EMEK HAREKETİNİN MAYIS YÖNÜNÜ GÖSTERMİŞTİR



Benzer belgeler
EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2

tarafından yazıldı. Çarşamba, 08 Haziran :44 - Son Güncelleme Perşembe, 09 Haziran :24

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

KRİZ ÜÇ KOLDAN SARSIYOR ENFLASYON-KÜÇÜLME-İŞSİZLİK

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ağustos 2016

ASIL KRİZ İŞSİZLİKTE! Geniş Tanımlı İşsiz Sayısı 7 Milyona Yaklaştı

İşsizlik Dikiş Tutmuyor İşsizlikte Kriz Günlerine Dönüş

İKİ AYDA 500 BİN YENİ İŞSİZ Krizin Tahribatı

TARİHİ REKOR İŞSİZ SAYISI 7 MİLYONU AŞTI! HALKIN DERDİ BAŞKANLIK DEĞİL İŞSİZLİK!

KRİZ İŞSİZ BIRAKIYOR

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığında Basın Açıklaması Gerçekleştirdik!

İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU- EYLÜL 2018 İŞSİZLİK TIRMANIYOR. Gerçek İşsiz Sayısı 6 Milyon. İşsiz Sayısı Bir Yılda 192 Bin Arttı

GENEL BAŞKANIN MESAJI

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

İŞSİZLİK HIZLA ARTARKEN İSTİHDAM ARTIŞI YETERSİZ KALDI

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

İşsizliğin Önlenemeyen Yükselişi: Son Beş Yılın Zirvesi

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI.

YILDIZ TEKNİKTE YENİ ANAYASA PANELİ

İlerici Kadınlar Kimdir?

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ 17. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU PANEL, ÇALIŞTAY, FORUM, SEMPOZYUM, KURULTAY, KONFERANS, KONGRE

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

İŞSİZLİKTE PATLAMA!: AKP İşsizlikle Mücadelede Başarısız!

Asgari ücretin belirlenmesini düzenleyen Asgari Ücret Yönetmeliği uyarınca, asgari ücret, pazarlık ücreti değildir.

20. RİG TOPLANTISI Basın Bildirisi Konya, 9 Nisan 2010

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

Avrupa Birliği Lizbon Hedefleri ne UlaĢabiliyor mu?

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

GENİŞ TANIMLI İŞSİZLİK 6 MİLYONA YAKLAŞTI!

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26313

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Eylül 2016

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

YÖNTEM YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK ve BAĞIMSIZ DENETİM A.Ş.

ASGARİ ÜCRET VE EKONOMİK BÜYÜME RAPORU RAPORU

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ!

3 Temmuz 2009 İngiltere Büyükelçiliği Konutu, Ankara Saat: 16:00. Çevre ve Orman Bakanlığı nın Saygıdeğer Müsteşar Yardımcısı,

Cumhuriyet Halk Partisi

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR?

KADIN DOSTU KENTLER - 2

EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI

KADININ İNSAN HAKLARI YENİ ÇÖZÜMLER DERNEĞİ Kuruluş: Ocak 2012

DEMOKRATİK, MÜCADELECİ VE GÜÇLÜ YENİ BİR SENDİKAL HAREKET İÇİN BİRARAYA GELDİK, YOLA ÇIKIYORUZ...

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

İŞSİZLİKTE TIRMANIŞ SÜRÜYOR!

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Aralık 2017 İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU- AĞUSTOS 2018 MEVSİM ETKİLERİNDEN ARINDIRILMIŞ İŞSİZLİK ARTTI, İSTİHDAM DÜŞTÜ

ANAYASA DERSĐ ( ) ( GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI DAYANIŞMA GÜNÜ

KAMU POLİTİKASI BELGELERİ

TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI

WORLD FOOD DAY 2010 UNITED AGAINST HUNGER

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

KAMU YÖNETİMİ. 9.Ders. Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER

KAMU İSTİHDAM RAPORU. Giriş

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması

İ Ç İ N D E K İ L E R

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Bu anayasa değişikliği herhangi bir ekonomik sorunumuza çare olacak mı? HAYIR!

TÜRKİYE İŞSİZLİKTE EN KÖTÜ DÖRT ÜLKE ARASINDA

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Sivil Yaşam Derneği. 4. Ulusal Gençlik Zirvesi Sonuç Bildirgesi

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

OCAK-EYLÜL 2008 YEREL YÖNETİM KONSOLİDE BÜTÇE PERFORMANSI GERÇEKLEŞMELERİ: YEREL YÖNETİMLER MALİ PERFORMANSINDAKİ BOZULMA DEVAM ETMEKTEDİR

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ

Ekonomi Bülteni. 22 Haziran 2015, Sayı: 16. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

Sosyal Politikayı Yeniden Düşünmek! NEDEN?

İSTİHDAM SEFERBERLİĞİ LAFTA KALDI: İSTİHDAM ARTIŞI YAVAŞLADI

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Şebinkarahisar lı bir baba ve Rumeli göçmeni bir annenin oğlu, İlk, orta ve lise öğrenimini Özel Tarhan Koleji'nde tamamladı,

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız

151 NOLU SÖZLEŞME KAMU HİZMETİNDE ÖRGÜTLENME HAKKININ KORUNMASI VE İSTİHDAM KOŞULLARININ BELİRLENMESİ YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME

Emekliler Gelecek Stratejileri Konferansı

KAMU İSTİHDAM BÜLTENİ

ENEL HİZMETLER İŞÇİLERİ SE

YENİ YAYIN ULUSLARARASI ÖRGÜTLER HUKUKU: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

Türkiye nin Gizli Yoksulları 1

DEMOKRATİK EĞİTİM KURULTAYI ÖZGÜRLEŞME YOLUNDA EĞİTİM. Ne yapmalı Nasıl yapmalı. 2-6 Ekim 2013 Ankara

Transkript:

1 MAYIS TA YÜZBİNLER ALANLARDA HAYKIRDI İŞSİZLİĞE, GÜVENCESİZLİĞE, ÖRGÜTSÜZLÜĞE BOYUN EĞMEYECEĞİZ! 1 Mayıs 2010 Türkiye emekçileri için önemli bir eşik olmuştur. Yüz binlerce emekçi, emek dostu 1 Mayıs ta Taksim 1 Mayıs Alanı na çıkmıştır. Taksim 1 Mayıs Alanı emekçilerin 32 yıllık kararlılığının, özleminin ve mücadelesinin sonucu olarak emekçilere açılmıştır. Bizler vurulduk, saldırıya uğradık, bedeller ödedik ama Taksim 1 Mayıs Alanını aldık. 1 Mayıs ta Taksim i emekçilere açmak zorunda kalanların bunu bir lütuf olarak sunmaları gülünçtür. 8 yıldır iktidarda olanlar bu lütfu neden bu kadar geciktirdiklerini, geçtiğimiz yıllarda Taksim e çıkanlara neden polisi saldırttıklarını açıklamalıdır. Sayfa 8 de AYLIK YAYIN ORGANI HAZİRAN 2010 SAYI:69 www.kesk.org.tr 26 EMEK HAREKETİNİN MAYIS YÖNÜNÜ GÖSTERMİŞTİR KESK olarak bizler her zaman taşrada çok geniş bir katılım olmuştur. mıştır. Dahası iktidar istihdam sorununun ele alındığı kendi toplantısında emekçilerin ortak mücadelesi Grev günü yapılan alan etkinliklerinde perspektifini savunduk. Bunu sadece yüz binlerce emekçi alanlara çıkmış ve hâlâ esnek çalışma biçimlerinin esas savunmakla kalmadık her fırsatta bu 22 Şubat ta 4 Konfederasyon tarafından alınacağını söylemektedir. 22 Şubat si- ortaklaşmayı hayata geçirmenin pratik ilan edilen 12 talebi kitlesel bir biyasi iktidara yönelik bir deklerasyondu yollarını aradık. 26 Mayıs Grevi sürecinde çimde ifade etmiştir. ve iktidar bu deklerasyonu görmezden de KESK bu misyonun gereği olaçimde K geldi. Bunun gereği, deklerasyonda ortaya konan eylemi yani grevi hayata rak kararlı tutumunu sürdürmüş, 26 ESK in 26 Mayıs ta tam günlük Mayıs günü tam gün grev kararını hayata grev yapmasının nedeni öncelik- geçirmekti. KESK bu grevi yapmıştır geçirmiştir. Okullarda, hastanelerde le siyasi iktidarın bu 12 talebe ilişkin ve kendi örgütlü gücü temelinde ba- kamu kurumlarında hizmet üretimini hiçbir adım atmamış olmasıdır. TEKEL şarılı olmuştur. KESK in kararlı duruşu durdurmuştur. Greve büyük kentler ve işçileri özelinde somut bir adım atılma- emekçilere güven vermiştir. Sayfa 9 da KADERİMİZİN DEĞİL BOZUK SİSTEMİN KURBANIYIZ Sayfa 2 de ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TASLAĞINA İTİRAZIMIZ VAR Sayfa 3 de KAMUDA GÜVENCESİZ ÇALIŞMA YAYGINLAŞIYOR Sayfa 6 da 1 MAYIS, KADINLAR Sayfa 12 de VE SENDİKALAR ŞUBELERİMİZDEN HABERLER Sayfa 12-13-14-15 de TİS HEMEN ŞİMDİ Sayfa 16 da ŞİMDİ DEMOKRASİ ZAMANI, ŞİMDİ TOPLUSÖZLEŞME ZAMANI Türkiye temel sorunlarını çözememektedir. Kuşkusuz bunun nedeni demokrasinin yerleşmemiş olmasıdır. Bu ülkede demokrasi defoludur, eksiktir. Ülke hâlâ darbe kalıntısı bir Anayasa ile yönetilmekte, toplumsal talepleri bastırmaya dayalı bir otoriter yönetim zihniyetinden çıkılamamaktadır. Sayfa 2 de 8 MART ve KESK Lİ KADINLAR Kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetin ortadan kaldırılması için verilen uzun soluklu mücadelenin bir yüzyılını daha bu 8 Mart ta geride bırakırken, kadın dayanışmasının gerekliliği işyerinde, evde ve sokakta artarak devam eden baskı ve eşitsizliğe karşı mücadelede vazgeçilmez hale gelmiştir. Sayfa 10 da DÜNYA KADIN YÜRÜYÜŞÜ 3. ULUSLARARASI EYLEMİ Daha önceki yıllarda Brüksel, Marsilya ve Vigo da yapılan Dünya Kadın Yürüyüşü (DKY) Avrupa bölgesi eylemi bu yıl 30 Haziran 2010 tarihinde İstanbul da yapılacaktır. Konfederasyonumuz bu yürüyüşe dahil olmuş ve yürüyüşün Türkiye ayağının örgütlenmesinde görev üstlenmiştir. Sayfa 11 de

