Cengiz Aytmatov DEVE GÖZÜ. Çeviren: Refik Özdek

Benzer belgeler
Cengiz Aytmatov YILDIRIM SESLI MANASÇI ASKER ÇOCUĞU BEYAZ YAĞMUR. Refik Özdek. Çeviren:

KIZIL ELMA OĞULLA BULUŞMA

DENIZ KIYISINDA KOŞAN ALA KÖPEK

Cengiz Aytmatov. Gün Olur. Çeviren: Refik Özdek

Cengiz Aytmatov YÜZYÜZE. (Hikâye) Çeviren: Refik Özdek

Doç.Dr. Abbas KETİZMEN Kazakistan milli televizyonunda

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

meslek seçmişim kendime! Her gün dolaş dur! Masa başında çalışmaktan beter sıkıntıları var bu işin; yolculukların çilesi de işin cabası: Değiştirilen

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Yüklemin anlamını zaman, durum, yön, miktar, tarz, vasıta, şart, sebep, birliktelik yönlerinden tamamlayan kelimeler ve kelime gruplarıdır.

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

BAĞIL HAREKET BÖLÜM 2. Alıştırmalar. Bağıl Hareket ÇÖZÜMLER. 4. kuzey

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

Cümlede Anlam TEST 38

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Herkese Bangkok tan merhabalar,

o ( ) (1 CİN ALİ'NİN HiKAYE KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Öğ. Rasim KAYGUSUZ

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

İletişim Yayınları 2472 Çağdaş Türkçe Edebiyat 426 ISBN-13: İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2017, İstanbul

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

TEST 1. Hareketlilerin yere göre hızları; V L. = 4 m/s olarak veriliyor. K koşucusunun X aracına göre hızı; = 6 m/s V X.

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar

Fiilde Kip / Kişi K O N U. Durum. Oluş ETKİNLİK 1

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

ya kın ol ma yı is ter dim. Gü neş le ısı nan top rak üze rinde ki çat lak la rı da ha net gö rür düm o za man. Bel ki de ka rın ca la rı hat ta yağ

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

5. SINIF TÜRKÇE NOKTALAMA İŞARETLERİ TESTİ

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Öğ. Rasim KAYGUSUZ. 19 Mart 1973 Tarihli ve 1738 sayılı Tebliğler Dergisi ile ilk okullara tavsiye edilmiştir

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

BEYŞEHİR BELEDİYESİ BEYFOT 4. ULUSAL FOTOĞRAFÇILAR BULUŞMASI FOTOMARATONU

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

YAPACAĞIMIZ SANAT ETKİNLİKLERİ

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Ekteki yaziyi okudugunuzda "ne yapalim onlar da o kadar dogurmasalardi" mi? diyeceksiniz... yoksa, yoksa...

O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

4. ve 5. Değerlendirme Sınavları. Puanlama Aşağıda...

BİR SEMPOZYUM HİKAYESİ

7. Sınıf MATEMATİK TAM SAYILARLA ÇARPMA VE BÖLME İŞLEMLERİ 1. I. ( 15) ( 1) 5. ( 125) : ( 25) 5 6. (+ 9) = (+ 14)

BARIŞ BIÇAKÇI Baharda Yine Geliriz

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

3. Sınıf Noktalama İşaretleri

OKU, ANLA, CEVAPLA! 2. Minnoş un fiziksel özellikleri nelerdir?

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

CİN ALİ İLE BERBER FİL

Sevgili dostum, Can dostum,

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

İLK OK UMA KİT APLARI

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Arda Alyanak Daniela Palumbo Filiz Özdem Carla Manea

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. FARE NİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Transkript:

