MEVDUATTA ZAMANAŞIMI KONUSUNDAKİ MEVZUATIN VE YARGITAY KARARLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ



Benzer belgeler
Trabzon üçüncü noteri olan davalı ise, süresinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur.

İlgili Kanun / Madde 2821 S. SK/45

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/6 İŞYERİ DEVRİ İŞYERİ DEVRİNİN İŞÇİ ALACAKLARINA ETKİSİ

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ S. BK/100

İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE. Stj. Av. Belce BARIŞ ERYİĞİT HUKUK BÜROSU / ANKARA

EMLAK VERGİSİNDEN MUAF OLAN TAŞINMAZLA İLGİLİ DÜZENLENEN ÖDEME EMRİNE İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZMA KARARI

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/53,57

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGK. /88

İlgili Kanun / Madde 6356 S. TSK/41-43

3- ÖLÜM VE YARALANMALARDA ZAMANAŞIMI SÜRELERİ

İlgili Kanun / Madde 5521 S. İşMK. /1

İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK. /Geç. 3.

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/6

İlgili Kanun / Madde 4857 S.İşK/32 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ. Esas No. 2008/14944 Karar No. 2010/2311 Tarihi:

İlgili Kanun / Madde 4857 S.İşK/18-21

ADİ VE TİCARİ İŞLERDE FAİZE İLİŞKİN YENİLİKLER

Savunmanın Genişletilmesi ve Değiştirilmesi Yasağı Kapsamında Zamanaşımı Def inin İncelenmesi. Stj. Av. Müge BOSTAN ERYİĞİT HUKUK BÜROSU / ANKARA

MEVDUATI SİGORTA FONU HUKUK İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞI

İlgili Kanun / Madde 818 S.BK /125 İŞ KAZASI ZAMAN AŞIMININ BAŞLANGICININ MALULİYET ORANIN KESİN OLARAK TESPİT EDİLDİĞİ TARİH OLDUĞU

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, S.İşK/14

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. / S. İTÖHK/1

TRAFİK KAZASINDAN DOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNDE ZAMANAŞIMI

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /6, S. İşK/14 T.C YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/1888 Karar No. 2015/6201 Tarihi:

İlgili Kanun / Madde 5393 S.ZTFK/5

DANIŞTAYIN SÜRESİNDE AÇILMAYAN DAVAYLA İLGİLİ KANUN YARARINA BOZMA KARARI

İlgili Kanun / Madde 818.S.BK/161

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /2

İlgili Kanun / Madde 854 S. DİşK/1

İlgili Kanun / Madde 6100 S. HMK/115,120

Yargıtay 13, Hukuk Dairesinden:

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/17, S. İşK/14

Yargıtay Kararları Çalışma ve Toplum, 2014/1. İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, 6, S. İşK/14

İlgili Kanun / Madde 4853 S.TTHK/8

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/41. T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2008/923 Karar No. 2008/5603 Tarihi:

İlgili Kanun / Madde 3201 S.YHBK./3

SİGORTALARDA ZAMANAŞIMI SÜRELERİ

KIDEM ZAMMI ÜCRETE UYGULANAN AYRI ZAMDIR ÖNCE KIDEM ZAMMI UYGULANIR DAHA SONRA TOPLU SÖZLEŞMEDEKİ NISBİ ZAM UYGULANIR Y A R G I T A Y İ L A M I

T.C. D A N I Ş T A Y Yedinci Daire

EŞLER ARASINDA MAL REJİMİNİN TASFİYESİ DAVASI ( Zamanaşımı Def`i Yönünden ) ZAMANAŞIMI DEF`İNİN İLERİ SÜRÜLMESİ ŞEKİL VE SÜRESİ

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. / S.TBK/420

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2,6

Y. Doç. Dr. Vural SEVEN. İzmir Gediz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku ABD Başkanı

T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire Esas No : 2010/8630 Karar No : 2013/4481 Anahtar Kelimeler : Haciz, Ödeme Emri, (BS) Formu Özeti : sayılı

DAVACI : Nesrin Orhan Şahin vekilleri Av.Serap Yerlikaya ve Av.İlter Yılmaz

T.C. SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü GENELGE NO: 2007/02....VALİLİĞİNE (Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü)

T.C. KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU RET KARARI :F.Y.

ÜCRET GERÇEK ÜCRETİN TESPİTİ FAZLA ÇALIŞMA

İlgili Kanun / Madde 6356 S. STK/25

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İş. K/41

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İŞK. /8

İlgili Kanun / Madde 4857 S.İşK/32

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2013/ K. 2015/1159 T

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İş. K/8

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/41

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/8

T.C. DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU E. 2011/76 K. 2014/1397 T

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /18-21

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ 2, 18-21

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /112

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İş. K/18-21

T.C. D A N I Ş T A Y Üçüncü Daire Esas No : 2010/5785. Karar No : 2012/3582

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, 6, S. İşK/14 T.C YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ. Esas No. 2015/9515 Karar No. 2017/8394 Tarihi:

Tahsilat Genel Tebliği (Seri: A Sıra No: 1) nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: A Sıra No: 7) Sonrasında Zamanaşımı Uygulaması

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/3-686 K. 2016/18 T

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/6, 57

Anahtar Kelimeler : Yargılamanın yenilenmesi, kesinleşen mahkeme kararı, özel tüketim

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/6

İlgili Kanun / Madde 4857S.İşK/6

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2, S. TSK/25

TÜM YÖNLERİYLE ÖDEME EMRİ

İlgili Kanun / Madde 6098 S. TBK/ S. İşK/14

SİLME TUŞUNU KULLANMADAN VE EKRANA BAKARAK YAZMA PDF

KESİN SÜRE VERİLİRKEN GİDERLERİN KALEM KALEM AÇIKLANMASI GEREKTİĞİ

İlgili Kanun / Madde 6762 S. TTK. /4

İlgili Kanun / Madde 4857 S.İşK/18-21

Anahtar Kelimeler : Türkiye İş Bankası Anonim Şirketi, bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesi, ücret

ZAMANAŞIMI SÜRESİ GEÇTİKTEN SONRA DİSİPLİN CEZASI VERİLMESİ

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A İ S T İ N A F K A R A R I

TİCARÎ SIR, BANKA SIRRI VE MÜŞTERİ SIRRI HAKKINDA KANUN TASARISI

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /32,46

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGK. /81

T.C. D A N I Ş T A Y Dördüncü Daire. Anahtar Kelimeler: Abonelik Sözleşmesi, Gecikme Faizi, Tahsil Edilince Beyanname Verilmesi

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /54,57 T.C YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ. Esas No. 2014/15897 Karar No. 2015/6846 Tarihi:

TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI

Noktalama İşaretleri ve harf büyütme.

T.C. İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 10. HUKUK DAİRESİ T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A İ S T İ N A F K A R A R I

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR BARIŞ DERİN BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası: 2014/13462)

VERGİ SORUMLUSUNUN İDARİ DAVA AÇMA HAKKININ BULUNDUĞUNA İLİŞKİN KANUN YARARINA BOZULMASINA İLİŞKİN KARAR YAYIMLANDI

SİRKÜLER İstanbul, Sayı: 2015/066 Ref: 4/066

MEVDUAT VE KATILIM FONLARININ VADELERİ VE TÜRLERİ HAKKINDA TEBLİĞ (SAYI:2007/1)

İlgili Kanun / Madde 5510 S. SGSK. /53

İlgili Kanun / Madde BK/66

İlgili Kanun / Madde 506.S.SSK/61 YAŞLILIK AYLIĞININ HESAPLANMA YÖNTEMİ

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /18-21,25

İlgili Kanun / Madde 6100 S.HMK/120, 324

İlgili Kanun / Madde 4847 S. İşK/22

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. / S. İşK. /14

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İş.K. /18-21 DAVACI YARARINA KAZANILMIŞ HAK

İlgili Kanun / Madde 6356 S. STSK/5, 41

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /21 T.C YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ Esas No. 2015/8707 Karar No. 2015/8125 Tarihi:

Transkript:

