ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2010-2011



Benzer belgeler
ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2010

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ.

Türkiye Irak İlişkilerinde Güvenlik ve Radikalleşme

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

MUSUL OPERASYONU VE SONRASI: RISKLER, BEKLENTILER, ÖNGÖRÜLER TOPLANTISI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.9, EKİM 2016

ORTADOĞU VE AVRASYA YAZ OKULU/TRABZON

TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRKIYE-AB İŞBIRLIĞI

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

LOCAL COUNCILS AND SECURITY SECTOR REFORM IN SYRIA BAŞLIKLI TOPLANTININ SONUÇ RAPORU

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

VİZYON BELGESİ (TASLAK)

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi tarafından düzenlenen Filistin Ulusal Projesi Görüşler ve Perspektifler Sempozyumu Filistin in çeşitli kesimlerinden

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ STRATEJİK PLANI

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

İSTANBUL GÜVENLİK KONFERANSI 2016 Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları

ABDÜSSELAM: ARAP BAHARI NIN MIRASI: BIR ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ? ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ. Refik Abdüsselam

DIŞ POLİTİKA AKADEMİSİ - III


SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası

değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI. Şubat 2018

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI

İSLAM DÜNYASI İSTANBUL ÖDÜLLERİ SUNUŞ

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

ULUSLARARASI SURİYE SEMPOZYUMU TARİH, SİYASET VE DIŞ POLİTİKA NİSAN ANKARA. Prof. Dr. H. Mustafa Eravcı-Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU

DERS PROFİLİ. Asker-Sivil İlişkileri POLS 436 Bahar Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI.

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

İ Ç İ N D E K İ L E R

Kerkük, Telafer, Kerkük...

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

Orta Asya daki satranç hamleleri

Dünden Bugüne Ortadoğu (UI506) Ders Detayları

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

TERÖR ÖRGÜTLERI TARAFINDAN SOSYAL MEDYANIN KULLANILMASI: IŞİD ÖRNEĞI KONFERANSI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.10, ARALIK 2016

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TÜRK DÜNYASI KIZIL ELMA ÖDÜLLERİ SUNUŞ

TURAN: KERKÜK Ü IŞİD TEHDİDİNDEN KORUMAk VE ELİMİZDE KALMASI EN ÖNEMLİ HUSUSLARDIR.

Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ. Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği Yayınları Araştırma Eserleri Serisi Nu: 7. Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ

SWOT Analizi. Umut Al BBY 401, 31 Aralık 2013

ENERJİ GÜVENLİĞİ ÇALIŞTAYI Türkiye Nükleer Güç Programı 2030

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Lisans Programı

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

İSLAM ÜLKELERİNDE MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM KONGRESİ SONUÇ DEKLARASYONU

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

2018 SONBAHAR ÇALIŞTAYI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI REJİMİNİN KRİZİ Kasım 2018 Taslak Program

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Toplum, İktisat ve Çevre Üçgeninde Karar Vermek

BANDIRMA AB YOLUNDA PROJESİ ANKET SONUÇLARI DEĞERLENDİRMESİ

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

ViZYON BELİRLEME ÇALIŞMASI. Hazırlayan: Mustafa YILMAZ- Uzman (PKB)

Cumhuriyet Halk Partisi

2. ISRAIL VE YAHUDILIK KONFERANSI BANDIRMA DA GERÇEKLESTI

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

PINAR ÖZDEN CANKARA. İLETİŞİM BİLGİLERİ: Doğum Tarihi: E-Posta: EĞİTİM BİLGİLERİ: Doktora/PhD

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (YÖNETİM VE LİDERLİK) YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI

YALOVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI TEZSİZ YÜKSEK LİSANS MÜFREDATI

Editörler Prof.Dr. Mimar Türkkahraman & Yrd.Doç.Dr.Esra Köten SİYASET SOSYOLOJİSİ

Pazartesi Basın Gündemi

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda

Pazarlamada Kullanılan Farklı Yaklaşımlar, Teoriler ve Analiz Teknikleri

ALT BAŞLIKLAR DİPLOMASİ. -Sosyal Medya ve Diplomasi. -Kamu Diplomasisinin Gelişimi. - Diplomasinin 11 Eylülü : Wikileaks. -Önleyici Diplomasi

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS ULUSLARARASI POLİTİK İKTİSAT ECON

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

INTL 101 / SİYASET BİLİMİNE GİRİŞ

Transkript:

Eylül 2011 YAZ OKULU 2010-2011 MIDDLE EAST SUMMER SCHOOL 2010-2011 CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

YAZ OKULU 2010-2011 MIDDLE EAST SUMMER SCHOOL 2010-2011 Eylül 2011 Ankara - TÜRKİYE 2011 Bu raporun içeriğinin telif hakları a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ Tarihçe Türkiye de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi () kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. Ortadoğu ya Bakış Ortadoğu nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ın Çalışmaları, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir., web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye de konuk edilmesini kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır. www.orsam.org.tr

İçindekiler Takdim... 5 1. Ortadoğu Yaz Okulu 2010... 6 1.1. Ortadoğu da Rejim Güvenliği Nuri Yeşilyurt Ankara Üniversitesi U.İ.B... 6 1.2. Ortadoğu da Enerji Güvenliği Mete Göknel E. BOTAŞ Genel Müdürü... 19 1.3. Ortadoğu da Su Sorunu Ayşegül Kibaroğlu ODTÜ U.İ.B... 30 1.4. Ortadoğu Politikalarında Kürtler Erol Kurubaş Kırıkkale Üniversitesi U.İ.B... 39 1.5. Burak Karartı Dışişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi... 68 2. Ortadoğu Yaz Okulu 2011... 71 2.1. ABD Dış Politikasında Ortadoğu Doç. Dr. Tarık Oğuzlu - Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü... 71 2.2. Irak ın Siyasal ve Toplumsal Yapısı Güncel Sorunları Bilgay Duman - Ortadoğu Uzmanı... 75 2.3. Suriye nin İç Dinamikleri ve Dış Politikası Oytun Orhan - Ortadoğu Uzmanı... 79 2.4. Ortadoğu Bağlamında Türk Dış Politikasında Son Dönemde Yeni Eğilimler Yrd. Doç. Dr. Şaban Kardaş - TOBB ETU Uluslararası İlişkiler Bölümü... 89 2.5. Türkiye nin Orta Asya Politikası ve Bölgedeki Değişim Süreci Orhan Işık - Dışişleri Bakanlığı Kafkasya ve Orta Asya G.M.Yrd. Daire Başkanı... 105 2.6. Türkiye nin Dış Politikasında Ortadoğu Prof.Dr. Meliha Altunısık - ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü... 122 2.7. İran da Siyasal Sistem ve İç Dinamikler Pınar Arıkan Sinkaya - ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü... 126 2.8. İran Dış Politikası Dr. Bayram Sinkaya - Ortadoğu Danışmanı /ODTÜ... 138

2.9. Ortadoğu Ekonomileri Doç. Dr. Harun Öztürkler Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisat Bölümü... 147 2.10. İsrail Dış Politikası ve Türkiye-İsrail İlişkileri Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin - Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü... 150 2.11. Filistin Meselesinin Temel Dinamikleri Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin - Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü... 156 2.12. Irak ın Hukuk Sistemi Habib Hürmüzlü - Danışmanı... 162 2.13. Lübnan ın İç Dinamikleri ve Bölgesel Sistematikle Etkileşimi Oytun Orhan - Ortadoğu Uzmanı... 165 2.14. Ortadoğu da İslami Hareketler ve Mezhepsel Dinamikler Prof. Dr. Hasan Onat - Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi... 177 2.15. Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları Doç. Dr. Veysel Ayhan Ortadoğu Danışmanı-Abant İzzet Baysal Üniversitesi U.İ.B... 182 2.16. Ortadoğu da Enerji Güvenliği Mete Göknel - E. BOTAŞ Genel Müdürü... 197 2.17. Ortadoğu da Su Sorunu Dr. Tuğba Evrim Maden - Su Araştırmaları Programı Danışmanı... 213 2.18. Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Politikası Brifingi... 222 Ders Programı 2010... 230 Ders Programı 2011... 232 Katılımcıların Listesi... 234

