ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2010

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2010"

Transkript

1 Eylül 2011 YAZ OKULU 2010 MIDDLE EAST SUMMER SCHOOL 2010 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

2 YAZ OKULU 2010 MIDDLE EAST SUMMER SCHOOL 2010 Eylül 2011 Hazırlayan: Seval KÖK Ankara - TÜRKİYE 2011 Bu raporun içeriğinin telif hakları a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

3 STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ Tarihçe Türkiye de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi () kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. Ortadoğu ya Bakış Ortadoğu nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ın Çalışmaları, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir., web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye de konuk edilmesini kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır.

4 İçindekiler Takdim Ortadoğu Yaz Okulu Ortadoğu da Rejim Güvenliği Nuri Yeşilyurt Ankara Üniversitesi U.İ.B Ortadoğu da Enerji Güvenliği Mete Göknel E. BOTAŞ Genel Müdürü Ortadoğu da Su Sorunu Ayşegül Kibaroğlu ODTÜ U.İ.B Ortadoğu Politikalarında Kürtler Erol Kurubaş Kırıkkale Üniversitesi U.İ.B Burak Karartı Dışişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi Ders Programı

5 TAKDİM olarak kuruluş yılımız olan 2009 dan bu yana Haziran veya Temmuz ayları içinde 15 gün süreli Ortadoğu Yaz Okulu Programı düzenlemekteyiz. Programa, Türkiye nin farklı illerinden, yaklaşık 50 değişik üniversiteden lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde öğrenciler ve değişik sektörlerde çalışan konu ile ilgili kişiler katılmaktadır. Öğrencilerin büyük çoğunluğu üniversitelerin uluslararası ilişkiler bölümünde olmak üzere sosyal bilimler alanındaki diğer bölümlerde eğitimlerini sürdürmektedir. Ortadoğu Yaz Okulu Programı, Ortadoğu konulu derslerden oluşan bir seminer şeklinde yürütülmektedir. Bu yıl 3.sü düzenlenen Ortadoğu Yaz Okulu Programı, 20 Haziran-1 Temmuz 2011 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Programda verilen dersler arasında; Dünyada ve Türkiye de Düşünce Kuruluşları, Türkiye nin Dış Politikasında Ortadoğu, ABD Dış Politikasında Ortadoğu, Arap Dünyasında Rejimler ve Değişim, Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları, İsrail, Filistin Meselesinin Temel Dinamikleri, Irak Türkmenleri, Ortadoğu Denkleminde Irak, İran da Siyasal Sistem Yapı ve İran ın Dış Politikası, Lübnan, Suriye, Ortadoğu da İslami Hareketler, Ortadoğu Ekonomileri, Kuzey Afrika ve Ortadoğu, Ortadoğu da Su Sorunu, Türkiye nin Orta Asya Politikası yer almaktadır. Ortadoğu bölgesi öğrenmek ve anlamak açısından son derece önemli olduğunu düşündüğümüz bu dersler konularının uzmanı araştırmacıları, danışmanları ve çeşitli üniversitelerden değerli akademisyenler tarafından verilmektedir. Son üç yıl içinde düzenlenen Ortadoğu Yaz Okulu Programı nda değerli bir birikim oluştuğuna inanıyoruz. Bu birikimin sadece programa katılan öğrenciler tarafından değil konuyla ilgili daha geniş kesimler tarafından faydalanılması için seminerlerde ses kaydı tutulmuş ve kayıtların deşifreleri yapılmıştır. tarafından hazırlanan elinizdeki çalışma bu deşifrelerin tamamını içermektedir. Ortadoğu araştırmacılarının ve bölgeye ilgi duyanların faydalanacağını umduğumuz çalışmayı kamuoyunun ilgisine sunuyoruz. Saygılarımızla. Hasan KANBOLAT Başkanı 4

6 YAZ OKULU Ortadoğu Yaz Okulu Ortadoğu da Rejim Güvenliği Nuri Yeşilyurt Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Bu derste modern Ortadoğu tarihinden örnekler vererek üçüncü dünya güvenlik literatüründeki bazı kavram ve tartışmalar üzerinde duracağım. Ben Uluslararası İlişkiler alanında olduğumdan, meseleye bu disiplinin gözünden bakmaya çalışacağım. Ama bildiğim kadarıyla burada çok disiplinli bir dinleyici kitlesi var. Dolayısıyla sizler de kendi disiplininizden meseleye katkıda bulunabilirsiniz. Bu derste üzerinde duracağım en önemli kavram rejim güvenliği olacak. Ama onu daha iyi anlayabilmek için üçüncü dünyada devlet oluşum süreçlerini ve bu kapsamda zayıf devlet kavramını incelememiz gerekecek. Genel olarak Üçüncü Dünya da, özel olarak Ortadoğu daki siyasal rejimlerin içinde bulundukları çıkmazlardan ve hayatta kalmak için izledikleri stratejilerden bahsedeceğiz. Bu stratejilere odaklandıktan sonra da bölgede daha özgürlükçü, güvenli, demokratik ve istikrarlı bir ortamın oluşması için nasıl bir siyasal yapılanma gerektiği üzerine düşüneceğiz. Türkiye deki siyasi literatürde rejim güvenliği kavramı, daha çok laik yönetim biçiminin muhafazası anlamında kullanılmaktadır. Ama uluslararası literatürde bundan daha geniş bir anlamı var. Buna göre rejim güvenliği, bir ülkedeki iktidar seçkinlerinin çeşitli meydan okumalara karşı iktidarlarını devam ettirme ve hayatta kalma çabalarına göndermede bulunur. Aslında Türkiye deki yaygın anlamı da perde arkasında aynı noktaya işaret ediyor. Zira bir yönetim biçimiyle iktidar seçkinleri birbirleriyle sıkı bir şekilde ilintilidir. Örneğin Suudi Arabistan daki krallık rejimi ve şeriat uygulaması, Suud hanedanının ve Vahabi din adamlarının iktidarıyla yakından ilintilidir. Yönetim biçimi değişirse bu seçkinlerin güçlerini korumaları kolay olmaz. İktidar seçkinleri farklı yönetim biçimlerine karşı çıkarken bunu sadece rakip veya meydan okuyan ölçütleyici ideoloji ya da yönetim biçimi niteliksel açıdan daha geri, daha kötü olduğu için değil; aynı zamanda mevcut iktidarlarını korumak için yaparlar. Zira yönetim biçimi değiştiği zaman büyük ihtimalle o ülkedeki güç dengesi, iktidar yapısı, iktidar koalisyonu da değişecektir. Birkaç örnek vermek gerekirse; 1952 de Mısır da Hür Subaylar Devrimi nin gerçekleşmesiyle birlikte ülkedeki yönetim biçiminin ve örgütleyici ideolojiye bağlı olarak yönetici seçkinlerinin değiştiğini görüyoruz. Daha önceden bir krallık hanedanı ve zengin toprak sahiplerinden oluşan bir aristokrasinin devletin tepesinde olduğu bir yapıdan bahsederken, daha sonra askeri, sivil bürokrasinin başa geçtiğini görüyoruz. Dolayısıyla yönetim biçimi değişince bununla paralel olarak yönetici seçkinleri de değişiyor. Aynı şekilde, İran Devrimi ni de örnek göstererek devrimle beraber yönetici seçkinlerinin nasıl değiştiğini görebiliriz. Tabii bu yönetici seçkinlerinin değişmesi illa bir devrim sonucu gerçekleşmek zorunda değil. Çeşitli 5

7 darbelerle (devletin yönetim biçiminde ciddi devrimsel bir değişiklik yapmayan darbelerle) yönetici seçkinlerini değiştiğini görmekteyiz. Buna örnek olarak da Suriye de 1963 ve 1970 yıllarında yapılan darbelerle en başta Baas ın askeri kanadının ülkenin başına geçmesi; daha sonra Alevi kökenli yöneticilerin ve seçkinlerinin ülkenin kilit pozisyonlarına gelmesini gösterebiliriz. Aynı şekilde 1968 de Irak taki darbeden sonra Suriye dekine benzer şekilde, Tikrit kökenli asker ve bürokratların kilit pozisyonlara gelmesini gösterebiliriz. Son olarak; yönetim biçiminde ani değişiklikler olmadan, darbeler gerçekleşmeden de iktidar seçkinlerinde bazı değişiklikler meydana gelebilir. Buna örnek olarak da 1970 li ve 1980 li yıllarda, Mısır da ekonomik açılım politikaları sayesinde askeri, ekonomik bürokrasi içerisinden uluslararası sermaye ve bağlantılara sahip olan bir kesim sivrilmiş ve yeni bir aristokrasi oluşturmuştur li yıllarda da Türkiye de de iktidar seçkinlerinin değişmesi söz konusu; ordunun ülke yönetimindeki rolünün giderek azalıp,, Anadolu Kaplanları dediğimiz yeni bir yeni burjuvazi sınıfının yükselişe geçtiğini görüyoruz. Tabii bunun İstanbul burjuvazisinin yerini aldığını söyleyemeyiz, fakat ona paralel olarak yükselişe geçen ve yükselişine uzun bir süre devam edecek gibi gözüken bir yeni burjuvazi sınıfı olduğunu görüyoruz. Rejim güvenliği kavramını (geniş anlamı ile) yani; iktidar seçkinlerinin mevcut ülkedeki güçlerini koruma, pekiştirme, hayatta kalma mücadelesi anlamında kullanmak analitik açıdan bölgeyi incelerken bize pek çok araç sağlar. 6

8 YAZ OKULU Rejim Güvenliği Kavramının Gelişimi Uluslararası ilişkiler disiplinindeki Batı, daha doğrusu ABD merkezlilik; hepimizin malumudur. Bildiğiniz gibi uluslararası ilişkiler disiplini Birinci Dünya Savaşı nın sonunda İngiltere de ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da ABD nin dünya üzerindeki hegemonyasına paralel olarak bu ülkede büyük bir gelişim göstermiştir. ABD nin dünya hegemonyasına ve dış politikasına da çoğu zaman yardımcı olacak ve kimi zaman aracılık yapacak bir işlev üstlenmiştir. Burda farklı bir noktaya parmak basmak gerekir. Uluslararası ilişkiler ana akım kuramlarının (ki bunların neo-realizm ve neo-liberalizm oldukları kabul edilir) evrensel yasalara ulaşmak için kullandıkları tarihsel, ampirik örneklerin çoğunun mevcut uluslararası sistemde azınlığı oluşturan Batı ülkelerinin deneyimlerinden edindiği söylenebilir. Dolayısıyla bu kuram ve kavramların uluslararası sistemde çoğunluğu oluşturan üçüncü dünya ülkelerinin veya sömürgecilikten geçmiş ülkelerin yaşadıkları sorunlara cevap üretebilecek bir çerçeve sunmadığı kabul edilebilir. Bu kapsamda uluslararası ilişkilerde merkezi bir yere sahip olan güvenlik kavramının da, klasik anlamda bir devlete dışarıdan yönelen askeri tehditleri odak alan güvenlik kavramının da, Üçüncü Dünya için yeterince açıklayıcılığı olmadığı iddia edilebilir. Çünkü bu kavram gelişimini 600 yıllık bir süreç içerisinde tamamlamış ve Avrupa ulus devletlerini temel almaktaydı. Bir devletin iç politika unsurunun tamamen göz ardı ederek, devletleri bilardo topu gibi algılayarak bütün dikkatini dış politikaya ve dışarıdan o devlete gelecek askeri tehditlere yöneltmişti. Ama tehditlerin çoğunu içerden bir şekilde kendisine yönelmiş olarak gören veya yaşayan Üçüncü Dünya devletleri için bu kavramlar genelde anlamsız kalıyor veyahut bütüncül bir açıklamayı mümkün kılmıyordu. Güç çalışmaları içerisinden üçüncü dünya güvenlik yaklaşımları veya çalışmaları diye ortaya çıkan bazı yazarlar ki bunlar Muhammed Ayoob, Amitav Acharya, belli oranlarda Barry Buzan ve Bahgat Korany, Üçüncü Dünya ülkelerinin yaşadıkları güvenlik çıkmazını devlet, bölge ve uluslararası sistem düzeylerine odaklanarak açıklamaya çalışmışlardır. Bu yazarlar, Üçüncü Dünyanın güvenlik çıkmazlarına Batı dan ayrıksı bir kavramsal çerçeve geliştirmeye çalışıyorlar. Tabii burada bir şey not etmek gerek; hem Üçüncü Dünya yı he de Batı yı anlatırken ve bunları birbirleriyle karşılaştırırken genellemeler yapıyoruz. Elbette ki bunların istisnaları vardır, fakat pozitivist bir yönteme sahipseniz; kuramsal gelişim için soyutlamalar ve genellemeler yapmanız gerekir. Hem Batı hem de Üçüncü Dünya bazında anlatacaklarım genellemelere dayanmaktadır ve belli bir ölçüde soyutlama içermektedir. Devlet Düzeyi Üçüncü Dünya devletlerini Batı dan ayıran neydi? Burda ana akım uluslararası ilişkiler kuramları, devletleri benzer birimler olarak ele almaktadır. Buna like units diyorlar. Fakat Üçüncü Dünya güvenlik çalışmaları kapsamında düşünen ve yazan yazarlar diyorlar ki; bu devletlerin; devlet oluşum süreçlerine ve devlet toplum ilişkilerine odaklanırsak niteliksel açıdan Batı daki devletlerden daha farklı olduğunu görürüz. Bu yüzden de geliştirilen ilk kavramlardan biri zayıf devlet kavramı ve buna karşılık güçlü devlet kavramıdır. Zayıf devlet derken neyi kastediyoruz? Bu ayrım en baştan olarak Buzan tarafından yapılıyor. Burada devlet üç bileşene ayrılıyor. Bunlardan bir tanesi; devletin fiziksel tabanı dır. Bu; devletin nüfuzunu ve topraksal tabanını oluşturuyor. 7

9 İkincisi; devletin kurumsal ifadesi -ki bu yasama, yürütme, yargı organlarının çeşitli kuralları, prosedürleri, normları ifade ediyor. Üçüncü ve son olarak da; devlet düşüncesi nden bahsediliyor. Devlet düşüncesinden kastedilen de her şeyden önce; bir ulus fikri ve ikinci olarak bir örgütleyici ideolojidir. Devlet dşüncesi üzerinde biraz daha ayrıntılı durmakta fayda var. Burada ulus fikrinden kastedilen; milliyetçilik ideolojisi ve onunla beraber ortaya çıkan ulus, ulus-devlet gibi kavramladır. Bunlar modern uluslararası sistemin temelini, en kilit noktasını oluşturmaktadır. Ulus fikri modern kullanımda genel olarak benzer kültürel, etnik, ırksal, dilsel mirası paylaşan insan grubunu varsayar. Ulusla devlet arasındaki ilişki karmaşık bir yapıdadır. Bazı devletler ulus-devlet idealine; yani bir ulusun varlığı, belli bir toprak üzerinde geçmişten beri var olan kültürel anlamda homojen bir insan topluluğu ve onu koruyup pekiştiren ve bekasını sağlamak için uğraşan bir devlet modelidir. Bu modele yaklaşan devlet sayısı dünyada fazla değildir. Buna örnek olarak belki Japonya gösterilebilir. Ulus ile devlet arasındaki ilişkinin başka bir modeli devlet-ulus modelidir. Burada ulus, devlet tarafından yaratılmıştır. Buna örnek olarak ABD gösterilebilir. Üçüncüsü bir kısmi ulus modeli olarak adlandırılabilir. Burada bir ulus kabul edilen insan topluluğunun birden çok ülkeye yayılmasından bahsedilir. Buna Arap dünyası verilebilecek en iyi örnektir. Bu kısmi ulus modeli; hem kendileri hem de çevreleri için çok ciddi güvensizlik kaynağı oluşturan bir modeldir. Zira birleşme projeleri, devletler arasındaki liderlik sorunları ve çatışmalar, çok şiddetli ve sık bir şekilde görülür. Dördüncü ve son olarak da bir başka model federal devletler olabilir. Buna çok uluslu devlet modeli de denebilir. Hiçbir ulusun ön planda tutulmadığı yahut daha emperyal bir şekilde gelişebilir. Ulus düşüncesiyle sıkı bir bağ kurmayı başarabilen devletler meşruiyet anlamında çok güçlü olabilirler. Ulus düşüncesiyle sorunu olanlarsa, başlarını dertten bir türlü kurtaramazlar. Burda devlet düşüncesinde ulusun önemi hem içsel hem de dışsal anlamda vurgulanabilir. İçsel anlamda bir devlet; her şeyden önce vatandaşlarını veya tebaasını, bir ulus düşüncesine bir şekilde inandırmak zorundadır ki buradan aldığı meşruiyet ve güçle çeşitli iç tehditlerden bağışık bir şekilde devlet mekanizmasını işletebilsin. Bunun dışında; diğer devletleri de bu yönde ikna etmek önemlidir. Zira modern uluslar arası sistem; ulus-devletler sistemidir ve uluslar kendi kaderini tayin hakkında buna göndermede bulunur. Dolayısıyla mevcut sistemde ulus-devletlerin bu şekilde hem kendi vatandaşlarını hem de diğer devletleri bir ulusu temsil ettiklerine inandırması daha güvenli ve istikrarlı bir sistemin ön koşulu olarak kabul edilir. Devlet düşüncesinin ikinci unsuru örgütleyici ideolojiler dir. Bunlar ulus düşüncesine göre daha sığ köklü ve değişime daha açık unsurlardır. Biraz önce de bahsettiğim gibi; bir ülkedeki yönetim biçimi ve örgütleyici ideolojinin değişmesine çok sık rastlanır. Bur Arap dünyasında da böyledir. Krallık rejimlerinden cumhuriyetlere, sosyalizme daha yakın örgütleyici modellere geçiş bu kapsamda değerlendirilebilir. Ama aynı şekilde devletin varlığına ve ulus düşüncesi işlemiş ideolojiler de olabilir, buna Siyonizm örnek olarak gösterilebilir. Literatürde devletin düşüncesi; yani ulus ideolojisinin ve örgütsel ideolojinin ve devletin kurumsal ifadesinin görece zayıf, yetersiz olduğu devletler zayıf devletler olarak adlandırılır. Üçüncü Dünya devletleri genelde zayıf devletlerdir. Nedeni de; sömürgecilik döneminde bu ülkelere dışarıdan dayatılan kurumlar, etnik, dinsel, dilsel, kültürel ayrım- 8

10 YAZ OKULU lara hiçbir şekilde dikkat edilmeden çizilen sınırlar, kavramlardır. Uluslararası toplumun bu ülkelerden, Avrupa nın 600 yılda gerçekleştirdiği devlet oluşum sürecinden daha kısa zamanda ve daha büyük bir uluslararası baskı altında gerçekleştirmelerini beklemektedir. Böyle bir ortamda Üçüncü Dünya ülkelerinde en ufak bir siyasal tartışma bile devletin varlığını tehlikeye sokabildiğini, ülkeyi iç çatışmalara sürükleyebildiğini görüyoruz. Batı daki ülkelerde siyasi tartışmalar genelde hükümetin teşekkülüne ve politikalarına yönelikken, üçüncü dünya ülkelerinde bunların çok daha şiddetli çatışmalara dönüştüğünü görüyoruz. Buna bir örnek olarak da; iç savaş sırasında ve sonrasında yaşananlar ve bu siyasi tartışmaların nasıl devlet aygıtının ortadan kalkmasına neden olduğunu ve de ülkenin hala bu durumdan muzdarip olduğunu göz önünde bulundurarak Lübnan ı gösterebiliriz. Orta Doğu bölgesi veya Arap dünyası burada nereye oturuyor? Üçüncü Dünya ülkelerinin geneli bahsettiğimiz bu devlet düzeyindeki sorunlara sahip mi? Evet. Orta Doğu devletinin gerek ulus düşüncesi anlamında -yani devlet düşüncesi anlamında- gerekse devletin kurumsal ifadesi anlamında sorunlu devletler olduklarını görüyoruz. Devlet düşüncesi çerçevesinde bakarsak; Arap dünyasında mevcut yirmi iki devleti kapsayan bir Arap ulusu ya da Arap ulusu tahayyülü öyle ya da böyle olmuştur, vardır. Ortak bir dili, ortak bir tarihi, geçmişi, kültürü ve dini paylaşan Arap ulusu mevcut; ama buna mukabil yirmi iki tane devlet var. Dolayısıyla ulustan bahsederken hangi ulusu kastettiğiniz (örneğin; Arap ulusunu mu-en geniş anlamda -yoksa Suriyelileri mi yoksa Iraklıları mı, Mısırlıları mı kastettiğiniz) her zaman Arap dünyasındaki devletler için bir çatışma, çelişki, sorun kaynağı olmuştur. Bu durumun beraberinde getirdiği birleşme projeleri, Pan-Arabizm gibi ideolojilerle mevcut ülkelerdeki rejimler üzerinde çeşitli baskılar oluşturmuştur. Bu rejimler politikalarını söylemsel düzeyde de olsa genelde Pan-Arabizm in önceliklerine uydurmak zorunda hissetmişlerdir. Bu bazı devletlere avantajlar sağladığı gibi (Mısır gibi bölgesel bir hegemonya iddiasında olan devletlere) bazılarına da dezavantajlar yaratmıştır. Çünkü bu Pan-Arabizm düşüncesi ve Arap ulusunun yirmi iki ülkeye yayılması gerek bu devletler arasındaki çeşitli müdahaleleri gerek iç muhalifleri desteklemek anlamında rejimlere yapılan müdahaleleri gerekse askeri müdahaleleri daha meşru kılmıştır. Buradan kastettiğimi örnek olarak, Suriye nin Lübnan İç Savaşı na müdahalesi, Mısır ın 1960 lı yıllarda Yemen İç Savaşı na müdahalesi, Irak ın 1990 yılında Kuveyt i işgalini gösterilebilir Bunlar, Arap dünyasındaki bütün devletler ve toplumlar tarafından kınanmış ve gayri meşru kabul edilmiş şeyler değildir. Bazı Arap devletleri ve halkları; Arap Birliği idealine ve Pan-Arabizm düşüncesine hizmet ettiği gerekçesiyle bunları desteklemiştir. Fakat aynı müdahaleyi bir Arap ülkesi yapmamış olsaydı (örneğin; ABD, İran veya Türkiye gerekleştirmiş olsaydı); böyle bir durumla karşılaşmayacaktık. Arap Dünyası ndan muhtemelen çok daha büyük bir tepki gelecekti. Dolayısıyla bahsettiğim bu büyük Arap ulusu tahayyülü; bölge içerisindeki dolaylı veya doğrudan birçok müdahaleyi meşrulaştırarak, bölgedeki rejimler için önemli baskı unsuru ve bazıları içinse fırsatlar yaratmıştır. Ara devletlerinin kurumsal ifadelerine baktığımızda, çoğunun siyasi kurumları sömürgecilik döneminde, daha doğrusu manda döneminde oluşturulmuştur. Manda döneminde bu kurumlar arasında idareye ve toplumun kontrolüne daha çok olanak sağlayan kurumların ve mekanizmaların geliştirildiği ve fonlandığı görülüyor. Bu anlamda istihbarat, 9

11 polis, ordu gibi baskı unsuru içeren ve toplumu baskı altına almayı amaçlayan kurumların daha gelişken olduğu, buna mukabil alt yapı hizmetleri açısından daha zayıf bir devlet mekanizmasıyla karşılaşmış oluyoruz. Bunun sonuçlarından bir tanesi -özellikle bağımsızlık sonrası süreçlerde- orduların modernleşme projelerini gerçekleştirebilecek en ehil kurumlar olarak görülmesi ve bu anlamda devlet inşa süreçlerinin ordular eliyle bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır Arap dünyasında bir zamanlar sıklıkla görülen darbeler ve ordunun siyasetle iç içe geçmişliği bunun bir göstergesidir.peki orduların bu misyonu başarılı olmuş mudur? Hayır. Ordular içerisindeki hizipleşmeler, sürekli tekrarlayan darbeler ve ordunun demokratik mekanizmaları geliştirmek yerine baskıcı bir yönetimde ısrar etmesi, yine bugünkü Orta Doğu da yaşanan demokrasi sorunlarının nedenlerinden biri olarak gözükebilir. Bölge Düzeyi Buraya kadar devlet düzeyindeki sorunlardan bahsetmeye çalıştım. Biraz da bölge üzerinde duralım. Üçüncü Dünya devletinin güvenlik sorunsallarını açıklamada bölge nasıl bir etkide bulunuyor? Burada Barry Buzan tarafından ifade edilen Bölgesel Güvenlik Kompleksleri kavramına vurguda bulunabiliriz. Bundan kastedilen; belli bir coğrafi bölgede birbirinin yakınında bulunan devletler topluluğunun birbirleri ile yoğun ve karşılıklı dostluk ya da düşmanlık içerisinde bulunmalarıdır. Örneğin; Avrupa bu anlamda dostluk ilişkilerinin ağır bastığı bir bölgesel güvenlik kompleksini oluştururken, Orta Doğu, düşmanlık ilişkilerinin, çatışmanın ön planda ve yoğunlukta olduğu bölgesel güvenlik kompleksine örnek olarak verilebilir. Bu güvenlik kompleksi çeşitli alt bölgelere de ayrılabilir ki Orta doğu da da bunu görüyoruz. Bir Basra Körfez vardır. Buranın farklı güvenlik öncelikleri vardır: Petropolitik gibi. Bir Maşrık Bölgesi vardır. Buranın farklı güvenlik öncelikleri vardır. Örneğin; Filistin Sorunu, İsrail-Arap Savaşları gibi. Bunlar arasında, tabii ki de belli oranda geçirgenlik iletişim vardır. Üçüncü Dünya nın belli bölgelerinde bölgesel dinamitler uluslararası ve ulusal dinamitlere göre ağır basar ya da onlarla eşit etkide bulunur. Orta Doğu da bu bölgelerden bir tanesi olarak kabul edilebilir. Hem bölgenin tamamına yayılmış ideolojilerin gücü, etkinliği ve yarattığı sonuçlar anlamında hem de diğer Üçüncü Dünya bölgelerine göre bölgedeki devletler arası çatışmanın yoğunluğu anlamında Orta Doğu bölgesinin bazı ayrıksı özellikleri vardır. Bölgedeki ulus aşırı ideolojilerin rejimler üzerinde kurdukları baskıdan daha önce bahsetmiştik. Pan- Arabizm özellikle 1950 li yıllarda Arap ülkelerinin geçirgenliğini oldukça arttıran bir etmendi Devrimini takip eden dönemde 1956 da Süveyş Krizi nden sonra bölgesel bir hegemon olarak sivrilen Mısır-Arap Cumhuriyeti, bölge politikasında bu ideolojiyi benimsemiş ve bölge ülkeleri üzerinde bir tahakkümde veya yönlendirmede bulunmaya çalışırken bu ideolojiden faydalanmıştır. Bu anlamda krallıkla yönetilen rejimlere karşı, ideolojik savaş açılmıştır. Bunlar arasında Körfez Ülkeleri, 1958 darbesi öncesi Irak, ve Ürdün Haşimi Krallığı sayılabilir. Nasır, bunların daha çok sömürgeci dönemi kalıntıları olarak görüldüğü ve Arap Birliği idealini gerçekleştirecek daha özgürlükçü cumhuriyet rejimleriyle Arap ülkelerinin yönetilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu çerçevede bu ülkelerdeki Cumhuriyetçi, Nasırcı akımlar dolaylı yoldan veya doğrudan desteklenmiştir. Tabii 1967 de İsrail e karşı alınan mağlubiyetin ardından hepimizin bildiği gibi Pan-Arabizm in ideolojik gücü bir sönümlenme dönemine girmiştir. Buna paralel olarak; Arap ülkelerinin askeri gücü de 10

12 YAZ OKULU İsrail karşısında büyük düşüşe geçmiştir. Bu düşüşe karşın bu dönemde yani ların sonu 1970 lerde- münferit Arap devletlerinin gerçekleştirdiği devletçi kalkınma planları, yarattıkları lider kültleri (örneğin; Suriye de Hafız Esad, Irak ta Saddam Hüseyin, Ürdün de Kral Hüseyin ) ve tabii otoriter yöntemlerle bir şekilde devletlerin bu ulus aşırı ideolojilere karşı geçirgenliğini azaltma çabaları başarılı olmuştur. Bunda yükselişe geçen petrol rantlarının rolü büyüktü Ve 1960 lı yılların sonu 1970 li yıllarda münferit Arap devletlerinin daha geniş anlamda Arap ulusuna karşı daha öncelikli olduğu varsayımına dayanan vataniye kavramı; kavmiye kavramına karşı bir öncelik sahibi olmuştur. Fakat 1980 lerde petrol rantlarının azalması, devlet eliyle kalkınma modellerinin iflas etmesi ve infitah denilen ekonomik açılım politikalar ile Arap Sosyal Devleti modeli bir çok Arap ülkesinde -öyle ya da böyle -terk ediliyor ve sosyal adaletsizliğin daha da artmasıyla beraber özellikle orta ve alt sınıflarda bir hayal kırıklığı oluyor. Artık vataniye anlamında bu münferit Arap rejimlerine, devletlerine duyulan güvende inanılmaz bir düşüş oluyordu. Buna paralel olarak, tüm bu başarısızlıkların kaynağını Batı merkezli ideolojiler olarak gören ve ancak özlenen şanlı İslam geçmişine dönerek kurtuluşun sağlanabileceğini düşünen siyasal İslamcı düşüncenin yükselişe geçtiğini görüyoruz. Sosyal hizmetlerle toplumsal ağlarını genişleterek orta ve alt sınıfların Arap devletinin krizinden dolayı yaşadıkları hayal kırıklıklarına bir çözüm, alternatif oluşturan siyasal İslamcı akımlar, -özellikle 1980 li yıllarda- yükselişe geçiyorlar. İslamcı hareketlerin çoğu ulusal bazda örgütlenmiş olsalar da (örneğin; Müslüman Kardeşler in çeşitli ülkelerdeki kolları gibi) ulus aşırı bağlantılara sahipti. Zira; bu tek bir Arap ülkesiyle sınırlı bir akım değildir. Bu ülkedeki grupların birbiriyle bağlantılı unsurları vardır. Bu durum daha Radikal İslamcı Örgütler için özellikle geçerlidir. (Ör. El-Kaide) Bu anlattıklarım Arap dünyasında mevcut olan ulus aşırı ideolojilere yönelik bazı unsurlardı. Buna eklenmesi gereken bir de askeri boyut vardır. Ortadoğu bölgesi devletler arası savaşların, yoğun ve şiddetli bir şekilde gerçekleştiği bir bölgedir. Örneğin; Arap-İsrail Savaşları, İran-Irak Savaşı, Türkiye nin Suriye ile dönem dönem yaşadığı sorunlar ve bugün Kuzey Irak ta gerçekleştirdiği operasyonlar, buna ek olarak tabii ki de Arap ülkeleri arasında yaşanan savaşlar. Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta; bölgedeki devletler arası savaşların çoğunun temelinin -öyle ya da böyle- sömürgecilik döneminde atılmış olduğudur. Dolayısıyla bu da bölgenin Üçüncü Dünyanın bir parçası olduğu ve sömürgecilik döneminden kalma bazı sorunlar nedeniyle bu tarz bir güvenlik çıkmazıyla karşı karşıya olduğunu kanıtlayan bir durumdur. Uluslararası Sistem Düzeyi Devlet ve bölge düzeylerine vurguda bulunmuştuk; şimdi biraz da uluslararası sistem düzeyine vurguda bulunalım. Şimdi Üçüncü Dünya devletlerinin genel olarak uluslararası sistemle sorunları şöyle; bir yandan uluslar arası sitemde ekonomik, askeri ve siyasi açıdan dezavantajlı durumda olmaları öte yandan da egemenliklerini, hükümlerini, bağımsızlıklarını mevcut uluslararası normlara borçlu olmaları. Dolayısıyla bir yandan mevcut dezavantajlı konumlarını gidermek ve daha iyi bir yere gelmek için mevcut uluslararası sistemin altını oymaya yönelik politikalar izleyebilir ve bu yönde faaliyetlerde bulunabilirler. Ama bir yandan da; büyük güçlerin müdahalelerine karşı veyahut komşu ülkelerin işgallerine karşı aynı uluslararası sistemin getirdiği normlara (ör. self-determinasyon, kuvvet kullanımının yasaklanması) dört elle sarılırlar. Bu iki davranış arasındaki çelişki modern uluslararası sistemde Üçüncü Dünya ülkelerinin yaşadıkları güvenlik çıkmazlarından birini oluşturur. 11

13 Şimdi üçüncü dünya ülkelerinin dezavantajlı durumu derken neyi kastediyoruz? Genel olarak ekonomi, -daha özel anlamda- para politikası, ticaret, gıda, sağlık gibi alanlarda genel olarak Üçüncü Dünya nın ve özel olarak Arap dünyasının Batı ya bağımlı olduğunu görüyoruz. Bu bağımlılık hem ihraç pazarı olarak hem de yiyecek, mamul mallar ve sermaye malları, daha teknolojik açıdan gelişmiş malların ithalatı açısından geçerli. Arap ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin (örneğin; ticaret hacmi vs.); Arap ülkeleriyle Batı ülkeleri arasındaki ticari ilişkilere göre daha düşük, olduğunu görüyoruz. Tabii askerî açıdan da Batı ya ve Kuzey ülkelerine genel olarak bağımlılık söz konusu ve yerel askeri endüstriler çok gelişmiş değil. Mısır da görece- daha gelişmiş bir askeri endüstri var. Ama yine de -daha komplike askeri teçhizat anlamında- Arap ülkelerinin hepsinin Batı ya bağımlı olduğunu görüyoruz. Bu ekonomik ve askeri açıdan Batı ya bağımlılık ister istemez Batı ülkeleri için Arap ülkelerine müdahale anlamında yeni kanallar, araçlar sağlamaktadır. Süper güçler ya da büyük ülkeler Üçüncü Dünya ülkelerinin güvenlikleri ile özel olarak -yani sırf o ülkeler birer bağımsız ülke oldukları ve bağımsızlıklarının tehlikeye girmemesi açısından- ilgilenmezler. Daha Ortadoğu da daha çok petrol ve İsrail konusundaki çıkarları tehlikeye girdiği zaman müdahalede bulunurlar Tabii İsrail in yeri çok önemlidir. İsrail, ABD için her şeyden önce bir iç politika meselesidir. Soğuk savaş süresince Arap ülkeleri (örneğin; Suriye, Mısır) hiçbir zaman Sovyetler Birliği için bir iç politika meselesi olmadı. Örneğin; Arap ülkelerinin güvenliklerinin sağlanması veyahut sağlanamaması, Sovyetler Birliği nin iç politikasında ciddi tartışmalara neden olmadı. Orada bir Arap lobisi vs. yoktu. Fakat İsrail ile ABD arasındaki ilişki çok daha özel bir ilişkidir. Dolayısıyla arada asimetrik bir denge vardır. Soğuk Savaş ın bölgedeki çatışmaları belli açılardan artırdığı ve azalttığı söylenir. Artırdığını savunanlar, mevcut çatışmalara bir de ideolojik boyutun eklendiğini söylerler. Azalttığını söyleyenler ise mevcut çatışmaların daha ileriye gitmesinin süper güçlerin müdahalesinden korkulduğu için bir şekilde önlendiği ya da durdurulabildiğini belirtir. Fakat kesin olan bir şey varsa, o da Soğuk Savaş ın sona ermesi bölgeye olan büyük güç mücadelesini azaltmayıp arttırdığıdır. 11 Eylül olaylarından sonra ABD nin bölgedeki müdahaleciliğine bir de İslami radikalizmle mücadele boyutu eklenmiştir. Dolayısıyla ABD nin Orta doğu politikası bir yandan petrol akışının sağlanması bir yandan İsrail in güvenliğinin sağlanması bir diğer yandan da üçüncü ayak olarak bölgede yükselişe geçen İslami hareketlerin, radikal İslamcı hareketlerin önünün kesilmesi, ehlileştirilmesi ve politikaya entegre edilmesi olmuştur. Aslında Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) diye ortaya atılan projenin temel hedefi de buydu. Yani bir yandan bölgede yeni bir güvenlik mimarisi yaratarak işbirliğine yanaşmayan rejimleri zorlamak, bir yandan da çeşitli sosyal, kültürel, ekonomik açılımlarla bölgeyi uluslararası kapitalizme daha fazla entegre etmek. Buna ek olarak amaç, çeşitli siyasal liberalizasyon süreçleriyle bölge ülkelerine en azından seçim demokrasisini getirerek İslamcı hareketlerin mevcut siyasete eklemleyip radikalizmden bir şekilde ayrışmalarını sağlamaktı. Tabi bu politikanın her iki ayağında da sorunlarla karşılaşıldı. Bir yandan ABD nin Irak ve Afganistan da batağa saplanması, diğer yandan BOP un çok kötü bir şekilde lanse edilerek Filistin de 2006 da gerçekleşen seçimleri Hamas ın kazanması ve ABD nin beklediği alanda İsrail e karşı bir ılımlaşmanın gerçekleşmemesi genel olarak bu proje ve politikanın bir anlamda çöktüğünün göstergesidir. Şu anda da Obama yönetiminin yapmaya çalıştığı şey bu yıkıntının 12

