri açıklanınca sözlü şiddete fazlasıyla maruz kaldığını, aşağılanma ve hakaret gördüğünü belirtmiştir. Bunun karşılığında nasıl davrandığı sorulunca ben de onu daha fazla kırıyorum diyerek kısasa kısas bir yöntemi tercih ettiğini belirtmiştir. Görüşme 913

393 esnasında yaşanan bir çelişkiden söz etmek gerekirse, şiddetin hak edilip edilmediği sorusuna saygısızlık yapan kadın dayağı hak eder derken, sürekli fiziksel şiddete maruz kalması varsayımı sorulduğunda, öyle bir durumda eşini bırakıp gideceğini söylemiştir. Şiddetin dolaylı olarak aile içi ortamı etkilediği gözlenen bir durum da kadın katılımcılardan (İ. 32.) nin ifadesinde karşılık bulmaktadır. Görüşmecimiz yıllardır yurt dışında yaşayan ve orada formalite evlilik yapan eşi yüzünden psikolojik sıkıntı içinde olduğunu ifade etmiş, bu yüzden kızgınlığını şiddet vasıtasıyla çocuklarına yönelttiğini itiraf etmiştir. Kadın katılımcılara projeye ilişkin fikirleri sorulduğunda tamamı projeden çok memnun kaldıklarını, değişim umudunda olduklarını söylemişlerdir. Kendi kızlarıyla aynı kaderi yaşamak istemediklerini belirten katılımcılar, kendileri için bir değişiklik olacağını zannetmemekte, gençlerin bilinçlenmesini umut etmektedirler. SONUÇ VE ÖNERİLER Proje kapsamında yapılan görüşmeler neticesinde ortaya çıkan en belirgin durum; yaşanan çatışma ve buna bağlı olarak gerçekleşen şiddet türlerinin çoğunlukla sosyal yapıdan kaynaklandığı şeklinde bir ifade öne sürülebilir. Sosyal çevre bireylerin sosyalleşmesi sürecinde bireyleri kendisinin bir ferdi haline getirmek istemektedir. Bu durum da bireylerin bu yapı içerisinde o toplum tarafından normal olarak algılanan davranış kalıplarının edinilmesi ile neticelenmektedir. Dolayısıyla kişiler tutumlarını bazı durumlarda bilinçli olarak değil bilinçsizce sergileyebilmektedirler. Toplumsal cinsiyetin kişilere ister erkek, ister kadın olsun- yüklediği roller onların mevcut sosyal şartların gerektirdiği davranış kalıplarına bir anlamda kültürel gecikme sebepli olarak paralel olarak yaşanmasına engel olabilmektedir. Bu durum da toplumsal manada mevcut sosyal yaşamın aksine bir durum yaratarak uyumsuzlukları ve taraflarca anlamlandırılamayan ya da olmaması gereken davranışlar olarak algılamalara ve çatışmalara meydan verebilmektedir. Bu sosyal cinsiyet kalıpları sosyal anlamda eşitlikçi yapının algılanması ve rollerin bu çerçevede sergilenmesini engellemektedir. Sosyal yapının kişilere yüklediği roller ataerkil bir yapı ile de bir araya gelince değişime elbette direnç sergilenmekte ve kişiler (özellikle erkekler) bu durumu diğerlerinin üzerinde -saklı bir düşünsel etkiye bağlı olarak- hegemonya oluşturma aracı olarak kullanabilmektedirler. Kişiler aynı zamanda sosyal yapı içerisinde ilişkiler ve etkileşimlere bağlı olarak sosyal statülerini muhafaza etmek ya da toplum içerisinde bu statülerini yükseltmek için var olagelen bu baskı unsurlarının değerlerini diğerlerinin üzerinde daha etkin bir değer olarak ortaya koyarak kendi prestijlerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu durum da bireylerin (özellikle erkeklerin) toplumdaki diğerleri için bir örnek oluşturması ve onların sosyalleşmelerini etkilemeleri ile neticelenebilecektir. Toplum içerisinde karşılaşılan sorunlar çoğunlukla, geleneksel toplumlarda gelenekselleşmiş olan çözüm yollarıyla aşılmaya çalışılır. Kadın erkek ilişkilerinde de durumun böyle olduğu söylenebilir. Daha ötesinde ise sorunların yaşanmaması ya da sorunların daha da büyümemesi için değer yargılarına bağlı olarak şekillendirilir. Bu sebeple de çalışma sürecinde görüşmelerde dile getirilen sosyal yargılara bağlı cümleler bu türdendir. 914

394 Sonuç itibari ile bu türden sosyal sorun önleyici kalıp yargılar ile sosyalleşme süreci öğrenilen davranış kalıpları kadın erkek çatışmaları, aile içi çatışma ve şiddet türlerine sebep olabilmektedir. Çalışmamızda ortaya çıkan sonuç da bu yöndedir. Bu durumun önlenebilmesi ya da hiç değilse azaltılması sosyal yapının çözümlemesine bağlı olarak bu kalıp yargıların değiştirilmesine bağlı olarak tutum değişimini sağlamaktır. Tutum değişiminde etkin olan unsurların başında, bu mikro ölçekli bölgesel çalışmanın sürecinde izlenen metoda bağlı olarak sosyal etkisi yüksek olan din adamları da yer almıştır. Yapılan seminerler neticesinde çalışmaların yapılmasına müteakiben olumlu dönütler elde edilmiştir. Son söz olarak seminerlerin daha kapsamlı ve bilgilendirme ve bilinçlendirmelerin sürekliliğinin daha etkin sonuçlar ortaya koyacağı ifade edilebilir. Bu yapılırken sosyal yapının unsurları ile baskın faktörlerin tespitinin başarı oranını arttıracağı ifade edilebilir KAYNAKÇA Dedeoğlu, S. (2000). Toplumsal cinsiyet rolleri açısından Türkiye de aile ve kadın emeği, Toplum ve Bilim Dergisi 86 Güz 2000 S İlkkaracan, P. (1998). Doğu Anadolu da kadın ve aile, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, Kaymaz, İ. Ş (2000). Çağdaş uygarlığın mihenk taşı: Türkiye de kadının toplumsal konumu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 46, Güz 2010, s Ökten, Ş. (2009). Toplumsal cinsiyet ve iktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesi nin toplumsal cinsiyet düzeni, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Volume 2 / 8 Summer Özbudun, S., Sarı, C., Demirer, T. (2007). Küreselleşme, kadın ve yeni ata-erki, Ankara: Ütopya Yayınları. Pira, A., ve Elgün, A. (2004). Toplumsal cinsiyeti inşa eden bir kurum olarak medya; reklamlar aracılığıyla ataerkil ideolojinin yeniden üretilmesi. Anadolu Üniversitesi Communication in the Millennium Veritabanı. Erişim Tarihi: Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. (5. Basım). Ankara: Seçkin Yayıncılık. 915

395 SOSYAL ŞİDDET KISKACINDA KADIN: MARDİN DEN BAZI GÖRÜNÜMLER Nazife GÜRHAN * İbrahim YÜCEDAĞ ** Özet Şiddet, uzun bir tarihi geçmişe sahip bir olgudur. İlkel dönemlerden modern zamanımıza kadar hep var olagelmiştir. Kadın ya da erkek yaşamının belli dönemlerinde şiddetle tanışmıştır. Şiddetin tüm türlerine maruz kalan insanlar bunu yaşamlarının tüm alanlarında da göstermektedir. Şiddet üzerine yapılan bu çalışmada Mardin de sosyal şiddete uğramış kadınların durumu incelenmiştir. Kadın ve erkeklerle derinlemesine mülakatlar yapılmış ve çeşitli bulgulara ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler:Şiddet, kadın, ataerkillik. WOMEN UNDER EFFECT OF SOCIAL VIOLENCE: SOME VIEWS FROM MARDIN Abstract Violence has a long historical background. It has been existed from primitive era to modern era. Either women or men have faced with violence during some periods in their life. People who are exposed to violence reflect it in all parts of their life. In this study, we have discussed the situation of women in Mardin affected by social violence. In-depth interviews were made with women and men and reached to various findings. Keywords: Violence, women, patriarchy. ARAŞTIRMANIN AMAÇ VE YÖNTEMİ Mardin ili özelinde yaptığımız çalışmada kadının maruz kaldığı sosyal şiddet biçimleri ve buna karşı nasıl bir tepkide bulunduğu yapılan derinlemesine mülakatlarla anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle il merkezinde 10 erkek 15 kadın olmak üzere 25 kişi ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Ancak mülakatlardaki tekrarlardan ötürü 4 erkek ve 11 kadın olmak üzere toplamda 15 kişiden alıntılar yapılmıştır. Bu görüşmelerin bazılarında ses kaydı bazılarında ise katılımcıların rahatsız olması nedeniyle yazılı notlar alınmış,katılımcıların farklı mahallelerden, sosyal sınıflardan ve eğitim düzeylerinden olmalarına dikkat edilmiştir. Ayrıca çalışmada bölgede sivil toplum kuruluşu olarak faaliyet gösteren KAMER in yöneticileriyle de görüşmeler yapılmış ve çalışmalarından yararlanılmıştır. * Arş. Grv., Mardin Artuklu Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, e-posta: ngurhan71@gmail.com ** Arş. Grv., Mardin Artuklu Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, e-posta: ibrahimyucedag@yahoo.com.tr 916

396 GİRİŞ Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan Mardin, geleneksel ve modern olanın bir arada yoğrulduğu, birçok dinin, dilin, ırkın ve kültürün beraberce yaşama imkânı bulduğu bir şehirdir.ataerkil iktidarın yoğun olarak yaşandığımardin de var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin belki de en önemli kurbanı kadındır. Bölgede yıllardır hüküm süren şiddet ortamının da önemli bir etkide bulunduğu bu yapıda, kadına yönelik şiddet bağlamında birçok çalışma yapılmış olmakla birlikte ne yazık ki bu çalışmalar fiziksel şiddet boyutunu geçememiştir. Oysa kadınlar kendilerine yönelik şiddeti sadece fiziksel boyutta hissetmemekte aksine ekonomik, cinsel ve belki de en çok ihmal edilen ve en yoğun hissedilen boyut olan sosyal şiddet bağlamında da yaşamaktadır. Şiddet denilince çoğumuzun aklına hemen fiziksel şiddet olan dayak, bıçaklama, yaralama vb. fiiller gelmektedir. Oysa şiddet fiziksel, sözel, ekonomik, cinsel, psikolojik, politik ve sosyal boyutları olan çok yönlü bir kavramdır. Bu çalışmamızda şiddetin sosyal boyutu ve nasıl bir görünüm sergilediği Mardin örneğinde ele alınmaya çalışılmıştır. ŞİDDETVE SOSYAL ŞİDDET Şiddet kavramı genel olarak sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma olarak tanımlanmaktadır. Şiddet olayları ise; insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak da tanımlanmaktadır (Ünsal,1996: 29). Şiddet; güç, zorlama ve baskı uygulama yoluyla, bedensel ya da ruhsal zarara neden olan söz, yaklaşım, tutum ve hareketlerin tümüdür. Dolayısıyla, sadece saldırganlık ve kaba kuvvet içeren tutum ve davranışlar değil; hakaret etmek, aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak ve zorla bir şey yaptırmak gibi, kişinin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan; korku, kaygı ve rahatsızlık hissetmesine sebep olan söz, tutum ve davranışlar da şiddet tanımının kapsamı içinde yer almaktadır. Bu nedenle şiddetin; fiziksel, cinsel, duygusal, sözel, ekonomik ve politik olmak üzere birçok çeşidinden söz etmek mümkündür (Yüksel, 2004: 36). Bir başka tanıma göre de şiddet, çatışan çıkarları olan tarafların arasındaki sosyal ilişkilerden kaynaklanmaktadır (Ergil, 2001: 40). Bu bağlamda şiddetin gücü/iktidarı elinde bulundurmak isteyen veya gücünü/iktidarını kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalan kişinin bu gücü/iktidarı yitirmemek adına bir tepki verme biçimi olduğu da söylenebilir. Yves Michaud un tanımına göre şiddet, bir karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan birinin veya birkaçının doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak, diğerlerinin veya birkaçının bedensel bütünlüğüne veya törel (ahlaki, moral, manevi) bütünlüğüne veya mallarına veya simgesel ve kültürel değerlerine, oranı ne olursa olsun zarar verecek şekilde davranmasıdır (Michaud,1991: 11). Sürekli bir değişim içinde olan toplum bu değişim nedeniyle şiddet tanımlarının da değişmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla şiddet de sürekli bir dönüşüm içindedir (Ünsal,1996: 34).Şiddetin birçok (doğal, bedensel, ruhsal vb.) nedeni vardır ve bu nedenler sürekli bir etkileşim halindedir. Etkileşim halindeki bu unsurların birbirinden bağımsızmış gibi ele alınması şiddetin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır (Butler, 2008: 46). 917