Cengiz Aytmatov DEVE GÖZÜ Çeviren: Refik Özdek

CengIz Aytmatov; 1928 yılında Kırgızistan ın başkenti Bişkek e bağlı Talas Vadisi nde yer alan Şeker Köyü nde doğdu. Babası Törekul Aytmatov, annesi Nagima Hamzayevna Aytmatova dır. Memur olan babası 1937 yılında Stalin in temizlik harekâtında öldürülen kurbanlar arasındadır. Annesi çeşitli memuriyetlerde bulunmuş ve dört çocuğunu kendi başına büyütmek durumunda kalmıştır. İlkokula kendi köyünde giden Cengiz Aytmatov, babaannesi Ayıkman Hanım dan dinlediği ninniler, masallar, ve efsanelerle yetişir. İkinci Dünya savaşının yokluk yıllarını babasız geçiren Aytmatov, çocuk yaşından itibaren çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde köy sovyeti kolhozu sekreteri ve vergi memuru olarak çalışır. 1946 yılında Kazakistan ın Cambul şehrinde Veteriner Teknik Okulu nda eğitim görmeye başlamıştır. Bu okul bitince, 1948 de Kırgızistan Tarım Enstitüsü ne devam etmiştir. 1953 yılında buradan veteriner olarak mezun olur. Aytmatov un ilk eseri, 1952 yılında Pravda gazetesinde yayınlanan Gazeteci Cyuda dır. Bu hikâyeyi, 1957 yılında yayımlanan Yüzyüze takip eder. 1956-58 yılları arasında Moskova da Gorki Edebiyat Enstitüsü ne devam eden yazarın Cemile adlı hikâyesi 1958 yılında Novy Mir (Yeni Dünya) dergisinde yayınlanır. Bu eseri büyük ilgi görür. Aytmatov şöhreti, bu eserinin Fransız şair Louis Aragon tarafından Fransızca ya tercüme edilmesi ve Avrupa da yayımlanması ile yakalar. Aragon bu hikâyeye yazdığı önsözde Cemile hikâyesini dünyanın en güzel aşk hikâyesi olarak takdim etmiştir. Aytmatov, Cemile nin yayımlandığı 1958 yılında Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ne başlamıştır. Aynı yılın sonunda Kruşçev in anti-stalinist kampanyası sırasında Sovyet Komünist Partisi ne ve Yazarlar Birliği ne kabul edilir. Babası Stalin muhalifi olan Aytmatov un partiye girmesi ve birliğe kabul edilmesi ancak siyasî şartların yumuşaması sayesinde gerçekleşmiştir. Hatta sırf babasının muhalifliği yüzünden öğrencilik yıllarında bursu kesilmiş, pek çok terslikler yaşamıştır. Değişen siyasî şartlarla birlikte Aytmatov hem Kırgız hem de Rus yazarlar arasında yerini pekiştirmiştir. Bu yıllarda Literaturnyi Kırgızistan dergisi editörlüğünü, sonra beş yıl boyunca Pravda nın Orta Asya muhabirliğini yapmıştır. Aytmatov 1963 yılında, İlk Öğretmen, Deve Gözü, Cemile ve Selvi Boylum Al Yazmalım adlı hikâyelerinden oluşan Steplerden ve Dağlardan Hikâyeler adlı kitabıyla Lenin Edebiyat Ödülü nü kazanmıştır. 1959-67 yılları arasında Novy Mir in editörlüğünü yapmış ve 1968 de Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü nü kazanmıştır. Aynı yıl Kırgızistan ın millî yazarı seçilmiştir. Cengiz Aytmatov un edebî seyri bu yıllarda hikâyecilikten roman yazarlığına doğru kayar. İlk romanı olan Toprak Ana 1963 de neşredilir. Yine aynı yıl yayınlandığında büyük heyecan uyandıran Elveda Gülsarı yı kaleme alan Aytmatov, daha sonraki yıllarda çeşitli yayın organlarında hikâyelerini yayınlatmaya devam eder. 1964 de yayınlanan Kızıl Elma ve 1969 da

