Büyüme Balonu Sönerken 1 Türkiye 2012 yılını yüzde 2.2 oranında reel büyüme ile tamamladı. Yılın son çeyreğindeki büyüme hızı sadece yüzde 1.4 olarak gerçekleşti. 2012 nin bir yavaşlama ve durgunluk yılı olacağı biliniyordu; hatta, daha da ötesi finansal kırılganlıkların düşürülmesi ve cari işlemler açığının dizginlenmesi açısından bir bakıma arzulanıyordu. Ancak, beklentiler daha çok yumuşak diye betimlenecek bir iniş senaryosuydu. Gerçekte karşılaşılan durum ise yumuşak inişi oldukça aşmış; sert ve kontrolden çıkmış bir ekonomi görüntüsü sunmaktadır. Ulusal medyamızda bazen köşe yazarları yazılarını anlamlı atasözleriyle bitirmektedir. Biz de bu yazımıza daha baştan bir veciz söz ile başlayalım: Sönmekte olan bir balonun düzenli hareket etmesi beklenmez. Büyümenin Tarihçesi Türkiye ekonomisinin tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4.8 düzeyinde gerçekleşmiştir. Aşağıdaki 1 no lu şekil, büyüme sürecini 1950 den başlayarak resmetmektedir. Şekilden de görüleceği üzere Türkiye ekonomisi 1980 lere kadar dalgalı, ancak genelde pozitif eğimli bir büyüme performansı sergilerken; özellikle 1978/79 kriziyle birlikte sert dalgalan- tarihi boyunca yıllık ortalama Türkiye ekonomisinin tüm Cumhuriyet malara dayalı ve negatif eğimli büyüme büyüme hızı yüzde 4.8 düzeyinde içine sürüklenmiştir. 2002 sonrası Türkiye gerçekleşmiştir. ekonomisi; saman alevi gibi konjonktürel ancak istikrarsız parlamaları, sert dalgalanmaları, ve negatif büyüme eğilimi ile birlikte aslında 1980 sonrasının tipik bir uzantısıdır. Erinç Yeldan Yaşar Üniversitesi İktisat Bölümü erinc.yeldan@yasar.edu.tr MUTATİS MUTANDİS
12 İKTİSAT VE TOPLUM Sayı 30 2013 n Şekil 1. GSYH %Yıllık Ortalama Büyüme (%): 1950-2012 12 10 8 6 4 2 0-2 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012-4 -6 Kaynak: TC Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin ana sorunu sadece göreceli düşük olan büyüme hızının uzun dönemde gerilemekte olduğundan ibaret değil; buna ek olarak ulusal ekonominin büyüme hızının aşırı dalgalı ve istikrarsız oluşudur. 1980 sonrası dönemde, herhangi bir on yıllık kısa dönemi ele alınız. Seçebileceğiniz hiç bir on yıllık ara döneminde büyüme hızının yıllık ortalamasının uzun dönemli yüzde 4.8 i tutturamayacağını göreceksiniz. Bu tespit 2001 krizi sonrası Türkiye ekonomisinin büyüme patikası için de geçerlidir. Ekonominin 2001 krizi sonrasında yıllık ortalama büyüme hızı, yüzde 4.8 olan tüm Cumhuriyet dönemi büyüme ortalamasından farklılık göstermemekte; bunun da ötesinde 2002-2012 arasında yıllık büyüme oranları ortalamasının eğiminin negatif; yani büyüme hızları giderek yavaşlamakta olan bir ekonomi görünümünde olduğu gözlenmektedir. Aşağıdaki 2 no lu Şekilde 2001 krizi sonrasında yıllar itibariyle büyüme oranları ve ortalama büyüme eğrisi gösterilmektedir. Görüleceği üzere söz konusu dönemde Türk ekonomisi iki defa büyüme ivmelenmesi göstermiştir: 2001 ve 2002-2003 durgunluğu krizi ardından 2004; ve 2009 krizi Türkiye ekonomisinin ana sorunu sadece göreceli düşük olan büyüme hızının uzun dönemde gerilemekte olduğundan ibaret değil; buna ek olarak ulusal ekonominin büyüme hızının aşırı dalgalı ve istikrarsız oluşudur.
