19 OCAK 2006 SORUN. Polemik. www.sorunpolemik.net e.posta: sorun_polemik@hotmail.com



Benzer belgeler
Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Cumhuriyet Halk Partisi

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

İlerici Kadınlar Kimdir?

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

İ Ç İ N D E K İ L E R

Cumhuriyet Halk Partisi

Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER YILLIK PLANI

GENEL BAŞKANIN MESAJI

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ!

1982 yılının Eylül ayının sonlarına doğru Almanya ya sürekli olarak geldim.

Uygulanacak ekonomik politikalar, istihdam ve üretime öncelik tanımalı, politikaların temelini insan oluşturmalıdır.

ACR Group. NEDEN? neden?

Cumhuriyet Halk Partisi

Teröre karşı mücadele cephesi!

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir.

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

1: İNSAN VE TOPLUM...

Sonucu ekonomik kriz değil, politik kaygılar şekillendirdi

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

İşyeri Temsilcileri Rehberi

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

Değerli basın emekçileri

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İktidarıyla, muhalefetiyle bütün Belediye Meclis Üyesi arkadaşlarımın da aynı bilinçle görev yaptığına inanıyorum.

E-kitap: Yerel ve Küresel Boyutlar. Serdar Katipoğlu

Parlamentoda açılım tartışmaları

Deniz Gezmiş Yaşasın Marksizm Leninizm

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

2016 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

Şerafettin TUĞ Kaymakamı

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : Tarih:

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri!

dünyanız evinizdir doğurganlığınız da milli göreviniz dir söylemlerinin daha çok duyulur hale gelmesi bir rastlantı değildir.

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

10SORUDA AİLE SİGORTASI

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Ýstanbul hastanelerinde GREV!


Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Karanlığa Hayır! 8 Mart ın Aydınlığında Buluşuyoruz! HER YERDEYİZ!

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ

ALİ ÇAVUŞ: KİMİN IRKÇI OLDUĞUNU HEPBİRLİKTE GÖRDÜK Salı, 13 Aralık :23

GENÇLİK KOLLARI YÖNETMELİĞİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 11. Hafta Ders Notları - 16/07/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem Altınörs

2013 YILI Faaliyet Raporu

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

MART 2015 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili


ANAYASA DERSĐ ( ) ( GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

SENDİKALAR VE DİĞER DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİYLE İLİŞKİLER EYLEM VE ETKİNLİKLER

İç talebin kontrol edilmesine yönelik atılan adımlar, doğal olarak cari açığı geriletirken, ekonomiyi soğuttu.

SENDİKALAR VE İŞYERİ ÖRGÜTLENMESİ

Transkript:

SORUN Polemik MARKSİST İNCELEME ARAŞTIRMA ELEŞTİRİ DERGİSİ 19 OCAK 2006 www.sorunpolemik.net e.posta: sorun_polemik@hotmail.com Süresi: Şimdilik İki Ayda Bir Yayımlanır Sayı: 19 (2006) Fiyatı: KDV Dâhil 4.000.000 TL. - 4 YTL Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Sırrı Öztürk Yönetim Yeri ve Adresi: Çatalçeşme Sokak, No: 46, K/3, D/6 Cağaloğlu-İstanbul-34110 Telefon : (0212) 511 08 29 Fax : (0212) 519 05 60 Posta Çeki No: 98213 Banka Hesap No: İş Bankası Cağaloğlu Şubesi (1095) 325 835 Abone: Yurtiçi, yıllık 6 sayı 24.000.000 TL.- 24 YTL. Yurtdışı, dört katı Teknik Hazırlık: Sorun Teknik Büro İlan: Yayın ilkelerimizle bağdaşmayan ilanlar kabul edilmez. Gönderilen yazıların beş dergi sayfasını geçmemesi (CD ve e-posta), Word programında zenginleştirilmiş metin biçiminde Times Türk veya Helvetica Türk yazı karakteriyle kaydedilerek gönderilmesi gerekir. Yazılı metinler kaynak gösterilerek kullanılabilir. Baskı: Ser Matbaacılık (0212 565 17 74) Yayın Türü: Yerel Süreli Baskı Tarihi: 9 Ocak 2006 ISSN 1303-2402 1

İÇİNDEKİLER Sırrı Öztürk Politika Cephesinden Güncele Bakış 3 -Fransa da Üçüncü Sınıfların İsyanı ve Türkiye 3 -YÖK ün Sorgulanması ve Sol 10 -Çevik Kuvvet Çağdaş Polis Kitap 13 -"Yenidal Grubu" Bir Filizini Daha Yitirdi: Ressam Kemâl İncesu da Doğaya Teslim Edildi 18 Ali Özdoğu Şemdinli...Yüksekova..."Bu Ateş Sizi de Yakar!.." 24 Turgay Ulu II.TTKK Yöntemi Önermesi Hakkında 29 Derviş Okan Sosyalizm İçin Devrim Ocakları 36 Mehmet Eymen Hiçbir Güç Sosyalizmin Kılına Dokunamaz! 44 Hakan Mertoğlu Sol, İşçi Sınıfını Yeniden Keşfediyor 47 İsa Gözaçtı Mustafa Kemal Hareketi ve İçimizdeki Kemalizm Üzerine Notlar 58 Tolga Ersoy Resmî Tarih Polemikleri - 3 66 Nuray Gök Aksamaz Popülizm, Popülist Kültür ve Sanatın Sürekliliği 73 Meral Kıdır Hâkim Kültür, Hâkim İdeolojinin Eseridir 77 Ruhan Mavruk Niçin "Yoz Kültür"ü Dayatıyorlar? 80 Sürrealizm, Sosyal Realizme Karşı S. P. 82 Serhat Halis Üniversite Cephesi 63 Ahmet Temizel Meslek Örgütlenmelerinden Sendikalara Kaçak Dövüşenleri Kim Kuşatacak, Egemenleri Kim Köşeye Sıkıştıracak? 87 İsmail Hardal Kamu-Devlet Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Eğitim Sen 91 Sol da Ortak Hukuk Arayışı S. P. 95 Bilge Erdem Gizli Ordular, Açık Cepheler 101 Ender Bedisel Latin Amerikalı Marksist 105 Kemâl Kök Bizim Şiir Antolojisi ve Sanat Cephesi Üzerine 108 Okur Eleştirileri-Cevaplar S. P. 111 Bizden Haberler 117 2 Sırrı Öztürk -Polemik- Politika Cephesinden Güncele Bakış Fransa da Üçüncü Sınıflar ın İsyanı ve Türkiye Batılı düşünce tarzı denilince ilkin Fransa akla geliyor. Fransız devletinin oluşumu, sınıflar mücadelesi, Aydınlanma Çağı, Sanayi Devrimi, ihtilâlci geleneklerin evrimi doğrultusunda Fransa önemli bir örnektir. Jakoben geleneği, Fransız İhtilâli, Paris Komünü geleneği, I.Paylaşım Savaşı, II. Paylaşım Savaşı, Nazi Orduları nın Fransa yı işgali, FKP nin önderliğinde faşizme karşı verilen yeraltı mücadelesi, Fransız Mukavemet Teşkilâtı, kahramanlıklarıyla ünlü işçi, emekçi, gençlik ve aydınların Halk Cephesi deneyimi, II. Paylaşım Savaşı sonunda Dünya da yaşanan görece burjuva demokratik ortamlarda açık faaliyet alanlarında çimlenen İşçi ve Komünist hareketin yeni nitelikler kazanması, İşçi Sınıfı'nın Sendikal ve Siyasal Birliği mücadelesinde edinilen yeni mevziler ve günümüzde, Sosyalist Sistem in çözülüp başka bir şeye dönüşmesi sürecinde gündemleşen "Yeni Dünya Düzeni" projesi ile "Küreselleşme Çağı" dedikleri kapitalizminemperyalizmin yeni sömürgeci, ırkçı, dinci, kara gerici, faşist yönelişler ortamında birbirine tutunarak ayakta kalma savaşı veren Avrupalı kapitalistlerin birliği-ab süreci... Avrupalı kapitalistlerin ideolojik korkularından kaynaklanan saldırıları, emperyalist sömürgecilerin AB yolunda bazı adımlar atarak hem ABD nin hegemonyasına karşı birlikte olmanın, hem de sınıflar mücadelesinin kaçınılmaz bir sonucu ve tarihsel bir zorunluluk olarak kendini dayatan/dayatmakta olan siyasal-sosyal devrimin önünü bir süre daha kesebilmek kaygısından ileri geliyor. Sosyalist devrimin, ihtilâlci geleneklerin lisanı ve literatürü Fransızca dır. Fransız burjuvazisi ideolojik-sınıfsal kiniyle işçi sınıfı ve emekçi halkların üzerinde kaba güce ve zora dayalı bir sistem uygulama yerine, özellikle II. Paylaşım Savaşı sonunda Dünya ya egemen olan Barış ve Demokrasi" ideallerinin gölgesinde "Sosyal Devlet" gibi bir yöntemi keşfetmiştir. Fransız ilerici siyasî partileri, FKP başta olmak üzere ve CGT Konfederasyonu, devlet tekelci kapitalizminin diktatörlüğü demek olan "sosyal devlet" ile kendilerine sunulan kırıntılarla yetinerek Avrupa'da ve Dünya da oluşan kimi devrimci durumlara karşı oldukça ilgisiz kaldı. Dünya daki muhtemel siyasal-sosyal devrimlerin yeni nitelikler kazanarak ileri sıçramasına karşı büyük ölçüde suskunluğunu korudu. Avrupa Komünizmi fikriyatı bu süreçte öne çıktı. 3

Ancak Sosyalist Sistem in çözülüp kapitalizme dönüşmesiyle birlikte bütün Batılı ülkeler "sosyal devlet" tavizlerini bir bir geri almıştır. İşçi ve Komünist partileri, kitle örgütleri, sendikalar, ilerici gençlik ve aydın hareketi çok yönlü cephelerle açıktan kuşatılmıştır. Böylelikle yeni bir "gericilik dönemi"ni başlatan Batılı kapitalist ülkeler bütün Dünya da emekten ve emekçiden yana ne varsa karşıya almışlardır. Batılı ülkelerdeki KP'ler ve ilerici sendikalar büyük ölçüde sosyal meşruiyetleri ile yasallıklarını yitirmişlerdir. Hükümet dışı örgütler (NGO-STK) tekelci sermayenin himayesinde birer stepne olarak görevlendirilmiştir. Politikasızlık, işçi sınıfını politika dışında tutma, kapitalizmin yoz ve kozmopolit kültür politikası yoluyla kitleler ilerici geleneklerine yabancılaştırılmıştır. Spor, müzik, pornografi, film, sinema, tv ve tüm beyin yıkayan propagandalar ile uyuşturucular insanı ve insanlığı her açıdan tehdit eder duruma gelmiştir. İşsizlik, güvencesizlik, yoksulluk ve yoksunluk tekelci militarist polis devleti yöntemleriyle baskı ve devlet terörü altına alınmak istenmiştir. "Sosyal devlet" dönemlerinde burjuvazi tarafından verilmek zorunda kalınan bütün demokratik haklar ve mevziler geri alınmıştır. Sosyalist Parti den bir devlet başkanının yönetiminde, FKP nin iktidar ortağı olduğu dönemlerde FKP militanlarının sicilleri dahi sildirilememiştir. Fransız Devleti yeniden sömürgecilikte rol almış, ABD emperyalizminin istilaları karşısında kimi rahatsızlıklarını "dile getirmiş" olsa da, yandaş olma dışında bir tavır belirleyememiştir. Fransa'nın üçüncü kuşağından Afrikalı, Asyalı, Yakın Doğu'lu fukara Müslüman emekçi halklar sistemin uygulaya geldiği baskı ve teröre karşı işsiz, yarı-proleter kimlikleriyle şiddet yöntemi kullanarak öne çıkmış talep ve ihtiyaçlarını böylece dile getirmiştir. Kapitalizmin egemen olduğu her ülkedeki gibi, kapitalist anarşi karşıtını yaratmada gecikmemiştir. Üçüncü Sınıf vatandaşlar eğitimde, sağlıkta, istihdamda her zaman horlanıp aşağılanmışlardır. İşsizlik, yoksulluk ve güvencesizliğin en belirgin örneği, iş bulma şansını yakalayanların 10-13 Euro karşılığında emek güçlerini satmaya zorunlu oluşlarıdır. Örgütsüz, güvencesiz kitlelere ulusal kimliklerine yaslanmaktan başka bir seçenek bırakmayan Fransız burjuvazisi kitlelerin isyan ve şiddet yöntemlerine başvurusu karşısında onları ahlâksız, yağmacı, talancı diye suçlamaya yeltenince iş işten çıkmış, şiddet yöntemleri Fransa yı her yerden sarsmıştır. Başta FKP, CGT olmak üzere bütün "ilerici örgütler kitlelerin isyanını gerici (reaksiyoner) bir hareket olarak karşıya almıştır. Bu doğrultuda beyanlarda bulunmuştur. Oysa İşçi ve Komünist partilerin görevi haklı talep ve ihtiyaçlarıyla sistemi sıkıştıran Üçüncü Sınıf ların mücadelesinde onları doğru-sınıfsal hedef- 4 ler yörüngesinde bilinçlendirip örgütlemek, eylemlerini doğru çizgilere sevk etmek iken, Fransız burjuvazisinin yanında yer almıştır. Elbette Devrimci ve Marksist örgütler yakıp yıkma, tahrip ve öldürme gibi yöntemlerle öne çıkılmasını öngörmezler. Evvelâ egemen gerici sınıfların baskı ve terörünü boy hedefi olarak seçerler. Sınıfsal talep ve ihtiyaçların karşılanmasının yol-yöntemlerini kitleleri devrimcileştirerek savunurlar. Bu yolda Fransız burjuvazisinin uygulaya geldiği devlet terörüne karşı enternasyonal ölçüde dayanışma düşüncesini kitlelere mal ederler. FKP ve CGT 1968 olaylarında da benzeri bir konuma girmiştir. Öğrenci gençliğin isyan ve başkaldırı hareketlerini işçi sınıfının koruyuculuğu ve disiplini çerçevesinde yönetip yönlendirememiştir. Bulunduğu coğrafyadaki sınıflar mücadelesinden, emekçi halk hareketlerinden ve bütün kitlesel çıkışlardan sorumlu olanlar İşçi ve Komünist partileridir. Öyle olması gerekir ve beklenir. KP lerin reaksiyoner hareketler karşısındaki tavrı da bellidir. Milliyetçi, dinsel ve etnisiteyi öne çıkaran kitle hareketlerinde dahi KP'lerin görevi, bu hareketlerin tabanını oluşturan kitlelerin kimlik, kişilikleri yanında sınıfsal özellikleridir. Sınıfsal özellik ve niteliklerini hesaba katmadan, talep ve ihtiyaçlarının asıl özünü görmeden yapılan yorumlar (FKP ve CGT örneğindeki gibi), bilimsel değildir, işe de yaramazlar. FKP, Paris Komünü deneyiminde K.Marx ve F.Engels'in tavrını değerlendirip ona göre bir tutum alıyor/alabiliyorsa komünist isim, sıfat ve devrimci geleneklerinin kullanma hakkını elde eder. Önceleri isyan ve başkaldırı niteliğindeki Komünarlara PARTİ güvencesinden ve bazı şartların henüz hazır olmayışından ötürü karşı çıkan Marx-Engels, Komünarların Paris'te iktidarı ele geçirişleriyle birlikte, bütün eleştiri ve uyarılarına rağmen barikata çıkmış Komünarları desteklemekten asla geri durmamıştır. Üçüncü Sınıf ların Kasım 2005 ayını dolduran ve giderek öteki kapitalist ülkelere yayılma istidadı gösteren Fransa daki isyan hareketi de komünistlerce değerlendirilip adı konulacak bir harekettir. Tekelci sermayenin diktatörlüğünün son bulması, yani siyasal-sosyaldevrim bu türden isyan ve başkaldırılarla değil (11 Eylül baskınıyla DTM nin İkiz Kuleleri nin tahribi, Londra-Paris Metrosu nun kundaklanışı, Türkiye'deki bombalamalar vb.), her alanda organize ve kurumsallaşmış bir PARTİ'nin önderliğinde ancak gerçekleşebilir. Devrimci ve Marksist Sol Kadrolar elbette bu türden isyan ve başkaldırılar karşısında heyecana kapılıp devrim şarkılarının söylenmesini düşünemez. Fakat uluslarötesi tekelci sermayenin işine yarayacak açık beyan ve değerlendirmelerden de uzak durmasını bilir. Daha önceden kitlesel çalışmalarla kitleleri yanına alma becerisi gösterebilmişse, kitleleri devrimcileştirme ve kazanma yolunda bir vukuatı varsa, o takdirde organik ilişkili kadrolarıyla isyan ve başkaldırı olarak öne çıkan her hareketi kendi yörüngesine çekmesini bilir. Basit bir kıvılcımın bir bozkırı tutuşturduğu gezegenimizde KP lerin görevi de iktidar yürüyüşünü örgütlemektir. 5

