27 Nisan ve Başkanlık Sistemi



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Biz yeni anayasa diyoruz

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

ANLATIM BOZUKLUKLARI

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Cumhuriyet Halk Partisi

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

Cumhuriyet Halk Partisi

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

Çoğunluk olmak, azınlığı yok saymak

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Aile Bülteni. ANKA Çocuk Destek Programı nın Tanıtımı Yapıldı. aile.gov.tr

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

Mobil İnternet Kullanımı ve 3G Araştırması Temmuz 2009

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

Neden Sosyal Medyanın Geleceği Reklam Değil, Yayıncılık?

Cumhuriyet Halk Partisi

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

Yargıdaki skandallar Kollama-filmindeki Yiğit-in durumunu cazib hale getirmekte, Kurtlar Vadisi Pusu-daki Polat-ın durumuna özendirmektedir.

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

Aslında, benim perakende sektöründeki kariyerim bir anlamda 12 yaşında sahibi olduğumuz süpemarkette yaz tatillerinde çalışmamla başladı.

OLGUN AKBULUT ANAYASAL DİNSEL ÇOĞULCULUK

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

Standart Eurobarometer 76. AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU Sonbahar 2011 ULUSAL RAPOR TÜRKİYE

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

Altın Ayarlı İslâmi Finans

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

Sayın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız ve Değerli Konuklar,

Avrupalıların Müstakbel Bir AB Üyesi Olarak Türkiye ye Bakışları ve. Türkiye nin Avrupalılaşma Sorunları

Hepimiz onun için 'bedavaya' çalışıyoruz: Veriyi tekeline alan şirket Facebook

21 EKİM 2007 TARİHLİ HALKOYLAMASI

Hasankeyf ve Dicle Vadisi Sempozyumu Sonuç Bildirgesi

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak Üçlü İtilaf...

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

L Oréal in Dijital Dönüşümü

BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876)

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ -6-

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

Samsun daki Pontusçu Faaliyetler

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

AĞUSTOS 2015 GÜNDEM ARAŞTIRMASI NA DAİR

OY HAKKI, SEÇİM ve SEÇİM SİSTEMLERİ

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Saygılarımızla, Genç Barış İnisiyatifi Derneği adına, M. Emre Akkaş Genel Başkan

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

İ Ç İ N D E K İ L E R

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Haziran 2015 Seçimlerine Giderken Kamuoyu Dinamikleri

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

GÜL-AY Basın-Meslek İlkelerine Uyar. Yazı ve ilanlar imza sahiplerine aittir. Köşe yazılarına ücret ödenmez. Makalelerinden kendileri sorumludur.

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

ADEM TOLUNAY ANADOLU LİSESİ REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMA SERVİSİ ÖĞRENME VE BAŞARI

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ PAKETİ Ne getiriyor, Ne götürüyor? Onur Bakır Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Uzmanı

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Transkript:

KAPAK Eylül - Ekim 2012 Sayı:2 27 Nisan ve Başkanlık Sistemi Varlığımızı O ndan Şu İğrenç Avrupalılar Zihinlerde Bir Arap Baharını Beklerken Mezopotamya nın Kadim Talihsizleri: Süryaniler

İÇİNDEKİLER Eylül-Ekim 2012 Sayı:2 Sosyal Üretim ve Eğitim Çalışmaları Derneği adına imtiyaz sahibi Murat Sofuoğlu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Aksu Yönetim Merkezi Sinanpaşa Mah. Şehit Asım Cad. No:2 Koç Han Kat:4 34353/Beşiktaş İstanbul Tel: 0212 259 2045 Fax: 0212 259 2045 http://www.surecanaliz.org Yayın Türü Yerel Süreli Editörler Bekir AYDOĞAN Bilal UYAR Hakan AYDIN Hüseyin AKSU Mehmet ALACA Şükran BEKLİM Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Murat Sofuoğlu Yusuf Ergen Kamuran Yavuz Gülsünay UYSAL Mehmet Alaca Gökalp Erdoğan Grafik Tasarım Ridwan Xelîl ridwanxelil@gmail.com EDİTÖR DEN Murat Sofuoğlu...03 27 Nisan ve Başkanlık Sistemi Murat Sofuoğlu...06 Varlığımızı O ndan Yusuf Ergen...10 Şu İğrenç Avrupalılar Paul Krugman Çeviren: Kamuran Yavuz...12 İğneli Esler Tiz Sesler Gülsünay UYSAL...14 Kemalizm, Baasçılık ve Mübarekizm Gölgesinde Mısır (ve Ortadoğu) Nereye? 27 Nisan mı? 28 Şubat mı? Murat Sofuoğlu...18 Zihinlerde Bir Arap Baharını Beklerken Tarık Ramazan Çeviren: Kamuran Yavuz...21 Mezopotamya nın Kadim Talihsizleri: Süryaniler Mehmet Alaca...24 Çalış ve Gez, Namı Diğer: Work and Travel Gökalp Erdoğan...27 Süreç Kitap Gülsünay UYSAL...32 Terrence Malick ve Hayat Ağacı Mehmet Akif Öncül...35 2

EDİTÖR DEN 3 Murat Sofuoğlu msofuoglu@surecanaliz.org Süreç Analiz 2. sayısı ile okuyucusunun huzurlarında Burasının Türkiye olduğunu biliyoruz Türkiye nin kolay bir coğrafyada olmadığını, bu durumdan ve bilumum başka illetlerden mütevellit zor bir ülke olduğunu biliyoruz. Bu durum ve zorluklar ülkemizin sorunlarını çözme noktasında kendine has çözümler geliştirmesine de neden olmuş vaziyette olduğu dışarıdan bir gözlemci için aşikardır. Türkiye nin bu halleri bir takım sorun çözme yöntemleri ya da iş tutma biçimleri tartışmalı durumlara neden olduğunda ve itirazlar yükseldiğinde şu ünlemle genelde karşılanır: Burası Türkiye! Ünlemin kendisi apaçık bir uyarıdır ve anlamı sınıra yaklaşıldığı ve ülkenin kültürü ile papaz olma noktasına gelindiğinin hatırlatılmasıdır. Bu yalnızca ülkenin siyasi meselelerine yaklaşımda ortaya çıkan bir ünlem değildir. Trafikten, televizyon programcılığına, üniversitelerdeki eğitim sisteminden bürokrasinin işleyişine ve kamu ya da özel kuruluşlarına yapılan işalımlarına kadar tutulan yollarda yakından izlenebilecek bir fenomendir. Bu yollarda değişiklik yapılmasını talep ettiğinizde karşılaşacağınız ve bir tür sarı kart mesabesindeki bir ünlemdir. Esasında bu ünlem iki şeyin karışımı gibi bir şeydir. EDİTÖR DEN Bir yandan şark dünyasının kendine özgün yollarının modern zamanlarda her koşulda devamının savunulması olan gizli bir milliyetçilik refleksi alttan alta motive edici güç olarak varlığını sürdürürken bu durum kendini üstyapı da bezmişlik, bıkkınlık, yorgunluk, boşvermişlik, keşmekeş, şark nihilizmi ve disiplinsizlik şeklinde gösterir. Yani tarihsel misyonun iddialarının etkisi altında gösterilen dirençlerle yaşanan yenilgilerin ve statü savaşlarının oluşturduğu yorgunluk ve belirsizliğin aşıladığı bir disiplinsizliğin toplam etkisi bir bakıma Burası Türkiye ünlemi şeklinde karşımıza çıkar. Bu ünlemin gücü bir başka açıdan Türkiye deki değişim/dönüşüm süreçlerinin de sınırını göstermesi bakımından önemlidir. Günün sonunda Burası gerçekten Türkiye dir; ama belki de Türklere bırakılmayacak kadar da önemli bir ülkedir. İşin ilginç tarafı burada kendini gösterir. Burası Türkiye diyen ısrarın yolu garip bir şekilde hep Türklere bırakılmayacak kadar önemli ülke olma teziyle birleşir. Herkes her zaman dış güçlerden bahseder ve her zaman bu dış güçler Kurtlar Vadi mizde olduğu gibi bertaraf edilir. Ancak dış güçler o melun ellerini güzel ülkemizden çekmezler. Ama güzel ülkemizde her zaman ecnebi memleketlerde eğitim görmek kritik bir takım yerlere gelmek için de ölçüt olur. Ve buralara gelen her vatan evladı her defasında da ne hikmetse o dış güçlerin kötü niyetlerini bilerek ve hep aklında tutarak oralara gelir. Ecnebi memleketlerde yaşamak zorunda bırakılan memleket evladının sayısı da kabarıktır. Ve bu hikaye hep böylece sürer. Sonuç olarak hikayenin teması Burası Türkiye dir. Burası Türkiye ünleminin ülke tarihindeki uygulaması iki sonucu oluşturmuş gibi gözüküyor. İlk akla gelen sonuç mevcut egemen durumla kendini gösterir. Varolan sistemi yani burasının Türkiye olduğunu ve işleri bu usulle yapmayı kabul etmek ve bunun ağırlaştırılmış ya da hafifletilmiş halleriyle uygulanmasına taraftar olmak haliyle bu sonuç kendini gösterir. Esasında ülkedeki sistemden günlük hayatta karşılaşılan sorunlar nedeniyle şikayet eden ancak hem akşamları ülkenin televizyonlarındaki mutat memleket programlarını seyretmekten zevk alan hem de dış güçlere karşı mobilize olmaya her za-