MEVDUATTA ZAMANAŞIMI KONUSUNDAKİ MEVZUATIN VE YARGITAY KARARLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ (Sempozyum bildiri kitabının 141-2007 sayfaları arasında tartışma metinleri ile birlikte yayınlanmıştır) Prof. Dr. Ahmet Battal battal@gazi.edu.tr http://w3.gazi.edu.tr/~battal ANLATIM DÜZENİ I. GİRİŞ... 2 II. ZAMANAŞIMI DEF İNİN İLERİ SÜRÜLME ŞARTLARI... 3 A. Zamanaşımı Kavramı ve Temel Felsefesi... 3 B. Zamanaşımı Kavramının Mevduat Açısından Sebepleri... 5 C. Zamanaşımına İlişkin Kuralın Nitelikleri... 6 D. Mevduatta Zamanaşımına İlişkin Özel Hükmün Gerekçesi... 8 E. Yargıtay ın Konuya Yaklaşımı... 10 F. Yargıtay ın Yaklaşımının Gerekçeleri ve Eleştirisi... 21 G. Yargıtay ın Yaklaşımının Sonuçları... 23 H. Mevduatta Zamanaşımı Düzenlemesine Doktrinin Bakışı ve Eleştirisi... 29 III. ZAMANAŞIMI İLE İLGİLİ DİĞER HUSUSLAR... 31 A. Zamanaşımına Tabi Varlıklar... 31 B. Zamanaşımının Başlaması... 32 C. Zamanaşımını Kesen İşlemler... 33 IV. SONUÇ... 34 EK 1: HUKUKİ DÜZENLEMELER... 35 Faydalanılan Kaynaklar... 43 ÖZET Önceki bankalar kanunlarında ve yürürlükteki Bankacılık Kanununda, mevduat alacağının 10 yılda zamanaşımına uğrayacağına ve zamanaşımına uğrayan mevduatın ilgili bankanın mülkiyetinde kalmayıp Devlete aktarılacağına ilişkin bir özel hüküm bulunmaktadır. Bu özel hükmün içinde ayrıca zamanaşımına uğrayan mevduatın devri ile ilgili olarak bankalarca yapılması gerekenlere de yer verilmiştir. Yargıtay yakın tarihli kararlarında bankaların mevduat sahiplerine karşı zamanaşımı def ini ileri sürebilmeleri için kanundan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiş olmalarını bir ön şart olarak kabul etmektedir. Böylece, bankalarla ilgili kamu hukuku nitelikli bir kanunda yer alan ve idari düzen kuralı olarak da nitelendirilebilecek olan bir hüküm, özel hukuk açısından da etki doğuran bir hükme dönüştürülmüş olmaktadır. 1

Ancak zamanaşımını şarta bağlı tutan bu yorumun zamanaşımı kavramına yabancı olan ve hatta aykırı gelen sonuçlar doğurması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Bu nedenle tebliğde öncelikle ve özellikle, kanun koyucunun mevduatta zamanaşımı hususundaki iradesinin hangi amaçtan ve gerekçeden kaynaklandığı noktasından yola çıkılarak Yargıtay ın yaklaşımı değerlendirilmiştir. Ardından zamanaşımı ile ilgili diğer hususlar ele alınmıştır. I. GİRİŞ Nisbi hakların ıskatî (düşürücü) zamanaşımına tabi olduğu yolundaki Borçlar Hukuku prensibi, bankalardan talep edilebilecek haklar için de geçerlidir. Buna göre, bankalara tevdi edilen mevduat ve diğer varlıkların 1 hak sahiplerince zamanaşımı süresi içinde talep edilmemesi halinde, zamanaşımına ilişkin temel kural devreye girecek ve alacaklı, devlet vasıtasıyla hakkını talep etme hakkında mahrum hale gelecektir. Bankacılık sektörünü düzenleyen ve 1933 yılında yürürlüğe giren ilk özel kanuna kadarki dönemde Borçlar Kanununun zamanaşımını düzenleyen genel kuralı geçerli idi ve 125. maddede öngörülmüş olan 10 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra borçlu bankanın iade borcu tabii borca dönüşmekte idi. Banka, borçlu olduğunu kabul ederek ödeme yapmak ya da BK. 140 taki zamanaşımı def i hakkını kullanarak ödeme yapmayı reddetmek suretiyle mevduatı kendisinde alıkoymak hakkına sahip idi. 1933 tarihli Mevduatı Koruma Kanunu ile 2 bu genel kurala bankalar için bir istisna getirilmiş ve bankadan talep edilebilecek mevduat alacağı ve diğer hakların 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu tekraren açıklandıktan sonra, zamanaşımına uğrayan hakların bankalarca temellük edilemeyeceği ve bunların Devlete (Hazineye) devredileceği kurala bağlanmıştır. Bu devrin yöntemi ve devirden sonraki durum hakkında ayrıntılı kurallar konulmuştur. Sonraki tarihli tüm bankalar kanunlarında ve yürürlükteki Bankacılık Kanununda da bu yaklaşım sürdürülmüştür. Ancak bu kuralın kapsamının ve sınırlarının belirlenmesinde ve özellikle zamanaşımı def inin uygulanmasında bazı hususlar tartışmalıdır. Bu tartışmalar içinde en önemlisi ve yargı kararlarına en sık konu olmuş olanı, zamanaşımı def inin ileri sürülme şartlarıdır. Aşağıda önce zamanaşımı def inin şartları hususunu ve ardından zamanaşımına ilişkin diğer hususları ele alacağız. 1 Bu Kanunda ve önceki kanunlarda sadece mevduatın değil; mevduat ile birlikte katılım fonu, emanet ve (tüm) alacakların aynı kurala tabi olduğu ilkesi benimsenmiştir. Biz tebliğimizde, ifade kolaylığı açısından, tüm alacakları ifade etmek üzere kısaca mevduat demeyi tercih edeceğiz. 2 Konu ile ilgili özel mevzuatın gelişimi hakkında ayrıntılar için ek 1 deki açıklamalara bakılabilir. 2

II. ZAMANAŞIMI DEF İNİN İLERİ SÜRÜLME ŞARTLARI A. Zamanaşımı Kavramı ve Temel Felsefesi 3 Alacaklı ile borçlu arasındaki hukuki ilişkiyi zaman sona erdirmez. Zamanın geçmesi (müruru), bir borcun varlığını ortadan kaldırmakta, borcu yok etmekte değildir 4. O halde borç ilişkilerinde zamanaşımı kuralının anlamı ve varlık sebebi nedir? 1. Bir kişi, borcunun varlığını kendi bilgi düzleminde biliyor ve samimi davranarak alacaklıya karşı da borcu kabul ediyorsa, borçlu demektir. Borçlu borcunu ifaya istekli ise gönüllü olarak ifa eder. Değilse cebri icra yardımıyla talep ve tahsil edilebilir. Borçlu olduğunu bilen ve kabul eden bir borçlunun, vadeden uzunca süre sonra gelen alacaklıya Borçluyum ama bu zamana kadar neredeydiniz? Bekledim gelmediniz, o halde artık ödemem demesi esasen ahlaka uygun değildir. Ahlaki olmayanın hukuki olması ise beklenmez. (Gerçekten, bu nedenledir ki kanun koyucu, borçluların, borcu ifa için alacaklının talep ve ısrarını beklemesine gerek olmadığını bildirmekte, borçtan kurtulmak için borcun bir tevdi mahalline tevdi edilmesini istemektedir). Bu ahlakilik yaklaşımı bilme yi gerektirdiğinden, kendisinin borçlu olduğunu bilen kişinin, talep ya da imkan yokluğu nedeniyle borcu gereği gibi ifa edemediği hallerde borca ilişkin bu bilgiyi mirasçılarına (haleflerine) aktarmasını ve onların da borçtan sorumlu olduklarını benimsemelerini gerektirir. Ancak bu bilgi aktarma sürecinde iki yönden problem vardır: Birinci olarak borcun net bir borç olduğu ve özellikle yazıya bağlandığı durumlarda bu bilgi intikali kolay bir iştir. Buna karşılık borcun net olmadığı durumlarda bilgi intikali süreci, borcun miktarı ve özellikle muhtevası ile ilgili hususlarda bilgi bulanıklığını ve tabiatıyla hukuki ihtilafları da beraberinde getirir 5 ve bu ihtilafların çözülmesi için önce deliller ve bir süre sonra da zamanaşımı defi kaçınılmaz olur. 3 Günümüzde zamanaşımının felsefi temeli çok fazla tartışma konusu yapılmamaktadır. Adeta zamanaşımı da zamanaşımına uğramıştır. Bu durum kanaatimizce konunun çok iyi anlaşılıyor olmasından kaynaklanmamaktadır. Aksine bir birinden farklı çok sayıda zamanaşımı kuralı ve süresi ile karşı karşıya olan kişiler ve özellikle hukuk uygulamacıları, konuyu hukukun labirentlerinde kaybolmamak gibi pratik mülahazalarla ele almaktadırlar. (Bu konudaki tipik örnek çalışma için bkz. Tutumlu, M. Akif, Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, Ankara, 2001) Nitekim hukukçuların hukukçu olmayanlara anlatmakta en çok zorlandıkları hukuk konularından biri, kanunlarda niçin birbirinden farklı uzunlukta zamanaşımı süresinin bulunduğu hususudur. 4 Berki bu durumu, müruruzamanın kabulü mantıki değilse de zaruridir diyerek açıklamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Berki, Şakir, Borçlar Hukuku Umumi Hükümler, Ankara, 1962, s. 362. 5 Nitekim zamanaşımı kuralının gerekçesine ilişkin pek çok yorumda en önemli vurgu, alacağın mevcut olmayabileceği yolundaki ihtimaldir. Mesela bkz. Von Tuhr, Andreas, Borçlar Hukuku Genel Hükümler. (Çev. Edege) Ankara, 1983, s. 687. 3