397 Şiddetin genel tanımlamalarından sonra sosyal şiddete değinebiliriz. Sosyal şiddet, kadının sosyal hayatını kısıtlayan, onun toplum içindeki konumunu, kariyerini vb. zedeleyecek şekilde davranışları içermektedir. Bu bağlamda çalışmamız açısından kadının eşi tarafından başkaları önünde küçük düşürülmesi, onun zaaflarıyla alay edilmesi, kıskançlık gösterilerinde bulunulması, davranışlarının kontrol edilmesi, evden çıkmasına izin verilmemesi, sosyal ilişkilerini kısıtlayarak yalnız ve desteksiz bırakılması, katı kurallar ve sınırlar koyarak baskı kurulması, ailesi, arkadaşları veya komşularıyla görüşmesinin yasaklanması, gittiği her yerin takip edilmesi, söz hakkı verilmemesi veya sözlerinin sık sık kesilmesi, özel yaşam ve mahremiyet hakkı tanınmaması, zorla evlendirilmesi ve namus ve töre nedeniyle davranışları üzerinde baskı uygulanması gibi davranışlar sosyal şiddet kapsamında değerlendirilmektedir. CİNSİYETLER ARASI İKTİDAR İLİŞKİLERİ Toplumda şiddetin belki de en önemli kaynaklarından biri cinsiyetler arasında kurulan iktidar ilişkileridir. Bu nedenle şiddet konusunda yapılacak bir çalışmada iktidara özellikle vurgu yapılmalıdır. İktidar, toplumsal ilişkilerin merkezindeki kavramdır. Weber e göre iktidar, genel anlamda, kişilerin ya da grupların, başkaları karşı çıktığında bile, kendi istediği şeyleri gerçekleştirebilecek olmalarıdır. Bu nedenle iktidar toplumsal bir ilişkidir( Marshall, 1999: 328). Belli bir iktidar biçiminden söz edebilmemiz için, belli kişilerin başkaları üzerinde iktidar uyguladığını varsaymak zorundayızdır. İktidar ancak ilişkiler üzerinden ve vasıtasıyla kurulabilir. Ancak kesinlikle sadece iletişim ilişkilerine indirgenemez. İktidarın kendine özgü bir niteliği vardır. Belli terbiye tekniklerini, tahakküm süreçlerini ve itaat ettirme biçimlerini içerir. Modern toplumda iktidar konusunda Michel Foucault önemli bir yere sahiptir. Özellikle modern toplumdaki şiddetin ve iktidarın anlaşılması bağlamında önemli tespitlerde bulunmuştur. Foucault da iktidar, salt devlet üzerinden tanımlanmaz. İktidar, hayatın her alanına yayılmıştır. Toplumu oluşturan unsurlardan bağımsız ve onların dışında değildir. Aksine onlara içkindir ve kendini bu şekilde var eder: iktidar bedeni çalıştırır, davranışa nüfuz eder, arzu ve zevkle iç içe girer (Foucault, 2007: 49). Modern toplumdaki iktidar ilişkilerini devlet dışında birey-özne üzerinden de analiz eder. Öznenin toplum içinde yaratıldığı ve inşa edildiğine vurgu yapan Foucault, bu inşa edilme sürecinin iktidar kanalıyla işlediğini ileri sürer. Toplumlardaki egemen söylemler, iktidar ilişkileri aracılığıyla cinsiyetleri neler yapıp neler yapamayacakları konusunda biçimlendirirler. Bu biçimlendirme kendine bir süreklilik de kazandırır ve sözgelimi günümüzde ataerkil yapı dediğimiz gerçekliği meydana getirir. Toplumlardaki bu biçimlendirme süreçleri toplumsal cinsiyet tartışmalarının özünü oluşturmaktadır. Kurgulanan cinsiyet rolleri bireylere dayatılmakta ve bireyin buna uygun davranışlar sergilemesi istenmektedir. Erkek, erkek gibi, kadın da kadın gibi davranmalı görüşü toplumun her tarafına işler. Erkeklik in, kadınsı veya kadın olmayan olduğu varsayılır ve erkekliğe bağlı roller bununla ilgili normatif söylemler tarafından sınırlandırılır ve inşa edilir. Özellikle iktidarın erkekliğe bağlı öznelliklerle doğrudan bir ilişkisi vardır, iktidar erkeklik le özdeşleştirilir (Demren, 2008: 79). 918

398 Erkeklerin ve kadınların ev içindeki rolleri olan karılık ve kocalık birbirlerini oluşturan unsurlardır. Bu unsurlar özneler arası iktidar ilişkileri içerisinde kurulur. Yani iktidar ilişkileri dışında bir karılık ve kocalık konumundan söz etmek mümkün değildir. Burada kocalık iktidarla özdeşleştirilen bir konum olarak inşa edilir. Fakat buradaki iktidar sadece kocalığı kapsamaz, bu iktidarın esas olmazsa olmazı karılık konumudur. Yani, erkek, kendi kimliğini var ederken ötekileştirdiği kadın üzerinden hareket eder. Kadının kocasının iktidarını uygulatma ve onaylama şekli, o erkeğin toplumsal ve şahsi konumu ve itibarı açısından çok mühimdir. Aile içerisindeki erkeklik in kırılma noktası da burasıdır. Bu kırılmanın ve çatırdamanın artmasıyla, erkeğin karısına göstereceği şiddetin sıklığının ve dozajının artacağı da söylenebilir. Kuramsal olarak toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, pratikte hemen her zaman erkeklerin hükmeden, kadınlarınsa hükmedilen olduğu bir hiyerarşiyi ifade eder. Kadın ve erkekler aile ve toplum içinde süregelen bir toplumsallaşma süreci ile eril veya dişil toplumsal cinsiyeti ve buna uygun düşünce ve davranışları benimser ve içselleştirirler. Dolayısıyla, ataerkil sistem içinde belirlenen toplumsal cinsiyet ilişkileri temelde egemenlik ve ast-üst (boyun eğme) yani güç ilişkileridir; işbirliği, zor ve şiddet unsurları bu ilişkileri sürekli kılar ve kocanın karısı üzerindeki hâkimiyetine dayanan evlilik bağından güç alan erkeğin, karısı üzerinde sözel, fiziksel veya psikolojik şiddet uygulamasına olanak sağlar. Cinsiyetler arası iktidar ilişkileri kendini tam olarak ataerkillik üzerinden daha iyi tanımlar. Bu nedenle iktidar ilişkilerinde ataerkilliğe değinmek gerekecektir. ATAERKİLLİK Ataerkillik, kuralları erkekler tarafından belirlenen ve sisteme dâhil olmak isteyenlerin ya erkekleştiği ya da boyun eğmek zorunda olduğu bir yapı olarak tanımlanabilir. Bu yapıda kurallar erkekler tarafından belirlenir ve uygulanır. Dolayısıyla erkek dışındaki cinsiyetin varlığı bu yapı ile girdiği ilişki bağlamında değişmekte-yenilenmektedir. Ataerkil bir yapı içinde doğan erkek, bu yapının kendisini şekillendirmesiyle aynı özellikleri paylaşmaya başlar. Dolayısıyla var olan ataerkil yapı, kendini bireye dayatır ve onu kurar. Erkeğe dayatılan erkeklik rolü aynı şekilde kadına da kadınlık rolü olarak dayatılmaktadır. Bu durum, erkeğe de kadına da daha ilk yaşlardan itibaren öğretilmeye başlanır. Erkek çocuğa alınan elbiselerin rengiyle kız çocuğuna alınan elbisenin rengi birbirinden farklılık gösterir. Mesela, erkek daha koyu -mavi, lacivert gibi- renklerle giydirilirken, kız çocukları ise daha sıcak renklerle -kırmızı, pembe gibigiydirilir. Erkek çocuğa bir erkek gibi davranması telkin edilirken, bunu gerçekleştirmeyen erkek ise toplum tarafından dışlanır ve ayıplanır. Erkek, dışarıyla-ev dışıyla yoğurulurken kadın ise ev-içi ile yoğurulmaktadır. Ev-içi rolleri bu nedenle kadına yüklenmekte ve kadın anne, karılık, çocuk bakma, temizlik yapma gibi görevleri üstlenmektedir. Kadına verilen roller nedeniyle sürekli bir güçlü olmama hali de vurgulanır. Erkek dışarda, güçlü ve koruyucu niteliklere sahipken kadınsa tam tersi evde, güçsüz ve korunmaya muhtaç olarak tasavvur edilir. Zira, Berktay ın ifade ettiği gibi, toplumsal cinsiyet aynı zamanda eşit olmayan bir güç ilişkisi de doğurur(berktay, 2000:16). Sürekli olarak güçsüzleştirilen, ikinci plana itilen kadın bunu içselleştirmekte ve karşı eylemde bulunamamaktadır. Pasifleştirilen kadın, erkek tarafından yasaklanan alana girmeye cüret ettiğinde ise şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Çünkü dâhil 919

399 olmak istediği alan erkeğe aittir. Bu nedenle de bu alana müdahaleyi saldırı olarak gören erkek, saldırıyı bertaraf etmek için şiddete başvurmaktadır. Bu şiddet sadece fiziksel şiddeti değil aynı zamanda sosyal şiddeti içermektedir. Erkek, kadını küçük düşürmekte, toplu ortamlarda ona söz hakkı vermemekte, dedikodu bahane edilerek kamusal alandaki faaliyetleri kısıtlanmakta, giyimi sınırlandırılmakta ve aşağılanmaktadır. Toplumda erkeğin kamusal alanda daha fazla görünür olması ötekileştirilen kadının bu alanda daha az görülmesine neden olmaktadır. Kamusal alanın erkeksi özelliği, bu alana dâhil olmak isteyen kadını kendine benzetmekte ve kadını bu durumu içselleştirmeye zorlamaktadır. Çünkü kadın eksiktir, tamamlanmamıştır ve irrasyoneldir. Zira, ataerkil hukuk da bu durumu tescil edercesine çok uzun bir dönem boyunca kadınları, çocuklar ve delilerle aynı kefeye koyarak kısıtlı saymakta herhangi bir mahzur görmemiştir (Berktay, 2006: 22). Bu kısıtlama anlayışı kadını her alanda mahkûm etmiştir. Ekonomik, siyasal ve diğer alanlarda erkeğin gölgesinde kalmaya itilmiş; bu nedenle de tüm varoluşsal nitelikleri eksik olarak tanımlanmıştır. Hatta bir adım öte giderek kadın toplumdaki kötülüklerin kaynağı olarak da görülmüştür. Ortaçağ dünyasında cadı avlarındaki kadın sayılarının fazlalığı bu duruma bir kanıttır: Essex teki yargılamaların Macfarlane tarafından yapılan incelemesinden cadılıkla itham edilen 291 kişiden 268 inin (%92) kadın olduğu anlaşılıyor. New England ın ünlü Salem cadı yargılamaları için de benzer bir durum söz konusu: Suçlanan 168 kişiden 120 si (%74) kadındı. Tipik cadı, yaşı 41 ile 60 arasında, evli ya da dul, sivri dilli ve bağımsız hareket edebilen bir kadındı (Berktay, 2006: 221) 1 SOSYAL ŞİDDETİN MARDİN DEKİ GÖRÜNÜMLERİ-BULGULAR Mardin de sosyal şiddet kendini çeşitli alanlar üzerinden göstermektedir. Bu alanlar, kadının arkadaşlarını ve ailesini görmeyi engelleme, sürekli olarak nerede olduğunu kontrol etme, kıyafetlerine karışma, başka erkeklerle konuşmasına kızma, dedikodu bahanesiyle namusuna bekçilik yapma, alış verişe erkekle gitmek zorunda kalma, çalışmasına karışma, sözünü kesme-küçük düşürmedir. Bu bağlamda TÜİK tekiaynı konudaki istatistikler Türkiye de kadının yaşadığı sorunları ortaya koymaktadır: 1 İtalikler yazarlar tarafından vurgu amacıyla yapılmıştır. Orijinal metinde italik değildir. 920

