İnsanca: Türkiye Hümanizmi Yaşar Aksoy



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

Sevgili dostum, Can dostum,

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

Amiral Turgut Reis 449 nci ölüm yıl dönümünde anıldı

Samsun daki Pontusçu Faaliyetler

Korsanları sadece İngiltere. kullandı. Evrensel Bakış Açısı Gürbüz Evren

Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar.

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Yaz l Bas n n Gelece i

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BİRİNCİ KİTAP

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

SAGALASSOS TA BİR GÜN

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

İletişim, hem güçlerimizin farkında olmak, hem de zayıflıklarımızın üstesinden gelmek demektir.

* Cümle içinde, tırnak içinde verilen cümleler büyük harfle başlar. Tolstoy, Amaç olmayınca hayatın da bitmesi gerekir. demiştir.

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

İletişim Yayınları SERTİFİKA NO Κρατύλος

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

MARSEILLES GEZİ MASSALIA MARSİLYA HAZİRAN 2011

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

MATBAACILIK OYUNCAĞI

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

Bu metin Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunca 10 Mayıs 1933 tarih ve 101 sayılı karar ile öğrenci andı olarak uygulamaya başlanmıştır.

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

-rr (-ratçi KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 961 HALDUN TANER. Mustafa MİYASOĞLU TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ : 98

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

''Hepimiz Atatürk'üz''

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

Aşağıdaki 5 cümlenin hepsine evet demiyorsanız, bu pdf dosyasını incelemek için gereken 3 dakikayı ayırmasanız da olur

TEMEİ, ESER II II II

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Bekar Evli Boşanmış Eşi ölmüş Diğer. İlkokul Ortaokul Lise Yüksekokul Fakülte Yüksek Lisans

Nâzım ın Cep Defterlerinde Kavga, Aşk ve Şiir Notları - 1 ( )

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

ERASMUS BAHAR DÖNEMİ Accademia della Moda İtalya DİDEM ALTUNKILIÇ

KADIKÖY ANADOLU LİSESİ

ENVER NACİ GÖKÇEN BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR TÜRK DİL KURUMU YAYINLARI

Biz yeni anayasa diyoruz


Ticaret ve Devlet. 21 Kasım 2017

Arnavutça (DİL-2) Boşnakça (DİL-2)

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

4. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (22 Ekim-14 Aralık 2012)

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

Bodrum, aydınlanma savaşçısı Bahriye Üçok u unutmadı.

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU VE ÖZEL İLKÖĞRETİM OKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 8.VELİ BÜLTENİ

Kahraman Kit Misafirlikte

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü Öğretim Üyesi

Blogger bunu uyguluyor!

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Örnek Tarot Okuması

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

6. Sınıf. Kazanım Değerlendirme Sınavı - 1. Birinci Ünite konularını kapsar.

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Elveda Rumeli Merhaba Rumeli. İsmail Arslan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, 134 Sayfa.

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

BURDURLU HOCA DAN YURT SÖYLENCELERÝ

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler


İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

DR. MUHAMMED HÜKÜM ÜN ŞAİR - SOSYOLOG: KEMAL TAHİR ADLI ESERİ ÜZERİNE

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Nar Kadın, Türkiye nin bütün kadın kooperatifleri arasında yerel ya da ulusal düzeyde destek almadan, kendi gücüyle kurulan tek kadın kooperatifi.

Transkript:

İnsanca: Türkiye Hümanizmi Yaşar Aksoy (Karaburun da gerçekleşecek olan 21.Ütopyalar Toplantısı nda 4 Temmuz 2015 günü Saat: 14.00 te İnsanca başlığı altında Yaşar Aksoy un yapacağı konuşma metnidir. Bu metne, Türk Hümanizmi ne karşı çıkan sağ ve sol (!) liberal itirazlar da eklenmiştir.) GİRİŞ: Öncelikli soru şudur: - Anadolu da Karacaoğlan ile İzmirli Homeros u, Yunus Emre ile Efesli Heraklitos u, kimler özgün bir sentezde buluşturabilme ışığını yakaladılar? Bu ışık, aydınlanma ışığı mıydı? Aydınlanmacılar, aynı zamanda Türkiye Hümanistleri miydi? Bu sorulara yanıt arayacağız. Türkiye Hümanizmi nin en önemli savunucusu Azra Erhat ın 40.vefat yıldönümüne denk gelen bu sunumumda, 21.Ütopyalar Toplantısı na emeği geçen herkese teşekkür ederek, kısa bir yazı okuyarak konuşmama başlamak istiyorum: Cevat Şakir, Azra Erhat ve Eyüboğlu kardeşlerin ortak dünya görüşü, her nedense çok sık tekrarlanmış olan insancılık veya hümanizma iddialarına karşın, evrenselliği yadsıyan aşırı milliyetçi ve ulusçudur. Dünyaya bakış açıları insancıl veya evrensel değil, ulus-merkezcidir. Osmanlının da katkıda bulunduğu ve tarih içinde karşılaştığımız sertliğe ve acılara karşı tek bir yermeleri yoktur. Yerilen yalnız ötekiler dir. Bir bütün olarak Avrupa ya ve Avrupa uygarlığına karşı çıkılmaktadır. Arka çıkılmak istenen Avrupa dan yabancılaştırılan bir Anadolu uygarlığıdır. Örneğin Halikarnas Balıkçısı nın Turgut reis romanı faşist Türk milliyetçiliğinin uç bir örneği gibidir. Yazar, milli gururu, savaş ve kan dökme alanındaki başarılarda bulmaktadır.

Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat ve onun gibi düşünenler, hümanizmi, ulus olarak antik hümanist kültürün benimsenmesinde görürler. Ancak ulus olarak hümanizmanın mirasçısı olduğumuzu ilan etme, insancılık değildir; insancılık kendini ve belki ulusunu, kişisel (ulusal) farklara rağmen insanlığın içinde ve onun ayrılmaz bir parçası olarak görmek, böyle hissetmek ve sanat yapıtı yaratırken ya da roman yazarken de bu tür bir dünyayı yeniden yaratmaktır. Kişi benimsediğini ileri sürdüğü insancılıktan ulusal kıvanç duyuyorsa, artık o kıvanç duygusu insancıl değil, ulusaldır. Ne yazık ki hem ulusal hem de hümanist kıvancın aynı anda duymak olanaklı değildir. Gençlerimiz Avrupa düşmanı Halikarnas Balıkçısı ve yoldaşlarına yakın bir anlayışla yetiştirilmemedir, kitaplarının sobada yakılmasında fayda vardır. Bu son cümleye dikkat Bu lafları kim söylüyor? Şimdinin bir Zaman gazetesi yazarı söylüyor İslami duyarlığı olan F tipi bir yazar mı? Hayır Bunları, şimdinin Zaman gazetesi yazarı Herkül Millas yazıyor. Ne zaman yazmış? Toplumsal Tarih dergisinde Mayıs 1996 tarihli makalesinden. Yani Ortodoks Yunanlı, 1940 Ankara doğumlu bu yazarımız, Türkiye Hümanistleri ne faşist Türk milliyetçi kafalı demekte ve gençlerin Anadolu Uygarlığı nı savunan ve Hümanizmi öneren bu yazarları okumaması hatta kitaplarının yakılmasını öneriyor. Zamanında 22 Mayıs 1996 tarihli Yeni Asır da çıkan Türk Hümanistlerine Cepheden saldırı başlıklı yazımla bu içinden pazarlıklı yazara karşı çıkmıştım. Benden başka da karşı çıkan olmamıştı... Yani Türk İnsancıllığını, Türkiye Hümanizmasını savunan belli bir yazarlar gurubu gerçekte Türk milliyetçileri imiş! Şimdi kendi kendimize soralım:

