KLASİK ÜSLUP Günlük konuşma diline ait unsurların yoğun bir şekilde kullanıldığı folklorik üslup, klasik estetiğin derinlik ve zarafetinden yoksun olması sebebiyle basit bulunmuş, folklorik üslubun yüzeyselliğine ve Sebk-i Hindî nin aşırı zihniliğine tepki gösteren şairler, Bâkî ve Şeyhülislam Yahya da ifadesini bulan klasik üsluba dönmeyi yeğlemişlerdir. 18. yüzyılda, anlamın yanında daha ziyade sese önem veren, tasannudan uzak, nükteli, açık ve zarif söyleyiş büyük bir rağbet görmüştür. Pertev e göre bu tarz söyleyiş tarz-ı hasen dir; bir girdaba benzeyen mazmun yüklü şiirlerden farklı olarak, su gibi akıcı, açık ve zarif bir söyleyişe sahiptir. Klasik estetik çizgisinde kalan şairlerden Seyyid Vehbî ve Sünbülzade Vehbî, heceyle şiir yazma ve sadeleşmeye karşı çıkarak şiir makamını çöğür şairlerinin almasından yakınmışlar; Râşid, zihnî şiiri eleştirerek şiirde nüktenin de önemli olduğunu, nüktesiz şiirin pejmürde kıyafetli bir güzelden farksız olduğunu söylemiştir. Klasik üslup, 17. yüzyıldan itibaren hikemî, bediî ve mahallî söylemden de beslenerek daha renkli, eklektik bir görünüm kazanmıştır. Klasik üslubun bu asırdaki en önemli temsilcileri Kâmi ve Nahifî dir. Nahifî, Nazim ve Enis Dede ile birlikte, dinîtasavvufi duyarlılıkla kaleme aldığı şiirleriyle bu üslup içerisinde farklı bir yönelişi temsil ederler. Şeyhülislam Yahya ve Neşâtî yi üstat kabul eden Nazîm Yahya, Enîs ve Esrâr Dede, Nahifî gibi Mevlevi şairler ve Nevres-i Kadim, Kırımlı Rahmî, Pertev, Beylikçi İzzet, bu asrın klasik estetik çizgisinde kalmayı yeğleyen şairleridir. ESRÂR DEDE (ö. 1211/1796) Asıl adı Mehmed olan şair, Galata civarında yetişmiş, Arapça ve Farsçanın yanında Latin, İtalyan ve Rum dillerini de öğrenmiştir. Esrar, Şeyh Galib in Galata (Kulekapısı) Mevlevîhanesi ndeki sohbetlerinden etkilenerek Galib in şeyhliğe tayininden hemen sonra (1208/1793) Mevlevîliğe intisap etmiş ve bin bir gün sonra çilesini bitirdiği gün en olgun döneminde İstanbul da ölmüş ve Mevlevîhanenin bahçesine defnedilmiştir. Şairlik yeteneği Mevlevîliğe intisabından sonra gün yüzüne çıkan Esrâr, üç yıl gibi kısacık bir süreye birçok eser sığdırmayı başarmış bir şairdir. Sanat hayatı bakımından en önemli eseri Dîvânı dır. Fakat o, daha çok taslağı Şeyh Galib tarafından hazırlanan iki ay gibi kısa bir sürede tamamladığı Tezkire-i Şu arâ-yı Mevleviyye siyle tanınmıştır. Bunların dışında, bazı yazma nüshalarla matbu nüshanın sonunda yer alan Mübâreknâme-i Esrâr, Fütüvvet-nâme-i Esrâr adlı küçük hacimli manzum mesnevileri ve Lügat-i Talyan adlı İtalyanca-Rumca bir lügatin tercümesi ve Lâtincelerinin ilâvesiyle hazırladığı yarım kalmış küçük bir sözlüğü vardır. Mesnevîler türünün basit örneklerindendir. Bunların ilkinde, Mevlevî mukabelesindeki semânın mahiyeti üzerinde durulmuş; diğerinde ise fütüvvet ahlâkî taraflarıyla ele alınmıştır.