14 YAZ OKULU içinden kurtulmak. Ben henüz bunun için yeni bir politika oluşturduğunu düşünmüyorum. Batı ülkeleri de vardır. Örneğin; Belçika bugün bölünmenin eşiğindedir. Rejim Güvenliği Buraya kadar anlattıklarımdan çıkan sonuç; Orta Doğu bölgesinde hem devletin yapısından, hem bölgeden hem de uluslararası sistemden kaynaklanan nedenlerden ötürü çok boyutlu, karmaşık bir güvenlik sorunsalı - çıkmazı olduğudur. Ve bu durum da bölgeyi dünyanın en çetrefilli coğrafyalarından biri haline getiriyor. Devlet yapıları, bölgesel dinamikler ve uluslararası sistemden kaynaklanan güvenlik karmaşasının analizinde, rejim güvenliklerine bir aktör olarak rejimlere ve bunların hayatta kalma mücadelelerine odaklanmak, klasik bir neorealist bakış açısına göre; bize çok daha fazla avantaj sağlayacaktır diye düşünüyorum. Diğer perspektiflerle yani rejimlerle devletleri birbirinden ayırmadan bölgeye bakmamız durumunda göremeyeceğimiz birçok unsuru rejimlere odaklanarak görebiliriz. Bu bölgesel politikayı daha farklı dinamiklerle açıklayıp daha farklı bir şekilde anlamlandırmamıza da yardımcı olacaktır. Burada tabii şunu da akıldan çıkarmamak lazım; rejim güvenliği kavramı temel olarak Üçüncü Dünya özelinde açıklayıcılığı olan bir kavramdır. Buradaki ülkelerin güvenlik çıkmazlarını açıklamak için geliştirilmiştir. Batı ülkeleri incelenirken bu kavrama başvurulmuyor. Zira orda altı yüz yıllık süreç içerisinde gerçekleşen devlet oluşum süreçleri üzerine az çok mutabakata varılmıştır. Batıda bir devlet düşüncesinin, bir demokratik geleneğin ve buna bağlı olarak meşruiyetin sağlanmış olduğu var sayılıyor. Mevcut iktidarın politikalarının ve çıkarlarının zaten halkın büyük bir kesiminin çıkarlarını temsil ettiği var sayılıyor. Fakat bunun yine de bir ideal model olduğunu ve bir genellemeye dayandığını söylemek zorundayım. Tabii ki istisnaları vardır; devlet düşüncesinin hala tam olarak yerleşmediği Burada üzerinde durulması gereken nokta, hiçbir üçüncü dünya ülke yöneticisi ben rejimin güvenliğini sağlamak için uğraşıyorum demez. Bu bizim dışarıdan bakarak yaptığımız bir değerlendirmedir. Hepsi devlet güvenliği veyahut ulusal güvenliği sağlamak için politika oluşturduğunu, iddia eder. Fakat biz dışarıdan bakarak aslında bu politikaların daha çok bu rejimin ülke içerisindeki iktidarını korumaya yönelik politikalar olduğunu söylüyoruz. Tabii bu değerlendirmeyi o ülkenin vatandaşları da yapıyorsa zaten rejim büyük bir tehlikede demektir. Devlet düşüncesinin sorunlu olduğu yerlerde ulusal güvenlik söylemi ve ulusal güvenlik kavramının zaten ilgisiz olduğu ortaya çıkar. Zira bir ulus düşüncesi üzerine mutabakata varılmamıştır. Dolayısıyla o ulusun bekasını sağlayan bir devlet mekanizmasından bahsedilemez. Ama asıl tartışma devlet güvenliğiyle rejim güvenliği kavramlarının hangi ölçülerde çakıştığı, hangi ölçüde ayrıştığı üzerine çıkmaktadır. Devlet güvenliğinden kastım; bir devletin fiziksel tabanının ve kurumsal ifadesinin tehditlerden arınmış bir şekilde işlerliğini ve varlığını sürdürmesidir. Hangi ölçüde Üçüncü Dünya da rejim güvenliği ile devlet güvenliği çakışır, hangi ölçüde ayrışır? Bunun üzerinde de biraz durmak lazım. Mevcut literatürdeki genel görüş, Üçüncü Dünya ülkelerinde rejim güvenliğinin devlet güvenliği ile çakıştığı yönündedir. Yani mevcut rejimler ortadan kalktıkları zaman tam bir kaos ortamı ortaya çıkacak ya da bir komşu devletin veyahut süper gücün işgali ile aslında sonuçta devletin güvenliği de tehlikeye girecektir. Ben bunun her zaman geçerli olduğunu düşünmüyorum. Zaten bunu kabul etseydik ayrı bir rejim güvenliği kavramını geliştirmemize gerek olmazdı. Re- 13

15 jim güvenliği bazen devlet güvenliği ile çakışabilir. Örneğin; rejim güvenliği tehlikeye girdiği zamanlar devlet güvenliğinin de tehlikeye girdiği olmuştur. Orta Doğu çerçevesinde bakarsak; örneğin; 1970 Ürdün İç Savaşı sırasında mevcut krallık, Filistin kökenli mülteciler ve onların örgütleri ile savaşırken ülke yabancı işgali tehlikesine girmiştir. Bir yandan Suriye müdahale tehdidinde bulunmuş hatta ülkenin bir kısmını işgal etmiştir; bir yandan da İsrail, Suriye nin müdahalesine karşı güç kullanmakla tehdidinde bulunmuştur. Aynı şekilde Lübnan ı da örnek verebiliriz. İç savaşla beraber zaten kırılgan bir yapı arz eden rejim ortadan kalkmış ve sonunda tam bir kaos, anarşi ortamı oluşmuştur. Suriye ve İsrail müdahale etmiş, devlet çökmüştür. Bugün hâlâ Lübnan ın devletliğinden bahsedilemiyor. Ancak bazen bu çakışmanın gerçekleşmediği de görülür. Örneğin, 1952 de Mısır bir devrimle mevcut rejimi yıktığı zaman bu hiçbir şekilde bir devlet güvenliği sorununa yol açmamıştır. Ülke ne bir işgale uğramıştır ne ciddi bir müdahaleye maruz kalmıştır. Hatta tam tersine orta vadede baktığımızda bundan daha güçlü olarak çıkmıştır ve bölgesel hegemonyaya oynamaya başlamıştır. Dolayısıyla devlet güvenliğiyle rejim güvenliğinin hangi durumlarda çakışacağı, hangi durumlarda ayrışacağı koşullara göre değişir ve üzerinde daha fazla çalışılması gereken bir alandır. Şimdilik şu değişkenlerin burada rol aldığını ve önemli olduğunu söyleyebiliriz: Mevcut rejimin komşu ülkelere göre boyutu ve gücü, komşu ülkelerle ilişkileri, meydan okuyan ideolojinin komşu ülkelerle ilişkisi -yani komşu ülkeler tarafından ne kadar tehdit olarak algılandığı. Bu son noktada İran ı örnek gösterebiliriz. İran da meydana gelen bir devrim birçok komşu Arap ülkesini ideolojik anlamda tehdit etmiştir ve aslında Irak ın İran a karşı başlattığı savaşın en önemli nedenlerinden bir tanesi de, bu ideolojik tehdidin Irak içerisinde yarattığı sorunlardır. Dolayısıyla bu örnekte olduğu gibi, komşu ülkede tehlike oluşturan bir ideolojinin başa gelmesi ya da mevcut rejimin hegemon güce meydan okuması müdahale riskini arttırabilir. Bunların hepsinin ayrı ayrı değerlendirilmesi ve her bir vaka için ayrı ayrı araştırılması gerekir. Dolayısıyla rejim güvenliği her durumda eşittir devlet güvenliği demek doğru olmaz. Buradan hareketle biraz önce söylediğim noktaya geri geleyim. Rejimlerin hayatta kalma stratejilerine odaklanırsak, bölgesel politikada klasik güçler dengesi modelinin bize sağlamadığı birçok yeni dinamikle, yeni değişkenle, yeni anlamlarla, yeni nedenlerle karşılaşabiliriz. Bunun için örnekler vererek temel olarak Üçüncü Dünya rejimlerinin hayatta kalma stratejilerinin ne olduğuna bakmamız gerekir. Bunlar iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılabilir. İç stratejilerden ilki, bastırmadır. Yani muhalif güçleri zor gücü ile bastırma. Bu Orta Doğu da çok sıklıkla rastladığımız ve yaşadığımız bir olgu. Bunun dışında Sembolik Seçimlerle, kısıtlı parlamento seçimleri veya yerel seçimlerle demokratik kurumları ve süreçleri yönlendirilerek meşruiyet elde etmeye çalışılabilir. Bu da bölgede sıkça rastlanan bir şey. Üçüncü olarak eğer sahip olduğunuz değerli bir doğal kaynak varsa (petrol gibi)bundan elden edilen rant (aynen körfez ülkelerinin yaptığı gibi) halka dağıtılıp meşrutiyet satın alınabilir. Bu da bölgede çok sık rastlanan bir olgu. Bunun dışında daha soyut bir düzeyde dini, milliyetçi semboller kullanılarak( örneğin; Filistin, Filistin sorunu) meşrutiyet arttırılabilir. Buraya kadar olanlar iç stratejilerdi. Bir de dış stratejiler var ki bölgesel politika ile rejim güvenliğinin asıl bağlantılı olduğu nokta budur. Bunlardan ilki tepki yönlendirme dir; yani mevcut bir rejimin kendisine yönelen bir tehdidin, bir dış unsurla 14

16 YAZ OKULU bağlantısını vurgulayıp onun aslında bir dış düşmanın içerdeki bir uzantısı olduğunun vurgulanması. Örnek olarak Sudan da Ömer El-Beşir in her şeyi Batı nın bir oyunu, bir komplosu olarak görmesi gösterilebilir. Buna ek olarak bir dış düşman imgesini sürekli canlı tutarak, toplumu sürekli bir savaşa hazırlık durumunda seferberlik halinde tutabilirsiniz ki İsrail tehdidinin, cephe Arap ülkelerinde -özellikle Suriye de -canlı tutulması buna örnek olarak gösterilebilir. Son olarak; tepki yönlendirme anlamında savaş çıkartabilirsiniz. Aynen Irak ın İran-Irak Savaşı nda yaptığı gibi da Irak ın Şii nüfusunun isyanının ardından Irak ın İran a savaş açarak toplumu yeni bir mobilizasyona, yeni bir seferberliğe sokup bir anlamda mevcut rejime karşı içerden gelecek tehditleri de bastırması buna örnektir. Irak ın Kuveyt i işgali de benzer nedenlerle çıkmıştır. İran-Irak savaşından sonra ciddi ekonomik sorunlar yaşayan Irak, Kuveyt i işgal ederek ( bu ülkenin petrol gelirlerinden elde edebileceği rantla) maddi anlamda bir getiri ummanın yanında, toplumu mobilizasyona, seferberliğe sokarak yeni bir meşruiyet tabanı yaratmayı umuyordu. Arap devletler sisteminin oluşumunun da -yani Arap dünyasında vestfelyan anlamda ülkesel egemenliklerin yerleşmesinin de- bu tarz bir rejim güvenliği kaygısıyla gerçekleştiğini söyleyen yazarlar vardır. Örneğin Fred Lawson un, Constructing International Relations in The Middle East adında bir kitabı vardır. Burada, sömürgelerden kurtulma ve bağımsızlıklarını elde etme dönemlerinde Arap dünyasındaki ülkelerin, ciddi bir ekonomik krizle boğuştuklarını söyler. Bu sırada toplumda iki ticari kesim vardır, bir tanesi ithalata ve ihracata yönelik sanayi ile uğraşan görece daha büyük ticari kesimler ve bir tanesi de yerel üretim ve yerel tüketimle uğraşan görece küçük ticari kesimler. Büyük ticaret çevreleri, gümrüklerin olabildiğince azaltılması anlamında daha geniş bir Arap federasyonundan, daha geniş bir Arap devletinden yanayken, küçük ticari kesimler, ulusal gümrük duvarlarının korunması gerektiğini düşündüklerinden, daha küçük devletlerin egemenliklerinin ve bağımsızlıklarının sağlanmasından yanaydılar. Ama 1940 larda ve 1950 lerde Arap ülkelerinin karşı karşıya bulundukları ekonomik kriz alt sınıflarda bir hareketlilik yarattı ve yönetici seçkinlerin orta sınıfların alt sınıflara katılarak (orta sınıf daha küçük ticari kesimleri kastediyorum) kendilerini devirmelerinden korktukları için halkın tepkisini ulusal bağımsızlık mücadelelerine yönlendirerek daha küçük Arap devletlerinin ortaya çıkmasına yol açtılar. Bu anlamda Arap dünyasında da tek bir Arap ulusunun değil de münferit olarak yirmi iki tane Arap ülkesinin oluşumu rejim güvenliği kaygılarıyla bir şekilde hayata geçirilmiş proje olduğu söylenebilir. Tepki yönlendirme dışında, Steven David tarafından geliştirilen her yerde dengeleme kuramı ndan bahsedebiliriz. Omni Balancing deniliyor buna. Burada da bir Üçüncü Dünya ülkesinin, kendisi için görece daha az tehdit oluşturan bir dış güçle (bu bir bölgesel hegemon da olabilir küresel hegemon da) ittifak yapıp, bundan elde ettiği maddi, askeri, ekonomik faydalarla iç tehditleri -genellikle zor yoluyla- bastırması söz konusudur. Buna örnek olarak Ürdün verilir. Özellikle 1994 ten sonra İsrail le sağlanan barış sonucu ABD üzerinden ülkeye sağladığı ekonomik ve askeri yardımlar ülkedeki muhalifleri bastırmada etkili olmuştur sonrası Mısır ın durumu da buna örnek olarak gösterilir. Mısır, İsrail le barıştan sonra ABD den ciddi anlamda gerek ekonomik gerekse askeri yardım almıştır ve bu yardımlar muhaliflerle mücadelede mevcut rejime ciddi bir katkı sağlamıştır. 15

17 Bir de bunun tersi vardı. Buna da Revers Omni Balancing deniyor. Tersine Her Yerde Dengeleme. Bu biraz önce bahsettiğim tepki yönlendirmeye benziyor. Bazı rejimler, kendileri için daha büyük bir tehlike arz ettiğine inandıkları dış unsurlarla -ki bu genelde hegemon güçler olur ya da bazı bölgesel hegemonlar olur- daha çatışmacı ilişki içersinde bulunarak onlara karşı daha sert bir söylem ve politika izleyerek bir şekilde içerdeki unsurların desteğini almaya çalışırlar. Buna örnek olarak, 1979 sonrası İran ın izlediği politika örnek gösterilir. ABD, Sovyetler Birliği ve İsrail karşı daha çatışmacı bir politika benimsenmesi rejimin meşruiyetinin sağlanmasında bazı manevi faydalar sağlamıştır. örneğin Körfez İşbirliği Konseyi buna en iyi örnek olarak gösterilir. Yani İran devriminden sonra Körfez Ülkeleri nde bulunan Şiilerin (ki çoğu petrol kaynaklarının bulunduğu yerlerde yaşamaktadırlar) bundan ilham alarak rejimleri tehdit etme ihtimaline karşı Körfez ülkeleri KİK çatısında bir araya geldiler. Özellikle içişleri bakanlıkları, mobil müdahale birlikleri üzerinde çok çeşitli işbirliği kanalları oluşturdukları gözlenir. Yani bu bölgesel örgütlenmeyi güdümleyen şey temel olarak İran devrimi ve bunun mevcut ülkelerde yarattığı rejim güvenliği sorunlarıdır. Dolayısıyla bu tarz bölgesel örgütlenmeleri okurken de arkalarında rejim güvenliğinin rolünü görmek önemlidir. Bu son iki strateji arasında geçişler de olabilir da Mısır ın ve İran ın yaşadıkları böyle bir şeydi. İran da Omni Balancing ten Revers Omni Balancing e geçiş yaşanmıştır. Mısır daysa tam tersi. Bir başka dış yöntem de (sonuncusu); belli bir bölgede benzer niteliklere sahip zayıf devletlerin bir araya gelerek bir örgütlenmeye gitmeleri. Burada Rejim Güvenliği Çıkmazına Çözüm Arayışları Tabii bu stratejilerin hiçbiri bölgedeki güvenlik sorunlarına ya da rejimlerin uzun dönemli iktidarlarına kesin bir çözüm sağlamıyor. Eğer böyle olsaydı bugün bölge, her anlamda krizden krize giriyor olmazdı. Daha çok günü kurtarmaya yönelik politikalar olarak ön plana çıkıyor ve hiç biri gerçek bir demokrasi ve onun getirdiği meşrutiyet kadar 16

18 YAZ OKULU değerli ve etkili değil. Peki, çözüm olarak ne getiriliyor? Bu rejimlerin yaşadıkları meşruiyet sorunlarına ve bunun tetiklediği gerek iç savaşlar gerekse devletler arası savaşlar nasıl bir yöntemle, nasıl bir yolla, nasıl bir yapılanma ile nihai olarak çözümlenebilir? Bu rejim güvenliği yaklaşımını getiren yazarlar (Üçüncü Dünya güvenlik çalışmalarına dahil olan yazarlar), bu sorunsalın daha fazla devletleşmekle, yani Avrupa nın 600 yılda gerçekleştirdiği devlet oluşum sürecini bir an önce tamamlamakla çözülebileceğini iddia ediyorlar. Somut olarak nasıl devlet daha fazla devletleşmeyi düşünebiliyor? Nuri YEŞİLYURT: İddia edilen şudur: Zor aygıtlarını kullanarak, gerekirse zorla muhalifleri bastırarak, asimilasyonla toplumu belli bir ulus kimliğine sokarak devlet kurumlarınızı geliştirin -ki bundan sonra demokrasinin gelişebilmesi için sağlıklı bir ortam doğabilsin-. Bunları gerçekleştirmeden demokrasiye geçerseniz, bu, ülkenin daha ciddi bir istikrarsızlıkla karşı karşıya gelmesine ve siyasi kurumların çökmesine neden olabilir. Böylece daha güçlü rejimlerin ve daha güçlü ulus devletlerin daha doğrusu devletlerin, uluslararası güvenliğin ve bölgesel güvenliğinin de ön şartı olduğu iddia ediliyor. Tabii bunlara karşı çıkan yazarlar da var. Özellikle eleştirel güvenlik çalışmalarına mensup yazarlar. Bunlar, Üçüncü Dünya güvenlik çalışmalarına dahil yazarların daha fazla devletleşme reçetelerini eleştirmişlerdir. Her şeyden önce;s osyal olarak inşa edilmiş her şey gibi devlet egemenliğinin de yaratılıp, yeniden yaratılan bir norm olduğunu iddia ediyorlar ve bunun devletlere sınırsız bir öldürme ehliyeti, öldürme lisansı vermemesi için olabildiğince esnetilmesi, daha gevşek yönetim-yönetişim modelleri üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorlar. Bu anlamda rejimin muhalifleri vs. susturarak devletin güvenliğini sağlaması için şiddet kullanmasının meşru görülmesini de kesinlikle reddediyorlar. Çünkü bu tarz bir görüş rejimlerin güvenliğinin, bireylerin güvenliğinin önüne koymak anlamına gelir. Fakat eleştirel güvenlik literatüründe insanların güvenlikleri devletlerin, rejimlerin güvenliklerinin önüne geçmektedir. Esas olarak devletin bireylere karşı bir güvenlik tehdidi oluşturduğu söylenmektedir. Buna karşın, mevcut Üçüncü Dünya çalışmalarının devleti hem güvenliğin referans nesnesi -yani güvenliği sağlanması gereken nesne- hem de bu güvenliği sağlayacak aygıt olarak görmekle aslında bireylerin bu süreçte daha fazla ezilmesine, devletlerin daha fazla zor aygıtına başvurabilmelerine açık kapı bıraktıklarını söylemişlerdir. Eleştirel yazarlar, Üçüncü Dünya güvenlik çalışmalarında devlet oluşum süreçlerine çizgisel bir şekilde yaklaşılmasını da eleştirmişlerdir. Üçüncü Dünya devletlerinin bu süreci hızlı ilerleterek Avrupa daki modele benzer ulus devlet oluşturmaları gerekmektedir gibi görüşleri reddediyorlar. Buna karşın, devlet oluşumunun Batı da da hala devam etmekte olan bir süreç olduğunu ve tek bir noktada sonlanamayabileceği görüşünü savunuyorlar. Dolayısıyla Üçüncü Dünya daki devlet oluşum süreçleri Batı da görülen örnekteki gibi sonlanmayabilir farklı bir modele yol açabilir. Bu süreçte sadece devletlere odaklanmamalıyız, bölgesel anlamda daha gevşek bir yönetişim biçiminin ve güvenliğin sağlanmasında ve güvenliği sağlanan nesne olması anlamında insanların ve sivil toplumun önemi üzerinde de durmalıyız diyorlar. 17

19 1.2. Ortadoğu da Enerji Güvenliği Mete Göknel E. BOTAŞ Genel Müdürü Enerji Uzmanı Ben Mete GÖKNEL, eski BOTAŞ Genel Müdürüyüm. Yaklaşık 35 senelik çalışma hayatımın senesini devlet kurumlarında diğer yıllar ise özel sektörde çalışarak geçti. ODTÜ 1968 Kimya Yüksek Mühendisliği Bölümünden mezun oldum. Devlet kurumlarının hem bankacılık hem sanayi alanlarında hem de BOTAŞ Genel Müdürü olarak çalıştım. Bakü Tiflis Ceyhan projesini başlatan kişilerden biriyim. Devlet arşivlerinde de bu kayıtlıdır. Bu asrın projesi değil ama önemli bir proje ve böyle bir projeyi başlatmış olmaktan ve sağken de bunun bitmiş olduğunu görmekten çok mutluyum. Şunu söyleyeyim, 1980 sonrasın da istikrarlı bir hükümet olsaydı veya Turgut Özal ölmeseydi bu proje için çok daha güzel olurdu. Burada şunu ifade etmek istiyorum Ortadoğu da siyasi istikrar çok önemlidir. Türkiye için hatta dünya için bu istikrar çok önemli. Bugünkü konuşmamın içeriği Enerji güvenliği, Ortadoğu Kaynakları ve Politikaları üstüne olacak. Ancak bu konuları şu şekilde böldüm; giriş olarak Enerji, Enerji Güvenliği gibi sizlerinde aşağı yukarı bilgi sahibi olduğu konulardan başlayacağım sonra Kaynaklar ve Dağılımı üzerinde duracağım. Daha sonra Dünya Enerji Ticaret Yolları hakkında bilgi vereceğim (burada Ortadoğu ağırlıklı bir sunum yapacağım) sonra Ortadoğu ve Enerji Güvenlik Politikalarını daha sonrada öneriler kısmını sunmayı düşünüyorum. Şimdi hepinizin bilgi sahibi olduğu bir konudan enerjinin ekonomik ve sosyal kalkınmanın enönemli girdilerinden biri olduğundan ve neden enerjinin az güvenli ülkelerin öncelikli konuları arasında yer aldığından bahsedeceğim. Tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde enerji arzının yeterliliği, erişilebilirliği, sürdürebilirliliği ve fiyatta uygunluk gibi önemli konular üzerinde duracağım. Enerji güvenliği, uluslararası politikaların gündemine 20. Yüzyılın ilk yarısında İngiltere nin kömürle çalışan gemilerinin petrolle çalışmaya başlaması ile gündeme gelmiştir. İngiltere den sonra Fransızlar enerji güvenliğini uygulamaya başlamıştır. Maalesef biz o zaman Osmanlı İmparatorluğu olarak güce ve kaynaklara sahip olmamıza rağmen bu güvenliğin önemini çok geç fark ediyoruz ve hala da tam olarak bunun önemini kavramış değiliz. Bu konu hakkında net bir politikamızın olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu çok üzücü bir durumdur. Yani Batının yirminci yüzyılın ilk yarısında başlattığı politikalar bizde hala tam olarak oturmuş değil. Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların ulaştırma sektöründe kullanımında %60 lık dilim ile ilk sırada petrol gelir. Petrolün yerine yeni ekonomik bir alternatif kaynak bulunana kadar (hidrojen ve küçük nükleerler olabilir.) ulaştırma sektöründeki üstünlüğü devam edecektir. Yirmi birinci yüzyılda doğalgazın da ulaştırma sektöründe petrol kullanımına yaklaşacağı söylenmektedir. Bunun sebebi; 18

20 YAZ OKULU bu konuda üzerinde çalışılan yeni projelerin olması, güneş hidrojen sirkülasyonu veya dairesi gibi. Bu proje, beklenilen ekonomik ve yeterlilik açısından talepleri karşılarsa uygulanacaktır. Bu projeden beklenilen sonuç elde edilemezse elektrik enerjisi üretiminde en kolay ve en uygun kaynak olduğu için doğalgaz bu sektörde önemini artıracaktır. Küresel anlamda enerji güvenliği ithalat ve ihracat açısından farklı yorumlanır. İthal enerjiye bağımlılığı olan ülkeler açısından baktığımızda; enerjinin arz güvenliği, kaynakların sürekliliği, çeşitliliği, olabildiğince uygun fiyata sağlanması ve yüksek devir olarak tüketilmesi önemliyken İhracatçı ülkeler açısından bakıldığında fiyat, kesintisiz ve yeterli talebin olması gibi konuların önemli olduğu görülmektedir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın enerjide her iki tarafında birbirine bağımlılığı vardır. Alıcı ve satıcı arasındaki anlaşmalar her iki tarafı da bağlar. Talep eden kadar sağlayıcı da bağlı ama alıcı bunu ne kadar çeşitlendirirse bir o kadar da avantajlı olur. Diğer yandan enerji güvenliği hiçbir zaman yüzde yüz güvenli olamamıştır. Bunun mutlaka birçok sebebi vardır. Bu sebeplerin en önemlileri; teknik ve politik nedenler, kaza, tabi afetler, sabotaj, az üretim, boru hatlarının ulaşımının sağlandığı kara, hava, deniz yollarında bir sorun oluşması gibi. Bu yüzden enerji arz güvenliği için bir risk yönetimi oluşturuldu. Risk yönetiminin bu konudaki işlevi problemi tamamen ortadan kaldıramayacağı için asgari seviyeye indirebilmek ve sıkıntı yaratacak konular üzerinde stratejiler ve programlar yapmaktır. Enerji güvenliği, ekonomik güvenlik ve uluslar arası güvenlik ile eş anlamda kullanılıyor. Enerji güvenliğinin gündemde olmasının sebebi ulusal güvenlik konuları arasında birinci sırada yer alıyor olmasından kaynaklanır. Çünkü enerji olmadan bir şey yapılamaz. Uçaklar kalkamaz, karayolunda hiçbir şey nakledilemez, lojistik sağlanamaz, deniz taşımacılığı yapılamaz vs. Bu yüzden enerji konusu ulusal güvenliğin ve ulusal politikaların merkezine oturtulmuş vaziyettedir. Ve bütün gelişmiş ülkelerde enerji tek bir kişinin veya birimin inisiyatifine, kontrolüne bırakılmamaktadır. Enerji tek bir plana ya da programa bağlı değildir. Enerji konusu en üst derecede bir kurul tarafından görüşülür ve karar verilir. Maalesef biz daha öyle bir kurul çalışmasını yapamadık ve Türkiye de enerji konusu çok çabuk değişmekte ve olaylardan etkilenmektedir. Diğer bir konumuz olan Kaynaklar ve dağılımı kısmına geçtiğimizde dünya petrol ve kaynaklarına sahiplik eden ve bunun arzında bulunan bazı ülkelerin diğerlerinden daha fazla üstün olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu ülkeler küresel ekonomi ve enerji güvenliği açısından da önem kazanmaktadır. Dünya da ispatlanmış petrol rezervlerinin 2009 sonu itibariyle yaklaşık 205 milyar ton, doğal gaz rezervlerinin de 187 trilyon m 3 olarak hesaplanmıştır. Bu rezervler jeolojik ve mühendislik veriler çerçevesinde mevcut ekonomik şartlarda üretilebilecek rakamlardır. Bunların dışında da rezervler vardır. Bu ispatlanmış rezervlerin %57 si Ortadoğu, % 5 i Kuzey Afrika, %6 sı Rusya Federasyonu, % 4 ü Hazar Bölgesi nde bulunmaktadır. Ortadoğu da dünya rezervlerinin %19,8 ile en büyük payına sahip olan Suudi Arabistan yer alırken arkasından %10,3 ile İran gelmektedir. Bu yüzdelik dilimler de 264 milyon varile denktir. Petrol rezervleri kapasitesine göre uluslar arası sıralamaya giren ilk on şirket şu ülkelerdedir: Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Venezuela, Abudabi, Nijerya, Rusya, Lukovt ve Katar dır. Bu on şirketin hepsi devlet şirketidir veya devlet kontrolünde olan şirkettir. Bir tek burada Rusya nın Nikolovi Şirketi devlet kontrolünde özel bir şirkettir diğerlerinin hepsi devlet şirketidir. Bu rezervlere sahip 50 şirketin 31 tanesi National Oil Company denilen bir ulusal petrol şirketidir. Bu şir- 19

21 ketler rezervlerin çıkarılması ve üretilmesinde çok fazla payları vardır, fakat araştırmaya gelindiğinde tam tersi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu konuda da özel şirketler daha öndedir. Exxon, BP, Total, Chevroll hepsi özel şirket sadece Petrol Bus ve Stadoy şirketleri devlet şirketidir. Özel şirketler yatırımı araştırma alanında yapmaktadır. Çünkü mevcut üretimi yürütmeleri ya da daha fazla üretim yapmaları mümkün değildir. Yaklaşık son yirmi yıldır İran ve Hazar Havzası hariç özel şirketler (International Oil Company) el değiştirmemiştir. Hazar Havzası ülkelerinin yeterli kaynak ve parasal imkanları olmadığı için orada TSA diye tabir edilen ürün paylaşım anlaşmaları yapılmıştır. Prodash, Excellent, Egreement şirketleri ile petrol ve doğalgaz için anlaşmalar yapılmıştır. Günümüzde de Irak böyle bir yönteme başvurmuştur. Bu ülkelerin dışında hiçbir ülke böyle bir yönteme başvurmamıştır yılı rezervleri itibariyle dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz şirketleri (seven sisters) yerini yirmi birinci yüzyılda ulusal petrol şirketlerine bırakmıştır. Petrol gibi doğalgazın da rezervleri ulusal şirketler tarafından kontrol edilmektedir. Doğalgaz rezervlerinin %41 i Ortadoğu da %4,5 i Kuzey Afrika da (MENA ülkeleri diye bilinen Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin tamamı, yani %46 lık bir kaynak bulunduğumuz coğrafya da yer almaktadır.) %24 ü Rusya Federasyonu, %7 si Hazar Havzasında bulunmaktadır. Bu ülkeler içersinden en fazla rezerv ve kaynaklara sahip olan ülke %23,7 ile Rusya Federasyonu ikinci sırada ise %15,8 ile İran gelmektedir. İran ın ikinci sırada yer almasına rağmen üretimi düşük olduğu için; enerji kaynakları kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadır. Bu durumun bizim açımızdan önemi ise şuradan kaynaklanmaktadır; enerji güvenliğinden, enerji kaynak çeşitlendirmesinden bahsediyoruz ama bulunduğumuz bölgede yer alan ve dünyanın ikinci büyük rezervlerini yok sayıp diğer kaynaklar üzerine gitmek zorunda kalıyoruz. Burada Avrupa nın yapması gereken iş enerji güvenlik politikalarını korumak ve İran la ticari ve siyasi ilişkilerini yeniden düzenlemektir. Doğalgaz üretiminde ülkeler şu şekilde sıralanmaktadır. Kuzey Amerika %24, Güney ve Orta Amerika %5, Avrupa ve Orta Asya %32, Ortadoğu %13,6 görüldüğü gibi en çok rezerv Avrupa ve Orta Asya da yer almaktadır. Bu veriler bakıldığında bulunduğumuz bölgenin önemi ortaya çıkmaktadır. Yalnız burada önemle üzerinde durulması gereken başka bir konu daha vardır, alıcılar ve satıcıların farklı coğrafyalarda yer almaktadır. Rezervler Ortadoğu da bulunmasına rağmen alıcılar Amerika, Batı ülkeleri, Okyanusya, Japonya ve Çin diğer tarafta yer almaktadır. Doğalgaz sektöründe ülkeler arasında bağlanmış, bağlanmamış yani connected unconnected diye bir tabir kullanılmaktadır. Bağlanmış herhangi bir ülkenin yaklaşık yıllık orta vadeli mukavelelerle üretimini gaz satış olarak yaptığında bağlanmış ülke diye adlandırılır. Bunun dışındaki rezerv ve üretimin kapasitesi de bağlanmamış unconnected ülke diye geçmektedir. Bulunduğumuz coğrafyanın bir özelliği de unconnected diye tabir edilen bağlanmamış bölge olmasıdır. Şimdi diğer bir konumuz olan dünya enerji ve ticaret yollarına geçelim. Enerji güvenliği açısından bakıldığında en önemli konularından birisi; kaynak ve pazar arasındaki iletişim, ulaşım ve aktarım güvenliğidir. Kaynaktaki malın sağlıklı olarak alıcı ülkeye ulaştırılması gerekir. Çünkü dünya uluslar arası petrol ticareti arz garantisi, güvenli ulaşımına bağlıdır. Bu güvenlik sağlanamadığı zaman sorumlu alıcı ülkeler olmaktadır. Üretici ve tüketici ülkeler arasındaki mesafe büyük olunca güvenlik konusunun da önemi de artmaktadır. Üretici ülkeler, Kanada ile Amerika arasındaki boru hattı hariç, bu sevkiyatı deniz yolu ile yapmaktadır. Bu nakliye 20

22 YAZ OKULU işlemi dünya ticaretinde büyük bir yer tutar. Mesela 2009 yılı itibariyle toplam 80 milyon varil petrol ticareti yapılmıştır. Bunun yaklaşık 53 milyon varili yani %60 dan fazlası ticari olarak el değiştirmiştir. Ve bunun %72 si deniz yollarından nakliyesi yapılmaktadır. Ürünün Körfez den çıktığını düşünürsek Hürmüz Boğazı veya İran Körfezinin bu ticari faaliyetteki payı %47olmaktadır. Enerji fiyatlarının daha makul fiyatlara temin edilebilmesi için; enerji nakil yolları vardır. Fiyatları düşürmek için bu yolu kısa tutmak gerekir. Bu durumda bazı boğazlardan geçilmesi gerekmektedir. Hürmüz Boğazı ve Badare Emam önemli çıkış noktalarıdır. Kızıldeniz de Suudi petrollerinin boru hatları vardır. (700 küsür km bütün ülkeyi geçen) Ve en önemlisi Çin in şuanda üretim yaptığı Sudan petrolleridir. Suveyş kanalı da önemli çıkış noktaları arasındadır. Suveyş kanalı Körfez çıkışı petrolü Avrupa ya eriştiren en ucuz ve en kısa yoldur. Bir başka önemli yer de Malakka Boğazıdır. Malakka boğazının önemi Okyanusya, Japonya ve Çin e petrol ve sıvılaştırılmış doğalgaz gibi ürünlerin ulaşımı bu yoldan sağlanıyor olmasından kaynaklanır. Bu boğazlardan geçişte siyasi güvenlik nedeniyle değil ama bazılarının coğrafi kısıtlamaları nedeniyle sorun yaşanır. Önemli deniz taşımacılığı yollarından son olarak da Panama vardır. Dünya transit petrol geçiş boğazlarına bir bakacak olursak şöyle bir problemler vardır. Mesela Hürmüz Boğazında geçmiş savaşlar da mayın döşenmiş olması, Malakka Boğazında korsan tehdidi olması, Suveyş ten kapasitesi büyük gemilerin geçememesi gibi problemlerdir. Suvayş ten geçemeyen gemiler Ümit Burnunu dolaşmak zorunda kalmaktadır buda fazladan 6 bin mil yapılması anlamına gelmektedir. Badar-e Emam dan çıkamayan gemilerin Körfez e petrolü götürmesi gerekir ve buda 700 km mesafe kat etmesi ve Ümit Burnu ndan dolaşması demektir. Panama kanalından geçemeyecek olan herhangi bir tankerinde yaklaşık ek 8 bin mil yol kat etmesi gerekir. Bunlar önemli çünkü bu boğazların herhangi birisinin geçici olaraktan kapanması enerji fiyatlarında çok büyük bir reel artışa sebep olur. Ve ülkelerin güvenliği de etkilenir. Enerji güvenliği deyince petrol ve doğalgaz alınması, bulunması kadar nakliyesi de çok önemlidir. Enerji sarfiyatı büyük olan devletler bu güvenliği sağlamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Mesela ABD güvenliği sağlamak için iki tane güç sahası kurdu. Bir tanesi Selfcom Centro Commander diye tabir ettiği Hint Denizi, Balkan, Badar-e Emam, Hürmüz Boğazını içine kapsayan bir güç sahası. İkincisi de Pacom diye kurduğu (Pasific Commended) Pasifik Komutanlığı, Malakka Boğazı, Çin Denizi ve Büyük Okyanusu kapsayan sahayı kendi sorumluluk alanları içine aldı. ABD nin önceleri buralarda filoları da vardı yılında Bandar-e Emam da silahlı korsanların ortaya çıkması ile bu filolar artık orda bulunmamaktadır. Deniz taşımacılığında kullanılan rotaların güvenliğini sağlayan ABD denizdeki her türlü hareketi görebilmesine rağmen bu korsanları fark edememiştir. Ve bu rotaların bulunduğu kanallar yaklaşık km lik şeritler şeklindedir. Bu rotaların dışına çıkılmamaktadır. Çin in bu bölgeye gelmesini istemeyen ABD Bandar-e Emam ın güvenliğini sağlamadı. İlk önce Çin daha sonra Türkiye daha sonra da Suudi Arabistan donanmaları buraya geldi. Dünya petrol rezervlerinin %57 si Ortadoğu dadır. (Suudi Arabistan en büyük Irak, İran ) Doğalgaz rezervlerinin dağılımında da bu durum farklı değil %41 i Ortadoğu da en büyük üretim İran da yapılmaktadır. Kapasite yine oldukça fazladır. Katar ın Kuzey Sahası dediği İran ın da Güney Pas Sahası dediği alanda Katar, 1990 yılında yatırıma başlamıştır ve şu anda dünyanın bir numaralı sıvılaştırılmış doğalgaz üreticisidir. Bu sahanın özelliği dünyanın en büyük rezervine tek kaynakta sahip olmasıdır. Dün- 21