İkinci olarak bilgi intikali gerçek kişi borçlular için basit bir eylemdir. Buna karşılık tüzel kişi borçlular için, bilmek, sadece yönetim (ve/veya temsil) işleri ile yetkili gerçek kişilerin bilmesi anlamında değildir. Tüzel kişiliğin özel niteliği nedeniyle, bilmek, esasen bu bilginin, tüzel kişinin bilgilerinin kaydedildiği defterlerde kayıtlı olması anlamına gelir. Bu halde de borç bilgisinin defterlerdeki borçlar arasında ne kadar süreyle görünmeye devam edeceği ve borca ilişkin delillerin ne kadar süreyle muhafaza edilmesi gerektiği önem kazanır. Diğer ifadeyle tüzel kişinin borçları için de önce delillere ve sonra zamanaşımı savunmasına ihtiyaç vardır. Görüldüğü üzere bilginin muhafazasına ve aktarılmasına ilişkin zorluklar, bir süre sonra ilişkiyi belirsiz ve problemli bir hale getirebilmekte ve bu belirsizlikten kaynaklanan problemin çözümü için bu zamana kadar neredeydiniz? anlamındaki zamanaşımı savunması haklı hale gelmektedir. 2. Bir kişi alacaklı olduğunu iddia ediyor ve fakat borçlu olduğunu söylediği kişi kendisinin borçlu olduğu yolundaki iddiayı açıkça reddediyorsa ihtilafın çözümü için önce delillere ve fakat nihayetinde zamanaşımı kavramına ihtiyaç vardır. Şöyle ki; Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa iddiasını ispat yükü alacaklıya ait olduğuna göre bir problem yok gibidir. Ancak borçlu, savunmasının bir gereği olarak alacaklının delillerini ve özellikle alacaklının elindeki ispat vesikasının sıhhatini inkar ediyor olabilir. Bu savunmanın yanlışlığı ya da doğruluğunu ispat için gerekli deliller ise çoğu halde zamana bağlıdır. Delilin oluşmasından sonra uzun bir süre geçmişse, delil niteliğinin ve geçerliliğinin tartışılabilmesi artık imkansız hale gelmiş olabilir. Borçlu borcun ifa edildiğini savunuyorsa, alacaklının alacağın varlığına ilişkin iddiası ispata muhtaç olmaktan çıkmış ve ikrar ile kesinleşmiş demektir. Bu halde borçlunun kendi ifa iddiasını ispat etmesi gerekir. Bu ise borçlunun ifa delillerini muhafaza etmesini gerektirir. İfa delillerinin ilelebed muhafaza edilmesi beklenemez. Gerçek kişilerin, özellikle mirasbırakandan devralmış sayılacakları borçlar için, tüzel kişilerin ise gerçek kişilere nazaran daha uzun olabilecek ömürleri boyunca ödedikleri borçlar için makbuz muhafaza etmek zorunda kalması anlamlı değildir 6. Aksi halde hukuk düzeni kişileri ilelebed arşiv tutma yükümlülüğü gibi gerçek bir fiili imkansızlıkla karşı karşıya bırakmış olur. 6 Tutumlu, s. 26. 4

O halde alacaklı olduğunu iddia eden, ya vakit geçirmeden alacağını talep etmeli, ya da uzun süre sessiz kalmasının sonucuna kendisi katlanmalı 7 ve alacağını devlet eliyle tahsil etme imkanından mahrum hale gelmelidir. Bu süreyi ise hukuk güvenliği için kanun açıkça belirlemeli ve herkes için geçerli kılmalıdır. Bu açıklamalar da göstermektedir ki; zamanaşımı savunmasının, bir yönüyle ahlak gibi hukukun da temelini oluşturan felsefi bir kavramla, diğer yönüyle ise delillerin arşivlenerek saklanması gibi son derece basit şeklî bir konu ile yakından ilgisi vardır. B. Zamanaşımı Kavramının Mevduat Açısından Sebepleri Banka mevduatı da tabiatıyla zamanaşımı kuralına tabidir. Bu mecburiyet yukarıda açıklanan iki özel durumla doğrudan ilgilidir. Şöyle ki: 1. Banka tüzel kişisi borcunu ancak defter ve belgeleri yardımıyla bilebilir ve izleyebilir. Borcun izlenmesi, aynı zamanda, alacaklının hakkını talep etme ihtimaline karşı borç için kaynak ayırmayı gerektirir. İlelebet belge saklamak ve ilelebed kaynak ayırmak mantıklı olmayacağına göre bu duruma bir son vermek için kanunla belirlenecek bir sürenin geçmesi (müruru) ile birlikte borcun tabii borca dönüştüğünü kabul etmek mecburidir. Bu gerekçe tek başına, bankalarda unutulan mevduatın bankanın mülkiyetinde kalmasını gerektirmez. Sadece, bankaya zamanaşımı def i ileri sürme hakkı ve imkanı verir. Diğer ifadeyle, banka borçlu olduğunu biliyor ve kabul ediyor olsa dahi alacaklıya, bu zamana kadar neredeydin, kanunun emrettiği süre boyunca bekledim gelmedin, o halde artık ödemiyorum deme hakkına sahiptir. (Bu hakkı kullanıp kullanmayacağı yukarıda da açıklandığı üzere esasen kendi bilgi düzlemine ve karar mekanizmasına ait bir meseledir. Ancak aşağıda ele alınacak olan özel düzenleme nedeniyle bu yetkisini devretmektedir.) 2. Mevduatı iade borcunu ifa etmiş olan banka, alacaklının mükerrer hak talebine karşı ödeme def ini ileri sürebilmek için, ilk ödemeye ilişkin ispat vesikasını (makbuzu) ve bunların kayıtlarını tuttuğu defterleri muhafaza etmelidir. Diğer ifadeyle bir ödeme talebiyle karşılaşan banka, borcunu daha önce ödemiş olduğunu savunuyorsa bu savunmasını alacaklının imzasını taşıyan bir belge (makbuz) ile savuşturacaktır. Bu, ödeme def idir ve ispata muhtaçtır. İspat için ise arşiv zorunludur. Bu arşiv zorunluluğu ne kadar sürecektir? 1926 tarihli eski Ticaret Kanununun 75. maddesine göre ticari defterler ve dolayısıyla bunların teyit edicisi durumundaki belgeler 15 7 Arsebük, Esat, Türk Kanunları Bakımından Borçlar Hukukunun Umumi Esasları, İstanbul, 1937, s. 484. 5

yıl süreyle saklanmak zorunda idi 8. 1956 tarihli Türk Ticaret Kanununun 68/1. maddesi ile bu süre 10 yıla indirilmiştir. Bu değişiklikle gelen yeni süre 1926 tarihli Borçlar Kanununun 125. maddesindeki genel zamanaşımı süresi ile paraleldir 9. 1936 tarihinden itibaren bankacılıkla ilgili kanunlarda banka belgelerinin saklanması konusunda kurallar yer almıştır. Ancak 2005 tarihli yürürlükteki kanuna kadar, saklama için bir süre öngörülmemiş idi. Bu nedenle süre hususunda TTK. 68 deki genel hükme atıf yapıldığı varsayılmıştı. Yürürlükteki Bankacılık Kanununun 42. maddesinde ise belgeleri saklama süresi de -TTK.daki genel hükme paralel biçimde- 10 yıl olarak açıkça belirtilmiştir 10. Bu sürenin sektöre ilişkin herhangi bir istisnası yoktur 11. O halde sonuç olarak, mükerrer ödeme talebi ile karşılaştığını düşünen bir bankanın, daha önce ödediğini ileri sürdüğü bir mevduat borcu için, saklama süresi geçtikten sonra, ödeme def i değil zamanaşımı def i ileri sürmesi gerekli ve hasmını savuşturması için yeterlidir. Bu savunma için ise herhangi bir belge ya da delile ihtiyaç olmadığı açıktır. Zamanaşımının hesabını mahkeme yapacaktır. Ödeme talep eden kişi zamanaşımını durduran ya da kesen bir halin varlığını iddia ediyorsa bu durumu kendisinin ispat etmesi gerekir 12. C. Zamanaşımına İlişkin Kuralın Nitelikleri 1933 yılında yürürlüğe giren bankacılıkla ilgili ilk özel kanuna kadarki dönemde Borçlar Kanununun zamanaşımını düzenleyen genel kuralı geçerli idi ve 125. maddede öngörülmüş olan 10 yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra borçlu bankanın iade borcu tabii borca dönüşmekte idi. Banka, bir taleple karşılaştığında borçlu olduğunu kabul ederek ödeme yapmak ya da BK. 140 taki zamanaşımı def i hakkını kullanarak -ödeme yapmayı reddetmekhakkına sahip idi. Bu kararı, tabii borç kavramına da uygun olarak kendi elindeki bilgilere ve alacaklı olduğunu iddia edenin elindeki delillere de bakarak bizzat banka veriyordu. Talebin reddi halinde, bu, talep eden yönünden, bankanın mevduatı kendisinde alıkoyması anlamına gelmekte idi. 8 Karayalçın, Yaşar, Ticaret Hukuku Dersleri, C. 1, Giriş-Ticari İşletme, Ankara, 1957, s. 231. 9 Vergi Usul Kanununda da benzer bir paralellik bulunmaktadır. Vergi alacakları beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu gibi, bu alacağın takibi ile ilgili bir zorunluluk olarak öngörülen ticari defterlerin saklama süresi de beş yıl olarak belirlenmiştir. 10 Bu konudaki mevzuat gelişimi için Ek 1 e bakılabilir. 11 Kamu bankalarının, bir kamu kurumu gibi çalıştığı eski dönemlerde arşiv yükümlülüğü itibariyle farklı ve kamusal kurallara tabi tutulmuş olduğu bilinmektedir. Ancak bu gün için bu tür bir farklılaştırma yoktur. Ayrıca Bankacılık Kanunundaki açık hüküm karşısında idari düzenlemelerle farklı bir yöntem ya da süre belirlenmesi de düşünülemez. 12 Çeker, s. 339. 6

