Davutoğlu'nun şifreleri



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Cumhuriyet Halk Partisi

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

Cumhuriyet Halk Partisi

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!..

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

AKP'li Başkan, Peygamberin oğlu Tayyip dedi mi? Sözcü yalan mı söylüyor?

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

Personel alımları devam edecek

MÜSİAD Başarılı Öğrenciler Ödül Töreni KARADENİZ EREĞLİ 7 HAZİRAN 2018 Sayın Kaymakamım, Sayın Milletvekilim, Sn Rektörüm, Belediye Başkanlarım,

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Biz yeni anayasa diyoruz

NEWSLETTER 12 TEMMUZ 2016 MİLLİ MEDYA KURULUŞLARINDA TEMİZLİK BAŞLIYOR!

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Onlar konuşur, AK Parti yapar

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayram namazı sonrası açıklama yaptı

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNE AZERBAYCAN DAN BAKIŞ

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

YAŞ ta bedelliye olumlu bakıldı

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

Sosyal Araştırmalar Enstitüsü 1 Kasım 2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

YENİ AKİT GAZETESİ İNTERNET SAYFASINDAKİ TARİHLİ HABERE İLİŞKİN YORUMUM AŞAĞIDADIR. Erdoğan: Bedeli suç işleyen ödesin

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

Çoğunluk olmak, azınlığı yok saymak

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

ACR Group. NEDEN? neden?

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

Eyicil: Kahramanmaraş ın Sevdalısıyım

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?

Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu adına hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

CHP'lilerin telefonlarının izlenme skandalında kritik bilgiler

Cumhuriyet Halk Partisi

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

HAKAN ÇAVUŞOĞLU: YUNANİSTAN İÇİN ELİMİZİ TAŞIN ALTINA KOYMAYA HER ZAMAN HAZIRIZ" Cumartesi, 04 Kasım :31

Perşembe İzmir Gündemi

Şehit yakınları ve gaziler için iş kurası

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

Devrim Öncesinde Yemen

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

Türkiye nin Milli Güvenliği: Güncel Durum ve Gelecek

AKM restorasyonu için protokol imzalandı

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ -6-

Başbakan Yıldırım, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

3.2. Projenin Hedefleri: Söz konusu projemiz ile,

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

EKİM 2014 KAHRAMANMARAŞ SELİM IŞIK

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

Macit Gündoğdu:2019 Yerel Seçimleri ne hep beraber emin adımlarla yürüyeceğiz

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM YORUMLARI VE SONRASINDA BİZİ BEKLEYENLER

MKÜ de İftar Coşkusu. Akademik ve İdari Personel İçin Düzenlenen İft ara Büyük Kat ılım Oldu

TOPLU KONUTLARIN TEMELİ, 12 ŞUBAT RUHUYLA ATILDI

ABD - AB SERBEST TİCARET ANLAŞMASI Ve TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ

Hollanda Türkevi Topluluğu nun Ankara Ziyareti

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

Transkript:

On5yirmi5.com Davutoğlu'nun şifreleri Yazarlar bugün gündemi nasıl değerlendirdi? Yayın Tarihi : 22 Ağustos 2014 Cuma (oluşturma : 8/27/2015) Hayrettin Karaman, Ömer Lekesiz, Yusuf Kaplan, Fatma Barbarosoğlu, İbrahim Karagül, Faruk Beşer, Mehmet Şeker, Haşmet Babaoğlu, Burhanettin Duran, Mehmet Barlas, Mahmut Övür, Hasan Bülent Kahraman, Beril Dedeoğlu, Mustafa Kartoğlu, Ahmet Taşgetiren, Sibel Eraslan, Ahmet Kekeç, Kurtuluş Tayiz, Emin Pazarcı ve Melih Altınok bugün önemli konuları ele aldı... Hayrettin Karaman: IŞİD, Boko Haram, el-kaide vb. Başka bir yazıda Peygamberimiz'in (s.a.) insanları neye nasıl davet ettiği, Müslüman olmam diyenlere ne yaptığı konusunda önemli bir hadisin mealini vereceğim. İlgili âyetler ve hadisler ile bunları ehliyetle yorumlamış ve İslam'ın hükmünü ortaya koymuş olan alimlerin yazdıklarına ve asırlardır süregelen uygulamaya baktığımızda, yazının başlığında birkaçının adını zikrettiğim grupların ve bunlara ait İslam anlayışı ve uygulamaların 'sahih İslam'dan çıkmayacağı kesindir; yani bu grupları İslam doğurmamıştır, bunların nesepleri sahih değildir, 'nikahsız başka babalar'dan doğmuşlardır. Çağımızın önde gelen alimlerinden Ali Muhyiddîn Karadâğî'nin el-cezîre Türk'e verdiği röportajda bu muzır cereyanların ve grupların ne zaman ve nasıl ortaya çıktıklarına dair dikkat çekici tespitler var: '...Bunlar İslam dünyamızda son yıllarda ortaya çıktı. Başlangıçta selefi düşünce ismiyle çıksa da, kökleri, Müslümanların kimi dost, kimi düşman bileceği konusundaki hükmünün katı, daraltılmış ve sert anlayışına dayanıyor. Onlar bu düşünceyi daraltınca belli vasıfların dışında kalanları İslam milletinin dışındakiler olarak algıladılar... Bu katı düşünce daha sonra gelişti ve özellikle baskıcı rejimlerin hapishanelerinde hayat buldu. Mesela ilk çıkışı Mısır hapishaneleri olmuştur. İçeriye atılanların, etraflarındaki polis ve askerlerde düşündükleri İslam vasıflarının hiçbirisini görememeleri sert fikirlerinin zeminini oluşturdu. Bu fikri sahiplenen Muhammed Şükrü Mustafa kurduğu gruba 'Tekfir ve Hicret Cemaati' adını verdi. Onun bu fikrine yine kendisiyle aynı dönemde cezaevinde bulunan ve işkence gören İhvan Genel Sekreteri Hasan Hudeybi karşı çıktı ve onların bu fikrine reddiye olarak yazdığı kitaba 'Yargıçlar Değil Davetçiler' adını verdi. O dönem İhvan üyeleri onlardan çok daha fazla işkence görüyor ve öldürülüyorlardı ama anlayışları farklıydı. Şunu diyorlardı, ne yaşanırsa yaşansın, biz Allah yolunda sınırımızı aşıp 'insanları İslam'a davet yerine haklarında hüküm verici olamayız. Bir insana 'kafir veya değil' demek, onun hakkında hüküm vermektir... 'Aslında bazıları geri adım attı. Gençlerin arasında bu düşüncenin yayılmasının iki nedeni var. Fikirde katılık ve baskıcı yönetimlerin yaptığı uygulamalar. Allah'ı tanımayan, onun hükümlerini dikkate