23 ya rezervlerinin yaklaşık %30 u bölge rezervinin %72 si burada yer almaktadır. Ve buranın başka bir özelliği de rezervlerin %60 ı henüz bağlanmamış, boş üretimde yapılmamış ama satılmamış olmasıdır. Bu durumda Ortadoğu nun yakın gelecekte, boru hatları veya sıvılaştırılmış doğalgaz açısından büyük bir gelişme politikası ve kapasitesinin olduğu görülmektedir. Hürmüz Boğazı nda da büyük miktarda üretim yapılmaktadır ve ürünlerin çıkışı buradan sağlanmaktadır. Badar-e Emam, Malakka Boğazı, Malezya, Endonezya gibi bölgelerin önemi geçiş yolu üzerinde bulunmalarından kaynaklanır. Eğer bu noktalardan geçilemezse bütün Avustralya yı dolaşmak gerekir. Ortadoğu bölgelerinin güvenliğini etkilediği için ABD, Jeolojik Araştırma Enstitüsü Doğu Akdeniz Bölgesinde bir çalışma yapmıştır. Doğu Akdeniz de Naved Bölgesinde (83 bin km 2 ) 3,4 trilyon m 3 üretilebilir doğalgaz tespit edilmiştir. Bu doğalgazın çok azı üretilmektedir. Doğalgazdan başka 250 milyon tonda petrol bulunmuştur. Nevad Bölgesinin bu kaynaklarının bugünkü parasal karşılığı yaklaşık 716 trilyon dolardır. Ortadoğu da bulunan önemli bölgelerden biride Gazze aslında Gazze Şeridi dir. Gazze Şeridi enine 18 m uzunluğu 38 km olan bir alandır. Buranın önemi burada gaz yataklarının olmasından kaynaklanır. Global Research de yazan bir araştırmacı Michael Chossudovsky Gazze Harekatı nın tarihçesine bakmış ve petrolle bağdaştırmıştır. Burada 2009 yılında 40 milyon m 3 yani 8 milyar dolar değerinde rezerv keşfedilmiştir. Off short diye tabir edilen deniz sahasında İngiliz Gaz Şirketi (BG Grup) ile ortağı Lübnan lı Sabbah ve Kouri ailelerinin sahibi olduğu merkezi Atina da bulunan Birleşik Müteahhitlik Şirketi (CCC) Filistin Otoritesi (PA) ile Kasım 1999 da imzalanan 25 yıllık bir anlaşma ile arama haklarını almıştır. Kıyı açıklarındaki gaz rezervlerinin haklarının % 60 ı İngiliz Gaz; % 30 u CCC; ve %10 u Filistin Otoritesi Yatırım Fonu na ait olması şeklinde anlaşma yapılmıştır de Ariel Şaron un başbakanlığa seçilmesi bir dönüm noktası olmuştur. Filistin in kıyı açıklarındaki gaz rezervlerine hakimiyeti İsrail Yüksek Mahkemesinde reddedildi. Şaron tek taraflı olarak İsrail in bir daha Filistin den asla gaz almayacağını açıklayarak daha önce paraf etmiş olduğu anlaşmayı iptal etmiştir da İngiliz Gaz Şirketi gazı Mısır a satacak bir anlaşma imzalamaya yaklaşmıştı. Başbakan Tony Blair ın devreye girmesiyle bu anlaşma yapılamamıştır yılında İngiliz Gaz Şirketi (BG Grup) işletmelerini kapatıp bölgeden ayrılmıştır. Gazze Harekatı ortaya çıkıyor. 27 Kasım 2008 tarihinde Hamas ateşkes görüşmesi yapılırken İsrail, İngiliz Gaz Şirketi (BG Grup) ile görüşme talebinde bulunmuştur. Hala görüşmeler devam etmektedir. İsrail Gazze Şeridi dışındaki bütün sahalarda üretim yapmaya başlamıştır. İsrail ulusal doğal gaz şebekesini hepsini tamamlamıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus bu konunun hala kapanmamış olasıdır. Çünkü Gazze Şeridi üzerindeki off short sahasında yoğunlaşan kaynak paylaşımı Ortadoğu güvenliğini ve enerji güvenliğini etkileyecektir. Ortadoğu enerji kaynakları sadece fosil yakıtlar değildir. Bu yakıtların yanında rüzgar ve güneş enerjileri de yer almaktadır. Nabocco Sözleşmesi, 12 tane şirket tarafından enerji arz güvenliğini ve her ülkenin bu enerjiden yeterli düzeyde yaralanabilmeleri için 2009 yılında parafa edilmiştir geliyor. Bu şirketler çöl ve teknoloji(desert-te) adında bir proje oluşturmuştur. Bu projenin amacı Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgelerinin yenilenebilir kaynaklarının kullanılmasıdır. Gelişen teknoloji yenilenebilir enerjinin (güneş ve rüzgar) devamlılığını 22

24 YAZ OKULU sağlamaktadır. Rüzgardan elde edilen hidrojen gazı ve güneşten elde edilen konsantre güneş enerjisi ile devamlılık sağlanmaktadır. Bu enerjilerin üretilmesi ve devamlılığının sağlanması için bu şirketler tarafından desert-te projesi oluşturulmuştur. Bu şirketler, Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında enerji üretmek ve Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu bölgelerinin %50 enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için 400 milyar dolarlık yatırım yapmayı planlamaktadır. Yatırım yapan şirketler gelecekte fosil yakıtların bitmesiyle bu enerji kaynaklarının yerini alacak alternatif enerji kaynaklarını çölde 90 bin kmlik bir alana inşa edecekleri konsantre solar sistemle sağlamaya çalışmaktadır. Ortadoğu enerji güvenliğini ilgilendiren diğer bir konu su kaynaklarının kullanımı ve taze suyun temin edilmesidir. Bütün dünya da water management (su yönetimi) diye adlandırılan bir sistem vardır. Bu Su Yönetiminin işlevi suyun dağıtımı, sulama, tarımsal kullanım, evsel kullanım, suyunun verimli kullanma esaslarına göre yani Avrupa ya dünya batı standartlarındaki verimli kullanma standartlarına göre kullanılmasını sağlamaktır. Su kullanımının dikkatli yapılması ve atık suların kullanma suyu olarak tekrar kazanılması için bir grafik hazırlanmıştır. Bu grafiğe göre doğum oranı da düşürülmüştür. Bunun sebebi 40 yıl sonra su açığının çok fazla olmasıdır. Bu açığı kapatmak için tek kaynak deniz suyunun tuzundan ayrılması yöntemidir. Distanimation diye tabir edilen bir metot yaklaşık 20 yıldır kullanılmaktadır. İlk nükleer santrallerin Suudi Arabistan da kurulmasının sebebi de bu yüzdendir. Nükleer santrallerini ısı elde etmek için kurmuştur. Bu elde ettiği ısıyla buhar üretmekte buharı da buhar tribününe çevirerek buradan elektrik üretmektedir. Buhar tribününden çıkan yine sıcak yani 100 derecenin üzerinde olan derecesindeki buharı deniz suyunun buharlaştırılmasında kullanılmaktadır. Bu kombine olan bir sistemdir. Artık mebra sistem kullanılmaktadır. Oda yüksek basınç su verilmesiyle yapılmaktadır. Ortadoğu her ne kadar enerji üreten ve satan bir ülke olsa da petrol ve gaz yönünden Ortadoğu nun da enerjiye ihtiyacı var. Sadece ulaşım sektörü ve nakliye için değil ısınmada ve hayati önemi olan suyunu elde etmek içinde Ortadoğu nun kendi enerji kaynaklarına ihtiyacı vardır. Ortadoğu da bulunan bütün ülkeler Suudi Arabistan kadar enerji kaynaklarına sahip değildir. Kendine yetmeyen ülkeler vardır. Dolayısıyla Ortadoğu ülkeleri içinde sürdürülebilir bir su kaynağı temini ve uygun fiyatta ulaşılabilir enerji gerekmektedir. Bu durum içinde bulunduğumuz yüzyılda enerji kaynağına sahip üretici ve satıcı ülkelerinde fosil ve yenilenebilir birincil enerji kaynak taleplerinin artacağını gösterir. Sonuç ve önerilere geldiğimizde, enerji kaynaklarının bulunduğu bölgenin siyasi istikrarı ve enerji güvenliği ile doğru orantılıdır. Ortadoğu ya bu açıdan bakıldığında çok büyük sorunlar olduğu görülmektedir. Birleşmiş Milletlerin nükleer araştırmalar nedeniyle İran a uygulamakta olduğu yaptırımlar bölgede ciddi bir gerginliğe sebep olur olmaktadır. Doğu Akdeniz deki enerji yataklarının özellikle Gazze Şeridinde yoğunlaşan paylaşım kavgası, İsrail ile Filistin arasındaki anlaşmazlığın sürmesi ve bunun İran, Suriye ve Türkiye nin içinde olduğu bir anlaşmazlık yumağına dönüşmesi kaçınılmaz bir durumdur. Gazze Şeridindeki Levanten bölgesinde Filistin in de İsrail in de hakkı vardır. Bu paylaşım konusunda yaşanan gerginlik devam ettikçe Türkiye bu işin içine ister istemez girecektir. Tabi bulunduğumuz Ortadoğu yu etkileyen bunca politik kargaşaya rağmen üzerinde yaşadığımız dünyanın yaşanılabilir özelliklerini devamı için insan yaşamının her safhasında gerekli olan bu enerji konusunda 23

25 herkesin bir şeyler yapması gerekmektedir. Sadece Ortadoğu da bu coğrafya da yaşayanlar değil. En başta hızlı gelişen ekonomi ile Hindistan ve enerji harcamalarını kontrol edemeyen ABD (dünya benzinini %60 ını) daha dikkatli olmalıdır. Petrolün de %27 sini ABD nin kullanmasıyla sebep olduğu yükselen enerji talebi, dünya enerji güvenliğini etkileyecektir. Artan dünya enerji kaynakları talep ve ticareti birazda tüketici açısından istenilen dengede olmama olasılığı yüksektir. Fiyatlar çok yükseldiği zaman 7 Temmuz 2008 olayını düşünün arz talep hiçbir ekonomik modele uymayan 143 dolar varil fiyatı bulmasının ardından 3-5 ay gibi kısa sürede 37 dolarlara kadar düşmüştür. Tüketici açısından enerji kaynaklarının fiyatı istenilen dengede olmama olasılığı yüksektir. Fiyatların yüksek olmasının sebebi ulusal petrol şirketleri, ulusal enerji şirketleri, petrol ve gaz şirketlerinin payı yükselmektedir. Bu şirketlerinde daha fazla rant elde etmek için fiyatların yüksek olması işlerine gelmektedir. Diğer taraftan bu enerjileri kullanan devletlerin hepsinin bütçesi artan fiyatları karşılayacak kadar büyük değildir. Uluslar arası petrol şirketleri daha fazla üretim elde etmek için yatırım yaparken ulusal şirketler çok az yatırım yapmaktadır. Ulusal şirketler şuandaki üretimleri kendilerine yetmektedir. Dolayısıyla artan talep fiyat istikrarına da sebep olacaktır. Uzun vadede talepleri karşılayacak kaynakların yoğunlaştığı bölgede öncelikle Ortadoğu daha sonra Rusya Federasyonu ve Hazar Havzası gelmektedir. Bu ülkelerin pazar egemenlikleri sonucu fiyat dikta etme durumuna gelmeleri küresel hatta bölgesel siyasal dengesizlikler huzursuzluklara neden olabilir. Huzursuzluğun sonucunda dünyanın jandarmalığına soyunanlar askeri güçte kullanabilirler. Tüm bu sorunlarla başa çıkma küresel ve bölgesel tüm bu enerji güvenliğini sağlamak için gelişmiş ülkelerin Ortadoğu ülkelerinin siyasi istikrarı ve güvenliği için gerekli özeni göstermeleri gereklidir. Özellikle bu istikrarı sağlamak için Irak, Filistin ve İran konusunun çözülmesi gerekir. Yakın coğrafyamızda şu anda üç tane büyük sorun bulunmaktadır. İran ın petrol ve gaz rezervleri büyük miktarda olmasına rağmen kendi ihtiyaçlarını ancak karşılaması sebebiyle satım yapmamaktadır. Türkmenistan üretim yapamadığı için sahip olduğu kaynakları çıkaramamaktadır. Dolayısıyla gerekli yatırım zamanın da yapılmazsa bu kaynakları yok saymak gerekir. Ve bu kaynakların olmaması da fiyatların yükseleceği anlamına gelir. Birde kaynak paylaşımının taraflarını huzursuzluğa sebep olmayacak şekilde planlaması ve adil olması gerekmektedir. Bundan da önemlisi gelişmiş ülkelerin başını çekeceği enerji verimliliği ve tüketimi kısma politikaları tüm dünya ülkeleri ile en üst derecede paylaşımı gereklidir. ABD nin bu bölge trafiğini ve kaynaklarının güvenliğini sağlamak için Center Commender ve Pasific Commender adında iki şirket kurduğunu söylemiştik. Ortadoğu nun önemli bir bölge olduğunun bütün devletler farkındadır. Sovyetlerin parçalanmasından sonra tek güç kalan ABD 1990 dan sonra bu bölgede biraz daha rahat hareket etmiştir. Antony CORDESMAN, (ABD nin center for stratejik international studies diye bilinen bigbag topluluğunda yazar) ABD nin değişen dengelerini, Ortadoğu enerji ihracatına olan küresel bağımlılık yazısında şu şekilde ifade etmiştir. gelecek yıllarda yılının değerlerini alaraktan 2025 yılının verilerini belirlediğimizde, sadece petrol talebine baktığımızda Kuzey Amerika nın şuandaki petrol talebinden %91, Japonya %50, Çin %570, Pasifik ülkeleri %104 ve Batı Avrupa ülkeleri de %60 oranında artış gösterecektir. Yakın gelecek için 24

26 YAZ OKULU görülen problem ise ABD nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika (Mena Bölgesi) enerji ithalatının bağımlılığını azaltacak başka bir tercih veya alternatif görülmemesidir. Şuanda Amerika petrolünün %19-20 sini bu bölgeden temin etmektedir. Kanada, Meksika, Venezuela ve Brezilya gibi ülkelerde petrol ihtiyaçlarını buradan karşılamaktadır. Bu nedenle ABD (ırakta olanlara bakmaksızın )kendi güvenliği için politikalarını ne pahasına olursa olsun şekillendirmelidir. Bu şekillendirme sadece petrole olan bağımlılığına ilişkin olarak değil ABD nin geleceğinin küresel ekonomiye bağımlılığı da göz önüne alınarak yapılmalıdır. Yine başka bir bigbag yazarı Brzezinsky HEGOMONİC olan te yazdığı yazıda (National İnterest) Ortadoğu nun enerji kaynaklarının çekiciliği ABD ye buraya sahip olmasından başka alternatif bırakmamaktadır. Bu nedenle ABD, Ortadoğu yu kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. Bu bölgeye sahip olmak ABD ye başka stratejik manivelalar sağlamaktadır. Buda ekonomileri bölgeden petrol akışına bağlı Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücüdür. Bu bölge o kadar önemlidir ki ABD herhangi bir gücün beklenti ve önceliklerini buraya yöneltmesine izin vermemelidir diyor. Bu sadece enerji ile ilgili bir şey değildir. Herhangi bir emtayı kendi paranıza bağlar da bu ticaretin kendi paranızla olmasını sağlarsanız çok güçlü bir durumdasınız demektir. Parayı bastınız mı basmadınız mı karşılığı altın mı diye kimsenin sorma durumu yoktur. Çünkü o ürün sadece o parayla alınıp satılmaktadır da avro daha yeniydi ve avronun dolar karşılığı çok yüksek değilken Saddam avroya geçti. Saddam ilk avroya geçendir. Pazara ikinci bir para girdiği zaman rezervlerini paraya çevirme kabiliyetinin ne olacağını düşünün Amerika neden ö- nemli bu konuda çünkü bu konuyla ilgili bir sistem kurmuştur. Paranızı güçlü kılmanız gerekir. Petrol, kömür vb fosil yakıtların uluslar arası ticarette dolarla alınıp satılmaktadır bu da doların değerini artırmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken konu sadece ham maddeyi kontrol etmek için değil paranızı güçlü kılmak için de o kaynağı kontrol etmeniz gerekir. Teknoloji çağı, enerji güvenliği derken sadece ürün olaraktan görmeyin dünya üzerindeki dönen paranın petrolün alım satımında kullanılması ve petrolün para değerinin hangi kaynaktan olduğunun, nasıl olması gerektiğinin ve onun gücünün de nereden geldiğinin de mutlaka göz önünde bulundurulması gerekir. Nabucco projesi 1300 km alanı kapsayan bir projedir ve Türkiye nin doğu sınırından iki noktadan başlar. Gürcistan ve İran sınırından başlar ve Erzurum da birleşir Bulgaristan a kadar devam eden tek hattır km boru hattıdır. Fakat Nabucco projesinde eksiklikler vardır. Azeri gazı Gürcistan sınırına nerden gelecek? Gürcistan Türkmen gazı nerden gelecek? İran gazı Güney Pass Sahasından 1800 km boru hattını nereden, nasıl ve kim getirecek? Irak gazı Türkiye sınırına geldikten sonra kim ve nasıl getirecek? Tam olarak açıklanmamıştır. Bu proje gerçekleşirse Gürcistan üzerinden gazın gelebilmesi için bir boru hattı yapılması gereklidir fakat Gürcistan bir geçiş ülkesi olarak hükümetler arası antlaşmaya imza atmamıştır. Türkmen gazının geleceğini pek sanmıyorum. Gelse bile çok büyük kaynak gelmez. Türkmen gazı Çin e yakın bir yerde 10 hat devreye girdi. Gazı hemen yükleyemezsiniz sisteme. Plato diye tabir edilen eğri dağı şekli çıkar ve gaz seviyesi tam kapasiteye geldikten sonra yıl böyle devam eder. Plato kapasitesi 40 milyar m 3 dür. Çinliler burada sadece boru hattını yapmadılar. Çinliler Türkmenistan a geldiler ve karasal iki büyük sahayı da kapattılar. Üretim yapmak için. Türkmenistan 2003 yılında Rusya Federasyonu ile yaptığı bir anlaşmayla

27 e kadar 50 milyar m 3 gazı Rusya Federasyonu na satmayı taahhüt etmiştir. Bu durumda ne Türkiye ne de Avrupa bir şey yapmıştır. Türkmen gazının Türkiye ye gelebilmesi için Hazar Denizinden geçilebilir 280 km, Türkiye sınırına gelmesi 1200 km dir. Bu boru hattını kim yapacak, boru hattı nereye yapılacak, kim tarafından yapılacak, maliyeti ne kadar olacak belli değildir. Hazar Denizi yerine İran üzerinden bu gazı alalım derseniz Pass hattında oda 2000 km mesafe. Yani Türkmen gazı nasıl gelir tam olarak belli değildir. Azeri gazı şu anda Azerbaycan la Türkiye arasında bir hattımız var ve Azerbaycan dan gaz alıyoruz. O hattın kapasitesi en fazla milyar m 3 dür. Bunun yaklaşık 6-7 milyarını Türkiye ye sattı. Türkiye, Yunanistan, İtalya hattı ITGI diye bilinen Inter Connector Turkey Greece İtaly bu hattan Yunanistan 3 milyar İtalya da 7 milyar gaz alacaktır. O hat 48 inçlik bir hattır. O hatta yeni kompresörler koysanız en fazla 48 inçlik hattın kapasitesi kapasite 22 milyar gazdır. Ulusla arası basında Irak gazı Kürt gazı olarak yer almıştır. Irak siyasal sistemi tam olarak oturmadığı için petrol yasası da parlamentodan geçmemiştir. Bu yüzden büyük şirketler piyasada yer almamaktadır. Yani bu işler Irak ın kuzeyinde küçük şirketler tarafından yapılmaktadır. Yani uluslar arası düzeyde çok fazla prestij kaybetmeyecek olan şirketler bir kısım da körfez sermayesi olan şirketlerdir. Nabucco projesi Türkiye ye çok şey kazandıracak. Bu yüzden Nabucco projesinin uygulanması gerekir. Türkiye burada sadece transit geçiş ülkesi olarak yer almayacak fiziki bir merkez konumunda olacaktır. Hazar Havzası, Türkmenistan, Azerbaycan, İran gazı mutlaka geçmesi gerekir. Bu kaynakların birleşim yeri Türkiye olmalıdır. Türkiye bu projede enerji merkezi olması gerekir. Ve ticaret buradan yönlendirilecek. Türkiye AB ye girmeden önce enerji şartını imzaladığı için enerji kaynaklarının alıp üzerine para miktarında artış yapıp satmak gibi bir durumu yoktur. Türkiye burada pazarlığı iyi yapması gerekir, burada banka konumunda Türkiye ama tüm bunların gerçekleşmesi için kaynakların Türkiye ye gelebilmesi için bağlantıların nasıl olacağına kara vermesi gerekir. Projenin eksikliği buradan kaynaklanıyor. Bazı bilgiler netleştirilmemiştir. Nabucco işletmeleri aldıkları gazı Türkiye sınırına nasıl getirecek açık bir şekilde belirtilmemiştir. Nabucco şirketleri gazı nasıl ve gazın maliyeti hakkında bir belirlemede bulunmuştur ama nasıl getireceği konusunda net bir bilgiye sahip değildir. Projenin eksik olmasından dolayı hiçbir banka desteklemez. Bu projenin uygulanması Türkiye açısından önemli ama bu projenin eksik olan kısımlarının netleştirilmesi gerekir. Libya Kaddafi nin son sulama kaynaklarını artırması deniz suyunun kaynak suyuna dönüştürülmesi şeklinde mi üretti? Bu sistem bölge için örnek olabilir mi? Mete GÖKNEL: Libya daki proje insan yapımı nehir diye geçmektedir. Çöllerde yaklaşık m altına inerek aküferlerle su bulunmuştur. Çapı 4 m den 2 m inen çelik borularla suyu getirip daha sonra da dağıtımını yapıyorlar. Burada deniz suyunun tuzdan arındırılmış şekliyle kullanıma sunulması değil çölde bulunan suyun kullanılması vardır. Ortadoğu da bu durum geçerli değil. Mesela Yemen mutlaka tuzsuzlaştırma yoluna gitmesi gerekir. Yemen bu işlem için membran sistemleri kurmak istemektedir. Suudi Arabistan da 30 yıldır kullanılan bir teknoloji olan suyu buharlaştırıp konvense edip tuzunu ayı- 26

28 YAZ OKULU rıp kullanıma sunmak ama şimdi onlarda membran sistemine dönüyorlar. Çünkü membran sistemi daha birim maliyeti daha ucuza geliyor. Libya daki sular evsel kullanımdan önce tarımsal kullanım için çıkarılmaktadır. Libya nın tarım konusunda İsrail i çözmüştür. Ve bu sistemle üretimleri aermış ve artık tarımsal ürün ithal edecek duruma gelmişlerdir. Kaddafi nin özgün projesi bu galiba. Mete GÖKNEL: Tabi özgün bir proje ama henüz projede bir sıkıntı var. Petrol zengini ülkeler bu zenginliğini daha henüz vatandaşlara hissettirebilmiş değil. Kaynaklardan vatandaşlar eşit şekilde yaralanamıyor. Tamam hiçbir zaman eşitlik olmaz ama bu kaynaklar vatandaşa gerektiği şekilde dağıtılmış olması gerekir. Bu yüzden Ortadoğu da enerji güvenliği açısından sıkıntı vardır. Mesela Suudi Arabistan El Kaide sorunu vardır. Kuzey Irak tan petrol çıkarken neden Türkiye Güney Doğu dan petrol çıkmıyor? Devlet politikasından dolayı mı çıkarılmıyor? Mete GÖKNEL: Türkiye Alp Himalaya sisteminde bu sisteminin i- çinde yer almaktadır. Türkiye sıkışıp çıkan bir bölge yani tektonik hareketlerle 3. Zamanda oluşan bir toprak üzerindeyiz. Sınırlara bakarsanız Suriye tarafında at başı diye tabir edilen pompalar çalışır 1 km 5 km burada petrol yoktur. Buranın coğrafi özelliklerinden dolayı burada petrol derinlerdedir. Türkiye de Paleozaik diye tabir edilen petrol derinlerdedir m nin altındadır m üzerinde çıkanlar gravitesi düşük olan petrollerdir. Petrolde gravitesi düşük olduğu zaman yoğun olur. Gravitesi yüksek olduğu zaman petrol akışkan olur ve verimi yüksektir. Bu petrolde derinlerdedir. Türkiye de 2700 m de çıktı oradaki verimli petroldür. Öncelik olarak derine inmeniz gerekir. Derine inmeninde maliye- 27

29 ti yüksektir. O yüzden çıkarılan petrol bu maliyeti karşılaması gerekir. İkinci bir sıkıntıda hani burada 1800 de petrol buldum aşağıda daha iyi bir petrol vardır diye düşünmektir. Mutlaka her aşağı indiğinizde bir petrol bulacaksınız demek anlamına gelmemektedir. Türkiye Petrollerinin kurulduğu tarih 1956 dır. Bugüne kadar yapılan araştırmalar gelişmiş ülkelerde 4-5 senede yapılan araştırmalara denk gelir. Eğer teknikte bir atlama yapmazsak Karadeniz den petrol rezervlerini çıkarmaya başlayacağız. Doğu Akdeniz deki petrolü de siyasi nedenlerden dolayı çıkaramıyoruz. Mavi Akım 2 projesinde Rusya tarafından reddedilen ve Güney Akım Projesinde de baypas geçiren Türkiye nin Nabucco üzerinde bu kadar diretmesi Rusya ila gelecekteki ilişkilerimizi ne bağlamda etkileyecektir? Mete GÖKNEL: Nabucco Projesi BOTAŞ ın çıkardığı bir projedir. BOTAŞ la bu konuda yaptığım görüşmede bu projenin neden eksik olduğunu sordum bu projenin eksik başlatılmadığını Nanbucco Concersium bunu bu kadar hesapladığını bildirdi. Mavi Akım 2 projesinin Güney Akımı projesine göre bir alternatifi vardır. Mavi akım 2 projesi gaz rezervlerine sahiptir ve 16 milyar m 3 gibi bir miktarla bu projeye başlayabilir. Mavi Akım 2 projesi olursa karasal kaynakların karasal geçişi Türkiye den sağlanacaktır. Türkiye bu geçişler için diğer ülkelere bazı haklar tanıyacaktır bu haklar içinde bu kaynak geçişinden pay istemeye hakkı vardır. Çünkü diğer ülkeler de bunu yapmaktadır. Mavi Akım 2 projesi olduğu zaman Türkiye Batı nezninde transit ülke olmaktan çıkacaktır. Türkiye de Marmara ve Aliağa olmak üzere iki tane doğalgazı sıvılaştırma terminali vardır. Ruslar da Doğu Akdeniz e bir LNG istasyonu kurmak istiyor. Türkiye kurmuyor bu enerji istasyonunu ama Türkiye de kurulduğu için Türkiye ye çok fazla fayda sağlayacaktır. Türkiye nin önemi artacaktır. Daha ucuza LNG temin edebilecektir. Türklere iş imkanı sağlayacaktır. Güney Akım Projesinin gerçekleşebilme olasılığı düşüktür. Çünkü bu projenin gazı yok. Yaklaşık 1000 km Karadeniz den geçecek bu mesafeyi en az milyar m 3 gazla başması gerekiyor. Rusya nın gazı var ama işlenmemiş bu durumda bu gazın çok fazla önemi olmamaktadır. Rusya bazı yerlere hava şartlarından dolayı ulaşamamaktadır. Bu da oradaki gazı yok saymak anlamına gelir. Stok mal sahasının geliştirilmesi de zor. Onların prestijli projesi bir süre bu projeyi takip edip daha sonra Mavi Akım 2 projesine dönerler diye bakıyorum. Batının gözden kaçırdığı bir projede Ukrayna nın boru hatlarının rehabilitasyonudur için geliştirilen projedir. Brüksel 8 milyar avroluk bu yatırımı yaptı ve hem ölçüm garantisini korudu hem de kapata %20 arttı. Bu rakam 80 milyarın %20 sidir. Son olarakta bu konu hakkında okuduğum bir sözü söylemek istiyorum. Azerbaycan gazı olmadan Nabucco projesi başlayamaz çünkü Azerbaycan 810 milyar avro verecek başlangıç olarak arkasından Türkmenistan ve İran gazı olmazsa da bu proje ölü doğar. 28

30 YAZ OKULU Ortadoğu da Su Sorunu Doç. Dr. Ayşegül Kibaroğlu ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Su konusunda yaklaşık 20 senedir çalışıyorum. Burada bahsi geçen su nehirlerde göllerde bulabileceğimiz yaşamsal tatlı su kaynaklarıdır. Bu konuyu özellikle deniz suyunun politikasından ayırarak anlatacağım. Ve büyük ölçüde de sınır aşan nehirlerden bahsedeceğim Ortadoğu ya da odaklanarak. Bu konunun uluslar arası ilişkiler alanı altında çalışılması pek alışılageldik bir şey değildi 1994 yılında ben başladığımda. Uygulamalı bilimler, doğa bilimleri, hidroloji, mühendisliğin birçok alanı, sosyal bilimler, hukuk ve ekonomi alanlarında su konusunda çalışmalar yapılıyordu. Uluslar arası ilişkilerin bu konuda nasıl bir çalışma yapacağı merakla bekleniyordu. Ortaya çıkan su krizleri ve anlaşmazlıklarının düzeyi ülkeler arası bi hal alınca ve bunun gerçekliği 20.yy ın son çeyreğinde somut şekilde ortaya çıkınca uluslar arası ilişkilerin su kaynaklarını kullanma ve paylaşmanın düzeyinin sadece yerel ve ulusal düzeyde değil uluslar arası bir düzeyde de gerçekleştiğini dikkate alarak bu çalışmalara başladılar. Su döngüsü ya da hidrolojik döngü denilen olayda önemli olan şey suyun yenilenebilir bir kaynak olduğudur. Kullanıldığı zaman biten diğer doğal kaynaklardan bu yönüyle farklıdır. Su yağışlar yoluyla yeryüzüne iner; buharlaşır ve tekrar yağışa dönüşür; yer altı kaynaklarında, nehirlerde birikim yoluyla da tekrar kullanımımıza sunulur. Su kaynakları üzerindeki var olan su bütçesinin hesaplanması oldukça uzun zaman almıştır ancak şu anda bu bütçe biliniyor. Bu bütçe üzerindeki baskı gün geçtikçe artan nüfus nedeniyle fazlalaşıyor ve su kaynakları kullanması, paylaşması zor olan bir kaynak haline geliyor. Arz aynı fakat talep artıyor ve bu talebin artışı 20.yy da katlanarak artmıştır. 21.yy da dünya nüfusunun katlanarak artması beklenmiyor fakat şu andaki arz zaten kaynaklar üzerinde yeterince baskı meydana getiriyor. Bir de buna dünyanın yapısından dolayı ülkelerin farklı iklim tiplerine sahip bölgelerde yer almasından dolayı yaşanan sorunlar ekleniyor. Bazı ülkelerin kurak bazılarının ılıman iklim koşullarına sahip olmaları kaynakların dengesiz dağılımına ve bu kaynakların paylaşımı konusunda sıkıntılara neden oluyor. İnsanlar binlerce yıldır kendi bölgelerindeki su kaynaklarını dağılımlarına uygun olarak kullanmaya kendilerini alıştırmışlar kurak ya da yarı kurak iklime sahip yerlerdeki insanlar bu duruma uygun olarak su sıkıntısıyla baş etmeye çalışmışlardır. Yarı kurak dendiği zaman aklımıza Türkiye gelmelidir. Kışın yağışlı yazın kurak olan iklim kuşağı yarı kurak olarak nitelendirilmektedir. Yağışlı dönemde su yeterince depolanamazsa artan nüfus nedeniyle yağışsız dönemde bu su yeterli olmaz. O yüzden depolama amacıyla barajların yapımına gidilmiştir. Bu yöntem tüm dünyada geçerli olduğu gibi Türkiye de de geçerlidir. Yarı kurak ve kurak iklim kuşaklarında suyun geliştirilmesi dediğimiz bir yerden bir yere kanallar yardımıyla taşınması çok önemli bir yöntemdir ki bu yapılmadan çeşmelerimizden akacak suyu bulamayız. Bu yüzden de su geliştirme projeleri 20.yy da hızla yapılmıştır. 29

31 Uluslararası ilişkilerin konusu olmasının en önemli nedeni su kaynakları üzerinde çatışan çıkarların yer almasıdır. Su kaynaklarını biz insanlar olarak sayısız birçok alanda kullanıyoruz. Bu alanların yanı sıra doğanın da suya ihtiyacı var. Eğer biz insanlar olarak su kaynaklarını doğanın kullanımına da bırakmazsak suyun döngüsü sağlanamaz ve kaynaklar kurumaya başlar. Tarihte sulama yapılamadığı için gerçekleşen ya da gerçekleşmesinin ucundan dönülen açlık vakaları yer almaktadır. Sulama bu bakımdan da oldukça büyük önem taşımaktadır. Su kaynakları konusunda çok amaç ve çok kullanıcı bulunuyor ve bunların arasındaki yönetim de politik bir konudur. Bunun teknik bir konu olduğu düşünülse de uluslar arası alandaki sorunlar hatta onu da bir köşede bırakırsak günlük hayattaki paylaşım sorunları politik bir konu olduğunun göstergesidir. Bir nehrin üst tarafındaki tarla sahibi ile alt tarafındaki tarla sahibi arasında bir sorun yaşandığı zaman bu ya geleneksel hukukla halledilmeye çalışılmış ya da resmi hukuk alanına taşınmıştır. Bu da politik olmasının nedenlerinden biridir çünkü kıt bir kaynak ve yoğun talep arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı sadece ülke içinde değil devletlerarası siyasetinin de konusu haline gelmiştir. Tatlı su kaynaklarını diğer kaynaklardan ayıran bazı özelliklerinden bahsedecek olursak; Yaşamsal Önemi: Yaşamın birçok yönüne kaynaklık etmesi, insan vücudunun 2/3 (%60-70) su! Bazı kaynaklar olmadan yaşanabilir ama su olmadan yaşamak mümkün değil. Bu yüzden su döngüsünün sürekli sağlanması gerekir. Kıtlık: Tarım, içme suyu, sanayi, enerji ve çevrenin mevcut kısıtlı kaynaklar üzerinde hızla artan baskısı Yeryüzüne dengesiz dağılımı: Mevsimsel ve yıllar arası yağış ve nehir akışlarındaki keskin değişimler. Özellikle dünyanın bazı coğrafyalarında dengesiz dağılması büyük sorunlara neden olur. Kuzey afrika, ortadoğu, asyanın güneydoğusu, amerika kıtasının batısı, avusturalya kurak ve yarı kurak iklim kuşağında bulunan ülkelerdir. Ve özellikle afrika ile asya yı düşünürseniz dünya nüfusunun büyük bölümünün yaşadığı ülkelerdir. Ulusal sınırları aşması: Yeryüzünde iki ya da daha çok sayıda ülkenin topraklarından geçen 263 sınıraşan nehir bulunmaktadır. Bu durum diğer kaynakların çoğunda görülmez ve bakıldığında bir kaynak üzerinde birden fazla ülkenin söz sahibi olduğu durumlar mevcut değildir. Suyun bu sınıraşması durumu şehirler arasında bile bulunmaktadır. Bir şehir diğerinin suyunu kullandığı zaman bu durum sorunlara neden olmaktadır. Sınırları aşan bu nehirler söz konusu olduğunda da uluslararası ilişkiler ve uluslararası siyaset gündeme gelmektedir. Dünyada su krizinin başlıca nedenleri ; Hızlı nüfus artışı (özellikle gelişmekte olan ülkelerde kent nüfusunun artışı; Ör: Şam ın nüfusu %4.7 yılda artıyor) Ekonomik Büyüme (ekonomik büyüme demek suya her alanda olan ihtiyacın da büyümesi anlamına gelir) Su kaynaklarının hızla kirlenmesi (su kaynaklarının kirli olması durumunda miktarı hiçbir önem arz etmez ve su kıtlığının yaşanmasına yol açar) İklim değişikliği (küresel su kıtlığını %20 oranında artıracaktır) Kısıtlı kaynakların israflı kullanımı, kötü yönetimi Günümüzde dünya üzerinde yaklaşık baraj bulunmaktadır. Bu barajların büyük çoğunluğu gelişmiş ülkeler tarafından yapılmıştır ve gelişmekte 30