yayınlanan Oğulla Buluşma hikâyelerinden sonra, yazar 1970 de edebiyat âleminde yankı bulan Beyaz Gemi romanını neşreder. Daha sonra 1972 de Asker Çocuğu hikâyesini, 1975 de Kazak yazar Kaltay Muhammedcanov la birlikte Fuji-Yama adlı tiyatro eserini, 1976 da Sultanmurat, 1977 de Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek hikâyelerini neşreder. 1980 yılında kaleme aldığı Gün Olur Asra Bedel romanı yazarın edebiyat hayatının zirvelerinden birini teşkil eder. Aytmatov, 1986 yılında neşredilen Dişi Kurdun Rüyaları isimli romanıyla, yazarlık seyrini mahalli olandan evrensel olana taşımıştır. Aytmatov 1990 da yayınlanan Beyaz Yağmur ve Yıldırım Sesli Manascı hikâyelerinden sonra, aynı yıl Cengiz Han a Küsen Bulut u yayınlar. Aytmatov, başarılı bir edebiyatçı kimliğine sahip olmasının yanında, insan ilişkileri ve yüksek temsil kabiliyeti sayesinde Sovyet devletinden itibar görmüş, devletin çeşitli birimlerinde görev almıştır. 1978 tarihinde Yüksek Sovyet Prezidium u tarafından Sosyalist İşçi Kahramanı olarak ödüllendirilir. 1983 yılında Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü nü ikinci kez kazanmıştır. Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ve Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliği görevlerinde bulunmuştur. Sovyetler birliği dağılmadan önce Gorbaçov un beş danışmanlarından biri olmuştur. Cengiz Aytmatov; edebi çalışmalarının dışında, 15 yıl Avrupa da SSCB ve bilahare Kırgızistan ın büyükelçiliğini yapmıştır. Avrupa Birliği, NATO, UNESCO ve Benelüks ülkelerinde görev yapmıştır. Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanının sinemaya uyarlanma çalışmalarının devam ettiği Tataristan daki Kazan şehrinde rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırıldığı Almanya nın Nürnberg şehrinde 9 Haziran 2008 tarihinde vefat etmiştir. Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanan eserleri: Beyaz Gemi (Roman) Cemile - Sultan Murat (Hikâyeler) Cengiz Han a Küsen Bulut (Roman) Dişi Kurdun Rüyaları (Roman) Elveda Gülsarı (Roman) Gün Olur Asra Bedel (Roman) Kızıl Elma - Oğulla Buluşma - Beyaz Yağmur - Asker Çocuğu - Deve Gözü (Hikâyeler) Toprak Ana (Roman) Yıldırım Sesli Manascı - Yüzyüze - Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek (Hikâyeler)

Kaynaktan kovayı ancak yarıya kadar dol du ra bil miş tim ki, bozkırdan, bangır bangır bir ses geldi kulağı ma: Hey üniversiteli, şimdi gelir yüzünü gözünü patlatırım ha! Nefesimi tutup iyice kulak kabarttım. Adım Kemal di ve hep öyle çağırırlardı. Ama burada Üniversiteli takma adını vermişlerdi bana. Tahmin etmiştim: Tarlanın tâ ö bür ucunda traktör sesini kesmiş, içinden kargışlar okur gibi bekliyordu. Traktörün sürücüsü de, yüzümü gözümü patlatacağını söyleyen Abakir idi. Her zaman yaptığı gibi bağırıp çağırıyor, küfürler savuruyordu. Bazen yumruklarını sıkıp üzerime yürüdüğü de olurdu. İki traktör vardı ve ben bir kişiydim. Tek atın çektiği bir araba ile onların bütün ihtiyacını ben karşılardım. Su, yakıt, yağ ve daha birçok şeyi ben ta şırdım. Üstelik buralardaki tek kaynaktan traktörler her gün biraz daha uzaklaşıyorlardı. Yalnız kaynaktan de ğil, yakıt deposunun bulunduğu konak yerinden de... Konak yerini değiştirmeyi düşündük ama ko na ğın kaynaktan uzak olması hiç iyi değildi. Abakir gibi bir adama bunu nasıl anlatırsınız? Onun ağzından Çe neni patlatırım ha! Senin gibi sümüklü bir üniversiteli yüzünden vakit kaybetmeye hiç niyetim yok benim anlaşıldı mı! demekten başka lâf çıkmazdı. Oysa ben üniversiteli de değildim. Bir fakülteye gitme yi düşünmemiştim bile. Orta dereceli okulu bitirir bitirmez, çalışmak için Anarkay a gelmiştim. Buraya gel meden önce