Yani bu tarifin içine giren, Eren hanım ile evli olduğu halde atölyesine resim yapmak için gelen Ermeni Mari Gerekmezyan a delicesine aşık olan ve aniden ölen bu Ermeni kızın ardından Karadut tablolarını yapan, Karadut şiirlerini yazan ve Ben yaşadığım kadar o da benimle, hem de bana hiç yük olmadan köşeciğinde yaşayacak. Ben öldükten sonra da yaşaması gerek. Bir kitapta, bir şiirde ve bir resimde diye not düşen Bedri Rahmi Eyüboğlu faşist Türk milliyetçisi, öyle mi?... Anadolu nun kavimler, uygarlıklar ve ırklar karmaşasından bir Anadolu Hümanizması yaratan düşün adamı Sabahattin Eyüboğlu, faşist Türk milliyetçisi imiş, öyle mi? İşte İnsan (Ecco Homo) isimli dev yapıtıyla evrensel düşünce akımlarının Anadolucu yorumunu yapan ve Mavi Anadolu diye isimlendirdiği topraklarımızın hoşgörülü ve insancıl mayasını ortaya seren Azra Erhat, bir faşist Türk milliyetçisi, öyle mi? Mavi Anadolu, Mavi Yolculuk kitaplarını yazan, Mitoloji Sözlüğü nü kütüphanemize armağan eden, İlyada ve Odesa destanlarını A.Kadir ile birlikte dilimize çeviren, En Hakiki Mürşit kitabını yazan Azra Erhat, faşist öyle mi?... Anadolu Uygarlıkları nın batının emperyalist kültür saldırılarından bağımsız bir yerli gerçek ve bu gerçekten fışkıran sentezin, Türkiye Cumhuriyeti nin aydınlanmacı ideolojisine eklemlenmiş en önemli bir kültür verisi olduğunu tekrar tekrar yazan Halikarnas Balıkçısı Cevak Şakir, faşist bir Türk milliyetçisi, öyle mi? Her darbede ve kıyımda tutuklanmış, sürgün edilmiş, hapsedilmiş bu ilerici insanlar gerçekte, faşist Türk milliyetçileri, öyle mi? Bu kültür gurubun içine giren Vedat Günyol, Nusret Hızır, Mavit Gökberk, Ekrem Akurgal, Orhan Burian, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Nurullah Ataç da aşırı milliyetçi, ırkçı kişiler öyle mi?. Değerli arkadaşlar bu sohbetimizde işte bu insanları, ben size anlatacağım. Herkül Millas tan kopya çeken sağcı Altan Deliorman, Prof.Tahsin Banguoğlu, Prof.Nurullah Çetin gibi sağcı yazarlarla, Murat Belge, Hamza Aktan gibi sahte solcu yazarların da yine ayrı retorikle Türkiye Hümanizması na yaptıkları çok acı ve hakaretamiz saldırıları konuşmamın sonuna koydum, Dagarcık Türkiye sitesinin Temmuz ayındaki makalemde bu uzun analizi okuyabilirsiniz, şimdi kısa keseceğim.

.. MAVİ YOLCULAR Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu gibi bu çember içine koyabileceğimiz nice başka kültür havarileri, magazin tabiriyle Mavi Yolcular diye anılmışlardır, Mavici denmiştir onlara, onlar Türkiye İnsancıllığının veya Türk Hümanizmi nin Anadolucu diye de adlandırılan aydınlanmacı ve ilerici kurucularıdır. Onlara merhaba diyerek sözümüze başlayalım. Bu kişiler, Cumhuriyetin ilk döneminin çoşkulu ve onurlu yılları geçtikten sonra, olup biteni akıl ve bilim süzgeci ile değerlendirmek isteyen çağdaş insanlardır. Çağdaşlıkta daha ileriye ulaşmak istemektedirler.. Başka hiçbir suçları yoktur. Anadolu da yaşayan halkımıza uygarlık, çağdaşlık ve evrensel-ulusal-barış yolunda ışıltılı bir Düşünce Hazinesi sunmuşlardır.. Bu da Türkiye Hümanizmi dir Takipçileri ne yazık ki olmamıştır, benzerleri olmamıştır. Ama günümüzün sosyolojik ve politik olarak karmakarışık toplumsal manzarasında haklı çıkmışlardır. Öncelikle son söyleyeceğimizi en başta özetle söyleyelim: - Mavi Yolcular, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol gibi nice aydınlanmacı ilericiler, genel anlamıyla binlerce yıldır Anadolu da yaşayan Türkiye halkına, daha dar anlamıyla 1000 yıldır Anadolu da yaşayan ve Türk kimliğini hisseden ulusa realiteden kopmadan ve asla ütopik olmayan bir düşünce hazinesi sunmuştur.. Ki bu düşünce hazinesi, toprağının altındaki kültürlerden habersiz, toprak üstünde çeşitli ayrımcı akımlarla param parça olmuş, bağnaz inanç ve ideoloji sistemlerine tutsak edilmiş, sömürücü bir ekonomik düzende hunharca sömürülen, magazin, medya ve futbol imparatorluklarının beyin yıkayan şovları ile uyuşmuş, şimdisi çatışmacı ve karşılıklı intikamcı gündelik olaylara tutsak edilmiş, geleceği ise oldukça karanlık ve umutsuz insanımıza, çağdaş uygarlığı hedeflemek istediği anda el atacağı bir hazinedir. Emperyalizmin kölesi olmadan, esaret yanlısı olmadan, dahası istilacı ve zalim Batı doktrinlerine bağlanmadan, evrensel etik değerlerden hız alan çağdaşlaşma ve uygarlık felsefesinden kaynaklanan bu hazine, aynı zamanda Aydınlanmacı

Cumhuriyet İdeolojisi ne de eklemlendiği için olabildiğince devrimci, insancı ve edebiyat kavramları açısından da ilerici - emekçi bir çizgide ilerlemiştir. Türkiye İnsancılarının bu düşünce hazinesinde Uygar ve Barışçı Türkiye toplumunun tüm ışıltıları çarpıcı biçimde yer alır. Bu dediklerim, en son söyleyeceklerimin en başta sunulduğu bir özet yorumdur. Şimdi girelim konumuza.. BİR ANI Geçenlerde bir Pazar günü öğleden sonraydı.. Çeşme de evimin karşısındaki bir kahvede bulmaca çözüp, gazetelerimi okurken, Lise-1 sınıfı öğrencisi Ege isimli bir sevimli çocuk cep telefonumdan beni arayıp son zamanlarda yazdığı şiirleri göstermek istediğini kibarca bildirdi. Sesinde büyük bir heyecan ve gurur vardı. Az sonra yanıma geldi, koltuğunun altında şiir defteri olduğu halde.. İnönü Lisesi öğrencisi bu kerata, okulunda bir kızı sevmiş, böylece ona dönük gizli şiirler yazmaya başlamış. Sonra kızdan kopmuş, ama defterine aşk ve doğa şiirlerini yazmayı sürdürmüş. Sonra yavaş yavaş evinin bir köşesinde bulunan büyükdedesinin kitaplarını okumaya başlamış, dedesi üzerine yapılan törenlere, panellere katılıp o büyük adam hakkında konuşan yazarları dinlemiş, bu arada beni de dinlemiş ve pek beğenmiş. Sonunda şiir defterindeki şiirler, yavaş yavaş aşk şiirlerinden dedesinin dünyasına göndermeler yapan kavramsal şiirlere dönüşmüş. Hemen şiir defterini kaptım ve Ben bu şiirleri kitap olarak bastıracağım dedim. Havalara uçtu sevincinden.. Ege nin Merhaba isimli şiirini okuyalım: MERHABA Dedemi gördüm Güllerin, papatyaların Arasından Gülümsüyordu.. Yıllardır denizin hasretini Çekiyor Gülerek bizleri

İzliyor.. Sırtında yeleği Altında gömleği Sağ elini kaldırmış Göklere haykırıyor.. Rüzgar gibi Püfür püfür esiyor Estikçe bizlere Merhaba diyor.. İzmir İnönü Lisesi Lise-1 öğrencisi Ege Savaş, büyük dedesi (annesinin dedesi) Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı yı böyle hayal etmiş ve şiirleştirmiş.. Ne mutlu ona.. Eğer Milli Eğitim proğramlarında Azra Erhat ın, Halikarnas Balıkçısı nın kimliği, kitapları ve düşünce sistemi üzerinde durulsa, hakkıyla durulsa, bu önemli düşün adamının dünyası çocuklarımızın hayal dünyasında yaratılabilse, genç, aydın ve uygar beyinler yetişeceğine, halkını ve toprağını ölesiye seven kuşaklar fışkıracağını öteden beri iddia ederim, savunurum. Hani nerde Halikarnas Balıkçısı Üniversitesi? Hani nerde Azra Erhat Üniversitesi? Hani nerde Sabahattin Eyuboğlu Sanat Merkezi? Oysa günümüzde Halikarnas Balıkçısı arkadaşları Azra Erhat, Sabahattin Eyüğolu ve Mavi Aydınlanmacılar dediğim kuşağın düşünce yapısı halkımıza anlatılamadığı için, hatta bu düşünce akımı bastırıldığı için şimdi müthiş duyarsız kalabalıklarla karşı karşıyayız, ya doğamızı tahrip ediyorlar, ya edebiyatımız cıvık bir aşk sarmalına dönüştürdüler, ya da düşünce yapımızı emperyalist bölücü-gerici rüzgarlara teslim ettiler. Egemenlerden bir-iki örnek vereyim yeter..