32 YAZ OKULU olan ülkeler de hala baraj yapmaya devam etmektedirler. Gelişmiş ülkeler ise baraj yapımlarına son vermişlerdir çünkü baraj ve sulama kanalı yapımının bir sınırı vardır. Coğrafya ve mühendislik ölçülerinin izin verdiği alanda baraj yapılabilir ve bu sınırlar artık dolmaktadır. ABD gibi bazı ülkeler başka kaynaklara yöneldikleri ve barajlar artık ömrünü tamamladığı için barajlardan vazgeçerek onları yıkma yoluna bile gitmektedirler. Su kaynaklarının geliştirilmesi asıl 20.yy ın başından itibaren zengin ülkelerle yapılmıştır. Dünyayı kuzey ve güney diye ayırmak gerekirse güneyin hala baraj ve sulama kanalı yaptığı ama kuzeyin bu çalışmaları bitirip başka paradigmalarla su kaynaklarını yönettiğini söyleyebiliriz. Bunun da önemli bir nedeni su kaynaklarını geliştirme işinin tüm zarar ve yararlarıyla onlar tarafından tamamlanmış olmasıdır. Çeşmelerimizde her an su bulabilmemiz yarar olarak ele alınırken bu kaynakları kontrol etme çabası içindeyken kapitalizmin diğer her alanda yaptığı gibi su kaynaklarını da geleceği düşünmeden tükettiği süreç zarar hanesinde görülmektedir. Sulama kanalları Avrupa ve Avustralya da bu yüzden sorunlara neden olmuştur ve 1980 yılından beri yüz yıl boyunca kirlettikleri nehirlerini nasıl temizleyeceklerini düşünmektedirler. Ortadoğu ve Kuzey Afrika nın bazı ülkeleri hariç güney ülkeleri sınıfında yer alan ülkeler hala baraj ve sulama kanalı yapımına devam etmektedirler. Bu ülkeler ekonomik olarak da bakıldığında dünya sıralamasının gerisinde yer alırlar. O ülkelerin su yönetimi anlayışı ile; mesela Türkiye nin su yönetimi anlayışı ile bu yolu bitirip başka bir yöne girmiş kuzey ülkelerinin arasındaki ayrışmaya neden olmaktadır. Bugün Avrupa Birliği ne giriş aşamasında Türkiye nin su konusunda yaşadığı zorluklar aslında bu farklılığın ortaya çıkardığı sonuçlardandır. Türkiye hala baraj yapımların devam ederken Avrupa baraj yapımı yerine suyu daha iyi kullanım, iyi paylaşım ve baraj yapımının önüne engel çıkarıcı yasalar koyma yoluna gitmiştir. Bu da Türkiye için ikilem oluşturuyor çünkü Türkiye nin sularının 2/3ü hala nehirlerde geliştirilmeyi bekliyor. Dünyadaki 263 sınıraşan nehir arasında Ortadoğu nun nehirleri de bulunuyor. Neden uluslar arası dendiğinde verilecek en güzel cevap bu 263 nehir havzasında dünya nüfusunun yarısının yaşadığı gerçeğidir. Bu durum da sınıraşan sulara küresel bir boyutta bakılması gerektiğini gösteriyor. Bazı sınıraşan su kaynaklarının ortaya çıkardığı uyuşmazlık ve çatışmaların nedenleri de farklılık gösterir. Bir nehir üzerinde birden fazla ülke vardır. Bu nehirler Nil nehri gibi olabilir üzerinde 10 ülke olur ya da Fırat nehri gibi olur üzerinde 3 ülke olur. Ülkelerin sayısı arttıkça sorunların da artacağını taahhüt edebiliriz. Ama Ren nehri gibi de olabilir sayı çoktur ama sorunlarla baş edip örnek bir profil de oluşturabilirler. Bu birazda siyasi ve ekonomik koşullara bağlıdır. Bu olaylara kuramsal yaklaşan akademisyen ve bilim adamları zaman içinde bazı yaklaşımlar geliştirmeye başladılar ki bu yeni bir durumdur su sorunu için. Hepimizin bir şekilde duyduğu bir su savaşı literatürü var. Su savaşlarının çıkacağı ve örnek olarak da sınıraşan sularda çıkacağı konusunda ve hatta bu savaşların Ortadoğu da yaşanacağı konusunda bir tahmin var. Aynı zamanda insanların savaş yerine işbirliğine gidecekleri yolunda yaklaşımlar da bulunuyor. Ve birde Ortadoğu da ki sınıraşan su kaynaklarının ne savaşa ne de işbirliğine yol açacağını, incelenmesi gereken düzeyin uluslar arası değil yerel düzey olduğunu söyleyen, çatışmaların daha yerel düzeyde örneğin halk ile yönetim ya da farklı etnik halklar arasında çıktığını ve çıkacağını iddia edenler var ki son on 31

33 yıldaki suya dayanan çatışmalara baktığımızda bu çatışmaların ülke içinde şekillendiğini görüyoruz. Su savaşı literatürünün iddiası bu çatışmaların ülkeler arasında olacağı yönünde senaryolar ürettiler ve çalışmalarında bazen de geçmiş çatışmalara atıfta bulundular. Yani dediler ki geçmişte böyle şeyler oldu ve gelecekte de olacak çünkü sınıraşan suların kaynağı ile içinden geçtiği ülkeler arasında su kaynaklarına sahip olma ve diğer ekonomik, politik, askeri konulardaki güç dengelerinin asimetrik olması geçmişte sorunlara neden olduğu gibi gelecekte de neden olacaktır. Bu konuda geçmişi inceleyerek gösterdikleri örnekler ise Ürdün havzasında bu konuda çıkan sıcak çatışmalardır. Verdikleri örnekler eleştirilere maruz kalmıştır çünkü bu örnekler politikacıların söylemlerine dayanmaktaydı. Kral Hüseyin 1980 lerin sonunda İsrail ile bir daha savaşacak olursak bu su yüzünden olacaktır diye belirtti. Diğer taraftan eski Mısır Dış İşleri Bakanı da Nil in kendileri için ölüm kalım meselesi olduğunu belirtmiştir. Ancak politik söylemler gerçek siyasi uygulamalara uymamıştır. Örneğin Kral Hüseyin bunu söylerken bir taraftan da İsrail ile gizlice Şeria nehrini müzakere ediyordu lerin sonunda bu söylemlerini değiştirdi ve hemen sonra Ortadoğu barış süreci başladı. 5 yıl içinde Ürdün İsrail le barış anlaşmasını imzaladı ve bunun için de su çok önemli bir faktördü. Yani esas politikalara bakıldığı zaman çatışmaların olmadığını söyleyenler çoğunluktadır. Ürdün havzası diğer havzalara benzemez ve oraya bakılarak genelleme yapılmak istenirse diğer havzalarda çatışmalar yaşanabilir. Ürdün havzasında zaten karışık politik yapılar mevcuttur ve su konusu da bunu iyice karışıklaştırır. Su savaşı literatürü değişik sloganlar kullanarak dünyanın ilgisini çekmeye çalıştı. Bunlar bilimsel makaleler, köşe yazıları şeklinde yapılmaya çalışıldı ve saygın gazetelerde hala devam etmektedir. Ama bunlar gerçeklerle ne derece örtüşüyor yani devletlerarasında su sorunundan savaş oldu mu yoksa olacak mı bu konuda aslında zayıftılar. Çünkü dünyada 20.yy a baktığımızda doğrudan sudan kaynaklanan çok az çatışma var. Bu konuda çalışma yapıldığında sadece 37 sıcak çatışmanın su konusundan kaynaklandığı ve zaten bunun da 30 unun Ürdün havzasında olduğu ortaya çıkmıştır. Ürdün ün diğerlerinden ayrı tutarsak geri kalan sınıraşan suların bulunduğu yerlerde ülkeler genelde diyalog kurarak sıcak çatışmayı tercih etmemişlerdir. Birçoğu da u- luslar arası su hukukundan faydalanıp anlaşma imzalamışlardır. Bugün 263 sınıraşan su bulunurken 3000 den fazla anlaşma da mevcuttur deki Haziran Savaşı olarak bilinen savaşta su savaşı literatürü savaş nedeninin su olduğunu iddia etmektedir. Onlara göre savaştan önceki gerginlik, savaşın çıkması, Arap ülkelerinin İsrail e karşı savaş hazırlıkları yapması, İsrail in savaşı başlatması ve savaş sonrası kazanımları ve su kaynaklarını egemenliği altına alması bu gerekçeyle ve bu nedenledir. Bunu haklı çıkaran nedene baktığımızda İsrail in savaş sonrası kazandığı tüm topraklar su kaynaklarının üzerinde bulunmaktadır.bölgede suyun önemini düşündüğümüzde bunun gerçekten çok büyük bir kazanım olduğunu görebiliyoruz. Ancak Ortadoğu hakkında uzman kişilerin raporlarına baktığımızda bu savaşın nedeninin yalnız su olduğunu söylemek çok iddialı olacaktır. Nedenlerden biri olabilir ama başlıca nedeni değildir. Bu savaşın nedenleri daha politik çekişmelerdir ve tabi toprak kazanmak da önemli bir etkendir. Su savaşı literatürünün bundan başka önemli ölçüde dayanakları yoktur. Çatışmalar devletlerarasında değil de daha çok kullanıcılar arasında meydana gelmektedir. Örneğin Filistin halkı ve İsrail arasında su kaynaklarının 32

34 YAZ OKULU dağılımı ile ilgili bir sorun her zaman olmuştur. Ancak 1990 lardan sonra Filistin otoritesi kurulduktan sonra Filistin halkının kendi içinde su kaynakları nedeniyle çatışmalar yaşanmıştır. Bir grup su kaynaklarının denetimine sahip olmuş, diğer bir grup ise ellerindeki kaynakları da kaybetmiştir ve bu sıcak çatışmalara neden olmuştur Filistin halkı içinde. Bu iyi yönetilmeme ve adil davranmama sorunu ülkeler arası su sorunlarından daha ön plana çıkmaktadır. Dünyanın çoğu bölgelerinde halk kendi içinde bu sorunlarla uğraşıyor. Sömürge dönemleri ve bu dönemlerden sonra gelen yönetimlerde su kullanım hakkının adaletsiz olması bu sorunlara yol açıyor. Sınıraşan nehirler olarak Ortadoğu bölgesinde üç temel nehir vardır: Fırat-Dicle deltası, Ürdün havzası ve Nil nehri havzası. Ürdün nehri kuzeyden üç kaynaktan gelir. Uzunca bir süre akarak Ürdün Krallığı, Filistin toprakları ve İsrail otoritesi, Suriye ve Lübnan kıyıdaş ülkelerini geride bırakıp ölü denize akar. Bu nehrin tarihte de önemli olan bazı kolları vardır. Yarmuk neredeyse yarıya yakın miktarda su getirir Ürdün nehrine ve Suriye den kaynaklanan bir nehir. Yer üstü sularının yanında bir de Gazze ve Şeria bölgesinde yer alan yer altı suları vardır. Bunların tümü Ürdün havzasını oluşturur. Bugün Filistin in hakkı sadece yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla bütün oluşturan Ürdün havzasıdır ancak yer altı kaynaklarında öyle sorunlar yaşanıyor ki yer üstü kaynaklarında da hak iddia edecek durumu yoktur. Ürdün nehrinin hemen hemen tamamı da İsrail tarafından kullanılmaktadır te yapılan bir anlaşmayla da oldukça küçük bir kısmını Ürdün Krallığı kullanır. Yarmuk nehrinin büyük bir bölümü Ürdün Krallığı ve Suriye tarafından kullanılmaktadır. Ulusal su taşıyıcı denilen insan yapımı bir kanal vardır ve bu kanal Tiberya da biriken suyu İsrail in şehirlerine, tarım arazilerine taşımaktadır. Zaten suyun çok büyük bir bölümü bu yolla taşınır. Ölüdeniz e giden suyun bu kadar azalmasının nedeni bu su taşıyıcısıdır. Ulusal su taşıyıcısı İsrail için yaşamsal bir öneme sahiptir. İsrail suyunun 2/3ünü bu yolla elde eder. Geri kalan 1/3lük kesimi ise Batı Şeria dan sağlar. Buradan alınan su daha önce Gazze den alınıyordu fakat Gazze den artık yeterli miktarda temiz su elde edilemiyor. Ancak Batı Şeria dan hem yerleşimciler hem de İsrail tarafından çok yüksek miktarda su çekiliyor. Ve bunun yanında 2000 li yıllardan beri kıyı şehirlerde deniz suyu arıtma tesisleri yapılmaya başlandı. Hatta dünyanın en büyük deniz suyu arıtma tesisini İsrail yakınlarda tamamlamış bulunmakta. İsrail var olan suyu dünyada en etkin kullanmakta olan ülkelerden biridir. Sulama sistemlerinin tamamı modern tekniklerden oluşmaktadır. Atık sular sürekli kullanıma katılmaya çalışılmaktadır ve İsrail halkının suya tamamen kavuşturulması için tüm çabaları sağlamaktadır. Filistin de doğal yollarla bir nüfus artışı yaşanırken İsrail de göçler yoluyla bir artış yaşanıyor ve artan nüfus da Ürdün havzasına çok büyük baskı oluşturuyor. Zaten kurak bir bölge olduğu için arza dayalı bir su kıtlığı mevcut. Buna birde artan nüfus nedeniyle talebe dayanan su kıtlığı ekleniyor. Bir de bunun yanında adaletsiz su kaynaklarının dağılımı da su kıtlığının yaşanmasına neden oluyor. Şeria nehrinde yıllarında çatışmalar meydana geldi daha sonra da anlaşmazlıklar devam etmiştir fakat soğuk savaşın sona ermesiyle bir barış süreci başlatılmış ve bu barış sürecinin belki de tek somut sonucu Ürdün ile İsrail arasındaki barış anlaşması olmuştur. Ürdün ve İsrail su konusunda Ürdün halkının çok tatmin olmadığı bir şekilde bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma da su çözümünün yanında sınırlar da yer alıyordu. Bu anlaşmayla 33

35 ikisi arasındaki sorun büyük ölçüde çözülmüştür ve artık anlaşma şartları çerçevesinde su paylaşımına devam etmektedirler. Daha önce de dediğimiz gibi yüzey suyunu Ürdün ve İsrail tarafından kullanılıyor, Yarmuk nehri Ürdün e bırakılmış durumda. Yarmuk nehri Ürdün Krallığına bırakılmış olmasına rağmen Suriye de bu nehri kullanmaya başlamıştır. Günümüzde Ürdün Krallığı Filistin le birlikte en kıt su kaynağına sahip ülke olarak bilinir. Dünyada kişi başına düşen su miktarının en az olduğu yerlerdendir. Bu yüzden Ürdün de suyu arttırma çabalarına başlamıştır. Tarıma daha az su ayrılmaya çalışılıyor. İçme suyuyla ilgili ithal etme, arıtma, deniz suyunu kullanıma sunma gibi yöntemlere başvuruyorlar ancak bu krallığın çok kırılgan ve zorlu bir su bütçesi bulunuyor. Her an ciddi bir kuraklıkla sarsılabilecek durumda.1989 yılında kurak ve yarı kurak iklim kuşaklarının çok etkilendiği bir kuraklık yaşanmış ve bu kuraklık birçok yöneticinin aklının başına gelmesine neden olmuştur lı yıllardaki barış sürecinde bu kuraklığın da büyük etkisi vardır. Bu kuraklık sonucunda Ürdün ve Nil nehirleri etrafındaki ülkeler arasında barış anlaşmaları yapılmış, Amerika gibi büyük ülkelerde su ürünlerinde önemli bir pazar oluşmaya başlamıştır anlaşması olumlu sonuçlar getirmiş fakat Ürdün nehrinin su sorunu asla çözülememiştir. Ürdün Krallığı ile İsrail arasında bu anlaşma çerçevesinde bir barış sürmekte sıkıntı yaratan durumlarda anlaşmanın koşullarıyla bu sorunlar giderilmeye çalışılmakta ancak yine de bazı küçük sorunlar hala devam etmektedir. Fakat asıl sorun Ürdün nehrinin 5 kıyıdaşı arasından yalnızca iki ülkenin bu sorunları çözmüş olmasıdır. Barış sürecinde geçici anlaşmalar imzalanmış fakat bunların da hükümlerine uyulmamıştır. Filistin yönetimi ile İsrail arasında bir su komitesi kurulmuştur ancak bu da sorunları çözememiştir. Var olan düzen hala devam etmekte, Filistin halkı suya hala İsrail den 8 kat fazla para ödemektedir. Filistin halkı tarım faaliyetlerini yapamamakta ve temel geçim kaynakları olan tarımı yapamadıkları için işsizlik korkunç boyutlarda artmakta ve bunun doğurduğu sosyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Irak ve Suriye 1960 lardan beri Fırat ve Dicle yi bir bütün havza olarak kabul etmemişler ve su talebinde bulunmak durumunda olduklarında genelde Fırat ı tercih etmişlerdir. Fırat ve Dicle nin tek havza oluşturması Türkiye nin öyle kabul ettiği ve çoğu bilim adamının da desteklediği bir durumdur. Coğrafyacılar arasında da bu konuda bir fikir ayrılığı vardır fakat birçok saygın bilim adamı bunu kabul ederek desteklemiştir. Fırat ın çok büyük kaynağı Dicle ninse küçük bir bölümü Türkiye dedir ve aralarında 35 km.lik bir mesafe mevcuttur. Ayrıca Türkiye den çıktıktan sonra Irak bölgesinde birbirlerine çok yaklaştıkları alanlar vardır. O kadar yakınlaşıyorlar ki Dicle nin fazla suları kanallar sayesinde Fırat a aktarılabiliyor. Buna rağmen Irak ve Suriye bu iki nehrin tek bir havzada olmadığını ısrar etmeye devam ediyorlar. Bunun yanında da körfeze akmadan önce bu iki nehir birleşirler. Ve 100 km.den fazla bi alanda böyle akarlar. Türkiye nin bu iki nehrin tek havza olduğunu söylemesinin nedenlerinden biri Fırat ın üzerindeki fazla yükün zaman içinde yapılacak kanallar yoluyla Dicle den fazla suların alınarak biraz azaltılması projesidir. Kurak dönemlerde Fırat nehri etrafı tarım alanlarıyla çevrili olması nedeniyle oldukça fazla etkilenir. Fırat nehri Türkiye den Suriye ye Suriye den de Irak a geçer.%90ı Türkiye sınırlarının içinde yer alır. Dicle nehri ise %40 Türkiye de yer alan bir nehirdir.%10u da İran da yer alır. Geri kalanı da büyük ölçüde Irak tan kaynaklanır. İran uzun süre sınıraşan sular konusunda taraf olmamıştır ancak Irak la çok da iyi gitmeyen görüşmeler yapmak durumunda kalmıştır. Bu 34

36 YAZ OKULU iki nehrin ikisi de oldukça uzun ve büyük alanları kapsar. Türkiye nin topraklarının %20si ve nüfusunun %10 u bu havzada yer almaktadır. Öte yandan Irak ın tamamı bu havzada yer alır ve Irak ın tüm yaşamsal organları Fırat ve Dicle nin etrafında şekillenir. Bunun yanında Irak ın kullandığı yer altı kaynakları da vardır. Ancak birçok yer altı kaynağı ulaşılamayacak kadar derindir ve ileri teknoloji gerektirir. Suriye nin 7 havzasından birini Fırat oluşturur. Dicle de Suriye ve Türkiye nin sınırını oluşturur. Geçmiş dönemlerde yapılan bir anlaşmayla da Suriye nin Dicle nin Türkiye ile sınır oluşturan bölgelerinden su pompalama hakkını elde etmiştir. Suriye artık yıllık çok ciddi miktarlarda su pompalamaya başlamış bulunmaktadır. Ancak bu Türkiye nin kullanımında çok sorun yaratmıyor çünkü zaten Türkiye den çıktıktan sonra kullanılıyor. Ve Türkiye şu anda Dicle üzerindeki sulama sistemlerini tamamlamadığı için ne kadar kullanacağı belli değil ama Fırat kadar yoğun bir kullanım olmayacaktır. Dicle her ne kadar küçük bir sınır yapıyor gibi görünse de Suriye için ciddi bir su kaynağına dönüştü. Bu nehirlerin geçtiği alanlar yarı kurak iklim kuşaklarında yer alır ve Irak a gittikçe çölleşme de görülür. Herkesin bildiği gibi bir kuraklık sorunu var ve bu kuraklıkların geliş periyotları sıklaşmaya başlamış durumda. Daha sık ve daha uzun süren kuraklıklara tanık oluyoruz. İleride olacak iklim değişikliklerinin ve 2070 yılına kadar olacak 3.5 derecelik sıcaklık artışının bölgeyi olumsuz yönde aşırı derecede etkileyeceği yönünde çalışmalar yapılmış bulunuyor. Ancak yine de çok ciddi boyutlarda çalışmalar yapılmamış bunun da nedeni Fırat -Dicle havzasının büyük bölümünde çalışma yapılamıyor olmasındandır. Bölgede su hakkındaki anlaşmazlıklar 1960 yıllarında başlamıştır. Devletlerin bağımsızlıklarını almaları, yeni devletlerin kurulması gibi gelişmeler 20.yy ın ilk çeyreğinde meydana gelmiştir. Türkiye nin su kaynaklarını yoğun ve sistematik bir şekilde geliştirmesi 1950 li yılların sonuna denk gelmektedir. Suriye ve Irak için ise su kaynaklarının yoğun şekilde geliştirilmesi Baas rejiminin iktidara gelmesiyle başlıyor. Bu rejimler kırsal alanda kalkınmayı ön plana çıkarırlar. Irak ta daha petrolün bulunmadığı bir dönem olduğu için su kaynakları üzerindeki baskılar oldukça fazladır. Üç ülke de kendi ülkeleri için planlarını açıklarlar. Türkiye Keban ve Karakaya yı, Suriye Tabka barajını, Irak ta devam eden büyük barajlarını tamamlayacağını açıklar lerde bu barajların yapımı tamamlanıyor. Keban ve Tabka barajlarının tamamlanması aynı dönemlere denk geliyor ve bu barajlar aynı dönemde dolduruluyorlar. Bu sırada bir kuraklık olması ve nehrin her zamanki akışında kısa süreli de olsa bir değişiklik yaşanması Irak ile olan ilişkilerin gerilmesine neden oluyor. Saddam rejimi Suriye rejimine bir ültimatom gönderir ve su savaşı literatürü o dönemde bir savaşın eşiğinden dönüldüğünü söylemektedir. Ancak yağışların artması ve Tabka barajından bir miktar suyun bırakılmasıyla uzlaşma sağlanıyor ve kriz çözülüyor. Yani 1960 lardan sonra Irak açısından bir su sorununun ortaya çıkması o dönemden sonra Türkiye ve Suriye de meydana gelen baraj yapımlarından kaynaklanmaktadır. Çünkü o zamana kadar ne teknik ne de ekonomik olarak baraj yapacak imkâna sahip olamamışlardır. Ancak 1960 lara gelindiğinde Türkiye dünya bankasından aldığı krediler ve batının desteğiyle, Suriye ise büyük ölçüde Sovyetler Birliğinin desteğiyle baraj yapacak imkana sahip oluyorlar bu tarihten itibaren de Irak için bir su sorunu gündeme geliyor. Çünkü önce Keban barajı tamamlanıyor, hemen arkasından Karakaya geliyor ve 1980 li yılların başlarında Türkiye yine sonradan GAP olarak isimlendirilen bir projesinin olduğunu söylüyor ve bu durum da Irak ı rahatsız ediyor. Suriye de baraj yapacak alanın kısıtlı 35

37 olması nedeniyle Türkiye kadar baraj yapamıyorlar. Ancak Türkiye nin topografyası baraj yapımlarına çok uygundur. Ve Türkiye deki barajlar çok dikkatli ölçümler yapılarak oluşturulmuştur bu sayede hiçbir baraj diğerini engellemez hatta birbirlerini besleyecek şekilde yapılmışlardır. Ve bu planlı ölçümler sayesinde Türkiye nin hidroelektrik enerjisi 1970 lerden beri çok önemli bir yere sahiptir. Aynı durum Irak ve Suriye içinde geçerlidir. Irak petrol ekonomisine yönelmiş durumda olmasına rağmen su kaynaklarını arttırma yolunda da önemli çalışmalar yapmıştır. Suriye için de Fırat nehri 7 büyük havzası içinde en yaşamsal olan kaynaktır. Türkiye içinde Fırat -Dicle havzası tüm su kaynaklarının %30unu oluşturması bakımından önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Türkiye nin verimli toprak arazilerinin 1/5 i bu arazide bulunur. Tüm kıyıdaşların aynı kaynak üzerindeki taleplerini arttırıp o kaynaktan ekonomik büyüme sağlamaya çalışmaları da çatışmalara neden olarak var olan çatışmaların da artması sonucunu doğurur. Bunun yanında literatürün göz önüne almadığı bir müzakereler süreci de oluşur lardan beri Irak Türkiye ve Suriyeli mühendisler düzenli olmasa da bir görüşme içindedirler. Ancak bunlar düzensiz aralıklarla olmuştur ve su üzerinde beklenen anlaşmaları sağlayıcı nitelikte olamamışlardır lerde de aynı şekilde bir ortak teknik komite kurulmuştur ve bu komite tam anlamıyla bir anlaşmayı sağlamak için kurulmuştur ancak taraflar kendilerinden ödün vermemişlerdir. Ülkelerin paylaşma anlaşmalarına yanaşmaması, Türkiye nin Fırat ve Dicle havzalarını bir kabul ederken diğerlerinin ayrı havzalar olarak alması gibi durumlar müzakerelerden sonuç alınamamasına neden olmuştur yılında Türkiye bir protokol imzalamıştır. Buna göre Suriye ye saniyede 500m 3 suyun verileceği ve bunun Atatürk barajı dolana ya da nihai bir anlaşma yapılana kadar geçerli olduğu kabul edilmiştir. Günümüzde Atatürk barajı dolmuş olmasına rağmen nihai anlaşmaya varılamaması nedeniyle bu anlaşma geçici nitelikte devam etmektedir. Eğer bazı aylarla bu akışlarda azalma olursa Türkiye bunu ilerleyen aylarda telafi edeceği sözünü de vermiştir. Ancak bu belirlenen miktar Fırat tan akan suyun yarısını oluşturur ve kuraklık nedeniyle bazı zamanlarda bu miktarın çok altında su gönderildiği olur. Bu protokolün neden imzalandığına gelecek olursak; aynı protokolle birlikte terörle ilgili başka bir protokol daha imzalanmıştı. Bu her zaman reddedildi fakat bu dönemde muhtemelen Suriye nin terör örgütünü desteklemeyeceği sözüne karşılık olarak belirlenen miktarın her ay gönderileceği kabul edilmiştir. Ancak zaman içinde Suriye terör örgütüne verdiği desteği bırakın kesmeyi arttırmasına rağmen biz hala aynı miktardaki suyu göndermeye devam ediyoruz yılında da Irak ve Suriye arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma da hala geçerlidir fakat iki taraf da memnun kalmamaktadır. Bu iki anlaşma da ne nehirleri koruma ne de kirliliği önleme açısından hiçbir önlem bulunmamaktadır. Miktar olarak da üç tarafı da tatmin etmeyen anlaşmalardır.2007 den sonra da Türkiye- Irak ilişkileri bir müzakere sürecin girmesinden sonra daha net adımlar atmaya başlanmıştır fakat hiçbir zaman Türkiye -Suriye ilişkilerinde olduğu kadar uzlaşma sağlanamamıştır. Suriye ile ilişkilerin sorunsuz ilerlemediğini söyleyemeyiz fakat en azından belli konularda bir mutabakata varılmıştır. Ancak her şeye rağmen bu protokolle Suriye ile ilişkiler hiç olmadığı kadar iyi olmuştur. Bunda Suriye de ki liderlik değişiminin, Irak savaşının, Suriye nin dost ülke arayışı içinde olmasının da etkisi vardır. Aynı zamanda Irak ta Amerika nın olduğu bir dönemde Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmek işine gelmiştir. Ancak bunlar kalıcı anlaşma olmadığı için Suriye -Türkiye ilişkileri temkinli olarak devam etmektedir. Yine de çoğu konuda sıcak ilişkiler içinde olmamız su konusuna yansımış durumdadır. Türkiye nin Asi de bir baraja ihtiyacı 36

38 YAZ OKULU vardır fakat bu barajı yapacak yeterli alan bulunmamaktadır. Bu nedenle yapılacak olan bu baraj sınırda olmalıdır. Bu sene bu diyalog sağlanmıştır ve bakanların söylediğine göre tam sınırın üstünde bu barajın temeli atılacaktır. Suriye nin Hatay sınırını tanımadığını göz önüne alırsak bu barajın bu konuya da açıklık getireceğini düşünebiliriz. Diğer anlaşmalarda da kuraklık ve kirlilikle mücadele konusunda önemli bir adım atılmış ve daha önce bahsettiğimiz gibi sınırdan Suriye ye su pompalama konusunda bir anlaşma yapılmıştır. Irak la yapılan su müzakerelerinde de bir anlaşmaya varıldı fakat bu iyi niyeti simgeleyen genel bir anlaşma olarak görülmektedir. Genel olarak bakıldığında su konusunda yeni müzakerelerin yapılmasıyla oldukça sıcak bir ortam oluşturulmuştur. Havzanın sorunları çözülmeye başlandıkça bölge üzerinden sağlanan imkânlar artacaktır. Yapılması planlanan projede Türkiye -Suriye ilişkileri nasıl etkilenir? Ayşegül KİBAROĞLU: Türkiye nin Suriye ile olan ilişkilerinde tam olarak bir anlaşma sağlanamamıştır yılları a- rasında soğuk savaşta farklı cephelerde yer alması, sınır ve güvenlik gibi sorunlarının olması nedeniyle oldukça gergin dönemler geçirilmiştir. Bunların birdenbire değiştirilmesi beklenemez. Ancak güvenlik konusunda yapılan anlaşmayla bu konuda bir mutabakata varılmıştır. Ancak diğer konularda elimizde güvenebileceğimiz bir anlaşma bulunmamaktadır. İleriki dönemde yapılacak olan herhangi bir anlaşmada da Türkiye kendi ihtiyaçlarını çok iyi hesaplamak zorundadır. Eğer Türkiye- Suriye ilişkileri bugün devam ettiği şekilde ilerlerse su kaynakları açısından problem çıkması çok olası değildir çünkü Türkiye Suriye nin ihtiyacı olan suyu her zaman verecektir. Siz Türkiye nin su politikasını yeterli buluyor musunuz? Ayşegül KİBAROĞLU: 1987 anlaşmasını dışarıda bırakırsak Türkiye nin dengeli ve yeterli bir su politikası bulunmaktadır. Su meselesini diğer sorunlardan ayrı tutmaları, yaşamsal olduğunu ve bu yüzden diğerlerinden farklı bir alanda tutulması gerektiğini düşünmeleri Türkiye nin su konusunda diğer ülkelerden farklı bir konumda bulunduğunun göstergesidir. Irak ın bir protokol imzalamadan önce alt yapısını tamamlaması gerekmiyor mu? Ayşegül KİBAROĞLU: Irak ın su alanındaki alt yapısı çok yetersiz değildir fakat mevcut siyasi iktidarsızlık durumunda elindeki yapıları koruyup korumayacağı bile bilinmemektedir. Savaşlar sırasında elindeki barajlar çok fazla hasar görmüştür ten sonra Irak ta ki asıl mesele temiz suya erişim meselesi olmuştur. Irak ın kendi içinde su konusunda çok büyük sıkıntıları ve öncelikleri mevcuttur fakat buna rağmen sınıraşan sular konusundaki istekleri, talepleri hiç bitmemiştir. Türkiye nin baraj yapımına destek vermemekle birlikte tüm dünyada destek verilmemesi yönünde propaganda yürütmektedir. Türkiye-Irak arasındaki su sorunu karmaşıklaşmakta ve bu da güvenlik sorununun ön plana çıkmasına neden olmaktadır. Çünkü güvenlik alanındaki en ufak bir sorun diğer tüm ilişkilerin yavaşlamasına neden olmaktadır. Güvenlik sorununun halledilmesi halinde diğer sorunların da sorun olmaktan çıkacaktır çünkü tüm sorunlar eninde sonunda güvenlik meselesine dayanmaktadır. 37

39 1.4. Ortadoğu Politikalarında Kürtler Prof. Dr. Erol Kurubaş Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Merhaba arkadaşlar. Oldukça renkli ve büyük bir toplulukla karşı karşıyayım. Hiç ummadığım bir manzaraydı açıkçası. Gerçi bulunduğum üniversitede sayılar çok fazla olduğu için çok da yabancısı değilim böyle bir öğrenci kitlesinin. Bugün bana tevdi edilen ders Ortadoğu politikasında Kürtler. Açıkçası derli toplu verilmesi zor, çok dağınık bir konu. Çünkü Ortadoğu politikasında Kürtler dediğinizde, Kürtler dört farklı ülkede var oldukları için. Sorunları, hedefler, beklentileri onlara yönelik politikalar ve onların başlattıkları hareketlerin etkileri çok farklı biçimde karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla da yekpare bir Kürtler ve yekpare bir Kürt sorunundan bahsetmek ve yekpare bir Ortadoğu politikasından söz etmek çok mümkün değil ama elimden geldiğince derli toplu vermeye gayret edeceğim. Ara sıra Türkiye özeline ara sıra Irak özeline ve diğer bölgeler özeline inerek. Şimdi Kürt konusunun tabi çok farklı boyutları var, şöyle bir sistematik ile belki dersi sunmanın daha anlamlı olabileceğini düşünüyorum. Öncelikle Kürtler kimlerdir ve Kürtler bir topluluk olarak, Sosyolojik bir topluluk olarak ulus mudur? halk mıdır, etnik grup mudur; bunun anlamı nedir; bunlar üzerinde belki biraz durmak. Daha sonra Kürt sorunu nedir, böyle bir adlandırma bile tartışma konusu bildiğiniz üzere, bu adlandırma neyi ima etmektedir; nedenleri nelerdir ve Türkiye ve özellikle Iraktaki Kürt sorunlarının benzerlikleri farklılıkları etkileri nelerdir, bunlar üzerinde durmaya gayret edeceğim bir üçüncü konu olarak. Kuşkusuz ki Kürt sorunu hem bölgesel politika açısından hem uluslararası politika açısından çok önemli sonuçlar doğurmakta. Yabancı aktörlerin doğrudan ve dolaylı olarak müdahil olduğu bir konu. Benzerleriyle mukayese edildiğinde acaba uluslararası topluluğun ve bölgesel aktörlerin acaba bu soruna müdahil olma nedenleri nelerdir, bunun Kürt sorunu açısından etkileri nelerdir, bölgesel dengeler açısından etkileri nelerdir ve daha da önemlisi aslında uluslar arası normatif yapı açısından bu müdahil olma ne tür sonuçlar doğurabilir? Bunlar üzerinde durmaya çalışacağız ve bu alanda tabi ki Kürt sorununun uluslararasılaşma sürelerini ve bu süreçlerin yansımalarını da anlatmaya gayret edeceğim. Tabi tüm Kürt sorunu tartışılırken hep kafaların arkasında yer alan en kritik soruna da değinmeden geçmek isteyemem açıkçası. Cevabını tam net olarak veremesem de bir Kürt devleti mümkün mü olası mı böyle bir sürece mi gidiliyor bunun etkileri neler olabilir bu konuya da belki yer vermek uygun olacaktır. Eğer vakit kalırsa sorun varsa bir çözümü de herhalde tartışmamız gerekiyor. Kürt sorunu biricik bir sorun tipi değildir tip olarak. Benzerleri olan bir sorundur kuşkusuz özgün yönleri olmakla beraber ve benzerleriyle mukayese edildiğinde acaba bu tür sorunlara nasıl çözümler üretilmiş o modellerden belki esinlenerek bu soruna da belki çözüm demeyelim çünkü böyle bir şeyin formülü olsaydı herhalde birileri bunu uygulardı çözüm için olmazsa 38

40 YAZ OKULU olmaz unsurlara belki yer verebiliriz. Şimdi, bu ana başlıkları tabi şunu da bilmiyorum ne kadar anlatabileceğim zaman ne kadar yetecek veyahut ne kadar toparlayabileceğim ondan da emin değilim. Bir de yöntem olarak, bilmiyorum daha önceki derslerde nasıl bir yöntem izlediniz ama interaktif olmaktan yanayım. Yoksa sıkıcı bir konferansa dönüşecek, dönüşebilir ya da en azından öyle bir tehdit söz konusu ders adına. Kafanıza takılan ve o konunun daha açılmasına yardımcı olabileceğini düşündüğünüz tüm soruları araya girerek sorabilirsiniz. Eğer tamamen o konunun dışında yeni bir konuyu çağrıştıran sorularınız varsa onu belki, sonlara saklamanız daha uygun olabilir. Şimdi Kürt sorununu biz uluslararası politikada, bilimsel açıdan kullandığımız bir kavramsallaştırmaya oturuyoruz: Etnik sorun. Ya da en azından benim yaklaşımım öyle onun nedenlerine gireceğim. Soğuk savaş sonrası uluslararası sistemin ve uluslararası ilişkilerin en önemli güvenlik sorunu en önemli istikrarsızlık nedeni etnik temelde ortaya çıkan hareketler. Bu kiminize çok iddialı gelebilir ama ben de iddialı bir şey söylüyorum zaten çünkü etnik hareketler, etnik temelde başlayan hareketler. Bunlar ayrılıkçı olabilir olamayabilir. İster ayrılıkçı olsun ister olmasın uluslararası sistemin 17. Yüzyıldan itibaren doğmuş temel felsefesini hedef almaktadır. Malumunuz 1648 Westphalia Barışı yla beraber uluslararası ilişkiler dediğimiz olgu doğmaya başladığında halkların ulus olarak örgütlenmesi ulusların da devlet olarak örgütlenmesi ve bunların arasında tam örtüşmenin sağlanmasına yönelik modernist, saat gibi işleyen bir uluslararası ilişkiler tasarımı doğmuştu ve bu tasarım çerçevesinde sınırlar çizilmişti. Her topluluk ulustu mevcut bağımsızlığını sağlamış olan ve o uluslar devletler tarafından mükemmelen temsil ediliyor idi. Ve devletler de ulusları adına birbirleriyle ilişkiler yürütüyorlardı. Şimdi, etnik hareketler, etnik grup dediğimiz, ulus altı ama ulus olma potansiyeli taşıyan bir olgu ve bu haliyle günümüzde ulus devletlerin istikrarsızlaşmasına hatta yıkılmasına parçalanmasına sebebiyet veren bir olgu, sınırlarda büyük değişikliklere yol açabilecek bir olgu. Yapılan çalışmalara göre bugün dünyada 5000 civarında etnik grup olduğu varsayılmakta. Dolayısıyla kötümser bir senaryo açısından bakıldığında etnik hareketlerin başarıya ulaşması halinde ki bu nihai başarı kuşkusuz ki bağımsızlık anlamına geliyor, yaklaşık 200 devletten oluşan uluslararası sitemin 5000 aktörden oluşan etnik devletli bir yapıya dönüşme olasılığı var. Ve aslında uluslararası ilişkiler bakımından siyasi aktör olarak 5000 devletin birbiriyle ilişkileri ve bunlardan kaynaklanan sorunlar ve bu sorunların ifadesinde kullanılan normatif hukuksal araçlar bile ne kadar yetersizken, sınır sorunları vs., devletli bir dünyanın idaresi herhalde çok daha zor olacaktır. Bu hiçbir aktörün istemediği bir şeydir. Tabi devletlerin hiçbiri de intihar etmek istemez yani hiçbir devler parçalanmak istemez. O nedenle tüm devletler açısından ve dolayısıyla da o devletlerin kurmuş olduğu bugünkü uluslararası sitem açısından en önemli tehdit etnik hareketlerdir ve bunlardan kaynaklanan etnik çatışmalardır. Ortadoğu özelinde bu etnik sorun başlığında kullandım. Bu etnik sorun lafını aslında etnik çatışma yerine kullanıyorum etnik çatışma bizde daha fiziksel şiddet unsurlarını içeren bir olguyu çağrıştırıyor ama etnik sorun lafı ille de fiziksel şiddeti içermesini gerektirmediğini ima ettiği için ben tercih ediyorum. Ethnic conflict yerine ethnic question ya da ethnic problem lafını kullanıyorum ama uluslararası literatürde genellikle tercih edilen laf etnik çatışma dır onu da belirmiş olayım. Şimdi Ortadoğu açısından bu durum özellikle önemli çünkü Ortadoğu henüz ve hala pre-modern özellikler gösteren bir coğrafya devletler aslında tam devlet olabilmiş değil, top- 39