EDİTÖR DEN 4 man hazır kitle ise içten içe burasının Türkiye olmasından memnundur. Mezkur kitle işler belli bir düzene ve standarda kavuşursa bu düzen ve standarda uyum gösteremeyeceğini düşünen, bundan zarar göreceğini ve olumsuz etkileneceğini düşünen geniş bir kitledir. Masa başında memleket evladı olan kardeşlerini aşağılayan ve işini savsaklamayı iş bilmiş olan devlet memurlarından mezkur iş zihniyetinin garantörü ve hamisi olan devlet adamlarına kadar ülkenin her yerinde ve köşesinde Burası Türkiye gökkuşağının yedi rengini görmek mümkündür. Bazı örnekler faydalı olabilir. Benim memurum işini bilir. Bu ifade bir yandan Burası Türkiye aksiyomunu doğrulayan ancak başka bir taraftan da sanki iğneler gibidir. Okullar olmasa çok iyi bakanlık yapardım. Eski bir Milli Eğitim Bakanı tarafından ifade edilen bu söz sistematik yorgunluk ve bıkkınlığın sarkastik, umursamaz ve sistemin varolan haliyle çalışamaz olduğunun açık bir itirafıdır. Anayasayı bir kez delmekten bir şey olmaz. Eski bir Başbakanın sözü olan bu ifadede işi kitabına uydurmak gerektiğinde bunun yapılmasının caiz olduğu anlamı çıkıyor; bu anayasa bile olsa. Dolayısıyla sıradan bir ülke vatandaşı trafik kurallarını hiçe sayarak yolun ortasında bir kez park etmeyi zihninde kolaylıkla büyük devlet adamını takiple üstelik bu vatana hizmet bile sayılabilir- meşrulaştırabiliyor. Tabi burada sorun bir kere başlayan şeyin mütemadiyen süren bir alışkanlık haline gelmesi ve sistemin artık hep delinerek çalışır hale getirilmesidir. Ülkeye komünizm getirmek gerekirse onu da biz getiririz. Esasında Burası Türkiye aksiyomunun sembol ifadesi olacak bir söz ve komünizm yerine hangi ideoloji ya da uygulama talebini koysak aynı mesajı verme özelliğine sahip. Kimsenin ülkedeki standardı değiştirecek bir sistem arayışına girmemesi noktasında herkesi tedip etmeye hazır bir sistemin olduğunu deklare eden söz. Bu ifade başka bir açıdan da dünyada tedavüle girmiş hangi yeni şey varsa bunun Burası Türkiye olmasının gereği olarak memlekete yapılacak tam adaptasyonu sonucunda gümrüklerimizden girebileceğinin ilanıdır. Yargıdaki arkadaşlara söyledik, onlar gerekeni yapacak. Bu ifade hem sistemin geldiği son noktayı göstermesi bakımından manidar hem de ülkedeki kurumların prensiplere (standartlara) değil şahıslara bağlı olduğunu göstermesi bakımından çok anlamlı. Bu söz bir başka açıdan Türkiye sisteminin şahıslara ne kadar bağlı olduğunu normalde memleket evlatlarının anasını ağlatan bürokratik prosedürlerin esasında anlamsız olduğunu güç sahipleri içinse tamamen geçersiz- göstermesi bakımından da atasözü olmaya adaydır. Burası Türkiye demekle sistemin esasında çalışmaz olduğu onu ancak böyle manivelalarla daha önceki örnekte delmeler - çalıştırılabileceği ifade edilmiş oluyor. Yani malumun ifadesi. Ancak bu malumu ilan etme vatandaşa yasaktır. Bir devlet memuru önünde işini yaptırmaya çalışan vatandaşın halini zihnimizde canlandıralım. Sistem her ikisi açısından uygulandığında muazzam sorunlar üretiyor; vatandaş malumu ilan edip gel birbirimize eziyet etmeyelim dediğinde vicdan arayışının karşılığını bulursa sorun geçici olarak ve münferiden çözülebiliyor. Sistem dolanarak ve sistemin içindeki sorumlu insanların çabalarıyla ki sistem bu insanların sayesinde ayaktadır- bu çözüm oluyor. Bu da bir bakıma zorunlu olarak insana bağlı olumlu Burası Türkiye tavrının bir çözümü oluyor. Ancak standart olumsuz Burası Türkiye zihniyeti bu durumda devreye girdiğinde sorun ya tamamıyla bugün git yarın gel kısır döngüsüne ya da işini bilen memur-işini bilen vatandaş ikilisine teslim edilmiş oluyor. Burası Türkiye zihniyeti ve uygulama-

EDİTÖR DEN sının ikinci sonucu ise ülkeyi özünden dönüştürmek isteyen ve şark kurnazlıklarını aşan bir terkip arayışında olanlara dönük yapılan yoğun karşı operasyonlar neticesinde kendini gösterir. İnsanlar mücadele etmekten yoruldukları ve sürekli başa dönüşü öngören aynı fasit daire içinde dönmekten de başları döndüğü için burasının Türkiye olduğunu kabul ederler. Ülkeyi şimdilik ya da ebediyen- mezkur zihniyete bırakmaktan başka çare olmadığını düşünürler ve geri çekilirler. Çoğunluk bunu bir tür lanet gibi algılar ve hayatının geri kalan kısmında ülkeyle hep -mezkur zihniyetle yapılamamış hesaplaşmamanın devamı şeklinde- bir hesaplaşma içinde olmaya zorlanan bir hale adeta mahkum edilir. Azınlık ise belli bir geri çekilmişlik içinde olmakla beraber her şeye rağmen kısır döngü lerden çıkacak doğurgan döngülerin olduğuna inanır ve ufak umut kıvılcımları bile gördüklerinde harekete geçmekten imtina etmezler. SÜREÇ Analiz ekibi olarak yaratıcı potansiyelin dinamiklerinin anavatanı olan bir Türkiye arzusu ile bu umut kıvılcımlarını her hal ve zamanda takip etme halet-i ruhiyesini korumak istiyoruz. İşbu dergimizin ikinci sayısı burasının ehliyet ve liyakatin esas olduğu bir Türkiye olduğunu görmek için elinden geleni yapmak isteyen ekibimizin yoğun çabalarıyla sizlere ulaşıyor. Hakikatin hepimizi ve her şeyi kuşattığı ve kaçınılmaz olduğu bilinciyle Hakikat her şeyi kuşatır. Not: SÜREÇ Analiz ekibi olarak ikinci sayımızı hazırlarken Türkiye nin iç ve dinamikleri ile daha doğrudan temas etmeye imkan veren bir saha çalışmasını da ülkemizin güneyinde sürdürüyorduk. Proje tahmin ettiğimizden de zor koşullar altında herhalde şansımızın da yardımıyla sürdürüldü ve sonlandırıldı. Ortaya çıkan sonuçları belki orta-uzun vadede kamuoyu ile de paylaşma imkanımızın olacağını düşünüyoruz. Özellikle bizde uyandırdığı duygu-düşünce kümesinin paylaşımının dergi kapak konularımızla olduğu kadar son 6 senedir canhıraş bir çabayla çalıştığımız Türkiye nin meseleleri ile de yoğun bir ilişkisi olması bakımından önemli olduğunu düşünüyoruz. 5

KAPAK 6 Murat Sofuoğlu msofuoglu@surecanaliz.org 27 Nisan 2007 Türkiye tarihi için kritik bir dönüm noktası idi; tıpkı tam 98 yıl öncesinde olduğu gibi. 31 Mart Vak asını müteakip geleceğin Cumhuriyetinin kurucusu olacak Atatürk ün memleketi olan Selanik te toplanan ve kurmay başkanlığını Mustafa Kemal in yaptığı Hareket Ordusu başkente yürüyüşe geçmiş ve İstanbul a 23 Nisan da giriş yapmıştı. 22-23 Nisan gecesi ise Yeşilköy de toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da Ordu nun girişinin meşruluğunu onaylamıştı. 23 Nisan tarihi ismini de kendisinin verdiği söylenen aynı ordunun kurmay başkanının zihin ve duygu dünyasında galiba fazlasıyla önemli bir yer tutmuş olmalı ki işgal altındaki İstanbul dan Meclis in Ankara ya taşınması ve açılması gene 23 Nisan a sanki denk getirilmiş gibi. Ve 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Tabi bir de 27 Nisan tarihi var. 27 Nisan da ne oluyor? 23 Nisan da İstanbul a giren Hareket Ordusu nun kontrolü ele geçirmesini müteakip güç merkezlerine geri dönen İttihat ve Terakki Cemiyeti nin ön almasıyla Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan dan mürekkep Heyet-i Umumi Milli 27 Nisan da İttihatçıların büyük muhalifi II. 27 Nisan ve Başkanlık Sistemi Abdülhamit i indirmeye karar veriyor. Yerine V. Mehmed Reşat geçiriliyor; ama artık bu an iktidarın bir bakıma Osmanlı saltanatından yeni gelişen Osmanlı müesses yapısı olan Jön Türk kökenli İTC ye de geçiş tarihidir. Herhalde bu tarihi hiçbir İttihatçı unutamaz; II. Abdülhamit ve ardılları unutamayacağı gibi. Kuşkusuz tabiri caizse eski bir İttihatçı olan Mustafa Kemal in unutamaması gibi. Peki onu titizlikle ve ısrarla takip ettiğini söyleyen Türkiye nin Kemalistleri ve Atatürkçü generalleri bu tarihi unutabilir mi? Böyle bir şey pek Atatürkçülüğe yakışmazdı. Belki garip ama günümüz Türkiyesinin Atatürkçü bekçileri olduğunu söyleyen Ordumuzun generalleri aradan geçen 98 yıl sonra ne hikmetse aynı tarihte neyin ardılı olduğu konusunda zihinlerinde ciddi şüphe bulutlarının olduğu AK Parti hükümetine karşı muasır irtibat vesaitini kullanarak 28 Şubat post-modern darbesi diye tarihe geçen müdahale geleneğine uyarak bu sefer bir post-modern e-muhtıra vermeyi uygun buldular. 27 Nisan bir kez daha karşımıza çıktı. Bu sefer e-muhtıra marifetiyle. Sonra ne oldu? Bu sefer Meclis in umumisi böyle bir (geçmiş İttihatçı eylemleri hatırlatan) muhtıraya eyvallah diyecek bir çoğunluktan oluşmuyordu. Sonuç farklı oldu. Mevcut Meclis Başkanımız Cemil Çiçek zamanın Hükümet sözcüsü olarak basın önüne çıktı ve özet olarak parti olarak da hükümet olarak da e-muhtırayı kabul etmeyeceklerini söyledi. Ve muhtıranın altyapısı olduğu iddia edilen yapıya karşı yapılan Ergenekon operasyonları ile Türkiye de yeni bir süreç başladı. Atatürkçü dernekler basılıyor; askerler ve generaller tutuklanıyor ve yargı önüne çıkıyordu. Ancak belki de 27 Nisan e-muhtırasının daha önemli bir sonucu esasında bir bakıma somut nedeni olduğu Cumhurbaşkanlığı ma-