İKTİSAT VE TOPLUM Sayı 30 2013 13 n Şekil 2. GSYH %Yıllık Ortalama Büyüme (%): 2002-2012 15,0 10,0 5,0 0,0-5,0 1950 1953 1956 1959 1962 1965 1968 1971 1974 1977 1980 1983 1986 1989 1992 1995 1998 2001 2004 2007 2010-10,0 Kaynak: TC Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler. ardından 2010-2011. Bunun dışında Türkiye 2006 dan itibaren potansiyel büyüme hızımız olan yüzde 5 in altında performans sergilemeye başlamış; dolayısıyla daha 2008/09 küresel krizinin etkileri ekonomiye ulaşmadan önce büyüme tempomuz ivmesini kaybetmiş idi. Spekülasyon-Yönlü Büyüme Peki bu istikrarsız yapının ana kaynağı nedir? Türkiye ekonomisi niçin potansiyel büyüme hızında süreklilik gösterememektedir? Bu sorunun yanıtı kuşkusuz, ulusal ekonominin büyümesinin ardında yatan niteliksel öğelerde gizlidir: Türkiye ekonomisinin dalgalanmaları doğrudan doğruya uluslararası sermaye akımlarının yönüne bağlı olarak yaşanmaktadır. Dışarıdan (her ne pahasına olursa olsun) sermaye girişi yaşandığında ekonomik aktivite canlanmakta, sadece iç talep değil, ihracat performansı da ithal girdilerin ucuzlaması sayesinde yükselebilmektedir. Sermaye girişlerinin yavaşlaması durumunda ise ulusal ekonomi durgunluğa sürüklenmektedir. Türkiye ekonomisi özellikle 2010 ve sonrasında küresel ekonomideki ucuz kredi bolluğuna dayanarak yeni bir spekülatif büyüme konjonktürüne sürüklenmiştir. Türkiye nin 1990-sonrası iktisadi tarihçesi bu tür konjonktürel büyüme dalgaları- İktisat yazını spekülatif sermaye girişlerine dayalı bu tür istikrarsız ve sürdürülemez nitelikli büyüme deneyimlerini spekülatif-yönlü büyüme (speculative-led growth) kavramıyla karşılamaktadır. nın nasıl hüsranla sonlanmış olduğuna dair örneklerle doludur. Bu tespitler sadece bizler tarafından değil, uluslararası kuruluşlarca da sıklıkla dile getirilmektedir. Örneğin 2012 de IMF tarafından yayımlanan VI. Çerçeve Raporu, daha ikinci paragrafında bu sorunu sermaye girişleri bol iken büyüme güçlü seyretmekte; sermaye hareketleri yön değiştirdiğinde ise ekonomi daralmakta, Türkiye yi genişleme-daralma çevrimlerine mahkum etmektedir sözleriyle itiraf etmekteydi. İktisat yazını spekülatif sermaye girişlerine dayalı bu tür istikrarsız ve sürdürülemez nitelikli büyüme deneyimlerini spekülatif-yönlü büyüme (speculative-led growth) kavramıyla karşılamaktadır. Reel Kurun Önemi Oysa, Türkiye ekonomisinin 2023 e ilişkin önemli hedefleri olduğunu biliyoruz. Bunların başında ulusal ekonomimizin dünyanın en büyük on ekonomisi arasında yer alması ve fert başına gelirinin de 25.000 dolar düzeyine çıkması göze çarpıyor. Ancak, Türkiye ekonomisinin mevcut büyüme hızının yüzde 2,5-4 civarında kalması ve süregelen