Üçüncü Sınıf ların ateşlediği eylemlerin bilinen nedenlerle hızı kesildi. Âdeta sönümlendi. Bu süreçten çıkarılacak ders ve sonuçlar şimdi Marksist Kadroları iyice düşündürüyor. Yalnızca ABD ve AB gibi kapitalist anarşinin egemen olduğu ülkelerde değil, Asya, Afrika, Yakın Doğu ve Latin Amerika'da da öne çıkan işçi ve emekçi halk hareketleri birer tartışma konusudur. Kapitalizmin küreselleşmesi olgusuna karşı "küresel başkaldırı" gelenek ve özlemleri bütün insanlığın konusu olmuştur. "Küresel başkaldırı" yapılageldiği örgütsel biçimler aracılığı ile mi gerçekleşecektir? Hayır. İşçi sınıfı ve emekçilerin organize gücü PARTİ ler oluşturulmadan, devrimci öncüler yaratılmadan yapılacak bütün isyan ve başkaldırı hareketleri (emperyalist hegemonlara büyük zararlar verse dahi) başarılı olamayacaktır. Fransa'daki İsyan Türkiyeli Devrimci ve Marksist Sol Kadrolara Neler Öğretti? Kapitalist anarşinin hüküm sürdüğü ülkelerin başında gelenlerden biri de Türkiye'dir. Türkiye kapitalizmi gelişmiş ülkeler tarafından "kapitalizmi gelişmekte olan ülkeler" kategorisinde mütalaa ediliyor. Türkiye kapitalizmi uluslarötesi tekelci sermayenin yerli ortağı, bir yandan işbirlikçisi, öte yandan kaçırılan emperyalist trenin alt emperyalist taşeronu konumuyla ne demokratik ne cumhuriyet ne laik ne sosyal ne de hukuk devletidir. Resmî tarihi, resmî ideolojisi ile arabesk bir toplum yapısına sahip Türkiye "garip" bir ülkedir. Gündemi hemen değişip/dönüşebilir. Bilimsel bir kavram olarak Türkiye "emperyalizmin zayıf halkası"dır. Türkiye burjuvazisi arabesk konumu, sabun köpüğü ekonomisi, hegemonların kucağındaki "uydu" konumuyla, resmî tarih anlayışı ve resmî ideolojilerindeki inatçı ve ısrarlı konumuyla, NATO'cu anlayışıyla, sosyal sınıf ve sosyolojik emekçi halkları inkâr, imha ve asimilasyon yöntemleriyle tekelci, militarist polis devletidir. Osmanlı devlet geleneğinden TC görünümüne dönüştüğünden bu yana faşist ya da faşizan yöntemlerle sömürücü sosyal sınıfların dışındakilere nefes dahi aldırmayan bir ülkedir. Türkiye burjuvazisi büyük bir sınıf bilincine-kinine sahiptir. Batı ülkelerinde bir zaman verilen/verilmek durumunda kalınan "sosyal devlet" tavizini verebilecek bir yapıya sahip değildir. Kapitalist yapı bütün haşmetine rağmen çürüktür. Çürük yapı, her şeye rağmen iktidardadır. Bu yapı köklüdevrimci-dönüştürücü yol-yöntemlerle yıkılıp aşılmadan ne işçi sınıfı ne de emekçi halklar rahat yüzü görebilecektir. Türkiye kapitalizmi hegemonların büyük çıkarları doğrultusunda dizayn edilmektedir. Bugünkü iktidarların bunu önleme güçleri de niyetleri de yoktur. Olamaz 6 Hegemonların gündemi Dünya yı yeni bir Ekim Devrimi sürecine gelme- den denetim altında tutmaktır. İktidarların yegâne silâhı: "Kahrolsun komünistler, bölücüler, vatan hainleri" edebiyatına dayalıdır. "Vatan, millet, ezan, bayrak" sömürücülüğün dolgu malzemesidir. "Kemâlizm" şerbeti sahte gündem olan "laik-şeriatçı"lığın koruyucu badanasıdır. AKP iktidarının görevi, "siyasî İslâm" görüntüsü vererek uluslarötesi tekelci sermayenin sömürüsünü pekiştirmektir. "Ticaretin onda dokuzu kâr ve helâldir" fetvasının günümüzdeki uzantıları TC Devleti nin en demagojik iktidarıdır. Türk ve Kürt Solu ayrılıp ayrı ayrı kulvarlarda sisteme karşı konuşlanmıştır. Türk Solu bir türlü Türkiye Solu olamamıştır. Kürt Solu da bir türlü Dünya daki sınıfsal güç dengelerini ve kuvvet ilişkilerini hesaba katarak, bulunduğu coğrafyadaki işçi ve emekçilerin çıkarları doğrultusunda politika üretememiştir. Emperyalizm ile yerli ortaklarının dizayn ettiği politikaların uzantısında Demokratik Cumhuriyet ile uzlaşmayı düşünmüştür. Kürt ulusal hareketi Kürt burjuvazisi ile Kürt küçük-burjuvazisinin çeşitli kombinezonlarla buluşup birleşmesi yüzünden açık faaliyet alanlarında etkin bir mücadele geleneği yaratamamıştır. DEP-HADEP-DEHAP-DTP ve günümüzdeki örgütlenme anlayışları siyasî örgütlenmelerde kitlesini eğitip bilinçlendirme yeteneğini gösterememiştir. Burjuvazinin pekaka, Kürtler in pekeke diye telaffuz ettiği örgütlenmenin asıl adı, programını (Kürdistan İşçi Partisi) ve teori-pratiğini tartışmak yerine, 30-40 bin insanımızın katilibebek katili-imralı canavarı-eşkiya-bölücübaşı, vb. politik küfürlere indirgenmek istenmiştir. Günümüzde ise, anti-semitizm, Yahudi düşmanı, ırkçı, şoven, sosyalşoven saldırılarla Kürt hareketi ilkeli ve dürüstçe tartışılamamaktadır. Özgür tartışma ortamı âdeta yok edilmiştir. Bulunduğumuz coğrafyanın emekçi halklarını sosyal sınıf gerçekliği yörüngesinde örgütleyebilecek İSP ve KP lerden de yoksun bulunmaktayız. Bir yandan reformist-revizyonist, liberal, postmodern ve tasfiyeci "sol"ların, diğer yandan sahte işçi ve komünist örgüt kurup PARTİ çağrışımı vermeye çalışanların yapageldiği onulmaz ve iflah olmaz yanlışlarının ve yanılgılarının düzeltilemeyişi yüzünden Kürt hareketine de, işçi sınıfı ve emekçilere de politika üretilememiştir. Kürdistan İşçi Partisi (PKK)'nin "vukuatı" Türkiyeli "Radikal Sol"un, "Sosyalist Sol un vukuatıdır. 24 adet "legal", 61 adet "illegal" örgüt kurup Marksist geçinen solun "vukuatı" (herkesin ve hepimizin vukuatı) irdelenmeden Kürt ulusal hareketi tek yanlı biçimde eleştirilemez. Çünkü PKK nin "vukuat" hanesine yazdırılmak istenen hesap TKP nin, I.TİP'in politikasızlığından verasettir. Bu sürecin doğru ve bilimsel bir değerlendirilmesi yapılamamıştır. Ki, bu sürecin sonunda ortaya çıkan THKO-THKP-C-TİİKP-TKP-ML, vb. örgütler ve bu yapılardan ayrışıp kendi geleneklerini yaratma yanlışına düşen bütün örgütler, Marksizm-Leninizm-Bolşevizm iddialarında tökezlenmiş sınıfta kalmışlardır. Bu sürecin sonucunda çıkarılan dersler ve sonuçlar ciddî ve donanımlı kadrolarca tartışılmaktadır. Bu türden arayış ve yöneliş- 7

lerle Devrimci ve Marksist Sol Kadro olabilmeyi hak etmiş olanlar hayatı ve mücadeleyi kucaklamaya aday bir örgütlenmeyi başararak ciddî, güvenilir ve donanımlı kurum ve kadroları üretme yoluna girmiştir. Bu sancılı sürecin sonucunda "aklıselim"in ve bilincin egemen olmasını diliyor-bekliyoruz. Ayrıca, anılan-anılmayan işler de yapıyoruz. Kapitalist anarşinin kol gezdiği her ülkede olduğu gibi, Türkiye'de de devlet terörünün manipüle ettiği kitle hareketleri olacaktır. Bu hareketler gündemdedir. İktidarlar kaba güce ve zora başvurdukça bunun karşıtı da oluşmuş-gelmiştir. Bombalar, suikastlar, siyasî cinayetler, keyfî-fiilî infaz yöntemleri, Gladio lar, gizli cinayet şebekeleri, kontrgerillacılar, ölüm mangaları, NATO cu bütün ülkelerin "umuru adiye"den doğal olaylarıdır. Haklı talep ve ihtiyaçlarıyla alanlara çıkan herkes, -Türk, Kürt, işçi, emekçi, işsiz, öğrenci, aydın, kadın-erkek fark etmiyor- coplanacak, dayak seanslarından geçirilecektir/geçiriliyor F/16 lar pike uçuşları yapacak, tanklar, silâhlı araçlar, helikopterler kullanılacaktır. Polisler ve köpekleri öğretmenlerin üzerine salınacak, kafalar, bacaklar kırılıp ezilecektir. Biber-sinir gazı kullanılacak, bu "işlem"ler TV lerden halkımıza gösterilerek tehdit edilecektir. F Tipi tecrit hücrelerinde ağırlaştırılmış müebbede mahkûm olan devrimciler fiziksel ve ruhsal sağlıklarını yitirmeye zorlanacak, "feda" ve "şehit" yöntemleriyle yaşamlarını riske eden bizim çocuklarımız toplumsal çürümeye terkedilmiş bir toplumda sorun olmaya devam edecektir. "Demokratik cumhuriyet" de "barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü" gibi ikiyüzlü demagojiler sistemi asla rahatlatmayacaktır. Çünkü sistemin demokrasiye hiçbir ihtiyacı yoktur/olmamıştır. Umutlandırılmış/aldatılmış kitlelerin umutları sömürülüp tüketilecektir. Nihilist ve inkârcı kuşaklar üretmede becerikli olan sistem yalan ve demagojiler üreten propaganda araçlarıyla toplumu uyutma yöntemlerine daha fazla yönelecektir. Sol'u düşündürüp tavır almaya yöneltebilecek hangi mekanizmaları harekete geçirme "şansı"na sahibiz? Bu coğrafyadaki sınıflar ve emekçi halk hareketlerini Marksist bakış açısıyla değerlendirip yerli yerine koyacak, bu süreçten dersler ve sonuçlar çıkaracak hangi örgütlere ve entelektüel kadro birikimine sahibiz? Üniversite okumuş yarım-aydınların "kan emici" tartışmalarına son verecek hangi yöntemleri harekete geçirip bazı zorlamalarda bulunacak örgütsel inisiyatiflere sahibiz? Devrimci ve Marksist Sol Kadroları yalnızca PARTİ, Program, Tüzük, Kadro, Strateji-Taktik, vb. temel ilkelerde "Devrimci Oturum" disiplinlerine ve sonuçlarına katlanma düzeneğine getirecek projelere ve "reçete"lere sahibiz? Burjuva ve küçük-burjuvazinin sol parti kurma atağını sonlandırıp tarih ve sınıf bilinçli kadroları nasıl kolektif aklı, bilinci ve eylemi örgütleyebilecek 8 bir iradeyi nasıl oluşturacağız? Hâlâ 15/16 Haziran Hareketi ile PKK hareketini bilimsel açılımlarla değerlendirmetten uzak Türk ve Kürt Solu'nun umutsuz-ufuksuz "vukuat"ları hafızalardan nasıl silinir?. Sınıflar mücadelesi tarih ve geleneklerimiz arasında yenilgi, bozgun ve yanılgıları aşmış, aşmaya aday yeni bir kuşak gelişiyor. Bu kuşak eski ile (eskimiş-aşınmış ile değil) organik ilişkili olarak Marksizmin yorumu, ideolojik-teorik çalışmaların daha da geliştirilip güçlü kılınması mücadelesinde, pratik yeniden üretimi yöntemiyle "çıkış hattı" aramaktadır. Dünyada da, Türkiye ve Bölge özelinde de tarihsel iyimserliğimizi koruyup güçlü kılacak onlarca işareti de görmek durumundayız, üstelik son derece karanlık ve umutsuzluk ve güvencesizlikler ortamında. Kimi "sol"ların SEKA Direnişi, SSK nin el değiştirilmesi, İskenderun, Seydişehir, Ereğli, Telekom, vb. işletmelerin özelleştirilmesi sürecinde hareketlenmesi ve bazı etkinliklerde bulunuşunu fazlaca idealize edemeyiz. Toplumsal hafızalarımızca unutulup giden eylem yöntemlerimizi "çıkış hattı" olarak birbirimize sunup böbürlenemeyiz. Birlik-Hukuk-Konsey-Komite- Cephe-Dayanışma-Platform, vb. yöntemlerle Sol, birbirini sınayıp "idare-i maslahat konumunu daha fazla üretemeyecektir. Kısır çekişmeler ve üretimsiz bir ortamda "Marksist Sol'un Öndersizlik Krizi" sorunu da asla aşılamayacaktır. Devrimciler, Komünistler gerçekçidir, akılcıdır. Somut şartların somut tahlilini yapar. Günün, ânın gereklerini yerine getiremeyen örgütsel duruşların hesabını vermek (yarın sınıflar mücadelesi daha da keskinleşince) öyle ucuz ve kolay olmayacaktır. Kimi haklı gerekçelerimiz ve duruşlarımızla Fransa dâhil öteki kapitalist ülkelerdeki isyan ve başkaldırı hareketlerini ne idealize ne de dramatize ederek vicdanları rahatlatan ajitasyonlara başvurarak sorunlarımızı geçiştiremeyiz. Fransız burjuvazisine, FKP ve CGT ye tariz oku atarak da işin içinden çıkamayız. Türkiye de, haklı eleştirilerimize rağmen ne bir FKP ne de CGT geleneğimiz vardır. İşçi Sınıfı Hareketi ile Sosyalist Hareketimizi buluşturup bütünleştirebilmiş bir geleneğimiz bile yoktur. Devrimci gençliği, kamu emekçilerini, işsizlerimizi, yoksul Türk ve Kürt emekçilerini, kır ve kent küçük-burjuvazisini sevk ve idare edecek bir örgütsel güvenceye de sahip değiliz. Gözümüzün ışığı devrimci gençliğimizi de "ateş hattında" daha fazla yıpratan anlayışları aşıp, "Gençliğin Yolu İşçi Sınıfının Yoludur" diyecek iradelerden de yoksunuz. Sosyal sınıf faktörünü inkâr eden, dahası işçi sınıfına söven, Marksizmin devrimci özüne saldıran eloğulları hareketin içindedir. Düşman içimizdedir. Başka yerde değil. Kolektifimiz Çalışanlarının gündeme taşıdığı konu ve sorunlarımıza burjuvaziden önce küçük-burjuva "sol" cenahtan gelen fiilî saldırılar bunun minicik bir örneğidir. Sanal bir ortamda şizofrenik/paranoid histerilerle Kolektifimizi ve ille de bendenize karşı çeşitli saldıranların amacı (üzerlerine gülsuyu) boşuna değildir. Cenahımızın arınmasını işaretleyen, 9