KAPAK 7 kamının yapısıyla ilgili önemli değişikliklere yol açacak bir süreci başlatmasıyla ilgilidir. Bilindiği gibi Atatürkçü bir karargah olarak düşünülen Cumhurbaşkanlığı makamına Atatürkçülüğü şüpheli Milli Görüşçü ve üstelik de eşi tesettürlü olan birinin geçmesi Kemalistler için hayali kabil olmayan kabul edilemez bir durumdu. 27 Nisan muhtırası sanki gerici II. Abdülhamit in gölgesini taşıyan bir zihniyetin temsilcisi bir vekile Cumhurbaşkanlığı yolunu kapatmak için yapıldı. Nihayet bir ölçüde bu teşebbüs başarıya ulaştı; bir başka darbe sonucu (1960) yapılan anayasa (1961) tarafından kurumsallaştırılan Anayasa Mahkemesi CHP nin yaptığı itiraz başvurusunu ünlü 367 kararını vererek kabul etti. Ancak 27 Nisan e-muhtırasına olduğu gibi bu karara da zamanın Erdoğan hükümeti pabuç bırakmadı. Başbakan Erdoğan seçimlere gitmeye karar verdi ve nitekim de gitti ve muazzam bir başarıyla da Meclis e daha güçlü ve üstelik Cumhurbaşkanı nı seçebilecek meşruiyete ve kuvvete sahip bir AK Parti grubu ile geri döndü. Erdoğan geri döner dönmez ilk icraatlarından biri, Cumhurbaşkanlığı e-muhtıra ve vesaire yollarla engellenmeye çalışılan Abdullah Gül ü Cumhurbaşkanı yapmaktı. Temmuz 2007 seçimlerinden AK Parti nin zaferle çıkmasının önemli nedenlerinden birinin Gül ün engellenmeye çalışılmasına halkın verdiği tepki olduğu da çok konuşuldu. Gül üçüncü turda 28 Ağustos 2007 de Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak iş bu noktada AK Parti yönetimi Cumhurbaşkanlığı makamının gelecek misyonu bakımından daha önemli bir adım attı. Cumhurbaşkanını 5 yılda bir halkın seçmesi esasını getiren bir anayasa değişikliğini Meclis te gerçekleştirdi. Bu değişiklik gene e-muhtıra sürecinden kalan direnişi sürdüren Kemalist Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP tarafından Anayasa Mahkemesi ne götürülecektir ki bu noktada Haziran 2007 seçimleri kararı gibi, AK Parti etkili bir strateji ile referanduma başvuracak ve %68 gibi güçlü bir destekle bu değişiklik için de yeterli onayı alacaktır. 27 Nisan (2007) e-muhtırası ile başlayan ve 21 Ekim (2007) Cumhurbaşkanlığı nın halk tarafından seçilmesi esasını getiren anayasa değişikliği referandumuna kadar geçen süreç Türkiye tarihinin esasında askeri vesayet düzeninden sivil yönetime geçişini belli bir ölçüde temsil ettiği önemli bir devresine işaret ettiği kadar ve belki en az bunun kadar önemli olan Cumhurbaşkanlığı makamının halk tarafından seçilmesi esasının da bu süreç sonunda benimsenmesidir. Bu gelişme günümüz Başkanlık Sistemi tartışmaları için de rehberlik yapabilecek özellikler taşımaktadır. Bundan yaklaşık 6 yıl önce kaleme aldığım bir başka Cumhurbaşkanlığı ( Türkiye de Cumhurbaşkanlığı Makamının Gelecek Misyonu ) yazısında Cumhurbaşkanlığı nın halk tarafından seçilme esasının Türkiye için daha uygun olacağını ve karizmatik liderler arayışında olan bir ülke tarihine sahip olmamız bakımından da bu duyguyu belli bir ölçüde tatmin edilebilmesi bakımından da bu usulün getirilmesinin önemli olduğunu ifade etmeye çalışmıştım. Şu an yukarıda anlatılmaya çalışılan serencam çerçevesinde Türkiye nin Cumhurbaşkanlığı seçimini zor yollarla da olsa halkın yapmasına karar vermesi sevindirici ve memnuniyet vericidir. Bu çerçevede şunu söylemek gerekir ki dünyada uygulanan farklı modeller düşünülürse Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimini halkoyu ile yapmaya karar vermekle esasında otomatikman model olarak bir rejim değişikliğine gitmiş vaziyettedir. Bu değişiklik Cumhurbaşkanı nın sembolik olduğu modellerden (örneğin İsrail, Almanya, Birleşik Krallık) güçlü olmasını tercih eden ülkelerin modellerine (Fransa, Ukrayna, Rusya) doğru bir yöneliş yaptığımızdır. Cumhurbaşkanı nın semboli bir makam olduğu hiçbir sistemde Cumhurbaşkanlığı nın halk tarafından seçilme usulü sözkonusu değildir; bu nereden bakılsa amaca da uygun değildir. Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimini halkoyuna bağlama usulü getirmekle yukarıda bahsi geçen ve aşağı yu-

KAPAK 8 karı yarı başkanlık olarak nitelendirilebilecek ülkelerin benimsediği sistemin adını da koyma yoluna girmiştir. Halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı doğal olarak daha güçlü olacaktır; ancak Türkiye deki mevcut sorun ve günümüzde neden Başkanlık sistemini üstelik Anayasa Uzlaşma Komisyonu nun çalışmalarına başladığı ilk zamanlarda da değil ama birdenbire ve tam da yazıma geçilen bir aşamada tartışmamıza da sanki neden olan mesele Cumhurbaşkanlığı ile ilgili halkoyuyla seçilmesine müsait yetkiler getirecek olan gerekli düzenlemelerin mezkur zamanda (2007 Ekim Referandumunu müteakip) hemen yapılmamasıdır. Ve daha garibi AK Parti nin büyük Temmuz seçim zaferini müteakip anayasaya aykırılığı aleni olan bir Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu (CSK) yapmasıdır. 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun u Anayasa nın Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili usulünü değiştirmiş ve halkoyu yanında 5 yıl ve iki kez seçilme esasını getirmiştir. Sözkonusu anayasallaşmış kurallara karşı çıkartılan son CSK nun Son Cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıldır hükmü (ancak müktesep hak teorisi ile meşrulaştırılabilir) ve iki defa da seçilemeyeceği ifadelerini içeren Geçici 1. maddesinin Anayasa nın 101. maddesine uygunluğu problematiktir. Herhangi bir kanunun anayasaya aykırı bir hüküm koyamayacağı tüm hukuk devletlerinde kabul edilen temel bir normdur. (Anayasa Mahkemesi iki defa seçilememe hükmünü iptal etti). Bu noktada esas soru neden Anayasa ya aykırılığı açık olan bir Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu yapıldığı ve yukarıda ifade edilen Ekim 2007 Referandumunu müteakip yapılması makul insanlardan beklenen değişikliklerin ilgili zamanda yapılmadığıdır. Bu soruların cevaplarını 27 Nisan süreci ve 21 Ekim referandumu ile efektif manada başka bir Cumhurbaşkanlığı modeline (yarı başkanlık) geçtiğimiz düşüncelerini günümüzde anayasa yazım prosedürünün ortasında başlayan Başkanlık Sistemi tartışmaları ile birleştirdiğimizde sanırız bulma imkanımız var. Türkiye de yeni bir İttihatçılığın (İttihatçılığın Yeni Zaferi mi?) ortaya çıktığına dair kaleme aldığım yazıya atfen konuşmak gerekirse Türkiye rejiminin İTC ve Osmanlı kökleri ile ilişkisinin canlılığını koruduğunu tekrar ifade etmek gerekir. Bunu Cumhurbaşkanlığı tartışmaları üzerindeki yansımasını görmek Osmanlı dan Cumhuriyet e Başkomutan unvanı ile mündemiç olan ama siyasi karar mekanizmasının da başı olan makamın ülke üzerindeki misyonunu anlamaktan geçiyor. Osmanlı zamanında bilindiği gibi bu makam padişahlıkla (sultanlık) temsil ediyordu. Sultan aynı zamanda Müslümanların lideri yani halifeydi. İTC nin ortaya çıkmasıyla Harbiye Nazırı Enver Paşa fenomeni ile yeni bir evreye girdik. Enver Paşa kullandığı yetkilerin gücü ile orantılı bir kurumsal kimliğe sahip değildi; ama pratikte başkomutan ve siyaseten Osmanlı Devleti nin en güçlü adamıydı. Cumhuriyet e geçtiğimizde bu kurumsallaşmanın Cumhurbaşkanlığı makamının ihdası ve saltanatın ve hilafetin lağvı ve tüm yetkilerinin de Meclis e geçişiyle zamanın Reis-i Cumhuru (ve tabi ki Başkomutanı) Mustafa Kemal Paşa nın şahsında gerçekleştiğini görüyoruz. Bu süreç aynı anayasa (1924) ile yönetilmesine rağmen Cumhurbaşkanı ve

