DEVRİMCİ SANATIN KAYNAĞI İNSAN SEVGİSİDİR



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Doğuştan Gelen Haklarımız Sadece insan olduğumuz için doğuştan kazandığımız ve tüm dünyada kabul gören yani evrensel olan haklarımız vardır.

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Ali VAROL'un Blog Sitesi

Insanı başa taç yaptım. Ne eğildim, ne de saptım. Acılardan ilaç yaptım. Aşık Şahturna Hayatı ve Şiirleri

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. FARE NİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ

Benimle Evlenir misin?

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Müslim Uyğun. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KAYNAK: Birol, K. Bülent "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

6 YAŞ NİSAN AYI BÜLTENİ .İLKBAHAR HAFTASI .SAĞLIK HAFTASI .POLİS TEŞKİLATI HAFTASI .23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI

Cümle içinde isimlerin yerini tutan, onları hatırlatan sözcüklere zamir (adıl) denir.

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Mucizeleri. ÇOCUKLAR İÇİN Peygamberimizin. M. S i n a n A d a l ı. Resimleyen: Sevgi İçigen

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

Kahraman Kit Misafirlikte

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

KÜLTÜR SANAT-MAVÝ KARANFÝL-127

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 27 Temmuz :46 - Son Güncelleme Cuma, 19 Ağustos :53

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

MART AYI AYLIK BÜLTEN

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Azrail in Bir Adama Bakması

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

timasokul.com / bilgi@timasokul.com

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU. NİSAN AYI 1. ve 2. HAFTASINDA NELER YAPTIK?


ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

Nasıl Bir Deniz Feneriyiz?

HAYTAP İmdat Turu Ekibi ANKARA Yenimahalle 'Toplama Merkezi'nde... Son Güncelleme Çarşamba, 25 Eylül :37

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin


iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

KALIPLAŞMIŞ KELİME ÖBEKLERİNDE ANLAM

Biz beyaz yakalılarız. Günümüzün çoğu plazalarda geçer. 9-6, 9-9, bazen de ne kadar giderse o kadar çalışırız. Adımız aynı zamanda kimliğimiz.

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -2

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Özel gereksinimli çocuklar

Transkript:

MERHABA Bültenimizin ikinci sayısı savaş tehlikesinin kapımıza dayandığı koşullarda çıkıyor. Hepimizin bildiği gibi Irak'ın Kuveyt'i işgalini bahane eden ABD emperyalizmi, Ortadoğu'yu kan gölüne çevirmeye hazırlanıyor. Dünya halklarına kargı işlediği suçlardan dolayı sicili bozuk olan emperyalizm, bugün, işgalden, ilhaktan ve kurtarıcılıktan söz ediyor. Halkanız, emperyalist tekellerin ve petrol şeyhlerinin çıkarları uğruna savaş ateşinin ortasına atılmak isteniyor. Böylesi bir savaşın dünya halklarına ve ülkemize neler getireceğini, nasıl yaralar açacağını görmemek olanaksız. Daha şimdiden, fazla mesai yaptırılması, izinlerin kaldırılması, grev ertelemeleri ve zamlarla savaşın faturalarını ödemeye başladık. Ülkesini seven, onurlu, namuslu insanlar, savaşa karşı tavır almak zorundadır. Ve biz diyoruz ki, emperyalizmin kiralık katilleri olmayı asla kabul etmemeliyiz... 1985 yılından bu yana toplatılan ilk sanat bülteni-dergisi olduk. Bir karikatür ve şiirden yola çıkılarak bölücülük yaptığımız iddia edildi. Şiirimizde geçen "Özgür olacak yarınlarım'' cümlesi toplatmanın gerekçelerinden biriydi. "Özgür yarınlar' istemenin suç olduğunu böylece öğrenmiş olduk. Doğru bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz. Toplatmalar, yasaklamalar bizi susturamayacak. İlk sayımızda, yakınımızdaki ve uzağımızdaki bir çok dostun yoğun eleştiri yağmuruna tutulduk. Bülten, on yıllık bir aradan sonra kültür ve sanat alanında yayınlanan ilk çalışmamızdı. Kesintiye uğrayan bu süreçte nesnel gerçekliğimiz bizi çok fazla iddialı olmayı olanaklı kılmıyordu. Yeterlilik süreç ister ve biz henüz bunun başındayız. Anımsayacağınız gibi "Çıkarken" başlıklı yazımızda şöyle demiştik: "Bu bülten, yayınlanacak sanat ve edebiyat dergisinin hazırlayıcısı olarak düşünülmelidir." Her ne kadar biz böyle yazdıysak da pek öyle algılanmadığı anlaşılıyor. Kendi gerçeğimizi göz ardı etmemeliyiz diyoruz. Her şeye rağmen eleştiriler bize güç kattı. İkinci sayımızı eleştirileri dikkate alarak daha az hata ve eksikle çıkardığımızı düşünüyoruz. Eleştiri, öneri ve uyarılarınızın devamını bekliyoruz. Bu sayımızda, Thomas Borge'nin "Devrimci Sanatın Kaynağı İnsan Sevgisi-dir" başlıklı çeviri yazısını yayınlıyoruz. Nikaragua'nın muzaffer devrimci önderinin sözleri mücadelemize ışık tutuyor. 12 Eylül; toplanan, yasaklanan, yakılan kitaplarıyla, filmleriyle, gözaltına alınan, tutuklanan aydınları, sanatçılarıyla her alanda olduğu gibi kültüre ve sanata da açılmış bir yok etme savaşı idi. Bu Eylül sayımızda, baskı ve işkence döneminin bir kesitini anlatan "Tahtaravalli" adlı tiyatro oyunumuzun tekstini yayınlıyoruz. 1980'den sonra devrimci mücadele yeni gelenekler yaratarak yükseliyor. Yaşamın her alanında direnmek gerekliliğinin bilincine varan insanların, nasıl bir mücadele gücüne ulaştığının en somut ifadesi olan Küçük Armutlu halkının bîr öyküsü var sırada. "Yalvararak Değil Direnerek" öyküden öte, gecekondu insanının gerçeği. Son olarak çağrımızı tekrarlıyoruz. Bültenimiz hepimizin kollektif ürünleriyle oluşmalı. Bu konuda duyarlı dostlarımızın ürünlerim beklemeye devam ediyoruz. 1