açığa vurulması gereken örnekler sıralamakla bitmiyor. Cenahımızın kendine gelmesi için her şey işbaşındadır. Türkiye'nin gündemini değiştirmek bizim elimizdedir. Yeter ki davranalım 30 Kasım 2005 YÖK ün Sorgulanması ve Sol YÖK ün sorgulanması bahsinde her siyasî eğilim kendi ideolojik ve sınıfsal konumuna göre gündeme damgasını vurmaya çalıştı. Sağlı "sol lu burjuva partileri ile seçkin devletlûlerimiz YÖK konusunda sahte ve sunî gündem yaratılmasında birbiriyle yarıştı durdu. Siyasî İslâm ın bir kanadı ve iktidar partisi AKP öteki cenahtaki "laik" kesimlerle saflaştı. Sistemleştirilmek istenen "laik-şeriatçı sahte ve suni bir gündemi sınıfsal saflaşma ve ayrışmanın önünü kesmek içindir. Kayıkçı dövüşüdür, bilim ve akıldışıdır, saçmalıktır. Türkiye nin, Bölgemizin ve dünyanın gündemi nedir? Kara gerici, ırkçı, faşist kimlikleriyle, sahte demokrat ve özgürlük söylemleriyle, baskı, zor, inkâr, imha ve asimilasyoncu rolleriyle, sınıfsal sömürü ve sömürgeci yöntemleriyle, ABD ve AB'ye kölece angaje uğursuz projeleriyle tekelci, militarist polis devletini, mantığı ve işleyişi ile kimler açığa vuracaktır? Genel anlamıyla ''Sol" demek gerekiyor, bu sorunun cevabına. Peki Sol ne yapıyor? Bir yanda "Sosyalist Sol diğer yanda Radikal Sol cenahımız ne yapıyor? Açık faaliyet alanında, yeraltı ve gizlilik koşullarında nasıl bir örgütlenme ve çalışma tarzı geliştiriyor? Geliştirebiliyor mu? Dil, terim, kavram, literatür ve terminolojilerine bakıyoruz Sol u nereye koyacağımızı araştırıyoruz, fakat işin içinden çıkamıyoruz. Program ve projelerini inceliyoruz, kimi yarım-doğrularla fikir kırıntılarına rastlıyoruz, umutlanmak istiyoruz, umutlarımızı söndürecek teori-pratiklerle karşılaşıyoruz. Bilimsel Sosyalizm-Komünizm kaynaklı cenahımızın iddialarına bakıyoruz, özel yaşamlarına, iş ve üretimlerine, ne yiyip içtiklerine, finans kaynaklarına bakıyoruz, bir uyum ve dengeye rastlayamıyoruz. Tutarsızlık, ilkesizlik âdeta kol geziyor. Sol a güven duymayanlar hangi gerekçelerle bu söylemi dillendiriyor? Araştırıyoruz, bakıyoruz ki, güven duygusu çok önemli. Güven duymayanlar ciddî ve donanımlı örgütlenmelerin özlemi içinde. Güvenilir, ciddî ve donanımlı örgütler nasıl oluşur? Bu soru da can alıcıdır. Kimlerle, nasıl ve nerede tartışabilirsin? * * * YÖK ün sorgulanması güvenilir, ciddî ve donanımlı bir örgütlenmeye kavuşamadığımız için eksik kalıyor. YÖK ün en büyük sıkıntısını öğrenci gençlik çekiyor. Öğretim üyeleri arasında yeterince "temizlik yapıldığı için onlardan hiç bir ileri ses de çıkmıyor. YÖK ün kuruluş yıldönümüne (6 Kasım) denk düşen protesto eylemlerine bakıyoruz. Devrimci gruplar işi militanlık gösterisine, direnişe, ajitasyona, sloganlara indirgemiş durumda. Devrimci gençliğin özverisini, coşku ve heyecanını, militanlığını işçi sınıfı ve emekçi halkların örgütlülüğü davasına çekmeye aday bir çaba ve etkinlik de görünmüyor. Devrimci gençliğin yolu işçi sınıfının yoludur. O nun koruyuculuğunu yanına almayı düşünmeyen bütün örgütlenme anlayışları ve bütün teoripratikler bir adım ilerleyemiyor. Bu türden bir devrimcilik anlayışının ileri bir atılım gerçekleştirmesinin önü kapalıdır. Devrimci gençliğin talep ve ihtiyaçlarını gündemine alıp gerçekleştirilecek eyleme kurmaylık edemeyen bir örgütün de yapageldiği parti çağrışımı sönümlenmeye adaydır. YÖK'ü protesto eylemleri önemli bir sosyal yara olarak gündemi işgal ediyor. Devrimci gençler direngenlikte taşlama, polis ise dayak seanslarıyla birlikte biber-sinir gazı kullanıyor. Kırım ve kıyımlardan geçirilen gençlerimiz gözaltına alınıyor, tv.lerdeki görüntüler mutlaka içerde de devam ettiriliyor. Bu yöntemle topluma korku ve panik duygusu aşılanıyor. YÖK protestosu eyleminden yine cenahımız yara alarak çıkıyor. Sistemin YÖK kurumuyla ne yapmak istediği sorunsalı kitlelere anlatılamıyor. Sol cenah tarafından bilinçlendirilemeyen kitleler sistemin elindeki basınyayın araçları ve tv.lerce şartlandırılıyor. Gerici karşı-propaganda kitleleri duyarsızlığa ve eylemsizliğe çekiyor. Bu düzeneği tersyüz edecek örgütlenme ile teori-pratiği gündeme getirmek ve gereğini yapmak Devrimci ve Marksist Sol Kadroların görevidir. Bu görev yerine getirilemiyorsa, işçi sınıfı ve emekçi halkların organik desteğinden ve koruyuculuğundan mahrum olan bizim çocuklarımız daha çok coplanacak, gözaltına alınacaktır. Sistemin baskı ve zora başvurusu karşısında bireysel, grupsal karşı-koyuşların neye yarayıp yaramadığını yüzyıllık "batılılaşma" serüveninde gördük. "Bu memleket bizim","üniversiteler bizim" diyerek değil, bu memleket de, üniversiteler de bizim değil onlarındır. Bizim sıfatının gereğinin yerine gelmesi için üretim, mülkiyet, paylaşım-bölüşüm ilişkilerinin işçi sınıfı ve emekçi halklardan yana olması gerekiyor. Kapitalist devletin hâkimiyeti olduğu müddetçe, sırf ajitasyon için bu söylemler söylenemez. Bu söylemlerle kitlelere bilimsel bilgi ve bilinçlenme götürülemez. Onların şevkli çabasını devrimci gençliğin yanına taşımaya yetmez. "Bizim" sıfatı bu düzenden en büyük zararı gören işçi sınıfını, emekçi halkları, işsizleri, yoksul köylülüğü ve ara katmanları ifade ediyor. "Onlar" denildiğinde ise, sermaye sınıfının oluşturan kesimleri ve onların sınıfsal çıkarlarını koruyup-gözeten tekelci, militarist polis devletinin bütün köşe taşları akla gelir. Akla gelmesi gerekir. Finans oligarşisi ve onun yörüngesindekiler bu memleketin iktidarında ve yönetiminde asıl söz sahibidirler. Devlet denilen sınıfsal baskı ve sömürü aracı onların emrindedir. Devletin bü- 10 11

tün kurumları onların çıkarlarına göre dizayn edilmiştir. Kapitalist devlet bütün kurumları, anayasası, yasaları, işleyişi ve mantığı ile adalet mülkün temelidir şiarı doğrultusunda çalışır. Sosyal, ekonomik, siyasal hayatta onların dediği olur. Konut, hukuk, sağlık, iş-emek yaşamı, eğitim-kültür gibi hayatî ve can alıcı konularda onların dediği olur. YÖK, 12 li faşist askerî darbeler döneminde dökülen devrimci öğrenci gençliğimizin kanları üzerinde işbaşı yaptı. "Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye" diye alanları ve üniversiteleri dolduran gençlik işçi sınıfı ve emekçi halkların talepleri karşısında baskı, terör ve zor a başvuran sistemin mantığına uygun biçimde karşıya alındı. Devrimci gençlik hareketleri büyük kırım ve kıyımlardan geçirildi. Kimi gençler darağaçlarını süsledi. Kimileri ağır hapis cezalarına mahkûm edildi. Sırf gençlik temeline dayalı örgütlenme anlayışlarının teori-pratikleri bir kere daha sınanıp denendi. Öğrenci gençliği "ateş hattına" süren siyasî anlayışlar bu süreçten büyük bedeller ödeyerek "zararlı" çıktı. Sahte işçi ve komünist parti kurma atakları öğrenci gençliğin konumunu ya idealize ya da dramatize etti. Sınıflar mücadelesinde öğrenci gençliğin yeri ve konumu ilkeli ve dürüstçe tartışılmadı. Tutulacak "Ana Halka"nın yakalanmasının önüne Marksizm dışı anlayış ve yöntemler enjekte edildi. Devrim simyagerleri Bilimsel Sosyalizm-Komünizm ile hiç bir ilgisi olmayan "tez"leriyle, et ve tırnak gibi içiçe olan/olması gerekeni Devrimci Gençlik/İşçi Sınıfı birlikteliğine darbeler vurdu. Mevcut üniversiteler gerici bütün anlayışlarıyla, sistemin koruyuculuğu çerçevesinde yeniden örgütlendi. Üniversitelerde zaten olmayan bilimselliğin yerine idealizm, bilinemezcilik, gericilik, yoz ve kozmopolitik "kültür" akımları boy verdi. Fizik kürsüsünde metafizik, felsefe kürsüsünde Marksizme düşmanlık, tarih kürsüsünde resmî ideoloji mistifikasyonu biyolojide/tıpta diyalektik karşıtı safsatalar üretilmektedir. Öğretim üyeliği sıfatı eskiden Mason Localarının "olur"u ile kazanılıyorken, günümüzde resmî tarih anlayışı ile resmî ideolojilerin, Derin Devlet in ya da "laik" cenahın karşısında kümelenen "şeriatçı" veya ümmetçi cenahın oluruyla işbaşı yapmaktadır. Beri yandan da ABD ile AB ye kölece angaje olan öğretim üyeleri yetiştirilmektedir. Üniversitelerdeki emperyalist kuşatma her dalda egemen durumdadır. Üniversitelerde ne bilimselliğin ne de bilim namusunun olduğunu kimse söyleyemez. Yalana, safsataya, demagojiye dayalı tekelci militarist bir eğitim kurumunda öğrenci gençliğimiz nasıl eğitilecektir? Bir zamanlar ilerici ve demokrat olarak niteleyebileceğimiz bütün öğretim elemanları tasfiye edildi. İsmail Beşikçi tam 17 yıl hapiste tutuldu, Fikret Başkaya düşüncedavranışlarından ötürü sık sık hapsedildi. Kitaplar toplatıldı. 12 li darbelerde Devrimci içerikli kitaplar yakıldı. Bilimin namusu katledildi, fakat üniversitelerden kayda değer bir tepki gelmedi. Öğrenci gençlik dünyanın hiç bir üniversitesinde olmayan baskı ve terör uygulamalarıyla "'tek-tip"leştirilmek is- 12 tendi, faşist-faşizan yöntemlerle kıyımlara uğratılan bir kuşak tekelci, militarist polis devletinin gözetim ve denetiminde ruh ve beden sağlığını yitirdi. Velhasıl üniversitelerde öğretim üyeleri ile öğrenci derneklerinin söz ve kararı yerine militarist polis devletinin mantığı ve işleyişi egemendir. YÖK ün protestosu eyleminde öğrenci gençliğin özveri, militanlık ve coşkusu yöntemleriyle değil, siyasî mekanizmaların rol ve sorumluluklarıyla gerçekleşiyorsa bir anlam taşıyacaktır. Konu siyasîdir, çözüm yöntemleri de siyasî olacaktır. Öğrenci gençliğin siyasallaşması sorunu ise, denenip sınanmış, yanlışlığı sosyal-pratikte büyük ölçüde açığa vurulmuş yol ve yöntemler sayesinde değil, bilimsel bilgi, bilinç, örgütlülük ve donanımla yapılınca bir anlam kazanacaktır. Günümüzün YÖK başkanı bir meslektaşının tutuklanmasına ilgi göstermiş ve onu cezaevinde ziyarete gitmiştir. Erdoğan Teziç meslektaşını ziyarete girince "ben el sıkışacağız falan sanıyordum, aramızda cam vardı..." diyerek şaşkınlığını dile getirecekti CNN Türk ekranlarında. Ardından "gözyaşlarını tutamadığı" sahne görüntüleniyor. Toplum bu gözyaşlarıyla oyalanmak isteniyor. Asıl sorunlar ustalıkla gizleniyor. YÖK başkanı Teziç üniversitelerde olup bitenler karşısında öğrencilerin taleplerine sessiz kaldı. Polis baskı ve terörünü suskunlukla geçiştirdi. Topluma dayatılan F Tipi Tecrit karşısında ve üniversitelerin "tek-tip"leştirilmesinde de kımıldamadı. "Üniversitelerin F tipleşmesine Hayır. ", "YÖK e Hayır! ","Faşist Eğitime Hayır!" diye taleplerini sıralayan binlerce gencin haykırışlarına sesiz kaldıktan sonra hapishanelerdeki "cam" konusunda timsah gözyaşı dökmesi doğaldır. Üniversiteler, YÖK vb. düzeniçi kayıkçı kavgalarında bağımsız sınıf tavrıyla Devrimci ve Marksist Sol Kardoların bütünlüklü, birleşik gücü ile müdahale yapılmalıdır. Bu türden donanımlı bir müdahale sayesinde ne YÖK ne de tekelci militarist polis devleti baskıya ve zor a başvurabilir. Ne de gençliğimiz cop ve biber-sinir gazına bu düzeyde maruz bırakılır. Çevik Kuvvet Çağdaş Polis Kitap 8 Kasım 2005 TC İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü nden 31.10.2005 tarih ve B 05,1,EGM.4.34.00.19.22/11789 sayılı kitap talebinde bulunan bir yazı aldık. Yazıda şunlar dile getiriliyordu: Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü bünyesinde yeni kurulan ve 15.000 kitap kapasitesi olan kütüphanemizde 3.000 kitap bulunmaktadır. Genç polislerimizi yarınlara taşıyacak, sosyal ve kültürel açıdan geliştirecek ve çağdaş dünyaya gerekli adaptasyonu sağlayacak, demokratik hukuk ve insan haklarına saygılı birer birey olarak yetiştirmek amacıyla kütüphanemizdeki mevcut kitap sayısını arttırmak ve kitap çeşidini zenginleştirmek istiyoruz. İmkânlarınız 13