Esrar Dede, gönül ehli, hoş sohbet, hassas ruhlu, maddî aşka düşkün, diğer din ve dillere ilgi duyan tecessüs sahibi, Mevlevîlik coşkusuyla dolu rint bir şairdir. Galata Mevlevîhanesi nin ve Şeyh Galib in edebiyatımıza kazandırdığı bir şair olan Esrar, Sebk-i Hindî tarzı şiirlerden ziyade, lirik ve külfetsiz bir dille yazdığı gazelleriyle kendisini gösterme fırsatı bulmuştur. Esrar ın şiirleri lirizm bakımından zenginliğiyle dikkati çeker. Galib in etkisi, daha çok fikrî yapısı üzerinde kendisini göstermiştir. Esrar Dede bir gazel şairdir. Kendisini tamamıyla Galata Mevlevîhanesi nin manevî atmosferine adayan şair, devrinin ne padişahına ne de bir devlet büyüğüne kaside yazmıştır. Gazellerin çoğu âşıkanedir. Rindane ve tabiat konulu gazeller fazla değildir. Fazla olmamakla birlikte Nedîm i hatırlatan gazellere de rastlanmaktadır. Hicran ve hasret teminin anlatıldığı gazeller ise şairin en başarılı olduğu şiirlerdir. Şiirin safasının âşıkane bir gazel olduğunu söyleyen Esrar, kendisine aşktan başka ne amel, ne de mezhepten sorulmasını ister. Bunları tasavvufî gazeller takip etmektedir. Esrar Dede nin şiir lügati, genellikle aşk, tasavvuf hususiyle Mevlevîlik etrafında odaklaşmaktadır. Aşkı, Fuzulî gibi genellikle acı ve hüzün yönüyle ele almıştır. Musammatları lirik söyleyişler bakımından zengindir. Dîvân ındaki 148 rubai, onu edebiyatımızda çok rubai söyleyen şairler arasına dâhil etmiştir. Şiirlerinde de dıştan ziyade öze önem vermiş, şiirin ses örgüsünü zenginleştiren tekniklere fazla itibar etmemiştir. Zaman zaman, Galib in yolunda söylediği Sebk-i Hindî etkisiyle yazdığı şiirlerde ise, anlaşılması güç bir şair olarak karşımıza çıkmaktadır. Divan şirinin Şeyh Galib le zirveyi yakaladığı dönemde, yazdığı lirik şiirleriyle devrinin beğenilen şairleri arasına girebilen Esrar Dede, ölümünden sonra çabuk unutulmuş; şairliğinden ziyade tezkiresi, Galib le olan yakın dostluğu bilhassa ardından yazdığı harikulâde mersiyeyle hatırlanan bir şair olmuştur. ESRÂR DEDE Gazel mef ûlü mefâ îlü mefâ îlü fe ûlün Azm-i sefer etdiñ dil-i nâ-çârı unutma Gitdiñ güzel ammâ bu dil-efgârı unutma dil-efgâr: gönlü yaralı Gâhîce uyandıkça şebistân-ı safâda Şol gice olan sohbet-i hemvârı unutma hemvâr: düz yer, bir çırpıda olan yer Vardıkça şeker-hâba girip bister-i nâza Ne zehr içer dîde-i bîdârı unutma bîdâr: uyanık
Nûş eyledigiñ demler efendim mey-i gül-reng Bu mest-i zehir-nûş-ı elem-hârı unutma Kâküllerini şâneye çekdikçe seherler Yâdına getir kalb-i giriftârı unutma Âyînede gördükçe kaçan haste nigâhıñ Lutf eyle tabîbâ men-i bîmârı unutma Ahvâlimi yazdım bütün evrâk-ı dilimde Destiñdeki mecmû a-i nâ-çârı unutma Ben sabr edeyim derd ü gam-ı hecriñe ammâ Sen de güzelim etdigiñ ikrârı unutma Aglatmayacakdıñ yola bakdırmayacakdıñ Ol va de-i tekrâr-be-tekrârı unutma Hicrânıñ ile çekdigimi sen de bilirsin Her vech ile dîdâra sezâvârı unutma sezâvâr: münasip, uygun Yok tâkatı hicrânıña lutf eyle efendim Dil-haste-i aşkıñ olan Esrâr ı unutma KÂMÎ Bir ciğer-gûşem elimden kapdı şâhin-i ecel Mürvetün görmek müyesser olmadı vâ-firkat âh Cûşiş-i hûn-âbe-i hasretle târihin dedim  işem olsun Adn gülzârı sana hacle-gâh (H.1129)