41 lumlar aslında ulus değil ve aslında ulus-devlet dediğimiz o modern yapılar Ortadoğu coğrafyasında henüz yerleşmiş değil. Egemenlikler ulusa henüz dayanmıyor ve devlet içi aktörlerin bölgesel politika geliştirme kapasiteleri bazen devletlerden bile yüksek. Ortadoğu politikasının aktörleri devletlerin yanı sıra en az devletler kadar dinsel gruplar ve mezhepsel gruplar ve aşiretlerdir. Hal böyle olunca burada etnik çatışma ve etnik sorun çıkma potansiyeli daha yüksektir, burada çıkacak etnik sorunları siyasal düzlemde tolere edebilecek yapılar çok zayıf olduğu için devletler de çok zayıf olduğu için bölgesel örgütler de çok zayıf olduğu için buradaki çatışmalar ister istemez yoğun şiddet içerikli çatışma olacaktır. O nedenle Ortadoğu politikası açısından etnik sorunlar özel bir önem taşıyor. Uzun bir giriş oldu farkındayım. Şimdi buradan hareketle, Kürtler ve Kürt sorununa belki bakabiliriz. Pek çoğumuzun malumu olan birkaç hususu hatırlatacağım. Öncelikle demografik olarak Kürtler; Türkiye, İran, Irak, Suriye ve daha pek çok coğrafyada yaşayan bir nüfustan söz ediyoruz ama yerleşik olarak yüzyıllardan beri yaşadıkları topraklar temelde bu dört ülkeye dağılmış durumda. Türkiye de rakamları lütfen yaklaşık rakamlar olarak kabul ediniz ama fikir vermesi açısından önemli, özellikle yoğunlukları. Türkiye de yaklaşık 12 milyon bir Kürt nüfus ülke nüfusunun yüzde 15 ine yakın bir orana sahip. Irak ta 6 milyon civarında bir Kürt nüfus ülkenin yüzde 20 sini hemen hemen oluşturuyor, İran da 6-7 milyon civarında bir Kürt nüfus ülkenin yüzde 9-10 nunu oluşturuyor. Ve Suriye de 1-1,5 milyon civarında bir Kürt nüfus ülke nüfusunu yüzde 5-6sını oluşturuyor. Ve yine dikkat edilmesi gereken önemli bir husus bu Kürt nüfus bu ülkelerin belli bölgelerinde yoğunlaşmış bir Kürt nüfustur. Yoğunlaşma oranları açısından, Türkiye de 14 doğu ve güneydoğu ilini göz önüne alacak olursak yüzde 65 dolayında bir yoğunlaşmadan söz edebiliriz. Iraktaki yoğunlaşma oranı çok daha yüksek. Bugünkü bölgesel yönetimi baz alacak olursak yüzde a yakın bir yoğunlaşmadan söz edebiliriz. İran da Kürdistan eyaleti ve Kermanşah eyaletlerinde Kürt nüfusun yoğunlaştığını biliyoruz o da yüzde 80 lere yakın bir yoğunlaşma oranıdır. Suriye de yoğunlaşma oranı nispeten daha düşük yüzde 70 lerde olduğunu tahmin ediyoruz. Neticede bu coğrafyada 25 milyon civarında büyük bir nüfus söz konusu, Kürt nüfus söz konusu. Bir de dış Kürtlerden tabi söz etmek lazım gerek Ortadoğu nun başka coğrafyalarında gerek özellikle Avrupa da hatta Kafkaslar ve Orta Asya nın bir kısmında da sayıları 1 milyonu aşkın bir Kürt nüfus var ve bunların da varlığı Kürt sorunun uluslararası bir düzeye taşınmasında çok önemli bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Avrupa da Kürt nüfusun 900 bin dolayında olduğu tahmin ediliyor ki bu hakikaten çok önemli bir rakamdır. Diaspora etkisi yaratıyor bu olgu. Diaspora etkisi Avrupa kamuoyunda ve genel olarak batı kamuoyu açısından son derece ö- nemli bir olgu ve onlar da bunun bilincinde olduğu için son derce örgütlü bir biçiminde burada faaliyet yürütüyorlar. Bu Kürt nüfusun sosyokültürel yapısına baktığımızda aslında yekpare bir özellik taşımadığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Pek çok açıdan bölünmüş bir topluluktan söz ediyoruz aslında. Her şeyden önce aşiretler temelinde bölünmüş bir topluluk, az gelişmişliğin bütün unsurlarını içinde barındırması yanı sıra coğrafyanın getirdiği bir takım özelliklerde bu nüfusun birbirleriyle tarihsel olarak etkileşimini engellemiştir ve o aşirete yapıları tabi devlet politikalarının da bunu büyük oranda teşvik ettiğini söyleyelim. Bu aşiret yapıları kırılmamıştır. Son derece güçlü aşiret yapıları devam etmektedir. Ve pek çok yerde bireylerin temel sadakat odakları genel bir Kürtlük bilinci falan değildir, kendi aşiretleridir. Yani bu şu anlama geliyor. Aşiretlerinin çıkarıyla genel bir Kürtlük olgusunun ve Kürt hareketinin kesişmesi halinde, kişilerin tercihi kendi aşiretinin çıkarı olacaktır tabi bunlar statik olgular değildir. Bunlar değişebilir ve değişmekte olan olgulardır onu da göz önüne almamız gerekiyor. 40

42 YAZ OKULU Kürt nüfusun içerisine Zazaları da dâhil ediyor musunuz? Evet. Peki Zazaların kendilerini bir kısmını Kürt olarak saymamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kesinlikle doğru. Bir Zaza hareketi de zaten var Kürt hareketinin içerisinde. Bunun çok büyük bir önemi var mı ya da kitleselleşme düzeyi var mı ona bakmak lazım. Bunlar birazcık marjinal söylemler olarak karşımıza çıkıyor açıkçası. Zazaların kullandığı dil kuşkusuz ki diyelim; Kurmanç lehçesinden oldukça farklı bir lehçe olduğu ya da Zazaların bir kısmının dinsel bakımdan da farklılıklar içerdiğini biliyoruz ama yine de gerek Kürt hareketlerinin içerisinde önemli bir kısmının aktif pozisyonunu gerekse önemli bir halk kitlesinin kaderini diğerleriyle beraber kurgulamış olmaları o Zaza hareketinin gücünü şimdilik azaltıyor. Günün birinde tırnak içerisinde söylüyorum Kürt hareketi başarıya ulaşırsa bilin ki içinde de bir Zaza ayrılıkçı hareketi çıkacaktır. Çünkü sorunun kökeni milliyetçilikler sorunudur ve milliyetçiliklerin de özellikle etnik milliyetçiliklerin de böyle bir bölünme hastalığı vardır. Şunu yalnız gözden kaçırmamak lazım, şimdi, ortak kader birliği oluşturan olgular belli bir coğrafyada yaşamak ve onlara birileri tarafından diğerleriyle aynı muamele edilmesinden kaynaklanıyor. Onlar pek çok yerde, algısal olarak diyelim ki bir Kurmanç kökenli Kürt kadar, kendisini, algısal olarak söylüyorum yalnız, dışlanmış hissetmeyebilir. Fakat dışarıdan ona bakış Yani mesela Türkiye deki sıradan insanın bir Zaza ya bakış, sen Kürt değilsin şeklinde değildir. Onlar da terör etkisi olduğu için kendilerini uzaklaştırıyorlar. Evet. Uzaklaştırmaya çalışıyorlar, öyle diyelim. Evet, öyle bir eğilim söz konusu ama dediğim gibi bunun toplumsal tabanı yeterince güçlü değil, gerek Türk tarafı açısından gerekse Kürt tarafı açısından. Ermeni asıllı Kürtlerle ilgili Ermeni asıllı Kürt lafı çok tartışmalı acaba Yahudi asıllı filan mı demek istiyorsunuz. Hiç duymadım çünkü Ermeni asıllı Kürt Bu son dönemde özellikle Ermeni Ben şöyle bir şey eklemek istiyorum da. Mesela Zazalar, Türkiye deki Zazalar özellikle, Kürt kesiminden ziyade daha ulusalcı bir yapıya sahipler, yani Türkiye kavramına daha yakınlar. Yani Kürt milliyetçiliği yapanlardan ziyade ama örneğin Iraktakiler ise daha etkin olduğu için Kürtleri destekliyorlar. Şimdi Ermenistan ın güney kesiminde sayıları 10 binlerle ifade edilen bir Kürt nüfus yaşıyor herhalde onu kastediyorsunuz. Evet. 41

43 Muhtemelen odur Ermeni asıllı derken. Oradaki siyasallaşma düzeyinin ne olduğunu özel olarak incelemedim ama kesin olan bir şey var ki, onların da temasta oldukları gruplar tabii ki var. Yani o hareketin dışında kalmaları çok mümkün değil. Şimdi dilsel ve dinsel açıdan da farklılaşmalar özellikle dilsel, dil çok önemli bir unsur ortak bilinç o- luşturmada, Kürt hareketleri incelenirken buna çok özel önem verilir ve bu hareketin yekpare olmasına karşı duranların en önemli argümanıdır ve Kürtlerin ulus olmadığının en önemli argümanlarından bir tanesi Kürtlerin birbirinden oldukça farklı lehçeler kullanıyor olmalarıdır. Türkiye de Kurmanç ve Dimili yani Zazaki dediğimiz lehçelerin kullanılması Irak ta Sorani ve Kurmanç lehçelerinin kullanılması İran da Kürtlerin Leki gibi Gorani gibi daha farklı lehçelerde konuşmaları söz konusu ki bu zaten coğrafyanın engellediği ve aşiret yapısının engellemesi nedeniyle bu toplum üzerinde iyi bir etkileşim sağlanmadığı için bu dillerin birbirinden çok kopuk olması da çok anlaşılabilir bir şeydir. Ama neticede böyle bir ayrışma, farklı bir durum var ama öte yandan Kürt hareketinin güçlenmesi için çaba harcayanlar diyelim Kurmanç lehçesinin bir Kürt ulusal diline dönüşmesine çaba harcıyorlar buna da işaret etmek lazım. Dinsel açıdan, Kürtlerin büyü bir kısmının Sünni Müslüman ve Sünni Müslümanlığın şafi koluna tabii olduğunu biliyoruz her ne kadar Hıristiyan ve Yezidi topluluklar olsa da orada bir yekparelik kısmen söz konusu tabi. Alevi Kürtlerin de önemli sayısı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Kürt hareketi milliyetçi özellikler kazandıkça dinsel faktörün etkisi azalıyor. Dinsel faktörün etkisi daha da azalacak. Ama şu anda tarım toplumların genel özelliği din eksenli toplumlardır aynı zamanda, aşiret toplumları için de aynı şey geçerlidir. Bu özelliklerini taşıdığı sürece dinin mutlaka Kürtler üzerinde ve Kürtlere yönelik politikalar üzerinde çok önemli etkisi olacağı kuşkusuzdur ama dediğim gibi milliyetçiliğin oranı arttıkça dinsel faktörün ve dinin o toplumun tutunum biçimi olması azalacaktır. Böyle bir öngörüde bulunabiliriz. Şimdi, bu genel yapı etrafında Kürtler etnik grup mudur, ulus mudur, halk mıdır? sorusuna yanıt aramak anlamlı olur. Çünkü bunun hem ulusal yapılar açısından hem de uluslararası hukuk açısından son derece önemli sonuçları var. Bir kere bu bölünmüşlük hali pek çok sosyologun da Van Bruinessen gibi önemli sosyologların da doğrudan inceleme yapan, Mcdowell gibi, işaret ettiği gibi Kürtler yekpare bir topluluğa karşılık gelmemektedir fakat Kürtlerin günümüzde edinmiş oldukları ortak bir grup bilinci vardır bunu da göz ardı edemeyiz. O nedenle Kürt toplumu parçalı da olsa, kültürel bir kategoriye tekabül eden etnik grup ya da etnisite bağlamında değerlendirilmelidir. Fakat ulus mudur, halk mıdır? Ve bunlar neden önemli. Şimdi 20. yüzyılda devlet olmanın meşruiyet kaynağını milliyetler ilkesi oluşturmuştur bildiğiniz gibi. Ve milliyetler ilkesinin özü de her ulusa bir devlet verilmesi ki bu her ulusun kendi kaderini tayin etme ilkesiyle de meşrulaştırılmıştır. 20. yüzyılda kurulan tüm devletlerin meşruiyet kaynağı budur. Bir ulus varsa, bu devlet olma hakkına sahiptir. Olur veya olmaz. O kendi bileceği ya da diğer siyasi koşulların belirleyeceği şeydir. O nedenle bir topluluğun ulus olarak nitelendirilmesi mutlaka çok güçlü siyasi imalar içerir. Ulus kavramı etnik grup kavramını kapsayan bir kavramdır ama onun ötesinde, sosyopolitik bir örgütlenmeyi işaret eder, sosyopolitik bir kategoridir bir başka ifadeyle. Devlet olma potansiyeline sahip o derecede örgütlenmiş ve gelişmiş olan bir topluma karşılık geliyor. Kürtlerin modern bir sosyopolitik kategoriye tekabül eden ulus olduklarını ben şahsen düşünmüyorum ama etnik grup ile etnik grupların uluslara dönüşme olasılığı her zaman vardır, bu tür 42

44 YAZ OKULU çabalar hep olmuştur ve Kürt toplumunda da bu yönde çok güçlü bir çaba söz konusudur. Bunun da neyi ima ettiğini herhalde anlayabiliyorsunuz. Pardon hocam, sürekli bölüyorum ama Önemli değil. Ulus olmayı sanırım, bir devletleşebilme yeterliliğine bağladınız. Evet, aynen öyle. Peki bu noktada Molla Muhammed Barzani nin kurmuş olduğu daha önceden, bir Kürt devleti söz konusu. Bu nerede kalıyor o zaman. Sonuçta bir devletleşme süreci var. Sözünü ettiğiniz devlet dokuz aylık, yoğun Sovyet desteğiyle ve Sovyetlerin özel desteğiyle aslında oluşturulmuş ve devlet olma özelliklerini hiç taşımamış olan, Mehabat kentinde oluşturulmuş olan bir yapı. Hiçbir tanınırlığı ve altyapısı vs. olmayan uluslararası ilişkiler açısından devlet olmanın malumunuz kriterleri var. Bir nüfusunuz olacak ve bu nüfus belli oranlarda ortak bilinç, ortak kader, ortak dil, ortak kültürel değerler taşıyacak ve geleceğe dair de bir ortaklık bilinci olacak. Ve bu topluluğun egemenliğini sağlayacak erkleri güçlü bir biçimde oluşturulması gerekir ve bütün bunların uluslararası topluluk nezdinde tanınmış olması gerekir. Bütün bunlar açısından, o devlet benzeri yapılar, mesela, daha öncesini de söyleyeyim, 1919 da Şeyh Mahmud Berzenci de bir Kürdistan krallığı ilan etti İngilizlerin desteğiyle, birkaç aylık bir krallıktı o. Ona benzer yapılar. Bunlar çok ciddiye alınacak yapılar değil. Yani devlet olduğu varsayımını, tarihte devlet olduğu varsayımını söylemek çok zor o açıdan. Bir de halk ifadesi var, bu da önemli. Özellikle PKK nın propagandasında çok üstünde durduğu bir konudur Kürtlerin halk olduğu. Halk tanımlaması aslında sosyolojik bir tanımlamadır, hukuki bir tanımlama değildir fakat 20. Yüzyılın ikinci yarısında sömürge toplumlarının bağımsızlaşması sürecinde self-determination ilkesi uluslara değil, halklara verilmiştir. BM nin ilgili maddelerine baktığında göreceksiniz ki, halkların self-determination yani kendi kaderini belirleme hakkından söz eder. Daha sonra alınan kararlar, yani, halk nedir sorununu gündeme tabi ki getirmiştir ve uluslararası topluluğun kafasındaki halk tanımı sömürge ve işgal altındaki topluluklar olmuştur. Fakat burada muğlâk bir durum söz konusu olduğu için yani halk olmanın objektif koşulları hiçbir zaman tam olarak belirlenemeyeceği için her topluluk kendisinin halk olma iddiasında olabilir. Dolayısıyla halk kavramının muğlâklığı Kürtler açısından da, kendilerinin halk olarak nitelendirilmesine imkân sağlamaktadır ve bu açıkçası çok da haksız bir tanımlama olmaz. Ama dediğim gibi bunun çok önemli uluslararası hukuk açısından sonucu vardır. Halkların self-determination hakkı vardır. O nedenle bazı nitelendirmeleri kullanırken, çok dikkatli kullanmak gerekiyor. Mesela Fransa da Quebecler var Kanada daki Fransız Pardon. Evet. Orada Kürtleri bir büyük quasi state olarak adlandıramıyoruz. 43

45 Ne olarak? Quasi state. Fakat mesela bazı makalelerde, Kürtlerin Iraktaki Kürtlerin Türk Kürtleriyle birleştirilip kendi quasi statelerini oluşturabileceği şeklinde yaklaşımlar var. Bunları Quebeclilerden ayıran noktaları neler? Şimdi, aslında bunları mukayese etmek çok zor. Toplulukları birbirleriyle mukayese etmek çok zor. Quebec toplumu sömürge rekabetinde başarısız olmuş olan bir devletin ardılı olan gruplardır. Fransız ve İngilizlerin Kanada ya egemen olma sürecinde başarısız olmuş olan gruplardır ve baştan beri onların Fransızlıkları hususunda Fransız kültürü hususunda onların Fransız ulusunun parçası olduğu hususunda hiçbir tartışma yoktur zaten fakat buna rağmen Quebec te, belki konuya yakın olanlar vardır, ayrılma yönünde çok güçlü bir irade vardır ama o ayrılma iradesinin meşruiyeti çok zayıftır. Bunun için referandum yaptılar. Kanada yüksek mahkemesinin buna dair verdiği bir karar vardı. Ayrılmalar, ileride yeri gelince belki tekrar döneriz bu konuya, ayrılmalar, boşanma gibidir, çift taraflı rıza esastır. Dolayısıyla tek tarafın kafasına göre ben ayrıldım demesiyle ayrılma olmaz diye bir genel kararı vardır ki bu uluslararası hukuka uygun bir karardır. Dolayısıyla Kürtlerin pozisyonuyla onları mukayese etmek çok zor, Fransızlar aşiret toplumu değil her şeyden önce yani Kanada daki Fransızlarda kendi a- ralarında çok güçlü bir ortak kimlik bilinci hep vardı. Fakat Kürtler açısından bunu söylemek çok zor. Her ne kadar 16. Yüzyılda Ahmet Hani nin bir takım eserleri Şeref Han ın bir takım yazıları filan, Kürt milliyetçiliğinin olduğuna dair Kürt kimlik bilincinin olduğuna dair işaretler sunuyorsa da Kürt milliyetçiliği geç bir milliyetçiliktir. Toplumsallaşabilme düzeyi 20. yy. sonunda ancak mümkün olabilmiş bir milliyetçilik türüdür. O nedenle mukayesesi çok mümkün değil. Şimdi bu sözünü ettiğimiz Kürtlerden kaynaklanan sorun nedir? Biraz önce i- fade ettiğim gibi bu sorunun bir üst başlığı var bu sorun etnik sorun türlerinden bir tanesidir ve genellikle etnik sorunların iki türü vardır kaynak itibariyle söylüyorum: 1- devlet politikaları 2- grup talepleri. Bazen devlet politikaları sorunu uyarıcı etki doğurabilir, bazen de grup talepleri sorunu ortaya çıkarabilir. Kimi zaman da eş anlı tabii ki bu süreçler yaşanabilir. Ama neticede bunları birbirine karşıt pozisyona sürükleyen bir kavram var: Milliyetçilik. Milliyetçiliğin iki farklı tasarımıdır ki etnik sorunların ortaya çıkmasına yol açıyor. Birincisi devlet milliyetçiliği ki biz ona territorial milliyetçilik diyoruz, her devlet ülkesel bütünlüğünü korumaya yönelik, çaba içerisine girer. Bu territorial milliyetçiliktir ve ülkesel bütünlüğü korumanın en iyi yolunun da ulusal birliği sağlamaktan geçtiğine dair genel bir vizyonu vardır. Bu devlet açısından toplumsal ve fiziksel güvenlik ihtiyacının karşılanması anlamına gelir. Bunun karşısında yer alan milliyetçilik biçimi ise etnik milliyetçiliktir. Etnik milliyetçilikler ise bir etnik grubun farklılık bilincine varması sonucunda o farklı kimliği korumaya yönelik başlattıkları hareketleri ifade eder. Yani kimlik ihtiyacının karşılanması temelinde doğarlar. Bu ikisi illa karşıt olmak zorunda mı? Aslında değil. Pek çok örneğini de biliyoruz. Ama genellikle karşıt. Çünkü territorial milliyetçiliği esas alan devletler işi garantiye alabilmek için tabiri caizse, toplumlarını ellerinden geldikçe türdeş görmeye çalışırlar. Bunu farklı yöntemlerle yaptıkları için ortaya çıkan sonucun biçimi de farklılıklaşır. Kimi devletler bu işi sosyopolitik ve ekonomik bir takım mekanizmaları devreye sokarak halletmeye çalışırlar örneğin iletişim ulaşım imkânlarını arttırmak, ekonomik olarak 44

46 YAZ OKULU toplumları birbirine bağlamak, ekonomik çıkarları bağlamak. Bu uzun vadede, toplumların ne kadar farklı olursa olsun ortak bir kader birliği yapmasına yol açıyor ve bu iyi bir yöntem. Batı Avrupa milliyetçiliklerinin genellikle izlediği yol budur. Fakat bunun yetersiz olduğu yer ve zamanlarda devletler normatif önlemlerle toplumları bir arada tutmaya, ortak bir bilinç yaratmaya çalışırlar. İşte bu normatif önlemlerin büyük bir kısmı asimilasyonist politikaları beraberinde getirir. Bunun en temel dayanağı ise ulusal eğitimdir: Milli eğitim. Bütün devletlerin bir milli eğitim süreci var dikkat ederseniz. O milli eğitim sürecinde ne anlatılır çocuklara dikkat ederseniz, dil anlatılır, vazgeçilmezdir; tarih öğretilir vb. marş öğretilir vs. o bir aslında doktrinalizasyon sürecidir. Ulusal bilinci taşımaya yönelik bir doktrinalizasyon sürecidir. Eğer bu milli eğitim sürecinden birileri kaçmışsa, kaçmasın diye askerlik zorunlu askerlik vatan uğrunda ölmeyi öğretir bireylere. Bunun da ötesinde, eğer bundan da kaçtıysanız veyahut bu bilinç zayıflamasın diye yasalar vardır. O yasalara uymak zorundasınız. Vatandaşlık hak ve ö- devleri vardır ki bu ödev kısmı hak kısmından daha güçlüdür her zaman. Bu bütün ulus-devletler açısından ya da ulus-devlet olmaya çalışan devletler a- çısından hemen hemen bu bir formül gibidir. Hepsinde şu veya bu oranda vardır. Fakat dikkat ediniz, normatif önlemler, sosyolojik mekanizmaların zayıf olduğu yerlerde zora dayalı olarak işler ve herkes o zoru hisseder ve maalesef o zora dayandığı oranda karşı taraf açısından uyarıcı etki doğurur çünkü asimilasyonist süreçler zannedildiği gibi sadece türdeşleştirici süreçler değildir aynı zamanda ayrıştırıcı süreçlerdir. Grupların farklılıklarının bilincine vardıkları süreçlerdir böyle bir yan etkisi vardır. Ve pek çok devlet bu yan etkiden muzdariptir. Etnik sorunlar da tam işte genellikle bu uluslaştırma süreçlerinin güçlendiği zaman ve zeminlerde karşımıza çıkmaktadır. Netice itibariyle Kürt sorunu grup düzeyinde ve devlet düzeyinde nedenleri aranması gereken bir sorundur. Grup düzeyinde etno-dinsel anlamda farklılık, toplumun bu farklılığın bilincine varması ve bu bilinçle bu farklılığın tanınması ve geliştirilmesi yolunda siyasallaşması ile ortaya çıkar. Bu siyasallaşma süreci bir takım yöntemleri beraberinde getirebilir. Kültürel direniş biçiminde ortaya çıkabilir veyahut da silahlı direniş biçiminde ortaya çıkabilir. Ve Kürtler açısından, Kürt toplumu açısından, onların aşiret yapısı, az gelişmişlik özellikleri vs. silah olgusunun çok önemli bir yeri vardır Kürt toplumunda. Dolayısıyla da farklılıklarını koruma biçimleri hemen her coğrafyada, Türkiye de buna dâhil olmak üzere, şiddet eğilimleri biçiminde kendini göstermiştir ve göstermektedir. Dikkat ediniz son dönemde Türkiye de gelişen sivil itaatsizlik eksenli eylemler bile şiddet içeriyor ki; normalde sivil itaatsizlik eylemlerinin bir mantığı vardır, şiddet içermemesi beklenir. O bile şiddet içerikli olarak tezahür ediyor. Şiddetten arınması çok mümkün değil Dolayısıyla Kürt hareketlerinin giriştiği mücadeleyi bir biçimde şiddet eylemleriyle sürdürmesi grup düzeyinde sorunun çok daha farklı boyutlar kazanmasına yol açıyor ki; Türkiye de terörizm boyutu kazanması Irak ta ayrılıkçı hareket ve isyan boyutu kazanması, bundan kaynaklanıyor. Tabi devlet düzeyinde de biraz önce söyledim, nedenler çok açık. Kurmuş olduğunuz ulusun temellerini neye dayandırdınız? Genellikle 2 tane model var: 1. Toprağa mı dayandırıyorsunuz? 2. Çoğunluğu oluşturan bir etnik gruba mı dayandırıyorsunuz? Toprağa dayandırdığınızda riskler azalıyor etnik sorun çıkmada ama bir etnik gruba dayandığınızda kaçınılmaz olarak kültürel türdeşliğe her toplumu zorlayacağınız için uyarıcı etki yapıyorsunuz ve karşı tarafın bilinci ortaya çıkmamışsa bile o bilinçlenecektir. Etnik sorunları çıkartan en önemli nedendir bu; uluslaşmada kendinizi neye dayandırdığınız, hangi modeli esas aldığınız. Ve biraz önce sözünü 45

47 ettiğim uluslaşmada kullandığınız yöntemler falan tüm bunları besleyen olgulardır. Tabi etnik sorunların bir üçüncü boyutuna daha işaret etmek lazım onu besleyen, etkisini arttıran: dış aktörler, dış aktörlerin tutumları. Ve biz biliyoruz ki hemen hemen tüm etnik sorunlarda şu veya bu oranda ilerde söyleyeceğim nedenlerden dolayı yabancı aktörler bu işlere müdahildir. Ve taraftırlar. Resmi ve ya gayri resmi. Ki genellikle tahmin edeceğiniz gibi gayri resmi yollardan doğrudan veya dolaylı olarak bu işe taraftır. Dolayısıyla sorunların çözümlerini de buna paralel düşünmeniz için bu ana unsurlara değindim. Şimdi, Kürt sorununu bu bağlamda ele aldığımızda çok yönlü bir sorun olduğunu göz önüne almamız gerekiyor. Türkiye de özellikle bu isimlendirme sorusu çok önemli biliyorsunuz, Türk sorunu mu, toprak sorunu mu, feodalite sorunu mu, az gelişmişlik sorunu mu, yok demokrasi sorunu mu, hayır terör sorunu mu Aslında sadece hiçbiri ama aynı zamanda hepsi. Siz sadece teröre odaklı bir Kürt politikası geliştirdiğinizde sorunun sadece şiddet boyutunu belki halledersiniz, sadece demokrasiyi geliştirdiğinizde yani demokrasiden şunu kastediyorum; katılımı arttırıcı önlemler aldığınızda sorunun sadece bir boyutunu halletmiş olursunuz, Sadece ekonomik boyutunu ön plana çıkartırsanız; işte burada az gelişmişlik var, kaynakları buraya aktaralım yatırımı arttıralım, insanlara iş-aş verelim sorun çözülsün. Dozu azalabilir ama tamamen çözemezsiniz. Yani bataklık kurumaz. Dolayısıyla Kürt sorunu çok boyutlu bir soruna tekabül etmektedir ve Kürt sorunu tüm bu boyutları tüm bu sorunları içine alan bir kavramsallaştırmadır. Ve konunun kimlik boyutunu da belli bir toplumun kimlik ihtiyacını da ifade eden bir kavramsallaştırmadır. O nedenle bence sorunun tanımlanması ve teşhisin konulmasında en nesnel isimlendirmedir. Başta da söylediğim gibi, aslında Kürt sorunu değil eğer Ortadoğu genelinden söz ediyorsak Kürt sorunlarından bahsetmemiz gerekiyor. Ve özellikle burada temelde Ortadoğu politikalarına etkisi açısından 2 tane Kürt sorunundan bahsetmemiz gerekiyor. Diğerleri biraz buna eklemlenmiş durumda, Türkiye deki Kürt sorunu ve Iraktaki Kürt sorunu. Suriye Kürt sorunu büyük oranda Türkiye deki Kürt sorununa eklemlenmiş bir sorun. İran daki Kürt sorunu kâh Türkiye deki PKK eksenli sorunun bir versiyonu kâh Iraktaki sorunun bir versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Bir de oralardaki sorunun yaşanma düzeyi bu ikisi kadar büyük değil. Suriye de büyük oranda 1960 tan itibaren geliştirilen bazı politikalar çerçevesinde bastırılmış bir sorun var. Yani orada bir sorun var tabiî ki ama o büyük oranda bastırılmış. Nüfusun yetersizliği dağıtılmışlığı vs. ve enerjisini PKK aracılığıyla boşaltmış olması, Suriye deki sorunun bölgesel düzeyde etki doğurmasını engelliyor. İran daki sorun da aslında büyük oranda kitleselleşebilmiş bir sorun değil ;çünkü İran da hem bir eyalet var hem geniş kültürel haklar verilmiş durumda ve en önemli liderleri 1980 lerin sonlarına doğru Avusturya da öldürüldü. Ondan sonra oradaki hareketin etkileri nispeten zayıfladı. Bizim Ortadoğu politikaları açısında dikkat çekmemiz gereken iki önemli sorun alanı var: 1- Türkiye deki Kürt sorunu alanı 2- Iraktaki Kürt sorun alanı. Ama tabi şunu da belirtmeden geçmeyeceğim; bu dört sorunu da birbirine bağlayan faktörler var yani bir çözüm üretilecekse, zaten işin zorluğu da orada, bu dört bölgedeki sorunu göz önüne alarak birbiriyle bağlandırarak üretmek zorundasınız ve bu çok zor bir şey. Neden? Çünkü bir kere, artık diye konuşayım, yani 90 lardan sonra tüm bu topluluk yani 25 milyon topluluk açısından ortak bir bilinç oluşmuş, ortak bir kimlik bilinci vardır. Hiç tartışmasız. İkincisi Ortak bir ideal var, hak edilmiş olarak görülen bir ideal. Gerçekleştirilir, gerçekleştirilemez o çok önemli değil algılar son derece belirleyici, Kürt devleti ideali ve üçüncüsü ABD politikaları. Bu üç unsur tüm 46

48 YAZ OKULU Kürt sorunlarını birbirine eklemliyor ve içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açıyor. Şimdi, Türkiye ve Iraktaki Kürt sorunlarına biraz daha detaylı bakacak olursak; bir kere bu iki Kürt sorununu birbirinden faklılaştıran çok önemli bazı unsurlar var, onlara işaret etmek isterim. Her şeyden önce etnik grupların durumu itibariyle çok önemli farklılıklar var. Sayı yoğunlaşma nispeten yakın ama o yakınlık da aslında politika üretmeye başladığınızda, üzerine düşünmeniz gereken bir olgudur yani Kuzey Iraktaki yoğunlaşma, Kuzey Iraktaki Kürtlerin o yoğunluğunun etkisi Türkiye dekinden çok daha fazladır. Türkiye de nispeten bir dağılmışlık var: yüzde 35 lik kesimin o 14 ilinin dışında yaşadığı önemli oranda asimile olduğu ve hatta yerleşik bölgelerinde yaşayanların bile önemli orada asimile olduğunu tespit etmemiz mümkün yani bir etkileşim olgusu var. Evlenme oranları, siyasal sisteme katılma tüm bu açılardan baktığınızda da zaten bunu görebilirsiniz. Türkiye de 4 milyona yakın bir Türk Kürt evliliği vardır ama aynı şeyi Irak ta baktığınızda Arap Kürt evlilikleri, yani araştırmadım ama tahmini olarak söyleyebilirim, çok yüksek olacağını düşünemeyiz. Katılımcı: Çok az. Evet, muhtemelen çok azdır. Dolayısıyla eklenme düzeyi, Türkiye de Kürtlerin ulusal yapıya eklemlenme düzeyi Iraktakilerin Iraktaki yapıya, ona ulusal demek şu an çok zor, eklemlenme düzeyinden çok daha yüksektir. Bunu siyasal sisteme katılım oranlarına baktığınızda da görebilirsiniz. Şimdi siyasal yabancılaşmanın en önemli anahtarı nedir? Siyasal sisteme katılmazsınız, vatandaşlık haklarını kullanmaz itiraz edersiniz vs. Türkiye de baktığınızda böyle bir durum görmüyorsunuz. Türkiye deki durumu aslında tanımlayacak en iyi ifade, özellikle bu terör sürecinin yarattığı bir olgu olarak, etnik hoşnutsuzluk. Benim de çok beğenerek kullandığım bir kavram. Türkiye deki sorun etnik hoşnutsuzluk düzeyinde bir sorundur. Iraktaki durum çok farklı, taraflar çok net biçimde ayrılmış durumda. Orada bir etnik çatışma düzeyi oldukça uzun zamandan beri hep yaşanıyordu. Onu görmemiz gerekiyor. Öte yandan vatandaşlık haklarından yararlanma bakımından 47

49 Türkiye dekilerle Iraktakiler birbirleriyle mukayese edilemez ama tersi bir biçimde kültürel haklardan yararlanma konusunda da Iraktakilerin pozisyonuyla Türkiye dekilerin pozisyonu birbiriyle mukayese edilemez. Iraktaki Kürtler 1921, Irak ın kuruluşundan daha sonra 1925 ve 1932 Irak ın bağımsızlığını kazanması süreçlerinde kabul edilen tüm uluslararası ve ulusal belgelerde hakları tescil edilmiş olan bir topluluktur. Yani orada asimilasyon olgusunun yaşanması neredeyse imkânsızdır devlet de o yönde politikalar zaten izlememiştir izleyecek güçte de olmamıştır. Fakat Türkiye de 1925 isyanından sonra hepimizin bildiği gibi, kültürel haklar konusu hiçbir zaman gündeme getirilmiş olmadığı gibi, aksine kültürel farklılıkların giderilmesi yönünde çok ciddi adımlar atılmıştır. Dil yasakları bunun en önemli nedenidir. Dolayısıyla Iraktaki Kürtlerin beklenti ve motivasyonları ile Türkiye deki Kürtlerinkiler arasında büyük bir fark vardır. Bundan dolayı da bu iki sorun biraz sonra söyleyeceğim özellikleriyle birbirinden çok farklıdır. Tabi konuya bir de devlet düzleminde bakmak lazım, Iraktaki Kürtlerin yaşadıkları devletin uluslararası konumu ve devletin gücü, uluslararası topluluğa entegre olma düzeyi Türkiye yle mukayese edilemez oranda düşüktür. Dolayısıyla bu etnik sorunlarda devlet gücü zayıfladığında etnik grubun etkinliği artar. Böyle bir ilişki vardır. Türkiye de ise Türkiye nin hem bölgesel düzeyde istikrar yaratıcı özelliği hem uluslararası topluluğa pek çok yönüyle, işte NATO üyesi, BM etkin üyesi, AB ve Avrupa konseyiyle vs. pek çok uluslararası topluluğun parçası olması ve merkezi otoritenin gücü nedeniyle Türkiye de Kürt sorununun düzeyi, Kürtlerin olası beklentileri, Kürt hareketinin biçimi çok farklılaşacaktır. Dolayısıyla da etkisi azalacaktır. Böyle bir varsayımda bulunabiliriz. Tabi buna gelişmişlik düzeyini falan da eklemek gerekiyor. Bir de sorunun cereyan ettiği alt sisteme bakmanız lazım bu da çok önemli. Iraktaki Kürt sorununun yaşandığı zemin Ortadoğu dur. Yani Iraktaki Kürt sorunu Ortadoğu politikasının parçasıdır. Türkiye deki ise Araf ta bir konu. Yani bir yönüyle Ortadoğu politikasının parçası ama Türkiye nin yönelim ve idealleri ile baktığınızda Avrupa zemininde cereyan eden bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla arada bu açıdan da çok büyük bir eşik var. Yani Türkiye nin Irak la olan sınırı aslında öyle sanıldığı gibi engebeli düz bir sınır değil arada büyük bir fay hattı var. Ortadoğu ve Avrupa konsepti birbirinden çok farklı konseptler. Bu sorunları farklılaştıran önemli bir neden. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye deki Kürt sorununun temelde kültürel bir zemin üzerine yükseldiğini daha çok kimliğin korunması talebinden hareket edildiğini tespit edebiliriz. Tabi bunu söylerken çok da ihtiyatlı davranmak istiyorum. Çünkü kimliğin korunması talepleri siyasallaştığı oranda nereye gideceğini kestiremezsiniz. Onu belirleyen bir sürü unsur var. İkincisi Türkiye de Kürt sorunu güçlü bir merkezi otoriteye karşı yürütülüyor. Üçüncüsü biraz önce söylediğim Avrupa zemini. Dördüncüsü Türkiye de Kürt sorunu evet şiddet içeriyor diğeri gibi ama bu şiddet kör şiddet, terörizm. Iraktaki şiddet, terörist eylemler içermiyor. İsyan, ayaklanma niteliğinde bir özellik taşıyor. Yani devletin kolluk güçleriyle doğrudan doğruya girişilen bir mücadele biçiminde. Daha ayrılıkçı. O yönüyle, daha taraf. Yani, Cenevre sözleşmesinde geçen taraf lafına daha uygun bir pozisyon. Herkesten uzak kalma üzerine, bir şeye karışmama 48