ölçüsünde yapacağınız kitap bağışlarınız bizleri sevindirecektir. Katkılarınıza şimdiden teşekkür ederiz. Bu talep karşısında, sistemin ve onun polis gücünün Kolektifimiz e karşı 30 yıldır uygulayageldiği yöntemleri bir bir düşündük. Anadolu nun pek çok il, ilçe ve köyünden buna benzer taleplerle karşılaşıyorduk. Amaçlarını, kim olduklarını, kitaplarımızı gerçekten özgürce, hiçbir sansüre yer vermeden kütüphanelerine koyup koymayacaklarını araştırdık ve düşündük. Kimi talepleri severek yerine getirdik. Hâlâ da getirmeye devam ediyoruz. İlk, orta, lise hatta büyük ödenekleri olan özel ve devlet üniversiteler de benzeri talepleriyle sık sık kapımızı çalıyorlar. Köy, semt, mahalle ve varoşlarda kurulan kültür amaçlı derneklerden de bu türden talepler hiç eksik olmuyor. Birini anmak istiyoruz: Adana da bir kültür evi açtık. Duvarlarımızı kâğıt, yerleri parke kapladık. Telefon/fax aldık. Televizyon/video dahi aldık. Kütüphaneler kurduk. Siz de kitap gönderin!.. Görüyor musunuz? Duvar kağıdı, parke, döşeme, koltuk, masa, telefon/fax, televizyon/videolara para verip alıyorlar; iş kitaba gelince, nasıl olsa Sorun Yayınları Kolektifi modern proletaryanın çocuğudur, onlar birlikte iş yapmayı, üretmeyi ve paylaşmayı biliyorlar, varsın bize de kitaplarını göndersinler Bu matık yaygın bir mantıktır. Kimse kitaba ederini vererek almayı düşünmüyor. Bir üniversitenin kütüphane memuru da şöyle diyor: Bu adamlar Devrimci ve Marksist kitaplara karşıdır. Bu kitaplara ödenek ayırmazlar. Ben de devrimciyim. Kitaplarınızın burada bulunmasını şiddetle arzu ediyorum. Ne olur kitaplarınızı gönderin Gücümüzü aşan, varlık nedenimizi zorlayan bu taleplerin karşılanması bizim değil, daha donanımlı kurumlaşmaların işidir. Ver-gönder mantığı öyle bir noktaya vardırıldı ki, dayanamayıp onlara içinde bulunduğumuz gerçekliği yazmadan edemedik. Neler mi yazdık? Şöyle demeye getirdik: Arkadaş, Devrimci ve Marksist Sol Kadro olmaya çalıştık, amenna kabulümüzdür. Bizlerden beklediğiniz dayanışmaya aday ve de hazırız. İlginizden ötürü sizi kutlarız. Teşekkür de ederiz. Görüyorsunuz sistem bizi kuşatıyor. Hayat damarlarımızı kesiyor. Yargı konusu olmayan kitabımız, dergimiz yok gibi. Kapitalist anarşinin kol gezdiği bir düzende gelin şeytanın bacağını birlikte kıralım. Kolektifimiz i Kızılay ya da Yardım Sevenler Derneği yerine koymayın. Siz de ilkeli birliktelik yöntemleriyle taşın altına elinizi koyun. Bu sürece ve teori-pratiğimize güç katın. Birlikte üretmenin, yan yana durmanın, birbirimizden öğrenmenin, deney aktarımında bulunmanın ve paylaşmanın gereğini kavrayalım. Sizler de kolektif rol ve sorumluluklar üstlenin. Birlikteliğin tadına varın. Bu engin sosyal mu- 14 halefet dinamiğini hep birlikte enerjiye çevirelim. Kitap taleplerinizde de, şu aşamada, en azından 100 liralık kitap satınalın, Kolektifimiz size veya kurumunuza 500 liralık kitap katkısı yapsın. İlişkiler kişiden kişiye değil, kurumdan kuruma disipliniyle olsun. Bu satırların ne işe yaradığını mı soruyorsunuz? Doğrusu bu konuda da acı tecrübelere sahibiz. Sol cenahımızın bu konudaki vukuatı nı bu satırlara nasıl sığdırırız? İSP ya da KP sini henüz oluşturamamış ciddî, güvenilir ve donanımlı kurumlarını gerçekleştirememiş bir Sol un Bilimler Akademisi, Enstitüsü ve Bilim Kurulu oluşturamamış cenahımızın siyasî kültür ve gelenekleri de doğallıkla bu düzeyde seyredecektir. Okuma, öğrenme hırsıyla yanıp tutuşan bizim insanlarımızın kitap ihtiyacını karşılamak Kolektifimiz in özveri ölçeğini aşan bir sorundur. Fakat, her şeye rağmen, büyük bedeller ödeyerek bu konuda yapabileceğimizin azamisini yapageldiğimizi dost-düşman herkes biliyor. Özellikle cezaevlerinde, tecrit koşullarındaki insanlarımızın ayrım gözetmeden kitap ve dergi ihtiyaçlarını karşılamak konusunda çok büyük zorluklar çekiyoruz. Bu genç insanlar içerden donanımlı çıkmalı Postamız, kargomuz tekelci militarist polis devletinin denetimindedir. Normal posta ile ne mektup ne paket ne de kargomuz gelebiliyor. SORUN Polemik in 1. Sayısını normal posta ile göndermek ahmaklığında bulunduk. 450 adet Dergimizin hiç biri adreslerine gitme şansını yakalayamadı! Şimdi her Dergi taahhütlü olarak -daha fazla posta ücreti ödeyerek- okuruna ulaşabiliyor. 11 Eylül baskınından sonra ABD ye taahhütlü mektubumuz ve Dergimiz resmen gitmiyor. Avrupa ya da gitmiyor. Bazı AB devletlerine giden dergi ve kitap kolilerimiz, öncelikle bir kentte toplanıyor. Biyolojik-kimyasal silah testlerinden geçirildikten, açılıp kontrol edildikten sonra sahibine ulaştırılabiliyor. İsim de verelim. Cemalettin Aykın, Abdullah Doğan arkadaşlarımıza iki kere taahhütlü paketlerimiz ulaştırılamadı. Cevap da alamadık. Kitaplarımızı polise, derleme müdürlüğüne ve savcılığa teslim gibi mevcut yasal düzeneğe ve hukuka dahi uymayan bir uygulama var. Özellikle 12 li darbeler döneminde hatta düne kadar kitaplarımızı basan matbaa sahiplerine niye komünistlerin kitaplarını basıyorsunuz? diye yapılan baskıları unutmadık. Kartvizitten broşüre kadar bütün bastıklarınızın bir örneğini getireceksiniz? Getirmezseniz Kimse de kalkıp sormuyor: Yahu bunca basılı malzemeyi nerede saklayacaksınız? Ne yapacaksınız? diyen de yok. Bu türden polisiye baskılara karşı bir matbaa-mücellit şöyle bir cevap vermekten kendini alamıyor: Komünist ama onlar dürüst ve namuslu insanlardır. Bize bir zararları yoktur. Paramızı da veriyorlar. Ötekisi bizi ilgilendirmiyor. Kimi matbaalar polis korkusundan onlarla işbirliği yapıyor. Po- 15

lis korkusu ile yatıp polis korkusu ile kalkıyorlar. Kimileri de tavuk gibi her horozun altına yatmakta bir sakınca görmüyor!.. Sistemin polisinin bunları allah yarattı demeden coplu işlem lerden geçirdiğini unutamıyoruz. Kendi payımıza işkence edebiyatı yapmayız. Teori-pratiğimizle sisteme bir çelme takabilmişsek onlar da doğallıkla karşılığını verecektir. Böyle diyerek cenahımızı düşündüre duralım diyoruz Sistemin polisi kendi hukukunu ve de mevcut anayasal ve yasal düzenlemeleri çok rahatlıkla çiğneyebiliyor. Bu süreç hâlâ da devam ediyor. Sansaryan Han ın, Harbiye nin, Davutpaşa nın, Selimiye nin, Metris in, Mamak ın, Gayrettepe nin, Dal ın ve bilcümle emniyet binalarının hücreleri bir dile gelse de konuşsa Kırım ve kıyımlardan geçen işçi, öğrenci, emekçi ve aydınlarımızın anı ve romanları, iddianameler, belgeler zor a ve kaba güce dayalı kapitalist anarşinin ne demek olduğunu yeterince ortaya koymuştur. 1970 öncesi polis teşkilâtında demokrat, iyi yürekli ve işini gereği gibi yapan polislerimiz vardı. Şimdi onların tırnağı kadar dahi bir polise rastlanmıyor. Sık sık karşılaştığımız polislerin çoğu ya ırkçı, faşist ya kara gerici, siyasî İslâm ın kadrolarından oluşuyor. Kimi polislerin Ülkücü, MHP li, Fethullahçı olduğunu mevcut burjuva basını dahi belgeleriyle yazıyor. Polis, asker ve bürokrasinin öteki görevlilerine işçi ve emekçi olduklarını, kendi sendikalarını kurarak taleplerinin dile getirmeleri gerektiğini onlara da öğretmeye çalıştığımızı kimse inkâr edemez. Bir zamanlar onları kimi talepleri yörüngesinde Devrimci ve Marksist Sol Kadrolar büyük bedeller ödeyerek örgütlemişti. Devlet tekelci kapitalizmi öyle bir polis teşkilâtı kurdu ki, sistemin bekası(!) için bu gücü siyasal-sosyal devrim dışında bir yöntemle geri adım attırmanın hiçbir yolu ve yöntemi bulunmamaktadır. Demokratik Cumhuriyet diyenler, faşist-faşizan zihniyeti nasıl dönüştüreceğini bile bilemiyor. TC Devleti daha henüz farklı ulusal-etnisitelere vatandaşlık statüsü ve bilinci dahi götürememiş. İnkâr, imha, asimilasyon, keyfî ve fiilî infaz yöntemleri konjoktürel olarak duruma göre hâlâ devam ediyor. 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, 21 Mart Newroz kutlamaları, 1 Mayıs lar, 15/16 Haziran anma toplantıları, DGM yi protesto eylemleri, YÖK e Hayır eylemleri, İşçi sınıfı ve emekçi halkların talep ve ihtiyaçları için alanlara çıkması, grev hakkının kullanılmasında, en yakın örneği Şemdinli ve öteki Kürt illerinde cereyan eden derin devlet manipülasyonlarında polisin, jandarmanın, gizli cinayet şebekelerinin, itirafçıların, sağlı sol lu burjuva partilerinin aynı kaba şaapan tutumlarını yeterince görüyoruz 16 1950 li yıllarda dönemin komünistleri Beyoğlu nun bazı mekânlarında toplanırdı. O dönem Beyoğlu nda 33 kişiye bir polis memuru düşüyordu. Günümüzde kaç adet polis devrimci ve komünistin izini sürüyor? Genel politikası devrimci-komünist ve Kürt düşmanlığına endeksli bir sistem olur mu? Olur! Böyle bir sistem ayakta kalabilir mi? Kalır!... Hastane de, postanede, bankada, şirketlerde, vakıflarda, okul ve üniversitelerde, bürokrasinin bütün kademelerinde polis istihdam ediliyor. Bürokrasinin her iki kanadı polis ve asker güvenliği sağlayarak yaşamını sürdürüyor. 12 li faşist askerî darbelerin kadroları polis korumasında yaşıyor. Bu nasıl yaşamaksa!.. Burjuvazimizin demokrasiye hiçbir ihtiyacı yoktur. Hâkim gerici sınıflar habire ana ve baba yasalarıyla tahkimatlarını yapıyor. Sınıfsal çıkarlarını polis ve kanun kuvvetiyle götürmeyi deniyor!.. Türk burjuvazisinin işçi sınıfı ve emekçi halklarımıza vereceği hiçbir hak-hukuk-adalet-özgürlük anlayışı yoktur. Militarist-polis baskısı uygulayan birey, grup, çevre, örgüt ve şebekeler kapitalist özel mülkiyeti şu ya da bu düzeyde eleştirip karşıya alan herkesten, her şeyden korkuyor. Korkuları arttıkça daha fazla zor a ve şiddete başvuruyorlar. Kapitalist anarşi sürdükçe bu döngü devam edecektir. Sistem şiddetle yatıp şiddetle kalkıyor. Sporda, sekste, ailede, çocuk yuvalarında, okulda, üniversitede, sokakta, fabrikada, sendikalarda, vs. vs. hep şiddet gündemde. Şiddeti onlar yaratıyor. Devrimci şiddeti de onlar davet ediyor. Bu şiddeti yaratan nedir? Tek sözle: Kapitalist anarşi. Üretim, mülkiyet ve paylaşım ilişkilerindeki sömürücü-sömürgeci çarpık ilişkiler ve artı-değer sömürüsüdür. Türkiye kapitalizmi uluslarötesi tekelci sermayeye kölece bağımlıdır. Türkiye kapitalizmi de avantalar-yağmalar düzeneği ile ABD ve AB emperyalistleri arasında hegemonların çıkarlarına hizmette bir kusur işlemiyor. Sistemin işleyişi, mantığı, ideolojik ve sınıfsal karakteri devlet terörünü yaratmıştır. Fakat terör ve terörist terminolojisinin kullanımında bizimkilerle onlarınkinin siyasî ve felsefî değerlendirmesi çok farklıdır. Onlar: Kahrolsun vatan hainleri, bölücüler, anarşistler diyor. Sıkıştıkça da: Vatan, millet, ezan-kur an, bayrak diye kükrüyor. En yakın ve çarpıcı örneği Trabzon ve Rize de sergilendi. Vali, Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı, İstihbarat birimleri, AKP milletvekilleri, gerici, tutucu ve tepkici, kışkırtılmış halkı da yanlarına alarak linç teşebbüsünde bulundular. Sistem bizimkilere karşı nasıl da kenetlenip cepheleşiyor?!.. Halbuki, bugünkü aşınmış ve aşılmış kurumlar ve yöntemler, yerine hayatı ve mücadeleyi kucaklayacak İSP nin kurmaylığında kadrolarla, temel ilkeler doğrultusunda yan yana durmak, birlikte hareket etmek, tutulacak 17

yol-yöntem konusunda kolektif inisiyatifleri geliştirmek ihtiyacı onları değil bizim cenahı harekete geçirmelidir. O taktirde, cenahımızın ileri bir adım atmasından korkan sömürücü sistem ve onun kullandığı insan malzemeleri ya geri adım atacaktır ya da cehennem olup gideceklerdir. * * * Çevik Kuvvet Kolektifimizden kitap talebinde bulunurken kapımızı bilerek mi yoksa yanlışlıkla mı çalmıştır? Onların kitap taleplerine nasıl bir cevap vermeliyiz? Kitaplarımız çağdaş genç polislerin eğitimine katkı getirebilecek midir? Genç polislerin Devrimci ve Marksist düşünce-davranış çizgisiyle tanışmasını bu sistem nasıl karşılayacak ya da hazmedecektir? Kolektifimiz in ürettiği hiçbir kitap Ulusal Kütüphane lere giremiyorken polis teşkilâtının kütüphanelerine nasıl, hangi gerekçeyle girecektir? Mevcut polis teşkilâtı, kitap toplatma, yayınevi basma, kapatma Selimiye Kışlası nda kitaplarımızı yakma, Öncü Kitabevi nin kundaklanması, Gündem Gazetesi nin bombalanması, aynı gece Sorun Kolektifi nin kundaklanması, Büro larımıza hırsızlık süsü verilerek girilmesi, 12 Eylül 1980-1986 süresince yayınevimizin ve yakın bir tarihte baskın mı, soygun mu? diye manşete çıkartılan 30 yıllık arşivimizin, bilgisayarlarımızın, telefon defterlerimizin, Dergi abone defterlerimizin yedek CD lerimizin tamamının çalınmasında ne yapmıştır? Keyfî ve fiilî engellemelerle bana pasaport verilmeyişi olayında çağdaş polis kimlikleriyle nasıl bir yasal tavır sergilemiştir? Günümüzde AB Kopenhag Kriterleri diyerek nasıl bir çağdaş lık makyajı yapıldığını, kitle hareketlerine karşı coplu, biber-sinir gazlı saldırılarıyla sergiliyorken ve de bu yolda eğitilip kuşandırılırken bizim kitapları nasıl okuyacaktır? Okuyabilecek midir? Doğrusu her biri emekçi halk çocuğu olan konumlarıyla onların işçi ve emekçi olduğunu kitaplarımızı okuyarak nasıl öğrenecek ve tavır alacaklardır? Bunun maddî-manevî ve moral şartları var mıdır? Evet kitaplarımıza güveniyoruz. Kitaplarımızla tanışarak kara gerici, ırkçı, faşist ideolojilerin etkisini kırmış onlarca insanımızı tanıyoruz. Boşuna: Bilimsel Bilgi ve Bilinçlenme Yolunda Suyu Kaynağından İçin safsatalarla uğraşmayın, resmî tarih ve resmî ideolojilerin yörüngesine girerek zaman kaybetmeyin. Emperyalizmi ve kapitalizmi öğrenin. İnsanın ve insanlığın sosyal kurtuluşu yolunda tavır alın demiyoruz. Genç polislerin ekonomik, sosyal, moral ve pek çok sorunu olduğunu biliyoruz. Onlara gerçekten de yardımcı olmayı isteriz. Emek gücünü patronuna satar gibi ekmeğini kazanan polisler ile ilerici ve devrimci-dönüştürücü düşünce-davranış çizgileri taşıyanlara karşı bilinçli bir tercihle devlet tekelci sermayesinin yanında, onun bekçiliğini yapanlarla eli Devrimci insan kanına bulaşmış polisleri ve polis şeflerini ayrı yere koymasını da biliriz. 18 Bu konuyu bir de okurlarımıza soralım, Ne diyorsunuz Çevik Kuvvet in Çağdaş Polis yetiştirmek amacıyla kitap talebinde bulunmasına nasıl bir cevap vermeliyiz? Tekelci, militarist polis devletinin demokratik cumhuriyet inde "Yenidal Grubu" * Bir Filizini Daha Yitirdi: Ressam Kemâl İncesu da Doğaya Teslim Edildi 8 Kasım 2005 Yenidal Grubu, Türkiye'de "ilk kez fantastik burjuva sanatına karşı (reaksiyon olarak) kurulmuş sosyalist-realist bir gruptur." "Tanzimat Dönemi nden bu yana kökü dışarıda, öykünmeci sanat anlayışından son derece rahatsız olan biz yedi kurucu arkadaş -Ressam Avni Memedoğlu, Ressam İhsan İncesu, Ressam Hikmet Aksüt, Seramist Nejat Tözge, Ressam Marta Tözge, Ressam Kemal İncesu ve Yontucu (heykeltıraş) Vahi İncesu- ile birlikte Yenidal Grubu nu kurduk." Anılan sanatçılar adına Avni Memedoğlu, Yenidal Grubu'nun kuruluşunu böyle açıklıyor "Politika-Sanat-Estetik Yolunda...'Emeğin Ressamı' Avni Memedoğlu" isimli kitapta. (age,s.33) Grup ilk sergisini Nisan 1959 da Beyoğlu Şehir Galerisi'nde, ikinci sergisini ise Nisan 1961'de yine Şehir Galerisi salonlarında açtı. Bu sergide kurucular dışında Ressam İbrahim Balaban da yer aldı. İşçi sınıfı ve sosyalist hareketin bilinçli düşmanı Babıâli basını, GüzeI Sanatlar Akademisi'nin gerici ve komünizm karşıtı çevreleri, burjuvazinin yoz ve kozmopolit düşünce ve sanat akımlarını Türkiye'ye taşıyan malûm sanat çevreleri, Sıkıyönetim in getirdiği şartlarda "muhbir vatandaş" kimlikleriyle yapılan ihbar ve gammazlamalar sonucunda bu sergi 5. gününde savcılık tarafından "komünizm propagandası" yaptığı iddiasıyla kapatıldı. Sergide yer alan 15 eser ve Yenidal Grubu sanatçıları tutuklandı. Hayatları boyunca birer komünizm tüccarı kimlikleriyle hukukçu ve ressam profesörlerden oluşan bilirkişi raporlarıyla tutuklanan sanatçılar oldukça ağır geçen şartlarda, Sirkeci Sansaryan Han da ve Balmumcu Askerî Garnizonu nda çeşitli işkencelere, baskılara, tehditlere maruz kalarak 50 gün geçirdiler. Bu süreçte, zaten Nazi Almanyası esir kamplarında, gaz odası tehditleri sonucu fiziksel ve ruhsal konumu zedelenen ve eşi Nejat Tözge tarafından Türkiye'ye getirilen Marta Tözge aklî dengesini iyice yitirdi. 27 Mayıs 1960 ın getirdiği görece 'burjuva demokratik" ortamda Yenidal Grubu sanatçıları, 3.duruşma sonucunda,15 Eylül 1961'de beraat ettiler. Sanatçılar ve tutuklanan tabloları "özgürlüğüne" kavuştu!.. 27 Mayıs 1960 ın getirdiği sınırlı demokratik ortamda, sanatçılarımız 27 Mayıs hareketini belli açılardan destekleyen tablolar yapmalarına rağmen tutuklanmaktan, baskı ve tehditlerden kurtulamamıştı 19