8 DEVE GÖZÜ yapılan toplantıda bize Bakir toprakların fatihleri, yeni bölgelerin kahraman öncüleri olduğumuzu söylemişlerdi. Başlangıçta benim adım sanım bu idi işte. Ya şimdi? Söylemeye utanıyorum: Bir üniversiteli! Aba kir in uydurmasıydı bu. Aslında suç biraz da benim. Düşündüklerimi kendime saklamasını bilmiyor, aklımdan geçenleri bir çocuk gibi hep yüksek sesle söylü yo rum. Bu yüzden de benimle alay ediyorlardı. Asıl suçun tarih öğretmenimiz Aldiya rov da olduğunu ne bilsinlerdi onlar? Aldiyarov bir etnograftı. Onu can kulağımla dinlemiş, söylediklerine önem vermiştim ve şimdi de bunun cezasını çekiyordum. Su fıçısını ağzına kadar dolduramadan yola koyuldum. Aslında yol-mol yoktu buralarda. Arabayla gide gele yolu ben açmıştım. Traktör, uzayıp giden kara tarlanın tâ öbür ucunda duruyordu. Abakir de üzerinde, sürücü yerindeydi. Yumruklarını sallayarak küfürler kusmaya devam ediyordu. Çalkalanan fıçıdan dökülen suların sırtımı sı rıl sıklam ıslatmasına aldırmadan hızla sürüyordum arabayı. Burada çalışmam için beni bir zorlayan olmamış, kendi isteğimle gelmiştim. Öbür arkadaşlar Kazakistan a, gazetelerin yazdığı gibi gerçek bakir topraklara gitmişlerdi. Anarkay a yalnız ben gelmiştim. Bu işlenmemiş toprakları ekime açmak için yapılan ilk çalışmaydı. Ama bu çalışmayı, hepsi hepsi iki traktörle yapıyorduk. Geçen yıl, tarım uzmanı ve bizim şefimiz olan Sorokin, burada, avuç içi kadar küçük bir yere, kurak arazide yetişen arpa ekerek bir deneme yapmış ve iyi sonuç almış. Bundan sonra da aynı sonuç alınırsa, bozkırın yem sorunu kökünden halledilirmiş. Yine de pek güvenilmezdi bu topraklara. Anarkay bozkırında yazın öyle sıcaklar olurdu ki kaktüs cinsinden taşdikenler bile kuruyup giderdi.

DEVE GÖZÜ 9 Kolhozlar, kışı geçirmeleri için sonbaharda sürülerini buraya getirirler, ama ekin ekmeye cesaret ede mez, karar veremez, bu işi önce başkalarının denemesini, onların ala cağı sonucu beklerlerdi. İşte bu yüzden burada çalışan bizler, iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar azdık. İki traktör sürücüsü, iki pullukçu, su ta şıyıcısı olan ben ve bir de tarım uzmanı So ro kin. Bakir toprakları fethedecek kahraman ordunun sayısı bundan ibaretti işte! Bizim bu rada ne yaptığımızı bilen belki bir kişi bile yoktu çevrede. Bizim de dünyada olup bitenlerden haberimiz yoktu. Bütün bildiklerimiz, ara sıra Sorokin den duyduğumuz haberlerdi. Soro kin atıyla sık sık çobanların konakladığı mezraya gi der, telsizle amirlerine bilgi verir, burada çektiğimiz sı kıntıları anlatırdı onlara. Oysa, ben ne diyordum kendi kendime: Hey gidi ba kir topraklar! Uçsuz bucaksız el değmemiş engin ovalar! Bu coşkuyu veren hep o tarih öğretmenimiz Al di yarov idi. Bakın nasıl anlatmıştı bize Anarkay bozkırını:... Yüz yıllardan beri el sürülmemiş Anarkay bozkırı. Kur day yay lasından başlar, tâ Balkaş gölünün sazlı, makili kıyılarına kadar uzanır. Baştanbaşa pelin otlarıyla kaplıdır. Yazılanlara, anlatılanlara göre, buraya dalan sürüler, hiçbir iz bırakmadan kaybolup giderlermiş. Uzun yıllar yabani at sürüleri dolaşmış durmuş oralarda. Anarkay, geçmiş çağların sessiz tanığı, büyük savaşların meydanı, göçebe oymakların anayurdudur. Günümüzde Anarkay bozkırı hayvancılık için çok elverişli, zengin bir bölge olmaya hazırdır... Anarkay konusunda öğretmenimizin bu coşkulu konuşması uzar giderdi. O zamanlar, haritada avuç içi kadar büyük görünen Anarkay ovasına bakmak çok hoş bir şeydi. Ya şimdi? Bu döküntü su arabasını sabahtan akşama kadar her tarafa