400 Tablo. 1. Eşi veya birlikte olduğu kişi(ler)den farklı biçimlerde kontrol edici davranışlara maruz kaldığını belirten kadınların yüzde dağılımı (Türkiye) Arkadaşlarını görmeyi engelleme Ailesini görmeyi engelleme Her zaman nerede olduğunu bilmek isteme 12,4 8,8 68,8 İhmal etme 14,9 Kıyafetlerine karışma 34,8 Başka erkeklerle konuşunca sinirlenme 44,1 Sadakatsiz olmakla suçlama 3,9 Sağlık kuruluşuna gitmek için kendisinden izin alınmasını isteme 30,8 Evlenmiş kadın sayısı 10,798 Kaynak: TÜİK, Arkadaşlarını ve ailesini görmeyi engelleme-gideceği yerleri kısıtlama Mesela, çok gezmesine izin vermeyeceksin. Çünkü ne kadar çok gezerse o kadar laf taşır, o kadar fitne fesada karışır. Bu yetmez, bir de dedikodusu çıkar. Allah muhafaza sonu kötü olur. (Ölümü kastediyor.) Akrabayla, eşle dostla fazla konuşmasına izin vermeyeceksin. Çünkü onlara ne kadar çok gider gelirse, o kadar çok laf taşır, başkalarının işine karışır. Kadın öyle alışmış. (E. 1) Eşim konuşmadığı kişilerle benim de konuşmamı engeller. Gitmeyin gelmeyin derler. (K. 1) Eşimin istemediği yerlere gitmem. Tepkisi çok büyük oluyor. Ben de yeni evliyken yaşadım. Bir daha da asla yapmadım. (K. 2) 2. Kıyafetlerine karışma Her istediğini giyemez kadın. Örf var, adet var. Olmaz öyle şey. Etek giyer başı kapalı olur kadının. Kısa değil ha uzun etek olacak. Orasını burasını açamaz anlayacağın. Açanların sonunu görüyorsunuz. Namusumuza laf getirtmemeli. (E. 1) 921

401 Eşim kıyafetlerime karışır. Makyaja izin vermez. Saçımı hep toplu tutmamı ister. Asla serbest bıraktırmaz. Hatta pasaklı dolaşsam hoşuna bile gider. (K. 2) Haftasonu benim kızım eşofmanla evde geziyordu. Kocam da kızdı niye bu kızına etek almıyorsun diye. Sen kadın olsan bu çocuklar böyle olmaz diye beni dövdü. Sırtlarıma tekmeyle vurdu. Kızımı da niye etek giymiyorsun diye dövdü. Öbür iki kızımı daha dövdü. (K. 1) 3. Başka erkeklerle konuşunca sinirlenme Kadın kocasının istemediği kişilerle asla görüşemiyor. En modern ailelerde bile bu böyle. (K. 3) 4. Sadakatsiz (Namussuz) olmakla suçlama-dedikodu Namus, daha çok kadın üzerinden tanımlanır. Erkeğin namusu kadın üzerinden değerlendirmesi aynı zamanda kadına da namusunu koruması görevini yükler. Kadının bu görevi yerine getirememesi durumundaki ceza ise oldukça serttir.namusun daha çok kadın üzerinden ve muğlak olarak tanımlanması kadının gerçekleştirdiği her davranışın namus kapsamına dâhil edilebilmesi sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla kadına yönelik her tür şiddetin meşruluğuna referans olmaktadır. Namus insanın kendini koruyabilmesidir. (cinsellik anlamında) Namusunu kirletmek ise kendini koruyamamaktır. Bir kadın herkesle yatıp kalkarsa, arkadaşlarını iyi seçmezse, davranışlarına, sözlerine ve hareketlerine dikkat etmezse namusu kirlenir. (K. 4) Dedikodu insanların hayatlarını kısıtlıyor. Kızlara açık lise bile okutmuyorlar. Gönderseler bile sınavlarda başlarına bekçi dikiyorlar. (K. 5) Mesela benim görev yaptığım köyde İnsan bu köyde nasıl yaşar sıkılmaz mı diye söyleniyorduk. Sonra bir gün servisimiz geç kaldı. Bakkalda oturmak zorunda kaldık. Bakkal öyle şeyler anlattı ki öyle dedikodular anlattı ki. Bu köyde ne olaylar varmış dedik. (K. 7) Mardin de dedikodu kadınlarda %90 sa erkeklerde %100 dür. Çok fazla yani. (K. 2) Mardinde kadın olmak zor. Küçük bir ortamda olduğumuz için nereye çıkarsak laf olabilir. Tek başına nereye, niye gidiyor diye sorulabilir. Kızlar yalnız çıkamaz. Tabi şimdi eskiye göre daha iyi. Eskiden daha baskıcıydı. Şimdi o kadar baskı yok. (K. 8) 922

402 Namus, kadın ve erkeğin iki bacağı arasındaki şey değildir. Tamamen beyindir. Namusunu kirletmek sadakatsiz olmaktır. (K. 9) Ben temizliğe geliyorum. Arkamdan çok söylüyorlar. Ya yanlış bir şey yaparlarsa diye çok söyleniyorlar. Bu Feriha dizisi var ya tıpa tıp bizim hayatımız. (K. 1) Lise 1 e giden kızım benden habersiz arkadaşıyla Yenişehir e çıkmış. Benim haberim yok. Ben de onu sağlık ocağına gönderdim. Küçük yer olduğu için hep dedikodu hep abartı var. Amcası İldo Pastanesinin orda görmüş. Babası da kızımı hortumla dövdü. Sırtını bir gör. İçin parçalanır. Sonra beni de dövdü. Niye kızını savunuyorsun diye. Bu kız ilerde kötü yola saparsa sen suçlusun dedi. Bütün aile duydu. Herkes annesi nasılsa kızı da öyle olur diye beni suçladılar. (K. 1) 5. Alışverişe gitmek için erkekten izin isteme Alışverişe bile kocasıyla gidiyor. O olmadan gidemiyor çoğu zaman. Mesela, alışverişin yapıldığı belli dükkânlar vardır, kadın oraya gider alışverişini oradan yapar, erkek daha sonra gidip parasını öder. Beğendin, beğenmedin yok o işte. Alacaksan oradan alacaksın. (E. 4) 6. Çalışmasına karışma Kadın ineğe bakar, tarlada çalışabilir ama işe gidemez. (K. 10) Okumama izin vermediler ki çalışmama versinler (K. 11) Yok çalışacakmış, kendi parasını kazanacakmış. Yahu, sen otur da kendi evine, çocuğuna bak. Önce bunları hallet hele diğerleri sonra. (E.1) Kadının çalışması konusunda yaşadığı sıkıntılar ilde faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu olan KAMER in verilerine de yansımıştır *** : *** Her iki tablo da KAMER in 2011 yılı araştırmasından alınmıştır. 923

403 Tablo. 2. Çalışma durumu Sayı Yüzde Gelir Getiren Bir İşi Yok Ev İçinde Gelir Getiren Bir Faaliyeti Var Çalışmak İstiyor Fakat Kocası/Ailesi İzin Vermiyor Çalışmak İstiyor Fakat İs Bulamıyor Ev Dışında Çalışıyor Soruya cevap veren kişi sayısı 2756 Tablo. 3. Çalışma durumu Gelir Getiren Bir İşi Yok 2% 0% 1% 3% 94% Ev İçinde Gelir Getiren Bir Faaliyeti Var Çalışmak İstiyor Fakat Kocası/Ailesi İzin Vermiyor Çalışmak İstiyor Fakat İs Bulamıyor Ev Dışında Çalışıyor 7. Sözünü Kesme-Küçük Düşürme-Fikirlerini Önemsememe Kadın söz hakkı almak istediğinde genellikle dayakla karşılaşıyor. Bir istediği bir şey var onu söylerse bile bağırma, çağırma söz konusu oluyor. (K. 5) Erkeklerin kadınlarla alay edecek kadar bir muhabbetleri yok ki. Konuşma o noktaya kadar bile gelmiyor. (K. 6) Eşimle bir ortamdayken birbirimize özellikle değer verdiğimizi gösteririz. Küçük düşürme asla olmaz. (K. 2) Kocam beni ortamda küçük düşürüyor. Benden küçük üç tane eltim var. Bana hiç söz hakkı vermiyor. Eşi değilmişim gibi davranıyor. Ben köyden geldim diye beni küçük 924

404 düşürüyor. Ben okuma yazma bilmiyorum ama kendimi geliştirdim. Çocuklarıma daha çok sevgi veriyorum. Ama o bana köylerde büyümüş, cahil diye bakar. (K. 1) Evladım, kadının aklı kıttır biraz. Erkek gibi değildir yani. Gerçekleri görmez, ona iki güzel şey söyle hemen havalara uçar. Erkek, aklını kullanır, kadınsa duygularını. Sonunda ne olur, kadının aklı bir karış havada.onun için evde ona bir şey sormadan iş yapacaksın, ona sordun mu, saçma sapan bi şeyler söyler durur (E. 1) Kadın erkek işine karışmayacak arkadaş. Karıştı mı o iş rezil olur gider. Aklı biraz kıttır kadının. Onun için boş bırakmayacaksın onu. Mesela, erkekler konuşurken o, konuşmayacak, zaten konuşmasını da bilmez. O otursun çocuk doğursun, evine baksın, yarım aklıyla nesine erkeğin işine karışmak. (E. 3) SONUÇ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Yapılan bu çalışmada Mardin deki sosyal şiddet çeşitli başlıklar altında ele alınmış ve şu sonuçlara varılmıştır: 1. Hem erkek hem de kadın katılımcıların şiddet konusuna direkt ya da dolaylı da olsa bir yakınlık içinde oldukları tespit edilmiştir. 2. Genellikle şiddet, fiziksel şiddet olan dövme, dayak vb. davranışlarla tanımlanmaktadır. Sosyal şiddetin ne olduğu konusunda bir farkındalık bulunmamaktadır. 3. Kadın, erkeğin kendisi üzerinden namus tanımlaması yapmasını içselleştirmekle beraber, böyle bir tanımlamanın eksik kaldığını da dile getirmektedir. Her ne kadar namusun sadece cinsel açıdan değerlendirilemeyeceğini söyleseler de kadın da erkek de ilk tanımlamayı cinsellik üzerinden yapmaktadır. 4. Bazı erkek katılımcılar Mardin deki ataerkil yapıdan rahatsız olsa da bu durumun yavaş da olsa bir değişim geçirdiğini dile getirmektedirler. 5. Erkek katılımcıların ataerkil yapının katı sınırlarını kabul etmelerine karşı, bu durumu değiştirmek için özel bir çaba sarf etmedikleri görülmüştür. 6. Kadının erkek alanına müdahale etmesine karşı erkek sosyal şiddete başvurmakta ve bu durumun süreklilik göstermesi, kadının giderek daha pasif hale gelmesine ve kadının kadın olarak değil giderek erkekleşerek varlık göstermesine neden olmaktadır. 7. Kadının çalışma olanaklarının il genelinde kısıtlı olmasının yanında erkeğin kadının eğitimine ve çalışmasına sıcak bakmaması kadının çalışma hayatına atılmasını engellemekte ve eğitim düzeyinin düşük kalmasına neden olmaktadır. 925