TAKDİM olarak kuruluş yılımız olan 2009 dan bu yana Haziran veya Temmuz ayları içinde 15 gün süreli Ortadoğu Yaz Okulu Programı düzenlemekteyiz. Programa, Türkiye nin farklı illerinden, yaklaşık 50 değişik üniversiteden lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde öğrenciler ve değişik sektörlerde çalışan konu ile ilgili kişiler katılmaktadır. Öğrencilerin büyük çoğunluğu üniversitelerin uluslararası ilişkiler bölümünde olmak üzere sosyal bilimler alanındaki diğer bölümlerde eğitimlerini sürdürmektedir. Ortadoğu Yaz Okulu Programı, Ortadoğu konulu derslerden oluşan bir seminer şeklinde yürütülmektedir. Bu yıl 3.sü düzenlenen Ortadoğu Yaz Okulu Programı, 20 Haziran-1 Temmuz 2011 tarihleri arasında gerçekleşmiştir. Programda verilen dersler arasında; Dünyada ve Türkiye de Düşünce Kuruluşları, Türkiye nin Dış Politikasında Ortadoğu, ABD Dış Politikasında Ortadoğu, Arap Dünyasında Rejimler ve Değişim, Basra Körfezi Ülkelerinin Toplumsal ve Siyasal Yapıları, İsrail, Filistin Meselesinin Temel Dinamikleri, Irak Türkmenleri, Ortadoğu Denkleminde Irak, İran da Siyasal Sistem Yapı ve İran ın Dış Politikası, Lübnan, Suriye, Ortadoğu da İslami Hareketler, Ortadoğu Ekonomileri, Kuzey Afrika ve Ortadoğu, Ortadoğu da Su Sorunu, Türkiye nin Orta Asya Politikası yer almaktadır. Ortadoğu bölgesi öğrenmek ve anlamak açısından son derece önemli olduğunu düşündüğümüz bu dersler konularının uzmanı araştırmacıları, danışmanları ve çeşitli üniversitelerden değerli akademisyenler tarafından verilmektedir. Son üç yıl içinde düzenlenen Ortadoğu Yaz Okulu Programı nda değerli bir birikim oluştuğuna inanıyoruz. Bu birikimin sadece programa katılan öğrenciler tarafından değil konuyla ilgili daha geniş kesimler tarafından faydalanılması için seminerlerde ses kaydı tutulmuş ve kayıtların deşifreleri yapılmıştır. tarafından hazırlanan elinizdeki çalışma bu deşifrelerin tamamını içermektedir. Ortadoğu araştırmacılarının ve bölgeye ilgi duyanların faydalanacağını umduğumuz çalışmayı kamuoyunun ilgisine sunuyoruz. Saygılarımızla. Hasan KANBOLAT Başkanı 5 YAZ OKULU 2010-2011

1. Ortadoğu Yaz Okulu 2010 1.1. Ortadoğu da Rejim Güvenliği Nuri Yeşilyurt Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Bu derste modern Ortadoğu tarihinden örnekler vererek üçüncü dünya güvenlik literatüründeki bazı kavram ve tartışmalar üzerinde duracağım. Ben Uluslararası İlişkiler alanında olduğumdan, meseleye bu disiplinin gözünden bakmaya çalışacağım. Ama bildiğim kadarıyla burada çok disiplinli bir dinleyici kitlesi var. Dolayısıyla sizler de kendi disiplininizden meseleye katkıda bulunabilirsiniz. Bu derste üzerinde duracağım en önemli kavram rejim güvenliği olacak. Ama onu daha iyi anlayabilmek için üçüncü dünyada devlet oluşum süreçlerini ve bu kapsamda zayıf devlet kavramını incelememiz gerekecek. Genel olarak Üçüncü Dünya da, özel olarak Ortadoğu daki siyasal rejimlerin içinde bulundukları çıkmazlardan ve hayatta kalmak için izledikleri stratejilerden bahsedeceğiz. Bu stratejilere odaklandıktan sonra da bölgede daha özgürlükçü, güvenli, demokratik ve istikrarlı bir ortamın oluşması için nasıl bir siyasal yapılanma gerektiği üzerine düşüneceğiz. Türkiye deki siyasi literatürde rejim güvenliği kavramı, daha çok laik yönetim biçiminin muhafazası anlamında kullanılmaktadır. Ama uluslararası literatürde bundan daha geniş bir anlamı var. Buna göre rejim güvenliği, bir ülkedeki iktidar seçkinlerinin çeşitli meydan okumalara karşı iktidarlarını devam ettirme ve hayatta kalma çabalarına göndermede bulunur. Aslında Türkiye deki yaygın anlamı da perde arkasında aynı noktaya işaret ediyor. Zira bir yönetim biçimiyle iktidar seçkinleri birbirleriyle sıkı bir şekilde ilintilidir. Örneğin Suudi Arabistan daki krallık rejimi ve şeriat uygulaması, Suud hanedanının ve Vahabi din adamlarının iktidarıyla yakından ilintilidir. Yönetim biçimi değişirse bu seçkinlerin güçlerini korumaları kolay olmaz. İktidar seçkinleri farklı yönetim biçimlerine karşı çıkarken bunu sadece rakip veya meydan okuyan ölçütleyici ideoloji ya da yönetim biçimi niteliksel açıdan daha geri, daha kötü olduğu için değil; aynı zamanda mevcut iktidarlarını korumak için yaparlar. Zira yönetim biçimi değiştiği zaman büyük ihtimalle o ülkedeki güç dengesi, iktidar yapısı, iktidar koalisyonu da değişecektir. Birkaç örnek vermek gerekirse; 1952 de Mısır da Hür Subaylar Devrimi nin gerçekleşmesiyle birlikte ülkedeki yönetim biçiminin ve örgütleyici ideolojiye bağlı olarak yönetici seçkinlerinin değiştiğini görüyoruz. Daha önceden bir krallık hanedanı ve zengin toprak sahiplerinden oluşan bir aristokrasinin devletin tepesinde olduğu bir yapıdan bahsederken, daha sonra askeri, sivil bürokrasinin başa geçtiğini görüyoruz. Dolayısıyla yönetim biçimi değişince bununla paralel olarak yönetici seçkinleri de değişiyor. Aynı şekilde, İran Devrimi ni de örnek göstererek devrimle beraber yönetici seçkinlerinin nasıl değiştiğini görebiliriz. Tabii bu yönetici seçkinlerinin değişmesi illa bir devrim sonucu gerçekleşmek zorunda değil. Çeşitli 6 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 darbelerle (devletin yönetim biçiminde ciddi devrimsel bir değişiklik yapmayan darbelerle) yönetici seçkinlerini değiştiğini görmekteyiz. Buna örnek olarak da Suriye de 1963 ve 1970 yıllarında yapılan darbelerle en başta Baas ın askeri kanadının ülkenin başına geçmesi; daha sonra Alevi kökenli yöneticilerin ve seçkinlerinin ülkenin kilit pozisyonlarına gelmesini gösterebiliriz. Aynı şekilde 1968 de Irak taki darbeden sonra Suriye dekine benzer şekilde, Tikrit kökenli asker ve bürokratların kilit pozisyonlara gelmesini gösterebiliriz. Son olarak; yönetim biçiminde ani değişiklikler olmadan, darbeler gerçekleşmeden de iktidar seçkinlerinde bazı değişiklikler meydana gelebilir. Buna örnek olarak da 1970 li ve 1980 li yıllarda, Mısır da ekonomik açılım politikaları sayesinde askeri, ekonomik bürokrasi içerisinden uluslararası sermaye ve bağlantılara sahip olan bir kesim sivrilmiş ve yeni bir aristokrasi oluşturmuştur. 2000 li yıllarda da Türkiye de de iktidar seçkinlerinin değişmesi söz konusu; ordunun ülke yönetimindeki rolünün giderek azalıp,, Anadolu Kaplanları dediğimiz yeni bir yeni burjuvazi sınıfının yükselişe geçtiğini görüyoruz. Tabii bunun İstanbul burjuvazisinin yerini aldığını söyleyemeyiz, fakat ona paralel olarak yükselişe geçen ve yükselişine uzun bir süre devam edecek gibi gözüken bir yeni burjuvazi sınıfı olduğunu görüyoruz. Rejim güvenliği kavramını (geniş anlamı ile) yani; iktidar seçkinlerinin mevcut ülkedeki güçlerini koruma, pekiştirme, hayatta kalma mücadelesi anlamında kullanmak analitik açıdan bölgeyi incelerken bize pek çok araç sağlar. YAZ OKULU 2010 7