10 DEVE GÖZÜ sürüklüyordum. Akşam olunca atın koşumlarını güçlükle çözüyor, buraya kamyonla getirilmiş sıkıştırılmış ottan yiyebileceği kadarını önüne koyuyordum. Sonra da aşçı kadın Aldey in verdiği yemeği iştahsız iştahsız atıştırıyor, çadırdaki yatağıma uzanıyor, yatar yatmaz da taş gibi uyuyordum. Anarkay bozkırının pelin otlarıyla dolu olduğu doğruydu. İnsan saatlerce dolaşsa doyamazdı o güzelliğe. Ama vakit nerde? Bütün bunlara bir diyeceğim yok. Ama şu Abakir in ben den niçin hoşlanmadığını, benden niçin nefret et tiğini, niçin kızdığını bir türlü anlayamıyordum. Be ni bu rada bekleyen şeyin ne olduğunu nereden bilebilirdim? Aslında karşılaşacağım bütün güçlüklere hazırlamıştım kendimi. Buraya bir konuk olarak vakit geçirmek için değil, çalışmak için gelmiştim. Ama, karşılaşacağım, birlikte ça lı şacağım insanların ne menem kişiler olacağını hiç düşünmemiştim. Ee, ne yaparsınız, insanlar her yerde insandılar işte!... Buraya tam kırk sekiz saatte kamyonla gelmiştim. Bu kamyonun arkasına dört tekerlekli su arabasını da bağlamıştık. Beni hayal kırıklığına uğratacak, günlerimi zehir edecek şeyin bu araba olacağını nereden bilecektim! Aslında ben buraya pullukçu olarak gelmiştim. Kendi kendime: Bahar boyunca traktörün yanında çalışır, onu çalıştırmasını öğrenir, sonra ben de bir traktör sürücüsü olurum diyordum. Merkezde de böy le söylemişlerdi zaten. Anarkay a işte bu umutla gelmiştim. Gelince gördüm ki takımın pullukçusu var mış, öyleyse bana su taşı ma işi kalıyormuş, güya onun için gönderilmişim. Tabii bu durum karşısında istersem işi kabul etmez, geri dönebilirdim. O güne kadar ne at koşmuş, ne araba sürmüş tüm. Başka bir işde de çalışmış değildim. Yalnız haf tada bir gün, cumarte-

DEVE GÖZÜ 11 si günleri, şeker fabrikasında ça lı şan anneme yardım ederdim. Babam savaşta ölmüştü ve onu hiç ha tır la mı yordum. İşte bunun için bağımsız olmaya, kendi hayatımı kendim kazanmaya kararlıydım. Yine de işe başlamadan önce dönsem iyi olacaktı ama, buna cesaret edemedim. Dönsem, arkadaşlar bana iyi gözle bakmayacak, dedikoduya sebep olacaktım. Öte yan dan, doktor olmamı istediği için annem de gitmeme razı olmamıştı ama ben direnmiş, sonunda onu razı etmiştim. Bir şeyler yapacağımı, başaracağımı, anneme de yar dım cı olacağımı söylüyordum ken di kendime. Kısacası bu raya gelmeyi, hem de bir an önce gelmeyi, ben istemiştim. Hemen geri dönecek olsam insanların yüzüne nasıl bakacaktım. Çaresiz su taşımacılığını kabul ettim. Bununla beraber, daha su arabasının başına geçmeden başlamıştı aksilikler. Buraya ulaştığımız gün, kamyonun arkasında ayağa kalkmış, çevreye, uzaklara hayran hayran bakarak bağırmıştım: İşte eski çağların, efsanelerin yaylası Anar kay! Kamyon, belli belirsiz bir yola saptı. Bu sözde yol, ye şermeye başlamış vadilerin, tepeciklerin arasından, uzaktaki hafif mavimsi bir sis perdesine doğru uzanıp gidiyordu. Topraktan, henüz erimiş karların kokusuyla, yeni yeni yeşeren pelinlerin acı kokusu Anarkay ovasını doldurmuştu bile. Boz renkli pelin filizleri geçen yıldan kuruyup kalmış köklerinden çıkıyorlardı yine. Rüzgâr, bu uçsuz bucaksız bozkırın, pırıl pırıl ilkbahar havasının çın çın sesini getiriyordu. Önümüz de uzayıp giden yoldan, alçak tepelerin yanından bayırları aşa aşa gidiyorduk. Her bayırdan sonra ve her tepenin arkasında yeni bir görünümle çıkıyordu Anarkay karşımıza. Ben bu bozkırda, eski çağların seslerini, yankılarını duyuyordum. Yer sarsılıyor, binlerce atın nallarından çı kan