Yenidal Grubu aldığı bu darbeden sonra dağılmak zorunda bırakıldı. Sanatçılar maddî-manevî-moral sıkıntılara maruz kaldı. Kimisi işini kaybetti. Aralarında fikir ayrılıkları boy verdi. Yenidal ın onurlu bu atılımı bir yanıyla son bulmuştu. Sanatçılar arasındaki tartışma kimi kırgınlıkları da tetikledi. Yenidal Grubu'nun çıkış bildirgesini Avni Memedoğlu hazırlamıştı. Ressam Memedoğlu 17 kişisel sergi açtı. Her sergide Yenidal Grubu nun bildirgesini yeniden dağıttı. Bu anlayışın kavgasında ısrarcı oldu. Yenidal Grubu nun saygın misyonunu sürdüren çabalardan geri durmadı. Güzel Sanatlar Akademisi çıkışlı Yenidal Grubu sanatçıları yoksul Türk ve Kürt emekçi halklarının çocuklarıydı. Anadolu'nun işçi ve emekçi halklarının sosyal yaşamını ilerici, dinamik ve iyimser bir yorumla Akademi'ye taşımışlardı. Memedoğlu ve İncesu kardeşler Akademi'nin gerici sanat anlayışının temsilcisi ressam ve proflarınca hor görüldü. Kuşatıldı. Sosyal Realizm akımının resim alanındaki önü soyut, abstre, popülist ve Batı öykünmeci sanat anlayışlarının Türkiye baş temsilcileri tarafından kesilmeye çalışıldı. Yenidal Grubu nun çizgisi ve çevresindeki ressam Neşet Günal arkadaşlarından koparıldı, Paris e öğrenime gönderildi. Daha sonra ise Akademi de öğretim üyesi -Profesör- olarak ödüllendirildi. Neşet Günal, siyasî fikirlerinden dönüş yaptı/yaptırıldı. Anadolu nun ter adamları yerine efsane ve mitolojilerin mistik, bilinemezci yorumları, fetişler, korkuluklar çizmeye başladı. 12 li darbelerde Yenidal Grubu ressamları birer karşı tavır alırlarken, o bu süreci kaytarıcı ve tatlı su solculuğu çizgisiyle sürdürdü. Yenidal Grubu ressamlarını Bedri Rahmi, Nuri İyem ve Abidin Dino gibi Türkiye'deki sol hareketin, TKP ve l.tip'in çevresinde ya da yörüngesinde bulunan ressamlar kıskandı. Sosyal Realizm akımının gelişip güçlenmesi karşısında meslekî sorunlarının gölgelendiğini gördü. TKP ile organik ilişkili Avni Memedoğlu, aynı örgütsel kaynaktan beslenen bu sanatçıların kuşatmasını tek başına kıramadı/kıramazdı. Bir yandan devletin/sistemin, diğer yandan burjuva ve küçük-burjuva "sol" anlayışlarının çok yönlü kuşatmasında işsizlik, yoksunluk ve hatta açlık çekti. İncesu kardeşler Memedoğlu dan daha korkunç bir yoksulluk ve çile içinde yaşamlarını sürdürdü. Vahi İncesu, donanımlı bir heykeltıraş olarak önemli eserlere imzasını koydu. Kemal İncesu ile İhsan İncesu, ellerine su dahi dökemeyecek kertedeki Akademi hocaları tarafından âdeta aforoz edildiler. Sanat galerileri onların sergilerine yer vermedi. Ne "Radikal Sol" ne de "Sosyalist Sol" hareketimiz kendi ressamına, estetikçisine, şairine, romancısına, heykeltıraşına sahip çıktı. Çıkamazdı, çünkü Sol, sanat konusu bir yana, henüz bilimsel bilgi ve bilinçlenme serüveninde çok gerilerdeydi. İşçi Sınıfı Hareketi ile Sosyalist Hareketi buluşturup bütünleştirme yetenek ve becerisini gösterememiş ve böylelikle İSP ya da KP oluşturamamış. Aynı zamanda Bilimler Akademisi-Enstitü ve Bilim Kurulları üretememiş 20 Sol'un Yenidal Grubu nu anlaması, kavrayıp sahiplenmesi de asla mümkün değildi. Sahte işçi ve komünist partiler de, doğal kimyalarına uygun olarak, şarlatan işçi dalkavuklarını istihdam ederek Yenidal Grubu ndan uzak durmayı, dahası onları kendilerine biat ettirme yöntemini seçmişti. Ressam İbrahim Balaban, hapishanede kendisine sanat, resim, estetik konusunda ilk bilgileri aşılayan Nâzım Hikmet ten esinlendiği kadarıyla kendine özgü bir yol tutturarak, köylü kurnazlığı yaparak, "ben öküz ressamıyım" diyerek tekelci sermayenin beğenisini kazanmasını bildi. Onların salonlarını süsleyen, alıcısı bol bir üne kavuştu. İşçi sınıfı ve emekçi halkların esin kaynağını teksir edilmiş öküz-üvendire-tarla-tapan-dağ-ova figürleriyle harcayarak ödüllendirildi. "Solcu"luktan da bir türlü geri durmadı. "Ulusal sol", "ulus devlet", "üniter devlet" diyenlerin cenahında sanat anlayışını ve sergilerini sürdürüyor. Nejat Tözge-Marta Tözge çifti de yaşamlarını öylesine sürdürmekteler. Neşet Günal devletin ve sistemin koruyuculuğunda bir yaşamı seçti. Akademi deki öğrencileri ondan çok şeyler öğrendi ve hocalarını geçtiler. Neşet Günal devlet töreniyle terk-i dünya etti. Eserleri, Bedri Rahmi, Nuri İyem ve Abidin Dino, vb. gibi Devlet Resim-Heykel Müzeleri ne alındı. Avni Memedoğlu, Hikmet Paksüt, Kemal ve İhsan İncesu nun resimleri, Vahi İncesu nun heykelleri hangi tozlu, nemli mekânlardadır? Birkaç iyi yürekli dost insanlarımızın özel arşivleri dışında bu sanatçılarımızın eserlerinden haberimiz var mıdır? Bunlardan toplumca yararlanabiliyor muyuz? Burjuva bireyciliği ile kariyerizm hastalıklarından arınmış, sahte ün düşkünlüğünü, sansasyon ve magazinleşmeyi ömür boyu reddetmiş, aç kalmış/bırakılmış işkence görmüş, hapis yatmış ve kimileri gibi işçi sınıfı ve emekçi halkların baş düşmanı kesimlere kendini ve sanatını satmamış, piyasa ve pazar için resim yapmamış bizim insanlarımızın tutarlı, ısrarlı ve sürekli çabalarını kaç kişi anlamış ve de değerlendirmiştir? "Dönen döner ben dönmezem yolumdan" diyebilen örnek nitelikli insanlarımızın hayatları boyunca çektiği çile, dram ve trajedilerin sebeplerini bilen ve bunun aşılması gereken çok önemli bir konu ve sorun olduğunu yüreğinde hisseden, bilincinde tartan kaç adet insanımız vardır şu memlekette? Örnek nitelikleriyle öne çıkan bizim insanlarımıza devlet/sistem, Mason Locaları, Rotaryenler, Tekelci Holdingler : Bana biat eder, Sol dan döner, krozman yaparsan seni abad ederim. Malın da mülkün de, atın da avradın da, bankada paran da olur. Tekelci basınımızda boy gösterirsin, tv.lerimizde ahkâm da kesersin. Devlet ve özel müzelerdeki yerini de alırsın. Yeter ki dön!.. demekte ve diyebilmekte ve de bu düzenek böylelikle sürdürülmek istenmektedir!.. Sisteme şu ya da bu düzeyde karşı geldiğini ileri süren Sol "cenahımız" 21

ne yapmaktadır? Maddî-manevî-moral tüm varlığımızı uğruna feda ettiğimiz Tarihî TKP, I.TİP, DİSK in Devrimci ve Marksist sanatçısına karşı tavrı ne idi? Terini ve kanını işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın sosyal kurtuluşu davasına bilinçle sunan insanlarımızın son yolculuklarında olsun bir vefa duygusunun, bir kadirbilirliğin en basit bir işaretinden de mi yoksunuz? Anılan Devrimci ve Marksist Ressamlarımız, heykeltraşlarımız birer birer terk-i dünya ediyor. Yenidal Grubu nun filizleri birer birer aramızdan kopup gidiyor. Dönenlerin, tökezleyenlerin, gözü para, sahte şöhret ile kararanların dışındaki bizim insanlarımızın ne anısı ne bir fotoğrafı ve ne de biyografisi vardır. İnternet sitelerinde, çeşitli sanat çevrelerinde, basın kuruluşlarında İncesu kardeşlerin ortancası Kemal İncesu nun bir fotoğrafına bile ulaşamadık. Cenazesi de mütevazı bir dost çevresince kaidırıldı. Ölüm haberi dört-beş satırla yalnızca Cumhuriyet Gazetesi nde duyurulmuş oldu. Sol un toplumsal duyarsızlığı ve çürümesinin en hayâsız noktaya evrildiği bir ortamda Kemal İncesu Yoldaş ımızı da doğaya teslim ettik. Asla yakınmıyoruz, çünkü bu duyarsızlığın ve sosyal çürümenin sebeplerini ve nasıl aşılacağını biliyoruz. Kolektifimiz in bu düşüncelerin uzantısında neyi, nasıl ve hangi kadrolarla üretme çabasında olduğunu bizzat yaparak göstermeye çalıştığını dostdüşman herkes biliyor. "Cenahımız"ın yeni nitelikler kazanarak Sol da ve özellikle Devrimci ve Marksist Sol Kadrolar arasında yaşanan "öndersizlik krizi"nin aşılması mücadelesinde boşuna uğraşmıyoruz. Hemen hemen her konuda üstesinden gelinecek yüzlerce sorunumuz var. Bunlara çözüm yöntemi üretilecektir. Bunun için de polemik ve eleştiri yöntemini öne çıkarıyoruz. II.TTKK yöntemini, bitmez tükenmez tekrarlarla boşuna telâffuz etmiyoruz. Bu yol-yöntemin altyapısını ve iklimini hazırlamak için boşuna uğraşmıyoruz. Böylesine hayatî ve can alıcı konularımızı ve de sorunlarımızı "politik açığa vurma"larımızla boşuna gündeme taşımıyoruz. Kimsenin anmadığı büyük bedelleri boşuna ödemiyoruz... Güzel Sanatlar Akademisi ne, sağlı "sol"lu basınına, çeşitli kültür kurumlarına ve kısacası devlet tekelci kapitalizmine, onun devletine/sistemine çöreklenmiş, kısır, yoz ve kozmopolit Alafranga Sanat anlayışının, diğer bir anlatımla Batı Kültür Emperyalizmi'nin 'Türkiye ajanlığını üstlenmiş olan birey, grup, çevre ve örgütlerin açığa vurulması bugün eskisinden daha önemli bir noktaya gelmiştir. Yenidal Grubu'nu oluşturan sanatçılarımızın deyimiyle: "Kendilerini sahte birer şöhret yaptırarak, kötü ürünleriyle yeni kuşakların ve halkımızın duygu ve beğenisini yozlaştırıp dejenere eden, sanat piyasamızı tekellerine almış olan bu tür asalak ve sömürgenlerin maskelerini düşürmenin sırası çoktan gelmiş bulunmaktadır. Bunu bir Yurt ve İnsanlık Görevi ve Bir Meslekî Sorun olarak benimsemiş olan bizler Yenidal Grubu'nu kurmuş bulunuyoruz. Sanat Amacımızı: İşçi sınıfı ideolojisi ve bilimsel gözlemciliğin ışığı altında, gerçekçi ve somut bir suje kavra- 22 yışıyla, her türlü bireysel ve hasta psikolojilerinden ırak olarak, toplumsal ve halkçı bir sorumluluk duygusu altında, öteden beri ülkemizde yaygın ve bulaşıcı bir moda salgın olan her türlü alafrangalığın ve sanatta geleneği şovenist, gerici, tutucu ve bağnaz bir kafayla eskiye özlem ve hayranlık biçiminde yorumlayan köhne alaturkalığın dışında, Batı kültür emperyalizmine ve tüm kozmopolit akımlara, bireyci, biçimci. (formalist) ve nemegerek çi sanat anlayışına, burjuvazinin en pis tutkusu olan kariyerizme kesinkes karşı bir tavırla; halkın heybesinde, kiliminde ve giysisindeki folklorik motifleri tuvaline aktararak, köylü urbasını herhangi niteliksiz bir inşa figürüne giydirerek halk sanatı yaptığını savlayan Bedri Rahmi popülizmine karşı bir bilinçle, slogancılığa ve didaktizm e kaçmadan, yaratıcılığı öge olarak ulusal ve yöresel tema, biçem ve yöntemler içerisinde iyimser bir dinamizmle evrensel boyutlara varmaktır. Biz Yenidal Grubu Sanatçıları Ezilen in ve Namuslu Aydın ın sanatçılarıyız..." (age.s.35-36) 1961 döneminin baskılı ortamlarında, o günün şartlarına göre ve kimi "ezop" yöntemleri kullanmalarına rağmen bu bildirge günümüzde de önemini koruyan açık-net bir metin niteliğindedir. Yenidal Grubu'nun çağrı metnine, ilerici sanat anlayışına ve Sosyal Realizm akımına bağlılığını koruyup sürdüren sanatçılarının bütün çabalarını sahipleniyoruz. Bu sanat akımını geliştirip güçlü kılarak yeni nitelikler kazanan ve de içerideki-dışarıdaki hapishaneden Onlar gibi işçi sınıfı ve emekçi halkların sosyal kurtuluş kavgasında rol alan genç kuşağın bütün sanatçılarını edebî saygı ve sevecenlikle kucaklıyoruz. İlerici, geliştirici ve dönüştürücü sanat akımlarının dinamik, iyimser ve yaratıcılıkta etkili olacağını, her şeye rağmen düşünüyor ve yeni bir Sanat Cephesi nde gelenekten-geleceğe olan tarihsel birikim ve yığınağımızı burjuvazinin tahkimatının karşısına öreceğimizi düşünüyoruz. Yalnızca düşünmüyor, sosyal-pratikte teori-pratiğimizle bunun mücadelesinden de asla geri durmuyoruz. İdeolojik, teorik, örgütsel donanımımızla bu cephede kolektif üretim yapa yapa nihaî amacımız; baskısız, sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız, savaşsız, eşitlikçi, özgürlükçü bir Dünya idealinin kökleşmesi düşüncesinin yeşereceğine inanıyoruz. Yenidal Grubu nu kuran yoldaşlarımızın çabaları ölmedi. Sanatçılarımızın eserleri ve devrimci çabaları yaşatılıyor. Sanatçılarımızın fiziksel varlığı aramızdan ayrıldı yalnızca. Kolektifimiz Çalışanları; Kemal İncesu Yoldaş ımızın aramızdan ayrılışı ve doğaya teslimi üzerine, ayrıca, hiç bir sanat çevresi (ne ansiklopedi, ne antoloji, ne bilimsel bir araştırma-inceleme arşivinde) tarafından bilinçli ve sınıf kiniyle anılmayan Yenidal Grubu'nu bir ölçüde de olsa, gündeme taşımak, tartışmak ve insanımızı düşündürmek amacıyla bu yazımızın kaleme alınışı uygun bulunmuştur. 23