Rejim Güvenliği Kavramının Gelişimi Uluslararası ilişkiler disiplinindeki Batı, daha doğrusu ABD merkezlilik; hepimizin malumudur. Bildiğiniz gibi uluslararası ilişkiler disiplini Birinci Dünya Savaşı nın sonunda İngiltere de ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da ABD nin dünya üzerindeki hegemonyasına paralel olarak bu ülkede büyük bir gelişim göstermiştir. ABD nin dünya hegemonyasına ve dış politikasına da çoğu zaman yardımcı olacak ve kimi zaman aracılık yapacak bir işlev üstlenmiştir. Burda farklı bir noktaya parmak basmak gerekir. Uluslararası ilişkiler ana akım kuramlarının (ki bunların neo-realizm ve neo-liberalizm oldukları kabul edilir) evrensel yasalara ulaşmak için kullandıkları tarihsel, ampirik örneklerin çoğunun mevcut uluslararası sistemde azınlığı oluşturan Batı ülkelerinin deneyimlerinden edindiği söylenebilir. Dolayısıyla bu kuram ve kavramların uluslararası sistemde çoğunluğu oluşturan üçüncü dünya ülkelerinin veya sömürgecilikten geçmiş ülkelerin yaşadıkları sorunlara cevap üretebilecek bir çerçeve sunmadığı kabul edilebilir. Bu kapsamda uluslararası ilişkilerde merkezi bir yere sahip olan güvenlik kavramının da, klasik anlamda bir devlete dışarıdan yönelen askeri tehditleri odak alan güvenlik kavramının da, Üçüncü Dünya için yeterince açıklayıcılığı olmadığı iddia edilebilir. Çünkü bu kavram gelişimini 600 yıllık bir süreç içerisinde tamamlamış ve Avrupa ulus devletlerini temel almaktaydı. Bir devletin iç politika unsurunun tamamen göz ardı ederek, devletleri bilardo topu gibi algılayarak bütün dikkatini dış politikaya ve dışarıdan o devlete gelecek askeri tehditlere yöneltmişti. Ama tehditlerin çoğunu içerden bir şekilde kendisine yönelmiş olarak gören veya yaşayan Üçüncü Dünya devletleri için bu kavramlar genelde anlamsız kalıyor veyahut bütüncül bir açıklamayı mümkün kılmıyordu. Güç çalışmaları içerisinden üçüncü dünya güvenlik yaklaşımları veya çalışmaları diye ortaya çıkan bazı yazarlar ki bunlar Muhammed Ayoob, Amitav Acharya, belli oranlarda Barry Buzan ve Bahgat Korany, Üçüncü Dünya ülkelerinin yaşadıkları güvenlik çıkmazını devlet, bölge ve uluslararası sistem düzeylerine odaklanarak açıklamaya çalışmışlardır. Bu yazarlar, Üçüncü Dünyanın güvenlik çıkmazlarına Batı dan ayrıksı bir kavramsal çerçeve geliştirmeye çalışıyorlar. Tabii burada bir şey not etmek gerek; hem Üçüncü Dünya yı he de Batı yı anlatırken ve bunları birbirleriyle karşılaştırırken genellemeler yapıyoruz. Elbette ki bunların istisnaları vardır, fakat pozitivist bir yönteme sahipseniz; kuramsal gelişim için soyutlamalar ve genellemeler yapmanız gerekir. Hem Batı hem de Üçüncü Dünya bazında anlatacaklarım genellemelere dayanmaktadır ve belli bir ölçüde soyutlama içermektedir. Devlet Düzeyi Üçüncü Dünya devletlerini Batı dan ayıran neydi? Burda ana akım uluslararası ilişkiler kuramları, devletleri benzer birimler olarak ele almaktadır. Buna like units diyorlar. Fakat Üçüncü Dünya güvenlik çalışmaları kapsamında düşünen ve yazan yazarlar diyorlar ki; bu devletlerin; devlet oluşum süreçlerine ve devlet toplum ilişkilerine odaklanırsak niteliksel açıdan Batı daki devletlerden daha farklı olduğunu görürüz. Bu yüzden de geliştirilen ilk kavramlardan biri zayıf devlet kavramı ve buna karşılık güçlü devlet kavramıdır. Zayıf devlet derken neyi kastediyoruz? Bu ayrım en baştan olarak Buzan tarafından yapılıyor. Burada devlet üç bileşene ayrılıyor. Bunlardan bir tanesi; devletin fiziksel tabanı dır. Bu; devletin nüfuzunu ve topraksal tabanını oluşturuyor. 8 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 İkincisi; devletin kurumsal ifadesi -ki bu yasama, yürütme, yargı organlarının çeşitli kuralları, prosedürleri, normları ifade ediyor. Üçüncü ve son olarak da; devlet düşüncesi nden bahsediliyor. Devlet düşüncesinden kastedilen de her şeyden önce; bir ulus fikri ve ikinci olarak bir örgütleyici ideolojidir. Devlet dşüncesi üzerinde biraz daha ayrıntılı durmakta fayda var. Burada ulus fikrinden kastedilen; milliyetçilik ideolojisi ve onunla beraber ortaya çıkan ulus, ulus-devlet gibi kavramladır. Bunlar modern uluslararası sistemin temelini, en kilit noktasını oluşturmaktadır. Ulus fikri modern kullanımda genel olarak benzer kültürel, etnik, ırksal, dilsel mirası paylaşan insan grubunu varsayar. Ulusla devlet arasındaki ilişki karmaşık bir yapıdadır. Bazı devletler ulus-devlet idealine; yani bir ulusun varlığı, belli bir toprak üzerinde geçmişten beri var olan kültürel anlamda homojen bir insan topluluğu ve onu koruyup pekiştiren ve bekasını sağlamak için uğraşan bir devlet modelidir. Bu modele yaklaşan devlet sayısı dünyada fazla değildir. Buna örnek olarak belki Japonya gösterilebilir. Ulus ile devlet arasındaki ilişkinin başka bir modeli devlet-ulus modelidir. Burada ulus, devlet tarafından yaratılmıştır. Buna örnek olarak ABD gösterilebilir. Üçüncüsü bir kısmi ulus modeli olarak adlandırılabilir. Burada bir ulus kabul edilen insan topluluğunun birden çok ülkeye yayılmasından bahsedilir. Buna Arap dünyası verilebilecek en iyi örnektir. Bu kısmi ulus modeli; hem kendileri hem de çevreleri için çok ciddi güvensizlik kaynağı oluşturan bir modeldir. Zira birleşme projeleri, devletler arasındaki liderlik sorunları ve çatışmalar, çok şiddetli ve sık bir şekilde görülür. Dördüncü ve son olarak da bir başka model federal devletler olabilir. Buna çok uluslu devlet modeli de denebilir. Hiçbir ulusun ön planda tutulmadığı yahut daha emperyal bir şekilde gelişebilir. Ulus düşüncesiyle sıkı bir bağ kurmayı başarabilen devletler meşruiyet anlamında çok güçlü olabilirler. Ulus düşüncesiyle sorunu olanlarsa, başlarını dertten bir türlü kurtaramazlar. Burda devlet düşüncesinde ulusun önemi hem içsel hem de dışsal anlamda vurgulanabilir. İçsel anlamda bir devlet; her şeyden önce vatandaşlarını veya tebaasını, bir ulus düşüncesine bir şekilde inandırmak zorundadır ki buradan aldığı meşruiyet ve güçle çeşitli iç tehditlerden bağışık bir şekilde devlet mekanizmasını işletebilsin. Bunun dışında; diğer devletleri de bu yönde ikna etmek önemlidir. Zira modern uluslar arası sistem; ulus-devletler sistemidir ve uluslar kendi kaderini tayin hakkında buna göndermede bulunur. Dolayısıyla mevcut sistemde ulus-devletlerin bu şekilde hem kendi vatandaşlarını hem de diğer devletleri bir ulusu temsil ettiklerine inandırması daha güvenli ve istikrarlı bir sistemin ön koşulu olarak kabul edilir. Devlet düşüncesinin ikinci unsuru örgütleyici ideolojiler dir. Bunlar ulus düşüncesine göre daha sığ köklü ve değişime daha açık unsurlardır. Biraz önce de bahsettiğim gibi; bir ülkedeki yönetim biçimi ve örgütleyici ideolojinin değişmesine çok sık rastlanır. Bur Arap dünyasında da böyledir. Krallık rejimlerinden cumhuriyetlere, sosyalizme daha yakın örgütleyici modellere geçiş bu kapsamda değerlendirilebilir. Ama aynı şekilde devletin varlığına ve ulus düşüncesi işlemiş ideolojiler de olabilir, buna Siyonizm örnek olarak gösterilebilir. Literatürde devletin düşüncesi; yani ulus ideolojisinin ve örgütsel ideolojinin ve devletin kurumsal ifadesinin görece zayıf, yetersiz olduğu devletler zayıf devletler olarak adlandırılır. Üçüncü Dünya devletleri genelde zayıf devletlerdir. Nedeni de; sömürgecilik döneminde bu ülkelere dışarıdan dayatılan kurumlar, etnik, dinsel, dilsel, kültürel ayrım- YAZ OKULU 2010 9