405 8. Kadının sürekli kontrol altında tutulması kadının kamusal alandaki görünürlüğünü de kısıtlamaktadır. Kadın dışarıya belirli izinler dâhilinde çıkmakta ve belirli yerlerden alışveriş yapmaktadır. Çözüm Önerileri 1. Kız çocuklarının eğitim hayatına dâhil edilmeleri için Milli Eğitim Bakanlığı kapsamında diğer kurumlarla koordineli çalışmalar yapılmalı. 2. Şiddet konusunda il genelinde daha fazla bilgilendirme çalışmaları yapılmalı. 3. Şiddetin sadece fiziksel şiddet olmadığı yukarıda ifade edilen şiddet biçimlerinin de kadının hayatını olumsuz yönde etkilediği göz önünde bulundurularak bu konu hakkında kadınların ve erkeklerin daha fazla bilgilendirilmesi için çalışmalar yapılmalı. 4. Kadının durumunu daha iyi anlamak açısından il genelindeki sivil toplum kuruluşlarının daha etkin hale getirilmeli, gerekli kaynaklar sağlanmalı 5. Şiddetin engellenmesi için sadece formel kanalların değil aynı zamanda informel kanalların da kullanılması için bölgedeki vaizler, imamlar, kanaat önderlerinin daha aktif hale getirilmeleri için çalışmalar yapılması gerekmektedir. KATILIMCI LİSTESİ E.1. Erkek,65 yaşında, okur-yazar, çiftçi. E. 2. Erkek, 30 yaşında, ilkokul mezunu, esnaf. E. 3.Erkek, 31 yaşında, lise mezunu, esnaf. E. 4. Erkek, 29 yaşında, üniversite mezunu, işsiz. K. 1. Kadın, 32 yaşında, ilkokul mezunu, gündelikçi. K. 2. Kadın, 29 yaşında, lise mezunu, kuaför. K. 3. Kadın, 24 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen. K. 4. Kadın, 20 yaşında, öğrenci. K. 5. Kadın, 25 yaşında, lise mezunu, ev hanımı. K. 6. Kadın, 26 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı. K. 7.Kadın, 26 yaşında, üniversite mezunu, öğretmen. K. 8. Kadın, 25 yaşında, lise mezunu, kuaför. K. 9. Kadın, 33 yaşında, ilkokul mezunu, ev hanımı. 926

406 K. 10. Kadın, 28 yaşında, ortaokul mezunu, ev hanımı. K. 11. Kadın, 17 yaşında, işsiz. KAYNAKÇA BERKTAY, F.(2000). Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul: Metis. BERKTAY, F.(2006). Tarihin Cinsiyeti, İstanbul: Metis. BUTLER, J. (2008). Cinsiyet Belası: Feminist Kimliğin Altüst Edilmesi, Çev. Başak Ertür, İstanbul: Metis. DEMREN, Ç. (2008). Kadınlık Dolayımıyla Erkeklik Öznelliği, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 32, No:1, s DEMREN, Ç. (2005). Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar İlişkileri, adresinden 09/02/2012 tarihinde erişildi. ERGİL, D.(2001). Şiddetin Kültürel Kökenleri, Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 399, s FOUCAULT, M. (2007). İktidarınGözü, Çev.: Işık Ergüden, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, GÖDELEK, K. (2005). Güç İktidar İlişkisi Bağlamında Kadına Yönelik Şiddet, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 15, s MARSHALL, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü, Çev.:O. Akınhay ve D. Kömürcü, Ankara: Bilim ve Sanat. MİCHAUD, Y. (1991). Şiddet, Çev.:C. Muhtaroğlu, İstanbul: İletişim. ÜNSAL, A. (1996). Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi, Cogito, 6-7, s İstanbul: Yapı Kredi. YÜKSEL, M. (2004). Medyada Şiddete Karşı Duyarlılık, İstanbul: RTÜK. 927

407 DOMESTIC VIOLATIONS AGAINST WOMAN AND CHILDREN IN SWEDEN Mats SJÖSTEN 1 I. Preamble My intention with this paper is to present, briefly, some facts about domestic violations against women and children in Sweden. In Sweden there is no legal definition to the term domestic violation, however the crimes most often referred to as a domestic violation crimes are assault (including gross assault and particularly gross assault), gross violation of a woman s integrity, unlawful threat, severe violation (children) and sexual crimes for example rape and other forms of sexual abuses. Domestic violations cover many other forms of maltreatment, but in this paper I have focused on violations that are a crime according to the Swedes penal code. II. Some rates domestic violations 2011 (reported cases) Each year on average 30 women in Sweden die as a result of deadly force. Of these about 17 are killed by a man with whom they have or have had a close relationship. Every year around assaults are reported against women 15 years or older. It is almost impossible from Swedish criminal statistics to find statistics which provide a stable picture of how many of the reported crimes that were domestic violence. Never the less I have found statistics on assault and gross violation of a woman s integrity that focus on domestic violations. I also have some figures about rape, general statistics. For those of you who wants to study Swedens statistics I can recommend The Swedish National Council for Crime Prevention and Statistics Sweden There you can find statistics in Swedish as well in English. Assault Assault (including gross assault and particulary rough assault) against a woman 18 years old or older, familiar with the victim Statistics concerning young people are difficult to present; a large number of all reported crimes concern assaults between persons that are of the same age and that are not in a relationship with each other. 1 Chief Judge, Master s degree in law, Varbergs District Court, Sweden, mats.e.sjosten@dom.se, chief_judge@hotmail.com 928

408 Gross violation of a woman s integrity Severe violations of women ( ) Rape Rape against a woman under 15 years Attempt against a person under 15 år 64 Rape against a woman years 710 Attempt against a woman years 60 Rape against a person 18 years Attempt against a person 18 years III. Legislative regulations in Sweden In this paper domestic violation is as mentioned in part I. - described with the point in the Swedish penal code. Most of the crimes are assault and severe violations of women, unlawful threat and sexual crimes. And, as read before, there are also murders. Swedish penal code (as the law is written here in English translation) Chapter 3 Section 1 A person who takes the life of another shall be convicted of murder and sentenced to imprisonment for a certain amount of time, at least ten and at most eighteen years or for life. Section 5 A person who inflicts bodily injury, illness or pain upon another or renders him or her powerless or in a similar helpless state, shall be convicted of assault and sentenced to imprisonment for at most two years or, if the crime is petty, to a fine or imprisonment for at most six months. Section 6 If the crime referred to in Section 5 is considered gross, the sentence for gross assault shall be imprisonment for a minimum of one and up to a maximum of six years. In assessing if the crime is gross special consideration shall be given to whether the act constituted a mortal danger or whether the offender inflicted grievous bodily harm or severe illness or otherwise displayed particular ruthlessness or brutality. If the crime considered is particularly serious, the offender is sentenced to imprisonment for a minimum four up to a maximum of ten years. In determining 929

409 whether the crime is particularly serious consideration shall be given to if the corporal damage is irreversible or if the act has caused extreme suffering or if the offender has shown extreme ruthlessness. Chapter 4 Section 4a A person who commits criminal acts as defined in Chapters 3, 4 or 6 [for example assault and unlawful threat] against another person with whom they have or have had, a close relationship shall, if the acts form a part of an element in a repeated violation of that person s integrity and suited to severely damage that person s self-confidence, be convicted of gross violation of integrity and sentenced to imprisonment for a minimum of six months and a maximum of six years. If the acts described in the first paragraph were committed by a man against a woman to whom he is, or has been, married or with whom he is, or has been cohabiting under circumstances comparable to marriage, he shall be convicted of gross violation of a woman s integrity and sentenced to the same punishment. Section 5 A person who raises a weapon against another or otherwise threatens to commit a criminal act, in such a manner that the nature thereof evokes in the threatened person a serious fear for the safety of his own or someone else's person or property, shall be convicted of unlawful threat and sentenced to pay a fine or to imprisonment for a maximum of one year. If the crime is gross, imprisonment for a minimum of six months and at most four years shall be imposed. (Law 1993:207) Chapter 6 Section 1 Whoever by abuse or otherwise by force or by threat of criminal act compels a person to sexual intercourse or to undertake or endure a sexual act which, because of the violation and the circumstances are otherwise comparable to sexual intercourse, shall be convicted of rape and sentenced to imprisonment for a minimum of two and a maximum of six years. The same applies to a person conducting sexual intercourse or a sexual act that under the first paragraph is comparable to sexual intercourse, by improper use of the person who because of unconsciousness, sleep, intoxication or other drug abuse, illness, injury or mental disorder or otherwise in view of the circumstances, is in a helpless state. If the offense referred to in the first or second paragraph should be considered less serious with regard to the circumstances of the crime, the offender shall be convicted of rape and sentenced to imprisonment for a maximum of four years. 930

410 If the offense referred to in the first or second paragraph is considered serious, the offender shall be convicted of aggravated rape and sentenced to imprisonment for a minimum of four and a maximum of ten years. In assessing whether the offense is grave, special consideration should be taken to whether violence or the threat was of a particularly serious nature or if more than one person assaulted the victim, or otherwise participated in the assault or the perpetrator with respect to the approach or otherwise exhibited particular ruthlessness or brutality. Law (1988:609) about representative for the injured party According to that law a representative for the injured party shall be appointed by the court, when the injured party has been exposed to, among other crimes, assault or sexual crimes. The representative receives his/her fee from the government/state. The representative shall assist the injured party during questioning before and during the court hearing and shall assist the injured party with claims for compensations. The representative is a lawyer. Law (1988:688) on contacting prohibiting In accordance with this law a no contact order can be issued against a person. A no contact order is a prohibition of direct or indirect physical, verbal, and/or written contact with another individual. Such orders are most commonly associated with family or household violence, stalking or sex offenses. No contact orders are primarily issued by the prosecutor but can be appealed to the court. Direct contact includes phone calls, letters, going within sight of the protected person, his/her residence, place of employment, or school. Non-physical contact includes, but is not limited to, telephone calls, mail, , fax and written notes. A no contact order can be issued if there, because of certain reasons, is a risk that someone will commit a crime against, persecute or in another way seriously harass the person who has sought the no contact order. When deciding if there are such risks it shall be considered if the person that shall be given the no contact order has committed crimes against some person s life, health, freedom or peace. Act (1982:316) prohibiting female genital mutilation The basic portal to the Law states that surgery of the female external genitalia in order to cripple them or make other permanent changes to them (Genital mutilation) should not be executed, regardless if consent to the surgery has been given or not. The penalty is imprisonment for a maximum four years. If the offense has resulted in death, serious illness, or failing that led to an extremely reckless behaviour, the penalty is imprisonment for up to ten years. 931