1- Milyon dolarlarca serveti olan bir zengin, satın alıp evine koyduğu bir Aliye Berger seramiği ile övünürken Bu kadın müthiş bir Macar sanatçısıymış diyebiliyor. Kulaklarımla duydum. Efendim o bir Türk sanatçısıdır, Berger soyadı gayrı müslim eşinin soyadından gelmiştir. Halikarnas Balıkcısı nın yeğeni olur bu hanım.. diyorum. Hayır sen bilmiyorsun, bir zibidi balıkçının yeğeni nasıl olur?.. Münevver bir Macar aristokratıymış diye diretiyor, benimle tartışmaya giriyor ve beni her zamanki gibi ukalalıkla suçluyor. 2- Yıllarca çalıştığım bir büyük medya patronunun gazetesine ilk girdiğim günlerde gece yarısı Halikarnas Balıkçısı ile ilgili bir haber ya pıp hemen sayfaya koymak durumundayım. 1980 ler.. O zaman dijital ortam yok tabii iki.. Haberi yazıyorum, arşive çıkıyorum, Cevat Şakir in fotoğrafını arşivde aramak için isme yazılı dosyaları karıştırıyorum. K harfine bakıp Kabaağaçlı dan bulmak istiyorum.. Yok.. Cevat a bakıyorum yok.. Şakir e bakıyorum yok.. Halikarnas Balıkçısı diye de bir zarf yok.. Halikarnas diye de bir zarf yok.. Bodrum başlıklı on büyük zarfın içindeki yüzlerce fotoğraflara bakıyorum tek tek.. Yok.. Edebiyatçılara bakıyorum yok.. Yazarlara bakıyorum.. Yok.. Ama biliyorum ki, bu gazetede arşiv odasında bir yerlerde bu fotoğraflar var. Sonunda Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabağaçlı nın fotoğraflarını sabaha karşı buluyorum.. Nerede biliyor musunuz?.. Balıkçılar zarfı içinde.. İçinizden yuh diyorsunuz değil mi?.. Duyar gibiyim.. Bu iki örnek yeter mi?.. Sakın bana yüze yakın Türk Dili ve Edebiyatı bölümü olan üniversitelerimizde bir tane adam gibi Mavi Aydınlanmacılar = Türk Hümanistleri üzerine doktora, doçentlik, profesörlük tezi neden yok diye sakın sormayın.. Oysa onu anlamalı ve anlatmalıydık. Çünkü: 1- En sondan başlayayım. Türk hümanistlerinin hemen hepsi bir Turizm figürüdür.. Kimliği, kişiliği, yaşantısı ve Ege- Anadolu uygarlıklarına dönük duyarlıkları ile, rehber kimlikleri ile birer kültür turizmi simgesidir. Bodrum u, Gökova yı, Ege yi onlar öne çıkarmadı mı, yıllar önce?.. Bodrum hala onların mirasını yemiyor mu?.. 2- İkinci olarak bu kişiler birer Kültür üretimcisidir.. Sinik ve sönük kültür hayatımıza bir ivme kazandırmış, düşünceleri ve edebiyat gücü ile bir sanat akımı olduğu kadar bir kültür ekolünü de yaratmışlardır. Mavi düşünmenin, mavi bir hayat yaşamanın kültürüdür bu.. Doğası, mutfağı, bitkisi, denizi, efsanesi ve felsefesiyle Mavici bir kültür gerçekte Anadolu nun nefes alıp verişinin insanca destanıdır. 3- Maviciler, aynı zamanda bir Düşünce akımı yaratıcısıdır. Orijinal reel Anadolu kültürünü harmanlayıp ondan çağdaş sentezlere ulaşmış bir bilgelik yaratmışlardır. Bu, Anadolu yu savunan Troyalı Hektor gibi güçlü biçimde yurdunu savunmaktadır. Batı, Avrupa, Emperyalizm, Anadolu ya dönük Hellenci yayılmacı romantik akımlar, her şeyi Arap Vahabi

Müslümanlığına ve doğmacı Hristiyanlığa bağlayan bağnaz inanç dünyaları, onların düşünce sistemi karşısında eriyip gitmiş, hangi kökten gelirse gelsin tüm Anadoluluların savunacağı bir yurt sevgisi ortaya belgeleriyle ve destansı bir edebi anlatımla ortaya konulmuştur. Az şey mi?.. İşte bu yüzden bize insanca bir düşünce sunan bu öncülere Merhabaa.. diyoruz.. Cengiz Bektaş der ki: Balıkçı, Azra Erhat ve arkadaşları gibiler bize, üstünde yaşadığımız toprakları tanıtıp sevdirdi. Bu insana YURT bağışlamak gibi bir şeydir. Bu konuda en doğru söz budur aslında Şimdi, Hümanistlerimizin kim olduklarını anlamak için düşmanlarını yakından tanımak daha düşündürücü olacaktır. Mavi Yolcular a ırksız, dinsiz, milliyetsiz, ne idüğü belirsiz, Türklük düşmanları diyen sağcı düşünürler (!) ile yine Mavi Yolcular a şoven, gizli milliyetçi, ırkçı, faşist, Türklük budalaları diyen solcu liberal düşünürler (!) önümüzde sıraya dizilsin bakalım. Haydi bakalım Altan Deliorman, Nurullah Çetin gibi sağcılar ile Murat Belge gibi Marksistler (!) ve Hamza Aktan gibi Kürt milliyetçileri ne demiş öğrenelim. Bunlara yanıt vereceğiz. Ama Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat a Türk faşistleri diyen bir başka ulusun gizli ulusçusu Herkül Millas a yanıt vermeye tenezzül bile etmeyeceğim. Çünkü onun gibi düşünenlere, 15 Mayıs 1919 da İzmir Kordonboyu nda Emperyalizme karşı ilk kurşunu atan sosyalist gazeteci Hasan Tahsin gereken yanıtı vermiştir. Benim hesabım bizimkilerle.. Hadi bakalım kolay gelsin Aşağıdaki belgeleri dikkatle okuyalım. Ve sırıtan gerçeği anlayalım. 1)Türkiye Hümanistleri ne sağdan saldırılar: (Nurullah Çetin ve Altan Deliorman örnekleri) Hümanist, Batıcı Anadolu Hareketi ve Mavi Anadoluculuk