DEVRİMCİ SANATIN KAYNAĞI İNSAN SEVGİSİDİR Thomas B O R G E Nikaragua'da, eski Somoza yönetimi altındaki toplumda sanatçılar köşeye sıkıştırıldıklarından şikayet ediyorlardı ve bu haklı bir şikayetti. Somoza yandaşları ve Ulusal Muhafızlar kendilerinde aptallık ve şiddetin nerede başlayıp, nerede bittiği belli olmayan yaratıklardı. Bunlar sıradan itaatkar bir sanat sergiliyorlardı. Şiir, duyulan lüzum üzerine kafiyeli, yapmacık, evlerin ve kışlaların bekleme odalarında havlayan bir süs köpekçiğiydi. Dağıtılan Ulusal Muhafızlardan cezaevinde bulduklarında konuşma ise, fırsatı Ernosto Cardenal'in şiirlerini "kafiyesiz nesir gibi" diye eleştirmişlerdi... Cardenal'in güzel şiiri onları hiç etkilemediği gibi, anlaşılmamıştı da. ö t e yandan Somoza'nın Nikaragua'sında kimi durumlarda sanatçıların reklam şirketlerinde, tabir yerindeyse, göstermelik figür olarak üretildiği oldu. Neyse ki, o sürekli perhiz döneminde, yani Somoza'nın neredeyse yarım yüzyıl süren yönetimi sırasında, sanat, türkü, şiir ulusal yaşamda kendisini göstermeyi ve toplumsal dönüşümlere başardı. katkıda bulunmayı TÜNELİN ÇIKIŞI Sanatçı bir yaratıcıdır ve o da tüm işçiler gibi sömürülüyordu. İşçiler ter döküyor, sanatçılar, özellikle de şairler, alınteri gibi dizeler siliyorlardı alınlarından. Onlar da baskı alandaydılar ve kimi zaman alet olarak da kullanılıyorlardı. Nikaragualı şair, kendisini kıskıvrak bağlanmış hissetmenin yanında, güvensizdi de. Geleceğe tam olarak güvenmiyordu, yani bir ölçüde devrime güvenemiyordu. Şarap erbaplığı ve laf ebeliğinden haz duyan burjuvazinin kötü zevkiyle kuşatılmış bir şekilde, şairler önce modernizmin, avangardizmin ve nihayet formalizmin çabasıyla tünelin çıkışını arıyorlardı. Vitrinlerdeki teşhir eşyalarıyla ve yapay ışıklarla süslenmiş uzun bir tüneldir kapitalist uygarlık. O dünyaya, yani burjuvazinin dünyasına hiçbir zaman güneş ışığı girmemiştir. Onların renkleri gökyüzünün rengi değil; ipeğin, pırlanta yüzüğün rengidir. Çiçeğin kokusunu tanımaz onlar, kendilerini yalnızca deodorant kokusunu tanımakla sınırlandırmışlardır. Şairlerimizin güneş görmeleri ve ulusal köklerimizin araştırılmasına yönelmek üzere pencereyi aralamaları, gerçekten bir mucizeydi. Bu, yaşadığımız tarihsel koşullarla açıklanabilir. Bu tünel bugün elbette çatlamış ve yem toplumun ışığıyla zayıflatılmış durumda. Sanatçı ve yazar bugünün ışık saçan şafağını şarkılaştırmak, şiirleştirmek için belki 2

tereddütlü, bir parça solgun, kimi zaman da vitrin ve losyona özlemle, ama kesinlikle neşeyle çıkıyor ışığa. Onun bu çıkışta eski toplumdan kalanları da ardı sıra getirdiğini belirtmek istiyorum. O, eskiden ne ise ona son vermeksizin, bu mucizenin şiirini söylemek üzere öne çıkıyor. Arda kalanlardan kastım, sanatın yeni toplumdaki biçiminde ve içeriğinde, eski doğmalarla devrimin savaş halinde birlikte yaşadığıdır. Ve bu savaş, bu iç içe yaşam, her sanatçıda yansımaktadır. Toplumların temelini ekonomik üretimin oluşturduğu, yani toplumların dayandığı altyapıyı meydana getirdiği ve siyasetin, dinin, sanatın, şiirin bu altyapıya - uygun düştüğü, yaşamını, gücünü, enerjisini onun gelişmesinden aldığı herkesçe bilinmektedir. ESKİYE KARŞI SAVAŞ Yalnızca devrimin var olduğu koşullar sanata yeni bir değer taşır. Bir başka deyişle, devrim onu, yarın belki de bir dogma olacak olan ama bugün için devrimci bir karşı çıkış anlatımına dönüştürür. O güne dek egemen olana bu karşı çıkış, yani sanatta devrim, devrim içinde kendini yeni bir sanatsal tekniğin keşfiyle sınırlayan bir sanat olamaz. Yeni teknik, yeni bir içerikle uyum içerisinde olduğu müddetçe yeni bir değer, yeni bir sanat kazanımı elde eder. Biz, tarihsel olarak ortaya çıkmış olan biçimlerin tümden reddinden değil, yeni bir içerik çerçevesinde uygulanmasına yarayacak yeni bir biçim olasılığından söz ediyoruz. Acıları ve burjuva aptallığını reddeden yeni bir biçimi. Eski toplumu canevinden ve amansızca vurmayı hedefleyen, hem zorlarına katlanılan, hem de sevinçle taşınan bir sut çantasına yalnızca bir yaratıcının edebileceği sevecenliği, takdir okuma yazma seferberliği ya da bir silah boyutlarında bir sevgiyi koymuş bir biçimden söz ediyoruz. O zorluklar ve sevinç ki, Che denilen ozan duyulmadık mısralarda söz etmişti. Nikaragua'da karşı-devrimci, bugün sokak yalnızca hırsızı çetelere karşı savaşılmıyor. Aynı zamanda, şu ya da bu biçim alıp mezara girmemekte direnen burjuva sanatının dekandansına karşı da veriliyor bu savaş. Biraz önce milis şairlere hitaben ŞAİRLERİN konuşurken ŞİİRLERLE SİLAHMIŞCASINA, SİLAHLARLA İSE ŞİİRMlŞCESİNE işe koyulmaları gerektiğini ifade etmek istedim. Yani sanatçıların ateş hattında anayurdun savunucuları olmaları gerektiğini ya da hayal gücünü yeniden kurmak için savaşmakla yükümlü olmaları gerektiğini anlatmak istedim. Onlar yeni efsanenin yaratıcıları olmalıdır, ama ütopya içinde kurulan herhangi bir efsanenin değil, yaşamlarını devrime verenlerin düşlerinden doğan efsanenin yaratıcıları olmalıdırlar. GERÇEK İÇİN DÜŞ KURMAK Carlos Fonseca Amador'un mavi gözlerinde kaç efsane alevlendi. Okuma yazma Öğretenler ordusuyla alfabenin yayıldığını düşlediğinde Carlos'un yüreğinde kıvılcımlar parladı. Somoza'nın yıkılışı ütopya değil, gerçekleşmesi mümkün bir düş, erişilebilecek bir efsaneydi Süt ve bal nehirleri de bir ütopya değildi, belki de vaktinden önce kurulmuş bir düştü ama asla söz oyunu değildi. Düş 3