411 IV. Differences in legislative system Sweden versus other European countries There are big differences in the legislative systems between the European countries. In Sweden, the public prosecutor is obliged to prosecute in a court of law for all the crimes I have mentioned in this paper. That is not the case in all European countries, on the contrary. In some counties rape is not a case for the public prosecutor. In those cases the victim has to prosecute herself. In various European countries domestic violations are not a matter of public prosecution; the victim must take the case to court herself, if not the offender will go free. However the legislation differs greatly between the European countries; therefore it is not possible to give at brief summary on this topic. I would like to add some information about the European Union. There is no EUlegislation on social issues and consequently no legal ground for criminalising violations against women and children. However the EU parliament has adopted resolutions regarding violation against women. Most recently on the 5 of April 2011 Resolution on priorities and outline of a new EU policy framework to fight violence against women (2010/2209(INI). In that resolution the members of the European parliament ask for EU-directive against violations based on gender. The EU-parliament points out, among many other topics, the fact that rape and other forms of sexual abuse against women is a criminal act and shall therefore fall within public prosecution in all EU-countries and that the Member States must ensure that perpetrators are punished in accordance with the gravity of the crime. V. Different laws and Social programs in Sweden for minimizing domestic violation National centre for protection of women, NCK NCK is a knowledge and resource centre at Uppsala University working on issues of male violence against women, violence in same-sex relations and honor-related violence and oppression. Read more about education, research and development at the National Centre for Knowledge on Men at Kvinnofridslinjen - a national helpline (phone) Kvinnofridslinjen is a national helpline for those who have been subjected to threats and violence. Information can be found in many different languages on for example in English, Turkish and Arabic. Information in Turkish follows. On their website they describe what they can do like this: You or a relative or friend are welcome to call us. We never close and you call us for free no matter where you live in Sweden. Your call will not be visible on your phone bill. You can call 932

412 Kvinnofridslinjen if you want to talk to someone about your experience or if there is anything you want to ask. We who take your call are social workers or nurses who are accustomed to dealing with people in crisis or in distress. We maintain confidentiality and you can choose to remain anonymous. You just say what you want or can. Social Security Act The Social Security Act provides for the social services' responsibility. The social services should ensure that victims receive the support and assistance they need. The social welfare committee's tasks is to work for the victims of crime and their family receive support and help. The social welfare committee shall especially take in to account that women who are or have been subjected to violence or other abuse by relatives may be in need of help and support to change their situation. The social welfare committee shall also especially take in to account that children who have 933

Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; 1- Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Genç (Çocuk) Nüfus ( 0-14 yaş )

Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; 1- Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Genç (Çocuk) Nüfus ( 0-14 yaş ) Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; ülkelerin kalkınmasında, ülkenin dünyadaki etki alanını genişletmesinde potansiyel bir güç olarak önemli bir faktördür. Nüfusun potansiyel gücü, nüfus miktarı

Detaylı

Kadınlar kimsenin namusu değildir

Kadınlar kimsenin namusu değildir Kadınlar kimsenin namusu değildir Son dönemlerde medyada namus cinayetlerine sıkça rastlanmaya başlandı. Kadınlarımız vahşice öldürüldü. Bu tür insan hakları ihlallerinin yapıldığı olaylar karşısında sessiz

Detaylı

22 İL. Hane Ziyaretleri 2015 Raporu

22 İL. Hane Ziyaretleri 2015 Raporu 22 İL Hane Ziyaretleri 2015 Raporu 2015 yılı içerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunan 22 ilde 22864 kadın evlerinde ziyaret edilerek onlara aileleri, evlilikleri ve çocuklarıyla ilgili

Detaylı

Erken Yaşlardaki Evlilikler ve Gebelikler

Erken Yaşlardaki Evlilikler ve Gebelikler Erken Yaşlardaki Evlilikler ve Gebelikler Banu Akadlı Ergöçmen, Prof.Dr. İlknur Yüksel Kaptanoğlu, Doç.Dr. 20 Mart 2015 Erken Evlilik/Çocuk Yaşta Evlilik Çocuk yaşta evlilik, fiziksel, fizyolojik ve psikolojik

Detaylı

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ BASINA VE KAMUOYUNA Erkek egemen kapitalist sistemde kadınların en önemli sorunu 2011 yılında da kadına yönelik şiddet olarak yerini korudu. Toplumsal cinsiyetçi rolleri yeniden üreten kapitalist erkek

Detaylı

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü Kadına Şiddet Raporu 1 MİRBAD KENT TOPLUM BİLİM VE TARİH ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ KADINA ŞİDDET RAPORU BASIN BİLDİRİSİ KADIN SORUNU TÜM TOPLUMUN

Detaylı

T.C. AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI Trabzon Koza Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi PINAR ÖŞME PSİKOLOG

T.C. AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI Trabzon Koza Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi PINAR ÖŞME PSİKOLOG T.C. AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI Trabzon Koza Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi PINAR ÖŞME PSİKOLOG Mart - 2014 YASAL DÜZENLEMELER KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELE VE İLGİLİ ULUSAL VE ULUSLAR ARASI

Detaylı

İsyanım. Suskunluğumda. Şiddetin. Başucumda ŞİDDET VERİLERİ

İsyanım. Suskunluğumda. Şiddetin. Başucumda ŞİDDET VERİLERİ İsyanım Suskunluğumda Şiddetin Başucumda... 2014-2015 ŞİDDET VERİLERİ "Erkek şiddeti çetelesi"nden ne murat ettiğimize gelince: umarız çetelemiz kadın katline, fiziksel, psikolojik, cinsel şiddete karşı

Detaylı

Araştırma Notu 17/212

Araştırma Notu 17/212 Araştırma Notu 17/212 18 Mayıs 2017 15-19 YAŞ ARASINDAKİ 850 BİN GENÇ NE İŞGÜCÜNDE NE EĞİTİMDE Gökçe Uysal * ve Selin Köksal ** Yönetici Özeti 2014 ve 2015 Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak

Detaylı

Birleşmiş Milletler Kadın Mahpuslar için. Bangkok Yasaları El Rehberi

Birleşmiş Milletler Kadın Mahpuslar için. Bangkok Yasaları El Rehberi Birleşmiş Milletler Kadın Mahpuslar için Bangkok Yasaları El Rehberi Dünya çapında hapishanelerde mahkûmiyeti takiben veya suçsuzluğunun ispatı için duruşma bekleyen bir buçuk milyondan fazla kadın bulunmaktadır.

Detaylı

Araştırma Notu 16/202

Araştırma Notu 16/202 Araştırma Notu 16/202 20 Aralık 2016 ÇOCUKLARA KİM BAKIYOR? KADIN İŞGÜCÜNE KATILIMI VE TOPLUMSAL CİNSİYET Hande Paker ve Gökçe Uysal Yönetici Özeti Bu araştırma notunda çocuk bakımıyla ilgili çeşitli görevlerin

Detaylı

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ 445 TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ Aydeniz ALİSBAH TUSKAN* 1 İnsanların bir biçimde sınıflanarak genel kategoriler oturtulması sonucunda ortaya çıkan kalıplar ya da bir

Detaylı

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ Sayfa 1 Gözden Geçirme Notları 2010 Yılı Gençlerin İşsizlik ve İstihdam İstatistikleri İstatistik Kurumu (TÜİK) Hanehalkı İşgücü İstatistikleri veri tabanı 2010 yılı sonuçlarına göre ülkemizde gençlerin

Detaylı

Araştırma Notu 18/229

Araştırma Notu 18/229 Araştırma Notu 18/229 18 Mayıs 2018 15-19 YAŞ ARASINDAKİ 700 BİN GENÇ NE İŞGÜCÜNDE NE EĞİTİMDE Gökçe Uysal * ve Yazgı Genç ** Yönetici Özeti 2012-2016 dönemine ait Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak

Detaylı

KRİMİNOLOJİ -I- 11 Aralık 2014 Suçun Ölçümü 2. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

KRİMİNOLOJİ -I- 11 Aralık 2014 Suçun Ölçümü 2. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ KRİMİNOLOJİ -I- Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU tuba.topcuoglu@gmail.com 11 Aralık 2014 Suçun Ölçümü 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ SUÇUN ÖLÇÜMÜNDE KAYNAKLAR Resmi suç istatistikleri: Polis istatistikleri

Detaylı

22 İL Hane Ziyaretleri-2015 Sonuçları. Katılan kişi sayısı: 22864

22 İL Hane Ziyaretleri-2015 Sonuçları. Katılan kişi sayısı: 22864 22 İL Hane Ziyaretleri-2015 Sonuçları Katılan kişi sayısı: 22864 Görüşmenin yapıldığı dil Sayı % Türkçe 19562 85,6 Kürtçe 3252 14,2 Zazaca 15 0,1 Arapça 35 0,2 Rusça 0 0,0 Farsça 0 0,0 Diğer 0 0,0 Toplam

Detaylı

Nitekim işsizlik, ülkemizin çözümlenemeyen sorunları arasında baş sırada yer alıyor.

Nitekim işsizlik, ülkemizin çözümlenemeyen sorunları arasında baş sırada yer alıyor. Ekonomi İyileşiyor, İşsizlik Artıyor Hande UZUNOĞLU Şubat ayında Türkiye İstatistik Kurumu nun yayınladığı hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarının ardından işsizlik yine Türkiye nin gündemine yerleşti.

Detaylı

DANIŞMANLIK TEDBİRİ UYGULAMALARI ÇOCUK TANIMA FORMU

DANIŞMANLIK TEDBİRİ UYGULAMALARI ÇOCUK TANIMA FORMU DANIŞMANLIK TEDBİRİ UYGULAMALARI ÇOCUK TANIMA FORMU ADI- SOYADI T.C. KİMLİK NUMARASI DOSYA NUMARASI İLK GÖRÜŞME TARİHİ Çocukla İlgili Genel Bilgiler Hukuki statüsü Suça Sürüklenen Mağdur Tanık Korunmaya

Detaylı

Kadına YÖNELİK ŞİDDET ve Ev İçİ Şİddetİn Mücadeleye İlİşkİn. Sözleşmesi. İstanbul. Sözleşmesİ. Korkudan uzak Şİddetten uzak

Kadına YÖNELİK ŞİDDET ve Ev İçİ Şİddetİn Mücadeleye İlİşkİn. Sözleşmesi. İstanbul. Sözleşmesİ. Korkudan uzak Şİddetten uzak Kadına YÖNELİK ŞİDDET ve Ev İçİ Şİddetİn Önlenmesİ ve Bunlarla Mücadeleye İlİşkİn Avrupa Konseyİ Sözleşmesİ İstanbul Sözleşmesi Korkudan uzak Şİddetten uzak BU SÖZLEŞMENİN AMACI Avrupa Konseyi nin, kadınlara

Detaylı

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ CİNSİYET TEMELLİ AYRIMCILIK VE TOPLUMDA KADININ YERİ ONLİNE KİTAPÇIĞI Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Gençlik Topluluğu 2015-2016 İÇİNDEKİLER 1. Giriş 2. Kadın Dostu Akdeniz

Detaylı

Araştırma Notu 16/191

Araştırma Notu 16/191 Araştırma Notu 16/191 7 Mart 2016 REİSİ KADIN OLAN 1,2 MİLYON HANE YOKSUNLUK İÇİNDE YAŞIYOR Gökçe Uysal * ve Mine Durmaz ** Yönetici özeti Gerek toplumsal cinsiyet eşitliği gerekse gelecek nesillerin fırsat

Detaylı

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ KADINLARA DESTEK MEKANİZMALARI ONLİNE KİTAPÇIĞI Akdeniz Üniversitesi Uluslararası Gençlik Topluluğu 2015-2016 İÇİNDEKİLER 1. Giriş 2. Kadın Dostu Akdeniz Projesi 3. Projenin

Detaylı

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1 İşgücü Piyasasında Gelişmeler: 04-06 Döneminde lar ve lerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? KEİG Platformu Türkiye de kadınların işgücüne ve istihdama katılım oranları benzer gelişmişlik seviyesindeki

Detaylı

TÜRKİYE DE KADIN VE ŞİDDET Bilgi, Algı ve Davranış Araştırması. Kasım, 2014

TÜRKİYE DE KADIN VE ŞİDDET Bilgi, Algı ve Davranış Araştırması. Kasım, 2014 TÜRKİYE DE KADIN VE ŞİDDET Bilgi, Algı ve Davranış Araştırması Kasım, 2014 ANAR, ISO 20252 ve GAB (Güvenilir Araştırma Belgesi) sahibidir ve tüm iş süreçlerinde ISO 20252 ve GAB standartlarına uygun hizmet