KAPAK Başbakanların şahsına ve geliş usullerine göre daha güçlü ve zayıf oldukları tuhaf zamanlara (1940lar ve 50ler) şahitlik ederek ancak Özal a kadar istisnasız askerlerin nezaretinde yürütüldü. Garip olan ilk sivil Cumhurbaşkanımız olan Özal ın da şimdiki başbakanımız gibi Başkanlık sisteminin gelmesini arzu etmesidir. Şimdiki başbakanımız başkomutanlık unvanının da mündemiç olduğu güçlü bir Cumhurbaşkanlığı (yarı başkanlık) ya da Başkanlık istiyor. 27 Nisan (1909) ile Osmanlı Devleti bir rejim değişikliğine gitmiş ve İTC iktidarı başlamıştı. 27 Nisan e-muhtırasının başarıya ulaşamaması ile de Türkiye başka türlü bir rejim değişikliğine özellikle Cumhurbaşkanı nı halkın seçmesi usulünü benimseyerek- giden bir yola girdi. Önümüzdeki günler bu değişikliğin ne düzeyde ve derinlikte olduğunu bizlere gösterecek. Hangi yola gidersek gidelim Kissinger ın Suriye ile ilgili söylediği bir sözü aklımızdan çıkartmasak iyi olur: Rejim değişikliği tanımı icabı (yeni bir) ulus kurmak için bir gerekliliği ifade eder. 9

Yusuf Ergen erg.yusuf@gmail.com Varlığımızı O ndan DERİN Bir an yeryüzünde bir tek insanın bile yaşamadığını düşünün, dünyanın varlık nedeninin ne olduğu tanımlanabilir miydi? Sonsuz evren içerisinde insan denen varlığın mülk(evrene ait olan) tanımlamasıyla, insanın bu mülke şahitlik etmesinin, diğer ifadeyle insanın kendi dışındakinin idrakine varması insanlık tarihi kadar uzun bir serencama sahiptir. 10 Üç semavi dinin nübüvvet idraki oldukça farklılıklar arz etmektedir. Hristiyan ve Yahudilerin ve de özellikle Yaradancılık(Deist) üzerine olanların, İslam a ve Müslümanlara ait olanların idrakine varması hayli zordur. Temelde bir olan ancak Allah a ait olan vahyin insan tarafından ayrı ayrı varlık formlarına büründürülmesiyle farklılaşması, insanlığın kutsal olarak atfettiklerini de var kabul etme-reddetme sorununu da beraberinde getirmektedir. İslam la dinin tamamlandığı ve insana Allah katından bir kıymet atfedildiğini idrak eden Müslümanlar, insanlığın yaradılışından beri Allah a ait olan ve ondan gelen her şeyi kutsal kabul etmişlerdir. Vahyin ilk muhatabı Muhammed(A.S) ve vahyin kendisi Kur an ı korumak inananlar için kendi canlarından ve mallarından daha kıymetli olmuştur. Bu durumu inananlar, yaradılışından beri insanı kamil olma serüveninin Allah la birlikte var olma, kendini O nunla birlikte ve sayesinde tanımlama iradesinin bir gereğidir. Zira, tüm insanlığın var olma serüveni, tek bir insanın yeryüzünde var olması gibidir. Tıpkı ilk insan Âdem(A.S) gibi o da kendi iradesi dışında yeryüzünde varlık bulmuştur. O, yeryüzüne ait olanla ilk temasından itibaren kendini tanıma ve yeryüzünü tanımlama mücadelesine girmiştir. Kendine ait olan her bir parçayla, kendi dışındaki her bir parçayı konumlandırma ve tanıma gayretiyle de bir nokta olarak başlayan sonsuzluk yolculuğunun ilk durağı olan dünyanın da var olmasının nedeni olmuştur. 1 Bir an yeryüzünde bir tek insanın bile yaşamadığını düşünün, dünyanın varlık nedeninin ne olduğu tanımlanabilir miydi? Sonsuz evren içerisinde insan denen varlığın mülk(evrene ait olan) tanımlamasıyla, insanın bu mülke şahitlik etmesinin, diğer ifadeyle insanın kendi dışındakinin idrakine varması insanlık tarihi kadar uzun bir serencama sahiptir. 2 Görünür duyu organlarımızla anlamlandırmaya çalıştığımız, insana ait olan veya dünyevi denilen nasut alemi; insanın kendine ait olan/olmayan kendi dışındakini tanımasının mekânıdır. 3 Bu mekânda her bir insan bir diğerinin varlığına şahitlik etmektedir. Bu şahitlik, her bir insanın gözle gördüğü dünyaya ait veya dünyanın ilerisinde-berisindekine ait olan her 1 Muhakkak ben yeryüzünde bir halife var edeceğim demişti. Onlar da: Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? dediler. (Allah Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim dedi. (Bakara Suresi, 30) 2 Taha,6 3 Maide, 30-31

DERİN 11 bir nesnenin insan nazarındaki konumuna göre karşılık bulur. Bu karşılık dünyayla sınırlıdır ve insanın idraki nazariyesinde bir kıymettir. Bu durumda ilk insan Âdem den başlayan bir insanlık serüveninde Âdem çoğaldığı(üremeye başladığı) ölçekte, dünyayla birlikte kendi öz değerine doğru ilerleyebilecektir. Dünyaya ait olana bir kıymet atfetmek için ve daha ötesi şahitlik için her bir insanın bir diğerine karşı konumlanışı gerekmektedir. İnsan kendi gibi diğer insanda bulduğu ve ben bilincinin olgunlaştığı ölçekte kendi dışındakilerin de şahitliğine ihtiyaç duymaya başlamıştır. Kendi dışındakilerden öğrenerek kazanmaya başladığı yok olma bilinciyle de, sonsuz evren içerisinde var kalma idraki insanın evren içerisinde yeni arayışlara itmiştir. Bu arayışta, güneşi, ayı, ateşi İbrahim(A.S) ın yaptığı gibi şahit tutmak istemiştir. İbrahim(A.S) ile birlikte, yağmur, deniz, şimşek, güneş, ay, gezegenler, insanın bu bilinç serüvenine şahittirler. 4 Fakat güneş ve ay da bir görünüp bir kaybolmaktadırlar. İbrahim(A.S) ın bu arayışı bu merakı gözle görülmeyen ve duyu organlarımızla hissedilmeyen, gayb âlemine açılan ilk kapı olmuştur. 5 İnsan artık İbrahim(A.S) ile birlikte yağmuru, rüzgârı, şimşeği insanın varlık bilincine yerleştiren, algısına koyan insan dışında varlıkların olması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Diğer tüm insanlara karşı tek bir insanda ben bilinci de olgunlaşma sürecindedir. 6 İbrahim(A.S) ın nasut aleminin ötesinde aradığı gayb alemi, sudan çıkarılan Musa (A.S) ile birlikte tamamlanmıştır. İbrahim in gördüğü güneş ve ayla başladığı arayış yürüyüşü, bundan böyle Musa(A.S) ile farklı bir boyut kazanmıştır. Musa(A.S) ın eşi benzeri olmayan bir güçle karşılaşmak istemesiyle, insanı var kılana, kendine anlam kazandırana yolculuk başlamıştır. 7 İşte bu karşılaşma hakikatle, asıl olanla 4 En âm, 76 5 En am, 79 6 Maide, 74 7 Ta-Ha, 9-14 yüzyüze geliştir. Bir olana şahit olmaktır. İnsanın kendi varlığının nedenini anlamaya, idrak etmeye ve hakikate açıldığı kapıdır. Şimdiye kadar insanın varolmasını buyuran güç kendi katından doğrudan bir şahitlik göstermiştir. Bu tüm insanlık için başından beri kendini tanıma, kainata karşı konumlandırma ve varlık serüveni boyunca karşılaşılan en büyük imtiyazdır. Tüm insanlığın vardığı nihai varoluş imtiyazıdır. Peki insan neden bu imtiyaza sahip olmuştur? Böyle bir güç, gözle görünen ve görünmeyen her şeye sahip olan bir güç neden gölgesini Musa ya göstermiştir. İnsanlık tarihi boyunca genlerine işleyen kendi dışındakini tanımlama refleksine göre bir refleksle tüm insanlığın çoğalma, var olma arzusuyla kadim soruyu sormuştur. Musa(A.S) ın Tur dağında karşılaştığıyla olan illiyet bağı nedir, yoksa Musa(A.S), Üzeyir (Azra-A.S) a atfedildiği gibi o gücün oğlu mudur? 8 Böylece İsa(A.S) ile birlikte insanlığın en derin varoluş sorusuna cevap aranmaya çalışılmıştır. Ne İbrahim, ne Musa ve ne de diğerleri, Mülkün sahibi O güçle insanlık alemine ait olan bir bağla bağlı olmasından öte bir rabıta aranmıştır. 9 Ve insan nihayetinde Muhammed(A.S) ile beraber, kendi iradesi dışında varlık bulduğu bu dünyada kendi hür iradesiyle kendini en iyiye, en doğruya, en güzele ulaştıran bir rahmete şahit olmuştur. 8 Tevrat, Çıkış: Bab;3,1-6 9 Yuhanna, 1:1