kurmayan insan ancak zavallı bir şeytandır; kısırdır. Devrimci, düş kurma ve onu gerçeğe dönüştürme yeteneğine sahip kişidir. Sevme yeteneği olmayan kişi ancak bir hayvandır, bir maymundur. (Latin Amerikanın üniformalı katillerinin "goriller" diye adlandırılması da rastlantı değildir.) Devrimci, sevmeye ve sevgiyi değişkenliğin bir aracı kılmaya yetenekli olan kişidir. Bir devrimci bu nedenle, hayalcidir, sevendir, şairdir çünkü gözlerde yaş, ellerde şefkat taşımadan devrimci olunamaz. ŞAİR OLMAK İÇİN SÖZCÜK MÜHENDİSİ OLMAYA GEREK YOK. Dekadansın şeklen üniversite bitirmiş ama meselenin özünü, en alttaki, sömürülen, mülksüz olanları, görme yeteneğine sahip olmayan bir takım baş aktörlerini tanıyoruz. Düş kurmayı sürdürmediğimiz takdirde, yeniden inşa mümkün olmayacaktır. Düş kurmaksızın inşa ettiğimiz şey ölü bir deniz olur ancak. Managua'nın yeniden inşa edilmesiyle ilgilenen bakan Samuel Santos'la iki büyük gölün birleştirilmesini, gölde şimdi belki de ölüm kalım savaşı veren balıklatın yeniden doğuşunu, verimli topraklar üzerindeki sulama tesislerini, kıyı boyunda meyve ağaçlarının yetiştiği, çocuklar, sevgililer ve çiçekler tarafından kuşatılmış tarlalar düşledik. YARININ MİMARLARI Bugünün gerçek şairleri yarını biçimlendirenlerdir. Sanatçılar kelimelerle, sesle, boyalarla geleceğin toplumunun temelini atmaya hizmet eden bir modeli oluştururlar. Sanatçılar rüzgarın oğullarıdırlar. Ölü rüzgârlar vardır, yaşlı rüzgarlar vardır. Bugün yeni bir rüzgar esiyor, başka bir meltem. Bu nedenle sanatçı ne söz oyunları, ne de salt bir renk kombinasyonu yapıyor. O, yaşadığı tarihi anın çocuğudur. Sanatçı bir fıkra anlatıcısı değil, kökleri keşfedendir. Sanatını kitlelerin yaratıcılığından alan devrimci sanatçıyı kastediyorum. Devrimin sanatı bir resmin akseltirilmesi değildir, resmin ta kendisidir. O halka gitmez, halktan gelir. Kültür, yeni toplum değerlerinin sahnesi olmalıdır. Sanat, yeni insanın oluşmasına hizmet etmiyorsa, ne anlama gelebilir ki? Halk tarafından özümlenmeyen şiirin ne anlamı var? Özümlemeden kastettiğimiz, estetik anlamda, estetik hazda bir özümlemedir. Devrimci sanatın asıl kaynağı her defasında insan sevgisidir. Sonuç olarak yeni kültür, halktan yana bir içeriğe sahip olmalı. Halkın hizmetinde ve elit kültüre karşı bir silah olmalıdır. Yeni kültür, gıdasını hayattan ve kitlelerin gerçekliğinden almalıdır. Sanat, şiir, kültür bir bireycinin gerçek üzerine anlatımı olmalıdır. Tam tersine o, gerçeğin sanatının kollektif bir anlatımı olamaz, olmamalıdır. Birey ve toplum diyalektik bağımlılık içindedir. Ama gözyaşı, su ve tuzun bir bileşeni değildir yalnızca. O bir bez salgısı değil, büyük bir ciddiyetin bir paçasıdır. O (Göze kum kaçmadığı müddetçe), bir şefkat ifadesidir. O, gökkuşağının bir şeklidir, psikolojinin sınırlarını aşan öylesine mahrem bir şeydir. (Psikoloğun aynı zamanda bir entellektüel olduğuna inanıyorsam da, gözyaşının nasıl güzel olduğunu şair Mir.) 4

KÜLTÜR ÇEHRELERİ Şair yoldaşlar; yeni kültürü yaratmak kolay olmayacak. 19 Temmuz'da ilk taşı koyduk. O gün hapishanelerde, yeraltında, partizan savaşında, şehirlerdeki savaşta dokuduğumuz kollektif düşler gerçek oldu. Kültür evini kurmak üzere tuğlalar üretmeye devam ediyoruz. Bunu elbette İmar Bakanlığı değil, sevgi bakanlığı aracılığı ile yapıyoruz. Kültür evi çelik ve çimentodan oluşan b i r U n a d e ğ i l, devrim gibi anti-emperyalist ve demokratik bir halk kültürüdür. Evreni yadsımayan ama kendi kö klerini etkili kılmayı başaran; evrensel ve ulusal iki çehreyle kurulmuş bir kültür. Ne Beatles'i ne de Michelangelo'yu kopya eden, ama bu sanat üretimini Nikaragua gözleriyle kavramaya yetenekli; aynı zamanda kendi mısır buğdayından haz duyan, en önemli yapıtının, devrimin armonisini yaratma cesaretine sahip bir kültür, istismar edilen değerleri yeniden kazanan, Sandinist halk kültürü ile gericiliğin yozlaşmış ve çürümüş kültürü arasındaki ideolojik savaşı kazanmak üzere kılıç bileyen bir kültür. Yeni üretim araçlarını aydınlatan bir kültür. Ve nihayet şiarımız YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM için bir kültür. KARAGÜN DOSTU Biliyorum matarada su torbada ekmek ve kemerde kurşun değil şiir ama yine de matarasında su torbasında ekmek ve kemerinde kurşun kalmamışları ayakta tutabilir biliyorum şiirle şarkıyla olacak iş değil bu dalda narı tarlada ekini kızartmaz güvercinin gürültüsü ama yine de dişler arasında bıçak gibi parlar kavgada şiir doğrultusu göz gözü görmez olmuş tek bir ışık bile yok yürek bir yaralı şahindir döner boşlukta belki bir şiir belki bir şiir kırıntısı çalar kapımızı umutsuz karanlıkta yoklar yüreğimizi iğilir yaramıza dağıtır korkumuzu ve karşı tepelerden gürül gürül bir kalk borusu H. H ÜSEY İN Çeviren: ÇETİN GÜREL (Yeni Düşün, Temmuz 1987) 5