Detaylı

KRİMİNOLOJİ Mayıs 2015 Gelişimsel Teoriler. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

KRİMİNOLOJİ Mayıs 2015 Gelişimsel Teoriler. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ KRİMİNOLOJİ -2- Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU tuba.topcuoglu@gmail.com 21 Mayıs 2015 Gelişimsel Teoriler İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ GELİŞİMSEL YAŞAM BOYU TEORİLERİ Geleneksel olarak kriminolojideki

Detaylı

GENEL SOSYOEKONOMİK GÖRÜNÜM

GENEL SOSYOEKONOMİK GÖRÜNÜM GENEL SOSYOEKONOMİK GÖRÜNÜM 2014 yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayımı na göre Afyonkarahisar ın nüfusu 706.371 dir ve ülke genelinde 31. sıradadır. Bu nüfusun 402.241 i il ve ilçe merkezlerinde, 304.130 u ise

Detaylı

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25). Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25). Tarihsel süreç içinde aile kavramının tanımı, yapısı, türleri

Detaylı

Türkiye de Doğurganlık Tercihleri

Türkiye de Doğurganlık Tercihleri 2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması İleri Analiz Çalışması Türkiye de Doğurganlık Tercihleri Dr. Pelin Çağatay Melike Saraç Emre İlyas Prof. Dr. A. Sinan Türkyılmaz 10 Eylül 2015, Hilton Oteli, Ankara

Detaylı

Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler

Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler 9 Kasım 2010 Nobody s Unpredictable Çalışmanın Amacı 2010 Ipsos Türkiye de boşanma, ayrılık, ya da vefat nedeniyle ebeveynlerden birinin yokluğunun psikolojik ekonomik

Detaylı

14. ULUSAL HALK SAĞLIĞI KONGRESİ, 4-7 EKİM 2011 P220 CEZAEVİNDE BULUNAN MAHKÛMLARIN İLKYARDIM BİLGİ DÜZEYLERİ

14. ULUSAL HALK SAĞLIĞI KONGRESİ, 4-7 EKİM 2011 P220 CEZAEVİNDE BULUNAN MAHKÛMLARIN İLKYARDIM BİLGİ DÜZEYLERİ P220 CEZAEVİNDE BULUNAN MAHKÛMLARIN İLKYARDIM BİLGİ DÜZEYLERİ SÜMBÜLE KÖKSOY, EMİNE ÖNCÜ, ŞENAY ŞERMET, MEHMET ALİ SUNGUR Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu sumbulekoksoy@gmail.com Bildiri Konusu:

Detaylı

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR Bilgi Notu-2: Cinsel Suç Mağduru Çocuklar Yazan: Didem Şalgam, MSc Katkılar: Prof. Dr. Münevver Bertan, Gülgün Müftü, MA, Adem ArkadaşThibert, MSc MA İçindekiler Grafik Listesi...

Detaylı

DEĞERLENDİRME NOTU: Mehmet Buğra AHLATCI Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, Sosyolog

DEĞERLENDİRME NOTU: Mehmet Buğra AHLATCI Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, Sosyolog DEĞERLENDİRME NOTU: Mehmet Buğra AHLATCI Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, Sosyolog KONYA KARAMAN BÖLGESİ İNTİHAR RAPORU 24. 09.2014 GİRİŞ: En basit anlamda insanın kendi

Detaylı

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek Tarih: 19.01.2013 Sayı: 2014/01 İSMMMO dan Türkiye nin Yaratıcı Geleceği / Y Kuşağı Raporu Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek İSMMMO nun Türkiye nin Yaratıcı Geleceği / Y Kuşağı adlı

Detaylı

KALKINMANIN SÜREKLİLİĞİ KALİTELİ BEŞERİ SERMAYE İLE MÜMKÜN

KALKINMANIN SÜREKLİLİĞİ KALİTELİ BEŞERİ SERMAYE İLE MÜMKÜN 2016 TEMMUZ AĞUSTOS - SEKTÖREL KALKINMANIN SÜREKLİLİĞİ KALİTELİ BEŞERİ SERMAYE İLE MÜMKÜN Bilişim teknolojilerinin ucuzlaması ve yaygınlaşması bilgi akışını hızlandırdı. Bunun sonucunda da yoğun bilgi

Detaylı

ÖĞLE ARASI 12:00 13:45

ÖĞLE ARASI 12:00 13:45 SEMPOZYUM PROGRAMI 07 Ekim 2011 Cuma 09:00 10:30 Açılış Protokol Konuşmaları Bursa Emniyet Müdürlüğü TSE Kalite Belge Töreni KAHVE ARASI 10:30 10:45 1. OTURUM 07 Ekim 2011 Cuma 10:45 12:00 SUÇ ÖNLEME POLİTİKALARININ

Detaylı

Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması

Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Algısı Araştırması Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Çalışmaları Araştırma Merkezi Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Algısı Araştırması Kantitatif Araştırma Özeti

Detaylı

KRİMİNOLOJİ -2- Nisan 2016, Damgalama Teorisi. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

KRİMİNOLOJİ -2- Nisan 2016, Damgalama Teorisi. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ KRİMİNOLOJİ -2- Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU tuba.topcuoglu@gmail.com Nisan 2016, Damgalama Teorisi İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DAMGALAMA (ETİKETLEME) TEORİSİ Sosyal gruplar, ihlal edilmesi durumunda

Detaylı

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI.

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI. DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI İletişim: www.yorsam.org Prof. Dr. Selahattin Yazıcıoğlu Cd. Karakoç Plaza

Detaylı

- Dünya'da aile içi şiddet: - Yanlış İnanış: "Aile içi şiddet sanıldığı kadar yaygın değildir."

- Dünya'da aile içi şiddet: - Yanlış İnanış: Aile içi şiddet sanıldığı kadar yaygın değildir. - Yanlış İnanış: "Aile içi şiddet sanıldığı kadar yaygın değildir." - Gerçek: Dünya üzerinde her ırk ve ülkeden dört aileden birinde aile içi şiddet görülür. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun yaptırdığı

Detaylı

KORKMADAN ÖĞRENMEK OKUL ve OKUL ÇEVRESİ GÜVENLİĞİ

KORKMADAN ÖĞRENMEK OKUL ve OKUL ÇEVRESİ GÜVENLİĞİ 06 KORKMADAN ÖĞRENMEK OKUL ve OKUL ÇEVRESİ GÜVENLİĞİ ULUSLARARASI STRATEJİK ARAŞTIRMALAR KURUMU Sosyal Araştırmalar Merkezi USAK RAPOR NO: 11-06 Dilek Karal Eylül 2011 Korkmadan Öğrenmek: Okul ve Okul

Detaylı

Manisa İl merkezinde Yaşayan Kadınların Aile İçi Şiddete İlişkin Görüşleri, Deneyimleri ve Etkileyen Faktörler

Manisa İl merkezinde Yaşayan Kadınların Aile İçi Şiddete İlişkin Görüşleri, Deneyimleri ve Etkileyen Faktörler Manisa İl merkezinde Yaşayan Kadınların Aile İçi Şiddete İlişkin Görüşleri, Deneyimleri ve Etkileyen Faktörler Celal Bayar Üniversitesi kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (CBÜKAM) Araştırmanın

Detaylı

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar Dt. Evin Toker dtevintoker@gmail.com Şiddet Nedir? Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti; fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir

Detaylı

Araştırma Notu 14/163

Araştırma Notu 14/163 g Araştırma Notu 14/163 7 Mart 2014 REİSİ KADIN OLAN HER DÖRT HANEDEN BİRİ YOKSUL Gökçe Uysal * ve Mine Durmaz ** Yönetici özeti Gerek toplumsal cinsiyet eşitliği gerekse gelecek nesillerin fırsat eşitliği

Detaylı

Araştırma Notu 15/176

Araştırma Notu 15/176 Araştırma Notu 15/176 3 Şubat 2015 57 BİN ÇOCUK HAFTADA 40 SAATTEN UZUN ÇALIŞIYOR Gökçe Uysal, Melike Kökkızıl ** Yönetici Özeti 2012 Çocuk İşgücü Anketi verileri Türkiye'de 292 bin çocuğun hala ekonomik

Detaylı

LOJİSTİK SEKTÖRÜNDE KADIN

LOJİSTİK SEKTÖRÜNDE KADIN LOJİSTİK UYGULAMALARI VE ARAŞTIRMALARI MERKEZİ LOJİSTİK SEKTÖRÜNDE KADIN Şubat, 2013 Fikri Mülkiyet Hakları Saklıdır ÇALIŞMA EKİBİ Bülent TANLA (Danışman) Prof. Dr. Okan TUNA (Koordinatör) Öğr. Gör. Aslıhan

Detaylı

KRİMİNOLOJİ -I- Yrd.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU 10 Aralık 2015 Suçun Ölçümü 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

KRİMİNOLOJİ -I- Yrd.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU 10 Aralık 2015 Suçun Ölçümü 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ KRİMİNOLOJİ -I- Yrd.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU tuba.topcuoglu@gmail.com 10 Aralık 2015 Suçun Ölçümü 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ SUÇUN ÖLÇÜMÜNDE KAYNAKLAR Resmi suç istatistikleri: Polis istatistikleri

Detaylı

Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi

Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi Aile İçi Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri 1 Öğrenim Hedefleri Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının, yaşam dönemlerine göre kadın sağlığına olan etkilerini açıklar, Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile kadına

Detaylı

DOĞURGANLIĞI BELİRLEYEN DİĞER ARA DEĞİŞKENLER 7

DOĞURGANLIĞI BELİRLEYEN DİĞER ARA DEĞİŞKENLER 7 DOĞURGANLIĞI BELİRLEYEN DİĞER ARA DEĞİŞKENLER 7 Banu Akadlı Ergöçmen ve Mehmet Ali Eryurt Bu bölümde gebeliği önleyici yöntem kullanımı dışında kadının gebe kalma riskini etkileyen temel faktörler incelenmektedir.

Detaylı

City Security Group STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI

City Security Group STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI City Security Group STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI Ağustos 2013 Araştırma Künyesi PROJE ADI ARAŞTIRMA EVRENİ AMAÇ SAHA ÇALIŞMASI ÖRNEKLEM SAYISI CSG STADYUM GÜVENLİĞİ ARAŞTIRMASI İstanbul da Yaşayan 18

Detaylı

Şiddete. Gürcan Banger. 15 Ocak 2007

Şiddete. Gürcan Banger. 15 Ocak 2007 Kadına Yönelik Y Şiddete Hayır! Stop Violence Against Women! Gürcan Banger 15 Ocak 2007 Neden İngilizce? Bu sunumun başlığının bir bölümünün İngilizce bir cümle içerdiğini fark ettiniz. Lütfen bunu, bir

Detaylı

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar Sosyoloji Konular ve Sorunlar Ontoloji (Varlık) Felsefe Aksiyoloji (Değer) Epistemoloji (Bilgi) 2 Felsefe Aksiyoloji (Değer) Etik Estetik Hukuk Felsefesi 3 Bilim (Olgular) Deney Gözlem Felsefe Düşünme

Detaylı

Türkiye nin Nüfus Özellikleri ve Dağılışı

Türkiye nin Nüfus Özellikleri ve Dağılışı Türkiye nin Nüfus Özellikleri ve Dağılışı 1 Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Nüfus miktarı kadar önem taşıyan bir başka kriter de nüfusun yaş yapısıdır. Çünkü, yaş grupları nüfusun genel yapısı ve

Detaylı

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI Uluslararası Arka Plan Uluslararası Arka Plan Birleşmiş Milletler - CEDAW Avrupa Konseyi - Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Detaylı

Nüfus ve Kalkınma İlişkisi: Türkiye (TÜİK'in Yeni Nüfus Projeksiyonları Işığında)