Prof. Dr. Nurullah Çetin (26 Kasım 2013 Yeni Mesaj) Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Orhan Burian, Vedat Günyol, Ekrem Akurgal, Nurullah Ataç, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Adalet Cimcoz gibi yazarların öncülüğünü yaptığı, 1940 lı yıllarda öne çıkan Mavi Anadolu hareketi, Müslüman Türk Anadolu algısına karşı çıkarılmış evrensel, milliyetsiz hatta dinsiz, ne idüğü belirsiz bir hümanizm ideolojisine zemin bulma çabasıdır. Bir de modernleşmek, çağdaşlaşmak anlamını yükledikleri batıcılaşmaya vatan bağlamında bir köken bulma çabasının ürünüdür. Yani Osmanlı ve Selçuklu dönemlerini yok sayarak, daha önceki dönemleri ve kavimleri asıl atalarımız kabul ederek, biz zaten hem köken olarak, hem zihniyet olarak, hem de vatan olarak batılıların varisiyiz demek istediler. Ne mutlu Türk üm diyene yerine, Ne mutlu Anadoluluyum diyene diyerek millî kimliği reddederler. Bunlar Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yok sayarak bizi Selçuklu ve İslam öncesi Hititler, Romalılar gibi eski kavimlere bağlayarak, bizi onların; hatta eski Yunan filozoflarının varisi kılarak Türklüğü ve İslamlığı yok sayıyorlar. Bunların amaçları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin kültür politikalarını Türklük ve İslamlık dışına yani Batıya hatta Hristiyanlığa bağlamaktır. Mavi Anadoluculukla yapmak istedikleri biraz da budur. Böyle bir Anadolu tezinin hiçbir geçerliliği, tarihsel değeri yoktur. Zira bugün Anadolu da Eski Anadolu Medeniyetleri denilen Hitit, Sümer, Likya, Lidya, Roma vs medeniyetlerinden yaşayan hiçbir canlı insan ve kültür yoktur. Bu medeniyetler sadece Ankara da Anadolu Medeniyetleri Müzesi nde kalıntıları sergilenen yok olmuş, ortadan kalkmış, yaşamayan, ölü bir medeniyet hatırasıdır. Halbuki Selçuklu ve Osmanlı deneyleriyle üretilen Türk-İslam kültür ve medeniyeti Anadolu da insanıyla, kurumlarıyla, değerleriyle, her şeyiyle dipdiri yaşıyor. O halde Anadolu demek, Türk-İslam varlığı demektir. Mavi Anadolucular, Eski Yunan mitolojik efsanelerine, Ege ve Akdeniz'e kıyı şeridi olan bölgelerindeki eski medeniyet kalıntılarına önem verdiler. Hümanizm, tevhid dininin insanlara takdim ettiği, öğrettiği tanrı kavramına karşı ve tepki olarak çıkarılan insanın tanrı olarak kabul edilmesidir. Yani mesela İslam ın Allah ı reddediliyor, tanrı olarak insan kabul ediliyor. Bu inanış da aslında Eski Yunan filozofu Protagoras un: İnsan her şeyin ölçüsüdür. Sözüne dayanır. Ortaçağ sonrası Reform, Rönesans, Aydınlanma, Pozitivizm dönemleriyle birlikte insanın pozitif bilimlerle cenneti dünyada gerçekleştireceği; dolayısıyla asıl tanrının insan olduğu anlayışı gelişti. Zaten Rönesans, Aydınlanma,

Pozitivizm, modernizm dediğimiz yeni dönemler, Eski Yunan ve Latin dönemlerinin işlenerek yeniden üretilmiş şeklidir. Modern bir din haline getirilen insanın tanrılığını esas alan hümanizm, antikiteden beri var. Batı medeniyetinin, çağdaş Batının temeli de Eski Yunandır. O halde bizim hümanistlerin, Mavi Anadolucuların yapmak istediği de bu. Yani çağdaş modern Batı medeniyetine eklemlenmek istiyorsak Eski Yunan kültür ve düşüncesine bağlanmamız lazım. Eski Yunan ın anavatanı da Ege bölgesidir, yani Anadolu dur. O halde biz Eski Yunan ın varisiyiz, demek istiyorlar. Bilimsel anlamda yapılan arkeoloji çalışmaların, Eski Yunan ve Latin klasiklerinin çevirilerinin asıl amacı, bu vatanın, Anadolu nun Türklere değil; batılılara ait olduğu tezini ispatlamak ve gerçekleştirmektir. Halbuki Eski Anadolu medeniyetleri dediğimiz, Osmanlı ve Selçuklu dönemleri öncesine ait Sümer, Hitit, Frig, Lidya, İyon, Akad ve Bizans gibi topluluk ve devletlerin, şunların bunların kültür ve kalıntıları müzelere aittir, gerçek hayatta ve yaşayan toplumda bir karşılığı yoktur. Bugün Anadolu da var olan kültür ve medeniyet Türk-İslam kültürüdür, toplum da Müslüman Türk toplumudur. Günümüzde Anadolu da pek çok yerde otel, lokanta gibi değişik kurumlara milletimiz, cehaletinden dolayı Eski Anadolu medeniyetlerine ait isimleri veriyorlar. Bu çok büyük bir hatadır. Bu tutum Batılılara koz verir. Anadolu nun tapusunun Müslüman Türklere değil de eski kavimlere ait olduğu kozunu verir. O yüzden müzelerde kalması gereken İslam ve Türk öncesi kültürü canlı hayata taşımamak gerekiyor.. Nurullah Çetin KİMDİR? 1964 Kütahya Simav doğumlu 02 Kasım 1999 tarihinde "Doçent Doktor" unvanını aldı ve Mart 2000 tarihinde de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Doçentlik kadrosuna atandı. 26 Nisan 2005 tarihinde de profesörlük kadrosuna yükseltildi. Hâlen "Profesör Doktor" unvanıyla öğretim üyesi olarak bu görevine devam etmektedir. EK: Ekşi Sözlük Nurullah Çetin maddesinden birkaç alıntı: a) derslerinden "yüksek milliyetçilik şuuruyla" geçebileceğiniz biricik hocadır. ha bahsettiğimiz milliyetçilik türk milliyetçiliği. onun dışındaki hiçbir milliyetçiliğin bahsi dahi tartışılamaz.* b) milliyetçilik ayağına bizi yeni türk edebiyatı bazında çok eksik bıraktın hocam. çookkk...

İKİNCİ ÖRNEK: İhanetin asıl sebebi, Türk asıllı olmamak kompleksidir Altan Deliorman - ORKUN dergisi, 57.Sayı Prof.Dr.Banguoğlu,Anadolu-Milleti-iddiacılığına-teşhis-koyuyor: Atatürk, delilsiz nazariyeler koymadı mı, tersini de biz koyarız dediler. Bu arada Biz Atatürk ün fikirlerini destekliyoruz demekten de utanmadılar. Ama Efendiler, Atatürk onu Türk adını ve Türk medeniyetini yüceltmek niyetiyle yapıyordu. Siz ise Türk medeniyetini inkâr etmek ve Türk adını dünya tarihindensilmek-ihaneti-içindesiniz Röportaj: A. Deliorman: Efendim, son zamanlarda Anadolu kültürü, Anadolu Milleti gibi birtakım deyimlerle karşılaşmaya başladık. Böyle bir cereyan, adeta zorla meydana getirilmeye çalışılıyor. Hatta, sorumlu makamları işgal edenlerin de bu cereyana sarıldığı, en azından ondan yararlanmaya çalıştığı görülüyor. Bugünkü Millî Devlet imizin sınırları içinde yaşayanlara, Adalar Denizi kıyılarından yeni atalar icat ediliyor. Bir bakıma biz hepimiz, Türkçe konuşan Yunanlılar halinde telâkki ediliyoruz. Bu yeni moda Yunancılığın meydana çıkışı nasıl oldu? Siz, uzun politika ve fikir hayatınız itibariyle, bu cereyanın kaynaklarını en iyi bilenlerdensiniz.bukonuda-bizi-aydınlatırmısınız? T. Bonguoğlu: Bu Halikarnasçılık, bu Anadolu Milleti safsatası nereden çıktı? Bunu anlamak istiyorsunuz. O yıllarda ben politikaya yakın ve fikir hayatının içindeydim. O şartların getirdiği hadiselerden biri. Sizi birazogünleregötürmeliyim. Atatürk büyük bir şöhret bırakmıştı. Ondan sonra onun yerine gelenler hep bu büyük şöhrete sarılarak hakim olmak yolunu tuttular. Onun koyduğu resmi ideolojiye onun bıraktığı rejime hatta onun nazariyelerine sıkı sıkıya bağlı göründüler. Günümüze kadar. Onun fikriyatına taban tabana zıt düşünceler taşıyanlar, o yolda faaliyetlere girişenler de hep onun adını kullandılar. Zaten onun sadık ve kullanışlı bir başvekil olarak seçtiği İsmet Paşa da onun sağlığında kendi kafasına göre işler yapmaya başlamıştı. İnönü sonraları açığa vurduğu şekilde sosyalistti. Mustafa Kemal Paşa onu bu yönden frenlemek için zaman zaman karşısına serbestçi rakipler çıkarmıştır (Fethi Bey, Celal Bey). Ama 1930 lardan başlayarak İsmet Paşa ya bu kanadından sosyalist aydınlar yanaşma y olunu bulmuşlardı(kadrocular).