MÜZİK Arabeske Devrimci Seçenek: ÇAĞDAŞ HALK MÜZİĞİ II Grup E K İ N Müziğimizin biçimlenişinde, batı müziği çalgılarım, akorlama sistemlerini, çok sesliliği ve hatta batı müziği ezgi v e birikimlerinin y erini de açalım. Eline tek bağlama alıp sloganv ari üç beş türküy le insanları coşturarak müzik y apılamayacağı ortadadır. Böy lesi bir popülizmin kitlelere ne v ereceği, kitleleri nerey e ve ne kadar götüreceği de bellidir. Oy sa dev rimciler, kendi birikimlerini halka doğru biçimlerle aktararak halkın bilinçlenip, gelişmesini sağlamak görev iyle karşı karşıy adırlar. Halkın kültürel birikiminin ve beğeni düzey inin yükseltilmesi de bu görevin bir parçasıdır. Bunu y aparken, "Halktan kopmak" v e "Halkın bir adım önünde olmak" arasındaki sınıra çok dikkat etmemiz gerekir. Çünkü, özellikle, 80 sonrasında, 80 öncesinin sıcak pratiğini bulamayan geçmişin "Dev rimci sanatçıları" başlangıçta yaşadıkları büyük bir şaşkınlığın ardından toplu olarak sağa sav rulmuşlardır. Dev rimci olmayı içselleştiremeyen bu sanatçılar, düzene zarar v ermemek için akademik-teknik düzey ini y ükseltip, içeriğini boşalttıkları "sanatlarıy la halktan tümüyle kopuk duruma düşmüşlerdir. İşte bu halktan kopuk, elitist kafa y apısı, sol saf larda, özellikle de müzikte kendine y er y apma çabası içindedir. Bu k a f a yapısı, h a l k müziği birikimini tümüyle y adsıy an, dev rimci içeriğini tümüy le bırakan, müzik biçimlenişi anlamıy la da, batı müziğine, hem çalgısal seçim, hem de f orm olarak çok daha y akın bir müzik v e sanat anlay ışım seçmiştir. Çağdaş Halk Müziği olarak adlandırdığımız müziğimizde, batı müziği çalgılarının elbetteki bir y eri v ardır. Bu çalgılar doğru kullanıldığı v e abartılı işlev ler y üklenilmediği sürece, halkın kulağının y eni seslere açılmasını sağlayacaktır, özellikle, alty apıda kullanılan gitar, bass, piano v.d. gibi batı çalgıları hem kendini göze batmadan kitlelere gösterebilecek, hem de müziğimizin daha dinamik, daha güçlü olmasına y aray an sağlam v e gümbür gümbür bir alty apı oluşturacaktır. Ülkemizdeki popüler müziklerde de sıkça kullanılan bu çalgıların halka çok uzak gelmesi (y ukarıda belirttiğimiz çok abartılı işlev ler y üklenmediği durumlarda) az bir olasılıktır. Bu çalgıları müziğimize uy gun bir biçimde yedirerek kullanmalı v e bu temelde bunların kullanımında çeşitliliğe gitmeliy iz. Ezgiy i de batı müziği çalgılarına çaldırmak, bu çeşitliliği sağlamanın y ollarından birisidir. Örneğin, f lüt gibi bize hiç de yabancı 6

olmay an çalgıların müziğimizde y eri v ardır. Halkımızın y aşamını anlatan, içinde çok zengin özellikler taşıy an Çağdaş Halk Müziği'ni oluşturmada temel ve zengin bir kaynak olarak halk müziğimizi görmek zorunday ız. Çağdaş ola-bilmeksizin sanatta ev rensel v e ulusal boy utları y akalamak fakat, bunu yaparken halktan kopmamak, ona y abancılaşmamak gerekir. Uygulamada izlenecek yol ise, v ar olan geleneksel halk müziğimizi korumak v e belli oranlarda düzenleme çalışmaları sürdürmektir. Yani, varolan halk müziği parçalarından uy gun olanların üzerlerinde çok seslendirme çalışmalarına gidilmelidir. Fakat bazı noktalan gözden kaçırmamak gerekir. Örneğin otantik durumda olan türkülerimizin tümü çoksesliliğe uy gun düşmey ebilir. Ay rıca, öz olarak evrensel olma niteliklerini içinde taşımay an türkülerimiz de v ar. Kısa bir sonuç olarak diy ebiliriz ki, böy le bir çalışma y apılırken y aptığımız iş, öz v e biçim olarak Çağdaş Halk Müziği aray ışında y eni bir adımı ortay a koymalıdır. Yaratımlarımızda ev rensel boy uttan y akalay abilmemiz için kendi değerlerimiz y anında ban müziği tekniklerini de kullanabilmeliy iz. Türkü formundaki üretimlerimizde önümüze çıkan önemli bir sorun ise halk müziğimizin teknik y apısının, batı sistemi dediğimiz "12 Ses Yöntemi"ne uygun olmay ışıdır. Bunun en önemli nedenlerinden biri halk müziğinde kullanılan "koma sesler"dir. Bu halk müziğinin armonize edilmesinde önemli bir engeldir. "Koma seslerin kullanılmaması durumunda ise bir başka sorun gündeme gelmektedir. O da, günümüze değin komalı seslerin kullanılmasıy la söy lenen türkülerimizin, komasız çalınması durumunda y avanlaşması, y abancılaşması, eksik kalması... Bu y üzden belirttiğimiz özelliklerdeki geleneksel türkülerimizin otantik hallerini koruyup onlara sahip çıkmak, gelişmey e açık olanların ise üzerinde çalışmak, yeni y aratımlarımızda 12 Ses Yöntemi'ni belirley ici olarak kullanmak gerekmektedir. Böylelikle Türkiye halklarının ulusal müzikleri çağdaş müziğe açılan zemine oturmuş olacaklardır. Çok seslilik çalışmaları y apılırken, ulusal sazlarımızı ön planda tutarak, düşündüklerimizi if ade edebilen her türlü enstrümanı kullanabilmeliy iz. Orkestras-y onda aletler için y aptığımız iş bölümünün y anı sıra, v okal (ses)de de belli oranlarda çoksesliliğe gidilmelidir. Çoksesli müzik, ML'nin düny aya çok boy utlu ve bütünsel bakışına uy gun bir müziktir. Gelişmiş tekniğiy le v e günümüz y aşamının çok boy utluluğunu karşılay abilecek y önleriyle her zaman için tek sesli müziğe tercih nedeni olabilecek özellikler taşır. Fakat sorun, y aşamın çok boy utluluğunu v e içerdiklerini hafta, algılay abileceği bir şekilde anlatmaktır. Hatta, bunda çok f azla zorluk çekmeyeceğimiz bile söy lenebilir. Basit bir çokseslendirme yöntemi olsa bile, 5'li aralıktan bazı halk çalgılarınca (bağlama v e kemençenin iki ay rı tellerine ay nı anda v urularak elde edilen çokseslilik) v erilebilen paralel ezgilerin v arlığı bizim için 7