1933 tarihli Mevduatı Koruma Kanunu ile bu genel kurala bankalar için bir istisna getirilmiş ve bankadan talep edilebilecek mevduat alacağı ve diğer hakların 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu tekraren açıklandıktan sonra, zamanaşımına uğrayan hakların bankalarca temellük edilemeyeceği ve bunların Devlete (Hazineye) devredileceği kurala bağlanmıştır. Bu devrin yöntemi ve devirden sonraki durum hakkında ayrıntılı kurallar konulmuştur. Böylece hak devredilmiş olacağından zamanaşımından sonra ödeme hakkı (inisiyatifi) bankaların elinden alınmış olmaktadır. Sonraki tarihli tüm bankalar kanunlarında ve yürürlükteki Bankacılık Kanununda da bu yaklaşım sürdürülmüştür. Tarihi süreç içinde mevduatta zamanaşımı ile ilgili hükümler, yaşanan gelişmeler sonucunda, halen yürürlükte olan kanunla en öz biçimine dönüşmüş bulunmaktadır. Yürürlükteki Bankacılık Kanununun 62. maddesi şu hükmü içermektedir: Bankalar nezdlerindeki mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklardan hak sahibinin en son talebi, işlemi, herhangi bir yazılı talimatı tarihinden başlayarak on yıl içinde aranmayanlar zamanaşımına tâbidir../. Zamanaşımına uğrayan her türlü mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklar banka tarafından hak sahibine ulaşılamaması hâlinde, yapılacak ilânı müteakiben Fona gelir kaydedilir.../.. Bu maddenin uygulanması ile ilgili usûl ve esaslar Kurulca belirlenir. Benzer hükümler daha ayrıntılı biçimde önceki kanunlarda da vardır 13. Bu düzenlemelere göre, borçlu banka, öncelikle, hakkının zamanaşımına uğramakta olduğunu hatırlatmak ve zamanaşımını kesecek bir işlem yapmasını ya da hakkını talep ve tahsil etmesini sağlamak üzere, hak sahibine ulaşmaya çalışacaktır. Bu sürecin başarısız olması ve zamanaşımının dolması halinde ise kendisinde kalan varlığı ya da hakkı Devlete intikal ettirecektir. Bu kuralların temel özellikleri şu şekildedir: 1. İlk dönemlerde (1933, 1936, 1958, 1983, 1985 kanunlarında), bankanın müşteriye bildirim yükümlülüğü, yıllık hesap özeti gönderme zorunluluğu şeklinde idi ve fakat bu dönemde sözleşmeye konulacak hüküm ile bu yükümlülüğün bertaraf edilebileceği kabul edilmekte idi. Bu dönemde bankalar ayrıca zamanaşımı yaklaştığında hak sahibine ihbarda bulunma yükümlülüğü altında idi. 13 Bu düzenlemelerin gelişimi hakkında ayrıntılar için ek 1 deki açıklamalara bakılabilir. 7

Buna karşılık son iki kanuni düzenlemede (1999 ve 2005 kanunlarında) hesap özeti gönderme yükümlülüğü açıkça zikredilmemiştir. Bunun yerine 1999 düzenlemesinde bankanın ihtar yükümlülüğünün olup olmadığı muğlak bırakılmış ve konu alt düzenlemeye havale edilmiş, 2005 tarihli yürürlükteki kanunda ise banka tarafından hak sahibine ulaşılamaması hâlinde, yapılacak ilân dan söz edilerek bankaya, hak sahibine ulaşma ve durumu ihbar etme yükümlülüğü yüklenmiştir. İlanın hakkı devredecek olan banka tarafından mı yoksa hakkı devralacak olan Fon tarafından mı yapılacağı belirsiz bırakılmıştır. 2. TMSF yi kuran 1983 tarihli düzenlemeden önceki dönemde, zamanaşımına uğrayan haklar Cumhuriyet Merkez Bankası aracılığıyla Hazineye (Maliye Bakanlığına) intikal etmekte idi. Fonun kurulması ile birlikte, sahipsiz varlıkların, sektörün risklerini üstlenen ve yöneten bu kamu tüzel kişisine intikal edeceği prensibi benimsenmiştir. 3. Bütün düzenlemelerde ya da alt düzenlemelerde, hakları devralan Merkez Bankasının ya da Fonun, zamanaşımının dolmasından ve hakların kendisine devredilmesinden sonraki süreçte hak sahiplerini ayrıca araması ve hakkı sahibine ulaştırmaya çalışması esası benimsenmiştir. Bu amaçla yapılacak faaliyetler hakkın kıymetine göre farklı olmuştur. Düşük değerli haklarda sadece ilanla yetinilmiş, yüksek kıymeti haiz haklar için ayrıca mektupla ulaşma gibi yöntemler benimsenmiştir. 4. Yine buna bağlı olarak düşük değerli hakların kısa sürede Hazineye ya da Fona intikal edeceği kabul edilmiş iken yüksek kıymeti haiz haklar için, ilan üzerine hak sahiplerinin başvurabilecekleri kabul edilerek Hazineye ve Fona kesin intikalden önce daha uzun bekleme süreleri öngörülmüştür. D. Mevduatta Zamanaşımına İlişkin Özel Hükmün Gerekçesi BK. 125 ve devamında zamanaşımına ilişkin genel hükümler mevcut iken bankalarla ilgili kanunlarda ayrıca zamanaşımı hakkında özel hükme yer verilmiş olmasının sebebi nedir? Yukarıda da belirttiğimiz üzere 1933 tarihli ilk özel kanundan bu yana var olan zamanaşımı kuralının amacı hususunda, sadece ilk kanunun gerekçesinde şu bilgi bulunmaktadır: On sekizinci maddesinde bankalardaki alelümum mevduatın sahibi tarafından son muamele veya talep tarihinden itibaren on sene aranılmadığı takdirde Hazine ye verilmesine dair bir hüküm vazedilmiştir. Vakıa ahkâmı umumiyeye göre müruru zamandan medyunun istifade etmesi icap edeceği şeklinde bir mütalea varit olabilirse de on sene gibi kanunlarımızın 8