EKONOMİ Paul Krugman Çeviren: Kamuran Yavuz yavuz.kamuran@hotmail.com Şu İğrenç Avrupalılar* Avrupa nın ve dünyanın yaşadığı ekonomik sıkıntılar özellikle Yunanistan ve İspanya da çok yönlü kendini gösteriyor. Dünyanın önde gelen ekonomistlerinden Paul Krugman ın bu ülkeler kadar Fransa nın günümüzdeki politikalarına da ışık tutan makalesini geçmişin raflarından çıkartıyoruz. 12 Fransızlar iğrenç insanlar oluverdiler, keza Yunanlılar da öyle. Ve bu tamamen zamanlama meselesi. İki ülkede de Pazar günü, Avrupa ekonomi stratejilerini de etkileyebilecek seçimler yapıldı ve her iki ülkede de sandıktan eski yöneticilerine tokat niteliğinde sonuçlar çıktı. Sonuçların güncel politikalarda ne zaman bir değişiklik yaratacağı henüz netlik kazanmamış olsa da, zamanın kemer sıkma yoluyla ekonomik krizi atlatmaya dayalı politika için hızla geçtiği söylenebilir ve bu iyi bir gelişme. Elbette ki bunlar, son seçimlerin koltuklarından ettiği olağan şüphelilerden duyabileceğiniz cinsten ifadeler değil. Ortodoks havarilerinin, ihtiyatlı ve yumuşak başlı François Hollande yi bir tehdit figürü olarak göstermeye çalışmalarını izlemek gerçekten eğlenceli bir olaydı. The Economist ise adil bir toplum yaratmanın gereğine inanan biri olarak gözlemlenen Hollande için O çok tehlikeli biri. diye yazdı. Ne kadar da korkunç! Gerçek olan şu ki; Hollande nin zaferi aslında Merkozy nin ve iki yıldan fazla bir süredir kemer sıkma politikalarını dayatan Alman-Fransız ekseninin sona erdiği anlamına geliyor. Ki bu politikalar, açıklanabilir bir çalışabilme şansına sahip olsaydı bile, uygulamaya devam edildiğinde tehlikeli gelişmeleri de beraberinde getirebilecek nitelikte politikalardı. Fakat bu strateji çalışmıyor ve çalışmaz da; şimdi bundan sonrasına bakma zamanıdır. Sonuçlardan anlıyoruz ki, Avrupalı seçmenler kıtanın en iyilerinden ve en zekilerinden bile daha bilge. Avrupa nın, hastalarını iyileştirmek adına yazılmış reçeteler için harcamaları kesmesinin nesi yanlış peki? İlk yanıt; bir kere ortada güven perisi yok. Yani, hükümet harcamalarının kesilmesinin bir şekilde tüketicileri ve işletmeleri daha fazla harcama yapma noktasında cesaretlendireceği iddialarının, içi boş söylemler olduğu geçmiş iki yıllık tecrübelerle açıkça ortaya çıktı. Demek ki, sarsılan bir ekonomide kesintileri harcamak ancak sarsıntıyı derinleştirici bir etki yaratabiliyormuş. Ayrıca, acıya katlanmanın bir getirisi * (NYT, Those Revolting Europeans, Paul Krugman, 6 Mayıs 2012)

EKONOMİ varsa bile bu cüzi bir seviyede seyrediyor. Son Avrupa krizi esnasında iyi bir asker olan, tahvil piyasalarının ilgisini geri kazanmak adına en sert kemer sıkma politikaları uygulayan İrlanda örneğini bir düşünün. Yaygın Ortodoks anlayışa göre bunun işe yaraması gerekiyordu. Aslında, Avrupa nın politik elitlerinin İrlanda nın bu kemer sıkma politikalarının olumlu bir sonuç doğurduğu ve hatta İrlanda ekonomisinin iyileşmeye başladığı iddiasına inanma arzuları halen çok güçlü. Ama gerçek böyle değil, ekonomisinin iyileşmeye doğru gittiği falan yok. Siz bunu çoğu basından duyamayacaksınız belki ama İrlanda nın borçlanma maliyeti İtalya ve İspanya haydi Almanya yı bir kenara bırakalım- gibi ülkelerinkine oranla çok daha yüksek seviyelerde. Peki alternatif nedir öyleyse? Bir cevap Avrupa da hemen hemen herkesin kabul etmek isteyebileceği kadar mantıklı bir öneri- Avrupa nın ortak para birimi Euro yu bırakmak olabilir. Yunanistan halen kendi drahmisini, İspanya pesetasını ve İrlanda puntunu kullanıyor olsaydı Avrupa da işler bugün olduğu kadar karışık olmazdı, çünkü Yunanistan ve İspanya bugün ihtiyaç duydukları bir şeye sahip olurlardı: devalüasyon. Böylelikle fiyat rekabetini ve ihracatı arttırma yoluyla kestirme restorasyona ulaşabilirlerdi. İrlanda nın üzücü hikayesinin aksine, krizde sıfır noktasında bulunan İzlanda para birimi kronada devalüasyona giderek (ayrıca bankalarının borçları dolayısıyla batışlarına müdahale etmeme cesaretini göstererek) ekonomisinde İrlanda nın bugün çok istediği ancak sağlayamadığı iyileşmeyi büyük oranda sağlamış durumda. Yine de eurodan ayrılmak bir hayli yıkıcı olacak. Özellikle, yıllardır üzerine çaba sarf edilen, Avrupa da yakın entegrasyon ile kalıcı demokrasiyi ve barışı tesis etmeyi amaçlayan Avrupa Projesinin başarısızlığının da büyük bir sembolü olacak. Başka bir yolu var mı ki? Evet, var ve Almanlar bu yolun nasıl işlediğini gösterdiler. Maalesef, kendi deneyimlerinden çıkarmaları gereken dersi iyi anlamıyorlar. Alman kanaat önderlerine euro krizleri hakkında fikirlerini sorduğunuzda, yıllar önce kendi ekonomilerinin de benzer sürüncemelerden geçtiğini ve başarılı bir kriz yönetimiyle bu sürecin atlatıldığını söylemekten hoşnut olacaklardır. Kabul etmekten hoşnut olmayacakları şey ise, bu ekonomik iyileşmelerin aslında çoğu bugün kriz içinde olan- zamanında düşük faizlerin bir bakıma sonucu olarak yükselen ve normalin üstünde enflasyon oranlarına sahip olan Avrupa ülkeleri ile yapılan yüz yüze ticari ilişkiler sayesinde elde edilen sermaye fazlaları yoluyla sağlandığıdır. Avrupa nın kriz içinde olan ülkeleri, eğer Almanya nın o dönem sahip olduğu avantajlı şartlara sahip olsalardı, yani, bugün kriz içinde olmayan Avrupa nın geri kalanı- özellikle Almanya- büyük bir enflasyon patlaması yaşıyor olsaydı, bugün belki Almanya nın gösterdiğine benzer bir başarı gösterebilirlerdi. Bu yüzden, Almanya tecrübesi Almanların sandığı gibi sadece Güney Avrupa yı ilgilendiren tek taraflı bir kemer sıkma argümanı değildir; başka herhangi bir yer için de çok daha fazla genişlemeci politikaların bir argümanıdır ve özelde de Avrupa Merkez Bankası nın enflasyonla ilgili saplantıları bir kenara bırakıp büyümeye odaklanmasının argümanıdır. Hiç şüphe yok ki, Almanlar ne bu sonuçtan ne de merkez bankasının liderliğinden hoşlanıyorlar. Onlar, acı çekmekten geçen refah fantezilerine yapışmaya ve kendi başarısız stratejilerini takip etmenin tek sorumlu davranış olacağında ısrar etmeye devam edeceklerdir. Ama görünen o ki, bundan sonra artık Elysee Sarayı tarafından sorgusuz sualsiz bir destek alamayacaklar. Bu da, ister inanın ister inanmayın, hem Avrupa Projesinin hem de euronun bundan böyle, birkaç gün önce sahip olduğundan daha yüksek bir hayatta kalma şansına sahip olduğu anlamına gelir. 13