olumlu bir başlangıç noktası. Buna, batı tekniğinde var olan 3'lü aralıkla v e temel ezgiy i çok karmaşıklaştırmadan farklı ezgilerle çokseslilik sağlama y olunu da eklemeliy iz. Ulusallıktan ev renselliğe uzanan y olda çoksesliliğin geliştirilmesi aşama aşama olacaktır. Sorun, bu aşamalarda bile ilk çoksesli adımların ulusal y önünü mümkün olduğunca ön planda tutabilmektir. Bu ise, bazı y örelerde var olan çokseslilik nüvelerinin geliştirilmesiyle ve gerekiy orsa batı müziğinin gelişmiş armoni sistemiy le harmanlanmasıy la müziğimizde y erini bulacaktır. Armonize etmekte temel ölçütümüz, ana ezginin, çok net v e fazla karışıklık olmadan duy ulabilmesidir. Halkımızın kulağı ilk anda böy le bir sade liği aramaktadır çünkü. Ezginin gerektirdiği bölümlerde, arka planda duyulan basit çokseslendirme, bugün için genellikle temel alınması gereken bir y oldur. Yani, ana temay ı vermekle görevli ana ezgi, genellikle halk çalgılarıy la, çok net duy urulmalı; güçlü v e coşkulu, batı çalgılarına day alı bir alty apıy la desteklenip güçlendirilmeli; çok karmaşık olmay an armonik y öntemlerle zenginleştirilip geliştirilmelidir. Çok sesliliğin, bizim müziğimizde oturması için, ilerlemenin aşama aşama olması gerekliliğinden bahsettik. Bunun doğru bir y aklaşım olduğunu 1923lerde yaşanan, müzikte dev rim adına y apılmış örnekler kanıtlamaktadır 1923'lerde Türk Beş'leri taraf ından y apılan o çalışmalar, değil o zaman, şimdi bile halkımıza y abancı gelmektedir. Bu müzikler bugün sadece senfoni orkestraların konser salonlarında, oldukça sınırlı say ıda olan bir kesime sunulmakta ve seslenebilmektedir. Ezgilerde de, kendimizi salt Türkiy e halklarının ezgileriy le sınırlamak y erine, dev rimci öze uy gun biçimlenmiş olan, diğer halkların ezgilerini de bize özgü düzenlemelerle, bütünselliğimizi bozmay acak bir şekilde kullanabiliriz. Bu, aynı zamanda enternasyonalist dayanışmaya v e halklar arası kardeşliğe de olumlu etkilerde bulunacaktır. Ülkemiz dev rimci sav aşımında, yetkinleşmiş v e gelişkin bir dev rimci sanatın eksikliği sürekli hissedilmiştir. 80 öncesinde doğru dev rimci çizginin örgütlü çabalarıy la geliştirilmeye çalışılan kültür ve sanat da y etersiz kalmakla beraber, bugünkü gelişimin temellerini atmıştır. Bugün gerçekleştirmey e çalıştığımız dev rimci sanat, temelini oradan alarak gelişmektedir. Bu anlamda, belirli bir y ere gelinmiş, olumlu adımlar da atılmıştır. Ancak, yine de eksiklikler vardır. Daha etkin bir düzey e v arabilmek için, arayışlara, yeni düşüncelere gereksinimimiz olduğu da bir gerçektir. Bu bakımdan, Çağdaş Halk Müziği de tartışmaya ve geliştirilmey e açıktır. Bu yazıda v e daha önceki y azılarımızda kısaca öz noktalarını ortay a koymaya çalıştığımız; kaset, konser v e diğer çalışmalarımızla da pratiğe geçirmey e çabaladığımız "Çağdaş Halk Müziği"ni geliştirmek devrimci sanatçıların görevidir. 8

TOPLUMSAL MÜCADELEDE 7.SANAT Ş. ÇAĞLAR 1800'lü y ılların sonlarındaki doğuşundan başlay arak sermayenin denetimine giren v e burjuv azinin istemleri doğrultusunda ürünler vermeye zorlanan sinema, bu çarkın dışında kalmak v e sinemay ı sanat olarak sürdürmey e çalışan sanatçıların elinde, burjuv aziy e karşın ay akta durabilmek için sav aşım v eriyor. Burjuv azinin, para makinası ya da sindirme, özendirme aracı olarak gören zihniy etine karşın, sinema, nasıl oluyor da hâlâ sanat olarak v arlığını sürdürebiliy or? Sanatın tanımından y ola çıkarak açıklayalım bunu... Toplumsal bilincin biçimlerinden biri (f elsef e, ahlak, siy aset gibi) v e nesnel düny anın bir yansısı olan sanat, günümüze dek idealist ve maddeci düşünürlerce çeşitli biçimlerde y orumlandı. Felsef ede yenilgiy e mahkûm olan idealizm, sanatı, gerçeklikten, dışımızdaki düny adan tamamıy la y alıtarak-doğal olarak-sanatta da y enik düştü. Gerçekliğin reddiyle birlikte, içeriğin biçimden ayrılması ve sonuçta da, estetiğin değer-bilimsel yanının çarpıtılmasıy la, bu sonuç (y enilgi) zaten kaçınılmazdı. Çünkü, nesnel düny ay ı özümsey ememiş bir sanatçının, gerçekleri doğru y a da en azından çarpıtmadan yansıtma olasılığı y oktur. Dışımızdaki düny ay ı özümsemenin y olu ise, sanatçının toplumsal pratiğe etkin katılımıy la gerçekleşebilir ancak... «"Yaşamı, dev rimci gelişimi içinde sezip kav ramak ve tasarımlamak" İşte Gorki için, dönemin y üklediği görev buy du. Bu görev lerin altından sanatçının kalkabilmesi için, sosyalist gerçekçilik yöntemi, ondan çağdaşlarının y aşamını derinden bilmesini, kitlelerce y aratılan tarihi kav - ramasını ist er.» (1) Sosy alist gerçekçiliğin edebiy attaki öncülerinden biri olan Gorki, çağına v e halkına karşı sorumluluğunu, böy le y erine getiriyordu. Sanatta gerçekçiliğin işlevi, gerçekliğin yeniden üretilmesi ve kav gası v erilen bir gelecek için toplumsal dönüşümün sağlanabilmesi olduğuna göre, sanatçının da bu işlev i y erine getirecek bir misy onu üstlenmesi zorunluluğu v ardır. Özellikle de; suskunluğun, ürkekliğin yay gınlaştırılması için (1) Estetik, Avner Ziss, Çev: Yakup Şahan, de yayınlan, s. 243, mart 1984 10