lara hiçbir şekilde dikkat edilmeden çizilen sınırlar, kavramlardır. Uluslararası toplumun bu ülkelerden, Avrupa nın 600 yılda gerçekleştirdiği devlet oluşum sürecinden daha kısa zamanda ve daha büyük bir uluslararası baskı altında gerçekleştirmelerini beklemektedir. Böyle bir ortamda Üçüncü Dünya ülkelerinde en ufak bir siyasal tartışma bile devletin varlığını tehlikeye sokabildiğini, ülkeyi iç çatışmalara sürükleyebildiğini görüyoruz. Batı daki ülkelerde siyasi tartışmalar genelde hükümetin teşekkülüne ve politikalarına yönelikken, üçüncü dünya ülkelerinde bunların çok daha şiddetli çatışmalara dönüştüğünü görüyoruz. Buna bir örnek olarak da; iç savaş sırasında ve sonrasında yaşananlar ve bu siyasi tartışmaların nasıl devlet aygıtının ortadan kalkmasına neden olduğunu ve de ülkenin hala bu durumdan muzdarip olduğunu göz önünde bulundurarak Lübnan ı gösterebiliriz. Orta Doğu bölgesi veya Arap dünyası burada nereye oturuyor? Üçüncü Dünya ülkelerinin geneli bahsettiğimiz bu devlet düzeyindeki sorunlara sahip mi? Evet. Orta Doğu devletinin gerek ulus düşüncesi anlamında -yani devlet düşüncesi anlamında- gerekse devletin kurumsal ifadesi anlamında sorunlu devletler olduklarını görüyoruz. Devlet düşüncesi çerçevesinde bakarsak; Arap dünyasında mevcut yirmi iki devleti kapsayan bir Arap ulusu ya da Arap ulusu tahayyülü öyle ya da böyle olmuştur, vardır. Ortak bir dili, ortak bir tarihi, geçmişi, kültürü ve dini paylaşan Arap ulusu mevcut; ama buna mukabil yirmi iki tane devlet var. Dolayısıyla ulustan bahsederken hangi ulusu kastettiğiniz (örneğin; Arap ulusunu mu-en geniş anlamda -yoksa Suriyelileri mi yoksa Iraklıları mı, Mısırlıları mı kastettiğiniz) her zaman Arap dünyasındaki devletler için bir çatışma, çelişki, sorun kaynağı olmuştur. Bu durumun beraberinde getirdiği birleşme projeleri, Pan-Arabizm gibi ideolojilerle mevcut ülkelerdeki rejimler üzerinde çeşitli baskılar oluşturmuştur. Bu rejimler politikalarını söylemsel düzeyde de olsa genelde Pan-Arabizm in önceliklerine uydurmak zorunda hissetmişlerdir. Bu bazı devletlere avantajlar sağladığı gibi (Mısır gibi bölgesel bir hegemonya iddiasında olan devletlere) bazılarına da dezavantajlar yaratmıştır. Çünkü bu Pan-Arabizm düşüncesi ve Arap ulusunun yirmi iki ülkeye yayılması gerek bu devletler arasındaki çeşitli müdahaleleri gerek iç muhalifleri desteklemek anlamında rejimlere yapılan müdahaleleri gerekse askeri müdahaleleri daha meşru kılmıştır. Buradan kastettiğimi örnek olarak, Suriye nin Lübnan İç Savaşı na müdahalesi, Mısır ın 1960 lı yıllarda Yemen İç Savaşı na müdahalesi, Irak ın 1990 yılında Kuveyt i işgalini gösterilebilir Bunlar, Arap dünyasındaki bütün devletler ve toplumlar tarafından kınanmış ve gayri meşru kabul edilmiş şeyler değildir. Bazı Arap devletleri ve halkları; Arap Birliği idealine ve Pan-Arabizm düşüncesine hizmet ettiği gerekçesiyle bunları desteklemiştir. Fakat aynı müdahaleyi bir Arap ülkesi yapmamış olsaydı (örneğin; ABD, İran veya Türkiye gerekleştirmiş olsaydı); böyle bir durumla karşılaşmayacaktık. Arap Dünyası ndan muhtemelen çok daha büyük bir tepki gelecekti. Dolayısıyla bahsettiğim bu büyük Arap ulusu tahayyülü; bölge içerisindeki dolaylı veya doğrudan birçok müdahaleyi meşrulaştırarak, bölgedeki rejimler için önemli baskı unsuru ve bazıları içinse fırsatlar yaratmıştır. Ara devletlerinin kurumsal ifadelerine baktığımızda, çoğunun siyasi kurumları sömürgecilik döneminde, daha doğrusu manda döneminde oluşturulmuştur. Manda döneminde bu kurumlar arasında idareye ve toplumun kontrolüne daha çok olanak sağlayan kurumların ve mekanizmaların geliştirildiği ve fonlandığı görülüyor. Bu anlamda istihbarat, 10 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 polis, ordu gibi baskı unsuru içeren ve toplumu baskı altına almayı amaçlayan kurumların daha gelişken olduğu, buna mukabil alt yapı hizmetleri açısından daha zayıf bir devlet mekanizmasıyla karşılaşmış oluyoruz. Bunun sonuçlarından bir tanesi -özellikle bağımsızlık sonrası süreçlerde- orduların modernleşme projelerini gerçekleştirebilecek en ehil kurumlar olarak görülmesi ve bu anlamda devlet inşa süreçlerinin ordular eliyle bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır Arap dünyasında bir zamanlar sıklıkla görülen darbeler ve ordunun siyasetle iç içe geçmişliği bunun bir göstergesidir.peki orduların bu misyonu başarılı olmuş mudur? Hayır. Ordular içerisindeki hizipleşmeler, sürekli tekrarlayan darbeler ve ordunun demokratik mekanizmaları geliştirmek yerine baskıcı bir yönetimde ısrar etmesi, yine bugünkü Orta Doğu da yaşanan demokrasi sorunlarının nedenlerinden biri olarak gözükebilir. Bölge Düzeyi Buraya kadar devlet düzeyindeki sorunlardan bahsetmeye çalıştım. Biraz da bölge üzerinde duralım. Üçüncü Dünya devletinin güvenlik sorunsallarını açıklamada bölge nasıl bir etkide bulunuyor? Burada Barry Buzan tarafından ifade edilen Bölgesel Güvenlik Kompleksleri kavramına vurguda bulunabiliriz. Bundan kastedilen; belli bir coğrafi bölgede birbirinin yakınında bulunan devletler topluluğunun birbirleri ile yoğun ve karşılıklı dostluk ya da düşmanlık içerisinde bulunmalarıdır. Örneğin; Avrupa bu anlamda dostluk ilişkilerinin ağır bastığı bir bölgesel güvenlik kompleksini oluştururken, Orta Doğu, düşmanlık ilişkilerinin, çatışmanın ön planda ve yoğunlukta olduğu bölgesel güvenlik kompleksine örnek olarak verilebilir. Bu güvenlik kompleksi çeşitli alt bölgelere de ayrılabilir ki Orta doğu da da bunu görüyoruz. Bir Basra Körfez vardır. Buranın farklı güvenlik öncelikleri vardır: Petropolitik gibi. Bir Maşrık Bölgesi vardır. Buranın farklı güvenlik öncelikleri vardır. Örneğin; Filistin Sorunu, İsrail-Arap Savaşları gibi. Bunlar arasında, tabii ki de belli oranda geçirgenlik iletişim vardır. Üçüncü Dünya nın belli bölgelerinde bölgesel dinamitler uluslararası ve ulusal dinamitlere göre ağır basar ya da onlarla eşit etkide bulunur. Orta Doğu da bu bölgelerden bir tanesi olarak kabul edilebilir. Hem bölgenin tamamına yayılmış ideolojilerin gücü, etkinliği ve yarattığı sonuçlar anlamında hem de diğer Üçüncü Dünya bölgelerine göre bölgedeki devletler arası çatışmanın yoğunluğu anlamında Orta Doğu bölgesinin bazı ayrıksı özellikleri vardır. Bölgedeki ulus aşırı ideolojilerin rejimler üzerinde kurdukları baskıdan daha önce bahsetmiştik. Pan- Arabizm özellikle 1950 li yıllarda Arap ülkelerinin geçirgenliğini oldukça arttıran bir etmendi. 1952 Devrimini takip eden dönemde 1956 da Süveyş Krizi nden sonra bölgesel bir hegemon olarak sivrilen Mısır-Arap Cumhuriyeti, bölge politikasında bu ideolojiyi benimsemiş ve bölge ülkeleri üzerinde bir tahakkümde veya yönlendirmede bulunmaya çalışırken bu ideolojiden faydalanmıştır. Bu anlamda krallıkla yönetilen rejimlere karşı, ideolojik savaş açılmıştır. Bunlar arasında Körfez Ülkeleri, 1958 darbesi öncesi Irak, ve Ürdün Haşimi Krallığı sayılabilir. Nasır, bunların daha çok sömürgeci dönemi kalıntıları olarak görüldüğü ve Arap Birliği idealini gerçekleştirecek daha özgürlükçü cumhuriyet rejimleriyle Arap ülkelerinin yönetilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu çerçevede bu ülkelerdeki Cumhuriyetçi, Nasırcı akımlar dolaylı yoldan veya doğrudan desteklenmiştir. Tabii 1967 de İsrail e karşı alınan mağlubiyetin ardından hepimizin bildiği gibi Pan-Arabizm in ideolojik gücü bir sönümlenme dönemine girmiştir. Buna paralel olarak; Arap ülkelerinin askeri gücü de YAZ OKULU 2010 11