Gülsünay UYSAL uysalgulsunay@gmail.com İğneli Esler Tiz Sesler SIĞ Tüketmek bilinciyle kuşanıp yaşadığımız her dakikamızda, tüketim kültürümüze ayıp etmemek adına yeni bir yıkım inşa edemeyeceğiz diye aklımız çıkınca dilimizi bozduk, seslenişimizi. Ses artık dokunuş değil çemkiriş oluverdi. Kelimeler buna son derece araç! Biz Gazali okumayan nesiliz diye böyle olduk: DENEMESİ BEDAVAAAA! Evden çok hesaplı konuşturan EVIM paketini ücretsiz denemek için hemen EVDE- TURKCELL yaz 2222ye gönder. Evden yapacağın ilk aramada geçerli HERYÖNE 20 dk kazan! Evde de Turkcell ile konuşmanın keyfini yaşa! Yerimiz kısıtlı acele et! Size zahmet (!) bu yazıyı okumaya başlamadan herhangi bir müzik sitesinden Orhan Gencebay- Dil Yarası lütfen Konuyla hiç alakası yok ama işte böyle geldi içimden. Sözün faydası yoksa söyleme! * Geçen gün elimde kitap balkonda yaz mevsiminin huzur içinde veda edişini seyrediyorum. Hava yumuşak, insanın içini ferahlatıyor estikçe. Bu tatlı sessizliği telefonuma gelen mesaj bozuyor. Mesaj Turkcell den. Sağ olsun ihmal etmez. Yerli yersiz, gün aşırı mesajlar. Kuşatılmayanımız yok herhalde artık kampanyalarıyla. Eğer herhangi birini kullanılıyorsak GSM operatörlerinden taciz ediliyoruz bir şekilde, ki bir bakmışız dâhiliz bile bu paketlerden birine. İşimize de geliyor önce, daha ucuz konuşuyoruz, karlı da oluyor derken, paketi aştık diye dakika başına normalin kim bilir kaç katı gökdelen olmuş faturalara köpürüyoruz ama nafile! Dilini sevmediğim, sürekli bir şeyler dayatan, sistematik olarak şiddetin dayatıldığı televizyonu düğmesine basıp kapatıyorum, bir şey de kaybetmiyorum ama telefon kullanmak zorundaydım. Cep telefonun yoksa akışı darmadağın oluyor hayatının. Üstelik telefon yüzünden uygunsuz üslupla bana avucumun içinden hükmeden bir dille yazılmış mesajları okumak zorundayım! Şiddet mağduruyuz arkadaşlar. Sonra bu kargaşa, bu kaos neden demeyin yok yere. İşin daha da kötüsü artık bu şiddet çok normal. Çünkü alıştık. Tepki vermiyoruz. Neyden bahsediyorum? Telefonuma gelen mesajda şu yazıyordu: DENEMESİ BEDAVAAAA! Evden çok hesaplı konuşturan EVIM paketini ücretsiz denemek için hemen EVDETURKCELL yaz 2222ye gönder. Evden yapacağın ilk aramada geçerli HERYÖNE 20 dk kazan! Evde de Turkcell ile konuşmanın keyfini yaşa! Yerimiz kısıtlı acele et! Mesajı okuduğum anda kullanılan kelimeler dolayısıyla ilk tepkim PANİK oldu. Hemen yapmam gereken bir şey olduğunu düşünüyordum. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Elim ayağım birbirine dolaştı. 14 * Hz. Mevlana - Mesnevi(I,1524)

SIĞ 15 Bu bedava olan kişisel faydamın ne olduğunu düşünmeye başlayınca ilgili olmadığımı fark etmiştim ama başka türlü bir sıkıntı vardı bu sefer ortada ve daha büyüktü. Sakinliğim çözülüvermiş çarparken alelacele duvarlara, havanın durultan büyüsü çoktan bozulmuştu. Telaş, panik, heyecan; idrakle birlikte hayal kırıklığı; daha da önemlisi kimdi bizimle böyle EMİR KİPLERİyle konuşan adapsız! Reklam dili bu muydu artık? Böyle emreden söylemlerle mi pazarlıyorduk ürünlerimizi? Tüketim çağının dibini gördüğümüz şu günlerde ilişkilerin açık, aşkın akışkan formlarına da dokunduktan sonra artık tüketecek ne kaldı diye yakınmanın pek anlamı yok aslında. Aslında bunların hepsini kapsayan bir tükenmişliğimiz var bugün: Dil. Usülün esasa mukaddemliği artık sadece safsata. DİL YARASI, Kim bilir hangi gecenin yarasası? Güzel söz söylemeye tutkun kişi kalabalıkların kiniyle karşı karşıyadır, bilirim. Ama hiçbir kamusal onama beni bu yüzyılın akıl almaz uydurma ağzıyla konuşmaya, mürekkebi erdemle birleştirmeye zorlayamayacak. 1 Sözcükleri yalnızca birer gösterge olarak mı görmeli? Dil sadece bir araç mı? Walter Benjamin e göre böyle değil. Benjamin, seçtiğimiz dilin ahlaki ve siyasi konumumuzu yansıttığını söylüyor ve şiddetle reddediyor sözcüklerin birer göstergeden ibaret olduğunu. Siyaset böyle bir şey miydi bilmiyorum, biz buralarda mevzuymuş gibi tartıştık siyasetimizi: AKEPE-AK Parti, PeKaKa-Pe- KeKe, Allah-Tanrı, Hakikat-Gerçek, Beşar Esad-Beşşar Esed Ne çağrıştırıyorsa işte öyle. Her kelimeyi ölçtük, biçtik, toplumsal hafızalardaki yaraları kaşıyan misyonlar yükledik. Üryan kelimelere nazarlar ekledik. Pusuya yattık siyaset yaptık, sokulmuş iki lafla zaferler kazandık. Ah küçük akıl. Ya düz ovada olanlar; imalar, dolaylı tümleçler, 1 Charles Baudelaire, Kötülük Çiçekleri ne Önsöz Tasarıları ndan laf sokmalar, iğneli esler, tiz sesler, niyet okumalar, neydi onlar? Söylemler güç ilişkileri alanında işleyen taktik öğeler ya da bloklardır; aynı strateji içerisinde farklı hatta çelişik söylemler var olabilir; söylemler bir stratejiden, karşıt bir diğer stratejiye biçimini değiştirmeden geçebilir. 2 Benjamin için insanın zihinsel hayatının her ifadesi bir çeşit dildir. Sadece insanın zihinsel hayatının da değil; gerek canlı gerekse cansız doğada dilin dışında kalan hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, iletişim, dil aracılığıyla değil, dilin içinde gerçekleşir. Benjamin in dil e dair karşı çıktığı en belirgin yerin, dilin araçsallaştırılması olduğunu söyleyebiliriz. Tüketmek bilinciyle kuşanıp yaşadığımız her dakikamızda, tüketim kültürümüze ayıp etmemek adına yeni bir yıkım inşa edemeyeceğiz diye aklımız çıkınca dilimizi bozduk, seslenişimizi. Ses artık dokunuş değil çemkiriş oluverdi. Kelimeler buna son derece araç! Biz Gazali okumayan nesiliz diye böyle olduk. Hiçbir anlam ifade etmez oldu dil belası kalıbı yenilerde. Şimdilerde mega kentlerde dahası kasabalara doğru çoktan yola çıkmış reklam, pazarlama, satış meselelerinde etkili, vurucu, çarpıcı, kısa ve özlü bir dil ürettik. Etkili, vurucu, çarpıcı, kısa ama özlü olacak olan, müşteriyi kendine mıknatıs gibi yapıştıran bu dil emir vermek zorundaydı. Çünkü insanoğlu itaat etmek açlığındaydı. Çok sevdik yönlendirilmeyi. Topluluklar ne yapıyorsa onu yapalım ve bitsin şu yaşamak derdi istedik pek çok kez. Örgütleniyorlardı koyun gibi, ne önemi var hangi şemsiyenin altında olduğunun, yalnız değiliz ya. Özgürlük safsatası, topluluk ruhu, her yerde aynı aslında. Ağlar bağlar / Bağlar ağlar Nerede başladı bu kırılma bilmiyorum ama Manuel Castells günü tanımlıyor. Bireyler artık küresel ve yerel olarak örülmüş, 2 Foucault