50 YAZ OKULU O boyutu da var. Askeri bir hiyerarşi üniformal bir yapıya bürünmesi ve askerlerle mücadele etmesi. Yani devletin kolluk güçleri. Türkiye de PKK da bu yönde çok çaba harcamıştır daha sonraki yıllarda, kendisini taraf haline sokabilmek için, savaşan taraf konumuna getirebilmek için. Giydikleri elbisenin bir anlamı var tabi ki bu grupların değil mi? Dünyaya biz hiyerarşik bir askeri örgütlenmeye sahip toplumuz, dolayısıyla kolluk güçleriyle savaşıyoruz demek için o üniforma benzeri şeyleri giyiyorlar ama maalesef gerçek böyle değil. PKK bir terörist örgüt olarak, terörist eylemlere başvuran, konuyla doğrudan doğruya ilişkisi olmayan masum insanları öldüren hala da öldürmeye devam eden bir kör şiddetin temel tetikleyicisi. Neticede, Türkiye deki Kürt sorununun yönelimi ve niteliği açısından ayrılıkçı olma potansiyeli zayıf olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Ama çok garip bir biçimde milliyetçi niteliği daha güçlü. Peki bu noktada bir çelişki var mı sizce PKK içinde? Çünkü kuruluş sürecinde parti olarak, Marksist- Leninist bir söylem kullanıyor. Ama kendi içinde milliyetçi bir yapısı da var. Tüm az gelişmiş ve geriden gelen milliyetçilikler ilk çıktığında sosyalisttir. Bu iki kutuplu sistem gereği böyledir. Çünkü dikkat ederseniz bu hareketlerin ortaya çıktığı yerlerde Sovyetlerden yardım alabilmek için emperyalizmle mücadele söylemi ön planda tutulmuştur. İç sömürgecilik diye bir tez ortaya atılmıştır ve mücadele ettikleri devleti de sömürgeci devlet olarak nitelendirmişlerdir. Doğal olarak da kendilerini Marksist-Leninist temelde konumlandırmışlardır. Bu aslında bir örtüdür o örtü 1990 da zaten kalkmıştır. Bugün hiçbir etnik ayrılıkçı hareket, bazıları söylem olarak devam ettiriyor belki ama özünde hepsi milliyetçi karaktere sahiptir. Mesela parti tüzüğü içinde PKK nın ekolojizm de çok ciddi bir yer tutuyor. Bu çok ciddi bir şey. Bir de sosyalist söyleme yakın bir söylem ekolojizm. Bir kanaatim var. Sosyalizm milliyetçiliği bir yere kadar isteyen bir ideolojidir. Ne zamana kadar. Biliyorsunuz Marksist felsefede, Karl Marks ın Almanya özelinde dile getirdiği bir husus var. Diyalektiğin işleyebilmesi için burjuva sınıfı net bir biçimde ortaya çıkmalı. Burjuva sınıfı ortaya çıksın ki işçi bilinci güçlensin ve diyalektik mekanizma işlesin, işçi sınıfıyla burjuva sınıfı birbiriyle çatışsın. Burjuva sınıfının ortaya çıkması ise milliyetçilikle mümkün. O nedenle, dikkat ediniz, Sovyetlerin yapılanmasında bile belli oranda milliyetçilik kullanılmıştır. Milli kimlikler üretilmiştir. Onlara ulus denmiştir hatta. Demek ki bir yere kadar dışlamıyor zaten. Bu özellikle Leninist bir bakış açısının sonucu özellikle. Bildiğiniz gibi Lenin ulusların kendi kaderini tayin hakkını da ileri süren bir lider olduğu için milliyetçiliğin araçsal olarak kullanılabileceğini düşünmüştür. Bu gruplar da bundan yararlanmıştır, yani ortada bir tezat yok aslında. Iraktaki sorun kültürel kimlik hep güçlü olduğu için esasen siyasal özerklik taleplerinden kaynaklanmıştır. Yani bir üst aşamada cereyan ediyor orada sorun. Ve o nedenle ayrılıkçı karakteri çok daha güçlüdür. Ama buna rağmen çok ilginç bir biçimde milliyetçi karakteri çok zayıftır ve en azından söylem düzeyinde siyasal özerklik talebinden başlamıştır hareket. Aslında Barzani nin de zaman zaman dile getirdiği gibi, bağımsızlık gibi bir talebimiz hep var, demiştir. Çünkü bu siyasal özerliğin son tahlilde garanti alınmış hali bağımsızlıktır. Ama onu şartlar belirler tabi ki, öyle bir ideale sahip 49

51 olmanız sizi otomatik olarak öyle bir hedefi gerçekleştirmeye otomatik olarak itmez. Onu genellikle karıştırıyoruz. O da sorunların daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına, korkuların daha da depreşmesine falan yol açıyor. O nedenle bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Türkiye nin Kürt sorunuyla ilgili. Türkiye de Kürt sorunu çerçevesinde kültürel hakların aslında Kürtlere verildiğini düşünüyorum ben. Televizyonla ilgili olsun veya eğitimle ilgili. Ama yapılan bu düzenlemelerin sizin de bahsettiğiniz grupların istek ve talepleriyle örtüşmediği, sonucunda aslında bir takım demokratik çerçevede verilen haklarla çözülebileceğini sanmam. Şimdi mesela televizyonu izliyorum bazen yazarlar falan, gizli aslında yani kimsenin dile getirmediği, gizli alttan alta bu sorunun çözülemeyeceği Federasyon-konfederasyon şekline değişebilir. Aslında böyle düşünmek Nasıl düşünmeliyiz bilmiyorum. Bunu bodrumdaki general bile dile getirdi değil mi? Evet. Yani yeni bir şey de değil, o 1990 ların meşhur şeyidir aslında. Türkiyedeki bazı iş adamları tarafından da çok hararetle savunulan bir şeydir. Ver kurtulcu lar dediğimiz bir grup var. Ver-kurtul politikası şimdi, ileri de aslında bu konuya yeniden döneceğim. Çözümler faslında bunu daha iyi tartışabiliriz ama şu kadar söyleyelim. Milliyetçi hareketlerin iki tane ayırıcı özelliği var. Birincisi milliyetçi hareketler genel irade oluşturduklarına inandıkları bir ulusa sadakat duyarlar. Fiktif olarak. Bir ulusa sadakat. Yani ne dinsel, ne aşiretsel ne de trans nasyonal bir ideale onların sadakat duyduğu şey ulus ve ulusun üstünlüğü ulusun çıkarları vs. İkincisi ve daha önemlisi, her milliyetçiliğin en nihai durağı, terminal, bağımsız devlettir. Fakat bu terminal biraz önce söylediğim gibi hayallerdeki, ideallerdeki bir şeydir. Reel durum her zaman bununla örtüşmediği gibi, genellikle de örtüşmez zaten. O nedenle, o bir aşamada pazarlık unsuruna dönüşür ve daha alt düzeydeki kültürel haklarla tatmin olma ya da federatif yapıyla veyahut idare veya siyasal özerklikle tatmin olma düzeyine inebilir. O koşullarla alakalı bir şey. Ama hakikaten de milliyetçilik olgusunun böyle irrasyonel hedefleri vardır. Hatta daha irrasyonel hedefleri var biliyorsunuz: pan hareketler. Tüm farklı coğrafyalarda yaşayan soydaşların tek devlet çatısı altında toplanması gibi çok daha Hemen hemen her ulusçuluğun da vardır böyle bir şeyi, alman ulusçuluğu, Pangermenizm, Slav ulusları Panslavizm, Türk ulusçuluklarında Pantürkizm, Sırp ulusçuluğunda aynı şekilde, hepsinde böyle nihai bir şey vardır. Bunun gerçeklerle özleşme düzeyi çok zayıf olduğu için o ideologlar düzeyinde ya da polemik düzeyinde dile getirilebilir. Daha ileride değil. Kaçınılmaz olarak bu sorunu, o ülkenin iç işi olmaktan çıkartır o nedenle zaten 1990 sonrası etnik sorunlar artık siyaset biliminin ve sosyolojinin konusu olmaktan çıkmıştır, uluslararası ilişkilerin konusu olmuştur. Türkiye de her ne kadar bu daha yeni yeni bu bağlamda yazılar çıkıyor olsa da uluslararası literatür çoktan beri 1970 lerden beri bu sorunları uluslararası düzeyde ele almaktadır. Şimdi Kürtler özelinde Kürtlerin bir kere 4 farklı ülkede var olması akraba topluluk olgusunu beraberinde getirdiği için bu sorunun kaçınılmaz olarak en azından 4 ülkeyi aynı anda ilgilendiriyor olmasını beraberinde getiriyor. Bu da demektir ki sorun zaten alt yapısal olarak bölgesel bir potansiyele sahip. Çünkü Kürtlerin bu sınır ötesi pozisyonları aynı zamanda 50

52 YAZ OKULU bu bölgede birbirlerine karşı politika geliştirmek isteyen ama aynı zamanda Kürt nüfusu barındıran devletlerin diğer ülkelerdeki Kürtleri birbirlerine karşı bir araç olarak kullanması imkânını sağlıyor. Bu sadece Kürt nüfuslu devletler açısından değil diğerleri içinde aynı oranda geçerlidir. Örneğin İsrail in pozisyonuna bakınız. İsrail Arap denizinde yalnız bir Yahudi kökenli devlet. Ve 1950 lerin sonunda son derece mantıksal olarak bir doktrin ortaya attılar Periferi Doktrini yani çevre doktrini dediler ki biz bu Arap denizinde birkaç simit bulmalıyız. Arap olmayan unsurlarla ilişkilerimizi geliştirmeli, güçlendirmeliyiz. Kim var Arap olmayan bu coğrafyada? Türkler var lerin sonlarında örneğin Adnan Menderes başbakanlığında İsrail Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek için çok büyük çaba harcamıştır ama bildiğiniz gibi 1950 lerin ortalarında Türkiye nin Bağdat Paktı projesini geliştirme çabaları falan o geliştirme çabalarını engellemiştir. Çünkü Türkiye nin politikasında eksen Araplar olmuştur o dönemde. Türklerden çok fazla bir şey çıkmadı. Kim var? İranlılar var. Ve hakikaten 1979 a kadar İran İsrail devletinin en yakın müttefiki olmuştur. Kim var? Kürtler var. Ve hakikaten yine 1970 lerden itibaren özellikle MOSSAD ın Iraktaki Kürtlere yönelik olarak çok etkin politikalar izlediği çok önemli dış destekler sağladığını biliyoruz. Çünkü Irak malumunuz Arap-İsrail savaşlarında İsrail e karşı mücadele eden devletlerin başında geliyor. Bir de BAAS ideolojisiyle hareket ediyor ki Arap liderliği Arap milliyetçiliği gibi unsurlar buna katıldığında İsrail açısından son derece anlamlı. Bugün itibariyle bu mantıksal olarak değişmiş mi? Hayır. Değişmediği gibi bilakis daha da güçlendi. Demek ki Kürtlerin bu pozisyonu bölge içi ve dışı devletler bakımından son derece önemli bir dış politika aracı olmayı beraberinde getiriyor. Öte yandan yine dikkat çekilmesi gereken bir husus Kürt sorununu u- luslararası düzeye taşıyan biraz önce sözünü ettiğim diaspora etkisi larda kısmen daha çok Iraklı Kürtlerin Avrupa ya gittiğini biliyoruz lerin başından itibaren de birçok Kürt kökenlinin siyasi suçlar nedeniyle ülkeyi terk ettiklerini ve mülteci statüsünde Avrupalı devletlere sığındığını biliyoruz. Bunlar oralarda herhalde boş durmazlar değil mi? Zaten çok güçlü bir kimlik bilincine sahip olan bu topluluklar Avrupa kamuoyunda örgütlendiler. Çok önemli faaliyetler dile getirdiler ve bu faaliyetlerin büyük bir kısmı mağduriyete dayalı faaliyetlerdir ve kültürel faaliyetlerdir. Bakınız bu kültürel faaliyetler kısmı çok önemli çünkü batı kamuoyu nezdinde Kürt toplumunun ilgili devletler tarafından Batı da gelişen değerlere aykırı bir biçimde haklarının gasp edildiğine dair inanç oluşmuştur. Kanı demiyorum dikkat ediniz inanç oluşmuştur. Ve bu inançtan dolayı şu anda biraz önce arkadaşlarınız dedi ya bir sürü hak verildi zaten falan bu hakların gerçekten alt yapısının çok sağlam olarak kurgulanıp öyle verildiği düşünülmemektedir Avrupa da. Biz bastırdık onlar bastırdı ancak öyle verildi zaten yapısı buna uygun değil Türkiye nin Irak ın vs. diye bir düşünce hâkim. Dolayısıyla dış Kürtlerin ya da Kürt diasporasının dünya kamuoyunda, bunu bir de sade Avrupa ile kıyaslamayınız bugün Avustralya parlamentosunda Kanada parlamentosunda Kürtler lehine kararlar çıkmakta. ABD de çok güçlü örgütlenmeler, özellikle Irak kökenli Kürtlerin ABD de örgütlenmesi var bildiğiniz gibi bin civarında bir Kürt ama örgütlü olduğu için lobicilik faaliyeti yürütüyorlar. Ve ABD politikalarına ciddi oranda tesir edebiliyor. Hocam ben yedi yaşımda Hollanda ya gitmiştim ailemle beraber. Bu biraz önce söylediğiniz PKK nın kıyafetlerine yakın kıyafette biri mesela Amsterdam da ufak bir kâğıt dağıtıyordu. Ben o zaman yabancı dil bilmiyordum annem Almanca bil- 51

53 diği için aldı eline baktı bu bir bebek fotoğrafı var. Herkesin bildiği PKK nın öldürdüğü resmin altına da Türklerin Doğu Anadolu bölgesinde Kürtlere soykırım yürüttüğü şeklinde bir şeyler yazıyormuş. Annem benim gurbetçi bir ailenin kızı 80 lerin sonuna doğru buraya gelmişler. Annem anlatıyor mesela 80 lerin başında özellikle Doğu ve Ortadoğu dan gelen göçlerle PKK sempatizanları özellikle yasadışı alanda, kalpazanlıktan tutun gasplara kadar elinde tutuyormuş çoğunun da Türk pasaportu olduğu için karakollarda ya da resmi kurumlarda bu işlemler yapılıyorken kendilerine bu işlemler yapıldığında genelde Türküm diyorlarmış. Yani diasporanın yapmış olduğu stratejik faaliyetlerden ziyade bir de işin bu sokak boyutu var. Türkiye yi sürekli bir öcü, katil konumunda gösterme gibi bir şeyleri de var. Aslında o propaganda süreçleri hepimizin malumu. Dedikleriniz de çok doğru. Şimdi çok daha güçlü o- larak yapılıyor onlar. Yararlandıkları Avrupa kamuoyunda zaten bir imaj var Ermeni lobi faaliyetlerinden dolayı bildiğiniz gibi Türkiye nin o soykırımcı tırnak içinde algısını pekiştiriyor. Avrupalılar şöyle düşünüyor: Bunlar Ermenilere zaten yaptı Kürtlere de yapıyorlardır. Bu inanç haline gelmiştir, önyargının ötesinde. Mesela Avrupa Parlamentosu nun aldığı kararlara Avrupa Konseyi nde benimsenen kararlara baktığınızda iş artık otomatiğe bağlanmış. Yani Türkiye hakkında mesela AİHM kararları, Türkiye den gelen kararları otomatik olarak Türkiye de adil yargılama yapılamaz, Türkiye de seyahat özgürlükleri kısıtlanmıştır, işkence vardır ve diğer insan hakları ihlalleri de çok yüksektir. Bu genel bir inanç olduğu için bunlara dayanarak açılan tüm davaları Türkiye kaybetmiştir ve kaybetmeye devam etmektedir. Bu on yıllardır, tam tarih vermek gerekirse 1980 lerin ortasıdır özellikle PKK nın Avrupa da örgütlenerek bir takım faaliyetlere girişmesi ama öncesinde başka gruplarda var PKK muhalifi gruplar da var bunların içinde. Avrupa da o inancı geliştirme yönünde çok büyük etkinlikler yürüttüler. O günkü şartlarda bunları aşma yönünde Türk diplomasisinin hiç demeyeceğim ama hiçe yakın bir eğilimi olmuştur. Yani görmezden gelme, buna deve kuşu politikası diyebiliriz. Dış dünyada Kürt sorunu büyümüşken ve içerdeki sorunu da asayiş sorununa indirgemiş onunla uğraşmış. Halbuki olayın yurtdışında büyüyen boyutu vardı. Biz bunun ne zaman farkına vardık? 1997de farkında vardık. 97 ye kadar geçen sürede iş işten geçmişti tabi ki şu an o nedenle biz istediğimizi yaparız niye bu adamı asmıyoruz gibi söylemlerin hiçbir anlamı yok arkadaşlar. Bunlar tabi ki duygularımıza hitap eden söylemler olabilir, herkes de söyleyebilir ama gerçekleşme şansı yok. O kadar net söyleyebilirim. Ben sizin söylediğinize katılmıyorum. Çünkü Ermenilere yapmışlardı Türklere de yaparlar mantığıyla baktıklarını kesinlikle düşünmüyorum. Sonuçta Ermenilerin Türklere yaptıkları da belli. Onların geçmişinde Türklere ya da diğer ırklara yaptıkları da belli. Ermenilerin lere yaptığı da belli. O sizce belli. Kapalı olarak hepsi, formel olarak yapmasalar da Maalesef. Zannınız doğru değil. Şimdi, bakınız. Konum da değil, buradaki konu da değil. Ermeni soykırımı meselesi, mesela ABD de hiç kimse, hani biz parlamentodan geçmesin diye uğraşıyoruz ya, reddedenler bile ret nedenleri Türkler Ermenilere soykırım yapmamıştır diye değil. Konjonktür 52

54 YAZ OKULU uygun değil diye reddediyorlar. O sözünü ettiğiniz şey bizim algımız. Oranın algısı halk düzeyinde de ayrıca, sadece siyasiler düzeyinde değil, çok güçlü bir biçimde Türkiye nin insanlık suçu işlediğine dair tırnak içinde dair bir inanç var. Sözünü kestim devam edin: Eğer öyle bir şey yoksa ben düşündüğümde hala Abdullah Öcalan la. Bütün ülkelerin silah, füze, para yardımları, her şeyi gösteriyor. Aklınıza gelmeyecek ülkeler işte güya Türkiye ye olan ülkeler bütün yardımları ettiği söyleniyor. Eğer bu kadarsa, Kürtleri savunuyoruz modunda bir şey olsaydı onların da daha fazla Kürtlere karşı bir şeyler yapabileceklerini düşünmüyorum. Bu tamamen politika. İşte bu. Savunuyoruz siz çok şey söylüyorsunuz Ermenilere yapmışlardı. Hayır, Batı daki bakış bu. Gösterilen bu. Valla sonuç doğuran bu. Gösterilen değil sonuç doğuruyor. Keşke öyle olmasa ama ben de yurtdışında gezilerimde müşahede ettim. Bizim önümüze konulan iki tane husus var: 1. Kıbrıs. 2. Kürtler. Ve bu halk düzeyinde. Yani entelektüeller ya da siyasi ya da akademisyenler düzeyinde söylemiyorum. Böyle bir yargı oluşmuş durumda, maalesef diyorum. Ve burada Türk diplomasisinin zamanında yeterli çaba içresine girmediğini söylüyorum. Böyle. Sonuçlarını görüyoruz en azından AİHM de Türkiye şu anda Rusya dan sonra en çok dava açılan ve hakkında en çok mahkûmiyet verilen ülke iki nedenden dolayı: 1. Kürt sorununa müteallik konular 2. Kıbrıs sorununa müteallik konulardan dolayı. Yani sonuçlar açık. Maalesef böyle bir şey olmamıştır bağlamında mı yoksa Hayır, böyle bir şey olmamıştır da diyemeyiz. İş ortada. Fakat benim söylediğim iş otomatiğe bağlanmıştır, yoksa evet maalesef adil yargılanma hakkı konusunda çok ciddi sorunlarımız var maalesef yıllar boyunca işkence yasağına aykırı eylemler gerçekleştirilmiştir maalesef. Seyahat özgürlüğünü, mülkiyet hakkını kısıtlayıcı Bunlar hepimizin malumu olan şeyler. Bunlara maalesef. Yoksa olmuştur. Yani verilen kararlar. Ama verilen kararlar söylediğim gibi otomatiğe bağlanmıştır artık. Söylediğim gibi. Mesela, Türkiye den gelen bir kişi İsveç e gittiğinde mültecilik başvurusunda bulunduğunda, Kürtse ve İngiltere de ben de bizzat müşahede ettiğim için söylüyorum. Çok rahat oturma izni, mültecilik hakkı elde eder. Otomatik olarak. Ben şunu söylemek istiyorum. Ben mesela Türkiye de Avrupa da farklı bir gözle bakılıyor. Türkiye nin içerisinde bile çok farklı bakış açıları olduğunu düşünüyorum. Mesela ben Mersin de doğu kökenli birisi konuştuğu zaman yani, doğusunda batısı için farklı bir dünya batısında doğusu için farklı bir görüş olduğunu düşünüyorum. Mesela anlatıyor konuşuyor. Mesela sorun ne diye soruyorum. Bir ezilmişlik şeyi çiziyor, yoksulluk, fakirlik bu tip sebeplerden dolayı etnik köken, Türklerden, yani onun bakış açısını anlatıyorum; bir ezilmişlik yaşadığını fakirlik yaşadığını Bir mağduriyet hissi. 53

55 Hissi var. Hâlbuki 100 metre ilerisinde doğu kökenli ondan kat kat daha iyi şekilde yaşayan insanlar. 100 metrede devlet dairesinde çok çok iyi yerlere gelmiş insanlar. Yani oradaki insanlar öyle iyi şekilde inanmış ki o düşünceye. Orada iç içe yaşamasına rağmen. Gözle görülür bir şekilde hissedebiliyorsun o algılamayı. Şimdi algılar, dediğiniz doğru. Yani PKK terörü 1980 lerden bugüne kadar 30 yıla yakın bir süredir devam eden bir olgu bunun, o gün doğan çocuklar bugün otuz yaşında, onu söylemek istiyorum. Yani genç ve en aktif olabilecek topluluklar ortaya çıkmış durumda bunlar PKK terörü ve onun yarattığı tırnak işareti içinde efsanelerle büyüdüler, hikâyelerle büyüdüler. Ve akrabaları oralarda bir şekilde var oldular. Bunun yarattığı bilinç yapılan her şeyin öyle algılanmasına yol açıyor. Ben mesela Türkiye de bir etnik sorun var derken bu etnik sorunu etnik gruplar arasında bir sorun olarak tanımlamıyorum. Etnik grup-devlet ilişkilerinden kaynaklanan bir sorundur. Yani Türkiye deki sorun bir Afganistan benzeri işte, Patanlarla ya da Peşkunlarla, Özbeklerle Tacikler arasındaki sorun benzeri bir sorun değildir. O nedenle ayrılma potansiyelini de çok zayıf olarak görüyorum. Ama bu bilinç devam ederse ve güçlenirse ki örneklerini zaman zaman maalesef görüyoruz, yani Bilecik olaylarında, İzmir de yaşanan olaylarda. Toplumlar arası ilişkileri etkileyecek boyutlara yaklaşmaya başladı ki birileri bunu istiyor zaten. O nedenle burada duygulara hakim olmak lazım. Yani olayın devlet politikalarıyla, etnik grubun taleplerinin karşılanmamasından doğan bir etnik sorundan etnik grupların birbirilerine nefretle bakan ve aralarında ciddi bir güvenmeme durumundan kaynaklanan soruna dönüştürmemeliyiz. Bunun herkes açısından bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Öyle bir şeye dönüşme potansiyeli var çünkü bu tip sorunların ve maalesef bu düzeye düştüğünde bir sorun, onun çözümü, yani araya kan girerse tabiri caizse, onun çözümü çok zor. Yani çözümünün ne olduğunu biliyoruz. Benim dillendirmek istemediğim çözüm türleri ortaya çıkıyor. Ya katliamlar ya da parçalanmalar. Yani en kötü seçenekler ortaya çıkıyor. Diğerinde ise devlet politikalarını düzeltirseniz iş düzelebilir. Böyle bir risk var yani o algıların güçlenmemesi için özel bir çaba harcaması lazım. Ve burada azınlık, yani sayısal olarak azınlık grubu kadar çoğunluk grubunun da algıları son derece önemlidir. Yani Kürt sorunu aynı zamanda Türk sorunudur söylemi bu yönüyle doğru bir yaklaşımdır. Algılarımız bozulmasın. Nefret üzerine, nefret kültürü üzerine ve etnik parçalanmışlık mentalitesi üzerine söylem geliştirmek şu anda var olan devletler açısından en tehlikeli sorundur zaten. Sadece Türkiye açısından değil, herkesin özellikle kaçınması gereken bir şey. Şimdi PKK terörünün etkileri mülteci krizlerinin etkileri bir sürü faktör var aslında Kürt sorununu bölgesel ve uluslararası politikanın parçası haline getiren. Ama belirleyici olan şu: Yabancı aktörler bu konuya ilgi gösteriyor mu, göstermiyor mu? Ve onların ilgi gösterme nedenleri geçici mi, kalıcı mı? Bunlara bakmamız gerekiyor. Ve genel nedenlere bakarsak bir kere. Reel politik araçsal nedenler bakımından. Devletler hala reel politikanın ki; Ortadoğu açısından baktığımızda bu çok daha güçlü reel politiğin yani dar çıkar kavramı yani ulusal çıkar ve ulusal güvenlik kavramlarıyla hareket eden toplumlar olduğu için, normlara dayanmamaya çalışıyorlar ve stratejik çıkarları için her şeyi her şeye karşı kullanabilir bir mentaliteyle dış politika yönetiyorlar bu böyle olduğu için, çünkü Ortadoğu zemini buna müsait. Ortadoğu zemini bir doğa hali, Hobbesian bir doğa hali gibi. Avrupa zemini daha normatif öğelerin öne çıktığı Kantian bir dünya Türkiye dikkat ederseniz tam bu ikisinin 54

56 YAZ OKULU arasında kalmış bir yer yani bir yönüyle cennet bir yönüyle cehennem tabiri caizse. Bu zeminin etkilerinin azaltılması gerekiyor. Bu çok kolay değil, onu söyleyeyim. İkincisi etnopolitik dediğimiz nedenler bu sorunun bölgesel politikada etki doğurmasına yol açıyor. Tarihsel olarak her toplum kendi devlet sınırları dışında kalan soydaş topluluklara ilgi gösterir. Bu ilginin biçimi çok farklı şekillerde tezahür eder. Himayeci dış politika, azınlık toplumunun haklarının savunulması; irredantist dış politika, yani onların yaşadığı toprakları ele geçirmeye yönelik politika veyahut daha yumuşak araçlarla o grubun sıkıntılarını uluslararası kamuoyuna taşıma, uluslararası kamuoyunda tartışılmasının daha da ötesinde uluslararası örgütlerde karar alınmasını sağlama gibi. Bir takım ilgi biçimleri üretebilirsiniz ki biz bunlara genel olarak etnopolitik diyoruz ve Kürt sorununa bağlı etnopolitiği komşu akraba topluluklar yürütüyorlar. Yani bugün Kuzey Iraktaki Kürtlerin Türkiye deki Kürt sorununa bigâne kalması, ilgisiz kalması neredeyse imkânsızdır. Zaten imkansız olduğunu da aslında görüyoruz. Barzani açıklamalar yapıyor, biz de görüyoruz ya işte o süreç. O süreç çok güçlü olarak zaten kapalı kapılar ardında konuşuluyor, onlar sadece kamuoyuna yansıyan şeyler. Tabi konunun örnek olma ya da yayılma etkisi dediğimiz bir yönü var. Tüm yabancı aktörleri bu tip konularla ilgilenmeye iten olgu. Burada mukayeseler çok önemli ve bu mukayeseler ilgili ülkelerin çelişkili politika izlemelerine de yol açıyor. Yayılma politikası, örneğin Kuzey Irak ta Türkiye nin genel politikası nedir? Irak ın toprak bütünlüğünün korunması ve etnik federatif temele dayanmaması idi. Şimdi o aşıldı biraz tabii ki. Bu aslında çelişkili bir tutum bir yönüyle. Neden? Çünkü siz aynı tutumu Kıbrıs için şey yaptığınızda Kıbrıs ın ayrı durmayı. Tabi dinamikler farklı vs. ama sonuçta uluslararası topluluğun algıları sen orda onu iddia ediyorsun ilkesel bir tutum gerçekleştirmiyorsun. Kosova nın bağımsızlığını tanıdın ayrıldı adam. Ama burada da buna karşı çıkıyorsun filan. Bu sadece Türkiye açısından değil. Diğer devletler açısından da ilkesiz tutumları beraberinde getiriyor. O nedenle reel politik dikkat ederseniz hep belirleyici, çok daha güçlü ama neticede her ülke bu tip sorunların kendisine sirayet edeceği korkusuyla hareket eder. Ve kendi çıkarlarına göre oradaki o konuyu ya kışkırtır veya ortadan kaldırıcı önlemler alır. Yani bir biçimde ilgilenir. Dolayısıyla yabancı aktörlerin bu tip konularla ilgilenmemesi düşünülemez. Bu çerçevede tabi ki uluslararası topluluğun ilkesel tutumu yani BM anlaşmasının getirdiği bir takım ilkeler var uluslararası ilişkilerin temel direkleri olan. Nedir onlar? Sınırların zorla değiştirilemeyeceği: Yani ülkesel bütünlük. İç işlere karışmama ilkesi ki artık o iç işin ne olduğu çok tartışmalı. Şimdi bir yanıyla böyle uluslararası topluluğun dayandığı direk ama öbür yanıyla da insan hakların korunması, azınlık haklarının tanınması ve halkların self determinasyon hakkının verilmesi. Bu uluslararası topluluğun çok esnek bir zeminde tutum takınmasına yol açıyor. Ve bu esneklik o kadar ki evet ilke olarak diyor ki biz ayrılıkçı eğilimlerin karşısındayız, ayrılıkçı eğilimlerin karşısında ülkesel bütünlüğü savunuruz ve devletlerin yanındayız. Bu ilkesel bir tutum olarak böyle. Fakat diyor eğer bu devlet o topluluğun iç self determinasyonunu sağlamada uygun mekanizmaları yaratmıyorsa, yani demokrasi, insan hakları, kültürel hakların verilmesi vs. bunları yaratmıyorsa; dolaysıyla da o topluluğu kendine bağlamada başarısız ise ve bu topluluğun yarattığı istikrarsızlık bölgesel etkiler doğuruyorsa, bölgesel sistemi etkiliyorsa, bu konuya müdahale ediyor. Bu müdahale önce siyasal ve diplomatik müdahale gösteriyor. Şu anda Türkiye ye mesela bu düzeyde müdahaleler var. Siyasal ve diplomatik müdahaleler düzeyinde. Bu aşamada eğer devlet bu grubun sadakatini kendine bağlamayı başaramaz ise, şiddet artar ise ve o şiddet 55

57 bölgesel düzeyde, yani devlet dışı alanda etkiler yaratmaya ve istikrarsızlık yaratmaya başlarsa, iç self determinasyon uluslararası müdahalelerle sağlanmaya çalışılıyor. Barışın kurulması ve devam ettirilmesi bu bağlamda, Kosova örneği en yakın örnek olarak karşımızda duruyor. Ve bu müdahale sonucunda eğer devlet mekanizması, o toplulukla arasındaki o uzlaştırıcı pozisyonu yakalayamaz ise veya kendi politikalarında ısrarcı ise uluslararası topluluğun istemediği ama yaptığı bir seçenek ortaya çıkıyor. Orayı bağımsızlaştırmak. Tabi bir takım koşullar altında ama böyle bir genel çizginin var olduğunu görebiliyoruz. Dolayısıyla uluslararası topluluğun genel olarak konuya yaklaşımı böyle. Dediğim gibi Türkiye deki pozisyon biraz farklı Türkiye de şu anda devlet mekanizmasının güçlü olması, değişime açık bir pozisyonu olması ve AB perspektifinin olması bu müdahaleleri oldukça sınırlı, dolaylı ve siyasal-diplomatik düzeyde tutuyor. Ve bunlar da etki yaratıyor bildiğiniz gibi. AB Kopenhag kriterleri çerçevesinde ilerleme raporlarında Türkiye yi sürekli uyarıyor ve uyarılar çerçevesinde bir takım ilerlemeler yaşanmasını istiyor ve Türkiye de bunlarda ağır aksak mehter yürüyüşüyle bir takım gelişmeler yapıyor. O nedenle yakın zamanda, en azından benim öngörebildiğim düzeyde, doğrudan müdahale olasılığı çok çok zayıftır. Askeri müdahale olasılığını zaten düşünmek mümkün değildir bugünkü koşullar altında ama dediğim gibi kötü örneklere baktığımızda böyle bir yol da var. PKK nın Türkiye de sivil itaatsizlik eylemlerini geliştirmesi, çocukları ön plana sürerek onların yaptıkları eylemleri fotoğraflaştırarak Batı kamuoyuna sunmasında filan daha doğrudan müdahaleye zemin hazırlama çabası olduğunu da zaten biliyoruz. O nedenle devlet politikaları ve devletin sağ duyusu burada çok önemli. Devletin de bu sağduyuyu ve bu yapılanların farkında olduğunu şahsen düşünmüyorum. Iraktaki Kürt hareketi açısından ise, aslında çok açık olan bir şeyi tekrar edeceğim, orada doğrudan müdahale söz konusu oldu zaten. Daha önceleri resmi olmayan doğrudan müdahaleler vardı Irak Kürt hareketine çok yüksek oranda destekler vardı. Zaten o destekler sayesinde çok güçlü ayaklanmalar gerçekleştirilmişti. Fakat her seferinde uluslararası ilişkilerin doğasındaki çıkarların zaman ve mekâna göre değişebilirliği olgusundan dolayı, devletler arasında anlaştıklarında bu gruplara verilen destek çekilmişti. Dolayısıyla o hareket başarısızlıkla sonuçlanmıştı sizin sözünü ettiğiniz, Kadı Muhammed in Mehabat Kürt Cumhuriyeti olgusu, 1975 büyük isyanı Iraktaki, İran ın İsrail in ABD nin ortaklaşa destekleriyle gerçekleşmişti ama devletler anlaşınca, İran-Irak anlaştırıldı Irak Sovyetlerden biraz uzaklaştırıldı filan, bir baktık ki o verilen destek çekilmiş bu hareket de çökmüş sonrası durum birazcık değişti. Irak açısından. Hepimizin bildiği gibi artık Saddamlı ve Baaslı bir Irak ın yaşayamayacağına dair ferman imzalandıktan sonra Kürt bölgesi çekiç gücü aracılığıyla doğrudan koruma altına alındı ve zamanı gelince ki o zaman da 2003 müş demek ki, bölge tamamen kontrol altında tutulmak suretiyle kuzey bölgelerin quasi state dediği, devlet benzeri bir yapıyla kendi kendisini yönetmesi sağlandı. Bugün kuzeydeki yapı 1991 den bugüne kadar yani yaklaşık 20 yıl kendi kendini yönetti. Orada doğan çocuklar bağımsız olarak doğdu aslında, bir devlete sadakat yani Irak devletine sadakat bilinciyle doğmadı. O nedenle orada ayrılıkçı potansiyel hakikaten çok yüksektir ve o potansiyelin tabi ki bölgesel çok önemli etkileri vardır. O nedenle zaten o bağımsızlığın gerçekleşmesi şartlara bağlıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin Barzani ve Talabani ye Türk pasaportu vermesini sizin biraz önce nitelendirdiğiniz o siyasal nitelendirmeye dahil edebilir miyiz? 56