Sanatta gerçekçiliğin işlevi, gerçekliğin yeniden üretilmesi ve kavgası verilen bir gelecek için toplumsal dönüşümün sağlanabilmesi olduğuna göre, sanatçının da bu işlevi yerine getirecek bir misyonu üstlenmesi zorunluluğu vardır. olağanüstü çabaların harcandığı v e özgür düşüncenin her türlü if ade edilişinden korkulduğu ülkelerde, sanatçının bu suskunlar kerv anına katılması düşünülemez bile... Çünkü, faşist uy gulamaların sürdüğü ve sözde demokrasiy e bile y ukarıdan buy ruklarla geçildiği bir ülkede, uy utulan halkı uy anık tutmak, bilinçlendirmek v e egemen ideolojinin karşısında durabilecek cesareti vermek (ki bu cesaret, bilinçten kay naklanır), ay dın sanatçıların misy onudur ay nı zamanda... Çünkü, toplumla iletişim kurarken, çok zengin bir materyali, nesnel düny ay ı, yaşananları, görülenleri ve duyulanları araç olarak kullanmak durumundadırlar. Ama y aşay arak, görerek, duy arak, bilerek; yani çarpıtmadan, yüzey de kalmadan, burjuvazinin kokuşmuş gericiliğine teslim olmadan... Sinema... Film karelerinin ard arda akışındaki dev inimi ile insanları doğrudan (izlendiği anda) etkileyebilme gücüne (olumlu ya da olumsuz) sahip bir kitle iletişim aracı... Sanatçısının elinde gerçekliği y ansıtırken, içerik-biçim diyalektiğini, sanatın bilgilendirmebilinçlendirme misyonunu başat olarak ele alan bir görüntüler dizgesi... Yaşanan çarpıklıkları, diy alektik bir düny a anlay ışı ile özümsey erek y ansıtan v e yansıtmakla kalmay ıp, kendi öznelliği ile y oğurarak y orumlayan ay dın sanatçıların anlatım aracı... Ve Türk Sineması... Pek az örnek dışında, sözü edilen işlevleri yerine getiremey en sinemamız, sanatın nesnesini toplumsal y aşamda aramayan, pratiğe etkin olarak katılmay an, kendi iç düny alarının y oksulluklarını f ilmlerine y ansıtan ve y alnızca dirençsiz birey i anlatan (daha doğrusu, dirençsiz birey in, neden dilenmediğinin toplumsal koşullarına y ani, özüne inilmediği için, bunu bile başaramayan) y önetmen ve oy uncuların elinde gün geçtikçe biraz daha çöküy or, yok oluyor. Örneğin, Yılmaz Güney'in, f ilmlerinde gerçekçiliği ele alış, kav ray ış ve y ansıtmasındaki ustalık, bugünün y önetmenlerinde y ok. Bu ustalık ise, kitlelerin, f ilmlerde kendilerinden birşey leri bulmasından bağımsız değil elbette. Çünkü sanatçının, halkı ile ay nı düzende aynı şeyleri yaşadığına, aynı haksızlıklara uğray ıp, ay nı biçimde mücadele ettiğine tanık olmak, onun gerçekle bütünleşmiş olmasının bir göstergesidir aynı zamanda... Bunun dışında kalan sanatçılannsa, konu olarak neleri seçebileceği v e bunu nasıl işley eceği de bellidir zaten. Bu sav ı kanıtlamak için, günümüz Türk f ilmlerine v e yönetmenlerine bakmak y eterlidir. 11

Oğuz Adanır'ın "depresy on sineması" y akıştırmasını y aptığı bu f ilmler, gerçekten de y alnızlık, çaresizlik, pasiflik gibi depresif temalarını kullanarak bu tanımın dışına çıkamaz duruma gelmiş ve kendilerini tekrara düşmüşlerdir. Üçüncü Göz, Biri v e Diğerleri, Kara Sev dalı Bulut, Büy ük Yalnızlık, Film Bitti, Med Cezir Manzaraları, Dolunay, Sis son dönemde y apılan v e bu ortak temaları içeren f ilmlerden sadece birkaçı... Böylesine köklü bir umutsuzluğa (Kara Sev dalı Bulut, Sis) ve yaşanan gerçekleri başarısızca birey boy utunda ele alan bir umursamazlığa (Med Cezir Manzaraları, Dolunay, Film Bitti, Büyük Yalnızlık v e nicesi) nasıl düşülmüştür? Toplumun duy arlı bir kesimini oluşturması gereken sanatçılarımız, her türlü baskının büy ük bir keyfilik v e rahatlıkla y apıldığı şu günlerde haykıracakları y erde, nasıl bu suskunlar kervanına katılabilmişler ve burjuv azinin "şak şak"çıları olabilmişlerdir? Yavuz Özkan'a nasıl b i r duy arlılık, '80 öncesinde "Maden"i v e nasıl bir duy arsızlık '80 sonrasında "Film Bitti", "Büy ük Yalnızlık" gibi depresy on f ilmlerini y aptırabilmiştir? Tüm bu soruların y anıtını, "sanatçının, topluma karşı sorumluluklarını y adsımasında" bulmak, hiç de zor olmasa gerek... Eleştirel gerçekçiliğin, gerçekliğin evrimi içinde y ıllar, önce sosy alist gerçekçiliğe dönüştürüldüğü, ancak Türk ay dın-y önetmenlerin f ilmlerinde, eleştirel Eleştirel gerçekçiliğin, gerçekliğin evrimi içinde yıllar önce sosyalist gerçekçiliğe dönüştürüldüğü, ancak Türk aydın-yönetmenlerin filmlerinde, eleştirel tavır bile takınmadıkları düşünülürse, Türk Sinemasının içinde bulunduğu durum daha kolay değerlendirilebilecektir. tav ır bile takınmadıkları düşünülürse, Türk Sineması'nın içinde bulunduğu durum daha kolay değerlendirilebilecektir. " B i r avuç insan" diy e nitelendirdikleri direnen insanlardan umacı gibi korkan ve hür türlü insanlık dışı dav ranışlarla onları susturmay a çalışan egemen ideoloji, "bir avuç ihsana rağmen bu denli korku" çelişkisini ve ikiyüzlülüğünü örtemediğinden, artık iy ice teşhir olmuştur. Ortada böy lesine güncel v e dev let mekanizmalarının çarpık istey işine day anan bir durum söz konusuyken, bunun eleştiril-memesi, üzerinde bile konuşulmaması, korkaklık ve pasiflik dışında bir tanımlama ile açıklanamaz. Bir ay dın olarak eleştirel bir tav ır bile takınmay an sanatçılarımızın ele aldıkları konu v e temalara kısaca göz gezdirelim v e bu insanlar üzerinde, burjuv azinin zaf erine tanık olalım: Ankara 3. Film Şenliği Birincisi "Med Cezir Manzaraları"... Yönetmen Mahinur Ergun, halkının demokrasi için savaşım v erdiği günlerde misyonunu, "Amerika'da eğitim görmüş şımarık bir kızın, görev li olduğu bankada, -tek 12