Sanat Cephesi'nin ilkeleri vücut bularak yeni nitelikler kazandıkça sağlı "sol'lu burjuva ideolojisi ve revizyonizmin kuşatmasındaki yeni dallarımız kökten yeşerip filizlenecektir. Bunun işaretini sınıflar mücadelesinin tüm süreçlerinde görüyor/alıyoruz. Yeni Dal Gruba Amblemi-Çini-9,5x17,5 A. Memedoğlu. 30 Kasım 2005 * Ayrıntılı bilgi için bakınız: Sırrı Öztürk, POLİKİTA-SANAT-ESTETİK YOLUNDA 'EMEĞİN RESSAMI AVNİ MEMEDOĞLU, Sorun Yayınları, 1999. Ali Özdoğu -Polemik- Şemdinli...Yüksekova... "Bu Ateş Sizi de Yakar!.." Sistemin inkâr, imha, asimilasyon yöntemleri yetmedi. Keyfî, fiilî infaz yöntemleri de yetmedi. "Kürt Realitesi", "Kürt Sorunu" saptamaları(!) da bir işe yaramadı. Avrupa Birliği, "Kopenhag Kriterleri" de düştüğü yeri yaktı. "Demokratik Cumhuriyet"imizde hâkim gerici sınıfların tekelci, militarist polis devletinin bir «vukuatı» daha fenersiz yakalandı... Daha önceleri Susurluk İlçesi'nde meydana gelen, sonrasında sistemli çabalarla örtbas edilmeye çalışılan "Olay"ın bir benzeri Kürt illerinde sahne aldı. Kürt illeri tarih boyunca bu türden "olay"ların sahne aldığı bir bölgeydi. Uzun söze gerek yoktur. Tarih belgeledi. BU süreci yaşayan işçi, işsiz, emekçi, genç, aydın kimlikli insanlarımızın hafızalarından bir türlü silinmedi "olaylar"... Özellikle de Bölge'nin yoksul köylülüğünün yaşadığı dram ve trajediler ne gazete, tv. haberlerine; ne romanlara, öykülere ne de filmlere sığar. Bu sürecin gündeme taşınması,sorunlara neşter vurulması ve çözüm yöntemleri arayış ve yönelişlerinde henüz bütünlüklü çalışmalar gerçekleşmedi. Avantalar ve yağmalar düzeni değişmedikçe de gerçekleşemeyecek. Şemdinli, Yüksekova ve öteki Kürt illerinde insanlarımızın yaşadığı dram ve trajedilerden öncelikli olarak hâkim gerici sınıflar koalisyonu suçludur. Sol "cenahımız" da geçerli politikalar üretemediği için hem kusurlu hem de "suçlu"dur. Şemdinli ve Yüksekova'da yaşananlar modern burjuvazimizi ve modern proletaryamızın yaşadığı kentlerde de yaşanmaktadır. Şemdinli'deki Umut Kitabevi'nin bombalanması sistemin vukuatına âdeta tüy dikti. Kitabevi sahibinin bir dönem PKK'lı oluşu, 15 yılını içerde bırakması burjuva demagojilerinin boy hedefi yapılmak istendi. Sistemin vukuatı o derece açıktı ki, ne emekli-emeksiz paşaların, ne istihbaratçıların, ne gizli polis kimlikli politikacıların ve ne de sağlı "sol"lu burjuva partilerinin sistemi kollayan palavraları bunu örtmeye yetti. 3.12.1994 tarihinde Özgür Ülke ve Özgür Gündem gazete tesisleri bomba ile kundaklandığının ertesinde ikincinin ilk çıkan sayısında "BU Ateş Sizi de Yakar!..." diye bir başlık atılmıştı.* Gazetecilik açısından bu başlık son derece anlamlıydı. Aradan on yıllar geçti, fakat sistemin yaktığı ateş hâlâ bu coğrafyanın insanlarını, bizim insanlarımızı yakıyor. Tekelci devlet kapitalizminin Devrimci ve Marksist kadrolara düşmanlığına bu kez "Kürt 24 25

düşmanlığı"da eklendi. Sistemin kiralık kalemleri ve satılık sözcüleri "alt kimlik, üst kimlik" diye tartışıyor. Sahte ve sanal gündemlerle konu saptırılmaya çalışılıyor. 2.2.1976 tarihinde de Öncü Kitabevi faşist milisler tarafından kundaklanarak yakılmıştı. BU olayın failleri de belliydi. Bazıları sonradan faşist partiden milletvekili ve bakan dahi olmuştu. Yakılan kitapların büyük bir bölümü Marksist-Leninist klasiklerden oluşuyordu. Bulgaristan Halk Cumhuriyeti'nin Faşizme Karşı Mücadelesini sergileyen ilgili Müze' sinde enternasyonalizmin bir işareti olarak, Öncü Kitabevi'nin yanık kitaplarının da yer aldığını, Bulgaristan'a gitme "şansı"nı yakalamış bir dostumuzdan öğrenmiştik. Umut Kitabevi'nin bombalanması olayını izlerken Öncü'nün başına gelenleri de hatırlatmaktan kendimizi alamadık. Öncü'nün, Sorun'un kitaplarının 12'li faşist askerî darbeler sürecinde Selimiye Kışlası'nda yakıldığını da unutmadık. Umut Kitabevi bir yandan burjuvazinin diğer yandan Sol'un ziyaret akınına uğradı. Bir dönem İstanbul gibi illerde, şimdi Kürt illerinde kitabevi açmak büyük bir özveri ve cüreti gerektiriyor. İlerici kitabın namusunu korumak, emekçi halklarımızın bilimsel bilgi edinerek bilinçlenmesine katkıda bulunmak öyle sanıldığı kadar kolay ve ucuz bir iş değildir. Şubat 1976, Aralık 1994 ve Kasım 2005 tarihlerindeki tehdit aynıdır. Kapitalist anarşinin egemenliğinde, adı ister "devlet terörü", "derin devlet", "gladio", "ölüm mangası", "kontrgerilla", "jitem" veya "Susurluk Devleti", "Kontrgerilla Cumhuriyeti" ya da NATO'cu gizli cinayet şebekeleri olsun, Bölge'mizde karanlık bulutların dolaştığını hissediyoruz. Hegemonların paylaşım savaşında Bölge'nin "Kürt Kartı" daima kullanılıyor. Her olay ve olguyu somut şartları içinde incelediğimizde CIA- MOSSAD-MİT koordineli bir uğursuz projenin sistematize edildiğinin işaretlerini alıyoruz. ABD emperyalizmi çok açık ve de "erkekçe" bir politika izlediğini resmen deklare ediyor : Hedefimizde İran-Suriye, daha sonra da K.Kore var diyor... Türkiye kapitalizmi bu emperyalist projenin kuşatmasında "uydu" bir konumdadır. Türkiye İran-Irak-Suriye değildir. Anılan ülkelerdeki fukara Müslüman'ın direnişini tutarlı bir anti-emperyalizme dönüştürüp taşıyacak örgütlenmeler zayıf ve etkisizdir. Bölge'nin emekçi halkları "tavşana kaç tazıya tut" politikalarıyla birbirine karşı alenen cephe almış/aldırılmıştır. Türkiye'nın açıktan emperyalist bir işgale ihtiyacı yoktur. Türkiye yeraltı, yerüstü zenginlikleriyle her açıdan kuşatılıp âdeta "teslim alınmış" durumdadır. İnsanımız kapitalizmin yoz ve kozmopolit kültür politikasının - propogandasının- büyük etkisi altındadır. İlerici, demokrat, devrimci, yurtsever, sosyalist ve komünistler dışında kapitalizme ve emperyalizme karşı dövüşecek bir siyasî akım da yoktur. Genel anlamıyla Sol, özelde Devrimci 26 ve Marksist Sol Kdrolar âdeta düşmanı bırakmış, "kan emici" aydın tartışmalarıyla iştigal etmektedir. Bölgemizdeki istilacı, yeni sömürgecilik saldırıları sanki onları hiç ilgilendirmiyor... TC devletinin kapitalist yönelimli sınıfsal-ideolojik konumu, uluslarötesi tekelci sermaye güçlerine kölece angaje ve "uydu" olmak dışında bir seçeneğe sahip değildir. Siyasî iktidarlar bu düzeneği, aralarındaki kayıkçı dövüşü yöntemleriyle sürdürmekten yanadır. Onlara verilen rol ve görevleri de budur-bellidir. Bu düzeneği tersyüz edecek güçler bu ülkenin iç deney birikim ve zenginliğini yanına alması gereken Devrimci ve Marksist Kadrolardır. Devrimci Kadrolar da henüz birleşik, güçlü, güvenilir ve donanımlı Örgütsel güvencelerden yoksundur. Devrimci politikada hesap sormak, sistemi geri adım atmaya ya da açığa vurmaya aday ileri ve anlamlı adımlar atmak/atabilmek için öncelikli olarak Sol'un tarih ve sınıf bilinciyle bütünleşmesi gerekir/beklenir. "Susurluk Devleti"nin hesap vermesini, her türden provokasyona âlet edilen milis kuvvetlerinin ve sanıklarının yargılanmasını talep etmek, bu yolda kimi etkinliklerde bulunmak elbette gereklidir. Bu yoldaki bütün emekçi halk güçlerini desteklemek, onların yeni nitelikler kazanmasına çalışmak ilerici olmanın en doğal bir yöntemidir. Sol, hem "tutarlı bir demokrasi mücadelesi" vermek hem de bununla organik ilişkili "tutarlı bir iktidar mücadelesi" verecek düzeyde örgütlenmek durumundadır. Açık mücadele alanları elbette bu amaçla kullanılacaktır. Burada unutulmaması gereken husus, hiç bir zaman demokrasiye ihtiyacı olmayan bir sömürücü sistemden "demokrasi, barış, insan hakları ve halkların kardeşliği" talebinde bulunmaktır. Kapitalist anarşinin özü zaten bunların kaynağıdır. Bir ülkede tekelci sermayenin, finans oligarşisinin diktatörlüğü egemenliğini sürdurüyorsa orada ne demokrasi, ne barış, ne insan hakları ve ne de halkların kardeşliği olur. Bunları kundaklayan bizzatihi kapitalizmin artı-değer sömürüsüdür, haksız, eşitsiz, adaletsiz, özgürlüksüz düzenidir. Yoksul Türk ve Kürt köylülüğü işte bu türden illüzyonlarla, yalan ve demagojilerle uyutulmak istenmektedir. Kapitalizmin elindeki üretim araçları, özel mülkiyet ve "serbest pazar piyasası" ile bölüşüm ilişkileri elinden alınmadan ne ülkede ne de Bölge'de umut edilen barış ve demokrasi olacaktır. Şemdinli, Yüksekova ve öteki Kürt illerinde cereyan eden olaylar boyutlandıkça göstermelik beyanatlar, sorgulamalar, günah keçisi sanıklar üzerine yıkılan sorumluluklar, komisyonlara havale edilen soruşturmalar bir iki yöneticinin görevinden alınıp başka bir yere tayin edilmesi, sistemin "hamamın gubbesinin namusunu kurtarmaya" yetmiyor. 27

Sistemin sorgulanmasını ve yargılanmasını olmayan "demokratik cumhuriyet»ten beklememeliyiz. Kapitalist anarşi devrimci yol ve yöntemlerle yıkılıp aşılmadan dünyanın işçileri, işsizleri, emekçi halkları rahat yüzü göremeyecektir. Şemdinli ve Yüksekova "olay"ları hem "Sosyalist Sol"u hem de "Radikal Sol" cenahımızı hareketlendirmiştir. Haklı taleplerle sistemi karşıya alan etkinliklerle sistemin vukuatı şiddetle protesto edilmiştir. Bölge halkı büyük umutlarla, sevecekliklerle ziyarete gelenleri kucaklamış, onları misafir etmiş, ağırlamıştır. "Birleşin, bütünlesin kurtarın bizi" demiştir. Bölge halkının çektiği ızdıraplar ve bu "olay" yüzünden hatırlanışı ziyaretçilerimizi düşündürmüştür. "Kürt Sorunu" böylece bir kez daha gündeme damgasını vurmuştur. "Kürt Sorunu"nu ne AKP ne de Ordu-Asker-Polis "partileri" çözecektir. Dünyanın bütün emekçi halklarının ulusal ve sosyal kurtuluşu bir bütündür. İnsanın ve insanlığın sosyal kurtuluşunun yolu sosyalizmdedir. Bulunduğumuz coğrafyadaki Türk Solu ile Kürt Solu'nun anlamlı ve ileri bir adım atarak buluşup bütünleşmesi dışında bir çözüm yöntemini egemen sınıflardan beklemek ham bir hayaldir. Yoksul Türk ve Kürt köylülüğünün ödediği bedelleri "ışıkları söndürme" gibi yöntemlerle değil, çok yönlü mücadele biçimleriyle gündeme taşımalıyız. Sistem, âdeti olduğu üzere bu konuyu küllemeye, "olay"ın sorumluluğunu Kürt ve Devrimci düşmanlığı tahriklerine indirgeyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır. Sistem çürüktür, dökülmektedir. Sistem aynı ölçülerde de son derece tehlikeli ve acımasızdır. Bunun bilincinde olarak tarihsel iyimserliğimizi ve haklılığımızı öne çıkarıp sosyal muhalefet dinamiklerinin en ileri unsurlarıyla yaratıcı diyalogun önünü açmalıyız. Mevcut örgütsel 'yapı'larımızı eleştirel ölçülerle gözden geçirmemiz lâzım. Sistemi doğrudan karşıya alıp sorgulayacak, geri adım attıracak ve de aşacak Kurum ve PARTİ'nin ne demek olduğunu süzgeçlerimizden -bilincimizdengeçirmemiz lâzım. Şemdinli ve Yüksekova'da olup bitenleri kimse elindeki işlevsiz örgüt araçlarıyla, ajitasyon yöntemleriyle sorgulayacağını sanmasın. Kürt Solu AB'ye endeksli "demokrasi" söylemleriyle daha fazla kendisini ve de yoksul Kürt köylülüğünü oyalamasın. Konu çok yönlü ve kapsamlıdır. Türkiye, ABD ve AB'li emperyalistlerin gündeminde önemli bir konuma sahiptir. FBI, CIA, MOSSAD ajanları boşuna Türkiye'yi "su yolu" yapmıyor. Bürokrasinin her iki kanadı boşuna ABD ve AB'nin yolunu tutmuyor. Sistem, bu durumda bir türlü mızrağı çuvala sokamıyor. Öyle kolay mıdır? "Bu Ateş Sizi de Yakar!.." denilmiştir. Fakat hâlâ sömürücülerin yak- tığı ateş bizim insanımızı yakıyor. Bu doğru sözün arkasında doğru politikalar üretilecektir. Ancak o takdirde insanımızın yangını böylece aza indirilecektir. Sol'un toplumsal hafızalarını bir iki gün ile sınırlayan eylemliği yerine konu ve sorunu "Asıl Mesele"ye getirmesi gerekir/beklenir. BU da herhalde; "Neden birleşik, güçlü, güvenilir ve donanımlı örgütsel güvencelerden yoksunuz?" sorusunun cevaplanmasıyla tartışmaya/gündeme getirilecektir. Getirilmiştir. Cenanımızın konumunu sorgulaması, en azından bir zihin talimi yapması beklenecektir. Bu konu haklı gerekçelerimizle Türk Solu ile Kürt Solu'nun bilimsel olmayan ayrışmasını aşıp gönüllü ve iradî olarak, milliyet ve etnisiteye dayalı konumlardan sıyrılıp sosyal sınıf ve emekçi halkların sosyal kurtuluşunu gerçekleştirebilecek bir örgütsel işleyişe evrilmesiyle çözüme kavuşturulacaktır. Kapitalist anarşinin egemenliğindeki bir düzende "ulusların kendi kaderini tayin, tesbit ve ayrılma" hakkı ilkeselliği aranamaz. Emperyalizmin serbest-pazar ve piyasasının egemenliğinde ne Kürt, ne Türk, ne Arap, ne Acem ve ne de öteki emekçi halkların sosyal kurtuluşu mümkündür. Şemdinli, Yüksekova ve öteki Kürt illerinde yaşanan "olay"lar, bütün iyi yürekli ve namuslu insanların sorunudur. BU coğrafyada sosyalizm adına ideolojisiz örgüt kurma atağına DİSK yöneticileri ve kimliği, kişiliği tartışmalı "sol" yarım-aydınlar da katılmıştır. 24 adet "legal" örgüte böylece bir "yeni"si daha eklenmek istenmektedir! Öte yandan emperyalist güçler uğursuz projeleriyle Bölgenin işçi ve emekçi halklarını "yeni" bir boyunduruk cenderesine almak için savaşıyor. Kimi örgütleri beyninden ve içinden avlayıp kendi safına çekme becerisini gösteriyor... Devrimci ve Marksist Sol Kadroların görevi, emperyalizmi ve onun gizli örgütlerini bilimsel bakış açısıyla inceleyerek insanımıza anlatacak ve sosyal sınıf gerçekliğini öne çıkaracaktır. Tutarlı bir tarih ve sınıf bilincimizi karartacak bütün akımlarla hesaplaşacaktır. Kapitalizm ile tarih ve insanlık önünde boy ölçüşecek Kurum ve PARTİ'nin ne demek olduğunu dostadüşmana gösterecektir. Şemdinli ve Yüksekova "Olay"ı sorunlarımızın yeniden gündeme getirilişini tetikleyerek herkesi düşündürmüştür. Şimdi sıra davranmaya gelmiştir. Konu "yaşasın-kahrolsun, ezeceğiz-yıkacağız!..." kolaycılığına indirgenemeyecek kadar hayatî ve ciddidir. * Ali Özdoğu-Sırrı Öztürk, Hangi "Hukuk?", s.7, Sorun Yayınları, 1998. 12 Aralık 2005 28 29