Nüfus ve Kalkınma İlişkisi: Türkiye (TÜİK'in Yeni Nüfus Projeksiyonları Işığında) (TÜİK'in Yeni Nüfus Projeksiyonları Işığında) ESAGEV - Ekonomik ve Sosyal Düşünce Araştırma Geliştirme Vakfı www.esagev.org iletisim@esagev.org +90 (312) 750 00 00 Oğuzlar Mh. 1397. Sokak No: 11/1 Balgat,

Detaylı

KONYA-KARAMAN YAŞAM MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRMESİ

KONYA-KARAMAN YAŞAM MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRMESİ DEĞERLENDİRME NOTU: Yasemin KARADENİZ YILMAZ Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, İstatistikçi KONYA-KARAMAN YAŞAM MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRMESİ 27.06.2014 DEĞERLENDİRME NOTU:

Detaylı

YAŞAM BOYU DÖNEMLERİNE GÖRE KADIN CİNSİYETİNİN KARŞILAŞTIĞI SORUNLAR / OLAYLAR

YAŞAM BOYU DÖNEMLERİNE GÖRE KADIN CİNSİYETİNİN KARŞILAŞTIĞI SORUNLAR / OLAYLAR Bir insan hakları ihlali olan kadına yönelik şiddet gelir, eğitim düzeyi fark etmeksizin farklı toplum ve kültürlerin yaşadığı ortak bir sorundur ve dünyadaki bütün kadınlar kocaları, babaları, kardeşleri

Detaylı

DEMİRYOLU YAPIM VE İŞLETİM PERSONELİNİN KURUMA YÖNELİK AİDİYET VE İŞ MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRME RAPORU

DEMİRYOLU YAPIM VE İŞLETİM PERSONELİNİN KURUMA YÖNELİK AİDİYET VE İŞ MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRME RAPORU DEMİRYOLU YAPIM VE İŞLETİM PERSONELİNİN KURUMA YÖNELİK AİDİYET VE İŞ MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRME RAPORU Hazırlayanlar: Yrd. Doç. Dr. M. Deniz Giray Yrd. Doç. Dr. Duygu Güngör İzmir Üniversitesi Fen-Edebiyat

Detaylı

2 MART 2017 SUNUŞ VE SİNEVİZYON GÖSTERİMİ: (17:00-17:15) AÇILIŞ KONUŞMALARI: (17:15-18:30) Yılmaz ÇOLAK Polis Akademisi Başkanı

2 MART 2017 SUNUŞ VE SİNEVİZYON GÖSTERİMİ: (17:00-17:15) AÇILIŞ KONUŞMALARI: (17:15-18:30) Yılmaz ÇOLAK Polis Akademisi Başkanı PROGRAM 2 MART 2017 SUNUŞ VE SİNEVİZYON GÖSTERİMİ: (17:00-17:15) AÇILIŞ KONUŞMALARI: (17:15-18:30) Yılmaz ÇOLAK Başkanı Selami ALTINOK Emniyet Genel Müdürü Fatma Betül SAYAN KAYA (Teşrifleri halinde) Aile

Detaylı

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABALAR ve ERGENLER

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABALAR ve ERGENLER rt O ku ao l ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI BABALAR ve ERGENLER PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ - OCAK 2013 Babalar ve Ergenler Evet, yanlış duymadınız! Bu ayki bültenimizde ergenlerin gizli kahramanlarından

Detaylı

Diyarbakır da Anayasa Değişiklik Paketi ve Referandum Algısı. 10 Ağustos 2010 Diyarbakır

Diyarbakır da Anayasa Değişiklik Paketi ve Referandum Algısı. 10 Ağustos 2010 Diyarbakır Diyarbakır da Anayasa Değişiklik Paketi ve Referandum Algısı 10 Ağustos 2010 Diyarbakır 2 DİYARBAKIR DA ANAYASA DEĞİŞİKLİK PAKETİ VE REFERANDUM ALGISI 10 Ağustos 2010 Doç. Dr. Behçet Oral Doç. Dr. İlhan

Detaylı

Grafik 9 - Lise ve Üzeri Eğitimlilerin Göç Edenler İçindeki Payları. Kaynak: TÜİK, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi

Grafik 9 - Lise ve Üzeri Eğitimlilerin Göç Edenler İçindeki Payları. Kaynak: TÜİK, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi İNSAN VE TOPLUM Ülke genelinde medyan yaş (medyan yaş / ortanca yaş; bir nüfus gurubunun yaşları, küçükten büyüğe doğru sıralandığında tam ortada kalan bireyin yaşıdır) 30,1 iken; Afyonkarahisar ve çevre

Detaylı

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI Prof. Dr. Nezih Güven (ODTÜ, Rektör Danışmanı) Doç. Dr. Ayşe Gündüz Hoşgör (ODTÜ,Sosyoloji Blm.) Y. Doç. Dr. Mustafa Şen (ODTÜ, Sosyoloji Bölümü) Bağlantı

Detaylı

Dezavantajlı Gruplar Psiko-Sosyal ve Manevi Bakım

Dezavantajlı Gruplar Psiko-Sosyal ve Manevi Bakım Dezavantajlı Gruplar Psiko-Sosyal ve Manevi Bakım Proje Yetkilisi Bekir Gerek Proje Yürütücüsü Fatıma Zeynep Belen - Dursun Açıkgül Proje Yürütücü Yardımcısı Adem Yıldırım Proje Araştırmacıları Öznur Özdoğan

Detaylı

Araştırma Notu 16/195

Araştırma Notu 16/195 Araştırma Notu 16/195 18 Mayıs 2016 HER ÜÇ GENÇTEN BİRİ EĞİTİMİNE DEVAM ETMİYOR Gökçe Uysal *, Melike Kökkızıl ** ve Selin Köksal *** Yönetici Özeti 2013 ve 2014 Hanehalkı İşgücü Anketi verileri kullanılarak

Detaylı

Katılımcının Yaşı n % 21-30 114 21.6 31-40 152 28.8 41-50 208 39.5 51+ 53 10.1 TOPLAM 527 100.0

Katılımcının Yaşı n % 21-30 114 21.6 31-40 152 28.8 41-50 208 39.5 51+ 53 10.1 TOPLAM 527 100.0 12 Eczacı Profili-1998-2007 II. 1998 ARAŞTIRMASI BULGULARI ll.l.toplumsal VE EKONOMİK ÖZELLİKLER Katılımcının Yaşı n % 21-30 114 21.6 31-40 152 28.8 41-50 208 39.5 51+ 53 10.1 TOPLAM 527 100.0 Tabloda

Detaylı

Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi. Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş

Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi. Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş Canlılar hayatta kalmak için güdülenmişlerdir İnsan hayatta kalabilmek

Detaylı

CİNSEL SALDIRILAR ACİL HEKİMİNİN SORUMLULUKLARI. Dr. Serhat KOYUNCU Gaziosmanpaşa Üniversitesi Acil tıp A.D

CİNSEL SALDIRILAR ACİL HEKİMİNİN SORUMLULUKLARI. Dr. Serhat KOYUNCU Gaziosmanpaşa Üniversitesi Acil tıp A.D CİNSEL SALDIRILAR ACİL HEKİMİNİN SORUMLULUKLARI Dr. Serhat KOYUNCU Gaziosmanpaşa Üniversitesi Acil tıp A.D Tanımlar Cinsel saldırı çeşitleri Yasal düzenlemeler Acil hekiminin sorumlulukları Cinsel saldırı,

Detaylı

Kadına Yönelik. Siddete Karsı. Uluslararası. Dayanısma Günü 25KASIM. Av. Selcen BAYÜN Stj. Av. Narin Ceren DİNÇER. 110 Hukuk Gündemi 2013/2

Kadına Yönelik. Siddete Karsı. Uluslararası. Dayanısma Günü 25KASIM. Av. Selcen BAYÜN Stj. Av. Narin Ceren DİNÇER. 110 Hukuk Gündemi 2013/2 Kadına Yönelik Siddete Karsı Uluslararası Dayanısma Günü 25KASIM Stj. Av. Selcen BAYÜN Stj. Av. Narin Ceren DİNÇER 110 Hukuk Gündemi 2013/2 İnsan Hakları herkes içindir; yalnız erkekler için değil. sözleri

Detaylı

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Çocuk; Kanuna göre reşit olma durumları hariç 18 yaş altı herkese çocuk denir. Çocuk bütün canlılar içinde en uzun süre bakımı, korunmayı ve sevgiyi gerektiren varlıktır. Bir toplumun ilerleyebilmesi ve

Detaylı

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4 ÜNİTE:1 Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2 Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3 Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4 Aile ve Toplumsal Gruplar ÜNİTE:5 1 Küreselleşme ve Ekonomi

Detaylı

Kadın Olmak? Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN

Kadın Olmak? Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN Kadın Olmak? Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN Sadece kadın olmak konusunu anlatmak eksik kalır Erkek ve kadın olarak anlatmak gerekir. Üreme ve neslin devamı erkek ve dişi ile gerçekleşir. Kadının Toplumdaki

Detaylı

TABLOLAR ŞEKİLLER KISALTMALAR ÖN SÖZ SUNUŞ BÖLGELER VE İLLER HARİTASI 27

TABLOLAR ŞEKİLLER KISALTMALAR ÖN SÖZ SUNUŞ BÖLGELER VE İLLER HARİTASI 27 İÇİNDEKİLER TABLOLAR... 10 ŞEKİLLER... 14 KISALTMALAR... 16 ÖN SÖZ... 19 SUNUŞ... 23 BÖLGELER VE İLLER HARİTASI 27 Bölüm 1. Giriş İlknur Yüksel-Kaptanoğlu ve Ş. Arm ağan Tarım 31 1.1. Kadına yönelik şiddetle

Detaylı

NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI - SONUÇ RAPORU RAŞTIRMASI - S

NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI - SONUÇ RAPORU RAŞTIRMASI - S NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI RAŞTIRMASI - S V.01A - 18 HAZİRANH 2004 - SONUÇ RAPORU Nükleer Silahlar Araştırması - Sonuç Raporu v.01a - 18 Haziran 2004 Proje Ekibi Güçlü Atılgan Proje Sorumlusu Infakto

Detaylı

DENİZLİ İLİ ÇALIŞAN NÜFUSUN İÇME SUYU TERCİHLERİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER. PAÜ Tıp Fak. Halk Sağlığı A.D Araş. Gör. Dr. Ayşen Til

DENİZLİ İLİ ÇALIŞAN NÜFUSUN İÇME SUYU TERCİHLERİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER. PAÜ Tıp Fak. Halk Sağlığı A.D Araş. Gör. Dr. Ayşen Til DENİZLİ İLİ ÇALIŞAN NÜFUSUN İÇME SUYU TERCİHLERİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER PAÜ Tıp Fak. Halk Sağlığı A.D Araş. Gör. Dr. Ayşen Til Su; GİRİŞ ekosisteminin sağlıklı işlemesi, insanların sağlığı ve yaşamının

Detaylı

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı ANKARA 2018 2 İçindekiler Sayfa 1. Giriş ve Amaç... 4 2. Gereç ve Yöntem... 4 2.1. Araştırmanının Türü ve Örneklem...

Detaylı

KANADA TASLAK VİZE BAŞVURU FORMU

KANADA TASLAK VİZE BAŞVURU FORMU KANADA TASLAK VİZE BAŞVURU FORMU Bu formdaki cevaplarınız birebir konsolosluk sistemine işlenmektedir. Konsolosluk memuru verilen cevaplar ve sunulan evrakları karşılaştırarak başvurunuzu değerlendirmektedir.

Detaylı

Ruhsal Travma Değerlendirme Formu. APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır

Ruhsal Travma Değerlendirme Formu. APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır Ruhsal Travma Değerlendirme Formu APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır A. SOSYODEMOGRAFİK BİLGİLER 1. Adı Soyadı:... 2. Protokol No:... 3. Başvuru Tarihi:...