58 YAZ OKULU Denize düşen yılana sarılır. Tabii ki öyle. Bildiğiniz gibi 1990 lı yıllarda Irak rejimi zayıflayıp Saddam ın kuzeydeki egemenliği tamamen elinden alınınca bu bölgede bir boşluk doğdu ve bu boşluk PKK için son derece önemli bir hayat alanı haline geldi. İşte o hayat alanını kullanmasını engelleyebilmek için oranın egemeni ile iş tutmak zorundasınız. Ve Türkiye nin büyük hareketlerinde Barzanilerle filan berber hareket etmesi söz konusu. Tabi Türkiye nin bir de, o dönemde Ankara süreci denilen bir süreç var, oradaki politikası şuydu: Burada bir embriyon var. Devlet embriyonu bunu kendi kontrolümüzde tutalım düşüncesi de vardı. O nedenle işte o kırmızı pasaportlar falan verilerek onlara dolaylı bir biçimde desteklendi. Yani Türkiye nin orada doğrudan müdahale ettiğini söyleyebiliriz tabi ki ama onun stratejik hedefi aman burada bir Kürt devleti doğsun meselesi değildir. Düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla hareket ederek PKK ya karşı o hayat alanının ortadan kaldırılmasıdır. Hocam bu bağlamda 2003 te ABD nin Irak harekâtına Türkiye de belli kısım kamuoyu, hatta emekli orgeneraller falan şiddetle Irak a girmemiz gerektiğini söylüyordu. Sizce bu yaklaşım doğru muydu? Kuzey Irak a girmemeli miydik? Girmeli miydi, girmemeli miydi? nin bir anlamı yok çünkü mümkün değildi. Yani şu anlamda, ABD Kürtleri en az üç kez kullandı ve 2003 her seferinde büyük hayal kırıklıkları yaşattı 2003 son şanslarıydı Kürtleri bir araç olarak kullanmasında. Ben o dönemde de çok yakından takip ettiğim için konuyu biliyorum. Bu sefer Kürtleri eğer tırnak içinde satarsa bir daha bu bölgeye yönelik politika geliştirme şansını kaybederiz düşüncesiyle hareket ettiler. Dolayısıyla, ben o zaman da yazmıştım onu, Kürtlere istediklerini verecekler diye düşünmüştüm. ABD politikası o yönde olunca doğal olarak Türkiye nin oraya asker sokmasına izin vermeyeceklerdi. Zaten 2003 ü bilmiyorum hatırlayan var mı, Türkiye den asker sokması istendiği zaman, görev a- lanı daha güney bölgeler olması istenmişti. Yani kuzey bölgelere asker sokmasına zaten izin vermiyordu. Güneydeki Tifrit, Musul un güneyleri falan oralara asker sokmasına izin verecekti. O büyük pazarlık olmuştu. Yani işin edebiyat kısmına girelim yapalım edelim, o işin edebiyat kısmı hakikaten; mümkün değildi li yılların başındaki Türkiye nin uluslararası pozisyonu ekonomisinin kırılganlığı ABD ye bağımlılık oranı filan şimdiyle mukayese edilemez orandaydı. Yani direnebilmeniz ve kafanıza göre hareket edebilmeniz neredeyse imkânsız idi. O nedenle mümkün olmayanı talep etmek çok anlamlı bir şey gibi gelmiyor bana. Zaten sonuçta bildiğiniz gibi Türkiye hiç asker sokmadı. Şimdi, konu buraya gelmişken 2003 te ABD nin bölgeye doğrudan yerleşmiş olmasının Kürt sorununun etkileri bakımından çok önemli sonuçlar doğurduğunu söylememiz gerekiyor. Çünkü bir yandan ABD Türkiye arasında bir ittifak ilişkisi var bunun stratejik olup olmadığı tartışmalı ama bir ittifak ilişkisi olduğu açık. Çok güçlü bağımlılıklarınız var. Öte yandan ABD burada sizin istemediğiniz bir biçimde hareket ediyor ve elinde de 2 çok önemli koz var. 2 sinden birini kullanarak hareket edebilecek pozisyonda. 1.PKK var, Kuzey Irakta yerleşmiş olan 2. Kuzey Irak yönetiminin bizatihi kendisi var. Şimdi ikisinin birden herhalde sizin o ittifak anlayışının devamı için feda edecek değildir ABD. Ve etmemiştir zaten. Orada bir pazarlık süreci cereyan etmiştir. Ve hali hazırda da o pazarlık sürecinin sonuçlarını devşirmeye çalışıyoruz. PKK yı bir biçimde burada elimine etmeye yönelik bir politikanın parçası ol- 57

59 maya kabul ama Kuzey Irak ın mevcut varlığının Türkiye tarafından tanınmasını da size ön şart olarak söylemiştir. Şu andaki pozisyon budur zaten. O nedenle 2005 te yapılan pazarlıklar sonucunda 3 lü mekanizma kuruldu, o mekanizma çerçevesinde Barzani grubu da PKK nın burada varlığını ortadan kaldırmaya yönelik politikaya eklemlendi. ABD ye istihbarat sağlayacak Türkiye. Bir yandan içeride Kürt sorununu çözmeye çalışacak öte yandan terörle mücadele edecek yani Türkiye artık 2000 li yıllardan itibaren şunu net bir biçimde kabullenmiştir politika düzeyinde: Kürtlere kültürel hakları vereceğiz bir yandan buna karşılık batı ve özelde de ABD Türkiye ye terörle mücadelesinde destek verecek. Türkiye nin geldiği nokta şu anda bu. Batı tabi Kürt sorununa yaklaşımı 1980 lerde de hep şöyleydi; PKK terörü var ama bu terörün temel kaynağı ontolojik güvenlik meselesidir. Siz bu toplumun ulusal bütünleşmesini sağlamada başarılı politikalar izlemiyorsunuz. Terör bundan dolayı doğuyor. Yani terörü bir sonuç olarak gören bir mantaliteyle batı ve ABD bu konuya yaklaşmıştı. Ve Türkiye de o günkü koşullar altında kültürel hakların verilmesinin PKK ya taviz verilmiş olacağı endişesiyle hareket ettiği için ona direndi 1999 lara kadar. Daha sonra anayasa değişiklik paketleriyle falan bir takım gelişmeler yaşandı. O sürecin devamıdır bugün yaşadığımız oldu yani yeni bir süreç değil ama burada problem şu: Hakikaten bir eşik var. O eşik, ben ona güvenlik eşiği diyorum, devlet-etnik grup arasında; bu eşik aşıldı mı aşılmadı mı yani genel olarak Kürtler kendilerine tanınan bir takım kültürel hakların Brüksel in veya Washington ın zorlamasıyla verildiğine dair bir inanç mı taşıyor yoksa Ankara da iyileşme var ve Ankara veriyor düşüncesinde mi? İşte orada soru işaretleri var açıkçası. Soru işaretlerini güçlendiren de bir olay var: Hak veriyorsunuz fakat bürokratik mekanizmalar o hakkın kullanımını zayıflatıyor, engelliyor. Bu da Brüksel, Washington bastırmazsa biz bu hakları kullanamayız düşüncesini güçlendiriyor. Burada böyle bir sıkıntı var. Mesela, bu Kandil den gelenlerin tekrar tutuklanması Burada başbakan konunun yargıyla ilgili olduğunu belirtti. Yani burada direk kendisi benimseseydi buna Ankara vermek istemiyor denebilirdi ama Şimdi kandil açılımı ayrı bir açılım. O ayrı bir süreç. Benim daha çok sözünü ettiğim dil haklarının kullanılması, kurslar açma, üniversitelerde kürsüler kurma; bunlardan söz ediyorum. Bunları uygulamaya geçirme konusunda ciddi bürokratik engeller var. Türkiye de Türk bürokrasisinin stratejik bir zihniyet değişikliğine ihtiyacı var. Onu tam olarak gerçekleştirebildiğimizi ben düşünmüyorum. Siyasi iradede değişim talebi var hatta pek çok kesimde var. Yani sadece siyasi irade de değil, genel olarak kamuoyunda da artık böyle şeyler olsun filan diye fakat bürokratik zihniyetler, Türkiye de malumunuz bürokratik zihniyet çok güçlüdür ve esas devlette sürekliliği sağlayan bürokrasidir. O zihniyetin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun sağlıklı bir süreç olarak yürütülüp sadakatlerin Ankara ya yönelebilmesi için. Çok küçük bir şey ekleyeceğim, mesela terör eylemine karışan çocuklara uzun süre hapis cezası verilmesinin değiştirilememesi bu nedenle mi sizce? Çok doğal olarak. Şimdi aslında tabii ki dediğiniz doğru. Sorunun çözümü boyutunda konuşmamız gereken konuya da girmiş olduk böylece. Olayın aslında iki boyutu var, yani stratejik zihniyet değişimi ile rasyonalize olma boyutu. Devlette gerçekten bir stratejik zihniyet değişimi sorunu varsa, Kürt 58

60 YAZ OKULU hareketinde de rasyonalize olma sorunu var. Yani duygularına hâkim olma, o milliyetçilik ateşinin olumsuz etkilerini topluma yayma düşüncesini bırakmasını gerekiyor. Şiddet tabi bunun en başında gelen unsur. Dolayısıyla orada bir rasyonalize olma sorunu var burada da bir stratejik zihniyet değişimi sorunu var. Yani bu sorunun zaten kaynağını söylerken 2 yönlü olduğunu söylemiştim. Yani hem etnik gurubun bir takım algıları öte yandan devlet politikaları olduğunu söylemiştim. Her iki tarafın da pozisyon değiştirmesini gerektiren unsurlar var. Pozisyon değiştirme tabi kolay değil. Burada yapı değişiminden söz ediyoruz. Genel bir politika değişimi de değil bu. Yapı değişimleri en zor şeylerdir. Ama gördüğümüz bir şey var ki yapı değişmezse sorun devam edecek ve kötüleşecek. O nedenle genel olarak muadillerine baktığımızda, yani bu sorunu yaşayan devletlere baktığımızda bu sorunu nasıl bir süreçte hallettiklerini görmemiz gerekiyor. Pek çok örneği var. İRA, ETA örnekleri, Korsika Fransa da yaşanan bir sorun, bakınız, Fransa çok daha önemli, idari yapısı bize çok benzediği için ya da biz ona çok benzediğimiz için. Quebec vs. şimdi buralardaki örneklerde, gördüğümüz bir şey var. Örneğin Bask örneğinde. Bir kere 1975 te Franco nun ölümüyle baskıcı asimilasyonist devlet modeli direk ortadan kaldırıldı. Çünkü o kişiye bağlıydı orada iş biraz kolay oldu kişiye bağlı olduğu için. Ve 1978 de yeni anayasa yazıldı anayasada çok geniş haklar tanındı her gruba sadece bir gruba değil yalnız bu da çok önemli, her gruba genel özgürlükler anlayışı çerçevesinde referandumla özerk yönetim kurma hakkı tanındı. Katalonya, Galiçya, Andoluzya, Bask, Navara vs. pek çok bölgede 1980 li yılların başlarında referandumlar yapıldı ve özerk yönetimler kuruldu. Bu arada ETA terörü devam ediyordu, hem de güçlüydü 80 lerin başlarında. Sistem işemeye başladı, özgürlükler genişletilmeye başladı, demokrasi oturmaya başladı ve İspanya ya AB ye katılım vizyonu verildi. Fransa yıllarca vetolamasına rağmen, İspanya AB ye katılacak. Bu ekonomik refahı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla demokratik özgürlükler ve altyapısal olarak da ekonomik refah gelişince ETA terörü devam etti ama zayıflayarak ve dış desteğini kaybederek ki bu çok önemli. Fransa nın yıllardır, Belçika nın verdiği destek filan ortadan kalkmaya başladı. hatta ETA nın liderleri tutuklanarak İspanya ya teslim edildi. ETA terörü devam etti mi etti ama toplumsal desteğini tamamen yitirdi. 90 larda bu kitlesel desteğin gittikçe azaldığını biliyoruz, seçimler yapılıyor çünkü orada. Ve Herry Batasuna ETA yı temsilen siyasi bir hareket olarak bölgesel seçimlere katılıyor aldığı oy oranları düşmeye başladı lere geldiğimizde bir baktık ki Bask kökenli halk ETA aleyhine yürümeye başlamış. ETA ne yapıyor, şiddet eylemlerini sürdürüyordu o sırada. Şunu söylemeye çalışıyorum; burada hedef kitleniz, terörist grubun kendisini yok etmek olamaz. Çünkü onun yok edilmesi çok mümkün değildir marjinalleştirilmesi mümkündür ve kitleyi kazanmanız mümkündür. Bunun yolu da belli aslında. Burada, belli diyorum da formül yazar anlamında değil. Riskleri olan politikalar sonuç itibariyle. Ve direk İspanya örneğiyle filan da bunları birebir mukayese edemezsiniz. Yani bir modeli alıp da üstünüze giyeceksiniz diye bir şey yok. Fakat özgürlüklerin geliştirilmemesi, demokrasinin geliştirilmemesi bunlar bir kere sizin üzerinizdeki uluslararası baskıyı artırıyor. Bu ayrılıkçı veya o tip hareketlere destek anlamına geliyor. Ve bazen doğrudan destek anlamına geliyor. Bunu engellemeniz şart çözüm için. Bakınız 2007 den sonra, gerek ABD de gerek Avrupa da çok güçlü tutum değişiklikleri yaşanmaya başlandı. PKK nın para kaynaklarının kesilmesi, kimi PKK lıların tutuklanması, PKK nın terör örgütü listesine alınması. Dış destek kesiliyor, çünkü Türkiye de demokratikleşme denilen bir süreç yaşanıyor. Özgürlüklerde ilerlemeler 59

61 kaydediliyor. Bu bununla orantılı. Şimdi yapılanması gereken başka unsurlar var. Ekonomik gelişimi sağlamak, işte AB süreci o nedenle benim de çok önemsediğim bir süreç. Devam etmeli ama AB nin geleceği konusunda ciddi kuşkular doğmaya başladı. Tabi burada Kuzey Irak etkeni özel bir etken olarak ayrıca tartışmaya değerdir. Çünkü Kuzey Iraktaki gelişmeler Türkiye deki Kürt milliyetçiliğinin beklenti ve motivasyon unu doğrudan etkiliyor. Bunu da kabul etmemiz gerekiyor. Bir kere Kuzey Irak ta böyle bir yapı ortaya çıktıktan sonra asimilasyonist politikaların her şeyiyle ters etki doğuracağını kabul etmek gerekiyor. Ama aynı zamanda kültürel orada çok güçlü bir özerklik yaşayan bir yapının yanında siz kültürel haklar vermediğiniz bir topluluğun sadakatini kendinize bağlayamazsınız. Gerçekçi olmanız gerekiyor. O nedenle Türkiye nin işi biraz daha zor tabii ki. Biraz önce bir zihniyet değişikliğinden bahsettiniz de genel itibariyle özellikle Türkiye nin özeline indiğinizde yapısalcı bir çözümlemeye gittiğinizi fark ettim ama birazcık daha bireyselciliğe dönmek gerekmez mi? İkincisi Ondan neyi kastettiğinizi Yani Türk halkının kendi ihtiyaçlarına dönük, bunu çok da fazla yapısalcı olarak değil de bunu insanların daha sosyolojik ihtiyaçlarına dönük bir şekilde bakmanın gerekliliğini düşünüyorum. İkincisi değişmesi gereken zihniyetle kastınız, 25 ve 34 te iskân kanunu kastediyorum, bu yapılan Türkleştirme mantığı mı değişmeli. Hayır, asimilasyon mantığı. Türkleştirme de zaten üç aşağı beş yukarı aynı şeye denk geliyor. Aynı ama Yani bu dönemdeki bu büyük yapının değişmesi sizce Türkiye nin en önemli içsel dinamiğinin değişmesi anlamına gelmiyor mu? Son olarak, sürekli gözden kaçırılan bir nokta da var sanki Irak ta; bir Türkmen-Kürt çatışması mevcut hale geldi orada. Özellikle Kerkük ve Musul çevresinde Türkmenlere karşı yapılmış çok ciddi bir demografi oyunu çıkartıldı Kürtler tarafından. Bu sürekli bir şekilde göz ardı edildi. Hem medya hem de Türk devleti tarafından yani oradaki Türkmenler bir nevi biraz yalnızlaştırıldı. Bir şekilde Kerkük ve Musul bizim misakı millimiz diye düşünürken oradaki Türkmenleri çok da umursamadan bunu söyledik. Şimdi, birincisi Türkleştirme Türk devletinin yapısal temel özelliğidir bunu feda mı edeceğiz gibi bir Şimdi bakınız, 1930 ların ulus devletiyle 2000 lerin devleti aynı devlet değil. Şu yönüyle, 1930 lar çok özel bir zaman dilimi, bütün Avrupa da hemen hemen bütün devletler daha faşizan, yani faşizanı devletçi anlamında kullanıyorum, ABD de dâhil hatta çok daha güçlü devletçi mentaliteler ön plandaydı çünkü savaşa doğru giden bir dünya var. Her şeyi kontrol etmek isteyen devlet ve farklılıklar devletlerce hep tehdit olarak algılandı. Çünkü 1920 de Yeni Dünya Düzeni kurulurken azınlıkların ayrı devlet kurması sağlandı. Neden? İmparatorlukları tasfiye etmek için. Devletler bu tecrübeyi bildiği için 1930 larda türdeşleştirici politikaları çok etkin bir biçimde kullanmaya başladılar, Tür- 60

62 YAZ OKULU kiye de bunun dışında kalmadı. Alman modeline çok yakın durdu. Hâlbuki Türkiye nin kuruluş felsefesi Alman modeli değildir. Fransız modelidir. Fakat 1930 ların özel gelişmeleri Türkiye yi ve Türkiye deki özellikle bürokrasiyi çok etkilemiştir. Ve o türdeşleştirme politikaları çok güçlü biçimde uygulanmıştır. Türkiye onu sanki yapısal özellik gibi kabul etti. Ve 2000 lere kadar böyle geldik. Fakat gelişmeler şunu gösterdi ki; ulus devletler var olmak istiyorlarsa, yani ülkesel bütünlüklerini ve toplumsal birliklerini sürdürmek istiyorlarsa, 1930 ların ana umdesi gibi görünen bir özelliğinden feragat etmek zorundalar: Türdeş toplum. Çünkü bu zaten gerçek değildi. Böyle bir gerçeklik hiçbir yerde de olmadı. Bugün bütün Avrupa da ya liberal politikalar çerçevesinde, ya çok kültürcülük anlayışı içerisinde veyahut da azınlık hakları çerçevesinde ya da özerklik anlayışı çerçevesinde türdeşlikçi politikaların hepsinden vazgeçilmiştir. En türdeşlikçi, asimilasyon lafı zaten Fransızca kökenli, Fransa da buna dâhil. Korsika ya özerklik tanıyor. Fransız dilleri adı altında farklı dillerin, sosyal yaşamda etkin kullanımına imkân sağlıyor. Kaldı ki diğer devletlerde; İngiltere de, Portekiz de, İspanya da, İsviçre de, Almanya da, Belçika da, Hollanda da, Avusturya da hepsinde aklınıza gelebilecek her yerde farklılıklar çok güçlü bir biçimde artık tanınmıştır. Onun da ötesinde geliştirilmesi için politikalar izlenmektedir. Çünkü anlaşılmıştır ki, ulus-devletler bundan feragat etmedikçe, çünkü bu sosyal gerçeklikle uyuşmayan bir şey, toplumları tek düze hale getirmek, bu ulusal güvenliği tehdit eden en önemli unsur, bundan vazgeçtiler. İşte Türkiye de de ulusal bütünlük, ulusal birlik gibi şeylerden söz ediyorsak bunların yolu türdeşlikçi yani asimilasyonist mentaliteden vazgeçmekten geçiyor. İkincisi Türkmenlerle ilgili bir şey sordun. Irak ta tabi ki, Irak konusuyla çoğunuz yakından ilgilidir tahmin ediyorum, a geldiğinize göre. Irak Kürt hareketinin yıllar boyunca temel mücadelesi Kerkük ü ele geçirmek üzerine olmuştur. Böyle bir realite var lerde yapılan anlaşmanın hayata geçememesinin tek nedeni Kerkük üzerindeki anlaşmazlıktır. Barzani hareketinin. Daha önceki yıllarda da yoksa Saddam zamanında ve Saddam öncesi dönemde Kuzey Irak dediğimiz bölgeye özerklik zaten verilmişti. Tanınmıştı. Ama onlar bir Kerkük ü de istiyoruz dedikleri için o sorun çözülemedi. Dolayısıyla burada tabi çok hassas bir durum var. Kerkük hem petrol zengini bir coğrafya hem de yerli halkı Türkmenlerin çoğunluğu oluşturduğu bir coğrafya. Kerkük bence sigorta, verilmemesi gereken bir sigorta. Çünkü Kerküklü bir Kürt yönetiminin ayrılma potansiyeline siz de çok büyük bir katkı yapmış olursunuz. Kerkük Kudüs benzeri bir yapıyla ancak çatışma ekseninden çıkabilir. Türkiye nin burada etnik dil üzerinden hareket ederek Türkmen politikası geliştirmesi de bence sakıncalı. Nedeni de açık. Siz eğer Türkiye de Kürt sorununu halletmek istiyorsanız bir kere etnik dili bırakacaksınız. Toprak esaslı anlayışı sisteme hâkim kıldığınızı ima eden bir söylem geliştirmeniz gerekiyor. Kalkıp Irak ta soydaşlarımız olan Türkmenlerin korunması falan derseniz, hani Kürtler de Türk ulusunun parçası değil miydi diye sorarlar. O zaman da buradaki Kürtler de sizin soydaşınız olması gerekmiyor muydu derler. O nedenle, bu tip çelişkilere düşmemek gerekiyor. Bu tip çelişkilere düşmemek için de etnik siyaset dilinden bu coğrafyada mümkün mertebe uzak durmak lazım diye düşünüyorum. Hocam peki bu bildiğiniz gibi asimile çalışmalarından sonra, o zaman bayağı bir baskı, şiddet falan vardı. En basit örneği, Ahmet Kaya Kürtçe kaset çıkaracağım dediğinde bir sürü tepkiyle karşılaştı ama ondan sonra Kürt açılımı yapılarak, sadece 5 yıl sonra Kürtçe kanalın açılması vb. birçok gelişmenin olmasıyla sizce bu durum nereye kadar gider, ne olur? 61

63 İşte, tam da sözünü ettiğim bu. Biz 1982 de çıkan dil yasağına dair bir kanun var. Aslında Kürtçenin yasaklanması anlamına geliyor. 91 de kalktı zaten o. Kasetler, gazeteler, dergiler çıktı vs. fakat bunun kamu yaşamında kullanılması veya yaygınlaşması konusunda çok ciddi rahatsızlıklar doğmaya başladı çünkü eş anlı olarak terörde de güçlü bir artış olduğu için.daha ileri adımlar atılamadı o süreçte lerde Ahmet Kaya nın şeyi çok masumdu bana kalırsa. Yani 90 larda böyle bir yasa çıkmış zaten her şey çıkıyor. Şivan Perver in kasetleri ortalıkta. Zaten yasak olunca daha çok dinleniyordu piyasaya çıkınca satın alınma oranı düşmüş. Çünkü yasağa böyle genel bir eğilim vardır. Anlamsız duygusal şeyler bunlar. Dediğim gibi işte, zihniyet değişimi dediğim bu. Ona ihtiyaç var. Toplumsal olarak da belki ihtiyaç var. Biraz önce etnik hoşnutsuzluk diye bir laf kullandım. İşte, Kürt olana kız vermeme Kürt olana ev vermeme bunlar çok ürkütücü söylemler. Bu söylemlerin gelişmemesi için elinizden geleni yapmanız lazım diye düşünürüm ben şahsen, çünkü o düşüncenin nereye gideceği belli. Devlet daha önce olmayan bir konsept geliştirdi, bir argüman geliştirdi. Etnik kökenlere yönelik baskıcı bir tutum uygulamaya başladı li yıllardan itibaren baskı. Mesela Balkanlarla ilgili ben hatırlıyorum 1985 li yıllarda Balkanlardan Bulgar göçmenler vardı, bir grup daha vardı orada Türkiye şunu dillendiriyordu mesela, Balkanlardaki soydaşlarımızın Türkçe eğitimi. Bu yıllarda veya 1970 li yıllarda burada siz Kürtçeyi yasaklıyorsunuz. Dolayısıyla siz burada samimi bir görüntü vermiyorsunuz. Ne kadar samimi olsanız da bu çelişkili durum Bir şey daha söyleyeceğim, bir kere Türkiye de sorun, Kürtlerle devlet arasında bir mesele fakat bir de şu var eğer bu süreç hani siz dediniz ya AB nin böyle kararlar verebiliyor, ben ona şunu söylemek istiyorum: Bu bir algı oluşturuyor, devlet politikası olarak algılatıyor onu. Mesela sizin hiç suçunuz yok, Avrupa zaten sizin hakkınızda böyle karar veriyor. Yok, o yanlış bir yaklaşım. Hayır, hayır. Biraz önce söylediniz ya eğitimle insanları tek tipleştiriyorlar. Hepimiz Matrix in parçasıyız onu söylüyorum zaten. Matrix yazılıyor, kodlanıyoruz, hepimiz kodlanmış durumdayız. Şunu söylemek istiyorum ben, bu bir algıdır. Tehlikeli bir algıdır. Çünkü bu devletçi yani devletle etnik grup arasındaki çatışmayı toplumlar arasındaki çatışmaya götüren bir algıyı da beraberinde getiriyor. Yani bunlar, bölücüdür, ayırıcıdır. Avrupa da bunları teşvik ediyor. Polis her şeyi doğru yapıyor. Bu aynı zamanda Ama genel kamuoyunun bu zihniyette olduğunu zannetmiyorum. Bireysel söylemler tabii ki var, ideolojik söylemler. En son Samsun da olan olaylar böyle bir yere doğru gittiğimizi gösteriyor. Bunu reddedemeyiz. Gittiğimiz değil de öyle simgesel olaylar var diyelim şimdilik, inşallah gitmez. 62

64 YAZ OKULU Zaten böyle olayları hep böyle simgesel olaylar gösteriyor. Yani, bunların toplumsal tabanının çok güçlü olmadığını düşündüğüm için böyle söylüyorum yani provakatif eylemler olma olasılığı da var. Ama tabii ki zihinlerde bir ayrışma TÜSİAD başkanının da dile getirdiği malumunuz, ürkütücü olan bu. Bununla mücadele etmek lazım zaten. Son bir şey çözümle ilgili, eğer Kürt sorunu şimdi çözülmezse gelecekte de çözülmeyecek gibi görünüyor. Çünkü insanlar romantizm eksenli bir düşünceye doğru gidiyor. Kötümser olmaya gerek yok. Bir tarafta gerilla romantizmi bir tarafta şehit romantizmi. Bu ikisinin gerçekten kana dayandırılmış politikalar oluşu toplumların çatışmasına doğru götürecek bizi. Niye? Çünkü şu anda diyalog ortamı var. Ama gelecekte o ortam olmayacak. Farklı biçimlerde gene olur. Hocam, Alcase örneği de var Fransa da. Ben şöyle bir şey okumuştum. Eğer yanlış okumadıysam, benden daha iyi biliyorsunuzdur. 92 yılında Fransız anayasasının Fransız ın anadili, resmi dili değil anadili Fransızcadır dediği ifade ediliyor ve bu söylediğiniz ulus devlet anlayışının özellikle Orta ve Batı Avrupa da değişmesinden ötürü gerek Fransa gerek diğer batı Avrupa ülkelerinde kültürel haklarda ve sosyal alanlarda çok fazla özgürleşme yaşandığını Mesela 92 de Fransız anayasasına giren bu anadille ilgili Onun nedenini söyleyeyim. 92 de bölgesel ve azınlık dilleri Avrupa şartı diye bir şart kabul edilince bu şarta Fransa tepki gösterdi. O güne kadar resmi olarak anayasasında Fransızcaya yer vermediği için buna tepki olarak anayasalarına Fransızcanın kendi anadilleri olduğunu vurguladılar. O vurgu birazcık Avrupa daki o gelişmeye tepki. Yoksa 1950 lerde çıkartılan yasalarla Fransız dilleri adı altında Alsacelıların kullandığı Almancayı zaten, bir milyon insan konuşuyor, kullanıyor kamu yaşamında. Orada Fransızca bile kullanılmıyor aslına bakacak olursanız. Bretonlar kuzeyde Katalanlar Basklar falan kendi dillerini hem kullanıyorlar, hem eğitim alabiliyorlar, hem eğitim verebiliyorlar, radyoları var vs. Fransa da bile. Bu yaklaşımla şimdi hocam, ben de anadilde konuşmanın bir insanlık hakkı olduğunu düşünüyorum kaldı ki, ben İngilizce eğitim veren bir üniversitede okuyorum. Şöyle bir şey var, şimdi, şu soruyla karşılaşınca açıkçası ben ne cevap vereceğimi bilmiyorum açıkçası: Kürt yurttaşımız ben Kürtçe eğitim almak istiyorum dediğinde ben İngilizce eğitim alan biri olarak onun bu haktan mahrum edilmesini açıkçası Şimdi, bazı şeyler söylendiği kadar kolay uygulanamayabilir. Bakınız, Avrupa da da aynı sıkıntılar var. Türkiye daha bu konuları yeni tartışmaya başlıyor uygulama apayrı bir olay çünkü buna uygun altyapınız, öğretmenleriniz, müfredatınız, suistimal edil- 63

65 memesine ilişkin denetim mekanizmaları fiziksel imkânlar vs. çok şey gerekli, ders materyalleri. Bunlar zaman içerisinde geliştirilebilir şeyler. Mesele dediğim gibi, zihniyet değişikliği Avrupa da o zihniyet değişikliği olduğu halde örneğin İtalya da Bozana bölgesindeki Almanların da çok büyük şikayetleri var, Franco-Provençal bölgesinde Davos ta, vadisinde yaşayan Fransızların da çok büyük şikâyetleri var uygulamadan kaynaklanan. İsveç e gittiğinizde de çok büyük şikâyetler var Samilerin falan mesela. Çünkü bunlar çok kolay uygulanabilir şeyler değil bir, ikincisi çok önemli bir para gerektiriyor, finans kaynağı gerektiriyor. Türkiye nin gelişmişlik düzeyi falan da ortada. Bunu zihniyet olarak kabul etmek bence çok daha önemli. Benim önerim şu, eğer anadilde eğitim, işte Alman liseleri var Fransız, İtalyan liseleri var. Mesela üniversitelerde yabancı dilde eğitim veriliyor. Yani, bu serbest bırakılırken bence Kürtçenin eğitim dili olarak yasaklanması çok manasız. Eğer bu konuda bir kısıtlama getirilecekse, her yerde anadilde eğitimin Türkçe olması gerekiyor. Katılımcı: İyi de ortada Kürt devleti var mı ki? Kürsüye karşı konuşmanızı tercih ederim. Yani bana hitaben. Ortada bir Kürt devleti yok sonuçta. Olması mı gerekiyor? Şimdi, Sami devleti diye bir devlet de yok. Bakınız, şöyle olayı polemik düzeyinde tartışmaktan ziyade şöyle bakalım larda Avrupa da iki tane çok önemli sözleşme kabul edildi. Bir tanesi, biraz önce söylediğim, bölgesel ve azınlık dillerine dair Avrupa şartı diğeri de ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin çerçeve sözleşme. Bu sözleşmelere direnen üç tane devlet var, Avrupa konseyi üyesi olarak direnen. Özellikle çerçeve sözleşmeye; bir Türkiye, iki Fransa, üç Yunanistan. Bu bir rastlantı değil. Bir yerde bir azınlık, orada azınlık diye geçiyor da kültürel haklar ifadesi çok daha şık bir ifadedir bana kalırsa, kaldı ki oralarda da kültürel hakların geliştirilmesi yönünde çok ö- nemli gelişmeler yaşanmıştır. Mesela Yunanistan da 1997 de Atina radyosu Türkçe yayına başlamıştır. Yıllarca asimile etmek istediği gruba yönelik. Yine Yunanistan ın Türk azınlık ve diğer Makedon ve Arnavut azınlıklar üzerinde son derece baskıcı politikaları vardı 1990 lara kadar o Avrupalılaşma sürecine girdiği oranda asimilasyonist inkârcı politikaların etkisi azaldı. Hala o sözleşmeyi imzalamamasına rağmen. Ama onun haricinde kalan onlarca devlet bugün yanılmıyorsam sayıları 40 ı aşkındır Avrupa devletlerinden bahsediyorum. İlla bir devlet olması, illa bir ulus olması, halk olmasına bakmaksızın emik bir yaklaşımla sosyolojik anlamda kendini farklı olarak tanımlayan, farklı bir dili konuştuğunu düşünen gruplara ne istiyorsunuz, böyle, altyapınız uygun mu? O zaman buyur. Özgürlükler. Bunu şimdi, özgürlükler bağlamında değerlendirmek lazım. Siz Yunanistan da da doğmuş olabilirdiniz. Ve Yunanistan da da diyelim ki bir Lah azınlıktan olabilirdiniz. Diyelim ki bu Lahların ya da Lah diye geçen toplulukların bir devleti yok, Roman topluluklardan olabilirdiniz Romanların bir devleti yok. O nedenle devlet olma çok doğru bir şey de değil, gerekli de değil. Kürtçe eğitim görmek istiyorlarsa, o zaman Kürt devleti kurmalarına da izin verelim. Bölgesel yönetim olsun bakalım. Öyle yapalım. 64

66 YAZ OKULU Yani bunun devlet ya da üniter yapıya zarar vermeyle hiçbir alakası yok. Bölgesel yönetim zaten var. Türkiye de yok da Irak ta var. Güneydoğu Anadolu da Kürt devleti kurmalarına izin verelim. Madem öyle istiyorlar. Katılımcı: Hocam, KESK in 2003 yılında bir anketi var. Bu söylediğiniz olgu, Kürt nüfus yoğunluklu şehirlerde yapmış olduğu, insanların çocuklarının eğitim dili olarak almasını istedikleri dil orada birinci sırada İngilizce, ikinci sırada Türkçe, üçüncü sırada Kürtçedir. Şimdi çok güzel söylediniz. Bunun nedenleri de çok açık. İş imkânları herkes son tahlilde hayatı iyi bir meslek kazanmak, yaşam kalitesini yüksek tutabilmek için çalışıyor. Dil imkânları açısından bugün Türkçeyle bile iş imkânlarınız maalesef çok daralmış durumda. Kaldı ki daha az gelişmiş dil niteliğinde yazılı özellikleri itibariyle filan, bir dille iş imkânlarınız çok daha daralacak. Böyle bir sosyolojik gerçek de var. Ben özgürlüklerden yanayım. Yani serbestlik iyidir. Baskıcılık her zaman tersi sonucu doğurur ve duygusal bir yaklaşımdır. Duygusal yaklaşımlar sonuç üretmez kendimizi tatmin ederiz. Kendimizi tatmin ederek de hiçbir yere varamayız. Öyle düşünüyorum. Bu işin olmazsa olmazı üç, dört tane noktayı söyleyeyim dersi bitirelim. Bir kere hiçbir devlet intihar edici politikalar geliştirmez. Ülkesel bütünlük esastır. İkincisi insanlar devletin ülkesel bütünlüğü bağlamında siyasal sistemine katılmalıdırlar. Hak ve sorumluluklar, haklardan yararlanabilmek ve o hakların getirdiği sorumlulukları şey yapabilmek için. Bunun adı demokrasidir. Üçüncüsü farklılıkların korunması bu insanların kimlik ihtiyacıdır. Kimlik ihtiyacı 1990 larda bunla ilgili dünya kadar kitap çıkmıştır. John Bentham bunalıdan bir tanesidir İngiliz araştırmacı. Temel insani ihtiyaçlardan biridir. Ve siz temel insani ihtiyaçları sağlamadan toplumları kendinize bağlayamazsınız. O nedenle kültürel farklılıkların tanınması ve kültürel hakların verilmesi. Dördüncüsü de ekonominin gücünden yararlanmak, az gelişmişlik kıskacından kurtulmak, gelişmişliği her yönüyle sadece ekonomik anlamda değil, iletişim ulaşım imkânlarının geliştirilmesiyle, toplumsal bütünleşmeyi sağlayıcı mekanizmaları geliştirmeniz gerekiyor. Bu dört ana unsur bu işin 65

67 66 olmazsa olmazı. Bunları uyguladığınız takdirde en azından, tabii bir risk alabilirsiniz diyelim ki karşıt milliyetçilikleri güçlendiriyor gibi bir izlenim edinilebilir, ama almadığınız zaman çözüm üretmiyorsunuz, almadığınız zaman zaten o milliyetçilik daha da güçlenecek, almadığınız zaman ayrıca bir de dış baskıya maruz kalacaksınız. Aldığınızda bu risklere karşılık rehabilite olma ihtimali çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu toplantıda bunları söylemiş olmak çok güzel çünkü bir algı değişmesi yaşıyoruz. Bundan yıllar önce şu ifadeleri kullandığımızda bile işte vatanını satanlar diye nitelendirilebilirdik belki ama benzeri bir tutumumun daha Kürt aydınları ve benzeri bir şekilde Kürt arkadaşlarımız tarafından da irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şöyle bir şey doğdu aramızda, bizimki sizinki muhabbeti. Evet, biz-siz dediğimiz var. Yani biz yıllarca bunu bir biz kimliği adı altında dayatmaya çalıştık ama şu anda ben neden Ne mutlu Türküm diyene demek zorundayım diye bir şekilde kendini ifade etmeye çalışan insanlar var. Bu sorunun çözümü için evet biz çuvaldızı kendimize batıralım ama karşı taraftan da bunu bekleme hakkımızın olduğunu düşünüyorum. Madem demokrasi diyoruz, bir demokrasi despotizmiyle de karşılaşmamamız gerektiğini düşünüyorum. Mesela Kandil den girenleri ben çok yanlış buluyorum. Karşı tarafta belli bir hassasiyet söz konusuyken davulla zurnayla karşılanmaları ve benim bunu ekranlardan izliyor olmam. Bana yapılmış despotik bir harekettir. Şimdi dediğiniz çok güzel ben de aynen katılıyorum. Bakınız Tocqueville 1850 lerde Amerika ya gittiğinde Amerika da demokrasi diye bir kitap yazdı. Okuyanlarınız vardır, çok güzel bir kitap okumayanlarınız da lütfen okusun. Orada bir hususa dikkat çekiyor. Çoğunluğun diktasından bahsediyor. Ve modern devletlerde hakikaten de bir çoğunluk diktası var. Demokrasi hele hele günümüzde artık bu değil ama azınlığın korunması esas demokrasi diyor fakat gittikçe, diğer ülkelerdeki pozisyonları da görüyorum, etnikleşme adını vereceğimiz bir yaklaşım azınlığın diktasına kayış da var. Bu ikisi arasında bir denge gözetmemiz lazım. Ne çoğunluğun diktası ne azınlığın diktası. Yani burada optimum br nokta var. O optimum nokta her ülkenin kendi gerçekliğinde kendini belli ediyor aslında. Neler olur neler olamaz. Irak açısından bir özerklik gerçekliktir ama Türkiye açısından özerklik düşünülemez, yönetsel ve idari anlamda söylüyorum. Federatif yapı düşünülemez, gerek de olduğunu düşünmüyorum açıkçası. O kadar dağılmış birbirine girmiş toplumları. Önemli olan olmazsa olmazları belirlemek ve onlar üzerinden politika üretebilmektir. Bu başta da söyledim, iki taraflı bir olaydır, zihniyet değişikliğin yanı sıra bir rasyonalizasyon olayıdır. Olumsuz, algısal şeyler her zaman gerçekliği yansıtmaz siz öyle algılıyor olabilirsiniz, bu konuda da Vamık Volkan ın ve politik psikolojiye ilişkin eserleri okumanızı hararetle tavsiye ediyorum. Bir takım travmaların bizim algılarımızda yol açtığı yanlış algılar, daha doğrusu yanlış düşünceler var. Onu her iki toplumda beyefendi güzel ifade etti. Bir teröristin ölümünü efsaneleştirmek veya şehitlerin şehitliğini efsaneleştirmek bunlar travma arttırıcı etkenlerdir. Travma arttırıcı etkenlerin maalesef toplumsal psikoloji açısından olumlu etkileri yok. Toplumlar bu seçilmiş travmalar üzerinden kimlik üretiyor. Bu kimlik üretimleri karşıt kimlik üretimleridir ve zararlıdır. O nedenle bu tip duygusallıklara mümkün mertebe izin vermemek gerekir diye düşünüyorum. Hepinize teşekkür ediyorum, sabırla dinlediniz.