İsrail karşısında büyük düşüşe geçmiştir. Bu düşüşe karşın bu dönemde yani -1960 ların sonu 1970 lerde- münferit Arap devletlerinin gerçekleştirdiği devletçi kalkınma planları, yarattıkları lider kültleri (örneğin; Suriye de Hafız Esad, Irak ta Saddam Hüseyin, Ürdün de Kral Hüseyin ) ve tabii otoriter yöntemlerle bir şekilde devletlerin bu ulus aşırı ideolojilere karşı geçirgenliğini azaltma çabaları başarılı olmuştur. Bunda yükselişe geçen petrol rantlarının rolü büyüktü Ve 1960 lı yılların sonu 1970 li yıllarda münferit Arap devletlerinin daha geniş anlamda Arap ulusuna karşı daha öncelikli olduğu varsayımına dayanan vataniye kavramı; kavmiye kavramına karşı bir öncelik sahibi olmuştur. Fakat 1980 lerde petrol rantlarının azalması, devlet eliyle kalkınma modellerinin iflas etmesi ve infitah denilen ekonomik açılım politikalar ile Arap Sosyal Devleti modeli bir çok Arap ülkesinde -öyle ya da böyle -terk ediliyor ve sosyal adaletsizliğin daha da artmasıyla beraber özellikle orta ve alt sınıflarda bir hayal kırıklığı oluyor. Artık vataniye anlamında bu münferit Arap rejimlerine, devletlerine duyulan güvende inanılmaz bir düşüş oluyordu. Buna paralel olarak, tüm bu başarısızlıkların kaynağını Batı merkezli ideolojiler olarak gören ve ancak özlenen şanlı İslam geçmişine dönerek kurtuluşun sağlanabileceğini düşünen siyasal İslamcı düşüncenin yükselişe geçtiğini görüyoruz. Sosyal hizmetlerle toplumsal ağlarını genişleterek orta ve alt sınıfların Arap devletinin krizinden dolayı yaşadıkları hayal kırıklıklarına bir çözüm, alternatif oluşturan siyasal İslamcı akımlar, -özellikle 1980 li yıllarda- yükselişe geçiyorlar. İslamcı hareketlerin çoğu ulusal bazda örgütlenmiş olsalar da (örneğin; Müslüman Kardeşler in çeşitli ülkelerdeki kolları gibi) ulus aşırı bağlantılara sahipti. Zira; bu tek bir Arap ülkesiyle sınırlı bir akım değildir. Bu ülkedeki grupların birbiriyle bağlantılı unsurları vardır. Bu durum daha Radikal İslamcı Örgütler için özellikle geçerlidir. (Ör. El-Kaide) Bu anlattıklarım Arap dünyasında mevcut olan ulus aşırı ideolojilere yönelik bazı unsurlardı. Buna eklenmesi gereken bir de askeri boyut vardır. Ortadoğu bölgesi devletler arası savaşların, yoğun ve şiddetli bir şekilde gerçekleştiği bir bölgedir. Örneğin; Arap-İsrail Savaşları, İran-Irak Savaşı, Türkiye nin Suriye ile dönem dönem yaşadığı sorunlar ve bugün Kuzey Irak ta gerçekleştirdiği operasyonlar, buna ek olarak tabii ki de Arap ülkeleri arasında yaşanan savaşlar. Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta; bölgedeki devletler arası savaşların çoğunun temelinin -öyle ya da böyle- sömürgecilik döneminde atılmış olduğudur. Dolayısıyla bu da bölgenin Üçüncü Dünyanın bir parçası olduğu ve sömürgecilik döneminden kalma bazı sorunlar nedeniyle bu tarz bir güvenlik çıkmazıyla karşı karşıya olduğunu kanıtlayan bir durumdur. Uluslararası Sistem Düzeyi Devlet ve bölge düzeylerine vurguda bulunmuştuk; şimdi biraz da uluslararası sistem düzeyine vurguda bulunalım. Şimdi Üçüncü Dünya devletlerinin genel olarak uluslararası sistemle sorunları şöyle; bir yandan uluslar arası sitemde ekonomik, askeri ve siyasi açıdan dezavantajlı durumda olmaları öte yandan da egemenliklerini, hükümlerini, bağımsızlıklarını mevcut uluslararası normlara borçlu olmaları. Dolayısıyla bir yandan mevcut dezavantajlı konumlarını gidermek ve daha iyi bir yere gelmek için mevcut uluslararası sistemin altını oymaya yönelik politikalar izleyebilir ve bu yönde faaliyetlerde bulunabilirler. Ama bir yandan da; büyük güçlerin müdahalelerine karşı veyahut komşu ülkelerin işgallerine karşı aynı uluslararası sistemin getirdiği normlara (ör. self-determinasyon, kuvvet kullanımının yasaklanması) dört elle sarılırlar. Bu iki davranış arasındaki çelişki modern uluslararası sistemde Üçüncü Dünya ülkelerinin yaşadıkları güvenlik çıkmazlarından birini oluşturur. 12 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 Şimdi üçüncü dünya ülkelerinin dezavantajlı durumu derken neyi kastediyoruz? Genel olarak ekonomi, -daha özel anlamda- para politikası, ticaret, gıda, sağlık gibi alanlarda genel olarak Üçüncü Dünya nın ve özel olarak Arap dünyasının Batı ya bağımlı olduğunu görüyoruz. Bu bağımlılık hem ihraç pazarı olarak hem de yiyecek, mamul mallar ve sermaye malları, daha teknolojik açıdan gelişmiş malların ithalatı açısından geçerli. Arap ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin (örneğin; ticaret hacmi vs.); Arap ülkeleriyle Batı ülkeleri arasındaki ticari ilişkilere göre daha düşük, olduğunu görüyoruz. Tabii askerî açıdan da Batı ya ve Kuzey ülkelerine genel olarak bağımlılık söz konusu ve yerel askeri endüstriler çok gelişmiş değil. Mısır da görece- daha gelişmiş bir askeri endüstri var. Ama yine de -daha komplike askeri teçhizat anlamında- Arap ülkelerinin hepsinin Batı ya bağımlı olduğunu görüyoruz. Bu ekonomik ve askeri açıdan Batı ya bağımlılık ister istemez Batı ülkeleri için Arap ülkelerine müdahale anlamında yeni kanallar, araçlar sağlamaktadır. Süper güçler ya da büyük ülkeler Üçüncü Dünya ülkelerinin güvenlikleri ile özel olarak -yani sırf o ülkeler birer bağımsız ülke oldukları ve bağımsızlıklarının tehlikeye girmemesi açısından- ilgilenmezler. Daha Ortadoğu da daha çok petrol ve İsrail konusundaki çıkarları tehlikeye girdiği zaman müdahalede bulunurlar Tabii İsrail in yeri çok önemlidir. İsrail, ABD için her şeyden önce bir iç politika meselesidir. Soğuk savaş süresince Arap ülkeleri (örneğin; Suriye, Mısır) hiçbir zaman Sovyetler Birliği için bir iç politika meselesi olmadı. Örneğin; Arap ülkelerinin güvenliklerinin sağlanması veyahut sağlanamaması, Sovyetler Birliği nin iç politikasında ciddi tartışmalara neden olmadı. Orada bir Arap lobisi vs. yoktu. Fakat İsrail ile ABD arasındaki ilişki çok daha özel bir ilişkidir. Dolayısıyla arada asimetrik bir denge vardır. Soğuk Savaş ın bölgedeki çatışmaları belli açılardan artırdığı ve azalttığı söylenir. Artırdığını savunanlar, mevcut çatışmalara bir de ideolojik boyutun eklendiğini söylerler. Azalttığını söyleyenler ise mevcut çatışmaların daha ileriye gitmesinin süper güçlerin müdahalesinden korkulduğu için bir şekilde önlendiği ya da durdurulabildiğini belirtir. Fakat kesin olan bir şey varsa, o da Soğuk Savaş ın sona ermesi bölgeye olan büyük güç mücadelesini azaltmayıp arttırdığıdır. 11 Eylül olaylarından sonra ABD nin bölgedeki müdahaleciliğine bir de İslami radikalizmle mücadele boyutu eklenmiştir. Dolayısıyla ABD nin Orta doğu politikası bir yandan petrol akışının sağlanması bir yandan İsrail in güvenliğinin sağlanması bir diğer yandan da üçüncü ayak olarak bölgede yükselişe geçen İslami hareketlerin, radikal İslamcı hareketlerin önünün kesilmesi, ehlileştirilmesi ve politikaya entegre edilmesi olmuştur. Aslında Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) diye ortaya atılan projenin temel hedefi de buydu. Yani bir yandan bölgede yeni bir güvenlik mimarisi yaratarak işbirliğine yanaşmayan rejimleri zorlamak, bir yandan da çeşitli sosyal, kültürel, ekonomik açılımlarla bölgeyi uluslararası kapitalizme daha fazla entegre etmek. Buna ek olarak amaç, çeşitli siyasal liberalizasyon süreçleriyle bölge ülkelerine en azından seçim demokrasisini getirerek İslamcı hareketlerin mevcut siyasete eklemleyip radikalizmden bir şekilde ayrışmalarını sağlamaktı. Tabi bu politikanın her iki ayağında da sorunlarla karşılaşıldı. Bir yandan ABD nin Irak ve Afganistan da batağa saplanması, diğer yandan BOP un çok kötü bir şekilde lanse edilerek Filistin de 2006 da gerçekleşen seçimleri Hamas ın kazanması ve ABD nin beklediği alanda İsrail e karşı bir ılımlaşmanın gerçekleşmemesi genel olarak bu proje ve politikanın bir anlamda çöktüğünün göstergesidir. Şu anda da Obama yönetiminin yapmaya çalıştığı şey bu yıkıntının YAZ OKULU 2010 13