dava için müruru zaman müddeti olarak kabul ettiği bir müddet içinde mevduat sahiplerinin ya ölmüş veya gaip olmuş veyahut mevduatı herhangi bir sebeple unutmuş olması gibi sebeplerle bankalardaki mevduatını aramaması neticesi olarak bunları bankalara terketmek muvafık görülememektedir. Binaenaleyh bunların mezkûr müddet hitamında Hazineye devredilmesi ve ancak sahiplerinin, varislerinin Hazinece aranılması ve ancak ilk ilan tarihinden itibaren dört sene hitamında Devlet hesabına geçirilmesi düşünülmüştür. Bu suretle fert ve Devlet hakkı telif edilmiş olacaktır. Fransa da Haziran 1920 tarihinde yeni varidat membaları ihdas eden kanunda da bu esas kabul edilmiştir. Gerekçedeki ifadesiyle kanun koyucu müruru zamandan medyunun (borçlunun) istifade etmesi ni uygun bulmamış, mevduat sahiplerinin ya ölmüş veya gaip olmuş veyahut mevduatı herhangi bir sebeple unutmuş olması gibi sebeplerle bankalardaki mevduatını aramaması neticesi olarak bunları bankalara terketmek muvafık görüleme diğinden hakkın devlete intikali yöntemini tercih etmiştir. Görüldüğü üzere özel hükmün gerekçesi bankada unutulan para ve sair varlıkların devlete intikal etmesi ve böylece devlet için bir ek gelir kaynağı oluşturmasıdır. Kanun koyucu özetle bu varlıkları BK. 125 vd.ndaki genel hüküm yardımıyla bankaların elinde bırakmayı uygun bulmamıştır. Devlet, bankalar üzerinde kurmuş olduğu denetim sisteminin de yardımıyla bu varlıkları tesbit ve hakkı takip edebileceğini de nazara alarak Hazineye intikal prensibini kabul etmiştir. O halde bu hükümlerin amacı, alacaklısı belirsiz bir borcun, malvarlığının sebepsiz bir artı değeri olarak borçluda kalmasını önlemektir 14. Zira öncelikle, kanun koyucuya göre, bankaya tevdi edilen mevduat vb. varlıklar kamu güvenine terkedilmiştir. Ayrıca mevduat sahibinin alacağını bankada bırakılmasının (bankaya terk etmesinin) gerçek sebebi alacaklının alacağını talep etmekten vazgeçmek biçimindeki iradi eylemi değil, çoğunlukla unutma ya da mirasçılarına bilgi veremeden ölme biçiminde gayrı iradi sebeplerdir. Bu nedenlerle kanun koyucu; sahipsiz (mirasçısız) mirasın miras hukukundaki (MK. 501) akıbetine benzer biçimde, bankada unutulan paranın da kamuyu temsilen Hazineye (Fona) intikalini sağlamaktadır 15. 14 Battal, Ahmet, Bankalar Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Ankara, 2004, s. 109. 15 Battal, Ahmet, Bankacılık Kanunu Şerhi, Ankara, 2006, s. 245, 246. 9

Benzer bir düzenleme 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanununun 19. maddesinde de mevcuttur. Hüküm şu şekildedir: Yaşama ve ölüm şartlı can sigortalarında ödenmesi gereken paralar ödemeyi gerektiren tarihten itibaren 10 yıl içinde hak sahipleri tarafından aranmamış ise, onuncu yılı takip eden yılbaşından itibaren altı ay içerisinde, Tasfiye ve iflas işlemlerinin devamı sırasında hak sahiplerinden müracaat etmeyenler olursa, sigorta şirketlerinin bunlara ödemek zorunda oldukları paralar, müracaatları halinde ödenmek üzere, son bilançonun tanziminden önce, Sahiplerinin ad ve kimlikleri ile bilinen adreslerini ve hak kazandıkları para miktarlarını gösterir şekilde tanzim olunacak bir cetvel ile Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı emrine Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına tevdi olunur. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına yatırılan bu paralar iki sene içinde sahipleri tarafından aranmadığı takdirde Devlete intikal eder. Görüldüğü üzere bu hükümde açıkça zamanaşımı kavramına yer verilmemekle birlikte sigorta şirketlerinde unutulan paralarla ilgili olarak toplam on iki yıllık bir zamanaşımı süresi öngörülmüş ve bu paraların, aynen mevduatta olduğu gibi bu süre sonunda Devlete intikal etmesi prensibi benimsenmiştir. E. Yargıtay ın Konuya Yaklaşımı Yukarıdaki düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, zamanaşımının dolmasından sonraki dönemde bankanın hak talebi ile karşılaşmaması beklenir. Bu tür bir taleple karşılaşması halinde ise zamanaşımı def i ileri sürerek talebi savuşturabilmesi mümkündür. Bu savunma için bankanın kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirip getirmediği ve dolayısıyla bunun tartışmaya açılıp açılamayacağı önemlidir. Tebliğimizin de ana konusunu oluşturan Yargıtay kararları bu tartışmanın çözümüne ilişkindir. Aşağıda ayrıntıları görüleceği üzere, Yargıtay, tesbit edebildiğimiz kadarıyla 1997 den itibaren verdiği kararlarda istikrarlı biçimde, aynı görüşü korumaktadır. Bu kararlara göre bir mevduat alacaklısının alacağının zamanaşımına uğraması ve böylece bankanın bu mevduata ilişkin borç ve sorumluluğunun kalkması için 10 yıllık zamanaşımı süresinin sessiz kalarak geçirilmiş ve dolmuş olması yeterli değildir. Banka tarafından, mevduatta zamanaşımını düzenleyen -ve gelişimi yukarıda özetlenmiş olanbankalar kanunlarındaki özel hükmün öngördüğü ilave şartların da yerine getirilmiş olması gereklidir. 10

Bu şartlar, özü itibariyle, mevduatın zamanaşımına uğramasını (hakkın sona ermesini) engelleyen tebliğ ve ilan gibi şartlar ile zamanaşımına uğramış mevduatın bankanın mamelekinden çıkarılıp Devlete (Fona) intikal ettirildiğini gösteren idari işlemlerdir. Yargıtay, bu şartların yerine getirildiği hususunun banka tarafından ispat edilmesini istemektedir. Yine Yargıtay, kararlarında, özel hükümlerle öngörülen önşartların yerine getirildiğinin ispat edilememiş olması halinde, alacaklının elinde bulunan hesap cüzdanı ve benzeri belgelerin, bunların sıhhati hususunda herhangi bir tartışma yaşanmamış olması kaydıyla alacağın varlığını göstereceğini ve bu borçtan bankanın sorumlu olmaya devam edeceğini kabul etmektedir. Bu çözüm yolu ilk bakışta herhangi bir probleme sebep olur gibi görünmemektedir. Ancak arka planında çok sayıda soruyu barındırmaktadır. (Bunlar aşağıdaki başlıkta değerlendirilecektir). Yargıtay ın zamanaşımı def inin ileri sürülmesi ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili olan kararlarının ayrıntıları şu şekildedir: 1. Yargıtay HGK.nun 1983 tarihli kararına 16 konu olayda davacı mevduat sahibi, davalı bankanın yetkili olmayan kişilere ödeme yaptığını iddia ederek paranın hesaba iadesini talep etmiş, davalı banka ise bir yandan personelinin kusurunun olmadığını, diğer yandan davanın bir yıllık haksız fiil zamanaşımına uğradığını savunmuştur. Mahalli mahkeme bir yıllık zamanaşımının dolduğu ve davacının kusurlu olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiş, 11. HD. ise davanın haksız fiile ilişkin bir yıllık değil, vedia akdine ilişkin BK. 125 teki 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle zamanaşımının dolmadığını ve dolayısıyla delillerin tartışılması gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Israr kararı üzerine HGK. konuyu zamanaşımı yönünden de incelemiş ve zamanaşımı varsa davanın esasına girilemeyeceğini ancak 10 yıllık zamanaşımının dolmadığını ve dolayısıyla davanın esastan çözülmesi gerektiğini belirterek ısrar kararını bozmuştur. Kararın ilgili kısmının tam metni şu şekildedir: Bilindiği gibi zamanaşımı alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden (dava edilebilme) niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere 16 YHGK. 2.11.1983, E.1980/11-2802, K.1047 (Yayınlanmamıştır). Kararın özetini yayınlamış olan Tikveş (Tikveş, Özkan, Bankalar Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunu Şerhi, İstanbul, 1992, s. 96) özeti şu şekilde vermektedir: Mevduat sahibi ile banka arasındaki ilişki vedia akdidir. Vedia akdinden doğan uyuşmazlıklar Borçlar Kanunu m. 125 gereğince 10 yıllık zamanaşımına bağlıdır. 11