düşüncesi kân artırmak olan- bir üst düzey y etkilisi ile girdiği aşk ilişkisini, cinselliği şiddete dönüştüren f antezilerle anlatarak y erine getirmiş. Filmde birey, üstesinden gelemediği iç çelişkileriyle anlatılmak istenirken, topluma bağımlılığı gözardı edilerek tamamıy la "bireyci" bir. anlatıma düşülüyor. Aslında y önelmenin y apmak istediği de bu...'bu da, sinemayı, istenen hedef e ulaşmada bir araç olarak değil, kendi kişisel isteklerini tatmin etmede bir amaç olarak görmey e denk düşüyor. "Ben kendim için f ilm y apıy orum" düşüncesinin, farklı bir söy lem biçimi... "Sanat, sınıf çıkarları pirizmasından yansıtır gerçekliği ve aynı yolla da dile getirmeye çalışır, ideolojisinin işlevi de buradan gelir. "Tutuklanan f ilm" olarak adından sıkça söz ettiren "Kara Sev dalı Bulut", umutsuzluğa siy asal boy ut getirmesiyle, diğer filmlerden f arklı gibi görünse de özünde ay nı. Toplum mekanizmalarının çarpık işley işini, kitleleri bilinçlendirecek biçimde gösteremey en film, dramatik kurgusu ile kahraman-izley ici özdeşleşmesini sağlayarak polis korkusunu birey bilincine işleyebiliy or. Süreci yaşamadan yansıtmay a, üstelik bir de yo-(2) A.g.e s. 260/62 rumlamay a kalkan bir y önetmenin, bunu çarpıtadan y apması söz konusu olamayacağından f ilmde yanlış v e abartılı sahnelerle karşılaşmak da çabası... "Sanat, sınıf çıkarları prizmasından y ansıtır gerçekliği ve ay nı y olla da dile getirmey e çalışır, ideolojisinin işlev i de buradan gelir.(2) Sinemay a, ancak bu perspektifle bakan sanatçılar (her şeye rağmen), sinemay ı sanat olarak sürdüre-bildiler. Çünkü asıl sorunun, "bu düny ay ı değiştirmek olduğunu" biliyorlardı. Bunun dışındakiler ise, iç dünyalarının bataklarına saplanıp, ele aldıkları konuy a denk öz v e biçimi bulamadılar. Ticari kaygı, sansür korkusu ya da y aşam karşısında edilgenliği seçmek... Yönetmenin çelişkilerinin ürünü olan bu gerekçelerle, sinemanın sanattan, gerçeklikten ve sonuçta da kitlelerden kopması kaçınılmazdır. Toplumsal mücadelenin yükseldiği ve dolay ısıy la baskıların arttığı bir süreci yaşadığımız şu günlerde sosy alist gerçekçiliği y orumlay arak y ansıtmış yönetmenlerin mirasım dev ralacak y eni y önetmenler henüz görünürlerde y ok. Oysa Türk Sineması'nın, tükenmiş insanlardan v e bunların y arattığı bunalım f ilmlerinden kurtulması zorunluluğu v ar. Bu da ancak, gerçekliğin, barlarda içerek değil, sokaklarda yaşayarak aranmasıyla gerçekleşebilir. 13

ŞİİR O SEVDA Kİ Onyedisinde yüreği sınananlara Sen alnı dağ çiçeklim Yürek y akışlım Sev dalım Andımızı kollay asın, Mahir y üreklerdey i Kollay asın. En zor şaf ağında En onulmaz yerindeyken y aşamın Day andık diyebilmek için Acının zoruna Umudu kollay asın gülüm. Dört mevsim baharı Yürekte sev day ı Sokakta kavgay ı Zulmün gergefinde direnci belleyesin. Biz ki, Aşklarla çoğalmışız Kav galarda sınanmışız Ey ölümüne intihar süsü veren gece Zulümlerde bilenmişiz O sevda ki Senin tutsaklığınadır Özgürlük türkülenir dilimde Gecenin karanlığında yanar ellerim Ellerine iy i bak kınalım, Ben hüznünü kuşanmışım bir kez Senden uzakta Ve dağlı sohbetlerde sen hep yanımdasın. S. KAYNAR 14

ŞİİR GELECEĞE Kalkıp bir sabah Yüzünü şafakla y ıkayan Ölümsüz y olcu Bekleme gün doğumunu Adımla, Koş y olları. Kay gıları, Üzüntüleri Sonbahar yapraklan gibi Bırak ardında. Korkma! Sevdadan, İnancından Bir gelecek ki Gün boy u aydınlık Sev gilinin y üzü gibi KAVGA Yaşamın uçsuz bucaksız Körkuy usunda Bir ışık ay dınlık cantılsımı Açıp bir karanfil gibi Yüreğimin en derin köşesinde Alıp götüren ellerimi gözlerimi umutlarımı Yeşerten Ölümün sağır çığlığında Bir sessiz çığlık şimdi Kulaklarımda Ey yeşeren kavgam ALEV ALEV Gece tutuştu bir kez orta yerinden Yok artık olmayacak Yağma talan Sömürü zulüm işkenceler Gece tutuştu bir kez orta yerinden alev alev Yangın gecelerle Güneşli günlere çıkılacak. SEVDA Usul usul Kalleşçe yaklaşmadık o sev giliye Sağır gecelerde yatıp Umarsızlığa boğulmadık Umutları yarıy a indirip Karanlığı meskenlemedik Nehrin uzanıp Denize sarılması gibi Yiğitçe sevdalandık. Ş.METE 15

ÖYKÜ YALVARARAK DEĞİL, DİRENEREK... D. GÜLER Vakit gece yarısıy dı. Gün boy u rüzgârla savrulan y ağmur bulutlan, akşam saatlerinde bütün y ükünü y eryüzüne bırakmış, göky üzünü pırıl pırıl bir berraklık kaplamıştı. Yıldızlar parmakla say ılacak kadar nettiler. Haf iften y ükselmey e başlayan yarımay ın ışığı, boğazdan geçen gemilerin üzerine v uruy or, y akamozlar gemilerin v e sahil boy undaki villaların parlak ışıklarında gözle görülmez oluyordu. Yağmur sonrası gelen toprak kokusu kaybolmuş, yerini boğazdan gelen deniz kokusuna bırakmıştı. Ay ışığı altında dizi dizi görülen gecekondular, tepeden aşağıy a doğru düşmanın saldırısına karşı mev zilenmiş askerleri andırıy ordu. Genç bir kadın y ağmurdan çamur haline gelmiş toprağa bata çıka hızlı adımlarla aşağıy a doğru iniyordu. Soluk soluğa idi. Üç-beş tahta parçasının çev relenip, önüne kapı görev i y apması için boş bir şeker çuvalının asılı olduğu tuv aleti geçince sağa kıvrıldı. Penceresinden ışık sızmakta olan gecekondunun önünde durdu. Kilit yerine bir ip v e bir çivinin kullanıldığı tahta kapıy ı üç kez tıklattı. İçeriden "geldim" diy e bir kadın sesi işitildi. Çiv iy e sarih ip çözüldü. Kapıda yaşlı denemey ecek kadar genç, genç denemey ecek kadar y aşlı bir kadın belirdi. Karşısında derin derin soluk alıp v eren, alnından terler süzülen kadım görünce meraklandı. Hay rola kızım n'oldu, ne bu telaş? Hele geç içeri de olup biteni anlat Genç kadın içeri girdi. Çamurlu ay akkabılarını çıkardı. Duv arın kenarına y anaştırılmış iki div andan boş olanının üzerine oturdu. Dizlerini göğsüne y aslay ıp, kollarını bacaklarının üzerine sardı. Zaten ufacık olan bedeni daha da küçüldü. Birçok kez bu gecekonduya gelmesine rağmen ilk kez geliy ormuşçasına ev in içinde göz gezdirmeye başladı. Gecekondu yatak odasıyla, mutfağıy la, banyosuy la, salonuyla sadece bir oday dı. Toplasan yirmi metre kare ancak gelirdi. Hemen karşısındaki divanda ononüç y aşlarında iki çocuk birbirlerine sarılmış, mışıl mışıl uy uy orlardı. Tav andaki kirişte içinde ekmek v e diğer kuru yiy eceklerin bulunduğu naylon torbalar asılıy dı. 16