almayan baskıcı, zalim rejimler onları bu katılığa itti. 'Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyenler kafirlerin, fasıkların ta kendileridir' mealindeki ayetin zahiri anlamını alarak bu tezlerini savundular. Gerçekten de o yöneticilerden bazıları İslam'a savaş açmıştı. Aslında buna karşı mücadelenin yolu tekfir etmek değildir, buna ragmen, bu fikirler ortaya çıktı. 'Gençler zaten hırslı ancak şunu da söylemek lazım; bu dönemde arabulucu, ılımlı alimler gerekli olan ortayı bulma yolunda görevlerini yapmadılar. Böylece onlar bu boşluğu doldurmuş oldular... Bu gruplara bazı Arap ülkelerinden büyük mali yardımlar da yapıldı. Buna 'Gerçek selefilik' diye güzel de bir isim buldular. Oysa gerçek selefilik bu değil. Ilımlı selefiliği kasdetmiyorum, buna göre biz de selefiyiz. 'Tekfir ve Hicret fikri ortaya çıktıktan sonra Mısır'daki cihadı önceleyen kişiler bunu sahiplendi. Devlet Başkanı Enver Sedat'ın öldürülmesini organize ettiler, hapse atıldılar, Sonra bunlardan bir kısmı geri adım atıp bunu kitaplaştırdılar. Ancak bu düşünce doktor Zevahiri üzerinden Afganistan'a ulaştı. Usame bin Ladin bu fikirden etkilendi. Parası ve gücü vardı ve o dönem Körfez ülkeleri cihadı destekliyordu. Sonra mücahitler kendi aralarında ayrılığa düştüklerinde, bu fikirlerin yayılması için zemin bulunmuş oldu. Mücahitler o dönemde orta yollu bir İslami düşünceye, İhvan ya da benzer düşüncelere sahipti. Ama kendi aralarında ayrıştılar... 'Böyle bir ortamda Arap Baharı ortaya çıktı. Önce Tunus kendi baskıcı yöneticisinden kurtuldu, sonra Mısır. Arap Baharı sürecinde sertlik yanlılarının gücü azaldı. Ama ılımlılar, doktor Mursi hedef alınınca, dediler ki bizim savaşmaktan başka mücadele yolumuz yoktur. Şunu bilelim ki; bu düşünceler her zaman doğal olmayan ortamlarda yayılır. Özgürlük ortamları, serbestiyet olsa bu fikirlerin zemin bulması mümkün olmaz. Arap dünyasında insanlara serbestçe gösteri yapma hakkı tanınsa, bu tür durumlar yaşanmaz. Yönetimlerde, yöneticilerde değişimler olsa bu fikirler yayılmaz. Ülke liderleri Allah'ın dinine önem verseler bunlar çıkmaz... 'Bu düşünceler yabancılar tarafından kullanılıyor. Batılılar, Osmanlı sonrası İslam dünyasıyla askeri yöntemle savaşmak yerine kültürel savaşı planladı. İslam dünyasında bölünmeler oluşturma planları yaptılar. Bunu da iktidarlar üzerinden değil, fikirler üzerinden planladılar... İslam dünyasını bölecek yeni düşünce arayışlarını gittiler ve bu doğrultuda işte bu cemaatleri buldular... 'Sertlik yanlısı bu kişiler kendilerine en büyük düşman olarak ılımlı İslam'ı görüyorlar. Mesela bugün Irak'ta Afganistan'da, ya da başka bir yerde Müslüman Kardeşler'den birini gördüklerinde, öldürüyorlar, kesiyorlar... Ömer Lekesiz: Ali Bulaç'ın muhasebeleri Ali Bulaç, bu köşede yer alan beş (Y. Şafak; 13, 17, 22, 25, 27 Temmuz) yazım üzerine, 2-21 Ağustos tarihleri arasında 2'si 'Muhasebe', 3'ü 'AK Parti ve İslamcılık', 3'ü 'Cemaat(ler) ve devlet', 1'i 'Cemaatlerin devletle ilişkileri' başlıkları altında 9 yazı yazdı. Bir de 'sonuç' yazısı yazması

beklenebilir ama bu muhtemel yazıyı (cevaplarımı içerecek olan yazılarımın tarihine denk düşeceği için gerekli olursa onun da üzerinde durabileceğimden) beklememe gerek kalmadı. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Ali Bulaç'la konuştuğumuz ve konuşabileceğimiz hususlar inancımızın özüne ilişkin hususlar değildir ve inşallah hiç olmayacaktır. Hamdolsun ikimiz de kaydi bilgi, zihniyet ve kültür olarak 'İslam dairesi'nin içindeyiz; 'fikri nesep' bağıyla hısımız, dolayısıyla 'hasım' değiliz. Öte yandan Ali Bulaç, İslamcılık düşüncesini sureten öğrenmek ve sireten izlemek bakımından da kendisine borçlu olduğum biridir. Elbette benim İslamcılığım onun İslamcılığıyla aynı öze sahiptir ancak aynı forma sahip değildir. Ali Bulaç'ı buna 'da' bağlı olarak eleştirebilirim ama üzerimdeki hakkını inkar edemeyeceğim gibi, kendisinin 'siyaseten taraf değiştirmesi' durumunda da onu sadece 'taraf değiştirmiş biri' olarak aklımda tutar, saygımdan ve sevgimden vaz geçmem. Bu bağlamda 'Ali Bulaç' dediğim her yerde aslında 'Ali Abi' dediğimin farzedilmesini talep ederim. İlgili yazılarımda Ali Bulaç'a neyi sorduğumu, ayrıca onun 9 yazısında da yer aldığı için tekrar etmeme gerek yok. Kaldı ki Ali Bulaç da ilk 2 yazısını muhasebe yapmaya ayırmakla konuşma konumuzu kendisinin mevcut tutumundaki 'karışıklık' ve bu karışıklığı telafi etme esası üzerine kurarak, son tahlilde 'Bugün geldiğimiz nokta benden sonrası tufan diyen; ezilenlerin, dışlananların sesine kulaklarını tıkayan ve 'Rabbena, hep bana' diyenlerin iktidarıdır. Bu iktidarı eleştirmek sol, milliyetçi, sağcı ve liberallerden önce İslamcıların görevidir. Ben bir parti veya cemaat adına değil, kendi adıma ve bireysel Müslüman kimliğimle görevimi yerine getirmeye çalışıyorum' dedi. Daha şuracıktaki 'birey' kelimesine bakarak, Ali Bulaç'ın muarızlarınca mezkur 'karışıklık'la nitelenmesinin hiç de boşuna olmadığını, bilakis bu karışıklığa dair bilgiyi onlara doğrudan kendisinin verdiğini söyleyebilirim. Çünkü: 1-İlk yazısında kendisini 'bireysel Müslüman kimlikle' nitelerken 6.'sında şunu yazdı: 'Şahsiyet İslam'a, birey Aydınlanma'ya aittir. Şahsiyet sahibi insan Allah'a kulluk eder, birey Allah'a meydan okur.' 2-'Lügatle pehlivanlık olmaz!' (Ali Nihat Tarlan) Ali Bulaç'tan istirhamım, bu çelişkisini vurgulayışımı lütfen polemik yaptığıma yormasın. Şundan ki, zikrettiğim çelişki Ali Bulaç'ın son aylarda yazdığı yazılarda, paralel medyaya verdiği söyleşilerde Hizmetçileri açıkça savunduğu herkesçe görülüyor ve biliniyorken onun 'dışlananların, ezilenlerin haklarını savunma görevini yerine getirdiği' iddiasını ısrarla ileri sürmesi söz konusu karışıklığın haberi mahiyetindedir. Öte yandan onun öncelikle zihnindeki karışıklık nedeniyle mevcut tutumundaki karışıklığa maruz kaldığı yolundaki kanaatlerini e-posta yoluyla bana iletenlerin sayısı da hiç azımsanacak gibi