2 3 ŞİMDİ DEMOKRASİ ZAMANI, ŞİMDİ TOPLUSÖZLEŞME ZAMANI Sami EVREN Genel Başkan Türkiye temel sorunlarını çözememektedir. Kuşkusuz bunun nedeni demokrasinin yerleşmemiş olmasıdır. Bu ülkede demokrasi defoludur, eksiktir. Ülke hâlâ darbe kalıntısı bir Anayasa ile yönetilmekte, toplumsal talepleri bastırmaya dayalı bir otoriter yönetim zihniyetinden çıkılamamaktadır. Yapılmaya çalışılan Anayasa değişikliklerine siyasi iktidar pragmatik yaklaşmaktadır. Buna göre sadece siyasi iktidarın iktidarını tahkim etmesini sağlayacak değişiklikler öngörülmektedir. Öte yandan Türkiye nin temel sorun alanlarında gerekli olan ve mağdur kesimlerin talepleri etrafından şekillenen yeni bir Anayasa ihtiyacı bütün sıcaklığıyla ortadadır. Kuşkusuz bir çok sorundan bahsetmek mümkündür, ancak bugün Türkiye nin temel sorununun demokrasi olduğunu söyleyebiliriz. Sorun, halktan, toplumsal kesimlerden gelen talepleri dışlayan, toplumu bir yönetim nesnesi, yurttaşları potansiyel bir suçlu olarak gören otoriter devlet yapısıdır. Bu yapı kendisini yönetmek için seçilen kim olursa olsun onu kendi vakumunda eritmiş ve kendini siyaset üstü bir konum edinmiştir. Siyaset neredeyse tümüyle sermaye kesiminin egemen olduğu, sermayenin taleplerinin karşılanması yönünde yapılan bir rekabet alanına dönmüştür. Mevcut seçim barajları, siyaset yasakları ve siyasi partiler kanunu halkın geniş kesimlerinin siyasete dahil olmasını neredeyse imkansız bir hale getirmekte ve emekçilerin taleplerinin siyaseten yankı bulmasının önünde güçlü bir engel oluşturmaktadır. 2008 krizinin ilk günlerden bu yana giderek artan emekçi muhalefeti ortaya koyduğu somut talepleri ancak öncelikle demokrasi ve barış talebi olarak sunduğu ölçüde gelişecektir. 1 Mayıs ta Taksim 1 Mayıs alanında toplanan yüz binlerce emekçinin profili üzerinde herkesin düşünmesi gerekir. Kürt, Türk; beyaz yakalı, mavi yakalı, kadın, erkek, genç yaşlı yüz binlerce emekçinin Taksim de ve tüm ülkede ortaya koyduğu bir arada yaşama ve barış iradesi; dile getirilen taleplerdeki demokrasi vurgusu özlediğimiz özgür, eşit ve demokrat bir ülke tablosunun protipidir. Bu tablo, eşitliğin, özgürlüğün, barışın ve adaletin tablosudur. Bu tablo sermaye egemenliğinde uzun yıllardır toplumu parçalayan, bölen, dışlayan ve ötekileştiren otoriter zihniyete açık bir yanıttır. 1 Mayıs 2010 göstermiştir ki, artık bu ülke mevcut ezberlerle yönetilemez. Emekçiler baskıcı, ırkçı-şoven ideolojilere, ülkenin bir güvencesizucuz emek cennetine çevrilmesine izin vermeme kararlılığındadır. Bir başka önemli nokta ise 1 Mayıs ta Taksim e toplanan yüz binler ve ülke genelinde alanlara çıkan milyonlarca emekçi örgütlü emek güçlerini aşan bir potansiyeli ifade etmektedir. Önümüzdeki dönem mücadeleyi bu potansiyeli hesaba katarak geliştirmemiz önemlidir. Fiili ve meşru mücadele çizgimizi örgütlenme perspektifini koruyarak geliştirmemiz gerekmektedir. Girmekte olduğumuz 2011 TİS sürecinde hem uluslar arası hukuk tarafından onaylanmış ve hem de Anayasa nın 90. Maddesine göre hakkımız olan Grev ve Toplu Sözleşme hakkı konusunda kararlılığımızı yükseltmeliyiz. Şiarımız Toplu Sözleşme Hemen Şimdi olmalıdır. Bunu yaparken demokrasi mücadelemiz iki temel zemin üzerinde ilerleyecektir: savaşa karşı barışı; yoksulluğa karşı adaleti öne çıkarmak. Bu ise en geniş emekçi taleplerinin harmanlandığı ve emekçilerin uzun vadeli çıkarlarına odaklanmış bir perspektifi korumakla mümkündür. Zonguldak ta yaşanan maden patlamasını bir kaza olarak değerlendirmek mümkün değildir. Kimse maden kazalarını, iş kazalarını kader gibi göstermemelidir. Maden kazalarının yoğun olarak yaşandığı ülkelere baktığımızda bu ülkelerde demokratik standartların, çalışma standartlarının düşük olduğunu, görüyoruz. KADERİMİZİN DEĞİL BOZUK SİSTEMİN KURBANIYIZ Kazalara neden olan sistemdir, mevcut zihniyettir. Zonguldak özelinde baktığımızda, daha acısı tazeliğini koruyan Balıkesir göçüğünde olduğu gibi yine özelleştirmeyi görüyoruz, yine taşeronu görüyoruz. Değiştirmemiz gereken işte bu sistemdir. İş güvenliğinin en üst düzeyde sağlanmasının gerekli olduğu bir sektör olan madencilikte sadece paraya ve kâra dayalı taşeronluk sisteminin yeni kazalar ve ölümlere yol açması kaçınılmazdır. İş güvenliği ve iş kazaları konusunda çağdaş standartları hayata geçirmek gerekmektedir. Hiçbir siyasi iktidar insan hayatını sermayenin kâr hırsına kurban etme hakkına sahip değildir. KESK İN SESİ 07 Haziran 2010 Sayı: 69 www.kesk.org.tr kesk@kesk.org.tr 2 Aylık Süreli Yayın Sahibi: Sami EVREN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Hüseyin GÖLPUNAR Yönetim Yeri: Çehre Sokak No:6/1 Gazi Osman Paşa/ANKARA Tel: 0312 436 71 11 Fax: 0312 436 74 70 B. Adedi: 30 Bin B. Yeri: Hermes Ofset - K.Karabekir Cd. 39/16 İskitler - B.Tar: 07.06.2010 Sivil, Demokratik ve Eşitlikçi Anayasa Talebi Kadıköy de Yükseltildi KESK in katılımcıları arasında yer aldığı Sivil Demokratik Anayasa Platformu nun İstanbul da düzenlediği Anayasa Mitingine ilgi yoğundu. 20 bini aşkın katılımcının yer aldığı miting çoşkulu geçerken, sivil, demokratik, çoğulcu ve eşitlikçi anayasa talebi Kadıköy de yükseltildi. Aralarında Genel Başkan Sami EVREN, Genel Sekreter Emirali ŞİMŞEK in de bulunduğu, çok sayıda demokratik kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisinin, aydın ve sanatçının katıldığı mitinge yurttaşların ilgisi yoğundu. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TASLAĞINA İTİRAZIMIZ VAR Yeni bir anayasaya olan gereksinim toplumun neredeyse hemen her kesimince dile getirilmektedir. Türkiye nin gereksiniminin yeni bir anayasa olduğu açıktır. Yeni anayasa, yapılış biçimiyle, içeriğiyle yeni olmalı, çoğulcu demokratik bir süreçte hazırlanmalıdır. Bir anayasanın zihniyetinin demokratik olması, ancak o anayasanın toplumun tüm yurttaşlarının eşit katılımı ve kararıyla oluşturulmasıyla mümkündür. Bunun için özellikle başta mevcut Anayasa nın mağdur duruma düşürdüğü, ötelediği toplumsal kesimlerin katılımını öne çıkaran, bu kesimlerin temsilcilerin sürece aktif bir biçimde katıldığı bir çoğulculuk anlayışının merkeze alınması gereklidir. Öncelikle taslağın kamu emekçileri yönünden kabul edilemez olduğunu belirtelim. Yıllardır yürüttüğümüz fiili ve hukuksal mücadele ile, Anayasanın 90. maddesi bağlamında bağlayıcı olan uluslar arası sözleşmeler ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin karalarıyla varlığı tanınan toplu sözleşme ve grev hakkı ne yazık ki güvenceye kavuşturulmamaktadır. Bu nedenle bu maddenin yeniden düzenlenerek, toplu sözleşme ve grev hakkının birlikte güvenceye kavuşturulması ve düzenlemenin uluslararası hukuk normlarına uygun biçimde yapılması gerekmektedir. Taslakta Kürt sorunun çözümüne yönelik her hangi bir olumlu düzenleme yer almadığı gibi mevcut Anayasanın 42. maddesinde yer alan, Türkçeden başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağına dair anadilde eğitim hakkı önündeki temel engel dahi kaldırılmamıştır. Demokratik meşruiyetten bu kadar sık söz edilmesine karşın, siyasi partilere ilişkin yapılan düzenlemelerde seçim barajının kaldırılması da dahil olmak üzere demokratik rejimin gereği olarak çoğulculuk ilkesine göre halkın iradesinin mümkün olduğunca yansıtılmasını sağlayacak düzenlemelere yer verilmemiş, demokrasi çoğunluk partisi anlayışına göre şekillendirilmiştir. Taslak Alevi yurttaşların tüm topluma yansıyan taleplerini de karşılamamaktadır. Yakın zamanda verilen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararına karşın mevcut Anayasanın 24. maddesinde yer alan zorunlu din derslerinin kaldırılması yönünde her hangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Ayrıca, Azınlıkların sorunlarını çözmeye yönelik hiçbir düzenlemeye yer verilmemiştir. Eşit yurttaşlık temelinde Anayasal vatandaşlık tanımına yer verilmemiştir. Taslak kadın sorunun çözümünü sağlamaktan da uzaktır. Yukarda kısa örneklerle açıklamaya çalıştığımız gibi, bu taslakta toplumun temel sorunlarına her hangi bir çözüm üretilmediği gibi, anayasaların esası olan insan onurunun korunması, temel hakların geliştirilmesi ve iktidarın sınırlanması ilkelerine de yer verilmemektedir. Güvencesiz Çalışma Güvencesiz Gelecek Sempozyumu Yapıldı Güvencesizler Sempozyumu 8-9 Mayıs tarihlerinde Ankara Eğitim-Sen Genel Merkezi nde yapıldı. Sempozyumun ilk gününde Konfederasyonların yaklaşımları, Emek Piyasalarının Bugünü ve Emek Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması başlıklı oturumlar gerçekleştirildi. İlk oturumda söz alan Genel Başkan Sami EVREN ve DİSK Genel Sekreteri Tayfun GÖRGÜN güvencesizlerle ilgili konfederasyonların görüşlerini katılımcılarla paylaştılar. Tayfun GÖRGÜN ün başkanlığını yaptığı 2. Oturumda Prof. Dr. Fuat ERCAN, Yrd. Doç. Dr. Hasan Ejder TEMİZ, Avukat Murat ÖZVERİ, Avukat Öztürk TÜRKDOĞAN ve Avukat Oya AYDIN katkılarını sunarken, başkanlığını KESK Genel Sekreteri Emirali ŞİMŞEK in yaptığı 3. Oturumda Doç. Dr. Metin ÖZUĞURLU, Yrd. Doç. Dr. Onur Ender AS- LAN, Yrd. Doç. Dr. Aziz ÇELİK, Tufan SERTLEK ve Dr. Gaye YILMAZ sunuşlarını yaptılar. Sempozyumun ikinci gününde geniş katılımlı bir atölye çalışması gerçekleştirildi. Akademisyenler, sendika yöneticileri ve sendika uzmanlarından oluşan geniş bir atölye güvencesizler konusunu ele aldı. TUTUKLU ARKADAŞLARIMIZ Ô ÔSeher TÜMER (SES Ankara Şube Yöneticisi) 17 Nisan 2009 tarihinde gözaltına alındı. Halen Sincan F tipi Cezaevinde tutuklu. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi nde 9 Mart 2010 tarihinde yapılan duruşmasında örgüt üyeliği ve örgüt propagandası maddelerinden toplam 7 yıl 23 ay ceza verildi. Dava temyiz aşamasındadır. Ô ÔOlcay KANLIBAŞ (SES eski MYK üyesi) 14 Nisan 2009 tarihinde gözaltına alındı. Halen Midyat Kapalı cezaevinde tutukludur. Ô ÔAhmet ZİREK (TÜM BEL SEN Diyarbakır Şb. üyesi) 14 Nisan 2009 tarihinde gözaltına alındı. Halen Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevinde tutukludur. Ô ÔMetin FINDIK (TÜM BEL SEN Cizre Temsilcisi) 19 Haziran 2009 tarihinden beri tutuklu, halen Mardin Kapalı Cezaevinde tutuklu Ô ÔFerit ÖZDEMİR (TÜM BEL SEN Siirt Şube Bşk.) 16 Mart 2010 tarihinde gözaltına alınarak tutuklandı. Ô ÔAyhan KURTULAN (Kars EĞİTİM SEN eski şube Yöneticisi) 16 Mart 2010 tarihinde tutuklandı. Ô ÔTuncer UŞAR (Eğitim Sen eski Şube Başkanı) 23 Nisan 2010 tarihinde gözaltına alınıp 26 Nisan 2010 tarihinde tutuklandı.