içinden kurtulmak. Ben henüz bunun için yeni bir politika oluşturduğunu düşünmüyorum. Batı ülkeleri de vardır. Örneğin; Belçika bugün bölünmenin eşiğindedir. Rejim Güvenliği Buraya kadar anlattıklarımdan çıkan sonuç; Orta Doğu bölgesinde hem devletin yapısından, hem bölgeden hem de uluslararası sistemden kaynaklanan nedenlerden ötürü çok boyutlu, karmaşık bir güvenlik sorunsalı - çıkmazı olduğudur. Ve bu durum da bölgeyi dünyanın en çetrefilli coğrafyalarından biri haline getiriyor. Devlet yapıları, bölgesel dinamikler ve uluslararası sistemden kaynaklanan güvenlik karmaşasının analizinde, rejim güvenliklerine bir aktör olarak rejimlere ve bunların hayatta kalma mücadelelerine odaklanmak, klasik bir neorealist bakış açısına göre; bize çok daha fazla avantaj sağlayacaktır diye düşünüyorum. Diğer perspektiflerle yani rejimlerle devletleri birbirinden ayırmadan bölgeye bakmamız durumunda göremeyeceğimiz birçok unsuru rejimlere odaklanarak görebiliriz. Bu bölgesel politikayı daha farklı dinamiklerle açıklayıp daha farklı bir şekilde anlamlandırmamıza da yardımcı olacaktır. Burada tabii şunu da akıldan çıkarmamak lazım; rejim güvenliği kavramı temel olarak Üçüncü Dünya özelinde açıklayıcılığı olan bir kavramdır. Buradaki ülkelerin güvenlik çıkmazlarını açıklamak için geliştirilmiştir. Batı ülkeleri incelenirken bu kavrama başvurulmuyor. Zira orda altı yüz yıllık süreç içerisinde gerçekleşen devlet oluşum süreçleri üzerine az çok mutabakata varılmıştır. Batıda bir devlet düşüncesinin, bir demokratik geleneğin ve buna bağlı olarak meşruiyetin sağlanmış olduğu var sayılıyor. Mevcut iktidarın politikalarının ve çıkarlarının zaten halkın büyük bir kesiminin çıkarlarını temsil ettiği var sayılıyor. Fakat bunun yine de bir ideal model olduğunu ve bir genellemeye dayandığını söylemek zorundayım. Tabii ki istisnaları vardır; devlet düşüncesinin hala tam olarak yerleşmediği Burada üzerinde durulması gereken nokta, hiçbir üçüncü dünya ülke yöneticisi ben rejimin güvenliğini sağlamak için uğraşıyorum demez. Bu bizim dışarıdan bakarak yaptığımız bir değerlendirmedir. Hepsi devlet güvenliği veyahut ulusal güvenliği sağlamak için politika oluşturduğunu, iddia eder. Fakat biz dışarıdan bakarak aslında bu politikaların daha çok bu rejimin ülke içerisindeki iktidarını korumaya yönelik politikalar olduğunu söylüyoruz. Tabii bu değerlendirmeyi o ülkenin vatandaşları da yapıyorsa zaten rejim büyük bir tehlikede demektir. Devlet düşüncesinin sorunlu olduğu yerlerde ulusal güvenlik söylemi ve ulusal güvenlik kavramının zaten ilgisiz olduğu ortaya çıkar. Zira bir ulus düşüncesi üzerine mutabakata varılmamıştır. Dolayısıyla o ulusun bekasını sağlayan bir devlet mekanizmasından bahsedilemez. Ama asıl tartışma devlet güvenliğiyle rejim güvenliği kavramlarının hangi ölçülerde çakıştığı, hangi ölçüde ayrıştığı üzerine çıkmaktadır. Devlet güvenliğinden kastım; bir devletin fiziksel tabanının ve kurumsal ifadesinin tehditlerden arınmış bir şekilde işlerliğini ve varlığını sürdürmesidir. Hangi ölçüde Üçüncü Dünya da rejim güvenliği ile devlet güvenliği çakışır, hangi ölçüde ayrışır? Bunun üzerinde de biraz durmak lazım. Mevcut literatürdeki genel görüş, Üçüncü Dünya ülkelerinde rejim güvenliğinin devlet güvenliği ile çakıştığı yönündedir. Yani mevcut rejimler ortadan kalktıkları zaman tam bir kaos ortamı ortaya çıkacak ya da bir komşu devletin veyahut süper gücün işgali ile aslında sonuçta devletin güvenliği de tehlikeye girecektir. Ben bunun her zaman geçerli olduğunu düşünmüyorum. Zaten bunu kabul etseydik ayrı bir rejim güvenliği kavramını geliştirmemize gerek olmazdı. Re- 14 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 jim güvenliği bazen devlet güvenliği ile çakışabilir. Örneğin; rejim güvenliği tehlikeye girdiği zamanlar devlet güvenliğinin de tehlikeye girdiği olmuştur. Orta Doğu çerçevesinde bakarsak; örneğin; 1970 Ürdün İç Savaşı sırasında mevcut krallık, Filistin kökenli mülteciler ve onların örgütleri ile savaşırken ülke yabancı işgali tehlikesine girmiştir. Bir yandan Suriye müdahale tehdidinde bulunmuş hatta ülkenin bir kısmını işgal etmiştir; bir yandan da İsrail, Suriye nin müdahalesine karşı güç kullanmakla tehdidinde bulunmuştur. Aynı şekilde Lübnan ı da örnek verebiliriz. İç savaşla beraber zaten kırılgan bir yapı arz eden rejim ortadan kalkmış ve sonunda tam bir kaos, anarşi ortamı oluşmuştur. Suriye ve İsrail müdahale etmiş, devlet çökmüştür. Bugün hâlâ Lübnan ın devletliğinden bahsedilemiyor. Ancak bazen bu çakışmanın gerçekleşmediği de görülür. Örneğin, 1952 de Mısır bir devrimle mevcut rejimi yıktığı zaman bu hiçbir şekilde bir devlet güvenliği sorununa yol açmamıştır. Ülke ne bir işgale uğramıştır ne ciddi bir müdahaleye maruz kalmıştır. Hatta tam tersine orta vadede baktığımızda bundan daha güçlü olarak çıkmıştır ve bölgesel hegemonyaya oynamaya başlamıştır. Dolayısıyla devlet güvenliğiyle rejim güvenliğinin hangi durumlarda çakışacağı, hangi durumlarda ayrışacağı koşullara göre değişir ve üzerinde daha fazla çalışılması gereken bir alandır. Şimdilik şu değişkenlerin burada rol aldığını ve önemli olduğunu söyleyebiliriz: Mevcut rejimin komşu ülkelere göre boyutu ve gücü, komşu ülkelerle ilişkileri, meydan okuyan ideolojinin komşu ülkelerle ilişkisi -yani komşu ülkeler tarafından ne kadar tehdit olarak algılandığı. Bu son noktada İran ı örnek gösterebiliriz. İran da meydana gelen bir devrim birçok komşu Arap ülkesini ideolojik anlamda tehdit etmiştir ve aslında Irak ın İran a karşı başlattığı savaşın en önemli nedenlerinden bir tanesi de, bu ideolojik tehdidin Irak içerisinde yarattığı sorunlardır. Dolayısıyla bu örnekte olduğu gibi, komşu ülkede tehlike oluşturan bir ideolojinin başa gelmesi ya da mevcut rejimin hegemon güce meydan okuması müdahale riskini arttırabilir. Bunların hepsinin ayrı ayrı değerlendirilmesi ve her bir vaka için ayrı ayrı araştırılması gerekir. Dolayısıyla rejim güvenliği her durumda eşittir devlet güvenliği demek doğru olmaz. Buradan hareketle biraz önce söylediğim noktaya geri geleyim. Rejimlerin hayatta kalma stratejilerine odaklanırsak, bölgesel politikada klasik güçler dengesi modelinin bize sağlamadığı birçok yeni dinamikle, yeni değişkenle, yeni anlamlarla, yeni nedenlerle karşılaşabiliriz. Bunun için örnekler vererek temel olarak Üçüncü Dünya rejimlerinin hayatta kalma stratejilerinin ne olduğuna bakmamız gerekir. Bunlar iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılabilir. İç stratejilerden ilki, bastırmadır. Yani muhalif güçleri zor gücü ile bastırma. Bu Orta Doğu da çok sıklıkla rastladığımız ve yaşadığımız bir olgu. Bunun dışında Sembolik Seçimlerle, kısıtlı parlamento seçimleri veya yerel seçimlerle demokratik kurumları ve süreçleri yönlendirilerek meşruiyet elde etmeye çalışılabilir. Bu da bölgede sıkça rastlanan bir şey. Üçüncü olarak eğer sahip olduğunuz değerli bir doğal kaynak varsa (petrol gibi)bundan elden edilen rant (aynen körfez ülkelerinin yaptığı gibi) halka dağıtılıp meşrutiyet satın alınabilir. Bu da bölgede çok sık rastlanan bir olgu. Bunun dışında daha soyut bir düzeyde dini, milliyetçi semboller kullanılarak( örneğin; Filistin, Filistin sorunu) meşrutiyet arttırılabilir. Buraya kadar olanlar iç stratejilerdi. Bir de dış stratejiler var ki bölgesel politika ile rejim güvenliğinin asıl bağlantılı olduğu nokta budur. Bunlardan ilki tepki yönlendirme dir; yani mevcut bir rejimin kendisine yönelen bir tehdidin, bir dış unsurla YAZ OKULU 2010 15