değildir. Bu noktada Ali Bulaç'ın 'kötülüğü sabit olmuş bir iktidarı eleştiriyorum' demesi bu yaygın kanaati ortadan kaldırmadığı gibi, zikrettiğim yazılarındaki aşırı tekrar ve sair çelişkiler de (ki inşallah bunlar üzerinde duracağım) söz konusu durumunu belgelemektedir. İstitraden belirtmeliyim ki, düşünen biri için çelişki de tekrara düşmek de düşünme fiilinin özüyle bağdaştığından mümkün ve makul görülebilen iki insani haldir. Bu iki hal, Ali Bulaç'ta 'muhasebe' yapma ihtiyacının tekrarıyla birleştiği için 'sorgulanabilirlik' boyutuna taşınmaktadır. Çünkü muhasebe, hesaplardaki karışıklığı gidermek üzere yapılır. Deyim yerindeyse işlem ve rakam bolluğu muhasebe yapmayı zorunlu kılar ki, bunun aslı da muhtemel bir karışıklığın kabulünden (potansiyel bir durumdan) kaynaklanır. Bunlardan hareketle şimdi üzülerek şunu düşünüyorum: Eğer bu zihni ve fiili karışıklık söz konusu olmasaydı Ali Bulaç 24.02 2014'te 'Belirtmek gerekir ki İslam referanslı siyasetten uzak durup ağırlıklı olarak sosyal faaliyetlere yönelen cemaat ve gruplar da bu konuda en ufak bir gayret göstermediler, 'Biz siyasetle uğraşmıyoruz' diye kamusal ve toplumsal karar alma mekanizmalarını ve süreçleri laik partilere bıraktılar, ancak son zamanlarda bunun çıkar yol olmadığını anlayıp devlet ve iktidar üzerinde imal-i fikr etmeye başladılar; biz de sosyolojinin bir parçasıyız siyasette sözümüz olmalı deyince kıyamet koptu. Bu Osmanlı-modern izdivacın çocuğu devlet 'şerik' kabul etmez' sözleriyle ortaya koyduğu 'net tutum'undan ve 'doğru yorum'undan bugün 'Hizmetçilere hizmet eden olması' hükmünü pekiştiren bir kamuoyu kabulüne maruz kalmayabilir ve yine bu bağlamda o gün 'cemaat ve gruplar da bu konuda en ufak bir gayret göstermediler' diyerek cemaatleri tek bir grupta toplayıp, külliyen 'gayretsiz' olarak nitelerken bugün 'Hizmetçiler haklı, iktidar haksız; Hizmetçiler masum, iktidar suçlu' iddiasını içeren bir ayrımı gereksinmeyebilirdi. Yusuf Kaplan: Postmodern hazcılar ve 'hacılar'la nereye kadar? Yaklaşık yüzyıldır Batı uygarlığını- öncelikle kurumları ve hegemonya biçimleri açısından- büyük ölçüde Amerika temsil ediyor. Amerika'da düşünce üretilmiyor. Tarihî derinliği, felsefî gelenekleri, özgün kültürel dinamikleri ve 'müzikalitesi' olmayan bir yerde, elbette ki, düşünce üretilemez. Bugün düşünce, hâlâ Avrupa'da üretiliyor, Amerika'da öğretiliyor, bütün dünyada da tüketiliyor. Batı'da düşüncenin esas itibariyle Avrupa'da üretiliyor olmasının nedeni, modern Batı uygarlığının fikir, sanat ve hayat-dünyasının köklerinin ve dinamiklerinin Avrupa'da geliştirilmiş olması. POSTMODERN 'HACI'LAR, HAZCILAR VE NARSİST İTİRAFÇILAR

Avrupa, yaklaşık yüzyıldır tarihten çekildi. Yarım asırdır yeniden tarihe girmeye çalışıyor. Batı'da düşünce Avrupa'da üretiliyor, dedim ama aslında Avrupa'da üretilen çağdaş düşüncenin özgün bir yanı yok: Postmodern Avrupalı düşünürler, şerhçilik yapıyorlar ve narsisizm çukurunda debelenip duruyorlar sadece. Avrupa'da modern düşüncenin temellerini Descartes attı. Kant, modern düşüncenin gediklerini 'devâsâ bir şal'la büyük bir maharetle kapattı. Hegel, abartılı bir şekilde modern düşünceyi, hayatdünyasını ve modern devleti putlaştırdı. Nietzsche, modern dünyanın ve düşüncenin temellerinin son derece çürük olduğunu gösterdi; pozitivizmle düşünceyi tıkayan ve donduran modern Avrupa düşüncesinin Avrupa'yı ve bütün insanlığı felâketlerin eşiğine sürüklediğini haykırdı. Wittgenstein, felsefenin; Heidegger'se düşüncenin bittiğini ilan etti. Nietzsche-sonrası Avrupa düşüncesi, esas itibariyle şerhçilik'tir: Postmodern düşünce, düşüncenin ve düşünmenin bittiğinin ilanıdır aslında. Postmodernler, o yüzden, bütün düşünme çabalarını, modernliğin hakikati, hayatı ve insanı bitiren günah galerisinde itiraflarda bulunan zamane 'hazcı'ları' ve 'seküler hacı'ları'dır. Hazcılık'la 'postmodern hacı'lık' birbirinin ikiz kardeşidir ayrıca. Derrida'dan Foucault'ya, Lyotard'dan Deleuze'e kadar bütün postmodern düşünürler, Batı'da düşüncenin bitişini itiraf eden, itirafı kutsal bir arınma / hac yolculuğuna dönüştüren, işi nomad'lığa / 'göçebeliğe' vuran, insanlığı izafileşme ve nihilizm biçimlerinin eşiğine getirip bırakan modern düşüncenin mezar kazıcılarıdır esas itibariyle. DELİLİKLE DÂHİLİK ARASINDA NIETZSCHE'NİN FİKİR ÇİLESİ Yalnızca modern düşüncenin değil, Greklerden itibaren bütün antroposantrik (insan-merkezci, yani insanı Tanrılaştıran) Batı düşüncesinin mezar kazıcılarının pîrî elbette ki, Nietzsche'dir. O yüzden, çağdaş düşüncede Nietzsche, milattır; bütün yollar Nietzsche'ye çıkar. Ancak Nietzsche'yle postmodern şakirdleri arasında büyük bir fark var: Nietzsche, modernliğe ölümcül darbeyi vuran bir nihilist olarak, nihilizmin insanlığı büyük bir felâketin eşiğine sürüklediğini iliklerine kadar hissetmiş, bu yüzden, insanlığın varoluşsal sorunlarını bütün hücrelerine kadar yaşadığı için 11 yıl boyunca delilikle dâhilik arasında nefes alıp vermeye çalışmıştır. Postmodernler, Nietzsche'nin üst-insan ahlâkının yanından yöresinden bile geçecek bir yere ulaşamadılar hiçbir zaman. O yüzden, yalnızca itirafın hazzını yaşayarak, narsisizm yaparak seküler hacılıklarının keyfini sürdüler, sürüyorlar...