68 YAZ OKULU Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Politikası Burak Karartı Dışişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi Bakanlık teşkilat yapısından başlayacak olursak, Dışişleri Bakanlığı nda Merkez Teşkilatı ve yurtdışı teşkilatı vardır. Merkez teşkilatının yapılanması en tepede Bakan onun altında Müsteşar, Müsteşar Yardımcılığı 7, Genel Müdürlükler 15, yeni yasa ile birlikte 25 e çıkarıldı. 38 tane Genel Müdür Yardımcılığı, 6 tane Mütakil Daire Başkanlığı ve 113 tane Daire Başkanlığı şeklinde alta doğru işleyen bir hiyerarşik sistemdir. Yurtdışı teşkilatını ise 3 ana başlık altında topluyoruz. Büyükelçilikler, Başkonsolosluklar, Daimi Temsilcilikler vardır. 114 tane Büyükelçilik, 73 tane Başkonsolosluk, 11 tane Daimi Temsilcilikler vardır. Büyükelçilerimiz, diplomatik ilişkilerin temsil edildiği başkentlerde açmış olduğumuz ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin siyaseten temsil eden diplomatik temsilciliklerdir. Başkonsolosluklar ise, siyasi alanın dışında kalan konularla ilgili özellikle konsolosluk, ekonomik, kültürel, bilimsel ve iktisadi konularında takip edildiği birimlerdir. Büyükelçiliklerden ayrılan kısmı, siyasi temsilci niteliğinin olmamasıdır. Başkonsolosluklar ülkenin başkentinde olacağı gibi başka vilayetlerde de açılabilir. Bunun temel nedeni ya hatır sayılır bir Türk vatandaşları mevcudiyeti olması gerekir veyahut Türk elçisinden önem arz eden bir finans merkezi, ticaret merkezi olabilir, önemli bir liman şehri, önemli bir ticaret yollarının üzerinde bulunan kent olabilir. Bu gibi gerekçelerin olması gerekir. Daimi Temsilcilikler ise, Türkiye nin uluslararası kuruluşlarla olan ilişkilerini geliştirmek ve yürütmek adına kurulmuş temsilciliklerdir. Nato, AB, BM gibi çeşitli uluslararası örgütlenmelerde de toplam 11 tane Daimi temsilciliklerimiz vardır. AB ye üyeliğimiz başlamadan önce de Daimi temsilcilikleriz vardı. Toplam 198 tane temsilcilikleriz vardır. Dışişleri Bakanlığı son 20 yıl içinde genişleme sürecine girdi. Bu genişleme yurtdışı teşkilatlanmasında çok daha fazla, geçen yıldan itibaren bakıldığında temsilcilikler 42 ye ulaştı. Bunların büyük kısmı Afrika da özellikle Sahra altı Afrika da açılması ön görülüyor ve hedefimiz Afrika daki temsilciliklerimizi 30 a çıkarmak.198 olan temsilcilik sayımızı 2011 de 210 çıkarmak istiyoruz. Dış temsilciliklerimizi bir gruplandırmaya tabi tutuyoruz. Bu gruplanmayı A,B,C,D,E olarak 5 gruba ayırıyoruz. A grubunu, daha iyi koşullarda olan ülkelerdeki temsilciliklerimiz yer alıyor ve bu E ye kadar uzanıyor. Bu kategorizasyonu şuna göre yapıyoruz, öncelikle ülkenin yaşam koşullarını ele alıyoruz, iklimi, Türkiye ye olan uzaklığı, eğitim, sağlık olanakları gibi hususlar öncelik olarak değerlendiriliyor. Bunun yanında ülkenin ekonomik yapısı, refah düzeyi, güvenlik dikkate alınıyor. Temsilciliğin memurun yetişmesine katkısı bakımından da değerlendiriyoruz. Bununla şu ifade ediliyor. Bazı ülkeler salt yaşam koşulları ve güvenlik konularıyla değerlendirildiğinde daha alt kategori de yer alması gerekirken, bir diplomatik hayatın canlılığı ve Türkiye nin dış politikadaki öncelik yeri ve önemi bakımından oraya atanan bir Türk diplomatı açısından mesleki olarak daha fazla 67

69 eğitici, öğretici ve tecrübe kazandırıcı olarak değerlendirilebiliyor. Bakanlığımız 4 gruptan oluşuyor. Meslek memurları, bunlar diplomatik mesleğini icra eden kategori, Hukuk müşavirleri, bunlar sadece hukuki konularda icra eder, İdari memurlar ise, meslek memurlarının yanında yardımcı bir sınıf gibi düşünülebilir. Bir de haberleşme teknik personeli vardır. Özellikle, Merkez ve yurtdışı teşkilatı arasında iletişimi sağlar. Yeni yasa ile birlikte, idari memurluk ve haberleşme teknik personelliği ortadan kalkıyor ve yeni bir kariyer bulvarı meslek memurluğunun yanında paralel bir kariyer bulvarı tahsis ediyoruz. Konsolosluk ihtisas memurluğu adını veriyoruz ve idari memurluk, haberleşme teknik personelliği bu kadro içinde yeniden yapılandırılıyor. Bunlar içinde, meslek memurları ve idari mamurlar en kalabalık grubu oluşturuyor. Hali hazırda 1009 meslek memurluğumuz var dolayısıyla Türkiye nin merkezde ve toplamda 1009 meslek memurumuz var diyebiliriz. Bunun 609 u yurtdışında görev yapıyor. 47 hukuk müşavirimizin 22 si yurtdışında, 524 idari memurumuzun, 324 tanesi yurtdışında, 140 haberleşme personelinin 87 si yurtdışında görev yapıyor. Bu kategorilerde saydığımız personelin yanı sıra bir de yurtdışında sözleşmeli personellerimiz var çoğu zaman başkonsoloslukta gişelerde çalışanlar örneğin. Orada yaşayan mahallem dediğimiz yabancı uyruklu ya da Türk uyruklu personel istihdam ediyoruz. Onların sayısı yaklaşık civarında. Dolayısıyla hepsini bir arada düşündüğümüzde yaklaşık 5337 personelimiz var. Aslında çok büyük bir sayı değil birçok kurumla kıyasladığımızda. Yeni yasa ile beraber, müşavirlerden meslek memurluğuna geçiş hakkı tanınacaklardır. Bir de danışmanlarımız var. Danışmanlarımız çeşitli alanlarda özellikle uzmanlığa ihtiyaç duyduğumuz alanlarda bunlar; su, çevre, enerji, silahsızlanma, NATO gibi alanlar oluyor. Danışmanları bu alanda mesleki tecrübeye sahip kişiler veya doktora yapmış kişilerden, yaş sınırını da yüksek tutarak yine sınavla danışman istihdam ediyoruz. Danışman sayısı da şu an Bakanlıkta 16 dır. A,B,C,D,E gruplarındaki personel sayısı dağılımına baktığımızda, personel sayısının A ve B gruplarında daha çok olduğunu görüyoruz. A ve B gruplarında 718, C,D,E bölgelerinde 345, D ve E bölgesine göre de C bölgesinde personel daha fazla. 68

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2010-2011

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2010-2011 Eylül 2011 YAZ OKULU 2010-2011 MIDDLE EAST SUMMER SCHOOL 2010-2011 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES YAZ OKULU 2010-2011 MIDDLE EAST SUMMER SCHOOL 2010-2011 Eylül 2011 Ankara - TÜRKİYE 2011 Bu

Detaylı

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.12, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ NO.12, ARALIK 2016 ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI 30 Kasım 2016 Çarşamba günü Ortadoğu Stratejik

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ.

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ. ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ No.41, No.23, OCAK MART 2017 2015 ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ NO.41, OCAK 2017 YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK

Detaylı

Türkiye Irak İlişkilerinde Güvenlik ve Radikalleşme

Türkiye Irak İlişkilerinde Güvenlik ve Radikalleşme TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.17, MAYIS 2017 Türkiye Irak İlişkilerinde Güvenlik ve Radikalleşme Çalıştayı 12 Mayıs 2017 tarihinde ORSAM ve Irak Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı na bağlı Nahrain Araştırmalar

Detaylı

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3 KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3 - CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS

Detaylı

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGIN SETA Abdullah YEGİN İstanbul

Detaylı

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ Dr. Tuğrul BAYKENT Baykent Bilgisayar & Danışmanlık TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ Düzenleyen: Dr.Tuğrul BAYKENT w.ekitapozeti.com 1 1. TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK KONUMU VE ÖNEMİ 2. TÜRKİYE YE YÖNELİK TEHDİTLER

Detaylı

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir. Sevgili Meslektaşlarım, Kıymetli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar, Akdeniz bölgesi coğrafyası tarih boyunca insanlığın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine en çok katkı sağlayan coğrafyalardan biri

Detaylı

MUSUL OPERASYONU VE SONRASI: RISKLER, BEKLENTILER, ÖNGÖRÜLER TOPLANTISI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.9, EKİM 2016

MUSUL OPERASYONU VE SONRASI: RISKLER, BEKLENTILER, ÖNGÖRÜLER TOPLANTISI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.9, EKİM 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.9, EKİM 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ NO.9, EKİM 2016 MUSUL OPERASYONU VE SONRASI: RISKLER, BEKLENTILER, ÖNGÖRÜLER TOPLANTISI 14 Ekim 2016 Cuma günü, ORSAM Musul Operasyonu

Detaylı

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL İSTANBUL 2015 YAYINLARI Yazar: Dr. A. Oğuz ÇELİKKOL Kapak ve Dizgi: Sertaç DURMAZ ISBN: 978-605-9963-09-1 Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı)

Detaylı

VİZYON BELGESİ (TASLAK)

VİZYON BELGESİ (TASLAK) VİZYON BELGESİ (TASLAK) VİZYON BELGESİ İSTANBUL GÜVENLİK KONFERANSI 2016 Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları ( 02-04 Kasım 2016, İstanbul ) Bilindiği üzere ulus-devlet modern bir kavramdır

Detaylı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı Orta Doğu Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı Ali SEMİN BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı 56 Stratejist - Temmuz 2017/2 Orta Doğu da genel olarak yaşanan bölgesel kriz ve

Detaylı

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1 Rapor No: 41, Mart 2011 KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi Center for Mıddle Eastern Strategıc Studıes mezhepçilik Irak

Detaylı

LOCAL COUNCILS AND SECURITY SECTOR REFORM IN SYRIA BAŞLIKLI TOPLANTININ SONUÇ RAPORU

LOCAL COUNCILS AND SECURITY SECTOR REFORM IN SYRIA BAŞLIKLI TOPLANTININ SONUÇ RAPORU TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.16, MART 2017 LOCAL COUNCILS AND SECURITY SECTOR REFORM IN SYRIA BAŞLIKLI TOPLANTININ SONUÇ RAPORU Merkezi İstanbul da bulunan Suriyeli politika araştırmaları merkezi Omran

Detaylı

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI. Şubat 2018

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI. Şubat 2018 DÜŞÜNCE KURULUŞLARI Şubat 2018 Düşünce kuruluşları nedir? Nasıl çalışır? Özellikleri nelerdir? Dünyadaki düşünce kuruluşları Türkiye deki düşünce kuruluşları DÜŞÜNCE KURULUŞLARI NEDİR? DÜŞÜNCE KURULUŞLARI

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011 GELECEK İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011 SARIKONAKLAR İŞ TÜRKĠYE MERKEZİ C. BLOK ĠÇĠN D.16 BÜYÜME AKATLAR İSTANBUL-TÜRKİYE ÖNGÖRÜLERĠ 02123528795-02123528796 2025 www.turksae.com Nüfus,

Detaylı

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK 2 Takdim Planı Modernleşme Süreci Açısından Devlet Devlet-Toplum İlişkileri Açısından Devlet Teşkilatlanma

Detaylı

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ INSTITUTE FOR STRATEGIC STUDIES S A E STRATEJİK ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ KASIM, 2003 11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ 11 EYLÜL SALDIRISI SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ FİZİKİ SONUÇ % 100 YIKIM

Detaylı

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam 978-605-5952-27-3 Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam 978-605-5952-27-3 Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011 Seri/Sıra No 2000 li Yıllar / 6 Kitabın Adı Türkiye de Dış Politika Editör İbrahim KALIN Yayın Hazırlık Arter Reklam ISBN 978-605-5952-27-3 BBaskı Tarihi Ağustos-2011 Ofset Baskı ve Mücellit Ömür Matbaacılık

Detaylı

ABDÜSSELAM: ARAP BAHARI NIN MIRASI: BIR ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ? ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ. Refik Abdüsselam

ABDÜSSELAM: ARAP BAHARI NIN MIRASI: BIR ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ? ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ. Refik Abdüsselam ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ No.39, No.23, ARALIK MART 2016 2015 ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ NO.39, ARALIK 2016 ABDÜSSELAM: ARAP BAHARI NIN MIRASI: BIR ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ? Refik Abdüsselam

Detaylı

İSTANBUL GÜVENLİK KONFERANSI 2016 Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları

İSTANBUL GÜVENLİK KONFERANSI 2016 Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları - TEBLİĞ ve PANEL ÇAĞRISI - İSTANBUL GÜVENLİK KONFERANSI 2016 Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları ( 02-04 Kasım 2016, İstanbul ) Bilindiği üzere ulus-devlet modern bir kavramdır ve Orta Çağ

Detaylı

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1 ( STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1 Yeni Dönem Türkiye - Suudi Arabistan İlişkileri: Kapasite İnşası ( 2016, İstanbul - Riyad ) Türkiye 75 milyonluk nüfusu,

Detaylı

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. ULUSLARARASI ÖRGÜTLER KISA ÖZET KOLAYAOF

Detaylı

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014 Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye ile Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkiler son yılların en önemli rakamlarına ulaşmış bulunuyor. Bugünlerde petrol anlaşmaları ön plana

Detaylı

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet ANAYASAL ÖZELLİKLER Ulus devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde belirli bir nüfus ve egemenliğe sahip bir örgütlenmedir. Ulus-devlet üç unsura sahiptir: 1) Ülke (toprak), 2) Nüfus, 3) Egemenlik (Siyasal-Yönetsel

Detaylı

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55 Dünya da politik dengeler dinamik bir yapıya sahiptir. Yüzyıllar boyunca dünyada haritalar, rejimler ve politikalar değişim içerisindedirler. Orta çağ Avrupa sı ve Fransız ihtilali ile birlikte 17. Yüzyılda

Detaylı

Kerkük, Telafer, Kerkük...

Kerkük, Telafer, Kerkük... Kerkük, Telafer, Kerkük... P R O F. D R. Ü M İ T Ö Z D A Ğ A L A E D D İ N PA R M A K S I Z BAĞIMSIZ TÜRKMENELİ CUMHURİYETİ Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası gerekçelerden vazgeçerek konuyu

Detaylı

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ STRATEJİK VİZYON BELGESİ ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ Ekonomi, Enerji ve Güvenlik; Yeni Fırsatlar ( 20-22 Nisan 2016, Pullman İstanbul Otel, İstanbul ) Karadeniz - Kafkas coğrafyası, tarih boyunca

Detaylı

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları PA 101 Kamu Yönetimine Giriş (3,0,0,3,5) Kamu yönetimine ilişkin kavramsal altyapı, yönetim alanında geliştirilmiş teori ve uygulamaların analiz edilmesi, yönetim biliminin

Detaylı

TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRKIYE-AB İŞBIRLIĞI

TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRKIYE-AB İŞBIRLIĞI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.6, TEMMUZ 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ NO.6, TEMMUZ 2016 TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRKIYE-AB İŞBIRLIĞI 9 Temmuz 2016 tarihinde Brüksel de Terörle Mücadelede Türkiye-AB İşbirliği:

Detaylı

Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ. Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar

Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ. Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER...v GİRİŞ... 1 Birinci Bölüm Antik Demokrasi I. ANTİK DEMOKRASİNİN

Detaylı

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ... ÖRNEK SORU: 1 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti açısından, 30 Ekim 1918 de, yenilgiyi kabul ettiğinin tescili niteliğinde olan Mondros Ateşkes Anlaşması yla sona erdi. Ancak anlaşmanın,

Detaylı

------------- İSLAM DÜNYASI ------------- İSTANBUL ÖDÜLLERİ SUNUŞ

------------- İSLAM DÜNYASI ------------- İSTANBUL ÖDÜLLERİ SUNUŞ ------------- İSLAM DÜNYASI ------------- İSTANBUL ÖDÜLLERİ SUNUŞ İslam Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Platformu (İSTTP); TASAM öncülüğünde İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi devletlerin temsilcileri ile dünyanın

Detaylı

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU 4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU Yeni Dönem Türkiye - AB Perspektifi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı: Fırsatlar ve Riskler ( 21-22 Kasım 2013, İstanbul ) SONUÇ DEKLARASYONU ( GEÇİCİ ) 1-4. Türkiye

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem NEDEN Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem YERLi VE MiLLi BiR SiSTEM Türkiye, artık daha büyük. Dünyada söz söyleyen ülkeler arasında. Milletinin refahını artırmaya başladı. Dünyanın en büyük altyapı

Detaylı

İran'ın Irak'ın Kuzeyi'ndeki Oluşum ve Gelişmelere Yaklaşımı Kuzey Irak taki sözde yönetimin(!) Parlamentosu Kürtçü gruplar İran tarafından değil, ABD ve çıkar ortakları tarafından yardım görmektedirler.

Detaylı

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...V İÇİNDEKİLER...IX KISALTMALAR...XV GİRİŞ...1 1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN I. KENDİ KADERİNİ TAYİNİN ANLAMI...5 A. Terim Sorunu...8

Detaylı

Orta Asya daki satranç hamleleri

Orta Asya daki satranç hamleleri Orta Asya daki satranç hamleleri Enerji ve güvenlik en büyük rekabet alanı 1 Üçüncü on yılda Hazar Bölgesi enerji kaynakları Orta Asya üzerindeki rekabetin en ön plana çıktığı alan olacak. Dünya Bankası

Detaylı

TERÖR ÖRGÜTLERI TARAFINDAN SOSYAL MEDYANIN KULLANILMASI: IŞİD ÖRNEĞI KONFERANSI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.10, ARALIK 2016

TERÖR ÖRGÜTLERI TARAFINDAN SOSYAL MEDYANIN KULLANILMASI: IŞİD ÖRNEĞI KONFERANSI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.10, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ No.10, ARALIK 2016 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ NO.10, ARALIK 2016 TERÖR ÖRGÜTLERI TARAFINDAN SOSYAL MEDYANIN KULLANILMASI: IŞİD ÖRNEĞI KONFERANSI 11 Kasım 2016 Cuma günü, Ortadoğu

Detaylı

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Brezilya: Ülkeler arası gelir grubu sınıflandırmasına göre yüksek orta gelir grubunda yer almaktadır. 1960 ve 1970 lerdeki korumacı

Detaylı

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI 1. ve Terörizm (UGT) Yüksek Lisans (YL) Programında sekiz

Detaylı

değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir

değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir Yalnız z ufku görmek g kafi değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir 1 Günümüz bilgi çağıdır. Bilgisiz mücadele mümkün değildir. 2 Türkiye nin Jeopolitiği ; Yani Yerinin Önemi, Gücünü, Hedeflerini

Detaylı

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi On5yirmi5.com İhvanı Müslimin'in kısa tarihi Askeri darbeyle devrilen Muhammed Mursi'nin bir yıl önceki seçim zaferi, hareketin doğduğu ve onlarca yıl boyunca yasaklı kaldığı Mısır'da Müslüman Kardeşler

Detaylı

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi Araştırma üç farklı konuya odaklanmaktadır. Anketin ilk bölümü (S 1-13), Türkiye nin dünyadaki konumu ve özellikle ülkenin

Detaylı

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları, Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları, Ankara Forumunun beşinci toplantısını yaptığımız için çok mutluyum. Toplantıya ev sahipliği

Detaylı

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ NİN SURİYE KRİZİNDEKİ TUTUMU... 1 Giriş... 1 1. BM Organı Güvenlik Konseyi nin Temel İşlevi ve Karar Alma Sorunu...

Detaylı

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 ( TASLAK STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 Yeni Dönem Türkiye - Polonya İlişkileri; Fırsatlar ve Riskler ( 2016 ) Türkiye; 75 milyonluk nüfusu, gelişerek büyüyen

Detaylı

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI 26 Kasım 2014 İstanbul, Sabancı Center TÜSİAD İş Dünyası Bakış Açısıyla Türkiye de

Detaylı

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ STRATEJİK PLANI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ STRATEJİK PLANI GAZİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ 2007 2010 STRATEJİK PLANI 1. GİRİŞ 1982 yılında kurulan İlişkiler Bölümümüzün 2007 2010 yılları stratejik plan ve hedeflerini ortaya koymayı amaçlayan bu

Detaylı

TURAN: KERKÜK Ü IŞİD TEHDİDİNDEN KORUMAk VE ELİMİZDE KALMASI EN ÖNEMLİ HUSUSLARDIR.

TURAN: KERKÜK Ü IŞİD TEHDİDİNDEN KORUMAk VE ELİMİZDE KALMASI EN ÖNEMLİ HUSUSLARDIR. ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER söyleşileri TURAN: KERKÜK Ü IŞİD TEHDİDİNDEN KORUMAk VE ELİMİZDE KALMASI EN ÖNEMLİ HUSUSLARDIR. Hasan TURAN Kerkük doğumlu olan Hasan Turan,

Detaylı

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. Ortak yönetim- birlikte yönetmek anlamına gelir ve içinde yönetimden

Detaylı

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir. SİYASAL PARTİLER Siyasi Parti Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir. Siyasi partileri öteki toplumsal örgütlerden ayıran

Detaylı

ENERJİ GÜVENLİĞİ ÇALIŞTAYI Türkiye Nükleer Güç Programı 2030

ENERJİ GÜVENLİĞİ ÇALIŞTAYI Türkiye Nükleer Güç Programı 2030 VİZYON BELGESİ(TASLAK) ENERJİ GÜVENLİĞİ ÇALIŞTAYI Türkiye Nükleer Güç Programı 2030 (03-05 Aralık 2015, İstanbul) BÖLÜM 1 Nükleer Güç Programı (NGP) Geliştirilmesinde Önemli Ulusal Politika Adımları Temel

Detaylı

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü santralistanbul Küresel Sorunlar Platformu http://www.platformforglobalchallenges.org http://www.twitter.com/pgchallenges http://www.facebook.com/kureselsorunlarplatformu İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar

Detaylı

TÜRK DÜNYASI KIZIL ELMA ÖDÜLLERİ SUNUŞ

TÜRK DÜNYASI KIZIL ELMA ÖDÜLLERİ SUNUŞ -------------- TÜRK DÜNYASI -------------- KIZIL ELMA ÖDÜLLERİ SUNUŞ Dünya Türk Forumu; TASAM öncülüğünde Türk Devletleri nin temsilcileri ile Dünya nın dört bir yanında yaşayan Türk Diasporaları nın düşünce

Detaylı

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ Doç. Dr. O. Can ÜNVER 15 Nisan 2017 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ KAMU DİPLOMASİSİ SERTİFİKA PROGRAMI İletişim Nedir? İletişim, bireyler, insan grupları,

Detaylı

SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası

SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası STRATEJİK VİZYON BELGESİ SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası Yakın geçmişte yaşanan küresel durgunluklar ve ekonomik krizlerden dünyanın birçok ülkesi ve bölgesi etkilenmiştir. Bu süreçlerde zarar

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Editörler Doç.Dr. Gülay Ercins & Yrd.Doç.Dr. Melih Çoban TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Yazarlar Doç.Dr. Ahmet Talimciler Doç.Dr. Gülay Ercins Doç.Dr. Nihat Yılmaz Doç.Dr. Oğuzhan Başıbüyük Yrd.Doç.Dr. Aylin

Detaylı

DERS PROFİLİ. Asker-Sivil İlişkileri POLS 436 Bahar Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane

DERS PROFİLİ. Asker-Sivil İlişkileri POLS 436 Bahar Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane DERS PROFİLİ Dersin Adı Kodu Yarıyıl Dönem Kuram+PÇ+Lab (saat/hafta) Kredi AKTS Asker-Sivil İlişkileri POLS 6 Bahar 8 +0+0 6 Ön Koşul Yok Dersin Dili Ders Tipi Dersin Okutmanı Dersin Asistanı Dersin Amaçları

Detaylı

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği Yayınları Araştırma Eserleri Serisi Nu: 7. Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği Yayınları Araştırma Eserleri Serisi Nu: 7. Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği Yayınları Araştırma Eserleri Serisi Nu: 7 Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ Dr. Ahmet Emin Dağ İstanbul, 2015 Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ

Detaylı

SWOT Analizi. Umut Al BBY 401, 31 Aralık 2013

SWOT Analizi. Umut Al BBY 401, 31 Aralık 2013 SWOT Analizi Umut Al umutal@hacettepe.edu.tr - 1 SWOT Strengths Weaknesses Opportunities Threats İşletmenin güçlü ve zayıf yanları ile fırsat ve tehditlerin tespit edilmesi, stratejinin bu unsurlar arasında

Detaylı

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ 209 ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nun 20 Aralık 1993 tarihli ve 47/135 sayılı Kararıyla ilan edilmiştir.

Detaylı

Türkiye nin Anayasa Yapımı Süreci

Türkiye nin Anayasa Yapımı Süreci Türkiye nin Anayasa Yapımı Süreci Türkiye nin İyi Toplum İmgesi Var mı? Ersin Kalaycıoğlu Sabancı Üniversitesi İyi Toplum İmgeleri ve Anayasa 1. 1982 Anayasası: Güçlü Yürütmenin Vesayeti altında Yarı Parlamenter

Detaylı

4. İslam İşbirliği Teşkilatı ( İİT ) Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu

4. İslam İşbirliği Teşkilatı ( İİT ) Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu BAŞKANIN SONUÇ DEKLARASYONU ( TASLAK ) 4. İslam İşbirliği Teşkilatı ( İİT ) Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu Ana teması: İslam İşbirliği Teşkilatı Ülkeleri Arasında Ekonomik Entegrasyon: Beklentiler

Detaylı

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256) T.C. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256) 12. Hafta Ders Notları - 03/05/2017 Arş. Gör. Dr. Görkem

Detaylı

ÜNİTE:1. Anayasa Kavramı, Anayasacılık Akımı ve Anayasa Çeşitleri ÜNİTE:2. Türkiye de Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış ÜNİTE:3

ÜNİTE:1. Anayasa Kavramı, Anayasacılık Akımı ve Anayasa Çeşitleri ÜNİTE:2. Türkiye de Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış ÜNİTE:3 ÜNİTE:1 Anayasa Kavramı, Anayasacılık Akımı ve Anayasa Çeşitleri ÜNİTE:2 Türkiye de Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış ÜNİTE:3 Millî Güvenlik Konseyi Rejimi, 1982 Anayasası nın Yapılışı ve Başlıca Özellikleri

Detaylı

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki 14.11.2013 tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki Tablo 1 Sosyal BilimlerEnstitüsü İletişim Bilimleri Doktora Programı * 1. YARIYIL 2. YARIYIL İLT 771 SİNEMA ARAŞTIRMALARI SEMİNERİ 2 2 3 10 1

Detaylı

İSLAM ÜLKELERİNDE MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM KONGRESİ SONUÇ DEKLARASYONU

İSLAM ÜLKELERİNDE MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM KONGRESİ SONUÇ DEKLARASYONU 18-20 Haziran 2009 İSLAM ÜLKELERİNDE MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM KONGRESİ 1 İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) üyesi 57 ülkeye yönelik düzenlenen İslam Ülkelerinde Mesleki ve Teknik Eğitim Kongresi 18-20 Haziran

Detaylı

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi tarafından düzenlenen Filistin Ulusal Projesi Görüşler ve Perspektifler Sempozyumu Filistin in çeşitli kesimlerinden

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi tarafından düzenlenen Filistin Ulusal Projesi Görüşler ve Perspektifler Sempozyumu Filistin in çeşitli kesimlerinden Neler Yaptık? Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi, Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ın himayesinde 15 16 Eylül 2015 tarihleri

Detaylı

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 ( TASLAK STRATEJİK VİZYON BELGESİ ) TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1 Yeni Dönem Türkiye - İtalya İlişkileri: Fırsatlar ve Güçlükler ( 2014 ) Türkiye; 75 milyonluk nüfusu, gelişerek büyüyen

Detaylı

2018 SONBAHAR ÇALIŞTAYI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI REJİMİNİN KRİZİ Kasım 2018 Taslak Program

2018 SONBAHAR ÇALIŞTAYI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI REJİMİNİN KRİZİ Kasım 2018 Taslak Program 2018 SONBAHAR ÇALIŞTAYI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI REJİMİNİN KRİZİ 2-3-4 Kasım 2018 Taslak Program Özgürlükçü Uluslararası Demokrat İnsan Hakları ve Demokrasi İçin İzmir Dayanışma Hukukçular Platformu

Detaylı

Toplum, İktisat ve Çevre Üçgeninde Karar Vermek

Toplum, İktisat ve Çevre Üçgeninde Karar Vermek tepav Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Toplum, İktisat ve Çevre Üçgeninde Karar Vermek Selçuk SERTESEN 19 Şubat 2016 10. Bölgesel Kalkınma ve Yönetişim Sempozyumu Küresel gündem karmaşıklaşıyor

Detaylı

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler Dünya üzerindeki birçok İslami kurum, kuruluş ve şahsiyetler Türkiye'de yaşanan darbe girişimi hakkında mesajlar yayımladı. 16.07.2016 / 22:09 15 Temmuz gecesi

Detaylı

ViZYON BELİRLEME ÇALIŞMASI. Hazırlayan: Mustafa YILMAZ- Uzman (PKB)

ViZYON BELİRLEME ÇALIŞMASI. Hazırlayan: Mustafa YILMAZ- Uzman (PKB) ViZYON BELİRLEME ÇALIŞMASI Hazırlayan: Mustafa YILMAZ- Uzman (PKB) Strateji seçimi İş konuşmak için bir kamp yerini seçen iki rakip firma yöneticisinin karşısına bir ayı çıkar. Yöneticilerden biri hemen

Detaylı

DIŞ POLİTİKA AKADEMİSİ - III

DIŞ POLİTİKA AKADEMİSİ - III DIŞ POLİTİKA AKADEMİSİ - III Abant-Bolu Büyük Abant Oteli 11-14 Mayıs 2017 Program 09.00 İstanbul dan Hareket 09.00 Ankara dan Hareket 13.00-14.00 Öğle Yemeği ve Serbest Zaman 11 MAYIS 2017 PERŞEMBE 14.00-14.30

Detaylı

İKLİM MÜCADELELERİ. bu küresel sorunlarla yüzleşmede kilit bir rol oynayacak, eğitme, tecrübeye ve uzmanlığa sahiptir.

İKLİM MÜCADELELERİ. bu küresel sorunlarla yüzleşmede kilit bir rol oynayacak, eğitme, tecrübeye ve uzmanlığa sahiptir. İKLİM MÜCADELELERİ 20. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, iklimdeki değişimler daha belirgin hale gelmiştir. Günümüzde, hava sıcaklığındaki ve yağış miktarındaki değişimler, deniz seviyesinin yükselmesi,

Detaylı

ABD Ordusu günde Türkiye'nin yarısı kadar yakıt tüketiyor.

ABD Ordusu günde Türkiye'nin yarısı kadar yakıt tüketiyor. ABD Ordusu günde Türkiye'nin yarısı kadar yakıt tüketiyor. ABD ordusu her iki günde Türkiye'nin tükettiği günlük toplam yakıtı tüketiyor 17 07 2013 topraksuenerji -ABD Savunma Bakanlığı'nın yakıt tüketimi

Detaylı

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları Kentsel Siyaset - 2 Doç. Dr. Ahmet MUTLU SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları 1. Siyaset ve politika ne demektir? 2. Siyaset ne zaman ortaya çıkmıştır? 3. Siyaset-devlet ilişkisi nasıldır? 4. Geçmişten bugüne

Detaylı

Pazarlamada Kullanılan Farklı Yaklaşımlar, Teoriler ve Analiz Teknikleri

Pazarlamada Kullanılan Farklı Yaklaşımlar, Teoriler ve Analiz Teknikleri Pazarlamada Kullanılan Farklı Yaklaşımlar, Teoriler ve Analiz Teknikleri Umut Al umutal@hacettepe.edu.tr - 1 Pazarlama Teorileri - 2 Rasyonel Seçim Teorisi Fayda fonksiyonu Fayda maksimizasyonu Faydanın

Detaylı

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE iii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ..i İÇİNDEKİLER.iii KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. DEMOKRASİ TEORİSİNİN KAVRAMSAL ÇÖZÜMLENMESİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ...9

Detaylı

KAMU YÖNETİMİNDE ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR

KAMU YÖNETİMİNDE ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. KAMU YÖNETİMİNDE ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR

Detaylı

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ Bismillairrahmanirrahim 1. Suriye de 20 ayı aşkın bir süredir devam eden kriz ortamı, ülkedeki diğer topluluklar gibi

Detaylı

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI 7 Ocak 2015 İstanbul, Sabancı Center Sayın Konuklar, Değerli Basın Mensupları,

Detaylı

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ Mehmet Uçum 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri a. Tartışmanın Arka Planı Ülkemizde, hükümet biçimi olarak başkanlık sistemi tartışması yeni

Detaylı

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Bashar al-assad ın Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ve Bayan Hayrünnisa Gül onuruna verilen Akşam Yemeği nde yapacakları konuşma 15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye

Detaylı

Özet. Gelişen küresel ekonomide uluslararası yatırım politikaları. G-20 OECD Uluslararası Yatırım Küresel Forumu 2015

Özet. Gelişen küresel ekonomide uluslararası yatırım politikaları. G-20 OECD Uluslararası Yatırım Küresel Forumu 2015 G-20 OECD Uluslararası Yatırım Küresel Forumu 2015 Gelişen küresel ekonomide uluslararası yatırım politikaları Ekonomi Bakanligi Ev Sahipliginde Özet 5 Ekim 2015 Hilton Istanbul Bosphorus Hotel İstanbul,

Detaylı

6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU

6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU STRATEJİK VİZYON BELGESİ ( TASLAK ) 6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU İslam Ülkelerinde Çok Boyutlu Güvenlik İnşası ( 06-08 Mart 2015, Serena Hotel - İslamabad ) Güvenlik kavramı durağan değildir.

Detaylı

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI.

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI. DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI İletişim: www.yorsam.org Prof. Dr. Selahattin Yazıcıoğlu Cd. Karakoç Plaza

Detaylı

2. ISRAIL VE YAHUDILIK KONFERANSI BANDIRMA DA GERÇEKLESTI

2. ISRAIL VE YAHUDILIK KONFERANSI BANDIRMA DA GERÇEKLESTI Portal Adres 2. ISRAIL VE YAHUDILIK KONFERANSI BANDIRMA DA GERÇEKLESTI : www.salom.com.tr İçeriği : Gündem Tarih : 31.10.2018 : http://www.salom.com.tr//haber-108505-2_israil_ve_yahudilik_konferansi_bandirmada_gerceklesti.html

Detaylı

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... IX İÇİNDEKİLER...XV KISALTMALAR...XXIII TABLOLAR LİSTESİ... XXV GİRİŞ...1 Birinci Bölüm Vatandaşlığın

Detaylı

Editörler Prof.Dr. Mimar Türkkahraman & Yrd.Doç.Dr.Esra Köten SİYASET SOSYOLOJİSİ

Editörler Prof.Dr. Mimar Türkkahraman & Yrd.Doç.Dr.Esra Köten SİYASET SOSYOLOJİSİ Editörler Prof.Dr. Mimar Türkkahraman & Yrd.Doç.Dr.Esra Köten SİYASET SOSYOLOJİSİ Yazarlar Prof.Dr.Önder Kutlu Doç.Dr. Betül Karagöz Doç.Dr. Fazıl Yozgat Doç.Dr. Mustafa Talas Yrd.Doç.Dr. Bülent Kara Yrd.Doç.Dr.

Detaylı

CBS TABANLI-ÇOK KRİTERLİ ENERJİ VERİ ARŞİVİ & ANALİZ LABORATUARI PROJESİ ÖN ÇALIŞMASI

CBS TABANLI-ÇOK KRİTERLİ ENERJİ VERİ ARŞİVİ & ANALİZ LABORATUARI PROJESİ ÖN ÇALIŞMASI 2010 CBS TABANLI-ÇOK KRİTERLİ ENERJİ VERİ ARŞİVİ & ANALİZ LABORATUARI PROJESİ ÖN ÇALIŞMASI OĞUZHAN AKYENER TÜRKİYE ENERJİ STRATEJİLERİ & POLİTİKALARI ARAŞTIRMA MERKEZİ CBS TABANLI-ÇOK KRİTERLİ ENERJİ VERİ

Detaylı

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM VE LİDERLİK) YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM VE LİDERLİK) YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM VE LİDERLİK) YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI 1. ve ) Yüksek Lisans Programında sekiz kredili ve bir

Detaylı

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi 2 de Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi AK Parti İstanbul İl Kadın Kolları nda AK Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadı. 8 de YIL: 2012 SAYI

Detaylı

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ İKTİSDİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİŞLER BÖLÜMÜ LİSANS PROGRAMI

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ İKTİSDİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİŞLER BÖLÜMÜ LİSANS PROGRAMI İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ İKTİSDİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİŞLER BÖLÜMÜ LİSANS PROGRAMI I. ULUSLARARASI İLİŞKİLER I (3.0.3) Uluslar arası sistem/ Temel Kavramlar/ Devlet/ Sivil Toplum Örgütleri/

Detaylı