bağlantısını vurgulayıp onun aslında bir dış düşmanın içerdeki bir uzantısı olduğunun vurgulanması. Örnek olarak Sudan da Ömer El-Beşir in her şeyi Batı nın bir oyunu, bir komplosu olarak görmesi gösterilebilir. Buna ek olarak bir dış düşman imgesini sürekli canlı tutarak, toplumu sürekli bir savaşa hazırlık durumunda seferberlik halinde tutabilirsiniz ki İsrail tehdidinin, cephe Arap ülkelerinde -özellikle Suriye de -canlı tutulması buna örnek olarak gösterilebilir. Son olarak; tepki yönlendirme anlamında savaş çıkartabilirsiniz. Aynen Irak ın İran-Irak Savaşı nda yaptığı gibi. 1979 da Irak ın Şii nüfusunun isyanının ardından Irak ın İran a savaş açarak toplumu yeni bir mobilizasyona, yeni bir seferberliğe sokup bir anlamda mevcut rejime karşı içerden gelecek tehditleri de bastırması buna örnektir. Irak ın Kuveyt i işgali de benzer nedenlerle çıkmıştır. İran-Irak savaşından sonra ciddi ekonomik sorunlar yaşayan Irak, Kuveyt i işgal ederek ( bu ülkenin petrol gelirlerinden elde edebileceği rantla) maddi anlamda bir getiri ummanın yanında, toplumu mobilizasyona, seferberliğe sokarak yeni bir meşruiyet tabanı yaratmayı umuyordu. Arap devletler sisteminin oluşumunun da -yani Arap dünyasında vestfelyan anlamda ülkesel egemenliklerin yerleşmesinin de- bu tarz bir rejim güvenliği kaygısıyla gerçekleştiğini söyleyen yazarlar vardır. Örneğin Fred Lawson un, Constructing International Relations in The Middle East adında bir kitabı vardır. Burada, sömürgelerden kurtulma ve bağımsızlıklarını elde etme dönemlerinde Arap dünyasındaki ülkelerin, ciddi bir ekonomik krizle boğuştuklarını söyler. Bu sırada toplumda iki ticari kesim vardır, bir tanesi ithalata ve ihracata yönelik sanayi ile uğraşan görece daha büyük ticari kesimler ve bir tanesi de yerel üretim ve yerel tüketimle uğraşan görece küçük ticari kesimler. Büyük ticaret çevreleri, gümrüklerin olabildiğince azaltılması anlamında daha geniş bir Arap federasyonundan, daha geniş bir Arap devletinden yanayken, küçük ticari kesimler, ulusal gümrük duvarlarının korunması gerektiğini düşündüklerinden, daha küçük devletlerin egemenliklerinin ve bağımsızlıklarının sağlanmasından yanaydılar. Ama 1940 larda ve 1950 lerde Arap ülkelerinin karşı karşıya bulundukları ekonomik kriz alt sınıflarda bir hareketlilik yarattı ve yönetici seçkinlerin orta sınıfların alt sınıflara katılarak (orta sınıf daha küçük ticari kesimleri kastediyorum) kendilerini devirmelerinden korktukları için halkın tepkisini ulusal bağımsızlık mücadelelerine yönlendirerek daha küçük Arap devletlerinin ortaya çıkmasına yol açtılar. Bu anlamda Arap dünyasında da tek bir Arap ulusunun değil de münferit olarak yirmi iki tane Arap ülkesinin oluşumu rejim güvenliği kaygılarıyla bir şekilde hayata geçirilmiş proje olduğu söylenebilir. Tepki yönlendirme dışında, Steven David tarafından geliştirilen her yerde dengeleme kuramı ndan bahsedebiliriz. Omni Balancing deniliyor buna. Burada da bir Üçüncü Dünya ülkesinin, kendisi için görece daha az tehdit oluşturan bir dış güçle (bu bir bölgesel hegemon da olabilir küresel hegemon da) ittifak yapıp, bundan elde ettiği maddi, askeri, ekonomik faydalarla iç tehditleri -genellikle zor yoluyla- bastırması söz konusudur. Buna örnek olarak Ürdün verilir. Özellikle 1994 ten sonra İsrail le sağlanan barış sonucu ABD üzerinden ülkeye sağladığı ekonomik ve askeri yardımlar ülkedeki muhalifleri bastırmada etkili olmuştur. 1979 sonrası Mısır ın durumu da buna örnek olarak gösterilir. Mısır, İsrail le barıştan sonra ABD den ciddi anlamda gerek ekonomik gerekse askeri yardım almıştır ve bu yardımlar muhaliflerle mücadelede mevcut rejime ciddi bir katkı sağlamıştır. 16 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 Bir de bunun tersi vardı. Buna da Revers Omni Balancing deniyor. Tersine Her Yerde Dengeleme. Bu biraz önce bahsettiğim tepki yönlendirmeye benziyor. Bazı rejimler, kendileri için daha büyük bir tehlike arz ettiğine inandıkları dış unsurlarla -ki bu genelde hegemon güçler olur ya da bazı bölgesel hegemonlar olur- daha çatışmacı ilişki içersinde bulunarak onlara karşı daha sert bir söylem ve politika izleyerek bir şekilde içerdeki unsurların desteğini almaya çalışırlar. Buna örnek olarak, 1979 sonrası İran ın izlediği politika örnek gösterilir. ABD, Sovyetler Birliği ve İsrail karşı daha çatışmacı bir politika benimsenmesi rejimin meşruiyetinin sağlanmasında bazı manevi faydalar sağlamıştır. örneğin Körfez İşbirliği Konseyi buna en iyi örnek olarak gösterilir. Yani İran devriminden sonra Körfez Ülkeleri nde bulunan Şiilerin (ki çoğu petrol kaynaklarının bulunduğu yerlerde yaşamaktadırlar) bundan ilham alarak rejimleri tehdit etme ihtimaline karşı Körfez ülkeleri KİK çatısında bir araya geldiler. Özellikle içişleri bakanlıkları, mobil müdahale birlikleri üzerinde çok çeşitli işbirliği kanalları oluşturdukları gözlenir. Yani bu bölgesel örgütlenmeyi güdümleyen şey temel olarak İran devrimi ve bunun mevcut ülkelerde yarattığı rejim güvenliği sorunlarıdır. Dolayısıyla bu tarz bölgesel örgütlenmeleri okurken de arkalarında rejim güvenliğinin rolünü görmek önemlidir. Bu son iki strateji arasında geçişler de olabilir. 1979 da Mısır ın ve İran ın yaşadıkları böyle bir şeydi. İran da Omni Balancing ten Revers Omni Balancing e geçiş yaşanmıştır. Mısır daysa tam tersi. Bir başka dış yöntem de (sonuncusu); belli bir bölgede benzer niteliklere sahip zayıf devletlerin bir araya gelerek bir örgütlenmeye gitmeleri. Burada Rejim Güvenliği Çıkmazına Çözüm Arayışları Tabii bu stratejilerin hiçbiri bölgedeki güvenlik sorunlarına ya da rejimlerin uzun dönemli iktidarlarına kesin bir çözüm sağlamıyor. Eğer böyle olsaydı bugün bölge, her anlamda krizden krize giriyor olmazdı. Daha çok günü kurtarmaya yönelik politikalar olarak ön plana çıkıyor ve hiç biri gerçek bir demokrasi ve onun getirdiği meşrutiyet kadar YAZ OKULU 2010 17