14 İKTİSAT VE TOPLUM Sayı 30 2013 Yeni bir krize en yatkın ekonomi, uluslararası finans sermayesinin en gözde konumunda olan ekonomidir. durgunluk konjonktürü, bu hedefe ulaşabilmek açısından ileriye dönük bir ivmelenme için umut vermiyor. Bu konuda açıklayıcı bir çözüm önerisini geçtiğimiz haftalarda Başbakan Yardımcısı sayın Ali Babacan dan bizzat dinleme fırsatı bulmuş idik. Sayın Babacan ın yaklaşımına göre söz konusu hedefin gerçekçiliğini değerlendirmek için Türkiye ekonomisinin büyüme hızını sadece TL bazında ölçmek hatalıydı. Milli gelirimiz TL bazında yüzde 4-5 düzeyinde büyüse dahi, buna ek olarak döviz kurunda enflasyon farkından arındırılmış reel ucuzlamanın sürdürülmesi durumunda, gelirimiz dolar bazında daha da artmış gözükecektir. Dolayısıyla, TL bazındaki reel büyümeye, döviz kurunun ucuzlamasından kaynaklanan fiyat etkisini de eklediğimizde fert başına gelirimizin 25.000 dolara çıkması kolaylıkla mümkün olabilecektir. Sayın Babacan, hesapların bu doğrultuda yapılmış olduğuna vurgu yaparken, 2000 li yıllara değinerek; 2002-2012 arasında milli gelir TL bazında sadece yüzde 40 artmış iken; doların ucuzlaması neticesinde milli gelirde dolar bazındaki artışın yüzde 300 olarak gerçekleşmiş olduğunu da bu işleme örnek olarak gösteriyordu. Söz konusu açıklamanın, 2003-sonrası büyüme söyleminin aslında ne kadarının gerçek, ne kadarının kur dönüşümünden kaynaklanan bir yanılsama olduğunun itirafı olarak değerlendirilebileceği hususunu şimdilik bir tarafa bırakalım; ve 2023 için söz konusu büyüme hesabını yakından irdeleyelim: 2013 yılı itibarıyla fert başına milli gelirimiz 10,300 dolardır. 2023 te fert başına gelirin 25,000 dolara çıkması için yılda yüzde 9 oranında büyüme gerekecektir. Söz konusu dönemde milli gelirimizin TL bazındaki ( gerçek ) büyümesinin yılda yüzde 5 olması iyimser; ancak Türkiye nin potansiyel büyüme hızıyla tutarlı bir varsayım olarak kabul edelim. Bu durumda geriye döviz kurunun reel ucuzlamasına dayalı yüzde 4 lik bir kur etkisi gerekecektir. Yani, büyüme denklemi şu hali almaktadır: Dolar bazında %9 büyüme = TL bazında %5 reel büyüme + %4 kur ucuzlaması.
İKTİSAT VE TOPLUM Sayı 30 2013 15 2023 te Dolar Kuru Kaç TL Olacak? Burada bir parantez açalım ve Ne olacak bu doların hali? sorusunu kendilerine dert edinmiş meslektaşlarımıza ve finansal yatırımcılara bir değerli hizmet sunalım: Metin boyunca sunduğumuz veriler ve varsayımlar altında, 2023 te doların Türk Lirası fiyatı ne olacaktır? Sayın Babacan ın uyarı ve öngörüsü altında, ulusal ekonominin dolar bazında yüzde 9 büyümesi gerektiğini; bu büyümenin yüzde 5 inin TL bazında reel büyümeden, geri kalanının ise yüzde 4 lük kur ucuzlamasından kaynaklanacağını açıklamış idik. Yani, 2013 2023 arasında her bir Türk Lirası, ABD dolarına görece yüzde 4 pahalılaşacaktır (dolar TL ye göre yüzde 4 ucuzlayacaktır). Böylece her bir TL lik milli gelir, dolara dönüştürülürken yüzde 4 değer kazanacaktır. İşin mistik öğelerini bir yana bırakalım ve bu hesabın reel olarak ne anlama geldiğini inceleyelim. 