4 5 KRİZ YAPISALLAŞIYOR YAPISALLAŞAN KRİZE KARŞI EMEK HAREKETİNİ YÜKSELTELİM 2008 de ortaya çıkan kriz, küresel kapitalizmin öncü aktörleri tarafından içselleştirilmiştir. Bir başka ifadeyle küresel sermayenin 30 yılı aşan süredir uyguladığı ve genellikle otoriter yöntemlerle bütün coğrafyalara dayattığı neoliberal politikaların iflasına rağmen egemenler ekonomik-politik akslarını değiştirmemişlerdir. Bunun anlamı açıktır: Küresel sermaye özellikle Avrupa sosyal demokrasi geleneğinin ve özellikle sendikal bürokrasilerin iyimser beklentilerine rağmen azami programını terk etmeye niyetli değildir. 1950 lerde proleteryanın muhtemel radikalleşme eğilimine karşı geliştirilen new deal politikası ile merkez kapitalist ülkelerde gündeme gelen ve kuşkusuz çevrede de etkiler yaratan kitlesel tüketim için kitlesel üretim bazına dayalı; istihdamı ve sosyal devlet uygulamalarını içeren ve devletin etkin bir rol oynadığı kapitalist modele dönmek anlamına gelecek her eğilim küresel sermaye tarafından reddedilmektedir. En son İstanbul da yapılan Dünya Bankası ve IMF yıllık zirvesinde de bizzat bu kurumların başkanları tarafından dile getirilen küresel kapitalizmin yarattığı yoksulluk ve açlık problemlerinin üstesinden gelemeyeceği itirafının da gösterdiği gibi küresel egemenlerin havlu attıklarını görmek önemlidir. Hem İstanbul dan hem de Davos tan çıkan sonuç iki temel zemine oturmaktadır: Bunlardan ilki krizi sermaye krizine indirgeyerek sosyal ve insani boyutu bir kenara bırakan; uluslararası ticaretin kamusal kaynaklarla daha fazla teşvik edilmesine dayalı politikanın merkeze yerleşmesidir. İkincisi küresel kapitalizmin yarattığı ve dünya ölçeğinde 2008 kriziyle muazzam ölçüde derinleşen açlık ve yoksulluk gerçeğinin Afrika gibi coğrafyaların küresel kapitalizme eklemlenme sorunu olarak tarif eden yaklaşımın öne çıkmasıdır. Bir yandan artık işe yaramadığı anlaşılmış bulunan uluslararası yardım programları aracılığıyla yoksulluk ve açlıkla mücadele ediyormuş gibi yapan bu yaklaşım dünya kamuoyunun Bono vergisi olarak bildiği bütün küresel finansal aktivitelerden belirli bir oranda yoksulluk vergisi alınması gibi bir uygulamayı bile içermemektedir. Bugün dünyanın 1/3 ü iyi beslenmekte, 1/3 ü yetersiz beslenmekte ve geri kalan 1/3 ü ise açlık sorunuyla boğuşmaktadır. Buna barınma olanakları, su kaynaklarına erişim ve eğitim olanaklarından yararlanma gibi değişkenler eklenerek bakıldığında dünyanın 2/3 ünden fazlası yoksulluk ve açlıkla yüz yüzedir. Bu gerçek karşısında küresel sermayenin öncü kurumları ise insanlığa sadece durumu kabullenmeyi önermektedir. ILO ya göre bugün dünyada güvencesiz işlerde çalışan emekçilerin sayısı 1,5 milyar civarındadır ve bu dünyadaki toplam emek gücünün % 50,6 sına tekabül etmektedir. Güvencesiz işlerde çalışan emekçilerin sayısı 2008 yılı verilerine göre 110 Milyon kişi artmıştır. Yine ILO verilerine göre Dünyada 240 Milyon civarında işsiz vardır ve bunların 20 Milyonunu son krizle birlikte işini kaybedenler oluşturmaktadır. Bu kapitalizmin yeni bir evreye girdiğinin en önemli göstergesi olarak okunmalıdır. Bu evrede küresel ve yerel egemenler alışılageldiği gibi kağıt üzerinde de olsa işsizlikle mücadeleyi terk edeceklerdir. Öte yandan artan işsizliğin doğal sonucu olarak çalışan yoksulluğunun patlaması gündemdedir. İş sahibi olmak emekçiler için bir ayrıcalık haline gelmiştir; öte yandan bir iş sahibi olmak emekçilerin temel ihtiyaçlarına erişimi garantilememektedir. Küresel ölçekte yayılan esnek çalışma formları (geçici işler, parça başı çalıştırma, part-time çalıştırma, taşeron aracılığıyla çalıştırma, proje bazlı çalıştırma) aracılığıyla hem emek güvencelerini kaybetmekte, hem de işsizlik bir emekçi deneyimi olarak herkesi kesmektedir. Dünya emekçilerinin ezici çoğunluğu sürekli ve dönemsel işsizlik tehdidine mahkûm edilmiş durumdadır. Krizin derinleştirdiği önemli bir sorun kaynağı ise emekçilerin kamusal hizmetlere erişiminin önünde engellerin aşılamaz boyutlara varmasıdır. Eğitim ve sağlıkta piyasalaşma nedeniyle emekçiler kamusal alandan sistemden dışlanmaktadırlar. DÜNYANIN ENBÜYÜK 16. EKONOMİSİ TÜRKİYE LEGATUM REFAH ENDEKSİNDE 69. İnsani Gelişme Endeksi Ortalama Yaşam Beklentisi 15 Yaş üzeri Nüfus Okur Yazarlığı Kişi Başına Milli Gelir Sıra Ülke Endeks Sıra Ülke Yaş Sıra Ülke % Sıra Ülke $ 1. Norveç 0.971 1. Japonya 82.7 1. Gürcistan 100 1. Liechtenstein 85.518 77 Kolombiya 0.807 84. Lübnan 71.9 75. Dominik 89.1 61. Malezya 13.518 78. Peru 0.806 85. Litvanya 71.8 76. Bahreyn 88.8 62. Arjantin 13.238 79. Türkiye 0.806 86. Türkiye 71.7 77. Türkiye 88.7 63. Türkiye 12.955 80. Ekvador 0.806 87. Tonga 71.7 78. Saint Vincent 88.1 64. Romanya 12.369 81. Mauritius 0.804 88. Paraguay 71.7 79. Botswana 88.0 65. Venezuella 12.156 KAYNAK: UNDP Türkiye (104 ülke arasında) LEGATUM REFAH ENDEKSİ 2009 Refah açısından 69. İktisadi potansiyel açısından 50. Girişim ve teknolojik yenilenme açısından 56. Demokratik kurumsallaşma açısından 49. Eğitim olanakları açısından 68. Sağlık olanakları açısından 56. Can güvenliği açısından 83. Özgürlükler açısından 94. KAYNAK: http://www.prosperity.com/ Türkiye nin Dünya da nasıl konumlandırılabileceğine ilişkin Legatum Refah Endeksine bakılınca bu politikaların sonuçları daha iyi anlaşılacaktır. 30 yılı aşkın süredir yürütülen neo-liberal politikaların sermaye lehine ve emekçiler aleyhine bir Türkiye yarattığını en çarpıcı biçimde Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatının İnsani gelişmişlik endeksi raporlarında çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür. Kuşkusuz küresel kapitalizmin yapısallaşan kriz koşulları beraberinde yeni politik sorunları gündeme getirecektir. Milliyetçiliğin ve ayrımcılığın yükselmesiyle birlikte demokratik, uzlaşıya dayalı politikaların yerini otoriter ve baskıcı yönelimlerin alması kaçınılmazdır. Bu politikaların en temel dayanağını elbette emekçilerin küresel düzeyde örgütsüzleştirilmesi yatmaktadır. Yapısallaşan Kriz Koşullarında Emekçiler Küresel kapitalistler ana hatları neo-liberal zihniyet tarafından çizilmiş ve dünyadaki problemleri oluruna bırakan yaklaşımlarını emekçilerin kriz karşısında sergileyecekleri direncin zayıf olacağı tespitine dayandırmaktadırlar. Nitekim ölçek olarak 1929 büyük bunalımı ile karşılaştırılan mevcut kriz koşullarında emekçiler cephesinde önemli bir direncin örgütlenebildiğini söylemek güçtür. Bunun en önemli nedeni kuşkusuz new deal döneminde şekillenmiş ve belirli bir süre emekçilerin gereksinimlerini karşılayabilmiş geleneksel sendikal yaklaşım ve yapıların geçersizleşmesi; doğrudan ve sadece sınıfsal temsil üzerinden yürütülen politikaların iflas etmiş olmasıdır. Bugün emekçiler arasında bir iş sahibi olmak bir ayrıcalık haline gelmiştir ve sendikalı olmak ise daha da ayrıcalıklı bir konumu ifade etmektedir. Özellikle kapitalist merkez ülkelerde kurumsallaşmış sendikal yapılar açısından küresel kriz aynı zamanda bir meşruiyet krizine dönüşme eğilimi arzetmektedir. Öte yandan, emekçilerin küresel kapitalizmin bu yeni dönemine direnme olanaklarını potansiyel olarak barındıran yeni mücadele biçim ve yapılarının merkezden çevreye kaydığını saptamak önemlidir. Özellikle 1980 ler boyunca acımasız bir kapitalistleşme deneyimi yaşamış gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan bu yeni yapılaşmalar dikkatle incelenmeye muhtaçtır. Emekçilerin önümüzdeki dönemde küresel kapitalizme karşı sergileyecekleri direncin üzerinde yükseleceği zeminin temel değişkenleri ortaya çıkmıştır. Bu işsizliği ve işsizleri merkeze alan, istihdamı bir hak olarak savunan; etnik, inanca ya da toplumsal cinsiyete dayalı her tür ayrımcılıkla mücadeleyi temel misyon olarak gören; işyeri ve üretim alanının ötesinde emek ve demokrasi mücadelesini bütünleştiren yeni bir anlayışın geliştirilmesi ile ilgilidir. Bu anlamıyla küresel düzeyde emekçilerin ortak talepleri hiçbir zaman olmadığı kadar açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bunlar: Kamusal kaynakların işsizlikle mücadeleye, eğitim ve sağlık hizmetlerine yoğunlaştırılması İş güvencesi ve insanca yaşanacak ücret Küresel sermaye hareketlerinin vergilendirilmesi Milliyetçilik, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı ile etkin mücadele Çalışma saatlerinin aşağıya çekilerek daha geniş kitlelerin istidama katılması Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaldırılması Tüketim toplumu anlayışının yerine üretime dayalı, sürdürülebilir, ekolojik bir ekonomik düzenin inşası Her düzeyde doğrudan ve demokratik katılım Talepleri olarak özetlenebilir. Burada ifade edilen talepler göstermektedir ki, emekçiler açısından da yeni bir döneme girilmektedir. Bu yeni dönem emekçi örgütlenmesi açısından neo-liberal kuşatma altında emek hareketinin savunma konumundan çıkması ve daha atak konuma geçmesini radikalleşmesini dayatmaktadır. Küresel Kriz ve Türkiye 24 Ocak 1980 kararlarıyla neo-liberal modele adım atan Türkiye geride kalan 30 yıllık zaman boyunca küresel sermayenin ve IMF nin öncülüğünde ihracata ve dış kaynak girişine dayalı, yüksek faiz ve sıkı para politikaları aracılığıyla yeniş bir sermaye birikim modeli benimsemişti. İktisadi düzeyde ücretler seviyesinin sistematik olarak düşürülmesine dayanan bu politikanın doğal sonucu emekçilerin örgütsüzleştirilmesi, bir düzeyde de mevcut örgütlenmenin içinin boşaltılması olarak yaşandı. 1980 lerde 50 milyar dolar seviyesinde seyreden GSMH rakamları 2008 kriz koşullarının hemen öncesinde 1 trilyon dolar eşiğine yaklaşmıştır. Resmin sadece bu yüzüne bakarak geride kalan 30 yılın muhasebesi sermaye açısından muhteşemdir. Aynı zamanda bu yıllar tarımda çözülmenin ve nihayetinde kentsel/ kırsal nüfus oranlarının kentsel nüfus lehine geliştiği muazzam göç dinamiğine tanıklık etmiştir. Bu göç dinamiğinin de itkisiyle azgın bir sermaye birikimi süreci yaşanmıştır. 2001 Kriziyle birlikte IMF öncülüğünde girilen yeni stand by anlaşması çerçevesinde küresel sermaye ve yerel temsilcileri kendilerini yeniden organize etmiş, bankacılık sistemi başta olmak üzere bir dizi yapısal adım atılmıştır. Artık katlanılmaz bir hâl alan dış borçların yükünü azaltmak üzere enflasyonist politikalar terk edilmiş; böylelikle hazine faiz oranları aşağıya çekilmiş, paradan sıfır atılmış ve dış sermaye girişi teşvik edilmiştir. Bu dönemi sermayenin mutlak egemenliğinin tesisi olarak da okumak mümkündür. Ancak bu süreç emekçiler ve yoksul halk kitleleri açısından kamusal/toplumsal olanaklardan giderek dışlanma, sistemli bir biçimde mülksüzleşme ve çeşitlenen finansal araçlar yoluyla borçlanma dönemi olarak yaşanmıştır. GSMH daki artış emekçilerin GSMH dan aldıkları payın oransal olarak düşmesi sonucu ölçüsüz bir zenginlikle kitlesel bir yoksulluğun aynı anda gelişebilmesine olanak sağlamıştır. Bugün Türkiye OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı en adaletsiz ülke konumundadır. Türkiye 2008 küresel krizine bu koşullar altında girmiştir. 2001 krizinin hemen ardından toplumsal ve siyasal alan milliyetçi ve muhafazakâr, iktisat politikalarında tam anlamıyla küresel sermayenin en gerici politikalarını içselleştirmiş AKP nin iktidar olması geride kalan 7 yıllık süre boyunca bir kez daha sermayenin azami programının yoksul halka dayatıldığı, emekçilerin hak gasplarına uğratıldığı, özelleştirme rekorlarının kırıldığı, dış sermaye girişinin patladığı bir dönem olarak yaşanmıştır. Sermaye açısından oldukça başarılı görünen ve her yıl artan büyüme oranlarıyla desteklenen bu dönem bir tür altın çağ olarak görülmüş ve siyaset geniş halk kesimleri için açık bir yıkım olarak yaşanan bu dönemi uzatma işine dönüştürülmüştür. AKP nin aktüel misyonu budur. Öte yandan sermaye açısından altın çağ olarak görülen bu dönemin daha fazla uzatılmasının mümkün olmadığı 2008 in sonu ve 2009 un başıyla birlikte girilen rekor küçülme rakamları, düşen sanayi üretim ve patlayan işsizlik oranları ile ortaya çıkmıştır. Türkiye de egemen sınıfların kriz karşısında izleyecekleri strateji iki temel değişken etrafında analiz edilmeye muhtaçtır. Bunlardan ilki küresel kapitalizmin genel stratejileri ile uyumluluk olarak tanımlanabilir ve bu kadarıyla küresel sermayenin Türkiye deki çıkarları çerçevesinde kurulacaktır. İkinci önemli değişken emekçilerin kriz karşısında yürütülen mevcut politikalara ilişkin tutumu olacaktır ve bu haliyle 2010 bu tutumun netleşmesi açısından kritik bir yıl olacaktır. Öte yandan AKP nin ekonomi yönetiminde esnek bir yaklaşıma sahip olmaması, neo-liberal politikalar konusunda organik bir aktör gibi davranması ve sermaye ile arasında politik bir esneklik imkanı sağlayacak mesafe koymaması krizin emekçiler açısından daha da derinleşmesine yol açacaktır. Bunun en somut görünümü Hükümetin orta vadeli program ve 2010 bütçesini oluştururken sergilediği yaklaşımda kendini ortaya koymaktadır. 2010 Bütçesi emekçiler açısından geniş kapsamlı bir sermaye saldırısıdır. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi 2010 bütçesi temenniler düzeyinde edilmiş birkaç cümle bir kenara bırakılacak olursa istihdam sorununu hiç hesaba katmayan bir bütçedir ve istihdamsız % 3,5 luk bir büyüme öngörmektedir. Emekçiler açısından ikinci neden %5,5 luk enflasyon beklentisi karşısında % 0 lık bir reel ücret artışı, ancak öte yandan özel tüketim harcamalarında %2,5 luk artış öngörüsünü borçlanmaya zorlanarak karşılama sorunudur. Yani 2010 bütçesinde özel tüketim harcamalarında öngörülen reel artış emekçilerin borçlanması varsayımına dayanmaktadır. Ocak ayı enflasyonu yıllık baza vurulduğunda ortaya çıkan %6,2 lik rakam daha şimdiden bütçe açığı sürecine girildiğinin göstergesidir. AKP nin izlediği ekonomik politikalar tutarlı bir biçimde sermayenin etkinliğini arttırmayı bütçe kaynaklarını esas olarak emekçilerden alınacak yüksek doğrudan ve dolaylı vergilerle harcama rejimini sürdürmeyi hedeflemektedir. AKP Orta vadeli planda öncelikleri arasında saydığı istihdam alanında hiçbir somut tedbir almamıştır. Siyasi iktidar bütün kadro ve enerjisiyle küresel sermayenin programına bağlıdır ve bunu tehdit eden, buna karşı çıkan her sese karşı tahammülsüzdür. Demokrasi Sorunu Derinleşmektedir AKP nin genel siyasi yaklaşımları da ülkenin demokratikleşme potansiyelinin boşa çıkarılmasına yol açmaktadır. Ülkenin en temel sorunlarına dahi pragmatik siyasi yarar sağlama ilkesi etrafında bakan siyasi iktidar, demokratikleşme sürecini de ancak AKP ye günlük, pratik tahkimat sağladığı ölçüde gündemde tutmaktadır. Ülkenin temel sorunları etrafında düzenlediği çalıştaylarla sosyal diyologçu bir görünüm vermeye çalışan AKP bu çalıştaylarda esasen kendi programını taraflara empoze etmeyi amaçlamıştır. AKP Kürt çalıştayında kendi Kürdünü, Alevi çalıştayında kendi Alevisini empoze ederek, çalıştaylarla esasen yakıcı bir sorun olarak ülkenin gündeminde bulunan toplumsal sorunları sönümlendirmeyi amaçladığını ortaya koymuştur. Ancak şimdiye kadar açılım adı altında, çalıştaylar düzenleyerek yarattığı toplumsal beklentilere yönelik hiçbir somut adım atmamıştır. Demokratikleşme açısından AKP nin kendini statükoya karşı kuran ve bu noktada mağdur pozisyonunu işgal eden görünümü de yanıltıcıdır. AKP Ergenekon davasının yarattığı toplumsal etkiyi kendi siyasal pozisyonunu tahkim etmek, yandaş kadrolaşma önündeki engellerden kurtulmak ve statükoyu değiştirmek yerine statükonun temel parçası olmak için kullanmıştır. Ortaya çıkan sayısız darbe girişimlerinin kısmen de olsa yargıya havale edilmiş olması olumlu değerlendirilebilir; ancak kuşkusuz açıkça demokrasiye kast eden, ülke halklarını birbirine kışkırtarak faşizmi getirmek isteyen girişimlerin öncüleri ve sorumluları hakkında yapılacak işlem sadece yargıyla sınırlı değildir. Bu tür girişimlerde bulunan, katılanlarla ilgili bütün demokratik ülkelerde idari yaptırımlar uygulanması doğalken AKP idari tedbir alma sorumluluğundan sistemli bir biçimde kaçmıştır. AKP nin bu sorunların üzerine gidiyormuş gibi görünmesinin arkasında yatan temel dinamik esasen iktidar olmasıdır. AKP 7 yıllık iktidarı süresince ülkedeki demokrasi taleplerini kendi iktidar konumunu ve devlet üzerinde egemenliğini pekiştirmek, yandaş çevrelere kaynak aktarmak için kullanmak yönünde bir stratejiyi yapısal hale getirmiştir. AKP iktidarı yaşadığı her tıkanma noktasında demokratik talepler manzumesinden yola çıkarak açılım cı bir siyasete yönelmekte ve bu siyasetin pratik kazanımlarını elde ettiğine inandığında geri çekilmektedir. Burada vurgulanması gereken nokta bunun bir siyasi strateji haline dönüşmüş olmasıdır. Türkiye nin bütün sorunları karşısında izlenecek politikaların kesiştiği temel eksen, barış, özgürlük, demokrasi ve eşitlik olmaktadır. Ancak Kürt sorununda, Alevi sorununda AKP çözüm dinamiğinin temel aktörü değildir. Kürt toplumsal hareketinin on yıllardır sürdürdüğü mücadelenin birikimleri olmaksızın siyasi iktidarın bu konuda bir adım atması da mümkün değildir. Kürt sorununda demokratik ve barışçı çözüm imkânları karşısında en büyük engel kuşkusuz AKP nin de şovenizmi kışkırtan politikaları savunan muhalefet gibi içselleştirmiş bulunduğu otoriter yönetim ve devlet zihniyetidir. Gelinen noktada bir kez daha operasyonlara, savaşa dayalı yönelim öne çıkmaktadır. AKP nin çözümü, KESK in de dahil olduğu geniş kesimlerden topladığı çözüm önerilerine rağmen iktidar konumundan atılacak birkaç yasal ve idari adımdan ibarettir ki, Kürt sorununun geldiği aşamada bu bir çözüm olmayacaktır. Kapsamlı bir anayasal değişikliğin kendini dayattığı bir sorunun bir tür idari adımlarla giderilebileceği yanılsaması Türkiye egemenlerinin kronik açmazıdır. Kürt sorununda anayasal yurttaşlık, ana dilde eğitim gibi temel adımlar atılmaksızın ilerleme sağlanamayacağı net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Anayasa Mahkemesinin verdiği DTP yi kapatma kararı, seçilmiş belediye başkanlarının tutuklanması devletin egemenleri tarafından sorunun nasıl algılandığının net göstergesidir. Alevi sorunu da Kürt sorununa benzer bir tıkanma süreci içindedir. AKP bir yandan istişari nitelikte, çalıştaylar vb. düzenleyerek Alevi sorununu çözmeyi önüne koymuş gibi davranmaktadır; ama öte yandan diyanet aracılığıyla bu alandaki 70 yıllık uygulamalarının ısrarlı takipçisidir. Ancak bu noktada saptanması gereken temel nokta, 2002 den bu yana AKP tarafından izlenen ve AKP yi siyaseten güçlendiren bu siyasi stratejinin 2009 baharında yapılan yerel seçimlerle birlikte sona ermesidir. 2009 AKP açısından üç temel yenilgiyi barındırmaktadır. Bunlardan ilki hafif atlatılacağı varsayılan krizin ortaya çıkardığı vahim tablodur. İkincisi, AKP nin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı kentlerde kendi eliyle bir referanduma dönüştürdüğü yerel seçimleri kaybetmesidir. Üçüncü yenilgisi de 2008 sonbaharından 25 Kasım a kadar giden süreç boyunca emekçiler karşısında uğradığı yenilgidir. AKP nin toplumsal muhalefet karşısında sergilediği tutum yukarıda ifade ettiğimiz otoriter yönetim zihniyeti tarafından şekillendirilmiştir. Kürt sorununda çözümü dile getirmekle bile AKP operasyonların sürmesinde bir beis görmemektedir. Bir yandan Kürt sorununda çözüm adımları atılacağı söylenirken diğer yandan çözümün muhataplarının dışlanması; Güneydoğu da seçilmiş belediye başkanlarının dahi kelepçeler vurularak tutuklanması, cezaevlerinde ölümcül hastalıklara yakalanan yurttaşlar karşısındaki duyarsızlık; cezaevlerinde tecrit uygulamasını kaldırmak yerine daha da genişletilmesi yeni tecrit yöntemlerine başvurulması ülkenin sorunlarının çözümü önünde temel engel haline gelmiştir. Siyasi iktidar ayrıca derin çevreler tarafından kışkırtıldığı açık olan linç çetelerinin üzerine de gitmeyerek adeta linci teşvik eden bir tutum izlemektedir. İzmir de ve Selendi de yaşananlarda, Edirne, Erzincan ve Kars ta Öğrenci Dernekleri Federasyonu üyelerine yönelik linç girişimlerinde ve son olarak Muğla da Şerzan Kurt un öldürülmesi, Tokat ta yaşananlarda AKP idari sorumluluğunu ihmal etmiş, böylece linçcileri yüreklendiren bir profil sergilemiştir. Türkiye nin bütün sorunları karşısında izlenecek politikaların kesiştiği temel eksen, barış, özgürlük, demokrasi ve eşitlik olmaktadır. Bu kavramlar, sadece birer temenni değil, bir yaşam ve mücadele biçimi haline getirilmelidir. Bunu bütünlüklü biçimde ortaya koymanın yolu, gündelik hayatımızı belirleyen temel belge niteliğinde olan Anayasa nın eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik biçimde değiştirilmesinden geçmektedir. Mücadelemizde temel eksen, barış, özgürlük, demokrasi ve eşitliktir. Bu kavramlar, sadece birer ilke değil, temel bir yaşam ve mücadele biçimi olarak algılanmalıdır. Bunu bütünlüklü biçimde ortaya koymanın yolu, gündelik hayatımızı belirleyen temel belge niteliğinde olan Anayasanın eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik biçimde değiştirilmesiyle mümkündür. Hükümetin toplumsal kesimlerin talepleri ve yaklaşımları ortadayken, adeta toplumdan kaçırırcasına yapmaya çalıştığı Anayasa değişikliğinin sorunları çözmekten uzak olduğu görülmelidir. İMKÂNLAR ve TEMEL YÖNELİMLER Metin boyunca verilen örnek ve yapılan analizlerden yola çıkarak önümüzdeki dönemin emekçiler açısından kritik olacağını öngörmek mümkündür. Önemli ve öncü unsurlarından biri olduğumuz emek hareketinin 2008 sonbaharından bu yana izlediği mücadele çizgisi beraberinde önemli kazanımları getirmiştir. 25 Kasım, Tekel direnişi süreci, 1 Mayıs ve ardından 26 Mayıs ta geliştirdiğimiz mücadele hattını daha da yükseltmemiz gerekmektedir. Sermaye çevreleri krizin emekçilere yüklediği ağır maliyete rağmen bildiklerini okumakta kararlı görünmektedirler. Öte yandan yukarıda ifade ettiğimiz eylem çizgisinin yükseltilmesi ve emekçilerin ortak mücadelesini geliştirme anlayışının güçlendirilmesiyle bu yaklaşım boşa çıkarılabilir. 1 Mayıs 2010 bu açıdan önemli bir eşik olarak değerlendirilmelidir. İstanbul Taksim 1 Mayıs alanı 32 yıllık bir mücadelenin sonucu olarak emekçilere açılmıştır. İstanbul Taksim de 1 Mayıs için bir araya gelen 500 bin emekçi ve aynı anda ülkenin bütün kentlerinde alanlara çıkan milyonlarca emekçi çok anlamlı bir mesaj vermiştir. Emek, demokrasi ve barış mücadelesinin emekçilerin ortak mücadelesi olduğu mesajıdır bu. 1 Mayıs 2010 unun bu mesajı başta emek örgütleri tarafından doğru değerlendirilmelidir. Ancak kuşkusuz önümüzdeki süreçte mücadelenin geliştirilmesi ancak örgütlenmenin geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. KESK in kuruluşundan bu yana izlediği fiili ve meşru mücadele çizgisi mücadele ile örgütlenmenin iç içe geçtiği bir sendikal anlayışın ürünüdür. Bu nedenle enerjimizi eylem çizgisinin geliştirilmesi ve işyeri temelinden başlayan örgütlenme anlayışımızın geliştirilmesi arasında dengeli kullanmak zorundayız. Emek, demokrasi ve barış mücadelesi açısından sıcak bir gündem önümüzdedir. Gelecek tüm emek örgütlerine olduğu gibi KESK e de ağır sorumluluklar yüklemektedir. Sorumluluğumuzun bilincindeyiz!