İnönü cumhurbaşkanı olunca hemen kavradı ki, bu tek parti rejimini yürütüp hâkim olma, ancak o büyük şöhrete yaslanmakla mümkün olacaktı. Yani para, pul, makam, meydan hep Atatürk ün resimleriyle donatılacak, rejim, ideoloji onun adını taşıyacak, ekonomik, dış politika aynı sloganlarla yürütülecek (altı ok), ama o kendisi Millî Şef, Değişmez Genel Başkan olarak çok farklı fikriyatı ve bambaşka icraat yolunda olabilecekti. İşte Atatürkçülük, rahmetlinin ölümünden sonra böyle oldu. Aslında bizim şimdi dindarlığa ve milliyetçiliğe düşman, doktriner-sosyalistbirmillî-şefimiz-vardı. A. Deliorman: İsmet Paşa nın bu eğilimleri, Anadolu kültürcülerinin türemesi için elverişli bir ortam teşkil etmiştir diyebilir miyiz? Kimlerdibunlar,maksatları-neydi? T. Banguoğlu: Ben, 1936 dan beri Ankara da yeni açılan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi nde doçenttim. Bu fakülteye Hitler le bağdaşamayan değerli bir çok Alman hocalar da getirilmişti. Yeni bir kadro yetiştirmek için çoğu Batı memleketlerinde tahsil görmüş gençler de buraya veriliyordu. Şimdi on beş yıldan beri tartışılmamış bir resmi ideoloji yerine bazı fikir hareketleri olması mukadderdi. Ama bunlar ancak Millî Şef in bilinen eğilimleri çerçevesinde ve onun tutumuna göre ekini belli etmeksizin başarılmalıydı. Bu çok başlı fikir hareketinin bir kaynağı da bizim Dil Fakültesi oluyordu. Öyle ya, bu Avrupa, Amerika görmüş(!) gençlerin de bu çorbada tuzları olmalıydı. Meraklıları da az değildi. Bunlardan bir takımı Kari Marx ı okumuşlardı, hızlı bir çıkış yapıyorlardı. Derslerinde biraz kapalı, odalarında açık onun propagandasını yapıyorlardı. Yeni hiç bir şey getirmemişlerdi, ama çocuklar için bunlar çok yeniydi. Benim de bazı iyi talebelerimi çelmişlerdi. Remzi Oğuz la başbaşa dertleşiyorduk. Behice Boran, Pertev Boratav, Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, hanımı. Sonraları açığa vurdular dergiler çıkardılar. Yeterince korunuyorlardı. Bu fikirler Konservatuar a falan, Siyasal Bilgilere buradan sıçradı ve orada daha ilmileştirildi(!) Şimdi daha eskileri Şevket Süreyya, Vedat Nedim, İsmail Hüsrev v.b.) bunların ağabeyleri oldular. Ama onlar-artık-devletin-itibarlı-mevkilerindeydiler. Yine bizim fakültede daha çok tarihçiler ve arkeologlar, (Enver Ziya, Ekrem Akurgal v.b.) daha mülâyim ve zararsız görünen bir isim altında (hümanizm) çok iddialı ve yepyeni bir nazariye(!) ortaya atıyorlardı. İlk bakışta insana Türk tarihinin, Türk medteniyetinin gerçekleriyle düşmanca bir şaka gibi gelen bu iddia Maksatları nedir? diye düşünülünce ağır bir mâna kazanıyordu. Düşünüyorsunuz Bu adamlar profesör, bu bahsi de biliyorlar ve okutuyorlar.

Bizim son bin yıllık tarihimiz ise güneşler gibi aydınlık. Böyle bir safsatayı ne cür etle ve nasıl maksatla ortaya atıyorlar? Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle: Efendim, XI. Yüzyılda Ortaasya dan bu Anadolu ya bir takım Türkler gelmiş. Bunlar göçebe (barbar). Medeniyet denecek bir şeyleri de yok. Anadolu ise eski, büyük medeniyetlerin beşiği. Yüksek medeniyet ve kültür sahibi bir halk ile meskûn. Zaten bir avuç göçebeden ibaret olan Türkler, bu yoğun medeni yerli halk içinde erimişler, onlarla kaynaşmışlar ve bu yerli medeniyeti benimsemişler, yani burada medenileşmişler. Burada yerlisi galip yeni bir millet oluşmuş. Biz artık Türk kanından değil, bu yeni milletin kanındanmışız. Bu milletin adı da Türk milleti değil, Anadolu milleti olmalıymış. İnsanı da Türk değil, Anadolu insanı. Türk medeniyeti diye adlandırılacak yeni bir şey de yokmuş. Olanlar hep o büyük Anadolu medeniyetinin devamı imiş. Siz düşündünüz ki, Bunlar baştan kendi kendilerine Nazariye değil mi, biz de koyarız. Atatürk delilsiz nazariyeler koymadı mı? Tersini de biz koyarız. Gerçi arada Biz Atatürk ün fikirlerini destekliyoruz demekten de utanmadılar. Ama Efendiler, Atatürk onu Türk adını ve Türk medeniyetini yüceltmek niyetiyle yapıyordu. Siz ise Türk medeniyetini inkâr etmek ve Türk adını dünya tarihinden silmek ihaneti içindesiniz. Öteden beri Batı hayranlığı yoluyla hümanist geçinen bazı aydınlar da bunlara katıldılar (Sabahattin, Rahmi, Nurullah Ataç ve çevreleri.) Birlikte kazılar yaptıkları yabancılardan da teşvik gördükleri söylendi. Bunların da onlara yeni buluntulardan değerli hediyeler(?) verdikleri yayıldı. Ama mühim olan Millî Şef in de bu nazarıyeden hoşlanmış olduğu haberiydi. Hasan Ali Bey onun zaaflarını iyi biliyor ve bütün bu türlü münasebetleri ustaca idare ediyordu. Ayrıldıktan sonra 7 yıl, 7 ay, 7 gün Eğitim Bakanlığı yapmış olmakla öğünmesi yerindeydi. İşte bu sıra Tercüme Bürosu açıldı. Burası bütün bu türlü ileri fikirlerin(!) dağıtım-merkezi-oldu. Sanırım bunlar Halikarnas Balıkçısı nı daha sonra keşfettiler. Böyle bir nazariye için tam bir prototip. Bir baba katili, Yunan ahlakına göre bir kahraman. Bundan sonra nazariye işlendi. Dergiler çıkardılar (Hep Bu Topraktan), kitaplar yazdılar. Sizi daha az bilinen tarihi devirlere sürüklediler mi yutturmacılık kolaylaşır. Biraz da eski denemelerden faydalanarak bizi, bizi değil ya, bu Anadolu milletini iyonyalılara, Lidyalılara, Karyalılara, öbür yandan Frigyalılara, Hititlere, Sümerlere bağladılar. Eh madem ki artık Yunanlılara dayandık, Anadolu muza bir de öyle mitoloji, bir de ilâhe (Tanrıça) lâzımdı. Onu da bulduk. Kibele,Halikarnasda(hâlâ)Kâbelerioldu. Canım, ben size bu hezeyanın başlangıcını anlatmış oldum. Derginizde sizin bir yazınızı-okudum,-sonralarınısizbendendahaiyibiliyorsunuz. A.Deliorman:Peki,sizozaman-bunu-nasıl-izahettiniz? T. Banguoğlu: Bir vazife almış gibi çalışıyorlardı. Biz doluya koyduk almadı, boşa koyduk dolmadı. Atatürk, çevresindeki aydınları iyi tanımıştı. Bunun için Ne