2013 yılı ortalama kur düzeyini 1$=1.80TL alalım. Doların fiyatı her sene yüzde 4 reel olarak ucuzlayacağına göre, 2023 te doların reel değeri (2013 sabit fiyatlarıyla) 2023 10 (reel TL / $) = 1.80(1 0.04) yani 1.196 TL olmalıdır. Bu, 2023 yılında doların TL cinsinden reel fiyatıdır. 2013 ile 2023 arasında Türkiye de enflasyonun resmi olarak öngörüldüğü üzere yüzde 5; ABD de ise yüzde 2 olacağını varsayalım. Bu varsayımlar altında, satın alma gücü paritesine göre 2023 yılında doların fiyatı formülünden 2023 (ABD enflasyonu) 1.196 = (nominal TL / $) (Türkiye enflasyonu) 1.196 = (nominal TL / $) 2023 (1.02) (1.05) 10 10 Yani, 2023 (nominal TL / $) = 1.196(1.336) = 1.598 olur. Yani, resmi varsayımlar ve program hedefleri uygulandığında 2023 yılında 1 ABD dolarının TL açısından değeri 1.598 olacaktır. Not: Bu hoş bir ECON102 İktisada Giriş final sınav sorusu da olabilirdi. Benden uyarması...
16 İKTİSAT VE TOPLUM Sayı 30 2013 Sonuç ve Değerlendirme Şimdi soru şudur: Türk ekonomisi 10 yıl boyunca döviz kurunda reel olarak yüzde 4 oranında ucuzlamayı kaldırabilir mi? Bu sorunun yanıtı çok açıktır: Dövizin fiyatının 10 yıl boyunca reel olarak ucuzlaması sonucunda Türk sanayinin ithalat bağımlılığı giderek artacak; dış açık (cari işlemler açığı) dayanılmaz boyutlara yükselecek; ve rekabet gücünün giderek yitirilmesi sonucunda işsizliğin kronikleşmesi ve emek gelirlerinin düşürülmesi kaçınılmaz olacaktır. Böylesi bir süreçte Türkiye nin mevcut olan taşeronlaştırılmış ve uluslararası sermayenin kaprislerine bağımlı bir ülke konumu kesin tescil edilmiş olacaktır. Sorunun bir de finansman boyutu vardır. 10 yıl boyunca Türkiye de dövizin reel fiyatını yüzde 4 oranında ucuzlatacak sermaye girişlerinin hacmi olağandışı boyutta olmalıdır. Oluşacak cari işlemler açıklarını kapatmak için Türkiye giderek daha yüksek dış borçlanmaya sürüklenecek; ya da özelleştirme ve benzeri pazarlıklar aracılığıyla ülkemizin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının ve tüm stratejik varlıklarının geleceği ulusal ve uluslararası tekellerin sömürüsüne terk edilecektir. Dahası, böylesi bir boyutta yabancı sermaye gerekliliği, sadece iktisadi bir sorun olmakla kalmayıp; siyasi ve uluslararası güvenlik açmazlarını da içeren ve ülkemizin siyasi bağımsızlığını tehdit eden bir sorunlar yumağına dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Böylesi bir ekonominin (TL bazında) reel olarak yüzde 5 büyümesini beklemek hayaldir; iktisadi gerçeklerle bağdaşmayan sanal bir projedir. Kendi öz dinamiklerini yitirmiş ve üretim potansiyelini yurt dışı sermaye akımlarına terk etmiş bir ekonominin, değil 10 sene boyunca, herhangi bir süre içinde sürdürülebilir büyüme ve gelir yaratması beklenemez. Bu satırlarda çok sık dile getirdiğimiz bir gözlemi bir kez daha yinelemekte sakınca görmüyorum: yeni bir krize en yatkın ekonomi, uluslararası finans sermayesinin en gözde konumunda olan ekonomidir. son not 1 Bu yazı, Cumhuriyet gazetesinde Ekonomi Politik köşesindeki 20 ve 27 Mart tarihli yazılarıma dayanmaktadır.