6 7 KAMUDA GÜVENCESİZ ÇALIŞMA YAYGINLAŞIYOR EĞİTİMDE GÜVENCESİZ ÇALIŞMA HIZLA YAYGINLAŞIYOR Eğitim sektörü kuralsız ve atipik istihdam biçimlerinin en yaygın olduğu sektörlerden biri durumundadır. Öğretmenler, kadrolu, sözleşmeli, geçici sözleşmeli, vekil ve ücretli olarak 5 farklı biçimde istihdam edilmektedir. Bunun yanı sıra kadrolu hizmetli alımı neredeyse dondurulmuş, hizmetlilerin önemli bir bölümü okul aile birlikleri tarafından istihdam edilmeye başlanmıştır. Pek çok okulda temizlik vb. işler taşeron firmalara verilmiştir. Türkiye, güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışma koşullarının giderek arttığı, taşeronlaşmanın yaygınlaştığı, çalışma yaşamının emekçiler açsından cehenneme döndüğü bir süreci yaşamaktadır. Niteliği, asli ve sürekli olarak tanımlanan, bu anlamda da kadrolu bir istihdama ihtiyaç duyan kamu hizmetleri alanı da bu sürecin bir parçası haline getirilmektedir. Devleti bir işletme olarak algılayan ve bu algılama ile emekçinin alın terini bir tasarruf konusu haline getiren bu politikalar sonucunda, kamuda ki kadro açığı, esnek, güvencesiz, atipik istihdam biçimleri ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Devlet kar amacı güden bir işletmeye dönüşmektedir. Bu durum yurttaşla devlet, devletle kamu emekçisi arasındaki ilişkide kendini yeniden üretmektedir. NÜFUS ARTIYOR KADROLU ÇALIŞAN SAYISI AZALIYOR Türkiye de kamu hizmetlerinin gördürülmesinde, sistemli olarak kadrolu değil, sözleşmeli, ücretli vb. atipik istihdam biçimleri üzerinden personel seçimi, yani güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştırılması nedeni ile, kadrolu kamu emekçilerinin sayısı son 8 yıldır yerinde saymaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre kadrolu kamu emekçilerinin sayısı 2001 yılı baz alındığında yerinde sayarken, 2002 yılı baz alındığında ciddi bir daralma göstermiştir. Buna karşın Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan tahminlere göre 2001-2009 yılları arasında nüfus artışı yüzde 10 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bunun anlamı, kamu alanında ciddi bir personel eksikliğinin bulunduğu bir süreçte üniversitelerden yeni mezun olan on binlerce gencin kuralsız, esnek ve güvencesiz istihdama ya da işsizliğe mahkum edilmesidir. EMEKLİ SANDIĞI İŞTİRAKÇİ SAYISI (TABLO 1) Yıllar İştirakçi sayısı İndeks Nüfus İndeks 2001 2.236.050 100 65.135 100 2002 2.372.777 106 66.009 101 2003 2.408.148 108 66.873 103 2004 2.404.091 108 67.734 104 2005 2.402.409 107 68.582 105 2006 2.420.897 108 69.421 107 2007 2.444.680 109 70.256 108 2008 2.464.206 110 71.079 109 2009 2.241.418 100 71.897 110 *2009 yılı aralık ayı verisidir. Kaynak: SGK istatistikleri YILLAR MEMUR 4a SÖZLEŞMELİ PERSONEL 4b KAMUDA EĞİTİM ALANINDA İSTİHDAMIN DURUMU SÜREKLİ İŞÇİ 4d GEÇİCİ İŞÇİ 4d GEÇİCİ PERSONEL 4c GENEL TOPLAM 2007 758.650 20.314 128 0 10.338 789.430 SGK ZORUNLU SİGORTALI 2008 774.116 40.314 284 0 10.338 825.052 148.234 2009 779.308 50.319 274 0 10.338 840.239 228.569 *SGK zorunlu sigortalı sayısı kamuda işçi statüsünde Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü istatistikleri. İNSAN SAĞLIĞI GÜVENCESİZLİĞE EMANET Sağlık sektörü de atipik, kuralsız, güvencesiz çalışmanın yaygınlaştığı alanlardan biri durumundadır. İstihdam, kadrolu, sözleşmeli, döner sermayeye dayandırılan, diğer sözleşmeli ve vekil personel olarak parçalanmıştır. YILLAR MEMUR 4a SÖZLEŞMELİ PERSONEL 4b SAĞLIK ALANINDA İSTİHDAMIN DURUMU SÜREKLİ İŞÇİ 4d GEÇİCİ İŞÇİ 4d GEÇİCİ PERSONEL 4c GENEL TOPLAM 2007 334.765 42.253 4.747 0 1.750 383.515 SGK ZORUNLU SİGORTALI 2008 335.539 37.936 4.747 0 1.750 379.972 16.047 2009 335.539 45.879 4.555 35 1.750 387.758 20.931 *SGK zorunlu sigortalı sayısı kamuda işçi statüsünde Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü istatistikleri. SON 3 YILDA SÖZLEŞMELİ SAYISI YÜZDE 67 ARTTI 2009 2008 2007 KAMUDA İSTİHDAM YAPISI (TABLO 2) Yıllar Kadrolu (4a) Sözleşmeli (4b) Sürekli işçi (4d) Geçici işçi (4d) Geçici Personel (4c) Genel Toplam Genel Bütçeli 1.882.367 83.979 111.123 3.775 88.655 2.169.899 YÖK 248.962 1.389 2.632 6.030 81 259.094 Sosyal Güvenlik 67.949 364 520 0 0 68.833 Döner Sermayeli 26.749 21.296 6.937 29.949 0 84.931 Düzenleyici ve Denetleyici 3.978 3.745 0 0 0 7.723 Kefalet Sandıkları 33 0 0 0 0 33 Diğer 7.333 455 1.887 738 0 10.413 Özel Bütçeli 49875 9543 5585 12408 320 77731 Toplam 2.287.246 120.771 128.684 52.900 89.056 2.678.657 Genel Bütçeli Kuruluşlar 1.898.626 114.504 112.847 535 23.805 2.150.317 YÖK 264.039 6.287 4.079 752 50 275.207 Sosyal Güvenlik 67.951 336 521 0 0 68.808 Döner Sermayeli 26.787 31.455 13.102 1.105 0 72.449 Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar 4.452 3.829 0 0 0 8.281 Kefalet Sandıkları 33 0 0 0 0 33 Diğer 7.333 545 1.974 120 0 9.972 Özel Bütçeli Kurumlar 50.927 9.707 14.241 2.563 320 77.758 Toplam 2.320.148 166.663 146.764 5.075 24.175 2.662.825 Genel Bütçeli 1.903.796 140.909 109.879 414 23.830 2.178.828 Yök 276.517 6.952 3.801 686 54 288.010 Sosyal Güvenlik 67.952 1.186 521 0 0 69.659 Döner Sermayeli 17.361 37.156 2.655 18 0 25.383 Düzenleyici ve Denetleyici 4.837 4.155 0 0 0 8.992 Kefalet Sandıkları 33 0 0 0 0 33 Diğer 7.350 599 1.963 114 0 10.026 Özel Bütçeli 50.939 10.619 14.198 2.358 347 78.461 Toplam 2.328.785 201.576 133.017 3.590 24.231 2.659.392 Kamuda istihdam alanındaki parçalanma, resmi istatistiklere de yansımaktadır. Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü istatistikleri esas alındığında 2009 yılında kamuda Kamu İktisadi Teşekülleri, Belediyeler ve İl özel idareleri hariç serbest kadro sayısı 2007 yılına göre sadece yüzde 1,8 artış gösterirken, sözleşmeli personel sayısı 120 binden 202 bine çıkarak yüzde 67 oranında bir yükseliş göstermiştir. 4c kapsamındaki geçici personel sayısı ise 2007 yılında Türkiye İstatistik Kurumu nun geçici personel alımı nedeni ile yüksek görünmektedir. Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe Mali Kontrol Müdürlüğü Kamu Personel İstatistikler Serbest kadro sayılarıdır. Belediyeler, KİT ler ve İl özel idareleri hesaplama dışındadır. Söz konusu serbest kadroların ancak yüzde 85 i doludur. Veriler haziran ayının verileridir. KAMUDA TAŞERON İŞÇİ SAYISI HER GEÇEN GÜN ARTIYOR Kamuda taşeron işçi çalıştırma oranı AKP hükümeti dönemi nerdeyse tüm dönemleri geride bıraktı. 1 Temmuz 2009 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer verilen soru önergesine yanıtında, kamuda çalıştırılan taşeron işçi sayısını 174 bin 857 olduğunu belirtmiştir. GÜVENCESİZ ÇALIŞMA GÜVENCESİZ GELECEKTİR Sonuç olarak; güvencesiz, kuralsız çalışma kamu personel rejiminin istihdam politikası haline getirilmiştir. İstihdam yapısı parçalanmıştır. Kamu emekçileri güvencesizlik ile güvencesini kaybetme kaygısı arasında, asli ve sürekli olarak yerine getirilmesi gereken kamu hizmetlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Bütçe Kanunları ile kadro ihtiyacını göz ardı ederek, sınırlandırmalar getirilmekte, kadro yokluğu bahanesi ile, istihdam kamu dışındaki kurumlara kaydırılmaktadır. Güvencesizlik kıskacında bir çalışma yaşamı, nitelik açısından da sorunludur. Bu yüzden; 1. Başta sözleşmeli personel olmak üzere kamuda çalışan tüm kesimler kadroya alınmalıdır. 2. Atipik istihdam biçimlerine olanak tanıyan yasal düzenlemeler iptal edilmelidir. 3. Başta eğitim sektörü olmak üzere sayısı yüzbinleri bulan kadro açığı derhal giderilmeli, kadro bekleyen yüzbinlerce genç daha fazla mağdur edilmemelidir 4. Özelleştirme uygulamalarına son verilmeli, daha önceki özelleştirmeler sonucunda mağdur edilen onbinlerce emekçi kadrolu olarak çalışma yaşamına kazandırılmalıdır. 5. Kamu emekçilerinin iş güvencelerini ortadan kaldırmayı amaçlayan her türlü girişim askıya alınmalıdır.