AVRUPA'NIN SAHTE 'ÖLÜM' TARLALARI Postmodern düşünürlerin itirafçı hazcılıklarının ve hacılıklarının çapının çok gerisine düşen Fransız sosyoloğu Alain Touraine, 'Bugünün Dünyası İçin Yeni Bir Paradigma' başlığıyla çevirebileceğimiz yedi yıl önce yayımlanan kitabında, Avrupa toplumunun üç ölümü'nden sözeder. Touraine'e göre, Avrupa toplumu, yakın tarihte üç ölümle kıyasıya boğuşmuştur... Avrupa toplumunun birinci ölümü, 'dinamik gerilimlerin yokolması'dır. Avrupa toplumlarında, dinamik gerilimlerin kaynağı, demokrasidir, Touraine'e göre. Avrupa toplumunun boğuştuğu ikinci 'ölüm', Nazizm, Komünizm gibi 'baskıcı diktatörlüklerin zuhûru'dur. Avrupa toplumunun mücadele ettiği üçüncü ölüm biçimi ise, 'serbest pazar ekonomisinde voluntarizmin yokolması'dır. Görüldüğü gibi, düşüncenin derinliklerinde yol alabilecek çaptan uzak bir Fransız sosyoloğunun, Avrupa'nın 'ölümleri'ne ilişkin sosyolojikleştirici, o yüzden de, asıl sorunu, varoluşsal sorunu göremeyen 'gözlemleri' bunlar. HAKİKAT 'NE/RESİ', AVRUPA NEREYE DÜŞER? Oysa özelde Avrupa'nın, genelde ise Batı uygarlığının asıl sorunu, ontolojik güvensizlik sorunu yaşıyor olmasıdır. Ontolojisinin olmaması yani. O yüzden, Avrupa, epistemolojik güvenlik alanlarını alabildiğine genişleterek, varlığını sürdürme, ölümünü geciktirme savaşı veriyor. Epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesi, hayata tutunmayı sağlayacak güç üreten araçları elde etme güdüsüdür. Yani amaçların / normların yitirilmesi, güç üreten araçları elde etme güdüsünün yegâne amaç hâline getirilmesi... Başka bir deyişle, Avrupa / Batı uygarlığının temel sorunu, hakikat fikrinden yoksun olmasıdır. Avrupa'nın hakikat fikrini yitirmesi, Greklerden itibaren, insanın varoluş serüvenini, yer'e / mülk âlemi'ne mahkûm etmesinin kaçınılmaz sonucudur. Grek insanı, insanın 'gök'le, dolayısıyla melekutî âlemle irtibatını koparmış, insanı 'yer'e düşürmüştü. Sadece yer'e düşen insanın, her şeyi yerinden etmesi, yerle bir etmesi ve 'yersizleşmesi' (ontolojik güvensizlik duygusuna dûçâr olması) kaçınılmazdı.

Fatma Barbarosoğlu: Bizden geriye bir suçluluk, bir hamlık mı kalacak sadece? Dünyadan daha az haberimiz olsaydı huzuru bulur muyduk? İbadetimiz ibadet, hasretimiz hasret, ömrümüz ömür olur muydu? Ekmeği nan-ı aziz, suyu ab-ı leziz bilen bir idrak ile ağzımızın tadı gönlümüzü yeşillendirir miydi? Dünyadan daha az haberdar olsaydık, içimizdeki iyiliğin her karanlık köşeyi aydınlattığına daha çok inanır, ışığından gözümüzün kamaşacağı, geçmiş zaman velilerinin gönül izine gönlümüzü teslim edip, durur muyduk bir vakit? Bizimle birlikte saniyeler, saliseler de durur muydu? Koşan değil, coşan değil, duran vakitlerin içinde biz de huzura durur muyduk? Dünyadan daha az haberdar olsaydık, yan komşumuzu bilir miydik? Derdini ve sevincini, tasasını ve kederini bilir miydik? Bilir de kederine teselli, derdine derman, sevincine ortak olmak için kapısını çalar mıydık? Dünyadan daha az haberdar olsaydık, bu handa bu yolcunun daha da durmayacağı gerçeğine aynel yakın olarak varır mıydık? Beden denilen zindanda durmak istemeyen can kuşumuzu azat etmek için, yüklerimizi olabildiğince hafifleterek; bütün emeğimizi, gayretimizi ruhumuzu kanatlandırmak için harcar mıydık... Dünyadan daha az haberdar olsaydık, kendimize dair bilgimizi çoğaltabilir miydik? Saniyede onlarca 'dünya' dan haberdar olurken... Bir yanda vahşi ölümler, kıyım, işkence, cinayet, zorbalık, bombalar, ölüm kuyuları. Öte yanda yalan, riya, tuzak, kumpas. Tanıtım, promosyon, ikna, ifşa, reklam. Bir tarafta olabildiğince lüks hayatlar, bir tarafta altım toprak üstüm yaprak hayatlar. Biri der dünya bana güzel ötesi yalan. Öteki der ahretin olmasaydı, adaletin olmasa idi Allah'ım, bu yoklukta seni kalbimde bulmasaydım daha da dayanamazdım. İkisi de aynı zamanın hikayesi.

Hangi dünyadan haberdarız! Gözümüz kime açık, kulağımız kime kapalı. Yalan dünya, hakikatin yolunu her an kesiyor, gah şiddet ile kesiyor gah estetik ile kesiyor. Dünyadan haberdarız lakin kendimizden bihaber. Üstat Mustafa Kutlu soruyordu: 'Bizden geriye ne kalacak?' Bu soruyu 18 yaşımdan beri soruyorum. Neden 18 yaş? Çiçeği burnunda bir felsefe öğrencisi olarak bu sorunun peşine düşmüştüm. İlk ders. İlk soru: Bu nedir? Masa. Masa olmadan evvel ne idi? Ağaç. Ağaç olmadan evvel ne idi? Tohum. Tohum olmadan evvel ne idi? Hocanın sorusu şimdi buradayız, 'ya sonra!'nın kederine hapsetmişti bizi. Biz dediğim dokuz kişiydi. Şimdi buradayız ya sonra. Ne kalacak bizden sonraya. İbrahim Karagül: Başbakan Davutoğlu ve Türkiye devrimi.. Yeni Türkiye bir slogan değildir. Bir parti söylemi, siyasi şov değildir. Yeni Türkiye bir projedir. Yüz yıl aradan sonra Türkiye'nin yeni baştan dizayn edilmesi, yeniden kurulması projesidir. Yeni Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'nın bitişinin, yeni bir ülke inşa edilmesinin ilanıdır. Her felaketten sonra yepyeni bir yükseliş başlatan Anadolu'nun, Dünya Savaşı'na ve ondan sonraki yüzyıllık vesayet dönemine cevabıdır, meydan okuyuşudur. Yeni bir kuruluş sözleşmesi, yeni bir toplumsal sözleşmedir. Zihinlerimizdeki sınırları kaldırmadır. Bize dayatılan çatışma alanlarına, yapay siyasi kimliklere göre

kamplaşmaya son vermedir. Ülke olarak, millet olarak, Anadolu olarak bir Selçuklu, bir Osmanlı idrakiyle; tarihi, kardeşliği, dayanışmayı, ortak hafızayı bugüne çağırma girişimidir. Yeni Türkiye demek dış politikada, ekonomide, sosyal politikalarda ve Türkiye'nin yüz yıllık perspektifinde köklü, yapısal değişimler demektir. Ezberlerin bozulması, siyaset dilimizin yenilenmesi, ülkeye ve dünyaya bakışımızın kökten değişmesi demektir. ULUS DEVLETTEN DÜNYA DEVLETİNE Ulus devletten dünya devletine dönüşün yol haritasıdır. İçe dönük devlet olmaktan dışa dönük, coğrafya ve dünyaya açılan Türkiye demektir. İster kabul edin ister etmeyin, Tayyip Erdoğan bu büyük dönüşümün mimarıdır. Bu öncülüğünü Türkiye'nin doğrudan halkoyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak çok daha güçlü bir şekilde devam ettirecektir. Ahmet Davutoğlu'nun AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olarak tercih edilmesi Yeni Türkiye projesinin en kritik eşiklerinden biridir. Büyük yürüyüş, bugüne kadar olandan çok daha güçlü biçimde devam edecektir. Erdoğan ve Davutoğlu, güçlü bir kabinenin ve güçlü halk iradesinin desteğiyle yirminci yüzyıl parantezini kapatacak, defterini dürecek, yeni Türkiye'nin kuruluşuna imza atacaktır. Türkiye'nin siyasi tarihinde hiçbir dönemde, doğrudan seçilen ve Türkiye'ye öncülük eden güçlü bir Cumhurbaşkanı, onunla aynı perspektife sahip güçlü bir Başbakan ve arkasında millet desteği olmamıştır. Bu tarihsel kırılma döneminde, yeni bir tarihin başlangıç döneminde bütün bunların rastlantı olduğunu sanmak kör olmak demektir. Selçuklu-Osmanlı birikimi, hafızası ve bilinci Erdoğan ve Davutoğlu üzerinden Cumhuriyet'e aktarılıyor. Dünyanın en güçlü siyasal mirası ile yeni bir kuruluş şekilleniyor. Bu dönemi, Türkiye'nin geleneksel siyasal geçmişinin bir parçası olarak görmek talihsizlik olur. Bu dönem, sadece Türkiye'nin değil coğrafyanın siyasal şekillenişinde derin izler bırakacaktır. Yeni Türkiye, bu anlamda, ilk kez küresel iktidar paylaşımında bir aktör olarak öne çıkacaktır. TARİH İHANETİ YAZACAK İşte bu yüzden; yeni bir ülke inşa edenlere, coğrafyaya bir şeyler söyleyenlere, küresel iktidar alanından pay isteyenlere bu denli saldırılması anlaşılabilir bir şeydir. Ama saldırı içeriden geliyorsa, dışarıyla, bu sürece karşı olanlarla iş tutuluyor demektir ve bu ihanettir. Öyle gelişi güzel bir karşı duruş değil, Türkiye'nin siyasi tarihinde sayfalar işgal edecek bir ihanet türüdür. Zaman kimin ne tür bir pozisyon tuttuğunun en önemli olduğu zamandır. Güçlü Cumhurbaşkanı, güçlü Başbakan, güçlü kabine ve güçlü toplumsal destek/akış güçlü bir