değerli ve etkili değil. Peki, çözüm olarak ne getiriliyor? Bu rejimlerin yaşadıkları meşruiyet sorunlarına ve bunun tetiklediği gerek iç savaşlar gerekse devletler arası savaşlar nasıl bir yöntemle, nasıl bir yolla, nasıl bir yapılanma ile nihai olarak çözümlenebilir? Bu rejim güvenliği yaklaşımını getiren yazarlar (Üçüncü Dünya güvenlik çalışmalarına dahil olan yazarlar), bu sorunsalın daha fazla devletleşmekle, yani Avrupa nın 600 yılda gerçekleştirdiği devlet oluşum sürecini bir an önce tamamlamakla çözülebileceğini iddia ediyorlar. Soru: Somut olarak nasıl devlet daha fazla devletleşmeyi düşünebiliyor? Nuri YEŞİLYURT: İddia edilen şudur: Zor aygıtlarını kullanarak, gerekirse zorla muhalifleri bastırarak, asimilasyonla toplumu belli bir ulus kimliğine sokarak devlet kurumlarınızı geliştirin -ki bundan sonra demokrasinin gelişebilmesi için sağlıklı bir ortam doğabilsin-. Bunları gerçekleştirmeden demokrasiye geçerseniz, bu, ülkenin daha ciddi bir istikrarsızlıkla karşı karşıya gelmesine ve siyasi kurumların çökmesine neden olabilir. Böylece daha güçlü rejimlerin ve daha güçlü ulus devletlerin daha doğrusu devletlerin, uluslararası güvenliğin ve bölgesel güvenliğinin de ön şartı olduğu iddia ediliyor. Tabii bunlara karşı çıkan yazarlar da var. Özellikle eleştirel güvenlik çalışmalarına mensup yazarlar. Bunlar, Üçüncü Dünya güvenlik çalışmalarına dahil yazarların daha fazla devletleşme reçetelerini eleştirmişlerdir. Her şeyden önce;s osyal olarak inşa edilmiş her şey gibi devlet egemenliğinin de yaratılıp, yeniden yaratılan bir norm olduğunu iddia ediyorlar ve bunun devletlere sınırsız bir öldürme ehliyeti, öldürme lisansı vermemesi için olabildiğince esnetilmesi, daha gevşek yönetim-yönetişim modelleri üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorlar. Bu anlamda rejimin muhalifleri vs. susturarak devletin güvenliğini sağlaması için şiddet kullanmasının meşru görülmesini de kesinlikle reddediyorlar. Çünkü bu tarz bir görüş rejimlerin güvenliğinin, bireylerin güvenliğinin önüne koymak anlamına gelir. Fakat eleştirel güvenlik literatüründe insanların güvenlikleri devletlerin, rejimlerin güvenliklerinin önüne geçmektedir. Esas olarak devletin bireylere karşı bir güvenlik tehdidi oluşturduğu söylenmektedir. Buna karşın, mevcut Üçüncü Dünya çalışmalarının devleti hem güvenliğin referans nesnesi -yani güvenliği sağlanması gereken nesne- hem de bu güvenliği sağlayacak aygıt olarak görmekle aslında bireylerin bu süreçte daha fazla ezilmesine, devletlerin daha fazla zor aygıtına başvurabilmelerine açık kapı bıraktıklarını söylemişlerdir. Eleştirel yazarlar, Üçüncü Dünya güvenlik çalışmalarında devlet oluşum süreçlerine çizgisel bir şekilde yaklaşılmasını da eleştirmişlerdir. Üçüncü Dünya devletlerinin bu süreci hızlı ilerleterek Avrupa daki modele benzer ulus devlet oluşturmaları gerekmektedir gibi görüşleri reddediyorlar. Buna karşın, devlet oluşumunun Batı da da hala devam etmekte olan bir süreç olduğunu ve tek bir noktada sonlanamayabileceği görüşünü savunuyorlar. Dolayısıyla Üçüncü Dünya daki devlet oluşum süreçleri Batı da görülen örnekteki gibi sonlanmayabilir farklı bir modele yol açabilir. Bu süreçte sadece devletlere odaklanmamalıyız, bölgesel anlamda daha gevşek bir yönetişim biçiminin ve güvenliğin sağlanmasında ve güvenliği sağlanan nesne olması anlamında insanların ve sivil toplumun önemi üzerinde de durmalıyız diyorlar. 18 YAZ OKULU 2010

YAZ OKULU - 2010 1.2. Ortadoğu da Enerji Güvenliği Mete Göknel E. BOTAŞ Genel Müdürü Enerji Uzmanı Ben Mete GÖKNEL, eski BOTAŞ Genel Müdürüyüm. Yaklaşık 35 senelik çalışma hayatımın 13-14 senesini devlet kurumlarında diğer yıllar ise özel sektörde çalışarak geçti. ODTÜ 1968 Kimya Yüksek Mühendisliği Bölümünden mezun oldum. Devlet kurumlarının hem bankacılık hem sanayi alanlarında hem de BOTAŞ Genel Müdürü olarak çalıştım. Bakü Tiflis Ceyhan projesini başlatan kişilerden biriyim. Devlet arşivlerinde de bu kayıtlıdır. Bu asrın projesi değil ama önemli bir proje ve böyle bir projeyi başlatmış olmaktan ve sağken de bunun bitmiş olduğunu görmekten çok mutluyum. Şunu söyleyeyim, 1980 sonrasın da istikrarlı bir hükümet olsaydı veya Turgut Özal ölmeseydi bu proje için çok daha güzel olurdu. Burada şunu ifade etmek istiyorum Ortadoğu da siyasi istikrar çok önemlidir. Türkiye için hatta dünya için bu istikrar çok önemli. Bugünkü konuşmamın içeriği Enerji güvenliği, Ortadoğu Kaynakları ve Politikaları üstüne olacak. Ancak bu konuları şu şekilde böldüm; giriş olarak Enerji, Enerji Güvenliği gibi sizlerinde aşağı yukarı bilgi sahibi olduğu konulardan başlayacağım sonra Kaynaklar ve Dağılımı üzerinde duracağım. Daha sonra Dünya Enerji Ticaret Yolları hakkında bilgi vereceğim (burada Ortadoğu ağırlıklı bir sunum yapacağım) sonra Ortadoğu ve Enerji Güvenlik Politikalarını daha sonrada öneriler kısmını sunmayı düşünüyorum. Şimdi hepinizin bilgi sahibi olduğu bir konudan enerjinin ekonomik ve sosyal kalkınmanın enönemli girdilerinden biri olduğundan ve neden enerjinin az güvenli ülkelerin öncelikli konuları arasında yer aldığından bahsedeceğim. Tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde enerji arzının yeterliliği, erişilebilirliği, sürdürebilirliliği ve fiyatta uygunluk gibi önemli konular üzerinde duracağım. Enerji güvenliği, uluslararası politikaların gündemine 20. Yüzyılın ilk yarısında İngiltere nin kömürle çalışan gemilerinin petrolle çalışmaya başlaması ile gündeme gelmiştir. İngiltere den sonra Fransızlar enerji güvenliğini uygulamaya başlamıştır. Maalesef biz o zaman Osmanlı İmparatorluğu olarak güce ve kaynaklara sahip olmamıza rağmen bu güvenliğin önemini çok geç fark ediyoruz ve hala da tam olarak bunun önemini kavramış değiliz. Bu konu hakkında net bir politikamızın olduğunu söylemek de mümkün değildir. Bu çok üzücü bir durumdur. Yani Batının yirminci yüzyılın ilk yarısında başlattığı politikalar bizde hala tam olarak oturmuş değil. Kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların ulaştırma sektöründe kullanımında %60 lık dilim ile ilk sırada petrol gelir. Petrolün yerine yeni ekonomik bir alternatif kaynak bulunana kadar (hidrojen ve küçük nükleerler olabilir.) ulaştırma sektöründeki üstünlüğü devam edecektir. Yirmi birinci yüzyılda doğalgazın da ulaştırma sektöründe petrol kullanımına yaklaşacağı söylenmektedir. Bunun sebebi; YAZ OKULU 2010 19