İçerisine böcek girmesin diy e yiy ecekler yukarı kaldırılmıştı. Kapının tam karşısında metal bir raf ın üzerinde üç dört tabak, biri büyük biri küçük olmak üzere iki tencere vardı. Metal raf ın y anında bir küçük tüp yer alıy ordu. Duvara dayalı olan kazma kürek, kendilerine iş düşecekmişçesine hazır bekliyorlardı. Kapının yanından dışa açılan d e l i k, bany o yaparken dökülen suyun dışarı akmasını sağlıy ordu. Deliğin kenarında mavi bir çamaşır leğeni ite telleri dökülmüş el süpürgesi yan y ana duruyorlardı. Divanların arasına eski bir İrilim atılmıştı. Zeminin kilimsiz olan bölümü, çiğnenmiş topraktı. Duv arlar sıv asızdı. Dışarıda esen rüzgâr biriketlerin arasından geçiyor, içeride olan biri rahatlıkla esintiyi duy abiliyordu. "Bizim kondunun ay nısı. Sanki komşularımızınki f arklıymış gibi. Onlar da böy le." diy e düşündü. Bir an geldiğinden beri ondan bir çift söz bekley en, merakla gözlerinin içine bakan Esma tey zenin sözleriy le irkildi. Senin niy etin beni meraktan çatlatmak mı kız? Deyiv er derdini hele. Genç kadın dalıp gittiği için çok utandı. Yüzünü ateşler bastı. Yanaldan al al olda Şey ben... diye kekeledi. Seni de boş y ere telaşlandırdım. Kusura kalma. Halil az önce nöbet tutmay a gitti. Evde bir başıma kaldım. İçime bir sıkıntı çöktü. Bir de Halil'in başına bir şey gelirse diy e düşünmey e başlay ınca, yüreğim daha da ezildi. Korkmaya başladım. Bana bir yol göster tey zem. Yay gibi ince kaşlarının altındaki iri siy ah gözlerinden büy ük bir endişe okunuy ordu. Esma tey ze "bunun içkimi telaşlısın" dercesine genç kadına bakıy ordu. Tadı sesiy le tane tane konuşmaya başladı. Sanki Esma tey zen buray a gelmeden önce korkusuz bir cengav er miy di? Yooo.. Cengav eri bırak ödlek bir f areden f arkım yoktu. Ev de bir başıma kal maktan korkardım. Karanlıktan, kediden, köpekten, polisten, zabıtadan kor kardım. Erkeğim, Hasan'ım bir gün gider de dönmezse iki yetimle n'aparım diy e korkardım. Yüreğim bir tav şan y üreği gibi güp güp atardı. Ben dahil diğer kadınlar da, erkeklerimizin çoğu da korkularını burada y endiler. Dikkat et er keklerimiz de diy orum. Şimdi bakma böyle göründüklerine. Geçmişte birisi höt dese ödleri kopardı, saklanacak delik ararlardı. Sabret bakalım, sen daha bu - ray a gelin geleli bir hafta bile olmadı. Elbette korkarsın. Ama inan bana, bak bu duv ara yazıy orum, zamanla bu korku illetinden yakanı kurtaracaksın. Sana başımıza gelenleri anlatay ım da gör bak korkuy u nasıl yenmişiz. 17

Esma tey ze sözüne ara v erip, y avaşça oturduğu yerden ay ağa kalktı. Piknik tüpünün v anasını açıp bir kibrit çaktı. Tüp harlayarak alev aldı. Çay danlığı tüpün üzerine y erleştirdi. Çay ı y eni demlemiştim. Soğumuş. Isınsın. Hem içer hem laflarız. Bir kaç dakika sonra, kaynay an suy un fokurdama sesleri işitilmey e başladı. Esma tey ze her ayağa kalkışında yaptığı gibi, bir buçuk insan boyu yüksekliğindeki tavandan sarkan e l e k t r i k ampulüne çarpmamaya özen göstererek çaydanlığı a l ı p g e r i g e l d i Genç kadın da ay ağa kalkmış, kırık bir plastik tepsi üzerine i k i çay bardağı v e bir kavanoz toz şeker hazırlamıştı. Çay bardaklarını doldurup eski y erlerine geçtiler. Yavaşça çaylarından yudumlamaya başladılar. Genç kadın Esma tey zenin içtenliği karşısında rahatlamış, y anaklarındaki allar kaybolmuştu. İri siyah gözlerindeki korku v e telaş eriy ip gitmişti. Sabırsızca Esma tey zenin anlatacaklarım bekledi. Esma tey ze, genç kadının sabırsızlığını görünce fazla oy alanmadan söze başladı. Çocuklarının uy anmaması için sesini alçaltmıştı. Halil sana anlatmıştır y a, y ine de içinde yaşamadığın için burada neler çektik bilemezsin. Hesaplaşan buraya gelişimiz anca bir y ıl eder. Allah şahidimdir, koca ömrüm boy unca bu bir y ıl içinde öğrendiklerimin kırıntısını öğrenemedim. Şunu i y i belle ki burada en büyük öğretmen, y a ş a m ı n ta k e n d i - si. Esma teyze çay ından b i r yudum daha alıp, derin b i r iç geçirdi. Buray a gelmeden önce başka bir semtteki gecekondumuzda kalırdık. Yan larındaki onlarca polisle birlikte günaşırı zabıtalar gelirdi. "Gecekondularınızdan çıkın" derlerdi. Biz kim devlete karşı gelmek kim, çaresiz çıkardık. Sonra elemeği göz nuru kondularamızı teker teker y ıkarlardı. Ağlaşıp sızlanırdık. Kime ne f ayda... Döv ünmelerimizin hiç bir y ararı olmazdı. Yıkımdan sonra borç harç malzemeleri denkleştirir, gecekondumuzu y eniden y apardık. Aradan biraz zaman geçer, leş kargaları y ine tepemize üşüşürlerdi. Onlar y ıkardı, biz y apardık. Gören de oy un oy nuyoruz sanır. Her y ıkımla bir likte durumumuz kötüleşiyordu. Borca batıy orduk. Bu ne zamana kadar sürecek diye kara kara düşündüğüm bir akşam, Hasan yüzünde tebessüm ile eve geldi. Şaştım kaldım. Bunca y ıldır ay nı y astığa baş koy duğumuz halde, onu hiç böy le neşeli görmemiştim. Sıkıntıdan, dertten bizde gülecek hal kalmamış k i. "Hay ırdır Hasan'ım, dedenden yüklüce miras kalmış gibi gevrek gev rek ne 18