Türkiye'nin temeli atılıyor. Erdoğan yeni Başbakan'ın kim olacağına dair sorulara hep bu formülle cevap verdi. Öyle de oldu... Davutoğlu, Anadolu'nun bağrından çıkan yeni Başbakan, bütün donanımıyla bu büyük projenin Erdoğan'dan sonraki en büyük uygulayıcısı olacaktır. SELÇUKLU-OSMANLI BİRİKİMİ Davutoğlu ile birlikte tarihsel hafıza, ortak bilinç, ortak kimlik çok daha belirgin bir şekilde öne çıkacak. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki ikinci kuruluş dönemi olacak. Birinci Dünya Savaşı'nın savurduğu coğrafyada Anadolu'ya sığınanların, var olanı koruma adına verdikleri mücadeleden sonra Türkiye için yeni bir kuruluş stratejisi uygulanacak. Selçuklu ve Osmanlı birikimleri bugüne çağrılacak. Çatışma ve ayrışmanın, ulus devlete sıkışmanın yerini güç ve dayanışma, meydan okuma, coğrafyayı şekillendirme, yeni ortaklıklar alacak. Davutoğlu, bu dönemi okuyabilen, o donanıma sahip tek isim. İnanıyorum aynı iddialar, idealler ve azim çerçevesinde şekillendirilmiş güçlü bir kabine ile desteklenecek. Erdoğan'ın güçlü liderliğinin öncülük ettiği büyük yürüyüş asıl bundan sonra kendini gösterecek. 'Çözülürler mi' diye beklenti içine girenler Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde AK Parti iktidarlarının en güçlü hükümetine tanık olacak. Faruk Beşer: Zan ve tahminden marifet doğar mı? İslam'ın temel kaynaklarında ilim en üst düzey bir bilgiyi ifade eder ama sufilere göre marifet dini tecrübe ile ve sezgi ile elde edilen ve onlarca doğruluğunda artık şüphe kalmayan en sağlam bilgidir dedik. Buna karşılık günümüzün İbn Rüşt'ü sayılan Cabirî marifeti, ya da kendi ifadesiyle irfanî bilgi'yi İslam kaynaklı görmez, onu sınırları belli olmayan, her an batıniliğe kayması mukadder, gizemli, kısaca hermetik bir bilgi olarak anlatır. Gerçi sufilerin marifet dedikleri şeyi bir ıstılah inşası/kavramlaştırma olarak görürsek bunun da sahih bir mahmili olabilir. Yani aslında salike o itminanı veren bilgi her neyse onlar ona marifet deyivermişlerse kavramlaştırmada kavga olmaz denebilir. Öyleyse marifeti; gaybı, vahyin söyledikleri ile tanıma, tanımadan öte ona ikna olma diye anlarsak sufilerin dediklerinde de bir sakınca kalmaz. Bu da tezkiye-i nefis, takva ve kısaca dini tecrübe ile gerçekleşebilir. Ama bunun da sağlam bir zahir bilgiye ihtiyacı olduğu kesindir. Zahir bilgi; Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve onlara dayalı kelam tefsir ve fıkıhtır. Bu sebeple en büyük sufilerden İmam Rabbanî keşif ve ilhamın, yani bir bakıma marifetin zahir bilgi ile çatışması halinde, farklılık kıl kadar bile olsa onlara itibar edilmeyeceğini, atılacaklarını ve zahir bilgiyle hareket edilmesi gerektiğini söyler. Bunun içindir ki, vahiyden serazat bir felsefenin isabeti hesaba katılmayacak kadar az bir ihtimaldir.

Ama şöyle de diyebiliriz: Sufilerin marifet dedikleri bilgi gaybe ait bir bilgidir. Gaybın bilgisi çok karmaşık ve sınırsız olduğu için o ancak vahiy ile teyit edilirse marifet sayılabilir. 'Marifet' kelimesinden de bu anlaşılır. O bir tanımayı, tanışmayı ifade eder. Sanki sadece vahiyle tanışan, örtüşen bir gayb bilgisi marifet olabilir. Aksi, zandır, hayaldir, spekülasyondur... Allah müşriklerin temel özelliklerinden söz ederken der ki, 'söyle onlara, yanınızda ilim adına bir şey var mı? Varsa bize onu getirin. Siz zandan ve tahminden başka bir şeye uymuyorsunuz!' (6/148). Yine buyurur ki, 'Eğer sen dünyadaki insanların çoğuna uyacak olsan onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar bilgi olarak sadece zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar' (6/116). 'Allah'tan gayri ortaklardan dilenenler, zandan başka bir bilgiye uymuş, tahminden başka bir yol izlemiş olamazlar' (10/66). 'Meleklere kadın adı verenler bunu ilimle yapmıyorlar, sadece zanna dayanıyorlar. Oysa zan hakikat adına hiçbir şey ifade etmez' (53/28). Bunlar gibi onlarca ayeti kerime ilimle, yani vahiy bilgisiyle, ya da İmam Rabbanî'nin dediği gibi, zahir ilimlerle desteklenmeyen bilgilerin zan ve tahminden öte geçmeyeceklerini ve onlara uyanların yanlış yolda olduklarını anlatmaya yeter. Onun için eski sufiler, 'görünmeyen âlemden bize bir takım haller geldiğinde biz buna Kitap'tan ve Sünnet'ten iki adil şahit bulmadıkça onlara itibar etmezdik' demişler. Tasavvufun günümüzdeki baş problemi de buradadır. Yani tasavvufu insanların gözünden düşürenler de yine zanna ve tahmine dayanan sufilerdir. Mehmet Şeker: Abdullah Gül için bir fıkra Papa'ya yeni bir makam otomobili almışlar. Bakmış, çok beğenmiş. Gençliğinden beri arabalara merakı varmış Papa'nın. Şoförüne 'Sen bir kahve iç, ben bir tur atıp geleyim' demiş. Araba güzel. Bastıkça basıyor. Otoyola çıkmış, hız sınırını geçmiş. Bir polis, telsizden merkezi aramış ve aşırı hızlı giden bir otomobil olduğunu bildirmiş. Durdurmasını söylemişler. Yapamam demiş polis.