zamanaşımı alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu eksik bir borç haline dönüştürür ve az yukarıda değinildiği gibi alacağın dava edilebilme niteliği ni ortadan kaldırır. Zamanaşımı Borçlar Yasasının 140. maddesinde yer alan ( ileri sürülmezse hakim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz ) kuralında da vurgulandığı gibi kişisel bir savunma nedeni olup bütün öteki savunmalarda da olduğu gibi ve özellikle itiraz nedenlerinden farklı olarak, savunulmadığı zaman mahkemece re sen gözetilemez ve uygulanamaz (HUMK. 75/1). Demek oluyor ki zamanaşımının davayı etkisiz bırakması kendiliğinden gerçekleşmemekte ve ancak borçlunun iradesine bağlı bulunmaktadır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldükte, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir. Mahkemenin bu kurala aykırı olarak davayı hem zamanaşımı hem de esastan reddetmiş olması yasaya aykırıdır. Görüldüğü üzere Yargıtay HGK. bu kararıyla zamanaşımı savunması ileri sürüldükte, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından demek suretiyle dolaylı olarak konumuza ışık tutmuştur. Bu karara konu olayın gerçekleştiği ve ayrıca kararların verildiği tarihlerde yürürlükte olan bankalar kanunlarında, mevduatta 10 yıllık zamanaşımına ilişkin özel hükümler yürürlüktedir (Dava tarihi itibariyle 7129 sayılı Bankalar Kanunu ve karar tarihi itibariyle de 70 sayılı KHK. yürürlüktedir). Yargıtay bu düzenlemelerdeki özel hükmü gözardı ederek BK. 125 teki 10 yıllık süreyi uygulamıştır. Bu kararda zamanaşımı savunmasının şarta bağlılığı hususunda net bir yaklaşımın yer alması beklenemez. Zira kararda Yargıtay 10 yıllık sürenin dolmaması nedeniyle esasa girilmesini istemiştir. 10 yıllık süre dolmuş olsa idi ilave şartların aranıp aranmayacağı açıkça belirtilecek ve Yargıtay ın konuya ilişkin tutumu netleşmiş olacaktı. Ancak dolaylı da olsa şu sonuç çıkarılabilir: Yargıtay 11. HD.nin ve HGK.nun bu kararlarında, mevduatta zamanaşımı def inin ileri sürülebilmesi için bankanın da hesap sahibine zamanaşımını hatırlatmaya ve mevduatı Devlete devretmeye yönelik işlemleri yerine getirmiş olması gerektiği yolunda bir yaklaşım yoktur. Sonuç olarak Yargıtay ın, bu kararında, mevduatta zamanaşımına ilişkin Bankalar Kanunlarındaki özel hükme, BK. 125 teki genel zamanaşımından farklı bir anlam yüklemediği anlaşılmaktadır. 12

2. Yargıtay ın yine konuyla doğrudan ilgili olmayan 9.2.2004 tarihli kararına 17 konu olayda mevduat hesabındaki para hataen yanlış kişiye ödenmiş, davacının mevduatını dava etmesi üzerine davalı banka zamanaşımı def inde bulunmuş, mahalli mahkeme ve Yargıtay farklı gerekçelerle 10 yıllık zamanaşımının dolmadığı sonucuna varmıştır. Bu kararda da Yargıtay bu dava, B.K.'nun 125. madde hükmünde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olup, esasen dava tarihinde yürürlükte olan 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 36 ncı madde hükmündeki 10 yıllık zamanaşımı süresinin bu davaya süre bakımından kıyasen uygulanması da mümkündür diyerek mevduatta zamanaşımına ilişkin özel hükmün BK. 125 teki hükmün bir tekrarı niteliğinde olduğunu tesbit etmiştir. Kararın ilgili kısmının tam metni şu şekildedir: Davacı vekili, müvekkili davalı bankanın Gaziantep Merkez Şubesi'ne 37.069 Hollanda Florini yatırarak 26.07.1991 günü 1 yıl vadeli hesap açtırdığını, vade günü parasını almak istediğinde, 4.9.1991 günü birinin gelip parayı çektiğini öğrendiğini, yaptığı şikayet üzerine banka görevlilerinden üçü hakkında açılan kamu davası sonunda mahkumiyet kararı verildiğini, 16.07.1998 tarihli Adli Tıp raporu ile paranın müvekkilince değil, sanıklarca çekildiğinin bildirilmesi ile olayın faillerinin öğrenilmesi üzerine işveren sıfatı nedeniyle davalı banka hakkında işbu hukuk davasının açıldığını ileri sürerek, yatırılan meblağın tahsile kadar geçen süre için en yüksek banka mevduat faiziyle birlikte tahsiline talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın öncelikle zamanaşımı nedeniyle reddini istemiştir. Mahkemece, dosya kapsamına göre, 10 yıllık ceza zamanaşımının sanıkları çalıştıran davalı hakkında da uygulanması gerektiği, davanın bu süre içinde açıldığı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Dava, mevduat sözleşmesinden doğan alacak istemine ilişkindir. Mevduat sözleşmesi, ağırlıklı olarak esas itibariyle belli oranda faiz elde etme amacına yöneldiği için ödünç sözleşmesine daha çok yaklaşan, ancak güvenilir bir kurumda parayı muhafaza etme düşüncesi ile vedia sözleşmesini hatırlatan kendine özgü bir sözleşme tipidir. Mevduata uygulanacak hükümler, ancak kıyas yolu ile ve niteliği uygun düştüğü ölçüde ödünç sözleşmesi hükümleri ve istisnai hallerde vedia sözleşmesi hükümleri olacaktır. Bu sözleşme tipinin açıklanan özelliği nedeniyle, bu dava, B.K.'nun 125. madde hükmünde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olup, esasen dava tarihinde 17 Y. 11. HD. E. 2003/6407 K. 2004/1027 T. 9.2.2004. Kararın tam metnine www.kazanci.com.tr internet adresinden ulaşılmıştır. 13

yürürlükte olan 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 36 ncı madde hükmündeki 10 yıllık zamanaşımı süresinin bu davaya süre bakımından kıyasen uygulanması da mümkündür. Dava, 10 yıllık zamanaşımı süresinde açılmıştır. Bu durumda, mahkemece, yukarıda açıklanan bu gerekçe ile davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açıldığı sonucuna varılması gerekirken, aynı sonuca esasen üzerinde durmaya dahi gerek kalmayan uzamış (ceza) zamanaşımına ilişkin yazılı gerekçe ile varılması isabetsiz ise de, sonucu itibariyle doğru olan hükmün, değişik bu gerekçe ile onanması gerekmiştir. 3. Yargıtay ın konu ile doğrudan ilgili olan 23.6.1997 tarihli kararına 18 konu olayda davacı hesaptaki en son işlem tarihinden 16 yıl sonra mevduat alacağını talep etmiş, davalı banka zamanaşımı savunmasında bulunmuştur. Mahalli mahkeme bir yandan zamanaşımının dolduğu sonucuna varmış, öte yandan BK. 132/5 te yer alan borçlu alacak üzerinde intifa hakkını haiz olduğu müddetçe zamanaşımı cereyan etmez kuralını gündeme getirerek bu kural uygulandığında zamanaşımının dolmamış sayılabileceği kabul edilse dahi TTK 68/1 gereğince ticari defterlerin ve dayanaklarının 10 yıllık saklama süresinin dolmuş olmasını gerekçe göstererek son işlem tarihinden 16 yıl gibi bir süre geçtikten sonra dava yoluna gidilmesi ve davalı bankanın kanıt yükü altında tutulmasının hayatın olağan akışına uygun düşmediği sonucuna varmış ve davayı reddetmiştir. Yargıtay ise zamanaşımı savunmasını açıkça bir ön şarta tabi tutmuş ve bankanın kanuni görevlerini yerine getirdiğini ispat edememesi halinde 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmuş olmasının bankanın borcunu ortadan kaldırmayacağına (tabii borç haline getirmeyeceğine) karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir: Bankalar Kanununun 36. maddesine göre 10 yıl aranmayan mevduat hakkında bankaların bazı işlemler yapmaları gerektiği öngörülmüştür. Davacının iddia ettiği mevduat hakkında davalı bankanın anılan madde çerçevesinde herhangi bir işlem yapmadığı gözlenmiş bulunmaktadır. Bu durumda mevduat hesabı yönünden davalı bankanın sorumlu olması gerekir. Çünkü az önce değinilen maddeye göre davalı bankanın bir takım yasal işlemler yapması yasal bir zorunluluktur. Şu halde yerel mahkemece davalı bankanın sorumlu olacağı göz önüne alınarak işin esasına girilmesi ve tarafların delillerinin değerlendirmesi ve sonucu çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve hükmün bozulması gerekmiştir. 18 Y. 11. HD. E. 1997/3652, K. 1997/4975, T. 23.06.1997, Çeker, Mustafa, Hukuki Yönüyle Banka Mevduatı, Adana, 2004, s. 342. 14