12 DEVE GÖZÜ gürültü kulaklarımda uğulduyordu. Göçebe boy ların savaşçıları, bir okyanusun dalgaları gibi, uğul uğul akıyor, o korkunç savaşlara kendi gözlerimle ta nık oluyordum sanki. Toynakları tozu dumana katan atlar göğüs gö ğüse geliyor, kalkanlar, kılıçlar birbirine çarparak şa kırdıyor, o engin ova naralarla, at kişnemeleriyle doluyordu. Ben de kendimi o savaşın, o kargaşanın içinde hissediyordum. Sonra savaş durdu, bahar geldi, bütün Anarkay düzlüğü beyaz çadırlarla doldu. Obaların üzerinde boz renkli tezek kokuları yükselmeye, koyun, yılkı sürüleri yayılmaya, otlamaya başladı. Yukarılardan çanlarını çala çala, nereden gelip nereye gittikleri belli olmayan deve kervanları geçiyordu. Uzun uzun öten keskin bir tren sesi aklımı başıma getirdi ve hayal âleminden çıkıp gerçeğe döndüm. Vagonların üzerine koyu kara dumanlarını püskürterek gidiyordu tren. Yeleleri yel, kuyruğu kılıç olmuş bir ata benziyordu. Uzaktan onu böyle görüyordum. Tren gittikçe uzaklaştı. Sonra ince, kara bir çizgiye dönüştü, sonunda görünmez oldu. Bozkırın içinde yitip kalmış bir demiryolu durağından rayları geçip yolumuza devam ettik. Çalışma yerine geldiğimiz ilk gün, eli-kolu bağlı bir durumda kalmıştım. Yol boyunca daldığım ve etkisinden kurtulamadığım hayal içindeydim henüz. Konaklayacağımız yerin hemen yakınındaki küçük tepenin üze rinde, çok eskiden kalma bir taş heykel vardı. Granitten kabaca yontulmuş bu boz heykel, orada yüzyıllardan beri kalmış, bir nöbetçi gibi beklemiş ve yarı beline kadar toprağa gömülmüştü. Uzaktan ölü gözlerle bakıyor ve ürperti ve riyordu insana. Sağ gözü, rüzgâr ve yağmurların aşındırmasıyla oyulmuş, yuvasından fırlamış gibiydi. Kalın kaşlar altındaki çirkin gö züyle korku veren bir cadı gibi bakıyordu.

DEVE GÖZÜ 13 Bir kadın heykeliydi bu. Uzun uzun seyrettim onu. Sonra, çadırın yanına gelerek Sorokin e sordum: - Uzman yoldaş, bu heykeli buraya kimler dikmiş olabilir? Sorokin bir yerlere gitmek için sabırsızlanıyordu. Atına binerken: - Sanırım Kalmuklardan kalma, dedi ve sürüp gitti. Çenemi kapatıp sussaydım ya! Hayır, susmadım. İçimden bir ses ya da bir şeyler dürtüyordu beni konuşmam için. Oradaki sürücülere, pullukçulara döndüm. Daha onlarla doğru dürüst tanışmamıştım bile: - Hayır, dedim, bu doğru olamaz. Kalmuklar buraya ancak onyedinci yüzyılda geldiler, oysa bu heykel oni kinci yüzyıldan kalma bir anıt, bir mezar taşı. Bu kadın heykelini, Batıya doğru yaptıkları büyük akın sı rasında Moğollar dikmiş olmalı. Biz Kırgızlar da onlarla birlikte geldik buraya. Yenisey den buraya gelip Tiyan-Şan a kadar yayıldık. Bizden önce bura larda Kıp çaklar yaşarlardı, onlardan da önce sarı saçlı, gök gözlü insanlar... Traktörün yanında dikilip duran iş tulumunu giymiş bir adam beni durdurmasaydı, tarihin derinlerine dalıp gidecek, daha da uzatacaktım konuşmamı. Beni durduran sürücü Abakir idi: - Hey küçük, kes artık! dedi. Anladık ki bir bilginsin. Şimdi git de çadırdan bana yağ pompasını getir! Ama, yağ pompası yerine gres pompasını getirmiştim ona. Abakir, kırmızı damarlı gözleriyle bana dik dik bakarak ve dişlerini sıka sıka bağırdı: - Haydi oradan üniversiteli bilgiç! Biz cahillere nutuk atmasını bilirsin ama, deve ile atı birbirinden ayı ramıyorsun daha! İşte o günden sonra, hep Üniversiteli dediler bana.