Niye? Yanımdan yıldırım gibi geçen çok lüks arabanın direksiyonunda Papa vardı. Makam koltuğunda kim olabilir, bilmiyorum... Durdurup ceza kesmeye cesaret edemedim. Polis haklı. Kim durdurabilir? Hele ki ceza kesmek... * Bu fıkrayı Abdullah Gül için hatırlattım. Partiye geri döneceğim demek kolay... Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve nihayet Cumhurbaşkanlığı yapıp görev süresini tamamlamış birine, kim ne görev verebilir? İSTİHBARATÇI: YALANCI Bild gazetesine konuşan Alman istihbaratçı yekten söyledi: 'Türkiye'yi dinlememek için deli olmamız gerekir.' Bu kadar dürüstlük fazla. Hiç kimse bu kadar net konuşmaz. Hem bir Alman, hem de istihbaratçı ise, asla... O halde, söylediklerini tekrar kontrol etmek icap eder. * Ne demişti Alman istihbaratçı? Suriye sınırındaki Alman cihatçılarla ilgili Türkiye'den bilgi istemişler; ancak Türkiye yok öyle üç köfte beş kuruşa demiş. 'Biz sizden Almanya'daki TC vatandaşı teröristlerle ilgili bilgi istiyoruz, vermiyorsunuz. Önce siz o bilgiyi verin, biz de Alman cihatçılar hakkında gerekeni yaparız.' Adeta mecbur kalmışlar dinlemeye.

Minnet etmektense, kendin pişir kendin ye usulü, dinlemelerini yapmışlar. İstihbaratçı sözü elbette doğru değildir. Arada bir tane doğru cümle varsa, yüz tane de yalan bulunuyordur. * İşte çok geçmeden anlaşıldı. Görüldü ki Alman cihatçılar açıklaması tamamen hikâye imiş. İşte bir Yeni Şafak haberi: 'Alman istihbaratının Türkiye'yi dinleme skandalının arkasından çözüm süreci çıktı. Almanya, Türkiye'ye yönelik gizli dinlemeleriyle çözüm sürecini hedef aldı. Paris cinayetleri, PKK, Kuzey Irak gibi çözüm sürecinin kırılma noktalarında 'parmak izi' bırakan Almanya, Ortadoğu'da değişen yeni petrol denkleminde Türkiye'yi kıskacına almaya çalıştı. Paralel yapının dinlemeler için emniyet içinde kullandığı yazılım da Alman menşeli.' NASIL DA KARIŞIYOR HER ŞEY BİRBİRİNE Karışmaması için önce kavramlarda anlaşmak şart. Aynı yerden bakmak mümkün olmasa bile, hiç değilse kavramlardan ne anladığımızı karşılıklı teyit etmekte fayda var. Haşmet Babaoğlu: Kolonyalizmin dine müdahalesi ve uluslaşma! "Eşyanın tabiatı"na ait bir hikâyeymiş gibi anlatılır... Emperyal çağ ve kolonyalizm biter, uluslar başlar. Ama şu sorular katiyen sorulmaz: Yoksa "ulus" dediğimiz şey kolonyalizmin ürünü müdür? Ulus, sömürgeciliğe bir başkaldırı mıdır, yoksa insanlığın bir başka tarihsel yenilgisi midir? Burası karıştırılır, bulandırılır, sloganlaştırılır. Batı'da da, bizde de, post-kolonyal toplumlarda da aşağı yukarı böyledir; bunlar "yasak sorular"dır. ***

Geçen gün genç bir arkadaşım "içimizdeki kolonyal zihniyet" üzerine yazılarıma devam edip etmeyeceğimi sordu. Cevabım net: Aklım erdikçe o konuya döneceğim. Çünkü Batı'yı bilmeden Batıcı ve reaksiyon olarak da sırf siyasi düzlemde Doğu'yu bilmeden Doğucu aydın tipolojisi başımızdaki en ciddi derttir. Üşenmeden, usanmadan üzerinde durmak gerek. Fakat ne yalan söyleyeyim; "günümüz toplumlarında kolonyal etkiler" üzerine yapılmış yeni çalışmaları okurken küçük dilimi yutacak gibi oluyorum. *** Mesela yukarıda sordum ya... Uluslaşma dediğimiz şey yoksa kolonyalizmin bir ürünü mü, diye... Durum şu: Kolonide önce seçkin bir sınıf yaratılıyor; emeği, sermayesi ve kültürüyle kolonyaliste bağlı "esmer efendi" niteliğinde bir sınıf. Tabii kolonyalizm dediğimiz sadece bir baskınlık biçimi değil, bir karşılıklı etkileşim. "Esmer efendi"ler kendi kültürleri içinde kalıcı bir yer edinmek istiyorlar. Kolonyalisti kovunca kendilerini güçlü kılacak bir yol bulmak istiyorlar. İlk iş olarak aydınlar tarafından halk "hurafelere inanmak"la suçlanıyor. Sonra yayın ve "ilahiyat" eğitimi yoluyla halkın inanma biçimlerinden uzaklaşılıp "katı", "yarı seküler" ve "yerli" bir din tesis ediliyor. Süreç açık: Geleneksel dinden uzaklaşıldıkça uluslaşılıyor! Burhanettin Duran: Davutoğlu ve medeniyet söyleminin iktidarı Yeni başbakan da, AK Parti genel başkanı da artık hepimizin malumu. Hayırlı uğurlu olsun. Bundan sonra artık önümüze bakma, esaslı sorulara cevap bulma zamanı. Bana kalırsa en önemli sorulardan biri, Türkiye'nin nasıl bir siyasal ontolojiyle yoluna devam edeceği sorusudur. Türkiye modernleşmesi başlangıcından itibaren bir medenileşme projesidir. Batıcılıktan

muhafazakârlığa, sosyalizmden İslamcılığa kadar bütün siyasi akımlar farklı medeniyet söylemleri geliştirmiştir. Örneğin Batıcılar dönemin "evrensel medeniyeti" olan Avrupa'ya dahil olmayı seçerken, bu tercihin somut bir çıktısı olarak Kemalizm tecessüm etmiştir. İslamcılar ise İslami bir modernlik önermiş, Batı sekülarizmi ve materyalizmiyle hesaplaşırken, onun maddi birikimini de içselleştirmeyi, bir başka deyişle ondan öğrenmeyi tercih etmişti. Hedefleri, kendi tarihi ve felsefi derinliğinden beslenerek İslam medeniyetini diriltmekti. Bu, bir özgüven göstergesi, İslami değerleri yaşatmanın ve modern çağla hesaplaşmanın bir yoluydu. İslami bir medeniyet tasavvuru, Müslüman aydınlardan Milli Görüş'e ve dini cemaatlere kadar bütün İslami hareketi etkileyen bir perspektif olarak gelişti. Ümmetin maslahatını Türkiye'nin milli menfaatleri ile harmanlayan bu yeni medeniyet tasavvuru Türkiye'deki İslami hareketin Kemalizm ve Batı karşısındaki özgüvenini de temsil etti. *** Kuruluşundan günümüze AK Parti'yi tanımlayacak ana kavram "yeni bir medeniyet tasavvuru arayışı"dır. Sadece İslamcı medeniyet perspektifiyle sınırlı olmayan bu perspektif, Türkiye'yi merkeze alarak bütün siyasi akımların iddialarını sentezleme gayretindedir. Erdoğan'ın konuşmalarının temel motifi "bizim medeniyetimiz" vurgusudur. Dış politikada bu arayışın entelektüel mimarı ve uygulayıcısı ise Ahmet Davutoğlu'dur. Bu iki aktörün Yeni Türkiye'nin liderliğini kuracak olması Türkiye'nin karşı karşıya kalacağı yeni siyasal ontoloji hakkında net fikir vermektedir. Bu, medeniyet perspektifidir. "Bizim medeniyetimiz" perspektifi, kadim ile moderni, milli ile bölgesel ve evrensel olanı birleştirme iddiasındadır. AK Parti'nin medeniyet söylemi AB üzerinden Batı ile eleştirel bir entegrasyonu da sert bir İsrail eleştirisini de içerecek esnekliğe sahiptir. Çözüm sürecini tamamlayarak Türkiye'nin milli kimliğini yeniden kurma isteğindedir. Nitekim AK Parti medeniyet söyleminin kapsamlı esnekliğine dayanarak Arap Baharının getirdiği meydan okumaları karşılamaya çalışmıştır. Bu söylem hem Türkiye'nin yeni bölgesel ve küresel rolü için kullanılmakta hem de kapsamlı bir yeni inşa süreci için seferber edilmektedir. Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı ve Davutoğlu'nun başbakanlığı medeniyet söyleminin mutlak iktidarına karşılık gelmektedir. Tam da bu noktada önümüzdeki kritik sorular şunlardır: Önümüzdeki on yıl iktidarda olması muhtemel AK Parti'nin medeniyetçiliği "Boğaziçi, Bilkent, ODTÜ yıkılmalı" diyecek sert bir ideoloji mi olmalıdır? Yeni Türkiye'yi kurma hedefi yeni bir izm üreterek gerçekleştirebilir mi? Bu iki sorunun da cevabı bence hayırdır.