Turgay Ulu -Eleştiri- II. TTKK Yöntem Önermesi Hakkında Giriş Sosyalist grupçuklar ortamının gelişmesi her zaman gerçek işçi sınıfı hareketinin gelişmesine ters orantılı olmuştur. Grupçuklar (tarihî olarak) varlıklarını haklı çıkarabiliyorlarsa, işçi sınıfı bağımsız tarihî eylemi için henüz olgunlaşmamış demektir. İşçi sınıfı bu olgunluğa ulaşır ulaşmaz bütün grupçuklar zorunlu olarak gerici olurlar. 1 II. Tüm Türkiye Komünistleri Kongresi, Türkiye devrimci hareketindeki parçalanmışlığa son verip, birlik sorununa ve öndersizlik krizinin aşılmasına ilişkin bir çözüm yöntemi olarak önerilmiştir. İlk kongre 10 Eylül 1920 de Bakû de gerçekleştirilmiştir. Mustafa Suphi ve arkadaşlarınca Türkiye proletaryasının mücadelesine kumanda edecek partinin oluşturulması süreci kesintiye uğramış, yarım kalmıştır. Onbeş kişi, Kemâlizm tarafından Karadeniz in azgın sularında boğdurularak imha edilmiştir. Aslında Suphi ler Bolşevikler tarafından uyarılıyor. Böylesine açık ve riskli bir kanaldan değil de, gizli olarak Türkiye ye girmeleri öneriliyor. Suphi ler de, esasında bu yoldan ülkeye girişin oldukça riskli olduğunun farkındadır. Ancak onlar, merkezî bir girişin Türkiye emekçi sınıfları üzerinde daha geniş ve hızlı bir etki yaratacağını düşünerek bu türden bir riski göze alıyor. Suphi ler imha edilmeseydi ya da Türkiye ye başka bir yol üzerinden girmiş olsalardı süreç nasıl bir yol izlerdi, bilemeyiz. Sınıf mücadeleleri tarihi biraz da böyledir. Tarihin akışında rastlantı ve fırsatlar bazen önemli roller oynar. Hiçbir süreç plânlandığı gibi mutlak, inişsiz-çıkışsız ya da geriye dönük sıçramalar olmadan işlemez. Türkiye deki sınıf mücadelesi ve devrimci hareket günümüze dek dalgalı bir seyir izlemiştir. Ne tesadüftür ki, mücadele dalgalarının doruğa ulaştığı tüm dönemeçlerde sınıf hareketi sürece öndersiz yakalanmıştır. 1968 de oluşan mücadele dalgasında 15-16 Haziran 1970 İşçi Ayaklanması nda, 1971 çıkışında, 12 Eylül askerî faşist cuntasında, 1989 Bahar Eylemlilikleri nde, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin yükseliş dönemecinde, 1995 Gazi Direnişi nde ve diğer olaylarda öndersizlik krizi kendisini açığa vurmuştur. Dolayısıyla yükselen hareket hızla geriye düşmüş ve kalıcı mevziler elde 30 1. Marx-Engels-Lenin, Sendikalar Üzerine, Marx tan Bolte ye Mektup, Bilim Yay., s. 88. edememiştir. Mücadele dönemlerindeki her tıkanma ve geriye düşüş, Türkiye devrimci hareketindeki bölünme, parçalanma ve tasfiyeye yol açmıştır. Peki solun seksenbeş parçaya bölünmesinde ciddîye alınacak herhangi bir ideolojik/teorik gerekçe mevcut mudur? Yoksa bu parçalanmışlık hâli örgütsel sorunlara ya da sunî nedenlere mi dayanmaktadır? Devrimci Hareketteki Parçalanmışlığın Nesnel Zemini Kalmamıştır. Bölünmek için hâlâ çok azız. Ne etiketleri ne de isimleri mesele yapmalıyız. 2 Türkiye devrimci hareketindeki bölünmenin birkaç nedeni vardı. Birincisi; Çin, Rusya, Arnavutluk, Küba gibi eksenlere bağlı olan bölünmeydi. İkincisi; Türkiye devrimi sosyalist mi yoksa demokratik mi olsun? tartışmasına dayanan bölünmeydi. Bu iki ana nedene bağıntılandırılan diğer bölünmeler ise, işçi/köylü merkezlilik ve silâhlı/silâhsız mücadele ile ilgili tartışmalara göre biçimlendi. Bugün itibarıyla, söz konusu nedenlerin birçoğu ortadan kalmış olmasına rağmen hâlâ birçok grup bu nedenler varmış gibi yapmaya devam ediyor. Üzerine basılan, daha doğrusu taklit edilen köprüler yıkılmış, o köprülerin altından çok sular akmıştır. Ancak grupların büyük bir bölümü hâlâ bu köprüler varmış gibi düşünmeye devam etmektedir. Geçmişte Tiran ın Sesi ya da Pekin in Sesi gibi radyolardan yapılan çevirilerle çizgiler oluşturuldu. Devrimini yapan ülkelerden etkilenmek kadar doğal birşey yoktur. Ne var ki, farklı coğrafyaların devrimlerinden etkilenmekle, onları aynen taklit etmeye çalışmak aynı şeyler değildir. Zaten söz konusu ülkelerde gerçekleştirilen devrimlerin hiçbirisi birbirine benzememiştir. Taklit ve aktarmacılık, üzerinde yaşanılan coğrafyanın özgün yapısını kavramayı engellemiştir. Başka coğrafyaların isyan hareketleri, edebiyatı ve sanatı ezbere bilinirken, bu coğrafyanınkilerden bihaber kalınmıştır. İş öyle bir noktaya varmıştır ki, yayın/kurum isimleri ve hitap biçimleri bile taklit yöntemiyle oluşturulmuştur. Zamanın akışı tersinmez olduğuna göre, zamanı taklit etme imkânı olamaz. ÇKP, AEP, SBKP ve diğerlerinin asılları kalmadığına göre taklidine de gerek yoktur. Demek ki, bugün devrimci grupların AEP ci, ÇKP ci, ve SBKP ci gibi sıfatlar uyarınca tasnif edilip ayrıştırılmasını gerektirecek herhangi bir zemin kalmamıştır. Bu tarihî olgular, devrim cephaneliğinde birer deneyim zenginliği olarak yerini almıştır. Artı ve eksileriyle çözümlenip yeni denemelere basamak olmayı beklemektedirler. 2. Latin Amerikalı Marksist José Carlos Mariátegui, 1 Mayıs ve Birleşik Cephe, Çev.: Derviş Okan, Sorun Yay., Mayıs 2005, s.31. 31

Devrimci hareketin parçalılığına yol açan ikinci bir neden de, 1970 lerde yapılan MDD/SD tartışmasıdır. Bu tartışma büyük ölçüde ülkenin sosyoekonomik yapısının tahliline dayalı olarak yapılmamıştır. 1970 lerden 2005 e kadar Dünya da birçok şey değişmiştir. Rejimler altüst olmuş, ülkeler haritalardan silinmiş, üretim biçimlerinde kimi farklılaşmalar yaşanmıştır. Bu dönem boyunca gerçekleşmeyen devrimin demokratik ya da sosyalist olarak önceden belirlenmesi hiçbir işe yaramamıştır. Devrimin hangi tarihte olacağı önceden belirlenemez. Devrimin niteliğinin demokratik ya da sosyalist olma ihtimali durumu değiştirmez. Şimdi yıl 2005 ve devrim olmamıştır. 1970 ten bugüne geçen otuzbeş yıl boyunca ülkenin sosyo-ekonomik yapısının donmuş olduğu ve hâlâ MDD/SD gibi ayrıştırmaların yapılabileceği kesinlikle iddia edilemez. Önümüzdeki dönem için de devrimin hangi tarihte olacağını tayin etme imkânımız yoktur. İktisadî ve sosyal yapı hiç durmaksızın hareket etmekte ve çeşitli değişim dinamikleri ile var olmaktadır. Devrimin aslî güçlerinin belirlenmesi, onun ayaklanma ya da gerilla savaşı ile olacağına ilişkin tespitler de geçmişte somut maddî koşullar değil, taklit edilmeye çalışılan ülkelerdeki pratikler uyarınca yapılmıştır. Sınıf partisi oluşturulamadan bu tarzların önceden belirlenmesinin bir anlamı yoktur. Esasında Türkiye de ayaklanma ve gerilla savaşı için uygun koşullar oluşmuştur. Yüzbinlerce işçi 15-16 Haziran 1970 de sokaklara dökülüp barikatları yarmıştır. Ancak harekete yön verecek bir sınıf partisi olmamıştır. Teorik olarak önceden ayaklanma gibi bir tespitte bulunmak Haziran pratiğinde hiçbir işe yararamamıştır. 1980 askerî faşist cuntanın hüküm sürdüğü dönemde gerçek bir gerilla savaşının yürütülebileceği koşullar oluşmuştur. Karadeniz de, Toroslar da, Doğu da ve diğer birçok yerde yüzlerce-binlerce insan kırlara çıkmıştır. Bu sadece Devrimci Yol hareketinin iradî kararıyla bağlantılı bir durum değildir. Bu, aynı zamanda darbenin koşulladığı pratik bir zorunluluktur. Bu imkânın oluştuğu koşullarda istikrarlı bir gerilla savaşı verecek parti pratikte mevcut değildir. Bu süreç tasfiyeyle sonuçlanmıştır. Yaşananlar, devrimin hangi biçim ve karakterde olacağının büyük ölçüde somut duruma/konjonktüre ve rastlantılara bağlı olduğunu göstermiştir. Ancak bu imkânların oluşması kimi zaman gerçek anlamda bir partinin müdahalesiyle de mümkündür. Zira, Devrimci Yol un Dünya koşullarını gerekçe göstererek gerilla güçlerini tasfiye etmesiyle, Kürt ulusal devrimci hareketin aksi yönde bir gerekçeyle gerilla savaşını başlatması aynı tarihe denk düşmüştür. 32 Devrimin hangi biçimde olacağının tek, mutlak bir belirlenimi olamaz. Her olasılık hesap dâhilindedir. Bütün mesele, tüm olasılıkları gerektiği gibi değerlendirebilecek iradî bir örgütlenmenin var edilebilmesidir. Tüm devrim biçimleri bir arada da gerçekleşebilir. Bu devrimci duruma ait koşullara, güç dengelerine, iç ve dış etkenlere bağlıdır. Meselâ Şili de parlamentarist yoldan iktidar alınabilmiştir. Ama karşı-devrim olduğunda Salvador Allende elinde silâh MIR (Devrimci Sol) gerillalarıyla birlikte çatışarak devrimi savunmuş ve yaşamını yitirmiştir. Hangi biçim ve türde olursa olsun bütün iş, gelişen süreci proleter devrimin lehine kullanabilmektir. Görüldüğü gibi, devrimin kırdan mı, şehirden mi yoksa kır-şehirden mi olacağına, ayaklanmaya mı dayanacağına ya da aşamalı olarak mı gerçekleşeceğine ilişkin tartışmalar devrimci hareketteki parçalanmanın gerekçesi olamaz. Net bilgilere sahip olmamakla birlikte, bugün Nepal de savaşan Prachanda ayaklanma ve gerilla savaşı tarzlarını sentezleyip yeni bir yol izlediklerini söylemektedir. Bu deneyimleri irdelemek gereklidir. Türkiye devrimci hareketindeki parçalanmışlığın nedenleri büyük ölçüde öznel ve hatta keyfîdir. Bu öznelciliği şu tarz bir örnekle kanıtlayabiliriz: kimi zaman gruplar Türkiye Solu nu tasnif ederler. Küçük- burjuva, demokrat ve reformist gibi başlıklar altında örgütleri topladıktan sonra, bir de komünist hareketten söz ederler. Bu komünist ifadesinden kasıt tabiî ki kendisidir. Hatta yalnızca Türkiye de değil, Dünya daki tek komünist grup kendisidir(!) Bu bilim ve akıl dışı bakış açısı, grupları Marksist tarih anlayışının dışına atmaktadır. Komünist hareketin tarihi söz konusu olduğunda her grup kendi kuruluş tarihini milat olarak kabul eder. Meselâ, söz konusu grup 1979 da kurulmuşsa, bu yıldan önce ülkede komünist mevcut değildir. Bu tarih anlayışı kimi zaman grupların sloganlarına da yansır; kendi grubunu kastederek, bensiz tarih yazılamaz denilir. Yani, 1979 dan önce tarih yazılmamıştır. Tarihi Kutsal Aile mi yapıyor acaba? Seksenbeş adet grubun olduğu bu tablodan herhangi birisini çekip çıkarttığımızda tarihin donacağı iddia edilemez. Bu bakış açısı, Marx ın Bauer Kardeşler le yaptığı polemikleri hatırlatmaktadır. Bauer Kardeşler tarihi kendi kafasındaki faaliyetler olarak görürler. Bu faaliyetler durduğunda tarih de duruverir. Tasnifleme meselesini tartışırken şu tarz bir soruyla karşılaşılabilir: Marx ve Engels de tasnifleme yapmış mıdır? Evet, ütopik sosyalistler ve kaba materyalistler gibi tasnifler yapmışlardır, ancak onların yaptıklarıyla bugünkü grupların yaptıkları arasında herhangi bir benzerlik bulunmamaktadır. Öncelikle Marksizm bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Marksistler arasında yapılan tasnifleme, Marx ve Engels in akımlar arasında ya da 33