SIĞ 16 birbiriyle bağ(ıntı)lı ağ toplumu içinde yaşıyor. Arjun Appadurai de, bu ağın bir yandan geniş, iyi finanse edilmiş, omurgası olan ve geniş çevrelerce tanınan bir örgüden, bir yandan ise sessiz, sedasız hareket eden küçük ve akışkan ağ örgüsünden oluştuğunu öne sürüyor. Bir adamın, bir mecliste konuşmak, nefsinin hoşuna gidiyorsa sussun. Eğer susmuşsa ve susmak nefsinin hoşuna gidiyorsa konuşsun. 3 İşte bu farklı örgülerle ilerleyen, söylediğinin içeriğinin değil söz söylemenin RT 4 aldığı ağ toplumunda bireylerin varoluş biçimlerinden birisi de toplumsal paylaşım ağları ve burada yarattıkları kimlikleri. Bu yapılar kendilerine has bazı özelliklere sahipler: Dijitallik, etkileşimsellik, hipermetinsellik, yayılım, sanallık ve multimedya biçemselliği 5. Yeni medyanın etkileşimsellik özelliği, önceden tanımlanmış ve birbirine bağlanmış linkler ve yazılımlar arasında ve içindeki seçeneklerde gerçekleşiyor. Bu özellik yüzünden nefret söyleminin ne ölçüde büyüyebileceğiyle depremin ardından tüketilen ırkçı ifadelerde yüzleştik 6. Multimedya biçemselliği ise göstergelerin simge sistemlerinin, iletişim çeşitlerinin, farklı veri türlerinin tek bir araçta toplanması 7. Yeni medya ortamlarının dijitallik özelliğinden dolayı depolama kapasitesi yüksektir, bundan ötürü de kullanıcının seçiciliği destekleniyor 8. Yeni medyanın hipermetinsellik özelliği ise bir metnin başka metinlerle ilişkisine işaret ediyor. Yani, ağ üzerinden başka al- 3 İbn Ebü d Dünyâ, Kitabü s Samt, nr.97 4 Sosyal paylaşım sitesi Twitter da, Tweet olarak bir kullanıcının paylaştığı içeriği bir diğerinin beğenerek tekrar paylaşarak kendi takipçilerine sunması. 5 Mutlu Binark, Altuğ Akın, Ayşe Kaymak, Burak Doğu, Eser Aygül, Günseli Bayraktutan Sütçü, İlden Dirini, Tuğrul Çomru, Yeni Medyada Nefret Söylemi, Kalkedon, Eylül 2010, sf. 26 6 http://homoinsurrectus.com/2012/01/27/vanda-deprem-oldu-yardim-mi-edelim-nefret-mi-edelim/ 7 Van Dijk, 2004:146 8 Binark, 2007: 21 22 ternatif mecralara kolayca erişimin gerçekleşmesi. Yeni medya ortamındaki bir nefret sitesinden başka nefret sitelerine, belli bir konuda etnik gruplara, cinsel kimliklere ve yönelimlere karşı nefret söylemini yayan çevrimiçi haber sayfasından, yine böylesi bir video paylaşımına ya da Facebook gibi popüler olarak kullanılan toplumsal paylaşım ağlarında örgütlenmiş nefret söylemi içerikli video paylaşımlarına ulaşmak çok kolay. 9 Yayılım özelliği de yeni medya ortamlarının kullanıcısının tüketici konumundan içerik üretici konumuna geçişini açıklıyor. Örneğin, bir toplumsal paylaşım ağında kullanıcı kendisinin ürettiği belli bir siyasi kimliğe, cinsel kimliğe ve yönelime veya etnik bir azınlığa karşı hakaret içeren, aşağılayan, küçük düşüren, basmakalıp yargılardan beslenen bir metni, bir video klibi yükleyerek, diğer kullanıcıların yorumuna açabiliyor. Sanallık ise kullanıcıya orada olma hissini sağlıyor. Sanal yerleşimlerde iki türlü iletişim ile gerçekleşiyor: Makine/yapay zeka insan, arayüzeydeki diğer insanlarla iletişim. 10 Yeni medya ortamının bu özelliği de nefret söyleminin oldukça hızlı bir şekilde paylaşılmasını, doğallaştırılmasına yol açıyor. Sanallık özelliği kullanıcının ortama gönüllü ve her türlü statünün kısıtından uzak bir şekilde katılım olanağını da sağlıyor. Ancak birey gündelik yaşamını bu katılıma yine de taşıyor: Kendi siyasal görüşünü, korkularını ve kaygılarını, dostluklarını ve tercihlerini. 11 Bir hayli meşrulaşan söylemin nefreti, dilin kıymetsizliği, kolaylık, esneklik En ağır sözleri bir çırpıda savuruvermeler. Yalanlara, dedikodulara sebep olduğu gibi 9 Mutlu Binark, Altuğ Akın, Ayşe Kaymak, Burak Doğu, Eser Aygül, Günseli Bayraktutan Sütçü, İlden Dirini, Tuğrul Çomru, Yeni Medyada Nefret Söylemi, Kalkedon, Eylül 2010, sf. 27. 10 Binark, 2009 11 Mutlu Binark, Altuğ Akın, Ayşe Kaymak, Burak Doğu, Eser Aygül, Günseli Bayraktutan Sütçü, İlden Dirini, Tuğrul Çomru, Yeni Medyada Nefret Söylemi, Kalkedon, Eylül 2010, sf. 27-28.

SIĞ dualara, şiirlere, şarkılara da vesile olan dil, bugün vahşi kapitalizm in yoluna kırmızı halılar seriyor bu gibi reklam, pazarlama, agresif pazarlama metotlarıyla. Ama yavan yavan ama kurudu kaldı dilimiz. Bağırdı çağırdı, cılız, cibiliyetsiz bir şey oldu ifadelerimiz. Ofsayt Osman dan el veda Her taraftan, her uzvumuz taciz edilirken karşı görüş sergileyip direnmek yerine içine akıverip o potada eriyen biz, kimliklerimiz, hükmetmeyi, hükmedeni hep çok severiz, iktidarlarımızı böyle seçeriz. Turkcell bize hükmet! Facebook beğendir bize kendini! Eski minder yüzünü göster! Ayna ayna söyle bana, kimin oyunu bu drama, yine gol değilse bu da Amerika da, elime mum dik, itaat et kaygılarıma! Susmanın erdemi üzerine en kutsal cümleyi yazıp veda edecektim ama Turkcell yine bir mesaj göndermiş bu sefer kaçırmayayım diyorum hadi bana el veda! 17

DOSYA Murat Sofuoğlu msofuoglu@surecanaliz.org Mısır, Suriye ve Irak ta Kemalizm in izini sürebilir miyiz? İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) esasında kurucularının da kendi kimlikleri ile damgasını vurduğu Osmanlı coğrafyasını yansıtan çok-etnikli hatta bir bakıma çokdinli bir yapıydı. İlk Cemiyet i kuranları saymak bile bu düşüncenin doğruluğunu test etmek için yeterli olabilir. Abdullah Cevdet Malatya Arapkirli bir Kürttür. İshak Sükuti Diyarbakırlıdır. Türkçülük akımının öncülerinden sayılan bir başka kurucu Hüseyinzade Ali (Turan) ise Kafkasya (Azeri) kökenlidir. Balkan kökenli bir kurucu olan İbrahim Temo (Arnavut) ise I. Dünya Savaşı sonrası hayatının geri kalan kısmını Romanya da senatör olarak sürdürür. Ve Çerkez kökenli Mehmet Reşit. Başka örnekler de verilebilir. Mekkeli Sabri Bey. Giritli Şefik. Ve daha niceleri. Bu arada Hareket Ordusu nun komutanlığını yapan İTC iktidara geldiğinde de sadrazamlık yapan Mahmut Şevket Paşa yı da hatırlamak gerekir. Bağdat ta doğsa da Paşa esasında farklı kökenlerin (Arap, Gürcü vs.) birleşimidir. İTC nin yukarıda bazı önemli kurucuları örneklerinden de anlaşılacağı gibi bir bakıma cihanşümul bir organizasyon olarak temelleri atılmasına karşı zamanla monololitik (tektipleşmeci) bir zihniyeti benimsemiş günümüzde Ergenekon la müşahhaslaşan marjinalleşen çizgilerin eline geçtiği gözlemlenmiştir. Tabi ki bu hikayenin Türkiye kısmıdır. İTC nin kurulduğunda yalnızca Türkiye coğrafyasını temel alarak kurulmadığını biliyoruz. Pan-Osmanlı, Pan-İslamist ve Pan-Türkist akımlar İTC hedeflerini zaman içinde ve duruma göre şekillendirmiştir. Bu bakımdan I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve İTC nin resmen kendi Kemalizm, Baasçılık ve Mübarekizm Gölgesinde Mısır (ve Ortadoğu) Nereye? 27 Nisan mı? 28 Şubat mı? kendini feshetmesi ile formalleşen Türkiye Kemalizminden Mısır Nasırizmine, Arap Baasçılığına ve hilafetin lağvını kendilerine milat seçen İslamcı akımlara (burada belki Anti-Kemalist İttihatçılığın izi belli belirsiz sürülebilir) kadar pek çok hareket bir bakıma ya İTC eylemlerinin doğal sonucu ya da doğrudan bölgesel ve yerel halefleri ya da varisçileri konumundadır. Bu açıdan düşünüldüğünde İttihatçılığın bir ürünü ve Türkiye versiyonu olan Kemalizmle Mısır da Cemal Abdul Nasır liderliğinde müşahhaslaşan Arap milliyetçiliği ve birliğini savunan Nasırcılık ile Suriye-Irak ekseninde ortaya çıkan pan-arabizm, Arap sosyalizmi ve milliyetçilik karışımı olan Baasçılık arasında kimi benzerliklerin olması da normaldir. Baas hareketi ile başlamak gerekirse Baas kurucuları ile Jön Türklerimiz arasında büyük benzerlikler vardır. Hepsi de Fransız mandası altındaki Suriye de büyümüş olan Mişel Eflak, Salah el Din el Bitar ve Zeki Arsuzi gibi Baas fikriyatının kurucusu olan ve uygulamasında da kritik rol oynayan zatlar Jön Türk öncüler gibi çoğunlukla Fransız (Sorbonne) tedrisatından geçmiş ve Aydınlanma ve Devrim fikriyatını hıfzetmiş ve kendi ülkelerine de intikal ettirmek için muazzam mücadele sergilemişlerdir. 18