Mehmet Barlas: Konsere başladıkları gibi bitirenleri bekliyoruz Mezarlıklar vazgeçilmez insanlarla doludur ya... Bazıları bunun farkında değildirler. Daha da ötesi bazı dünyalılar, sahip oldukları gücü ve zenginliği öteki dünyaya taşıyabileceklerini de sanırlar. Çok zengin bir adam, ölüm döşeğinde oğluna iki zarf vermiş. "Bu zarflardan birincisini ben öldükten sonra, ikinci zarfı da ben gömüldükten sonra aç" demiş ve hayata gözlerini yummuş. Oğlu hemen birinci zarfı açmış. Zarftan çıkan kâğıtta "Beni çoraplarım ayağımdayken gömün" yazıyormuş. Oğul müftüye gidip babasının son isteğini anlatmış... Ama müftü "Mümkün değil, bizim inancımızda ölenlerin tek giysisi kefendir" demiş. Sonuçta adamı kefene sarıp toprağa vermişler. Cenaze töreni ertesinde zengin adamın oğlu ikinci zarfı açmış. Zarftan çıkan kâğıtta "Gördün mü, çorabımı bile yanımda götüremedim" yazılıymış. Hayata farklı bakmak Hayata böyle bakmak yerine, dünyevi değerlere ve hepsi de sonunda geçici olan makamlara, koltuklara sarılıp kalmak bunu yapanları sonunda gülünç duruma düşürür. Hele kendinden sonra nöbeti devralacak yeni isimlere "Onu ben yarattım" diyerek bakmak, bunu yapanların ağırlıklarını azaltır. 1960 sonrasını hatırlayanlar bilir... Süleyman Demirel Adalet Partisi'nin başındaydı, iktidarın sahibi ve Başbakan olmuştu. 27 Mayıs darbesi ile devrilen ve Yassıada Divanı'nda mahkûm edilen Demokrat Partililer de, başta Celal Bayar olmak üzere siyasi af beklentisi içindeydiler. O dönemde Celal Bayar ülkenin Başbakanı olan Demirel'i hafife alır ve "Bizim su işleri müdürü" diye söz ederdi ondan. Bilemiyorum daha sonra da Süleyman Demirel, Turgut Özal'dan "Benim Planlama Müsteşarım" diyerek söz etti mi hiç? Mahmut Övür: AK Parti'de Davutoğlu dönemi

AK Parti'nin yeni genel başkan adayını, seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Başbakan Erdoğan açıkladı: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu. Bu seçimle aynı zamanda yeni başbakan da belli oldu. Sürpriz değil beklenen bir sonuç bu. Türkiye ve AK Parti için de yeni bir dönem başlıyor. Birinci 12 yıllık dönemin başarıları üzerine kurulu ikinci bir yeni dönem. Arkasında 9 seçim başarısı olan bir partiden söz ediyoruz. Türkiye, çok temel sorunlarıyla yüzleştiği, adını koyduğu ve bazı konularda önemli adımlar attığı bir dönemi artık geride bırakırken, anayasadan idari yapılanmasına kadar, kurumsallaşmanın öne çıktığı yeni bir dönemin başındayız. Bu dönemde siyasetin merkezi, halkın ilk kez cumhurbaşkanı seçmesiyle değişti. AK Parti, bu gerçekle örtüşen bir değişim yaptı ve yeni genel başkanının ismini belirleyecek ilk adımı attı: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu. Davutoğlu, Türkiye'nin demokratikleşme yürüyüşüne, sorunlarıyla yüzleşmesine yol açan AK Parti'nin siyaset felsefesini içselleştiren, bunu dış politikadaki "ahlaki ve ilkesel" duruşuyla dünyaya taşıyarak öne çıkan, etkili bir isimdi. Hasan Bülent Kahraman: Davutoğlu'nun şifreleri Uzun ve heyecanlı bekleyişin sonunda Ahmet Davutoğlu'nun Başbakan adayı olması gerçekten de yeni bir döneme geçildiğini gösteriyor. Kendisini hem artık uzakta kalmış akademik kimliğiyle hem de Dışişleri Bakanı olarak tanıyorum. Yakın olmak, yakından gözlemlemek fırsatı buldum. Davutoğlu her şeyden önce entelektüel ve belirttiğim akademik kimliğiyle öne çıkmış bir isim. Türkiye'de akademide üretilen soğuk ve mesafeli tezlerin dışında Davutoğlu, özellikle yazdığı ve çok tartışma uyandıran Stratejik Derinlik kitabıyla ve diğer makaleleriyle daha "sıcak" ve atak bir tutum sergiliyordu. Davutoğlu, andığım kitabında öne sürdüğü görüşlerle Türkiye'nin dış politikasına Cumhuriyet anlayış ve yaklaşımının dışında yaklaşıyordu. Konuyu tarihsel bir perspektife yerleştiriyordu. Bu perspektif sadece nötr ve objektif değildi. Coğrafyanın bir kader olduğunu kabul ediyordu ama tarihin kültür üreten fonksiyonunu da önemsiyordu. Kültür onun için ayrıca önemliydi. Osmanlı geçmiş ve birikimini bu meyanda benimsiyordu. Daha açık söylemek gerekirse Osmanlının dünyadaki hâkimiyetini ve o hâkimiyetin bilhassa din üstünden oluşturduğu ilişkileri yoğrulabilir, karılabilir, yeniden şekillendirilebilir bir imkân olarak ele alıyordu. Önce Başbakanlık Başdanışmanlığında, sonra Dışişleri Bakanlığında bu görüşlerini uygulama olanağı buldu. Özellikle Ortadoğu ona yerleştirmek istediği anlayışı uygulaması bakımından imkânlar sundu. Sadece OD'da