mutlu Türk üm diyene! demişti. Ama çok nadir de olsa bunu diyemeyen, demek istemeyen bazı aydınlar vardı. Belki başka bir soydan gelmiş olmanın uzak hâtırasını taşıyorlardı. Gerçi bu memlekette onlara Nerelisin, soyun sopun nedir? diye soran bir tek kimse yoktu. Biz Osmanlı Türklerinin geleneği buydu. Ama Türk asıllı olmamak kompleksi bu insanı Türk düşmanı olmak ihanetine sürüklemişse bunu-yapabilir -diye-düşünmek-istedik. A.Deliorman:AmaHocam,bu-safsata-yayılıyor. T.Banguoğlu: Fikir olarak değil, moda olarak. Bu türlü bazı hezeyanlar çevre müsait olursa modalanır. Bunu solcular modalandırdılar. Gerçi onların mezhebinde soy sop gibi kavramlar yoktur. Ama milliyet kavramını çürütmek için her fırsattan, her vasıtadan faydalanmaya çalışırlar. Oysa milliyetçilik bir nazariye değil, bir cemiyet için tabiî, organik bir kurumdur. Türk milliyetçiliği... Yüce dağlar gibi muazzam bir iman-yapısı.-kazma-kürekle-yıkılacak-bir-şey-değil. 2)Türkiye Hümanistleri ne Marksist (!) ve Liberal (!) saldırılar (Murat Belge ve Hamza Aktan örnekleri) Mavi Anadolu Tezi ve Halikarnas Balıkçısı Murat Belge (sayı 210 - Ekim 2006 )- Birikim Türk edebiyatında genesis temasının işlenmesi gibi bir konuyu ele alan bir kitapta, Mavi Anadolucular diye adlandırılmış grubun da incelenmesi gerekir, çünkü onların da bu genesis konusuna ilginç ve özgün bir yaklaşımı vardır. Öte yandan, daha çok roman alanına odaklanan bir kitapta bu yaklaşımı ele almak güç, çünkü grubun üyelerinin bu konuda yazdıkları (benim bildiğim kadarıyla) roman türünde değil. Tezi oluşturan Halikarnas Balıkçısı dır. Ama romanlarında (tarihî olanlarında da) pek bu konuya girmemiştir. Bunu düzyazılarında, denemelerinde, en çok da yazıya geçmemiş konuşmalarında geliştirmiştir. Aynı gruptan Melih Cevdet ise bazı şiirlerinde bu temayı işlemiştir. Romana yansımamış olsa da, önemli bir tema olduğu için, gerek tezin kendisi, gerekse edebiyatta işlenişi üzerinde durmak istiyorum. Önce tez den başlayalım: Halikarnas Balıkçısı nın (Cevat Şakir) işlediği kadarıyla bu tez büyük ölçüde Batı Anadolu yla, İonia ile sınırlıdır. Cevat Şakir, İonia ile bugünkü Yunanistan arasında büyük kültürel-entellektüel farklar olduğuna inanmıştır. Ona göre, Tales ten Demokritos a maddeci Yunan felsefesi İonia nın ürünüdür, Anadolu da yaşayan filozoflar tarafından geliştirilmiştir. Ama bu

demokratik felsefe, Yunan karasında Sokrates ve Platon un elinde idealist ve totaliter bir felsefeye dönüştürülmüştür. Cevat Şakir, halk dilinde geçen çeşitli ad ve kelimelerin İonia kökenlerinden geldiğini kanıtlamaya çalışır: örneğin zeybek adı Bakkhos tangelmedir (oysa bu, Yunanca adı Dionyssos olan tanrının Latince adı) ve zeybek oyununda yapılan hareketler, atılan ağır adımlar veya yere diz vurmalar, şarap üretmek üzere üzüm ezilirken yapılan hareketlerdir. Buna benzer bir biçimde kıble nin de tanrıça Kübele den geldiğini iddia etmiştir. Bunu da onaylamak zordur çünkü kelime Arapçadandır ve Arapçanın üç konson kuralı çerçevesinde kaf be ve lam köklerinden türemiştir (bu bakımdan İbranice kabala ile de akrabadır). Bu yakıştırmalarda pek fazla alınacak mesafe yoktur. Öte yandan, İonia kültürünü beğenip kendimize mal etmemizden ötürü, Ege nin öteki kıyısındaki Helen kültürünü aşağılamanın gerekçesini anlamak da kolay değildir. Bu herhalde insanlara bir öteki ve bir düşman ın gerekli olmasının bir sonucu. Ayrıca, teorinin doğru olması veya olmaması açısından da, bunlar çok önemli değil. Türklerin kendilerinden önce burada yaşayan insanlar arasında gelişmiş kültürden yararlanmış olacakları, kendi başına, bayağı aklı başında bir varsayım, doğal karşılanacak bir durum. İlle zeybek veya kıble ye gerek yok; ayrıca, kolyoz ile kefal veya fener ile kavanoz ya da kerata dediğimizde, arada ne biçim bağlar olduğu ortaya çıkıyor. Teoriyi İonia dan Anadolu ya yaydığımızda, Türk-Tarih Tezi ne bazı bakımlardan benzeyen, ama onu çok daha kabul edilebilir bir zemine oturtan bir manzarayla karşılaşıyoruz. Tarih Tezi nin Sümerlerden Hititlere ve Yunanlardan Etrüsk lere herkesi Türk yapan anlayışı ortadan kalkıyor, biz onlara veren değil, onlardan alan oluyoruz; ama ilişki çok fazla değişmeden kalıyor. Açıklama nın temeli ırk olmaktan çıkıyor, kültür oluyor. Arkeolog Ekrem Akurgal da buna yakın bir teori geliştirmişti: Hattilerden başlayarak, Anadolu topraklarında yerleşmiş bütün medeniyetlerin mirasçısı olduğumuzu ileri sürüyordu. O da bunu DNA ile geçen bir bağa indirgemiyor, kültürel kalıtımdan söz ediyordu. Onlar biyolojik anlamda bizim atalarımız olmasa da biz kültürel bakımdan onların çocukları sayılırız diyordu. İlginçtir, bu teoriyi Turgut Özal da benimsedi ve kendi adıyla yayımlanan küçük bir kitabı Gündüz Aktan a yazdırdı. Benim bu kitapta bir ölçüde kurcaladığım askerlik/medeniyet ikileminde o da medeniyetten yana bir çözüm arıyordu. Çözüm o tarafta aranınca bu coğrafi bölgedeki tarihi medeniyetlerle böyle bir miras bağı kurmak en akla yakın çıkış yolu gibi görünüyor.