14 DEVE GÖZÜ Ve işte şimdi arabayı koşturarak ona doğru geldiğim halde, öfkeleniyor, yerinde duramıyor, sürülmüş toprağa bata çıka üzerime doğru geliyordu. - Ezilmiş bit gibi ne kımıldanıp duruyorsun olduğun yerde! Daha ne kadar bekleteceksin ulan! Seni bir köpek eniği gibi boğazlayacağım bir gün, varsın bir sümüklü üniversiteli eksik olsun! Hiç sesimi çıkarmadan traktörün yanına geldim. Hem ne söyleyebilirdim ki? Pek haksız sayılmazdı. Benim yüzümden traktör çalışmadan duruyordu. Bereket versin pullukçu Kalipa (Halife) yardımıma yetişti: - Hadi Abakir, sakin ol biraz. Bağırıp çağırmanın ne yararı var. Baksana, çalışmaktan içi dışına çıkmış, gücü, nefesi kalmamış zavallının... Kalipa böyle derken titreyen ellerimden kovayı alıp radyatöre su doldurdu ve devam etti: - Elinden geleni yapıyor, bak nasıl su içinde, nasıl bitkin... - Bana ne bundan! diye homurdandı Abakir. Ne işi vardı burada, evinde kalıp kitaplarını okusaydı! Kalipa yine yatıştırmaya çalıştı onu: - Yeter artık Abakir, ne kinci adammışsın sen, hiç de hoş değil bu yaptığın! - Onun her yaptığına göz yumarsam açlıktan geberirim ben. Planı uygulamaktan, işi bitirmekten sen değil, ben sorumluyum. İşi bitirmezsem bunun hesabını bu hıyar üniversiteliden değil benden sorarlar! Benim okumuşluğuma takmıştı bir kere. Bunu hiç hazmedemiyordu. Niçin okula gitmiştim ben? Tarih öğretmenimizin anlattıklarına niçin bu kadar yürekten inanmıştım? İşte buydu benim felaketim!

DEVE GÖZÜ 15 Oradan bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Çünkü tarlanın öbür ucunda bir traktör daha bekliyordu beni. O traktörün sürücüsü Sadabek idi. Yaşlı, ciddi bir adamdı. O da kızardı ara sıra ama hiç bağırıp ça ğır mazdı. Arkamda bir motor gürültüsü duydum. Abakir in traktörü çalışmış ve ilerliyordu. O zaman rahat bir nefes alarak sırılsıklam olmuş kazağımın içinde titremeye başladım. Şu Abakir denen adam niye bu kadar hırçın, bu kadar kötü idi bana karşı? Oysa daha gençti, otuz yaşlarındaydı. Gerçi biraz şiş yüzlüydü, elmacık kemikleri dolgun ve parlak, elleri kerpeten gibi eğik ve güçlüydü. Ama yine de genel görünümü ile yakışıklı bir adam sayılırdı. Bakışları kötüydü. Çok çabuk kızar, kızdığı zaman gözleri kan çanağına dönerdi. İşte o za man ondan uzak durmalıydı insan. Hiçbir şeyi gözü görmezdi çünkü. Geçenlerde bir olay oldu. Akşam üzeri yağmur yağmaya başlamış, bütün gece hiç dinmemişti. Tıpır tıpır monoton sesler çıkararak çadırın keçesini dövmüş, şişirmişti. Sabahleyin kalktığımızda hâlâ yağıyordu. Hiçbir şey yapamadan oturduğumuz için canımız sıkılmaya baş ladı. Tarım uzmanı Sorokin de yoktu o gün. İşi başından aştığı için yağmur günlerinde bile hiç boş durmu yor du, bir yerlere gitmişti. O bölgede hayvancılık işlerinden de sorumlu olduğu için bir dakika boş zamanı olmaz, her Allah ın günü at sırtından inmezdi. Yağmur biraz yavaşlayınca Sadabek in küçük kardeşi pullukçu Esirkep benim atıma binerek çobanların yanına gitti. Aldey ve Kalipa da kovaları alıp kaynaktan su getirmeye gittiler. Çadırda üç kişi kaldık: Aba kir, Sadabek ve ben. Hepimiz bir köşede sessiz, somurtkan oturuyor, bir şeylerle meşgul oluyorduk. Abakir yarı uzanmış sigara içiyordu. Sadabek ateşin başına serilmiş bir keçeye oturmuş