Detaylı

Siirt İli İşgücü Piyasasında Nitelikli İşgücü İhtiyacı ve Mesleki Eğitim by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ

Siirt İli İşgücü Piyasasında Nitelikli İşgücü İhtiyacı ve Mesleki Eğitim by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT  ÜNİVERSİTESİ SİİRT İLİ İŞ GÜCÜ PİYASASINDA NİTELİKLİ İŞGÜCÜ İHTİYACI İNÖNÜ ÜNİRSİTESİ / FIRAT ÜNİRSİTESİ / ARDAHAN ÜNİRSİTESİ / SİİRT ÜNİRSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ İÇİNDEKİLER A-) İş Gücü Piyasası B-)

Detaylı

2014-2023 BÖLGE PLANI SÜRECİ. Bursa Sosyal Yapı Özel İhtisas Komisyonu Çalışmaları 28.05.2013 Merinos Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi

2014-2023 BÖLGE PLANI SÜRECİ. Bursa Sosyal Yapı Özel İhtisas Komisyonu Çalışmaları 28.05.2013 Merinos Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi 2014-2023 BÖLGE PLANI SÜRECİ Bursa Sosyal Yapı Özel İhtisas Komisyonu Çalışmaları 28.05.2013 Merinos Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi Küreselleşme Küresel ekonominin bütünleşmesi Eşitsiz büyüme Ekonomik

Detaylı

KRİMİNOLOJİ -I- 18 Aralık 2014 Suçun Ölçümü 3. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

KRİMİNOLOJİ -I- 18 Aralık 2014 Suçun Ölçümü 3. Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ KRİMİNOLOJİ -I- Yar.Doç.Dr. Tuba TOPÇUOĞLU tuba.topcuoglu@gmail.com 18 Aralık 2014 Suçun Ölçümü 3 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ SUÇUN ÖLÇÜMÜNDE KAYNAKLAR Resmi suç istatistikleri: Polis istatistikleri

Detaylı

İçindekiler Teşekkür 7 Tablolar ve Grafikler Listesi 15 GİRİŞ 19 BİRİNCİ BÖLÜM SAPMA, SUÇ VE KRİMİNOLOJİ KAVRAMLARI I. SAPMA, SUÇ VE KRİMİNOLOJİ

İçindekiler Teşekkür 7 Tablolar ve Grafikler Listesi 15 GİRİŞ 19 BİRİNCİ BÖLÜM SAPMA, SUÇ VE KRİMİNOLOJİ KAVRAMLARI I. SAPMA, SUÇ VE KRİMİNOLOJİ İçindekiler Teşekkür 7 Tablolar ve Grafikler Listesi 15 GİRİŞ 19 BİRİNCİ BÖLÜM SAPMA, SUÇ VE KRİMİNOLOJİ KAVRAMLARI I. SAPMA, SUÇ VE KRİMİNOLOJİ KAVRAMLARI 21 A. Sapma (Deviance) 21 B. Suç (Crime) 23 C.

Detaylı

tepav Nisan2011 N DEĞERLENDİRMENOTU 2008 Krizinin Kadın ve Erkek İşgücüne Etkileri Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

tepav Nisan2011 N DEĞERLENDİRMENOTU 2008 Krizinin Kadın ve Erkek İşgücüne Etkileri Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı DEĞERLENDİRMENOTU Nisan2011 N201127 tepav Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Ayşegül Dinççağ 1 Araştırmacı, Ekonomi Etütleri Hasan Çağlayan Dündar 2 Araştırmacı, Ekonomi Etütleri 2008 Krizinin

Detaylı

SURİYELİ KADIN ve KIZ ÇOCUKLARI İÇİN GÜVENLİ ALANLAR PROJESİ Merkezlerimize ve etkinliklerimize ilişkin bazı fotoğraflar

SURİYELİ KADIN ve KIZ ÇOCUKLARI İÇİN GÜVENLİ ALANLAR PROJESİ Merkezlerimize ve etkinliklerimize ilişkin bazı fotoğraflar SURİYELİ KADIN ve KIZ ÇOCUKLARI İÇİN GÜVENLİ ALANLAR PROJESİ Merkezlerimize ve etkinliklerimize ilişkin bazı fotoğraflar 1 2 3 4 5 PROJE KAPSAMINDA GERÇEKLEŞTIRILEN ETKINLIKLER ÇOCUK YAŞTA EVLİLİKLER PANELİ

Detaylı

81 İl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi Ülker Şener & Hülya Demirdirek

81 İl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi Ülker Şener & Hülya Demirdirek 81 İl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi Ülker Şener & Hülya Demirdirek TEPAV, 2014 2 Neden bu çalışmaya ihtiyaç duyduk? Kadınların durumunu il düzeyinde ortaya koyacak cinsiyete duyarlı verinin

Detaylı

Saygının Hakim Olduğu Bir Çalışma Ortamı İlkesi

Saygının Hakim Olduğu Bir Çalışma Ortamı İlkesi Saygının Hakim Olduğu Bir Çalışma Ortamı İlkesi İlke Beyanı: 3M çalışma ortamındaki herkes, kendisine saygıyla davranılmasını hak eder. Saygı göstermek, her bir kişiye eşsiz yetenekleri, geçmişi ve bakış

Detaylı

Proje: COMPASS 510858-LLP-1-AT-LEONARDO-LMP. Proje hakkında açıklayıcı bilgiler

Proje: COMPASS 510858-LLP-1-AT-LEONARDO-LMP. Proje hakkında açıklayıcı bilgiler Proje: COMPASS 510858-LLP-1-AT-LEONARDO-LMP Proje hakkında açıklayıcı bilgiler Bu anketin amacı, niteliksel bilgilerin toplanıp, belirli formlarda yardım ve ihtiyacı olan, 15-25 yaş arası göçmen yada farklı

Detaylı

Kayıtdışı İstihdama Dair Yanıtlanmayı Bekleyen Bazı Sorular

Kayıtdışı İstihdama Dair Yanıtlanmayı Bekleyen Bazı Sorular PLATFORM NOTU'15 / P-3 Yayınlanma Tarihi: 05.02.2015 * Kayıtdışı İstihdama Dair Yanıtlanmayı Bekleyen Bazı Sorular Cem Başlevent 1 YÖNETİCİ ÖZETİ Son yıllarda yaşanan olumlu gelişmelere rağmen, kayıtdışı

Detaylı

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE YÖNELMEDE AİLENİN VE BRANŞ SEÇİMİNDE CİNSİYETİN ROLÜ

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE YÖNELMEDE AİLENİN VE BRANŞ SEÇİMİNDE CİNSİYETİN ROLÜ ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE YÖNELMEDE AİLENİN VE BRANŞ SEÇİMİNDE CİNSİYETİN ROLÜ Kamil AKBAYIR Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Ortaöğretim Fen ve Matematik Alanları Eğitimi A.B.D., VAN ÖZET: Bu çalışmada,

Detaylı

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI DAYANIŞMA GÜNÜ

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI DAYANIŞMA GÜNÜ 25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI DAYANIŞMA GÜNÜ BODRUM KENT KONSEYİ KADIN MECLİSİ 25 KASIM KADINLARA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN BÜLTENİ: Mirabel kız kardeşler,

Detaylı

Dünya Nüfus Günü, 2013

Dünya Nüfus Günü, 2013 Sayı: 13663 Dünya Nüfus Günü, 2013 11 Temmuz 2013 Saat: 10:00 Dünya Nüfus Günü nün bu yılki teması Ergen Gebeliği olarak belirlendi Türkiye İstatistik Kurumu, 2012 yılından itibaren özel günlerde (8 Mart

Detaylı

Araştırma Notu 16/190

Araştırma Notu 16/190 Araştırma Notu 16/190 ASGARİ ÜCRET ETKİSİ GENÇLERDE VE KADINLARDA YOĞUNLAŞIYOR Seyfettin Gürsel * Gökçe Uysal ve Melike Kökkızıl Yönetici Özeti Bu araştırma notunda Ocak 2016'dan itibaren geçerli olan

Detaylı

Çok Yönlü ve Kapsamlı Ele Alınması Gereken Bir Konu

Çok Yönlü ve Kapsamlı Ele Alınması Gereken Bir Konu DERYA BAKBAK, KADEM GAZİANTEP TEMSİLCİLİĞİNİN DÜZENLEDİĞİ KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN TÜ Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma

Detaylı

Sosyal hizmetler bölümü staj yerleri sosyal hizmet / sosyal hizmetler bölümü öğrencileri nerelerde staj yapılabilir?

Sosyal hizmetler bölümü staj yerleri sosyal hizmet / sosyal hizmetler bölümü öğrencileri nerelerde staj yapılabilir? Sosyal hizmetler bölümü staj yerleri sosyal hizmet / sosyal hizmetler bölümü öğrencileri nerelerde staj yapılabilir? Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal

Detaylı

ADANA İLİ EĞİTİM DURUMU RAPORU

ADANA İLİ EĞİTİM DURUMU RAPORU ADANA İLİ EĞİTİM DURUMU RAPORU Ağustos 2013, Adana Hazırlayanlar Doç. Dr. Sedat UÇAR, Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tuba DEMİRCİOĞLU, Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Mehmet Akif Davarcı;

Detaylı

SON BEŞ YIL ŞİDDET VERİLERİ

SON BEŞ YIL ŞİDDET VERİLERİ SON BEŞ YIL ŞİDDET VERİLERİ Yapılan basın taraması ve Mezarlıklar Şube Müdürlüğünden alınan bilgiler doğrultusunda son 5 yılda (11-15 Kasım) Diyarbakır da; kadın dövülerek, bıçaklanarak, boğularak ve silahla

Detaylı

Özet Değerlendirme 1

Özet Değerlendirme 1 Özet Değerlendirme 1 SURİYELİ MÜLTECİ HAYATLAR MONİTÖRÜ ÇALIŞMANIN KAPSAMI İNGEV ve Ipsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü işbirliğinde hazırlanan Mülteci Hayatlar Monitörü, Türkiye de kamp dışında yaşayan

Detaylı

TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU. Edirne Bölge Müdürlüğü

TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU. Edirne Bölge Müdürlüğü Cinsiyete göre çocuk nüfusu, 214 9.. Türkiye nüfusunun %29,4 ünü çocuk nüfusu oluşturmaktadır. 8.. 77 695 94 7.. 6.. 5.. 4.. 3.. 2.. 1.. 22 838 482 (%29,4) 11 725 257 (%15,1) 11 113 225 (%14,3) Türkiye

Detaylı

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Konusunda Sağlanan Gelişmelerde Hukukun Rolü Deniz ÇELİK *

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Konusunda Sağlanan Gelişmelerde Hukukun Rolü Deniz ÇELİK * Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Konusunda Sağlanan Gelişmelerde Hukukun Rolü Deniz ÇELİK * Şiddet toplumun her kesiminde karşımıza çıkan bir sorun olduğu gibi kadın ve erkek eşitsizliğine

Detaylı

AİLE OKUL ÇOCUK İLİŞKİSİ AİLE-OKUL ÖĞRENCİ İLİŞKİSİ

AİLE OKUL ÇOCUK İLİŞKİSİ AİLE-OKUL ÖĞRENCİ İLİŞKİSİ AİLE-OKUL ÖĞRENCİ İLİŞKİSİ AİLE OKUL ÇOCUK İLİŞKİSİ Çocuğun gelişimde en önemli kaynak ailedir.çocuğun kalıtımla getirdiği özelliklerin ne kadar gelişeceği,nasıl biçimleneceği ve daha sonraki yılları nasıl

Detaylı

İş Yerinde Ruh Sağlığı

İş Yerinde Ruh Sağlığı İş Yerinde Ruh Sağlığı Yeni bir Yaklaşım Freud a göre, bir insan sevebiliyor ve çalışabiliyorsa ruh sağlığı yerindedir. Dünya Sağlık Örgütü nün tanımına göre de ruh sağlığı, yalnızca ruhsal bir rahatsızlık

Detaylı