8 9 1 Mayıs; Taksim 1 Mayıs Alanı 32 Yıllık Mücadelenin Kazanımıdır 1 Mayıs 2010 Türkiye emekçileri için önemli bir eşik olmuştur. Yüz binlerce emekçi, emek dostu 1 Mayıs ta Taksim 1 Mayıs Alanı na çıkmıştır. Taksim 1 Mayıs Alanı emekçilerin 32 yıllık kararlılığının, özleminin ve mücadelesinin sonucu olarak emekçilere açılmıştır. Bizler vurulduk, saldırıya uğradık, bedeller ödedik ama Taksim 1 Mayıs Alanını aldık. 1 Mayıs ta Taksim i emekçilere açmak zorunda kalanların bunu bir lütuf olarak sunmaları gülünçtür. 8 yıldır iktidarda olanlar bu lütfu neden bu kadar geciktirdiklerini, geçtiğimiz yıllarda Taksim e çıkanlara neden polisi saldırttıklarını açıklamalıdır. Taksim de Toplanan 100 Binler Ne Anlama Geliyor? Herkes Taksim de toplanan 100 binleri ve tüm ülkede alanlara çıkan milyonlarca emekçinin topluma verdiği mesajı iyi okumalıdır. 1 Mayıs ta emekçiler kitlesel olarak sömürüye, işsizliğe, yoksulluğa karşı demokrasi, adalet ve barış özlemlerini ortaya koymuşlardır. Lazıyla, Kürdüyle, Çerkeziyle, Ermenisiyle, Alevisiyle, Sûnnisiyle, ateistiyle, kadını, erkeğiyle, genci yaşlısıyla Türkiye emekçileri büyük bir birlik tablosunu ortaya koymuşlardır. Sermayenin başaramadığı bütünlüğü, emeğin başarabileceğini göstermişlerdir. Geleceğimizi Emekçilerin Ortak Mücadelesi Belirleyecektir 1 Mayıs ta emekçilerin ortaya koyduğu birlik emek hareketinin yönünü işaret etmektedir. İşçi, memur, kadrolu, kadrosuz, sözleşmeli, taşeron işçisi gibi farklı statülere bölünerek örgütsüzleştirilen emekçilerin ancak ortak bir mücadeleyle sorunlarının üstesinden gelebilecekleri bir kez daha kanıtlanmıştır. 26 MAYIS EMEK HAREKETİNİN YÖNÜNÜ GÖSTERMİŞTİR Adana Hatay Van Zonguldak Urfa Çanakkale Amasya Denizli KESK Kararlı ve Dirençli Duruşuyla Ülkenin Emekçilerine ve Emek Dostlarına Güven vermiş, Önemli Bir Mücadele Dinamiği Olarak Kendini Bir Kez Daha Kanıtlamıştır 26 Mayıs grevine ilişkin kamuoyunda dile getirilen kimi yorumlar konusunda KESK in görüşleri şöyle ifade edilebilir. 26 Mayıs öncesi 4 Konfederasyon tarafından kamuoyuna açıklanan ortak bildiride her konfederasyonun üretimden gelen gücün kullanılması konusunda kendi yöntemini kendisinin saptayarak uygulayacağı vurgulanmıştı. Bu bağlamda KESK 1 tam günlük grev kararını kamuoyuna duyururken, diğer Konfederasyonlar kendi belirledikleri hizmet üretiminden gelen gücün kısmi kullanılması, basın açıklaması, bildiri okuma gibi yol ve yöntemlerle eyleme katılmışlardır. Kuşkusuz 26 Mayıs eylemleri konusunda Konfederasyonlar arasında sağlanan ortaklığın üretimden gelen gücün kullanılması yönteminde de sağlanması daha etkili bir eylemi mümkün kılacaktı. Bu noktada diğer Konfederasyonların eleştirilmesi elbette mümkündür ve ayrıca gereklidir. Ancak bu değerlendirmenin Konfederasyonların kendi bütünlükleri içinde eleştiri/özeleştiri mekanizmalarının çalıştırılması ile anlamlı olacağı inancındayız. Yapılacak eleştirilerin emekçilerin ortak mücadelesi perspektifini zayıflatmaması, önümüzdeki süreçte daha da yakıcı bir ihtiyaç haline gelen birlikte mücadele anlayışını zaafa uğratmaması önemlidir. Üstelik sendikalaşma oranının düşüklüğü göz önüne alındığında emekçilerin ortak mücadelesi sadece sendikaların ortaklaşmasına da indirgenmemelidir. 26 Mayıs Türkiye emekçileri açısından artısıyla eksisiyle geride kalmıştır. 26 Mayıs tan çıkarılması gereken en önemli ders emekçilerin birliğinin sağlanmasının ne denli önemli olduğudur. Bu anlamıyla 26 Mayıs ı önümüzdeki mücadele süreci açısından bir başlangıç olarak görmek gerekir. Bu başlangıç ile birlikte emekçilerin ortaklığı, mücadele azmi ve kararlılığını kıracak, kazanılan moral üstünlüğü zayıflatacak yaklaşımlardan herkes kaçınmalıdır. 26 Mayıs ın talepleri hâlâ emekçilerin temel gündemi niteliğindedir. İşsizlik, güvencesizlik ve örgütsüzlük emekçiler açısından mücadele içerisinden ortaya konulmuş sorunlardır ve bu yönde geliştirilen talepler Türkiye emekçilerinin yapısal ve hayati talepleridir. Önümüzdeki günlerde kamu emekçilerinin toplu sözleşme hakkının hayata geçirilmesi yönünde mücadelenin geliştirilmesi ve sendikal faaliyetin önündeki engellerle mücadele gibi devasa görevler bizleri beklemektedir. Önümüzdeki günlerde mevcut taleplerimizin yanı sıra Toplu Sözleşme Hemen Şimdi şiarıyla sokakları ısıtmaya devam edeceğiz. KESK olarak 1 tam günlük iş bırakma ve alana çıkma çağrımıza uyan kamu emekçilerine, emek dostlarına, meslek odalarına ve tüm demokrasi güçlerine teşekkür ediyoruz. 26 Mayıs öncesi çalışmalarımızdan başlayarak bizleri izleyen, gelişmeleri kamuoyuna aktarmaya çalışan basın emekçilerine de teşekkür ediyoruz. KESK kararlı ve dirençli duruşuyla ülkenin emekçilerine ve emek dostlarına güven vermiş, önemli bir mücadele dinamiği olarak kendini bir kez daha kanıtlamıştır. KESK ilerlediği yolda emekçilerin talepleri konusunda kararlı tutumunu sürdürecek, bu tutumu fiili ve meşru mücadele anlayışı çerçevesinde sokağa, alanlara ve hayata yansıtacaktır. İzmir Diyarbakır Ankara İstanbul Nusaybin Ankara Siirt Silopi Afyon Samsun İzmir Diyarbakır

KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN 10 11 Kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetin ortadan kaldırılması için verilen uzun soluklu mücadelenin bir yüzyılını daha bu 8 Mart ta geride bırakırken, kadın dayanışmasının gerekliliği işyerinde, evde ve sokakta artarak devam eden baskı ve eşitsizliğe karşı mücadelede vazgeçilmez hale gelmiştir. Biz KESK li kadınlar olarak; siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamdan dışlanarak var olan cinsiyetçi, muhafazakâr anlayışın ve kapitalist sistemin kıskacında yaşam alanları ve özgürlükleri daraltılan bütün kadınların, ortak zeminlerde buluşabildiği noktada özgürleşme mücadelesinin çeperlerini genişleteceğine inanmaktayız. Çünkü biliyoruz ki, içinde yaşadığımız toplum ancak ve ancak kadın özgürleşirse özgürleşecektir. Çünkü biliyoruz ki, biz kadınlar aklımızla, emeğimizle, yüreğimizle, bedenimizle, kimliğimizle var olduğumuz sürece özgür, eşit, barışçıl, demokratik bir dünya yaratılabiliriz. ve KESK Lİ KADINLAR KESK olarak, bu yılki 8 Mart ta 100 yıllık kadın mücadele tarihinin yanı sıra, emek, ırkçılık militarizm ve şiddet olmak üzere üç ana eksen üzerinden hazırlıklar yaptık. Kriz sonucunda kadın emeğine yönelik saldırılara dikkat çekmek için TEKEL işçisi kadınların mücadelesine; ırkçılığa ve militarizme karşı durmak ve unutmamak için Ceylan Önkol a ve kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele etmenin acil ihtiyaç olduğunu belirtmek amacıyla da sırf kocasından boşanmak istediği için kocası tarafından öldürülen üyemiz hemşire Dilek Daşdanoğlu na atfen çalışmalarımızı yürüttük. 8 Mart Kadınların Uluslararası Dayanışma, Birlik ve Mücadele Günü nde illerde ve işyerlerinde basın açıklamaları, paneller, söyleşiler ve benzeri etkinlikler örgütlenmiştir. Ayrıca, 2010 yılının 8 Mart ın 100. Yılı olması nedeniyle emek ve meslek örgütlerindeki kadın yönetici ve üyeleriyle birlikte ön hazırlıklar yapılmış, ortak bildiri ve afiş çıkarılmış; 8 Mart ın resmi tatil ilan edilmesi için bu gruplarla Meclis te grubu bulunan siyasi partilerin kadın milletvekilleri ve TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Güldal Akşit ile görüşmeler yapılmış ve bu konudaki taleplerimizi görüşmelerde sunmak üzere bir kanun teklifi hazırlanmıştır. Bu yıl 8 Mart a birkaç gün kala Derya Öğretmenin aşk cinayetine kurban gittiği haberi ve 8 Mart ın bir gün sonrasında da Suluova Devlet Hastanesi Acil Servisinde nöbetçi olan Dr. Hacer Türk ün, Suluova Emniyet Müdürlüğünde görevli polislerce getirilen darp alan 8 aylık hamile bir kadına kati rapor düzenlemediği gerekçesi ile Suluova Cumhuriyet Başsavcısı Yıldırım Tezcan ın talimatı ile gözaltına alındığı haberi hepimizi sarstı. Yine münferit bir olay gibi gösterilmeye çalışılan kadın cinayetlerinin ve devletin kadına yönelik şiddetinin arkasındaki egemen patriyarkal ilişkileri teşhir etmek ne yazık ki tekrar kadınlara kaldı. Diğer taraftan, 7 Mart gecesi Başbakanın kadın haklarına ilişkin konuşma yaptığı sıralarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Ağır ve Tehlikeli İşler kategorisine giren 42 işkolunu bu kategoriden çıkartarak kadın işçilerin kazanılmış hakkı olan regl iznini kaldırması, AKP hükümetinin kadın istihdamı konusundaki ayrımcı yaklaşımlarının en son göstergesidir. Türkiye de kapitalizm ile patriyarka arasındaki işbirliğinin kadınlara dayattığı sömürü ve baskı düzeni, 8 Mart larda alanlara da yansımıştır. Bu yıl da her yaştan, renkten, dilden, dinden kadının yanı sıra, kendini hâkim erkeklik kodları üzerinden tanımlamayan herkes tüm renkleri ile sömürüsüz, eşit, barışçıl bir ülke ve dünya için alanlarda buluştu. Eril siyasal iktidar ve onun kolluk güçleri ise alanlardaki tüm bu renk ahengini tek renge indirgemeye çalışmaktan bu yıl da geri durmadı. Örneğin; Urfa da kadınlar barış konulu deklarasyonlarını basın ve kamuoyuyla paylaşmak için alanlara çıktıklarında, güvenlik kuvvetlerince abluka altına alındı ve taciz ve şiddete maruz kaldı. Aynı güvenlik güçleri, yönlendirilmiş ve örgütlenmiş bir grubun kadınlara yönelik sözlü tacizlerini suskunluklarıyla onayladı. İstanbul da da kadınlar miting öncesinde polislerin tacizine maruz kaldılar. Barışçıl, sömürüsüz, adil ve eşit bir yaşam için mücadele eden, söz dinlemeyen kadınlar için kullanılan geleneksel erkek egemen zihniyet kodları tekrar ifşa edildi. Şırnak ın yanı sıra, 8 Mart ın 100. yıldönümü dolayısıyla 3 gün kadın kenti ilan edilen Diyarbakır da kadınların kentlerin çeşitli noktalarına astıkları, üzerinde Kürtçe ve Türkçe 8 Mart ın 100. yılında biz kadınlar ortak bir mücadeleyle özgür bir dünya yaratacağız yazılı afişler mahkeme kararıyla toplatıldı Eve gönderilmeye çalışılan kadınların taleplerini sokaklara taşımaları yine suça dönüştürüldü! 8 Mart ta kadınlara yönelik eril siyasal iktidarın ve kolluk güçlerinin keyfi ve taraflı yetki kullanımı, baskıcı ve yok sayıcı yaklaşımlarının örnekleri daha da çoğaltılabilir. Ancak emek sömürüsünün ve savaşların son bulduğu daha adil, eşit ve özgür bir gelecek için mücadele eden kadınları susturmaya, yok saymaya ve hatta yok etmeye yönelik bu uygulamalar ne ilktir, ne de son olacaktır. SES üyesi Seher Tümer ve Olcay Kanlıbaş ile Eğitim-Sen üyesi Emriye Demirkır bu örneklerden sadece bir kaçıdır. 8 Mart ın önümüzdeki yıllarda da hafta içine denk gelmesi nedeniyle, 8 Mart ımızı 8 Mart ta kutlamanın önemi alanlarda kendini hissettirmiştir. KESK, DİSK ve TTB olarak 8 Mart ın kadınlar için ücretli tatil olmasına yönelik taleplerimizin önümüzdeki yıllarda diğer emek ve meslek örgütlerinin yanı sıra, kadın örgütleriyle buluşarak ve örgütlenerek, tıpkı 1 Mayıs ta olduğu gibi, tabandan gelen baskının arttırılmasıyla yasalaşmasının gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Demokratik haklarımızı alanlarda kullanmaya ve örgütlü kadın mücadelesinin ve dayanışmasının ağlarını örmeye devam edeceğimizin altını tekrar çiziyoruz. Biz KESK li kadınlar emek mücadelesini kadının kurtuluş mücadelesinden ayırt etmedik, birbirini önceleyen değil birbirini tamamlayan mücadeleler olarak gördük. Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadele konfederasyonumuzun sendikal mücadele anlayışının her zaman bir bileşeni olmuştur ve olacaktır. Kadınların ucuz iş gücü olarak görülmesinin ve güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalışmasının kader olmadığının ve bu sömürü ve ayrımcılığın örgütlü kadın mücadelesi ile aşılacağının bilinciyle mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz. KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 2010 yılının ilk aylarında en azından medyaya yansıyan olaylar ışığında, kadına yönelik şiddet vakalarının 2009 yılını aratmayacağı aşikârdır. Şiddet haksız tahrik indirimleri ile meşrulaştırılırken, en son Siirt te yaşanan tecavüz olaylarıyla da somutlaşan devletin ve medyanın pompaladığı eril zihniyetin talan ettiği körpe bedenlerin acılarıyla sarsıldık. Yoksulluğun ve patriyarkal geleneğin kıskacına giren kadınlar ve çocuklar insan onurunu yok sayan uygulamalara maruz kalırken, şiddeti uygulayanların insanlık-dışı hareketleri karşısında üç maymunu oynayanlar da bu suça ortak olmaktadır. En büyük suçlu ise, bu konudaki sorumluluklarını üstün körü uygulamalarla geçiştirmeye devam eden; meseleye yönelik bütçe bile ayırmayı redden devlettir. Yaygın olmakla birlikte göz ardı edilebilen bir insan hakları ihlali olan kadına yönelik şiddete ilişkin verilere daha doğrudan ve çarpıtılmamış şekilde ulaşabilmek, kadına yönelik şiddetle mücadele açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle yerellerde gerçekleşen kadına yönelik şiddet vakalarının ve oranlarının illerde var olan kadın platformları ile birlikte ortaklaşarak 1 yıl boyunca aylık raporlar halinde Konfederasyonumuzla ve basınla paylaşılması acil önem taşımaktadır. 8 Mart ın 100. yılında örgütümüze armağandır. DAĞITIMI BAŞLAMIŞTIR Dünya Kadın Yürüyüşü 3. Uluslararası Eylemi Daha önceki yıllarda Brüksel, Marsilya ve Vigo da yapılan Dünya Kadın Yürüyüşü (DKY) Avrupa bölgesi eylemi bu yıl 30 Haziran 2010 tarihinde İstanbul da yapılacaktır. Konfederasyonumuz bu yürüyüşe dahil olmuş ve yürüyüşün Türkiye ayağının örgütlenmesinde görev üstlenmiştir. Dünya Kadın Yürüyüşü nün 3. Uluslararası Eylemi nedeniyle Avrupa nın dört bir yanından kadınlar, 30 Haziran 2010 tarihinde İstanbul da Avrupa Buluşması için bir araya gelecekler.30 Haziran da İstanbul da gerçekleşecek buluşma, genel oturumlar, atölyeler ve İstanbul un merkezinde bir yürüyüşten oluşacaktır. İlk genel oturum, Avrupa nın her köşesinde kadınların karşı karşıya kaldığı fundamentalizmler ve bunların milliyetçilikler ve ırkçılıkla kesişime noktaları üzerine odaklanacaktır. Tartışma, kadına yönelik şiddet, barış ve sivilleşme, ekonomik özerklik, kamu yararı ve kamu hizmetleri olmak üzere dört eylem alanına ilişkin yapılacak atölyelerle sürecektir. İkinci genel oturumda dört eylem alanına dair Avrupa talepleri platformu konuşulacaktır. DKY nin 30 Haziran tarihindeki Avrupa bölgesi eyleminin atölye çalışmalarında Konfederasyonumuz tarafından Sendikal Hareket ve Kadınlar konusunda; sendikalarımız BES tarafından Kamu Hizmetlerine Yönelik Saldırılar konusunda; Eğitim-Sen tarafından Okullarda Cinsel Eğitim konusunda; SES tarafından Kürtaj Hakkı konusunda sunumlar yapılacaktır. 29 Haziran 2010 tarihinde Avrupa ve Balkanlar dan gelen kadın grupları Türkiye ye giriş yapacaklar ve DKY temsilcileri onları karşılayacaklardır. İki günlük program dahilinde çalışmalar sürdürülecektir. 30 Haziran 2010 tarihinde İstanbul da gerçekleşecek DKY Avrupa bölgesi eyleminin ertesi gününde Avrupa Sosyal Forumu başlayacaktır. Konfederasyonumuzun DKY ye katılımı şu şekilde düşünülmektedir: - İstanbul ve çevre illerden (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Bursa, İzmit, Yalova, Sakarya, Düzce, Bolu, Kocaeli ve Çanakkale) kitlesel katılımın sağlanması; - DKY platformlarının oluşturulduğu illerde (Antalya, İzmir, Adana, Mersin, Ankara) platform bileşenleri ile araç tutarak katılımın sağlanması; - DKY platformlarının olmadığı yerlerde ise temsili olarak katılımın sağlanması; öngörülmüştür. Konaklama konusunda katılımcıların Genel Merkezleri ile diyalog sağlamaları gerekmektedir.

KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN KADIN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN 12 13 1 MAYIS, KADINLAR Eğitim Sen den Okuma Kültürüne Eşsiz Bir Katkı : VE SENDİKALAR İLKÖĞRETİM EĞİTİM SEN ÇOCUK EDEBİYATI TÜM BEL-SEN KATALOGU Songül MORSUNBUL KESK Kadın Sekreteri Mayıs Birlik, Mücadele 1 ve Dayanışma Bayramı, kadınların çalışma yaşamı da dahil olmak üzere hayatın her alanında maruz kaldıkları sömürü, baskı ve şiddete karşı örgütlü mücadelelerini genişletebilmeleri açısından önem arz etmektedir. Kadın emeği her gün biraz daha değersizleştirilmekte; sermaye birikiminin ön koşullarından biri olan emeğin yeniden-üretimindeki emekleri yok sayılmakta; ev-içi emekleri görünürlük kazandığında da eril sisteme tazminat ödemek zorunda kalmaktadırlar. Elbette ki, 1 Mayıs ın kadınlar için anlam ve önemi bu sorunlara karşı verilen mücadele ile sınırlı değildir. Başka bir ifadeyle, kadınlar açısından, sadece sisteme ve dışa karşı değil, içe dönük de yoğun bir mücadele vermenin gerekliliğini en açık şekilde 1 Mayıslarda görebilmekteyiz. TUİK verileri de göstermektedir ki; krizin yükü özellikle kadınlara taşıttırılmakta ve sözleşmeli, esnek, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda istihdam yaygınlaşmaktadır. TÜİK Ocak 2010 verilerine göre kadın istihdam oranı yüzde 29 dur. İstihdamda yer alan her 100 kadından İsrail bir devlet olarak dinsel ırkçılığı, militarizmi ve savaşı yücelten uygulamalarına bir yenisini daha ekledi. Gazze de abluka altında yoksulluğa, açlığa yaklaşık 60 ı herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışmaktadır. Ocak sonu itibariyle son bir yıllık dönemde istihdam edilen kadın sayısı 675 bin artarken, aynı dönemde kadın istihdamındaki kayıt-dışı sayısı da 543 bin artmıştır. 2008 ve 2009 yılları Temmuz ayı istatistikleri incelendiğinde, erkeklerin işsiz kalmasıyla azalan hane gelirlerini telafi etmek için giderek daha çok sayıda kadının gelir getirici çalışmaya yöneldiği tespit edilmiş, kadınların istihdamının korunmasız istihdam biçimlerinde arttığı belgelenmiştir. En son hamile olduğu gerekçesiyle işten atılan Dev-Sağlık-İş üyesi Fatma Baytar örneği de göstermektedir ki, cinsiyetçi ekonomik politikalar, eşit olmayan iş alanları, ücretler ve giderek artan sosyal hak kayıpları kadın emeğini değersizleştirirken, kadınlara yüklenen geleneksel rolleri yeniden üretmektedir. Ev, aile, çocuk ve yaşlı bakımı kadınların işgücüne katılmalarını zorlaştırmakta ve devlet bu konudaki sorumluluklarını göz ardı etmeye devam etmektedir. Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı ve toplam ücret ya da yevmiye karşılığı çalışan nüfus esas alınarak yapılan bir çalışmaya göre 2007 itibariyle Türkiye de sendikalaşma oranı yüzde 6,1 dir. Kamuda çalışan sendikalı işçiler arasında kadınların oranı Çalışma Bakanlığı verilerine göre yaklaşık yüzde 10 düzeyindedir. Özel sektörde de aynı oranın korunduğu varsayıldığında Türkiye de kadınların sendikalaşma oranının yaklaşık yüzde 3 olduğu söylenebilir. Kadınların sendika yönetimlerindeki temsili açısından baktığımızda ise tablo daha da vahimdir. Memur sendikalarında, konfederasyon düzeyinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sorunların sürekli ve sistematik olarak değerlendirilebilmesinin kurumsal alt-yapısı olan Kadın Sekreterliği birimine sahip tek konfederasyon KESK tir. Sendikaların merkez yönetimlerindeki kadın yönetici oranlarına bakıldığında, toplam 224413 üyenin %42.2 si kadın olan KESK en yüksek orana sahiptir. 75 Genel Merkez yöneticimizden 15 i kadındır. Yani %20 oranında Genel Merkez yöneticisi arkadaşımız vardır. Kadınların sendikalara üye olmasının ya da üye olduktan sonra sendikalar içerisinde aktif olarak yer almasının önünde birçok engeller vardır. Cinsiyetçi işbölümüne dayalı işgücü piyasalarının getirdiği en- ve savaşa maruz bırakılan Filistin halkına insani yardım taşıyan konvoya saldırdı. Bu saldırı sadece saldırıya maruz kalan sivillere değil, tüm insanlığa yönelmiş bir saldırıdır. En temel insani değer olan dayanışmaya, adalet ve vicdan duygusuna karşı girişilmiş bir cinayettir. İsrail aynı zamanda bu saldırıyla barıştan başka bir talebi olmayan kendi yurttaşlarına da saldırmıştır. Bu görüşlerimizi her zaman ifade ettik. Savaşın değil barışın egemen olmasını, halkların kardeşçe yaşamasını; ırkçı-milliyetçi ideolojilerin insanlığa yaşattığı yıkımlara karşı özgürlükleri savunduk. Saldırının hemen gellerin yanı sıra, kültürün dayattığı sınırlılıklar da kadınlar ve sendikalar arasındaki ilişkiyi belirlemektedir. Türkiye de her 4 erkekten ve 10 kadından birinin Kadın çalışmamalıdır görüşünü savunduğu, kadınların rolünü ev işleri ve çocuk bakımı ile sınırlayan toplumsal algının hala daha yaygın olarak kabul görmesi göz önünde bulundurulduğunda, sendikalarda aktif olarak yer alan kadınların çoğunluğunun bekâr, ya da evli ama çocuksuz kadınlar olması şaşırtıcı değildir. Sendikaların da kadınların bu sorunlarına karşı özgül yaklaşım ve politikalar geliştirmemeleri kadınların işini zorlaştırmaktadır. Oysaki kadınların şekillendirdiği ve uyguladığı kadın politika ve yaklaşımların esas alınması için şu ana kadar verilen ve daha da verilecek zorlu mücadelede kadın örgütlülüğü vazgeçilmezdir. Kadınların sendikalar içerisindeki temsilleri ve karar süreçlerine katılabilmeleri açısından yönetimin üst düzeylerine doğru kadınların yer alması önemlidir. Bu amaçla, erkekleri merkez alan örgütlenme modelinden vazgeçilmeli; kadınların ev-içi sorumluluklarını teşhir edecek eğitim ve örgütlenme politikaları geliştirilmeli; sendikalardaki temsiliyet düzeyindeki eşitsizliğini aşmaya yönelik tüzüksel önlemler alınmalı; atama, tayin, ücret ve ek ödeme, yükseltilme, emeklilik, sosyal haklar, ücretli anababa doğum izni, mesleki eğitim, cinsel tacizin engellenmesi gibi talepler toplu sözleşmelere dahil edilmeli; kadın sekreterlikleri, komiteleri oluşturulmalı ve kadın-erkek eşitliği ve sınıfsal/cinsiyetçi bakış açısı, sendikal eğitim programlarının temel unsuru haline getirilmeli ve bu konuda düzenlenecek kampanyalarla ulusal/ uluslararası sendikal hareket ve feminist hareketle dayanışmaya gidilmelidir. Öte yandan bu mücadelenin toplumun her kesimindeki ezilen, dışlanan ama isyan eden, barış, emek, demokrasi ve kadın mücadelesinin ayrılmaz bütünlüğüne inan bütün kadınlarla yaşamın her alanında yan yana omuz omuza el ele olunduğu sürece mevzi kazanacağına inanıyoruz. Toplumsal yaşamın her alanında kadın örgütlenmesinin güçlendirilmesi, toplumsal yaşamda kadına yönelik her tür ayrımcı, baskıcı uygulamaya karşı yerel ve uluslar arası düzeyde farklı kültürlerden ve toplumsal statülerden kadınlarla ortak dayanışma ağlarının geliştirilmesi için topyekûn bir mücadele zemininde buluşulması gerektiğine inanıyoruz. İSRAİL İN MAVİ MARMARA YA SALDIRISI İNSANLIK TARİHİNE KARANLIK BİR SAYFA DAHA EKLEDİ ardından zalime karşı mazlumdan yana olduğumuzu, Filistin halkının haklı mücadelesini desteklediğimizi ve İsrail in insanlık dışı saldırısını lanetlediğimizi haykırmak için İsrail Büyükelçisinin konutu önünde toplandık. Ankara şubeler platformumuzun eyleminde Genel Başkanımız Sami EVREN acımızı ve öfkemizi dile getirdi. Bu saldırının önceden engellenmesinin mümkün olduğunu, önlem alınmakta gecikildiğini; ötekileştirmeye, inkâr ve imhâ etmeye dayalı politikaların karanlık yüzünün bu saldırıda bir kez daha ortaya çıktığını; bundan herkesin ders alması gerektiğini söyledi. KESK liler tüm ülkede İsrail saldırısıyla ilgili tepkilerini ortaya koydular. 17 NİSAN EYLEMİ Eğitim Sen Kamusal Eğitim, Kadrolu Çalışma, Demokratik Yaşam başlığı ile 17 Nisan 2010 tarihinde Ankara da sonuçlanan bir eylemlilik gerçekleştirdi. 17 Nisan öncesinde işyerlerimizde üyelerimize yönelik genel taleplerimizi içeren, kentlerin merkezi noktalarında açılan stantlarda da halka dönük eğitim hakkı taleplerimizi içeren yaygın bildiri dağıtımı yapıldı. Eylemin ana başlığı üzerinden kokart takma ve eğitim, sağlık, çalışma ve sosyal güvenlik hakkı konulu ders işleme eylemlilikleri yapıldı. Toplanan imzalar kitlesel basın açıklamaları ile Eğitim Sen şubeleri tarafından ilgili bakanlıklara ve Başbakanlığa posta yolu ile gönderildi.14 Nisan 2010 da Urfa ve İstanbul dan başlatılan yürüyüş kolları ile taleplerimiz geçiş noktaları üzerinde bulunan illerde kamuoyu ile paylaşıldı. 17 Nisan 2010 da Ankara da ülkenin dört bir tarafından gelen onbinlerce eğitim ve bilim emekçisi başta herkes için parasız, nitelikli ve kamusal eğitim hakkı talebi olmak üzere, güvenceli iş, kadrolu istihdam ve demokratik yaşam isteklerini bir kez daha ifade etti. Aynı gün Eğitim Sen Merkez Yönetim Kurulu ve şube başkanlarından oluşan bir heyet taleplerimizi içeren dosyayı Milli Eğitim Bakanlığında yapılan görüşme de bakanlık yetkililerine iletti. 17 Nisan eylemi gerek kitleselliği, coşkusu, gerekse taleplerinin kamuoyu ile buluşması açısından ve mücadelenin bundan sonraki süreçte ivmesini yükselten bir başarı ile sonuçlanmıştır. KAYIP ÜYEMİZ Eskişehir in Mihalgazi ilçesinde görev yapan üyemiz Mehmet Ali Örkmez 15 Mart 2010 tarihinden beri kayıptır. Üyemizin bulunmasına ilişkin İçişleri Bakanlığı ve Emniyet yetkilileri ile yapılan görüşmelere karşın olayla ilgili müspet bir gelişme halen sağlanamamıştır. Arama çalışmalarına ilişkin tespit ettiğimiz eksiklikleri yetkili mercilerle ve kamuoyu ile birçok kez paylaştık. Aradan iki ayı aşkın bir süre geçmesine karşın özellikle bünyesinde çalışan bir personelin buharlaştırılması karşısında Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu nun üyemizin ailesi ve bizlerle hali hazırda bir iletişime geçmemiş olmasını kınıyor ve duyarlılığa davet ediyoruz. Tüm yetkililerden arama çalışmalarının derinleştirilmesini ve arkadaşımızın bir an önce bulunmasını istiyoruz. EĞİTİM SEN olarak, kültür yaşamımıza katkı sunmak amacıyla bundan önce de sayısız etkinlikler yaptık, projeler gerçekleştirdik. Kurultaylar topladık, konferanslar, paneller düzenledik. Çok sayıda yayına imza attık. Kültür yaşamıyla ilgili tartışmalara katıldık, eleştirilerde bulunduk, öneriler geliştirdik. Ama okuma kültürü konusunda sürdürmüş olduğumuz katalog çalışması hepsinden farklı bir etki yaratmıştır. Katalog çalışmamız üç yıllık bir emeğin ürünü. Öğretim üyelerinin yanı sıra yüzlerce üyemizin sunduğu katkılarla çalışmalar yürütülmeye devam ediyor. İlk ürün olarak İlköğretim Dönemi Çocuk Edebiyatı Katalogu nu yayımladık. Önümüzde ki aylarda çalışmanın diğer ürünleri Okulöncesi Çocuk Edebiyatı Katalogu ve Gençlik Edebiyatı Katalogu sendikamız tarafından yayımlanacaktır. Katalogumuza ilişkin aldığımız yüzlerce övgüde emeği geçen tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Tüm kazanımlarımızla ilgili haberlere www.egitimsen.org.tr adresinden ulaşabilirsiniz. İzmir Büyükşehir Belediyesinde TİS Yapana Kadar Durmak Yok Diyarbakır da Örnek Toplu İş Sözleşmesi Tüm Bel Sen, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile diğer büyükşehir belediyelerine örnek olacak bir toplu sözleşme imzaladı. Diyarbakır Burhan Karadeniz Cep Sineması nda yapılan Toplu Sözleşme imza törenine Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Tüm Bel Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara, KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, KESK MYK üyesi Songül Morsümbül, Tüm Bel Sen Genel Sekreteri İzzettin Alpergin ve Tüm Bel-Sen Diyarbakır Şube Başkanı Edip Yaşar ile belediyede çalışan emekçiler katıldı. Törende konuşan Tüm Bel Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara, Toplu sözleşmeyi sadece çalışanların cebine girecek bir miktar para olarak algılamamak gerekiyor diyerek Sözleşme nin 1980 sonrası kamu emekçilerinin sendikal haklar ve özgürlükler mücadelesinin çok önemli bir kazanımı olduğunu ifade etti. Tüm TÜM BEL SEN TOPLU SÖZLEŞME İMZALAMAYA DEVAM EDİYOR Fiili ve meşru mücadelesiyle kamu emekçileri toplu sözleşme hakkını yıllardır kullanan Sendikamız TÜM BEL SEN toplu sözleşmelerine her geçen gün bir yenisini ekliyor. İzmir ilinde büyükşehir hariç bütün belediyelerde imzaladığı Toplu İş Sözleşmeleriyle üyelerine ekstra ekonomik ve sosyal haklar kazandıran Tüm Bel Sen, bu hakkını Büyükşehir Belediyesinde de kullanmak için harekete geçti. Konfederasyonumuz Genel Başkanı Sami EVREN ve Tüm Bel Sen Genel Başkanı Vicdan BAYAKARA nın da katılımıyla 20.04.2010 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde referandum sandığını kurarak çalışanların TİS taleplerini oylayan Tüm Bel Sen, 2500 kişiden yedi tanesi dışında hepsi Toplu İş Sözleşmesine lehine oy kullandığı referandum sonucunda İzmir Büyükşehir Belediyesini, çalışanların bu irade beyanını dikkate almaya ve TİS masasına oturmaya davet etti. 12 Mayıs ta iki saat iş bırakan Tüm Bel Sen üyeleri AKP nin yasaları arkasına sığınarak emekçilerin toplu sözleşme hakkını kullanmasını engelleyen Kocaoğlu nu demokrat olmanın gereğini yapmaya ve kendileriyle TİS yapmaya çağırdı. Bu çağrılarına olumlu cevap alamayan Tüm Bel Sen üyeleri 25 ve 26 Mayıs ta tam gün iş bırakarak İzmir Büyükşehir Belediyesinde toplu sözleşme imzalamayana kadar mücadelelerine devam etmekte kararlı olduklarını gösterdi. Bel Sen in Türkiye genelinde 300 ü aşkın belediye ile Toplu Sözleşme sinin olduğunu ifade eden Baykara, ancak büyükşehir belediyeleri arasında Toplu Sözleşme imzalayan tek belediyenin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olduğunu belirtti. Baykara Bunu her yerde çok büyük bir onurla ifade ediyoruz. Son günlerde İzmir deki ilçelerde toplu sözleşmelerimizi tamamladık. İzmir Büyükşehir Belediyesi nde çok büyük mücadele süreci başlattık. Orada da verdiğimiz tek örnek Diyarbakır. Bu yüzden Sayın Baydemir e bize böyle bir savunu hakkını verdiği için teşekkür ediyoruz dedi. Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de Büyükşehir belediyeleri arasında bir ilke imza atmaktan duymuş olduğu memnuniyeti dile getirdi. Bu sözleşme aynı zamanda DİSKİ Genel Müdürlüğü ve GABB yani üç büyük örgüt adına imzalanan bir sözleşmedir. Bu nedenle üç ilke imza atmıştır dedi. İmzalanan toplu sözleşme, içeriği bakımından Sendikanın sosyal sorumluluğa öncülük etmesi nedeniyle de bir örnek oluşturdu. Yapılan Toplu İş Sözleşmesiyle sendika üyesi her çalışanın maaşından sembolik de olsa 10 TL her ay düzenli olarak Sarmaşık Derneği ne aktarılarak, dernek üzerinden gıda ve eğitim yardımı olarak maddi imkânları kısıtlı olan insanlarla dayanışma ağının kurulması sağlandı.

SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN 14 15 3. DÖNEM 6. BAŞKANLAR KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ SES AKP hükümeti nin kamu hastanelerini tamamen işletmeye çevirme, çalışanları ise iş güvencesizliğe mahkum etme projesi gündemde. Komisyonlardan geçerek TBMM ne sunulan Kamu Hastane Birlikleri tasarısı yasalaşırsa, sağlık emekçileri iş güvencesiz, düşük ücretli ve örgütsüz çalışmaya zorlanacak, hastaneler işletme, çalışanlar sözleşmeli köle haline getirilecektir. Tasarının yasalaşması halinde; sağlık hizmetleri bütünlük içinde verilemeyecek, bölgesel farklılıklar daha da artacak, sağlık alanı yerel politikacıların müdahalesine daha açık hale gelecek, cepten ödemeler ve katkı payları artacak, sağlığa erişim daha da güçleşecektir. Sözleşmeli çalıştırma esas alınarak, çalışanların her türlü ödemeleri işletme bütçesinden karşılanacak, hastanelerin önceliği kar elde etmek olacaktır. Hastaneler hiz- met alt yapısı, organizasyonu, kalite, verimlilik ve hasta memnuniyeti gibi konularda puanlandırılarak beş sınıfa ayrılacaktır. A, B, C, D, E olarak sınıflandırılan hastanelerde hizmetin niteliği de farklı olacaktır. Bu durum sağlık hizmetlerine ulaşım açısından vatandaşı parasına göre sınıflandırmaktır. Ödediği vergi üstüne bir de GSS primine mahkum edilen vatandaş, kar amacıyla hizmet verecek hastanelerde daha fazla cepten ödeme yapmak zorunda kalacaktır. Daha bugünden cepten ödemeler hızla artmıştır. Hastalar, Sağlık Ocağına 2, devlet hastanesine 8, üniversiteye 15 TL ödemektedir. Özel hastaneler %70 e kadar katılım payı almaktadır. Birden fazla hastane birleştirilerek oluşturulacak Birlik Yönetim Kurulu ; İl Genel Meclisi, Vali, Bakanlık, İl ticaret sanayi odasının belirleyeceği hukukçu, muhasebeci, tıp mezunu, işletmeciden oluşacaktır. Yani hastaneler işletmeci ve sanayici tarafından yönetilecektir. Yönetim Kurulu birliğin her türlü araç, gereç, malzeme, taşınır ve taşınmazları ile birlikte satılması, kiralanması, kiraya verilmesi, işletilmesi, işlettirilmesi konularında yetki sahibi olacaktır. Hükümet, tasarı ile sağlık hizmetlerini birlik çatısı altında toplayıp HASTANELER İŞLETME, VATANDAŞ MÜŞTERİ, ÇALIŞANLAR KÖLE OLMASIN hastaneleri profesyonel işletmecilere teslim ederek sağlık hizmetleri yükünden(!) kurtulmayı amaçlamaktadır. Hastanelerin gelirleri; birlik karları, sağlık hizmetinin satılması, üretilen ürünlerin satılması (Kan, ilaç, serum vb.),taşınmazların satılması, kiralanması, işletilmesinden elde edilecektir. Hastanelerin giderleri; Personele yapılacak her türlü ödeme, cerrahi alet, malzeme, cihaz satın alınması, laboratuar görüntüleme hizmeti satın alınmasından oluşacaktır. Kamu hastane birlikleri yasalaşırsa; çalışanlar için iş ve ücret güvencesi bulunmamaktadır. Oysa sağlık hizmeti asli ve sürekli bir hizmettir. Personelin de iş güvenceli kamu personeli olması gerekir. Taşeron ve sözleşmeli çalıştırma biçimleri ile kamu hizmetleri nitelikli bir şekilde verilemez. Her türlü hizmetin satın alma yolu ile gördürülmesi, personelin özel şirketlerden temin edilmesiyle hizmetler de niteliksiz hale gelmektedir. Sendikamız yasa tasarısının ilk ortaya çıkışından bugüne tasarıya karşı çıkmış, hastanelerin tamamen işletme haline getirilmesine, çalışanları işgüvencesinin tamamen ortadan kaldırılacak olmasına karşı çeşitli eylem ve etkinlikler yapmıştır. Bu alandaki TTB, Türk Eczacılar Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Devrimci Sağlık- İş ve diğer sağlık meslek örgütleri ile bir araya gelmiştir. Mart ayı içinde İl Sağlık Müdürlüklerine, AKP ye yürüyüşler yapılmış, hastane önlerinde Hastane Birlikleri yasa tasarısı için referandum yapılmıştır. Bir hafta süren referandumda 103.512 sağlık emekçisi ve hasta yakını oy kullanmış, 102.721 kişi HAYIR, 791 kişi EVET demiştir. Referandum sonucu Sağlık Bakanlığı önüne Sağlık Kürsüsü kurularak açıklanmış, davet edilen örgütlere sağlık hakkı konusunda söz verilmiştir. Yasaya karşı mücadelemiz sürmektedir. Ancak sadece sağlık alanı ile sınırlı bir karşı duruş yeterli değildir. Çünkü elimizden gidecek olan Devlet Hastanelerine hepimizin ihtiyacı vardır ve olacaktır. Sağlık hizmetinin tamamen paralı hale getirilmesi kabul edilemez, etmeyeceğiz. SES TEN İKİ SEMPOZYUM; ANADİL ve SAĞLIK SES ve TTB tarafından 27 Mart 2010 tarihinde Ankara da Anadil ve Sağlık Sempozyumu düzenlendi. TTB ve SES yönetici ve üyelerinin, çeşitli demokratik kitle örgütü ve siyasi parti yöneticilerinin ve konuya ilgi duyanların katıldığı sempozyum tüm gün sürdü. SES ve TTB Başkanlarının açılış konuşmaları ile başlayan sempozyum da Tarık Ziya Ekinci tarafından Anadil, Sağlık ve Hekimlik başlıklı konferans ilgi ile izlendi. Sonrasında Sağlık emekçileri tarafından dil bilmemezlik nedeni ile yaşanılan deneyimler aktarıldı. Sempozyumda TTB Merkez Konsey Üyesi İlhan DİKEN, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Cem KAPTA- NOĞLU, Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Onur HAMZAOĞ- LU, TTB Üyesi Doktor Mustafa SÜTLAŞ, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi Fatma GÖK, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yardımcısı Vahap COŞKUN, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Meclis Başkan Vekili Hacı HASPOLAT ile İspanya dan katılan Valencia Sağlık Emekçileri Sendikası Temsilcisi Rafael Reig Valero sunum yaptılar. ÇALIŞMA YAŞAMI VE HEMŞİRELİK SES Genel Merkezi tarafından 17 18 Nisan 2010 tarihleri arasında sempozyumu yapıldı. Sendikamızın ilk defa yaptığı hemşirelik ile ilgili sempozyuma 29 ilden, 150 200 arası katılım oldu. Sağlıkta Dönüşüm Programının Hemşireliğe Yansımaları başlıklı I. Oturumda Prof. Dr. Tülin ÖNGEN ve Yrd. Doç. Dr. Özlem ÖZKAN birer sunum yaptılar. Hemşirelikte İstihdam ve Örgütlenme Başlıklı II. Oturumda; Yrd. Doç. Dr. Aynur UYSAL, Dünyada hemşirelerin ücretlendirme mekanizmaları ve Türkiye de Performansa dayalı ücretlendirme, Hemşire Figen AYAR, Sağlık Kurumlarında Toplam Kalite Yönetimi Uygulamaları ve bunun hemşirelere etkileri, Yrd. Doç. Dr. Aslıhan ÇATIKER, Dünya ve Türkiye örneklerine dayalı hemşirelerin farklı istihdam ve statülerde çalışması, iş güvenceleri konularında sunum yapmışlardır. III. Oturumda Hemşirelik Mesleğinin Bilimsel Süreç İçindeki Yeri ve Çalışma Koşulları başlığı altında Hemşire Emine UYSAL ın Meslek tanımı ve yasal düzenlemeler i anlatımının ardından illerden gelen hemşirelerin tebliğlerine geçildi ve 24 tebliğ sunuldu. Son oturumda ise Örgütlenme ve Örgütlenmeyi Etkileyen Faktörler başlığı altında panel yapıldı. Panelde; Salime TARİH- Cİ Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı, Uzm. Dr. Sezai BERBER: Mobbing, MYK üyemiz Meryem ÖZSÖĞÜT Örgütlenme konularında konuştular. SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN SENDİKALARIMIZDAN BES ESM SU YAPILARI DENETİM HİZMETLERİ YÖNETMELİĞİ NDE YÜRÜTMEYİ DURDURDUK! 05.08.2009 tarih ve 27320 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Su Yapıları Denetimi Hizmetleri Yönetmeliği ndeki adaletsizliğin peşine düşen sendikamız Danıştay 10. Dairesine açmış olduğu davayı kazanmış ve yürütmeyi durdurma kararını aldırmıştır. BÜRO EMEKÇİLERİ YENİDEN YAPILANMANIN YARATTIĞI SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ VE TALEPLERİ İÇİN MÜCADELEYİ SÜRDÜRÜYOR Her geçen gün, kazanılmış haklarımız İMF patentli yıkım yasalarıyla ortadan kaldırılmakta, insanca yaşama dair bütün kazanımlarımız, kamunun yeniden yapılandırılması adı altında tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Eğitim, Sağlık ve Sosyal Güvenlik hakkı başta olmak üzere, tüm Kamusal Hizmetler paralı hale getirilmekte parası olmayana gayri insani çalışma ve yaşam koşulları reva görülmektedir. Kamu Emekçilerinin İşgüvencesi ortadan kaldırılmaya çalışılmakta, bir kısmı sözleşmeli statüye, bir kısmı da Kamuda Personel Fazlalığı Var söyleminin arkasına saklanılarak tasfiye edilmek istenmektedir. Kamu işyerlerinde giderek 4/B, 4/C vb. statülerde iş güvencesi olmayan istihdam biçimleri yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kamu Personel Rejimi Reformu diye AKP kadrolarının dillendirdiği çalışma, aslında, Kamu Emekçilerinin İşgüvencesini ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Genel olarak uygulanan kamuda yeniden yapılandırma politikaları bir bütün olarak kamuda çalışma yaşamını ve büro emekçilerini de doğrudan etkilemekte ve son dönem mücadelenin yönelimleri de esnek ve kuralsız çalışma koşullarına yönelmekte, işgüvencesi, sağlıklı çalışma koşulları ve insanca yaşam ücreti temel talepler olarak öne çıkmaktadır. 5793 sayılı yasaya Eşit İşe Eşit Ücret Kanunu diyen AKP iktidarı; Kamu Emekçileri arasındaki ücret adaletini sağlamak bir yana dursun, daha da derin bir ücret uçurumu yaratmakta, aynı işi yapan Kamu Emekçileri arasındaki ücret farklılıklarını görmezden gelinmektedir. Uygulanmakta olan ücret politikaları, performans esaslı yönetim modeli, toplam kalite yöntemleriyle kamu emekçileri arasındaki dayanışma ilişkilerini zayıflatırken, Sendikaları da etkisizleştirmeye ve zaafa uğratmaya çalışmaktadır. Elbette Sendikamız ve büro emekçileri tüm bu uygulamaların, hak gasplarının farkında ve hakları ve geleceği için, eşit haklar ve güvenceli çalışma için, insanca bir yaşam için genel olarak Konfederasyonumuz bünyesinde, gerek işkolu düzeyinde, gerek işyeri düzeyinde mücadeleyi örgütlemeye devam ediyor. TARIM ORKAM-SEN Sendikamızın 3. Dönem 6. Başkanlar kurulu toplantısı 17 Nisan 2010 tarihinde, Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, Merkez Denetleme kurulu üyeleri ve 16 şubenin katılımıyla Ankara da yapıldı. Toplantıya Mersin, Şanlıurfa ve Çanakkale şubelerimiz mazeretleri nedeniyle katılamamışlardır. Sendikamızdaki güncel gelişmelerin değerlendirildiği Başkanlar kurulumuz da, aynı zamanda önümüzdeki dönem mücadelenin örgütlenmesine dair de tartışma sürdürülmüştür. Başkanlar kurulumuz sermayenin çok yönlü saldırılarının arttığı ve bu saldırılara karşı birleşik bir emek mücadelesinin örgütlenmesi gereken bir dönemde olduğumuzu ve böylesi bir dönemde sendikamızda ortaya çıkan ayrılma eğilimlerinin kabul edilemez olduğunun altını çizerek, bu tür tutumları mahkum etmiştir. Ayrıştırma yaklaşımlarının; 20 yıla yakın bir zamandır hep birlikte ortak değerlerimiz ve taleplerimiz için, ağır bedeller ödeyerek kurduğumuz mücadele örgütümüze yapılan bir saldırı olarak değerlendirmiştir. GENEL MERKEZ 16. İtalya Genel Emek Konfederasyonu (CGIL) Kongresi 5-8 Mayıs 2010 tarihlerinde Rimini de gerçekleşen 16. İtalya Genel Emek Konfederasyonu (CGIL) Kongresi ne Konfederasyonumuzu temsilen KESK Genel Sekreteri Emirali ŞİMŞEK katıldı. Küresel krizin ve İtalya da yükselen ırkçılığın ön planda olduğu Kongre de, İtalya daki üç büyük konfederasyonun (CGIL, UIL ve CISL) Genel Sekreterleri, kriz döneminde Sendikamızın tüzüğünde de ifade edildiği gibi; Tarım Orkam-Sen dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, inanç ayrımı yapmaksızın, tüm emekçilerin birlik ve dayanışmasını esas alır yaklaşımı örgütsel yaşamımızda da vazgeçilmez ilkemizdir. Her türlü farklılıklarımıza rağmen kuruluşumuzdan beri yürüttüğümüz emek ve demokrasi mücadelesini, bundan sonrada yan yana omuz omuza aynı kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz. Başkanlar kurulumuz; Tarım Orman ve Çevre alanında yıllardır sürdürülen piyasacı anlayışın en son uygulamalarından olan Tarım ve Gıda Yasa Tasarısına karşı etkin mücadele edeceğini belirtmiştir. Başkanlar kurulumuz önümüzdeki dönem örgütlenme ve mücadele açısından da bir tartışma sürdürmüş ve 1 Mayıs ile 26 Mayıs a yönelik işyeri eksenli çalışmaların artırılmasını kararlaştırmıştır. Çalışma hayatında ve işkollarımızda güvencesiz ve sözleşmeli istihdamın yaygınlaştırılmaya çalışıldığının altını çizerek, güvenceli çalışma ve insanca yaşam ve çalışma koşullarını merkeze alan birleşik bir mücadelenin bir parçası olmamız gerektiğini ifade etmiştir. işbirliğinin önemine dikkat çektiler. Kongreye katılan ITUC Genel Sekreteri Guy Ryder ise, İtalya açısında cevap verilmesi gereken sorunun Emeğe hizmet eden bir Cumhuriyet mi, yoksa piyasaya hizmet eden bir Cumhuriyet mi? olduğunu belirtirken, ETUC Genel Sekreteri John Monks artık sadece şirketlerin Avrupası gibi bir anlayışa karşı gerekli düzenlemelerin geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Emirali ŞİMŞEK, kongre sırasında Yunanistan da yaşanan olaylara ilişkin üzüntülerini Yunanistan dan katılan delegasyonla paylaşırken, dayanışmanın altını çizdi. İsveç Profesyonel Çalışanlar Konfederasyonu (TCO) Ziyareti İsveç Profesyonel Çalışanlar Konfederasyonu nun (TCO) daveti üzerine Konfederasyonumuzu temsilen Başkanlar kurulumuz kamuoyunda sürdürülen anayasa ve demokratikleşme tartışmalarını da değerlendirerek; AKP hükümetinin yeni anayasa tartışmasını kendi ihtiyaçları üzerinden açtığını belirterek, ihtiyaç olanın özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik bir anayasa olduğunun altını çizmiştir. Kamu emekçilerinin grev ve tis hakkının olmadığı, seçim barajlarının varlığını koruduğu, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün olmadığı, çoğulcu anlayışı reddeden bir anayasa adı yeni de olsa 12 Eylül anayasasının kendisidir. Başkanlar kurulumuz ülkede halkları karşı karşıya getirecek provakatif faşist girişimleri ve ona olanak sağlayan siyasal yaklaşımları da kınayarak; barış, eşit haklar temelinde bir arada yaşam ve halkların kardeşliği mücadelesini inadına sürdüreceğini ilan etmiştir. Başkanlar kurulumuz konfederasyonumuz KESK in ve sendikamız Tarım Orkam- Sen in insanca yaşam, insanca çalışma koşulları ve demokratik Türkiye mücadelesini her türlü baskı, sindirme ve etkisizleştirme politikalarına karşı dün olduğu gibi, bundan sonrada kararlılıkla sürdüreceği konusunda ortak iradesini beyan eder. KESK Genel Sekreteri Emirali ŞİMŞEK, 19 21 Mayıs 2010 tarihlerinde TCO ile İsveç te temaslarda bulundu. Sendikal hakların en temel insan hakkı olduğu ve hak ve özgürlüklerin yerleşebilmesi için işbirliğinin gerekli olduğunun vurgulayan Emirali ŞİMŞEK, sancılı yıllardan geçildiğini ve bu dönemde dayanışmanın geliştirilmesinin önemli ve gerekli olduğunun altını çizdi. Görüşmelerde, işbirliği ve dayanışmanın ana hatları üzerinde görüşüldü. Temaslar sırasında çeşitli emek, demokratik kitle ve insan hakları örgütlerinin katıldığı konferanslar gerçekleştirilerek, Türkiye deki sendikal hak ihlalleri ve demokratikleşme önündeki engeller ve bu yaklaşım ve politikalara yönelik verilen mücadele deneyimleri paylaşıldı.