Peki, böyle bir teori savunulabilir mi? Böyle bir soruya kestirme bir cevap vererek inandırıcı bir sonuca varamayız. Ama bugün bu ülkede yaşayan insanların gerçekten de o eski medeniyetlerle bir bağlantı içinde varolduğunu söylemek herhalde pek inandırıcı olmayacaktır. İnanmakta en fazla zorluğu çekecek olanlar da, bu mirası devraldığını iddia ettiğimiz halk olacaktır. Öte yandan, bu miras devralma işinin ille de biyolojik bir soy sorunu olmadığını unutmamalı. Bugün Anadolu da yaşayan bir köylü, yakınında bulunan bir Yunan ya da Roma ören yeriyle sadece orada bulabileceği define veya kullanabileceği taş gibi ögeler nedeniyle ilgilenebilir. Bunu da, o medeniyetten gelmemesiyle açıklamak bize inandırıcı gelebilir. Ama aynı köylünün Osmanlı geçmişiyle biyolojik diyebileceğimiz bir bağlantısı vardır. Buna rağmen, Osmanlı sanat eserleri, mimarisi v.b. bugün bu ülkede yaşayan insanlara son derece uzak. O halde, hesaba katılması gereken etkenler farklı olmalı. Bağlar varolan koşullar içinde böyle kopabiliyorsa, o halde başka koşullar yaratıldığında kurulabilir de ya da, öyle mi? Evet, bunun böyle olduğunu düşünüyorum. Birçok kereler söylediğim gibi, gelenek dediğimiz şey, her zaman ve her yerde, bir vakit olmuş şeylerin daha sonraki oluşumlarda da tekrarlanmasıyla biçimlenmez. Aslında daha sık görülen durum, yaşadığımız noktadan geriye bakarak kendimize gelenek beğenip seçmemizdir. Bu böyle olunca, A ögesini olduğu kadar B ögesini de seçebiliriz; A dan bir gelenek kurduğumuz kadar B den de kurabiliriz. Ankara daki ünlü Hitit geyiği kavgası bu çerçevede ilginç bir örnek. Hatırladığım kadarıyla eski belediye başkanlarından Vedat Dalokay bu geyik heykelini Ankara nın simgesi haline getirmek istemişti. Daha sonra Melih Gökçek geyiği yerinden sökmek üzere bir savaş başlattı. Onun gelenek ten anladığı başka bir şeydi. Bugünkü genel ideolojik yapının Gökçek i desteklediğini söylemek mümkün. Ne var ki, bu da sonuçta konjonktürel bir durum. Gökçek ten yana çünkü onun milliyetçimukaddesatçı anlayışına yatkın, onu pekiştiren bir eğitim sistemi içinde yetişiyoruz. Bu koşullar değişirse geyiği benimseyenlerin sayısı da artabilir. Peki, gelenekler, insanlar farkında olmaksızın yaşayamaz mı? Yaşayabilir tabii ve muhtemelen gerçek gelenekler, böyle olanlardır. Bu topraklara sonradan gelen her topluluk, önceden burada olanlardan bir şeyler öğrenmiştir. Bu zaten tarihin genel bir kuralıdır. Sonradan gelen genellikle askerî fatih tir, ama yerleştikten sonra yerli kültür onu fetheder. Bu, doğal olarak, geleneklerin de devamı demektir. Osmanlıların

sözgelişi Bizans tan aldıkları konusunda epey bir fikrimiz var. Ama Bizans kendinden öncekilerden aynı şekilde yararlanmamış mıydı? Böyle böyle, gene Hatti başlangıcına kadar gitmez miyiz? Bazı alanlarda, belki. Ama, Bizans diyoruz örneğin... Bizans Doğu Roma ydı. Doğu Roma nın ise, Batı Roma dan aldığı pek çok şey vardı. Bunlar da, o Roma mirasının parçasıydı; yani bu mirasta Batı nın da payı vardı. Belirleyici dönemeçler her zaman büyük kesintilere, kopuşlara yol açmıştır. Ama kesinti olmayan alanlarda da, örneğin devam eden bir gelenekte de, geleneğin temsil ettiği şeylerin algılanması tamamen değişebilir. Britanya da Morris Dansı diye bir şey var; besbelli ki geleneksel! Ama, zamanında neyi temsil ediyordu? Bunun çok kesin bir cevabı yok, çünkü unutulmuş. Bugün de yapılıyor, ama sırf gelenek diye. Jessie Weston, klasikleşmiş From Ritual to Romance ında, buna benzer bazı âyinlere değinmişti. Bu âyinlerde erkeklik organını temsil eden ince uzun nesnelerle kadınlık organını temsil eden kâse veya tabak gibi nesnelere vurulduğunu ve bu temasın doğaya bereket, ekinlere bolluk getirmesini sağlayacağına inanıldığını anlatmıştı. Arthur efsanelerindeki kılıçlı şövalyelerin kıtlık zamanında Kutsal Kâse yi aramaya çıkmalarını da bu daha eski simgelere bağlıyordu. Çünkü bu tarımsal topluluklar çağını daha savaşçı dönemler izliyor ve bu gibi âyinler kılıç dansı türünden yeni âyinlere de dönüşebiliyor. Weston Britanya folklorundan söz ediyor ama ( Kılıç Dansı bölümünde) bu yeni perspektifte Bursa Kılıç Kalkan Oyunu nun kökenleri üstüne bir spekülasyona dalabilirsiniz. Daha birçok benzer örnek bulabiliriz. Sözgelişi, Boğaziçi boyundaki tepede yatan Yuşa Efendi nin 12 metrelik mezarının İslâm-öncesinde de orada olduğu biliniyor. Zaten adı da Tevrat tan. Kurcalayınca, Argonaut ların seferinde Pollux un burada öldürdüğü dev-kral Amykos a kadar gidiyoruz. Ya karşı kıyıdaki Telli Baba? Onun da daha önce bir Hıristiyan azize (bu çöpçatanlık işleri daha çok kadınlara yakıştırıldığı için dişileştiriyorum) ve ondan da önce bir pagan kültüne uzandığı düşünülemez mi? Bunların hepsi muhtemelen böyledir. Ama dediğim gibi, büyük dönemeçler, bazı gelenekleri devam ettirse de, anlamları üzerinden süngerle geçer. Bursa oyununa bugünkü gözle bakan adamın zihninde bambaşka kavramlar var; bunlarla yüzlerce yıl öncesinin bereket âyini arasında bağ kuramayız. Yuşa nın mezarı kıpır kıpır. Ama oraya giden bu çağdaş Müslümanların zihnindeki, ermiş le ilgili düşünceler Amykos la herhalde hiç bağdaşamaz.

Zaten bu nedenle, geleneklerin bu kadar uzun zaman süreklilik gösteremeyeceğini gördüğüm için, tarih boyunca bozulmaksızın ileri çağlara atlayan öz lerin ancak hayal gücünde varolacağını bildiğim için, bütün bu genesis bulma çabalarının boşuna olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda, Mavi Anadolu grubunun bize kabul ettirmeye çalıştığı genesis in de ötekilerden daha inandırıcı olduğu kanısında değilim. Kâğıt üstünde baktığımızda, ötekilerden daha az şoven, daha az dışlayıcı olduğunu söylemek mümkün gibi görünüyor; ama tezi bizzat yaratanların çeşitli kitaplarında başka konularda konuşma tarzlarına bakınca, pratikte burada da milliyetçiliğin ve dogmatizmin başka yerlerdekinden daha az olmadığını görüyoruz. Ayrıca, örneğin Azra Erhat ın Mavi Yolculuk hakkında yazdıklarını okuyunca, bunları yaratan hayal gücünün dinî ayin anlayışından fazla uzak olmadığı sonucuna da varıyoruz. HALİKARNAS BALIKÇISI Cevat Şakir in Halikarnas Balıkçısı olarak tanınmasını sağlayan kitapları, kırklar ve ellilerde yazdığı, hepsi de denizle ilgili romanları (örneğin Aganta Burina Burinata) ve denemeleridir (örneğin Gülen Ada, Yaşasın Deniz, v.b.) 1960 larda, Uluç Reis (1962) ve Turgut Reis (1966) adında iki tarihî roman yazma gereğini duydu. Bu romanlar, bence, niçin yazıldıklarını kendileri açıklayamıyorlar. Benzer adlarla benzer temaları işleyen, popüler dediğimiz romanlardan farklı bir şey görmek mümkün değil. Şüphesiz, Cevat Şakir formel bir eğitimi tamamlamış bir kimse olmamakla birlikte, çok okumuş, çok şey bilen (bir kısmını uydursa da) biri; dediğim o popüler romanları yazanların çoğunun birincil özelliği ise cehalet. Bu bir fark elbette, ama doğrudan estetiğeilişkin bir fark değil. Estetik alanda Cevat Şakir in yaptıkları bu tip kitaplardan kendini ayırmıyor. Aynı yoğun ve temelsiz şovenizm bunlarda da bulunuyor. Buyurun, daha ikinci sayfadan başlıyoruz: Ve Türkleri öldürmek, Türk kanı içmek susayış ile... Ege kıyılarına doğru yelken açtı! Bu, başka yazılarından bildiğimiz Halikarnas Balıkçısı na yakışan bir üslûp değil. Ama bu, durmadan karşınıza çıkıyor: Valnero adında biri, Dümenci dümen kullanırken pek yalnız kalıyor diyor; onun sağında ve solunda, her iki günde bir Türkü kazığa çaktırıyorduk ki, dümencinin canı sıkılmasın ve konuşacak adam bulsun (Uluç Reis, s. 32). Türk olmayanları anlatma tarzı, onlara bulduğu sadizm biçimleri v.b., başta Nihal Atsız, hiçbir milliyetçi-faşist Türk yazarını aratmıyor. Canavarlaştırma stratejisinin yanısıra, bu tip edebiyatın cephaneliğinde bulunan öteki karalama trüklerini de kullanıyor; örneğin, kadınlaştırma (bu bir aşağılama tekniği): Fransızlar uzun saçlıymış, hepsi uzun saçlıydı ya; hattâ onları biz zenne sanmıştık da şaşırmıştık... (U.R., s. 122) Bu olay durmadan tekrarlanıyor. Veya pis oluyorlar: İspanyol, Maltız, Ceneviz, Venedik ve Papalık gemileri, pislikten ve bitten ve insanın içini bulandıran fena kokulardan bir lağıma benzerken, Türk gemileri baştan başa gemiyi şartlama denilen esaslı temizleme ve yakınmalara tabi