DOSYA 19 Teorideki benzerliğin yanında başka büyük benzerlik ise pratikte gözlemlenmektedir. Baas kurucuları İTC nin Jön Türk kurucuları gibi esasında daha sivil sayılabilecek arkaplanlara sahiptir. Ancak fikirlerini uygulamaya geçirme noktasında çalışmalarını yoğunlaştırdıklarında ve politik hareketleri kitle ile büyük karşılaşmasını yaptığında ve temasın etkili sonuçlar ortaya koyabileceği anlaşıldığında birdenbire güç merkezlerinin devreye girdiğine şahit oluyoruz. Tabi Ortadoğu da bu genelde -esasında daha önce dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi- silahlı güç olan Ordu üzerinden gerçekleşmektedir. İTC nin Osmanlı ordusunun kimi unsurları tarafından benimsenmesi gibi Baas fikriyatı da Suriye ve Irak ordularında aksini bulacaktır. Sonuç ordunun yavaş yavaş fikriyatı kendi istediği forma dönüştürerek buna reel politik demektedirler- ele alması ve iktidar değişiklikleri için kullanmasıdır. Nitekim Osmanlı İTC tecrübesinde ve nihayet sonraki Cumhuriyet tarihinde de devamlılığını bulduğu gibi Suriye ve Irak ta askerler Baas ideolojisini istedikleri form içinde benimseyip iktidarı çoğunlukla askeri güç kullanımı yoluyla devralacaklardır. Sonunda ne Mişel Eflak Suriyeli generallere (mesela Hafız Esad ve Salah el Cedid) laf anlatabilecek ya da sözünü dinletebilecektir ne de İTC örneğinde olduğu gibi Ahmet Rıza Osmanlı İTC generallerine ve subaylarına sözünü dinletebilecektir. Sonuç her ikisi açısından da bir bakıma hüsran ve sürgün olmuştur. (Bu arada Ahmet Rıza ve Mişel Eflak ın, benzerliklerinin karşılaştırmalı bir çalışmasını yapmak isteyen yaratıcı eylem peşindeki kimi akademisyenlerimizin Phd dissertationlarına konu olabilecek özellilikler taşıdığını da ifade edelim.) Mısır a gelirsek başka benzerlikler kendini gösterir. Nasır ile Enver Paşa (ve Mustafa Kemal) arasındaki benzerlikler ilginçtir. Nasır ın kurduğu Hür Subaylar Birliği ile Enver Paşa nın askeri örgütleme biçimi büyük benzerlikler gösterir. Nihayetinde daha yakına gelirsek İttihatçı Kemalizm in bir ürünü olan 1960 darbesini organize eden Milli Birlik Komitesi bu bakımdan başka bir karşılaştırma yapılacak organizasyondur. Ancak Nasırizm ile Kemalizm arasındaki temel fark Nasır ın Nemesisi olan İsrail i yenememesi ve ölümünü müteakip de Nasırizmin halefleri tarafından önemli ölçüde terk edilmesine karşın Mustafa Kemal in kendi Nemesisi Yunanlıları yenmesi ve Türkçülük (ve Pan-Türkist) fikirlerini rasyonel sınırların ötesine taşımayan bir milliyetçiliği benimsemesi ile halefleri tarafından da uygulaması belli ölçüde sürdürülen bir miras bırakmasıdır. Bu çerçevede Mısır da Nasırizmin politik amaçlarına sahip çıkmayan ama ideolojik çerçevesini aşağı yukarı benimsemiş bir anlayışın hakim olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlayışa son uygulayıcısı ve müdafii üzerinden Mübarekizm diyebiliriz. Günümüz Mısırında muhaliflere ve Arap Baharı na karşı direnen güç denkleminde askeri konsey ve Anayasa Mahkemesi ilan edilmemiş bir Mübarekizmi savunurken Mübarek in son başbakanı Cumhurbaşkanı adayı eski asker Ahmet Şefik ilan edilmiş bir Mübarekizmi savunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye deki Kemalistlerin RP-AK Parti çizgisi ile mücadelede seçtikleri yöntemlerle Mısırlı Mübarekizm taraftarlarının seçtikleri yollar arasında keza benzerlikler görülmektedir. Örnek vermek gerekirse son Mısır Anayasa Mahkemesi kararlarının 28 Şubat sürecindeki parti kapatma davalarının gö-

DOSYA 20 rülme usulü bakımından olsun 27 Nisan sürecinde Milli Görüşçü ve eşi tesettürlü olan Abdullah Gül ün Cumhurbaşkanlığı için önünün kesilmesi çalışmaları sırasındaki Anayasa Mahkememizin kararları açısından olsun bizimkileri aratmayacak seviyede oluşu dikkatleri çekmektedir. Mısır daki aktüel duruma daha yakından baktığımızda ise Mübarek in devrilmesi sırasında gücü geçici olarak devraldığını söyleyen askeri konsey ile muhalifler arasında muazzam bir mücadelenin sahne aldığı gözlemlenmektedir. Askeri konsey ile işbirliği halinde çalışan ve üyeleri devrik lider Mübarek tarafından atanmış olan sekülarist Anayasa Mahkemesi, çoğunluğu Müslüman Kardeşler, Selefiler ve liberallerden oluşan Meclis i feshetmeye karar vermiş ve Mübarek in son başbakanı sekülarist Ahmet Şefik in de Mübarek rejimi ile ilintili olduğu gerekçesiyle Cumhurbaşkanlığı na aday olamayacağına dair Meclis tarafından çıkartılmış bir yasayı da iptal etmişti. Bu kararın Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turundan yalnızca iki gün önce verilmesine bakılırsa muhtemel galip olacağı düşünülen İhvan-i Müslimin adayı Muhammed Morsi nin seçilmesine karşı psikolojik harekat olduğu hissini veriyor. Daha kötüsü ise yolda imiş ki hakim askeri konsey seçim sonuçlarının açıklanmasına kalmadan kendisine geleceğin hükümeti üzerinde önemli güçler veren geçici bir anayasa ilan etti. New York Times ın haberine göre Görünüşe göre konsey bu girişimle Müslüman Kardeşler in olası bir zaferine karşı kendisini korumak üzere Cumhurbaşkanı nın otoritesini elimine ediyor. Askeriye nin yeni anayasası, geçen yıl Hüsnü Mübarek in devrilmesini müteakip üstlendikleri otoriteyi seçilmiş sivillere devredeceklerine dair generallerin söz verdikleri zamandan bu yana güç üzerine abanmalarına dönük attıkları seri ve süratli adımların en sonuncusu oluyor. Askerlerin anayasası generallere bütün çıkartılacak kanunları ve ulusal bütçeyi kontrol etme, herhangi bir denetimden müstağnilik ve savaş ilanını veto etme yetkilerini veriyor. Generaller dört ay önce seçilmiş olan Müslüman Kardeşler in hakimiyetindeki Meclisi feshedip milletvekillerinin parlamentoya girişini yasakladıktan sonra Pazar akşamı itibariyle ayrıca daimi bir anayasanın yazılma prosedürünün kontrolünü de ele geçirdi. (www. surecanaliz.org) Mısır daki mevcut durumda ittifak durumu demokrasiye geçiş ya da Mübarekizm in sonunun gelip gelmeyeceğini gösterecek. Türkiye de 27 Nisan İttifakı (AK Parti-Cemaat-Liberaller) Ergenekon u geriletmiştir. Ancak koalisyon ciddi sorunlar yaşamakta ve Kürt Sorunu na dönük adımlar Türkiye nin post-kemalizm e geçip geçemeyeceğinin ölçüsü haline gelmiş vaziyettedir. Mısır a baktığımızda askerler ve Mübarek destekçileri karşısında liberal-ihvan-i Müslimin-sosyalist ittifakın devrim sırasında etkili olduğunu görüyoruz. Ancak seçimler ve son Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında -zafere yaklaşmanın heyecanı ve ihtirası ve herşeyin ötesinde gerginliği ile- bu ittifakta da ciddi çatırdamalar oldu. Özellikle son askeri konsey kararları karşısında Mısırlı muhaliflerin bizim 27 Nisan e- muhtıra sonrası sözkonusu olan ittifak ile yapılanı yapmaya muktedir olup olamayacaklarını; yoksa Mısır da bir başka 28 Şubat mı yaşanacağını beraberce göreceğiz. Tabi Mısırlı muhaliflerin kendi 27 Nisan larını başarmaları yine post-mübarekizme geçtiklerinin garantisi olmayacak mevcut Türkiye örneği düşünülürse. Belki de muhaliflerin biraz daha zamana ihtiyacı var; ya da Türkiye deki gelişmelere bakılırsa Kemalizm den öğrenilmesi gereken şeyler var. Ya da hem muhalifler hem de iktidardakilerin yeni bir geçişin planlaması için platform olmayı kabul edecek bir âlicenaplık göstermeleri gerekiyor. Ancak problem o ki gücü elinde tutanlar neden bunu yapsınlar? Yahut ele geçirmeye yaklaşan hangi hareket bunu yapardı?