16 Yüksek İdari Kurul da Görüşlerimizi İfade Ettik TİS HEMEN ŞİMDİ! 2 Haziran 2010 tarihinde yapılan Yüksek İdare Kurulu Toplantısında görüşlerimizi ifade ettik. TİS ve Hukuk Sekreterimiz Adnan Gölpunar KESK in görüşlerini dile getirdi: Yüksek İdari Kurul toplantısının olsa olsa toplu sözleşme gündemi çerçevesinde olabileceğini belirtmek isterim. Nitekim referanduma sunulacak son anayasa değişikliği paketinde de toplu görüşme yerine toplu sözleşme ifadesi getirilerek Hükümet tarafından da toplu görüşme mekanizmasının iflası teyit edilmiştir. Dolayısıyla öncelikle bu toplantının birinci gündem maddesinin toplu sözleşme ve grev hakkımız ve yine bu haklarımızı kullanmamız yönünde yaşadığımız sıkıntılar olması gerekmektedir. Hükümet uzunca bir süredir kamu emekçilerine toplu sözleşme hakkı verileceği vaadinde bulunuyordu. Yakın zamanda yapılan Anayasa değişiklikleri arasında kamu emekçilerine toplu sözleşme hakkı tanınmıştır. Ancak düzenlemenin içeriğinin kamu emekçileri ve konfederasyonumuz yönünden kabul edilemez. Yıllardır yürüttüğümüz fiili ve hukuksal mücadele ile, Anayasanın 90. maddesi bağlamında bağlayıcı olan uluslararası sözleşmeler ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin kararlarıyla varlığı tanınan toplu sözleşme ve grev hakkı, ne yazık ki güvenceye kavuşturulmamaktadır. Bilindiği üzere grev hakkı, toplu sözleşme hakkının ayrılmaz bir unsurudur. Bu gerçeklik gerek AİHM kararları gerek Avrupa Sosyal Haklar Komitesi ve ILO komite kararlarında da sıkça dile getirilmektedir. Bu duruma karşın, grev hakkımız anayasal güvenceye kavuşturulmadığı gibi; barışçıl bir çözüm yolu olan Uzlaştırma Kurulu kararlarına kesinlik atfedilerek bu aşamada grev hakkımız fiilen yeni bir engelle karşı karşıya bırakılmak istenmiştir. Böylece toplu sözleşme hakkı da fiilen kullanılamaz hale getirilmek istenmiştir. Öte yandan Uzlaştırma Kurulu nun kararlarına karşı yargı yolu kapatılarak temel hukuk kuralları çiğnenmiştir. Diğer yandan Anayasa değişiklikleri çalışmaları sırasında demokratik bir yöntem benimsenmemiş, taslağa ilişkin usule ve esasa eleştiriler dikkate alınmamış ve bunun sonucunda insan hakları hukukunun temel ilkleri ihlal edilmiştir. Bilindiği gibi insan hakları hukukunun temel ilkelerinden biri temel hak ve özgürlüklerin referanduma sunulmamasıdır. Grev ve toplu sözleşme hakkı da temel hak ve özgürlüklerden olduğu için referanduma sunulamaz. Hükümet büyük bir yanlış yaparak temel hak ve özgürlüğüne ilişkin bir değişikliği ayrı bir madde olarak değil, paket içerisine sokarak referandum sürecine götürerek insan hakları kavramının özünü hiçe saydığını bir kez daha göstermiştir. Anayasa Mevcut Haliyle Grevi Yasaklamıyor Bildiğiniz gibi toplu görüşme sisteminin kamu emekçilerinin iradesini tamamen dışlaması, grevli toplu sözleşme hakkının tanınması istemiyle uzunca bir süredir konfederasyonumuz toplu görüşmelere katılmamaktadır. Geçen yıl yapılan açıklamalar dikkate alındığında diğer konfederasyonların da toplu görüşme sürecinin anlamsızlığı konusunda bizimle aynı noktaya geldiklerini görüyoruz. Geç da olsa bu aşamayı gelinmesi kamu emekçilerin hak ve çıkarları açısından sevindiricidir. Bu son duruma ilişkin ise; her tür oyalama dayatmalarına karşı tavır alınması ve birlikte hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bir süreçtir, önce toplu sözleşme yapalım sonra da grev hakkımız için gereğine bakarız demeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü grevsiz toplu sözleşme demek, toplu görüşme mekanizmasının farklı biçimde devam ettirilmesi demektir. Hükümetin yeni bir oyalamacasına destek olacakların yandaş olmaktan kurtulamayacakları açıktır. Bu nedenle buradan hemen toplu sözleşme masası kurulması ve grev hakkımız önünde engel olunmaması çağrısı yapıyoruz. Kaldı ki, bu saatten sonra toplu görüşme mekanizmasında mevcut haliyle ya da yapılacak rötuşlarla ısrar etmek emekçilerle alay etmektir! Bu nedenle bu yıl yapılacak olan görüşmelerin toplu sözleşme olmasındaki ısrarımızı ve kararlılığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bilindiği gibi, Gaziantep Belediyesi ile Tüm Bel Sen arasında 1993 yılında yapılan toplu sözleşmenin uygulanmaması nedeni ile iç hukuk tüketilmiş ve AİHM e başvurulmuştu. AİHM in 34503/97 sayılı Demir ve Baykara- Türkiye davasında 21 Kasım 2006 günü verdiği kararda, yapılan toplu sözleşmenin İLO sözleşmeleri uyarınca kabul edilmesi ve gereğinin yerine getirilmesi belirtilmiş olup, Türkiye AİHS in 11. maddesini ihlal ettiği tespiti yapılmıştır. T ü r k i y e t e m y i z tale- biyle AİHM Büyük Dairesi ne başvuruda bulunmuş, Büyük Daire 12 Kasım 2008 de daha önceki kararı onaylayarak emekçilerin TİS hakkının gereğinin yerine getirilmesini kararlaştırmıştır. Bu karardan sonra kamu emekçilerinin toplu sözleşme ve grev hakkı tartışmasının bittiği ve Hükümetin buna uygun adım atması gerektiği çok açıktır. Dolayısıyla nasıl uygulanacağı bile belli olmayan, grev hakkının kullanımını engelleyen son anayasal değişiklik sorunu çözmek yerine içinden çıkılması güç yeni durumlar yaratacaktır. 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu nun sendikal hak ihlallerine kaynaklık eden içeriği, sadece Türkiye de değil, uluslararası alanda da eleştiri konusudur. ILO örgütlenme özgürlüğü ve uzmanlar komitesi raporlarında isabetle belirtildiği gibi bu yasa, 87, 98 ve 151 Sayılı ILO sözleşmelerini ihlal etmektedir. Yasanın bazı maddelerinin revize edilmesi sorunu çözmeyeceği gibi, TİS ve grev hakkı olmayan, adeta dernek görünümünde bir sendikal yapının devam etmesini sağlamanın ötesine geçilemeyecektir. Anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle mevcut yasalar arasında herhangi bir çelişki söz konusu olduğunda, uluslararası sözleşmelerin esas alınacağı Anayasa hükmü haline getirildi. 87, 98 ve 151 Sayılı ILO sözleşmeleri ile 4688 Sayılı Yasa arasında çok ciddi bir çelişki olduğu bilinmektedir. Anayasa değişikliğiyle birlikte artık 87, 98 ve 151 Sayılı ILO sözleşmelerinin esas alınması gerekmektedir. Bilindiği gibi, Türkiye geçen yıl ILO Aplikasyon Komitesi nin ILO 87 ve 98 sayılı sözleşmelerini ihlal eden ülkeler listesine alındı. ILO nun geçen yılki Konferansı nda çalışma yaşamındaki kısıtlamalar ve hak gaspları, Konfederasyonumuza yönelik geliştirilen baskılara yönelik de ciddi eleştiriler ve uyarılar yapıldı. Aradan bir yıl geçmesine rağmen baskıların azalması bir yana daha da yaygınlaşarak devam etmiştir. Önümüzdeki günlerde bu sorunların ILO Konferansında ele alınacağı açıktır. 4688 sayılı kanundaki kısmi güvenceler ile ILO Sözleşmelerine rağmen, bu dönemde de çok sayıda yönetici ve işyeri temsilcimizin sürgün edilmesi, haklarında soruşturmalar açılması, cezalar verilmesi uygulamalarına ek olarak artık toplu gözaltı ve tutuklama furyası başlatılmıştır. Hükümet, Konfederasyonumuza yönelik baskılarını değişik neden ve yöntemlerle giderek artırmakta, sistematik hale getirmektedir. AKP hükümeti ve çatışmalı ortamdan beslenen kesimler çalışma yaşamındaki anti demokratik uygulamalara, örgütlenme, TİS ve grev önündeki engellere ve militarist politikalara karşı yükselttiğimiz mücadelenin önünü kesmek ve sindirmek istemektedir. İçinde genel merkez ve şube yöneticilerimizin de bulunduğu onlarca arkadaşımız çeşitli mahkemelerde yargılanıyor. Başbakanlık genelgeleri adeta hükümsüz niteliğinde kalıyor ve en sıradan sendikal faaliyetlerimiz soruşturma konusu, tutuklanma gerekçesi oluyor. Halen çeşitli cezaevlerinde 7 arkadaşımız tutuklu olarak bulunmaktadır. Bu uygulamaların mücadele azmimizi kırmak bir yana, aksine mücadelemizin anti demokratik güç ve odakları ürküttüğünün bilinciyle, fiili ve meşru mücadelemizi yükselteceğinden kimse kuşku duymamalıdır. Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılıncaya ve örgütümüze yönelik baskılar durduruluncaya kadar özgün eylem ve etkinliklerimiz devam edecektir. Böylesi bir ortamda, Yüksek İdari Kurul Toplantısının neyi çözeceği, emekçilerin hangi sorunlarına çözüm arayışında olacağı noktasında da fazla bir beklentimizin olmayacağı açıktır. Hükümet, bu tür kurullarla biz emekçilerin temsilcilerinin görüşünü aldığı, karar süreçlerine kattığı izlenimini vermeye son vermelidir. Eğer bu kurulun bir ciddiyeti ve inandırıcılığı olacaksa, buradaki temel gündem toplu sözleşme ve grev hakkımız, önündeki engeller ve çözüm şeklinde olmalıdır. Hükümetin bu yönde bir açıklama yapması ve Konfederasyonları toplu sözleşmeye davet etmesini beklemekteyiz. TİS çağrısının ve kararının çıkmayacağı bir toplantıda, diğer gündem maddelerinin tartışılmasının bir anlamı olmayacaktır. Konfederasyonumuz gündem maddeleri önerisini yapmakla birlikte, gündemin birinci maddesi olan TİS ve grev hakkımıza ilişkin somut bir gelişme kaydedilmemesi durumunda diğer maddelere ilişkin görüş belirtmeyecektir. Kaldı ki, Konfederasyonumuz şimdiden TİS sürecini başlatmıştır. Bu talebe cevap vermeyen işverenler ve Hükümet uluslar arası sözleşmelere, AİHM kararlarına aykırı davranmakta, hukuku çiğnemektedirler.