4. Yargıtay ın konuyla doğrudan ilgili 20.09.1999 tarihli kararında, 19 özel hüküm nedeniyle mevduatta zamanaşımı def inin ileri sürülebilmesi için, 10 yılın dolmasının tek başına yeterli olmadığı, Bankalar Kanunundaki özel koşulların da yerine getirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir: Bankalar Kanununun 36. maddesinde, bankalarda takipsiz bırakılan mevduat, emanet ve alacakların, 10 yıllık sürenin dolması halinde T.C. Merkez Bankasına devredilmesi ve bu banka tarafından da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna gelir kaydedilmesinin usul ve esasları düzenlenmiştir. Mevduat alacakları da bu kapsama girmektedir. Buradaki zamanaşımı süresi özel bir düzenleme olup dava konusu uyuşmazlıkta Borçlar Kanununun 125. maddesindeki genel zamanaşımının somut olaya uygulanmaması gerekmektedir. O halde mahkemece Bankalar Kanununun 36. maddesindeki koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması gerekir. Öte yandan mevduat tutarının davalı bankaya intikal ettirildiği kanıtlandığına ve davalı mevduat tutarını ödediğini somut olarak iddia ve ispat edemediğine göre mevduat sahibine karşı bankanın yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği üzerinde durulmadan yazılı şekilde bankanın sorumlu olmadığına karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. Bu karardan sonra yeniden yapılan yargılamada verilen kararın temyizi üzerine tesis edilen karardan anlaşıldığına göre mahalli mahkemece, mevduat tutarının ödendiği yönünde davalı tarafın kanıt sunamadığı, paranın akıbeti konusunda da geçerli bir gerekçe gösterilemediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar Yargıtay ca 20 davalı bankanın ödeme defini kanıtlayamamış olmasına göre temyiz itirazları yersiz görülerek onaylanmıştır. 5. Yargıtay ın konuyla doğrudan ilgili 8.12.2003 tarihli kararına 21 konu olayda davacı elindeki hesap cüzdanı ile mevduat alacağını ispat ve talep etmiş, davalı banka ise davanın zamanaşımına uğradığını ve banka kayıtlarında bu hesapla ilgili bilgi bulunmadığını savunmuştur. Bu olayda da son işlem tarihi ile dava tarihi arasında 10 yıldan uzun bir sürenin geçtiği ve dolayısıyla zamanaşımı süresinin şeklen dolduğu hususunda şüphe yoktur. Ancak Yargıtay bu kararda da zamanaşımı def i için bu sürenin dolmasını yeterli görmemiş, bankalarda 19 Y. 11. HD. E. 1999/5158, K. 1999/6965, T. 20.09.1999. Çeker, s. 329. 20 Y. 11. HD. E. 2001/5003 K. 2001/7879, T. 15.10.2001 (Yayınlanmamıştır). 21 Y.11.HD. E. 2003/4649 K. 2003/11525 T. 8.12.2003. Kararın tam metnine www.kazanci.com.tr internet adresinden ulaşılmıştır. 15

bulunan mevduat ve bu cümleden sayılan emanet ve alacakların sahipleri hakkında anılan madde hükümleri yönünde uygulama yapılmadan banka nezdindeki hakları ve alacakları kendiliğinden zamanaşımına uğramaz diyerek, bankanın yapması gereken; liste hazırlama, mektupla ihbar, ilan ve Hazineye (Fona) devir işlemlerinin yapıldığının iddia ve ispat edilememiş olması halinde zamanaşımı def inin ileri sürülemeyeceğini içtihat etmiştir. Ayrıca Yargıtay Somut olayda banka kayıtları üzerinde yapılan incelemede davacının mevduatına rastlanılmamış olmasında davacıya atfı kabil bir kusur bulunmamaktadır. Kaldı ki; bankaca davacının mevduatında bu miktar paranın bulunmadığı veya hesap cüzdanının sahteliği ileri sürülmemiştir diyerek zamanaşımı def inin ileri sürülmesinin anlamını da sınırlandırmıştır. Kararın ilgili kısmının tam metni şu şekildedir: Dava, davalı bankanın Tünel şubesi'nde 12.10.1978 tarihinde davacı adına açılan vadeli, dövize çevrilebilir mevduat hesabında bulunan 15.000.DM.ın davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Davalı vekili davanın zamanaşımına uğradığını savunduğu gibi, banka kayıtları üzerinde yapılan incelemede davacıya ait mevduatın bulunmadığını da savunmuştur. Bankalar Kanunu'nun 10/3. maddesi uyarınca davacının mevduat hesabındaki parayı talep etme hakkı sınırlandırılamaz. Öte yandan, usulünce düzenlenmiş ve yetkilisinin imzasını taşıyan hesap cüzdanı, müşterinin banka nezdindeki mevduatını kanıtlayıcı bir belgedir. Banka, hesap cüzdanındaki mevduat miktarınca müşteriye karşı borçlu olup, bunu kanun ve sözleşme hükümlerine göre, geri ödemekle yükümlüdür. Somut olayda banka kayıtları üzerinde yapılan incelemede davacının mevduatına rastlanılmamış olmasında davacıya atfı kabil bir kusur bulunmamaktadır. Kaldı ki; bankaca davacının mevduatında bu miktar paranın bulunmadığı veya hesap cüzdanının sahteliği ileri sürülmemiştir. Davalı tarafın zamanaşımı def'inin değerlendirilmesi, öncelikle hesabın varlığının ve buna bağlı olarak talep edilebilirliğinin saptanması, ardından da hesabın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 7129 Sayılı Bankalar Kanununun 31. maddesi ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 36. maddesinde öngörülen koşulların yerine getirildiğinin belirlenmesi ile mümkündür. Bu maddelere göre, her türlü mevduatın son talep, işlem veya mudiin herhangi bir şekilde yazılı talimatı tarihinden başlayarak 10 yıl geçtiği halde, sahipleri tarafından aranmaması halinde düzenlenecek bir cetvel ile Merkez Bankası'na devredileceği öngörülmüştür. Bu hüküm sonradan 4491 sayılı kanunla değişen 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4 maddesi (ile değiştirilmiş) ve bu madde uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme 16

Kurumu tarafından 27.06.2001 günlü Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe konulan Bankalar Kuruluş ve Faaliyetler Hakkındaki Yönetmenliğin 35 nci maddesinde, hak sahiplerinin zamanaşımının dolmasından üç ay önce iadeli taahhütlü bir mektupla uyarılması hüküm altına alınmıştır. 7129 Sayılı Kanunun 31/2 ve 3182 sayılı Kanun'un 36/1 maddesi anlamında 10 yılın dolmasından sonra dahi aynı yasa maddesinin 3. fıkralarında belirtilen prosedürün işletilmemesinden dolayı zamanaşımı süresinin dolduğundan bahsedilemeyecektir. Açıklanan yasa hükümleri karşısında, bankalarda bulunan mevduat ve bu cümleden sayılan emanet ve alacakların sahipleri hakkında anılan madde hükümleri yönünde uygulama yapılmadan banka nezdindeki hakları ve alacakları kendiliğinden zamanaşımına uğramaz. Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. O halde mahkemece tarafların tüm delillerinin toplanarak ve mevduatın Merkez Bankasına intikal ettirilmiş olma ihtimaline binaen buradan da soruşturma yapılarak hasıl olacak sonuca göre öncelikle zamanaşımı def'inin incelenerek buradan alınacak sonuca göre işin esasına girilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi doğru görülmemiştir. 6. Yine Yargıtay ın konumuzla doğrudan ilgili 18.10.2004 tarihli kararına 22 konu olayda davacı mevduat alacağını talep etmiş, davalı banka zamanaşımı def i yanında banka kayıtlarında alacağa ilişkin bir kaydın bulunmadığını savunmuştur. Bu kararda da yukarıdakine benzer ifadelerle Açıklanan yasa hükümleri karşısında bankalarda bulunan mevduat ve bu cümleden sayılan emanet ve alacakların 10 yıl sonra zamanaşımına uğraması, bankaca gerçekleştirilecek ilan tebligatının yapılması koşuluna bağlıdır. Başka bir anlatımla, sahipleri hakkında bu yönde uygulama yapılmadan banka nezdindeki hakları ve alacakları kendiliğinden zamanaşımına uğramaz denilerek zamanaşımının anlamı sınırlandırılmıştır. Kararın ilgili kısmının tam metni şu şekildedir: Dava, davalı bankanın Bulancak Şubesi'nde 28.4.1986 tarihinde davacı adına açılan vadeli, dövize çevrilebilir mevduat hesabında bulunan 5.000. DM.nın davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Davalı vekili davanın zamanaşımına uğradığını savunduğu gibi, banka kayıtları üzerinde yapılan incelemede davacıya ait mevduatın bulunmadığını da savunmuştur. 22 Y. 11. HD. E. 2004/820 K. 2004/9907 T. 18.10.2004. Kararın tam metnine www.kazanci.com.tr internet adresinden ulaşılmıştır. 17