değil Davutoğlu dönemi Türk dış politikası, dünyanın her köşesinde Türkiye'nin aktif rol alması gerektiğine inanıyordu. Bunu gerçekleştirdi de. Zaman zaman Yeni Osmanlıcılık diye eleştirildi bu görüşler. Davutoğlu da karşı çıktı bu adlandırmaya. Fakat Osmanlı arka planını yok saydığını da asla söylemedi. Aksine, siyasetini Osmanlı gergefi üstüne işledi. Osmanlıcılık zaten nostaljik ve sübjektif değerlendirmeler hâkimiyetinde yanlış olurdu. Kültürel plandaki kabulü ise bir realiteye işaretti. OD'da işlerin beklendiği gibi gitmediği, ardı ardına sorunlar çıktığı bir gerçek. Davutoğlu politikasının bu nedenle hayli eleştirildiği de bir başka gerçek. Ama bu dönemin karar üretme, ön alma, müdahale etme, taraf olma, tutum sergileme gibi yaklaşımlar çerçevesindeki farkı açık. Şimdi onların bir sonucu olarak Davutoğlu Başbakanlığa geldi. Bu çok başarılı bir kariyer demek. Şimdi gelelim bu atamanın diğer şifrelerine. Davutoğlu olağanüstü derecede çalışkan birisi. Müthiş bir kavram üretme ve meseleleri çerçeveleme yeteneği var. Fakat Başbakanlık icracı bir konumdur ve başka birikimleri de gereksinir. Davutoğlu'nun adı geçen diğer ve icracı isimlere rağmen tercih edilmesi yeni dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın icrada etkili olacağının bir göstergesi. Bu çok açık. Yoksa Erdoğan çok daha farklı bir ismi tercih ederdi. Kaldı ki, şimdi onun 2023'e partiyi taşımasını beklediğini konuşmasında vurguladı. Ve işleri beraber yürüteceğini de açık açık vurguladı. Beril Dedeoğlu: Ateşkese ateşkesle karşılık vermek Gazze savaşında ne yazık ki başlanılan noktaya geri dönüldü. Yaklaşık bir ay süren çatışmalar sonrasında Mısır da uzun süreli ateşkes görüşmeleri başlamıştı. Uzun süreli ateşkes koşullarının bazıları da aslında barış sürecinde konu edilen başlıklarla aynıydı. Uzun süreli ateşkes müzakereleri, kısa hatta kısacık süren ateşkes ilanlarıyla yürüdü. Görüşmeler başlarken ve hatta sürerken ateşkesin ara ara ihlal edilmesi, tarafların isteklerinden geri adım atmama iradesi olarak yorumlanabilir. Her iki taraf da savaşta yenilgiye uğramış bir izlenim vermemek, geri adım atmak için bir neden olmadığını göstermek için füzelerini ara ara ateşlediler. Ancak son saldırıda İsrail doğrudan Hamas ın askeri kanat lideri Muhammed Deif i hedef aldı, eşinin çocuğunun ölümüne yol açan bir saldırı yaptı. Karşılıklı roket atışları, İsrail in masadan kalkmasına, dolayısıyla uzun süreli ateşkes

görüşmelerinden çekilmesiyle sonuçlandı. Artık yeniden masaya dönülebilmesi için, yaşanmakta olanlardan farklı bir gelişme olması ya da taraflardan birinin karşı tarafa razı olacağını açıklamasıyla mümkün olabilir. Kazanma beklentisi Hamas ın İsrail e razı olması zor, zira kaybedecek fazla bir şeyi yok. Hamas açısından bir tür yenilgiden söz edilebilmesi için İsrail in ancak binlerce kişiyi daha öldürmesi gerekir. Yenme-yenilme konusu, Hamas ın değil daha çok İsrail in gündeminde. İsrail de kamuoyu, bunca bomba atıldı da ne kazanıldı tartışması yapıyor. Bu arada Netanyahu nun Kahire deki görüşmeler sırasında Hamas ın bazı isteklerini kabul ettiğini ileri süren parlamenterler, başbakanı savaşı bir galibiyete dönüştürmeden Hamas a razı olmakla suçluyorlar. Şu bir gerçek ki İsrail de Netanyahu yu bile yumuşak bulanlar var. Ancak sertlik yanlılarının bir bu tür bir savaşın galibi olmaktan ne kast ettikleri açık değil. Gazze deki herkesin öldürülmesini mi istiyorlar, yoksa Hamas liderleri öldürülünce mi zafer ilan edecekler açık değil. İsrail in uluslararası alandaki pozisyonu, çok daha fazla insan öldürmeye uygun değil; kendisine tanınan göz yumma süresini kullandı. Ayrıca, Hamas, liderleri öldürülünce bitebilecek bir yapı değil; tam tersine her ölüm daha fazla güçlenmesine yol açabilir. Tüm bunlara rağmen İsrail deki şahinlerin, sertlik yanlılarının görüşmeleri sabote edecek işlere kalkıştıkları ortada. Kaybetme öngörüsü Sertlik yanlılarının Hamas tahrikleriyle harekete geçmeleri ve bir zafer peşinde koşmaları, aslında pek de sürdürülebilir bir duruma işaret etmiyor. Yaklaşık bir aylık savaşın bile İsrail e oldukça büyük maliyeti oldu. Bu maliyet, bir yandan mali, öte yandan sosyolojik kayıplar anlamına geliyor. Savaşın sürmesi halinde kayıpların daha da artacağı açık. Ekonomik olarak İsrail in kayıplarını karşılama olanaklarının büyük kısmı ABD den geçiyor; ancak Obama ABD si İsrail in bundan böyle savaşmasını değil barışmasını tercih ediyor. Sosyolojik sorunların bertaraf edilmesi için ise daha uzun zamana ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Hamas ile süren savaş, İsrail deki ılımlıları şahin, şahinleri daha şahin hale getiriyor. Bundan sonraki İsrail hükümetlerinin bugünü aratacak nitelikte olacağı öngörülebilir. Mustafa Kartoğlu: Ankara da hiçbir şey tesadüf değil 30 Mart seçimlerinden hemen sonra 4 Nisan da yayımlanan Cumhurbaşkanlığı için erken bir yazı başlıklı yazıda Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve CHP ile ilgili üç öngörü sıralamıştım. - Cumhurbaşkanlığı seçiminde ters köşe olmaz, Başbakan Erdoğan aday olur; yerel seçim sonuçları

da seçileceğini gösteriyor. - Başbakanlık için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ün potansiyel adaylığı satın alınmış durumda; ancak sürpriz olabilir, örneğin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu... - Mustafa Sarıgül cumhurbaşkanı seçiminin ardından yönünü Ankara ya çevirecek, Genel Başkanlık için düğmeye basacak. Bunlardan ikisi gerçekleşti. Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Yine o yazıda değindiğim Abdullah Gül formülleri tartışıldı, ancak Davutoğlu isminde karar kılındı. Sarıgül, cumhurbaşkanlığı seçimindeki başarısızlığın ardından olağanüstü kurultay kararı alan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından CHP yönetimine alınıyor. Türkiye de çok fazla tesadüflere yer yok. Esasen sürprizlere de... Sadece siyasi profillerin ve grupların tanınması, boyut ve etkinliklerinin bilinmesi, pek çok konuda gelişmeleri öngörmek için önemli bir zemin sunuyor. Bu yüzden, birçok konuda dış mihraklar ın karar verdiği savına katılmam; etkili olabileceğini kabul etmekle birlikte. Perşembenin gelişini öngörmek için hangi günün yaşandığını biliyor olmak yeterlidir örneğin... Türkiye nin önünde bir yeni siyaset dönemi var. Seçilmiş cumhurbaşkanının siyasi liderliği ve yetenekleri ile seçilmiş hükümetin siyasi ve icrai liderliği ve yeteneklerini çatışarak değil aynı hedefte birleştirerek ortaya yeni model koyacağı bir dönem. Bu yeni siyaset hem içeride kendini inşa edecek ve bu inşa sürecinde kendini millete kabul ettirecek; hem de aynı anda içeride ve dışarıda mücadele sürecinin içinde olacak. Kolay bir dönem olmayacak. - Çözüm süreci ile iç barışını sağlanması, yeni bir anayasa ile bunun tüm toplum kesimlerini kapsayacak şekilde tahkim edilmesi; - Demokrasinin anayasadan yasalara, yargıdan güvenliğe kadar tüm devlet kurumlarına ve kamu