Marksizmin doğuş koşullarında yaptığı tasniflemeye benzemez. Her grup eline bir ölçü aleti ya da bir etiket makinesi almış, keyfine göre herkese münasip gördüğü damgayı vurabilmektedir. Bu durumda, kimin proletaryayı temsil ettiğini ya da kimin gerçek komünist olduğunu ayırt etmek güçleşmektedir. Seksenbeş adet etiket makinesi var. Bu makinelerin yalnızca kendine doğru olan yüzünde komünist yazıyor. Geriye kalan diğer seksendördünde komünist olmayan sıfatlar yazılı. Tüm makinelerin şeritlerinde yazılı olan komünist damgalarını topladığınızda seksenbeş sayısını elde ediyorsunuz. Aynı etiket makinelerindeki komünist olmayan damgalarını topladığınızda ise, biraz önce elde ettiğiniz sayının seksendört katına ulaşıyorsunuz. Bu hesabın içinden nasıl çıkılacağını uzman bir matematikçiye sormak gerekiyor. İşte Halep işte arşın! Devrimci hareketin parçalılığının gerekçelerinden biri de, çeşitli ülkelerde gerçekleştirilen sosyalizm denemelerine ya da geriye düşüşlere karşı yaklaşım farklılığıdır. Ne var ki, hiçbir grup geriye düşüşler üzerine ciddî bir çözümleme yapamamıştır. Tek bir eksen olarak fetişleştirilen ve taklit edilen ülkedeki sistem çökünce, bu enkazın altında kalındı. Dünya daki sosyalizm denemeleri kendi tarihsel koşulları içinde ele alınıp değerlendirilmesi gerekirken, her grup taklit ettiği eksene göre yarım yamalak bir şeyler söylemeyi en risksiz duruş olarak gördü. Bir kesim, tüm sorunu tek tek kişilere fatura ederek sorundan sıyrılmayı denedi. Kimileri de sosyalizm denemelerindeki geriye düşüşleri tek tek önderlerin ölümüyle ilişkilendirip, komplocu bir yöntemle izah etmeye çalıştı. En ve tek komünist olarak değerlendirilen ülkelerdeki sistemler yerle yeksan oldu. Şimdi bu ülkelerin büyük bir bölümünde tek bir örgüt ya da kadro bile fenerle aranarak bulunamazken, önderlikleri küçük-burjuva olarak nitelendirilen ülkelerde sistem çökmedi. Bu şekilde hâlen sosyalizm demeye devam etti. Bu görünümden iki sonuç çıkıyor: demek ki, komünistlik öznel bir biçimde yapılan etiketlemeyle olmuyormuş; ikincisi, demek ki sosyalizm denemelerinin geriye düşüşü zorunlu bir işleyiş değilmiş. Hâlâ bazı değerleri korumakta ısrarcı olanlar taklide başvurmayanlar olmuştur. Kendi özgünlükleriyle gelişen sosyalizm denemeleri, taklit edenlere oranla daha az perişan oldu. Demek ki, taklitçilik de devrimci hareketin paralelize olması için bir gerekçe olamaz. Başka coğrafyada yapılmış olan devrim biçiminin aynısını bu coğrafyada uygulamak söz konusu edilemez. Doğa bilimlerinde bile aynı yöntem her koşul altında aynı sonucu vermez, ki toplumsal olaylarda bu hiç mümkün değildir. Meselâ su yüz derecede kaynar önermesi atmosfere 34 yakın olan bir mekânda mutlak geçerliliğini yitirir. ÇKP, AEP ve SBKP gibi partilerin o dönemki çizgilerine eleştirel katkı getirip onları aşamayan Türkiye devrimci hareketi geriye düşüşler konusunda ciddî hiçbir çözümleme yapamamıştır. Konu hakkında çalışma yapmış olan birkaç yazarın kitapları Türkçe ye tercüme edilmiştir. Bunlardan biri olan Bill Brand ın Sovyetler Birliği nde Kapitalizmin Restorasyonu adlı kitabında Stalin sonrası dönemde uygulanan ekonomi-politika hakkında zengin bir kaynak taraması yapılmaktadır. Ancak Bill Brand, Kruşçev ve Brejnev dönemlerini faşizm olarak nitelendirmektedir. Komploculuğa varan bu bakış açısıyla meseleleri açıklamaktadır. Koskoca partide Stalin sonrası dönemde kapitalist restorasyona karşı çıkacak tek bir kadronun bile çıkmamış olması ile ilgilenmemektedir. Aynı konu hakkında, tercümesi yapılan diğer bir kitap da Vasili Samaras ın çalışmasıdır. O da Bill Brand dan biraz daha farklı bir biçimde, SSCB de 1917-1953 arası dönemi ÇKP nin bakışıyla özetlemiştir. Yeni bir görüş ya da değerlendirme yapmaktan kaçınmıştır. (Bill Brand da AEP nin bakış açısıyla dönemi tartışmaktadır.) Henry Aleg in Büyük Geri Sıçrama adlı çalışması bu iki kitaba oranla daha mütevazi bir içeriğe sahiptir. Yazar, çöküş sonrasında Rusya ya gitmiş ve bir dönem işçi sınıfı tarafından çokça sevilen şair Yevgeni Yevtuşenko gibi insanlarla görüşmeler yapmıştır. Çöküş sonrası dönemle Sovyet dönemi arasında karşılaştırmalar yapmıştır. Sovyet döneminde rastlanmayan, fuhuş, dilencilik ve hırsızlık gibi olayların korkunç düzeylere ulaştığını gözlemlemiştir. Kadroların herşeyi yukarıdan bekleyen bir anlayışla yetişmiş olduğunu tespit etmiştir. Yevtuşenko kitapta, gerçek sosyalizmin şimdiki İsveç gibi ükelerde olduğundan, kendilerinin sosyalizmi yanlış anladıklarından dem vurmuştur. Konuyla ilgili bir başka kitap da Modern Revizyonizmin Çöküşü dür. Eksen Yayıncılık tan çıkan bu kitabın ne olduysa yeni baskısı yapılmamıştır. Göründüğü kadarıyla bu grubun konuyla ilgili görüşleri farklılaşmıştır. Devrimci hareketin parçalılığına sosyalizm denemelerinde yaşanan geriye düşüşlere karşı yaklaşım farklılığı da bir gerekçe olamaz. Çünkü bu konuda dişe dokunur bir yaklaşım getirilememiştir. Şablonculuk bu konuda da hükmünü sürdürmüştür. II. TTKK Önermesinin Pratik Bir Basınç Olmadan Hayat Bulması Çok Zordur. Sosyal adalete dayalı bir düzeni özleyen komünistler, sosyalistler, liberterler ve bunları devrimcileştiren her okul ve parti mensubu insan, Le- 35

nin in kişiliğinin ve harcadığı emeğin herhangi bir gruba ya da hizbe değil, tüm proletarya ve devrime ait olduğunun farkına varmıştır. İşçilerin kendi aralarındaki kavgası bu sayede evrenselleşmiş ve düşmanlıktan sıyrılmıştır. 3 Türkiye devrimci hareketinin yapay gerekçelere dayalı bölünmüşlükten kurtulup, merkezî bir proletarya partisine kavuşması için mevcut var oluş Türkiye devrimci hareketinin yapay gerekçelere dayalı bölünmüşlükten kurtulup, merkezî bir proletarya partisine kavuşması için mevcut var oluş tarzını bir bütün olarak değiştirmesi zorunludur. Grupların mevcut anlayışlarıyla kongre yöntemine riayet etmeyecekleri kesindir. Grupları silkeleyip, sınıfın ve devrimin ihtiyacına göre bir konumlanmaya sevk edecek bir basınç unsurunun/iteneğin olması gerekir. Dünya nın neresinde emperyalist kapitalizme karşı sosyalizm için mücadele eden birileri varsa onlar bizdendir. Hiçbir devrimci mücadele deneyimini yok sayıp dışarı atamayız. Rusya, Çin, Arnavutluk, Bulgaristan, Küba ve diğer deneyimleri bizim olduğu gibi; Suphi, Kıvılcımlı, Çayan, Gezmiş, Kaypakkaya ve tüm diğer isimler bizimdir. Bunlardan yalnızca birini fetişleştirip, diğerlerini yok saymanın bilimsellikle bir ilişkisi yoktur. Ancak mevcut grupların yapmakta olduğu da budur. Bir dönem sıkça tanık olduğumuz, Kaypakkaya komünist midir, değil midir? ya da Che küçük-burjuva mıdır, değil midir? türünden tartışmaların ne kadar saçma olduğu artık anlaşılmak zorundadır. Stalin i savunarak devrimci de olabilirsiniz, oportünist ya da reformist de... Bu konuda bir yığın örnek sıralanabilir. Aslında sınıf mücadeleleri tarihi, devrimci hareketin ezbercilik ve şablonculuk cenderesinden kurtulması için gerekli olan verileri fazlasıyla sunuyor. Çin, Arnavutluk, Rusya vb. tek ve en komünist diye değerlendirilirken Küba önderliği ve deneyimi küçük-burjuva olarak damgalanmıştı. Şimdi sormak gerekmiyor mu? Nasıl oldu da, tek ve en komünist görülenler geriye düştüğü hâlde Küba hâlâ Latin Amerika da kıtasal bir devrim hedefinin közü ve moral kaynağımız olmaya devam ediyor. Üstelik Küba nın kendine yetecek düzeyde bir altyapısı da bulunmuyor. Sovyetler Birliği için altyapısal yetersizlikten söz edilemez. On yılda SSCB, emperyalist ülkelerin yüz yılda kat ettiği seviyeye ulaşmıştı. Çökenlerin de çökmeyenlerin de üstyapısal durumunu ezberleri bozarak yeniden irdelemek gerekmiyor mu? İşte bu tablo ve Latin Amerika kıtasında yaşanan dalgalanmalar, şablonculuğu ve ezberciliği bozacak bir basınç rolü oynayacak gibi görünüyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada bir kongre yöntemiyle her grubun, bir Anka Kuşu misali, kendini yadsıyıp, proletaryanın çıkarları gereği kendisini yeniden konumlandırması için devrim niteliğinde bir tarz değişikliğine ihtiyaç vardır. Mevcut durumda her grup kendisini mutlak kabul edip tarihin tek yapıcısı biçiminde görmektedir. Devrimci hareketin bu durumda bir proletarya aşısına ihtiyacı vardır. Serum takacak, sarsarak bilinçleri körleşmeden koruyacak, teşhis ve tedaviyi kesintisiz kılacak pratik bir basınç mecburîdir. Bütün gruplar proletarya saflarına! 3 Aralık 2005 3. J. C. Mariátegui, Lenin, s. 25. 36 37

Derviş Okan -Panel Konuşması- Sosyalizm İçin Devrim Ocakları * 38 1 SSCB ve Berlin Duvarı sonrası solun genel yönelimi tarihsel birikimin analizine endeksli olarak biçimlendi. Burada aslî vurgu sosyalizmin kökenine ilişkin tespitlerdi. Dünya da ve Türkiye de sosyalist sol sosyalizmin temel dayanak noktalarını ya yeniden gözden geçirdi ya da hâlihazırda var olan yerlere hücum etti. Her iki yönelim de sorunluydu: yeniden gözden geçirme reformist ve revizyonist eskilerini sahhâflardan bulup çıkarttı; verili olana hücum devrimciliği eskitti. Sovyet yanlısı ya da karşıtı her akım bu dönemsel sarsıntıyı bir biçimde yaşadı. Sosyalizm bağlamında belli bir kesişim kanalı bulan fikirler ve pratik tarzları ayrıştı. Toplumculuk anlamında sosyalizm, topluma küsülmesi ile birlikte, anlam kaymasına uğradı. Marx ın yoğun bir teorik ve pratik mücadele ile belli bir kavşakta buluşturduğu devrimcilik, sosyalizm ve komünizm düşüncede ve eylemde farklı kanallara yöneldi. Birçoğu kendisine ait eski yatağa koştu, bir kısmı da gerçekçi olmak anlamında, verili gerçeğin yanılsamalı edinimine kendisini bırakarak ona uyum sağladı. Her akım doğal olarak Marksizmle bir biçimde hesaplaşmak zorundaydı. SSCB nin olmasa da Marksizmin hâlâ bir ağırlığı vardı. Bu açıdan farklı işlemlere ihtiyaç duyuldu ve sosyalizm, yeni yi anlamak adına, güncel olanın etkisine açık hâle getirildi. Kapitalizme endeksli fikrî yönelimler, onu ideoloji, bilim, felsefe ve siyaset olarak görenlerin kendince açtığı kompartmanlara ayrıştı. İdeolojistler için kapitalizm bir avuç burjuvanın ya da tekelin fikrî pratiğiydi; bunun karşısına daha büyük, kapsamlı ve etkin bir ideoloji üretildiği takdirde, bu mel un ideoloji alt edilebilirdi. Bilimciler ise, kitleleri kendi ürettikleri kapitalizm bilimi ne inandırmak için uğraştılar. Herkes bu bilime vakıf olursa sosyalizm çok yakındı. Felsefeciler ise, Marx ın Proudhon ve diğer isimlerle yaptığı hesaplaşmalardan bir şey öğrenmeden, felsefî terennümlerde bulundu ve aşkın birfelsefî görüyle sosyalizme doğru yükselmenin mümkün olduğunu vazetti. Kapitalizmin insanı ancak üst-insan la ya da insan olmayan insan la aşılabilirdi. Siyasetçiler, burjuvaların toplam siyasî pratiği olarak gördükleri kapitalizmin benzer bir örgütlenmeyle aşılabileceğine inandılar. Bu çevrede ipin ucunu kaçıranlar da görüldü: burjuvaların gücünü paralelize etmek için benzer örgütlenmelere ihtiyaç duyuldu. Tüm bu keşmekeş içinde, geçmişin inkârına bağlı olarak, tarih bilimi unutuldu. Tarih bilgisi belli tarihsel olayların kronolojik dökümüne indirgendi, kapitalizmin tarihi, kimi dalgaların bu Dünya daki etkilerine ait verilerin bilinmesi olarak görüldü. 2 Saint-Simoncular bir insanın bir başkasına muhtaç olduğunu ifade etmek için sırttan düğmeli gömlekler giyiyor, onun karşısında ise insan insanın kurdudur diyen anlayış duruyordu. Esas olarak, Fransız Devrimi nin düşünce ikliminde yaşanan gelişmelerin sonucu olarak biçimlenen sosyalizm, toplumla düşünmenin ve eylemenin genel adı olarak kullanılıyordu. Ancak buradaki toplumcu düşünce ve pratik esas olarak Fransız Devrimi nin bir daha olmaması için ne yapılmalı? sorusu üzerine kuruluydu. Bu anlamda, esasen toplumu bir aydın topluluğunun ya da öncü-jakoben bir grubun düzelteceği fikri Fransız Devrimi nin bir daha olmaması için geliştirilmiş üslûplardı. Burjuva devrimleri esnasında kapitalizmin politik merkezi Paris ve iktisadî merkezi Londra yakıldı; ardından bu iki şehir, yaşanacak olası bir ayaklanmanın daha kolay bastırılabilmesi için yeniden inşa edildi. Küçüklü büyüklü tüm burjuvalar yeni bir huzursuzluk istemiyordu. Buralardan gelen kimi düşünürler, kapitalizmin pazar arayışı ve meta-para dolaşımı bağlamında gerekli gördüğü ulus-devletleri toplum merkezli olarak organize etmenin yollarını aradılar. Sosyalizmin ilk nüvelerini üreten bu arayış devlete iltihak etti. Toplumun aklî bir merkezden düzenleneceği yer devletin ta kendisiydi. Sırttan düğmeli gömlekler giyen aydınların ham ve nahif eylemleri tarihsel dönüşüme eklemlendi. Marx ve Engels, Fransız Devrimi nin sağdan ve soldan eleştirildiği bir süreçte fikirlerini biçimlendirdi. Bu dönemde eleştirinin esas noktası, devrimin bileşenlerine ayrılması ve bu bileşenlerin hareket tarzlarının belirlenmesiydi. Marx ın kendisini önceleyen sosyalizm formlarına ilişkin eleştirisi şu şekildeydi: Sınıf savaşımının gelişmemiş oluşu kadar, kendi içinde bulundukları ortam da, bu türden sosyalistlerin kendilerini her türlü sınıf karşıtlığının çok üstünde görmelerine neden oluyor. Bunlar, toplumun her üyesinin, hatta en iyi durumda olanların bile, koşullarını düzeltmek istiyorlar. Böylece bunlar, sınıf 39