tutuluyordu. (a.y., s. 101) Gülünçleştirme de (ama en kabasıyla) eksik değil:... kaba etlerine de bir ok saplandı. Dük dö Loren, ardına takılan o sun i kuyrukla... (a.y., s. 10) Hıristiyan kadınlarla ilgili şu sözlerle milliyetçi bayağılık doruğa varıyor: Hep kendilerine tecavüz edildiğinden bahsediyorlar; fakat asıl tuhafı tecavüze uğramalarını dört gözle bekliyorlar. (a.y., s. 243) Bulvar gazetelerinin Türk erkekleri gibisi yok diyen üstsüz Helga sı da Halikarnas Balıkçısı nın romancı imgeleminde kendine bir yer buluyor. Bu arada, iyi firenk de, Hazreti İsa ya ve onu doğuran Bakire Meryem e basardı küfürü (a.y., s. 19). Ama bu düşmanlık yalnız Batılılara ayrılmamış; Türk milliyetçiliğine uygun biçimde, Araplar da paylarına düşeni alıyorlar. Kaypak, ham ve benzeri meziyet lerle donanmış durumda onlar da. Şarlken in bu heybetli seferinin tam bir dayakla sona ermesine ramak kalmıştı. Ne var ki, tam bu sırada Tunusluların yarısı düşman tarafına dönerek onunla işbirliği etti. Geri kalan Tunuslular da kaleye kaçtılar. (s. 312) İhanetleri böylece sürer gider: Nelerin hazırlandığı düşman tarafından haber alındığına göre Türklerin ne hazırladığını haber veren Arap casuslar vardı. TÜRKLÜK VE KÖKEN MESELESİ Yazının başında değindiğim, kültürel mirasçı teorisini başlatmış bir yazarın bu romanların her sayfasına sinen ırkçı-milliyetçi söylemi şaşırtıcı. Bunu şimdi köken konusunu sorun haline getirişinde gözlemleyelim. Türklerin denizle geç tanıştıkları ve yaşadıkları yer bakımından denizle içli dışlı olanlar da bulunduğu halde, çoğunluğun deniz ve denizci kültüründen uzak yaşadığı bilinir. Osmanlı donanması, daha çok hayatına korsan olarak başlamış reislerin komutasında varlık göstermiştir. Bu reislerin birçoğu da Hıristiyan kökenliydi. Örneğin Turgut Reis in anne-babasının Rum olması ihtimali güçlüdür. Ancak, Türk kaynakları bu iddiayı ciddiye almazlar. benzer biçimde, Hızır Reis ve kardeşlerinin babalarının Rum dan dönme bir timar beyi olduğu kuvvetle muhtemel, annelerinin Rum olduğu da kesindir. Halikarnas Balıkçısı, Turgut Reis le ilgili bu güçlü ihtimale önem vermeye hiç niyetli görünmüyor. Tersine, kitaba doğumunu anlatmakla başlayarak böyle bir ihtimali zihnimizden silmek üzere davranıyor. Başka kitaplarında da rastladığımız yiğit kadın (Veli nin karısı) çocuğun geldiğini hissedince çoğalacağım der ve kendi kendine dağ başında doğurur, yürüye yürüye eve getirir.

Turgut Reis in soyu sopu tartışma götürür bir konu sayılabilir. Ama Uluç Ali Reis in bir Kalabriyalı korsan olarak tutsak düştüğü ve din değiştirerek Türk korsanlarına katıldığı genel kabul görmüş bir bilgidir. Oysa bu durum Halikarnas Balıkçısı nın hoşuna gitmiyor. İtalyan korsanların annesiyle birlikte Kalabriya ya kaçırdığı bir Türk çocuğu olmasına karar veriyor. Böyle bir kaygıyı vahim buluyorum. Türk milliyetçilerinin istedikleri her tarihî olguyu her istedikleri kılığa sokma sorumsuzluklarının sonuçları bir yana aslında kurtaracak bir durum da yok burada. Kökeni ne olursa olsun bir insan bir topluluğun kültürü içinde yetişmiş ve onu benimsemişse, bu biyolojik kökenin bir hükmü kalmaz. Evrensel dinler bunu her zaman bildikleri için kapılarını da kendilerine katılmak isteyeceklere açık tutmuşlardır. Ama modern çağın ideolojisi olan milliyetçilik bu ulusal köken konusunu mutlaklaştırarak dinciliğin çok gerilerine düşmektedir. Örneğin Rüstem Paşa dan söz ederken, Hırvat kökenli olmasını düpedüz bir suç gibi görmektedir: Hırvat yani kul yani tutsak çeşidinden olan Rüstem Paşa sarayda yetiştiği için dalkavukluk sanatının sembolü idi. (Turgut Reis, s. 303) Buradan, Barbaros un ölümünden sonra kardeşi Sinan Paşa yı Kapdan-ı Derya yapmasına geçiyoruz. Berbat bir olgusal yanlış: Bu adam da Enderundan diploma almış ve Kanunî nin kızı Mihriban la evlenmişti. Doğru ad Mihrimah ve evlenen Sinan değil, Rüstem Paşa. Ama Enderun a reva gördüğü aşağılama ve Hırvat diye adamdan saymaması bu olgusal yanlıştan çok daha ciddi (Uluç Reis, 366 da aşağı yukarı aynı laflar var). Hıristiyanların özellikle daha batıda yaşayanlarının kötü olduğunu görüyoruz. Bu durum Kemal Tahir i akla getiriyor ve Batı kavramıyla görülememiş bir hesap olduğunu anlatıyor. Ama biraz önce, Arapların da Arap olarak kötü olduklarını görmüştük. Ama herkes nasibini almaktadır. Örneğin,...bunların anlatacakları acem düzmeleri değildir (Uluç Reis, s. 156) diye bir cümle okur geçeriz. Şimdi, şuna da bakabiliriz:... Hepsi de Afrika zencilerindendiler. Sıcak havada leş gibi kokuyorlardı. (Turgut Reis, s. 16-17) Bu zencilere aynı şekilde düşman olmadığını görüyoruz, ama kokularını belirtmeden edemiyor. İspanyollar onlara o kadar kötü davranırmış ki bunlar da yamyam olmadıkları halde bir İspanyol yakaladılar mı onu hemen yavaş ateşte kızartırlar ve yalnız yüreğini kemal i âfiyetle yerlermiş (a.y., s. 17). Bu gibi iğrenç ayrıntı bolluğuna daha sonra yeniden değineceğim. Bu fasılda son cümle şöyle:... İspanyol yüreği kin bâdelerinin en güzeli, içindeki kan da kin şerbetlerinin en içimine doyulmaz olanı imiş. (s. 17) Burada bir maraz var, hiç şüphesiz, ama İspanyollarda mı, başka yerde mi, bir şey söylemeyeyim.