Bankalar Kanunu'nun 10/3. maddesi uyarınca davacının mevduat hesabındaki parayı talep etme hakkı sınırlandırılamaz. Öte yandan, usulünce düzenlenmiş ve yetkilisinin imzasını taşıyan hesap cüzdanı, müşterinin banka nezdindeki mevduatını kanıtlayıcı bir belgedir. Banka, hesap cüzdanındaki mevduat miktarınca müşteriye karşı borçlu olup, bunu kanun ve sözleşme hükümlerine göre, geri ödemekle yükümlüdür. Somut olayda banka kayıtları üzerinde yapılan incelemede davacının mevduatına rastlanılmamış olmasında davacıya atfı kabil bir kusur bulunmamaktadır. Kaldı ki; bankaca davacının mevduatında bu miktar paranın bulunmadığı veya hesap cüzdanının sahteliği ileri sürülmemiştir. Davacı adına hesabın açıldığı 28.4.1986 tarihinde yürürlükte bulunan 3182 sayılı Bankalar Kanununun 36 ncı maddesinde, her türlü mevduat son talep, işlem veya mudiin herhangi bir şekilde yazılı talimatı tarihinden başlayarak 10 yıl geçtiği halde, sahipleri tarafından aranmamış olan mevduatları, sahiplerinin mevcut adreslerine bir mektupla bildirildikten sonra, bu sürenin bitimini izleyen takvim yılı başından itibaren 6 ay içerisinde bankalarca sahiplerinin isim, kimlik ve adresleri gösterilmek suretiyle düzenlenecek bir cetvel ile Merkez Bankası'na devredileceği; aynı fıkranın 3 ncü bendinde ise, tutar ve değeri 1.500.000 TL'yi aşanların, Resmi Gazete ile ilan edileceği, bu ilandan itibaren 1 yıl içinde sahip veya mirasçıları tarafından aranmayan mevduat, emanet ve alacaklarının bu sürenin bitiminde Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu'na gelir kaydedileceği öngörülmüştür. Bu hüküm, davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4491 sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4 maddesiyle değiştirilmiş, adı geçen madde uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından 27.06.2001 günlü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe konulan Bankalar Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkındaki Yönetmeliğin 35 nci maddesinde, hak sahiplerinin uyarılmasının iadeli taahhütlü bir mektupla yapılması hüküm altına alınmış, 1 yıllık süre ise 3 aya indirilmiştir. Açıklanan yasa hükümleri karşısında bankalarda bulunan mevduat ve bu cümleden sayılan emanet ve alacakların 10 yıl sonra zamanaşımına uğraması, bankaca gerçekleştirilecek ilan tebligatının yapılması koşuluna bağlıdır. Başka bir anlatımla, sahipleri hakkında bu yönde uygulama yapılmadan banka nezdindeki hakları ve alacakları kendiliğinden zamanaşımına uğramaz. Esasen Dairemizin uygulamaları da bu yöndedir. O halde, mahkemece yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda araştırma yapılarak davacının talebinin zamanaşımına uğrayıp uğramadığının tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi yerinde görülmediğinden kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir. 7. Yargıtay ın konu ile doğrudan ilgili 02.11.2004 tarihi kararına 23 konu olayda ise mirasçı küçüğe ait para vasisi olan dedesi tarafından haksız (yetkisiz) olarak çekilmiş, davacı 23 Y. 11. HD. 2004/14442, K. 2004/10743, T. 02.11.2004 (Yayınlanmamıştır). 18

21 yıl sonra bu parayı tekrar talep ettiğinde davalı banka BK. 125 ve Bankalar Kanunu 36 gereğince davanın zamanaşımına uğradığını savunmuştur. Kararın ilgili kısmının tam metni şu şekildedir: Mahkemece bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, tereke hakimliği tarafından ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulması üzere vasi Mehmet Kılıç ın Cumhuriyet Savcılığında verdiği ifadesinde parayı aldığını belirttiği, bunu 4.7.2001 tarihli oturumda da tekrar ettiği, vasilik görevini gereğince yerine getirmemesine rağmen suçun zamanaşımına uğraması nedeniyle hakkında takipsizlik kararı verildiği, ödenmediği iddia edilen paranın ödenmesi gereken tarihin 1981 yılı olup 20 yılı aşkın süre geçtikten sonra 2002 yılında iş bu davanın açıldığı, banka kayıtlarının saklanma süresi 10 yıl olup, kusurlu olanın banka personeli değil davacının vasisi olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı vekilince temyiz edilmiştir. Dava dosyası içindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. Görüldüğü üzere Yargıtay ın da onadığı bu mahkeme kararında, yukarıda 1. sırada yer verdiğimiz Hukuk Genel Kurulu kararındaki yaklaşıma aykırı olarak, hem zamanaşımının dolduğundan söz edilmiş, hem de işin esasına girilmiş ve kusur araştırması yapılarak aslında parayı çekme hakkı bulunmadığı anlaşılan vasiye yapılan yanlış ödeme nedeniyle bankanın değil vasinin kusurlu olduğu sonucuna varılarak dava reddedilmiştir. Yargıtay ise açıkça belirtmemekle birlikte, muhtemelen paranın bankanın elinde kalmadığının açık olduğu noktasından yola çıkarak bankayı haklı bulmuş ve kararı tasdik etmiştir. 8. Yargıtay ın konu ile doğrudan ilgili 22.5.2006 tarihli kararına 24 konu olayda da on yıllık zamanaşımı süresi şeklen dolmuş ancak Yargıtay Açıklanan yasa hükümleri karşısında bankalarda bulunan mevduat ve bu cümleden sayılan emanet ve alacakların 10 yıl sonra zamanaşımına uğraması, bankaca gerçekleştirilecek tebligatın yapılması koşuluna bağlıdır. Başka bir anlatımla, sahipleri hakkında bu yönde uygulama yapılmadan banka nezdindeki hakları ve alacakları kendiliğinden zamanaşımına uğramaz diyerek zamanaşımını şarta bağlamıştır. Yargıtay bu kararında ayrıca zamanaşımı yönünden özel hüküm niteliğindeki 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4'üncü maddesi çerçevesinde ele alınması, yukarıdaki 24 Y. 11. HD. E. 2005/6186 K. 2006/5945 T. 22.5.2006. Kararın tam metnine www.kazanci.com.tr internet adresinden ulaşılmıştır. 19

açıklamalar doğrultusunda araştırma yapılarak davacının parasının zamanaşımına uğrayıp uğramadığının tespiti ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, B.K.'nun somut olaya süre yönünden uyan ancak, koşulları yönünden farklı ve de genel hüküm niteliğindeki 125'inci maddesine dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi yerinde görülmedi diyerek BK. hükmü ile Bankalar Kanunu hükmü arasında amaç ve yaklaşım itibariyle fark bulunduğu sonucuna varmıştır. Kararın ilgili kısmının tam metni şu şekildedir: Davacı vekili, Alman Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından müvekkilinin davalı banka şubesindeki hesabına havale edilen, bankaya ulaşan ve hesabına geçen paranın müvekkiline ödenmediğini, müvekkilinin oyalandığını, hiçbir bildiride ve açıklamada bulunulmadığını ileri sürerek, bu bedelin tahsilini istemiştir. Davalı vekili ise, öncelikle davanın zamanaşımına uğradığını belirterek, reddine karar verilmesini istemiştir. Uyuşmazlık, iddianın ileri sürülüş biçiminin doğru olması halinde, davacı adına yatan paranın tahsili isteminin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasındadır. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4'üncü maddesinde, "Her türlü mevduat, emanet ve alacaklardan en son talep, işlem veya mudiin herhangi bir şekilde yazılı talimatı tarihinden başlayarak 10 yıl içinde aranmayanlar zamanaşımına tabidir. Zamanaşımına uğrayan mevduat, emanet ve alacaklar fona gelir kaydedilir. Bununla ilgili esas ve usuller kurulca belirlenir" hükmüne yer verilmiştir. Bu madde uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından 27.06.2001 günlü Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe konulan Bankaların Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkındaki Yönetmeliğin 35'inci maddesinde, hak sahiplerinin uyarılmasının iadeli taahhütlü bir mektupla yapılması hüküm altına alınmış, bu bildirimden itibaren 3 ay içinde sahip veya mirasçıları tarafından aranmayan mevduat, emanet ve alacaklarının bu sürenin bitiminde Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu'na gelir kaydedileceği öngörülmüştür. Açıklanan yasa hükümleri karşısında bankalarda bulunan mevduat ve bu cümleden sayılan emanet ve alacakların 10 yıl sonra zamanaşımına uğraması, bankaca gerçekleştirilecek tebligatın yapılması koşuluna bağlıdır. Başka bir anlatımla, sahipleri hakkında bu yönde uygulama yapılmadan banka nezdindeki hakları ve alacakları kendiliğinden zamanaşımına uğramaz. Esasen dairemizin uygulamaları da bu yöndedir. O halde, mahkemece, önce iddianın ileri sürülüş biçiminin ve somut olayın iddia edilen gerçekleşme şeklinin kanıtlanıp kanıtlanmadığı üzerinde durulması, kanıtlandığı taktirde, davanın mevduat hesabındaki paranın zamanaşımına uğratılması ve bu nedenle ödenmemesi ile ilgili olduğunun kabulü ile zamanaşımı yönünden özel hüküm niteliğindeki 4389 sayılı 20