18. Yüzyıl: NESİR Nazım gibi nesir de bu asırda verimli bir dönem geçirmiştir. Biyografi, tarih ve bilhassa sefaretname türünde önemli eserler verilmiştir. Önceki asrın ağır, bediî söyleyişi rağbetten düşmeye; nazımda olduğu gibi mahallî/folklorik üslup yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu dönemde, nesir vadisinin önemli isimleri, münşeat ve hezl türünde Kânî; tezkire türünde Safayî ve Sâlim, tarih türünde Naîmâ (ö.1716), biyografik eserlerde Belîğ (ö.1729), sefaretname türünde Yirmisekiz Mehmed Çelebi (ö.1732) dir. Kânî ve Dürrî, nesri nazmına galip gelen, asıl şöhretlerini mensur eserlerine borçlu olan şahsiyetlerdendir. Bilhassa Kânî, inşada mahallî/folklorik deyişlerle yüklü üslubuyla yeni bir vadi açmıştır. Hayata mizah gözüyle bakan, müşahede yeteneği yüksek bir şair olan Kânî, bu özelliklerini daha çok Münşeat ında ve manzum ve mensur hezl ve hicivlerini içeren Letâ if inde göstermiştir. Münşeat ında yer alan Tekir binti Pamuk imzasıyla bir kedi ağzından yazdığı Hırre-name si çok beğenilmiştir. Letâif i ise, genellikle yeğen Mehmed Paşa nın hizmetinde görevli Dâdî ve Bâdî adlı iki askerin ağzından yazılan manzum ve mensur latifelerden meydana gelmiştir. Bu asırda, nispeten sade bir dille yazılan münşeatlar artmıştır. Asrın münşeat sahibi diğer isimleri Osmanzade Tâib, Râşid, Çelebizade Âsım, Râzî, Nahîfî, Koca Râgıb Paşa, Nevres-i Kadîm, Âtıf, Kânî ve Beylikçi İzzet Bey dir. Dürrî ise, asıl şöhretini tarihlerinin yanında ömrünün sonlarına doğru kaleme aldığı, İran olaylarının iç yüzünü ve yolculuğu sırasındaki gözlemlerini içeren Sefâret-name (İstanbul 1820, Paris 1810) siyle kazanmıştır. Bu eser Latince ve Fransızcaya da çevrilmiştir. Seyyid Vehbî nin, Sultan Ahmed in kızlarının düğün törenleriyle şehzadesinin sünnet düğünlerini anlatan Sur-nâme si, canlı tasvirleri, sanatkârane üslûbuyla dikkati çeker. Haşmet de, Sultan Mustafa nın kızı Hibetullah Sultan için bir Sûr-nâme yazmıştır. Vehbî, Gıyaseddin Nakkaş tan Hıtay Seyahat-namesi ni Acâibü -Letaif adıyla Türkçeye çevirmiştir. Aziz Efendi (ö.1798) nin Muhayyelât adlı tercümesi, modern anlamdaki hikâyelerden izler taşımasıyla dikkati çekmektedir. Eser Arapçadan tercüme olmakla birlikte, yazar birçok ilaveler yapmıştır. Tezkirecilik bu asırda önceki asra göre önemli bir gelişme göstermiştir. Bunlar arasında, Mustafa Safayî ve Sâlim in tezkireleri, bediî/sanatkârane üslûbuna karşılık, şairler hakkındaki ayrıntılı değerlendirmeleriyle devrin önemli kaynaklar arasında yer almaktadır. Salim, Safayî yi küttâb sınıfından şairlere çokça yer verdiği için eleştirmiş, kendisi daha çok ilmiye mesleğinden olanlara ağırlık vermiştir. Mustafa Safvet in tezkiresi ise Safayî nin bir özeti mahiyetindedir. Mucib in Tezkire-i Mûcib eseri ise önemli bir tezkire değildir. Râmiz in, Sâlim e zeyl olarak yazdığı Âdâb-ı Zurefa sı, eksik ve müsvedde hâlinde kalmakla birlikte devrin önemli kaynaklarındandır. Enderunlu Âkif in Mir at-ı Şi r i ise, Enderun da yetişen 24 şair hakkında kısa bilgiler vermektedir. Bursalı Belîğ in, Faizî ye zeyl olarak yazdığı, Nuhbetü l-âsar Li-Zeyl-i Zübdeti l-eş ar ı ve Silahdarzade Tezkiresi, antoloji türündeki tezkirelerdendir. Esrar Dede nin Tezkire-i Şu ara-yı Mevleviyye si ise,
Mevlevî şairlerle ilgili önemli bir kaynaktır ve ilk zümre tezkiresi olmasıyla dikkati çekmektedir. Tezkirelerin dışında devrin tanınmış âlim, şeyh ve şairlerinden bahseden biyografik eserlerden en önemlileri, Atayî ye zeyl olarak yazılan Uşşakîzade Hasib (ö.1723) in Zeyl-i Hadaikü l-hadâik fi-tekmileti ş-şakaik ı ve Şeyhî nin Vekayiü l-fuzala sıdır. Devrin önemli vak anüvisleri Raşid, Çelebizade Asım, Samî, Şakir, Subhî ve Süleyman İzzî dir. Bunlardan sonra Şefik, Abdurrahman Paşa, Rahmî, Hakîm, Nurî, Vasıf vs. gibi resmi tarihçiler bu görevde bulunmuşlardır. Asrın başında vefat eden Naima nın tarihi, 1574-1659 yılları arası olayları anlatan, kendisine özgü canlı, sürükleyici üslûbu, verdiği bilgilerin sağlamlığıyla dikkati çekmiştir. Asım ın tarihi ise Lâle Devri için önemli bir kaynaktır.