NEVRUZ GELENEĞİ VOCEA AUTENTICĂ. Nevruz Yine geldi ilkbahar kavuştu sultan Nevruy Yeni gün doğuş, sevgi ve barışa bir rumuz



Benzer belgeler
Anlamı. Temel Bilgiler 1

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Kelime anlamı itibarıyla kudsi,mukaddes,bütün kusur ve noksanlıklardan uzak,pâk ve temiz olan anlamınadır.

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt

KURTULUŞUN 95. YILI COŞKUYLA KUTLANDI

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

DİNİ VE MİLLİ BAYRAMLAR

MAYIS AYI EĞİTİM PLANI

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971

ÖYKÜ NÜN GÜNLÜĞÜ GÜNLÜĞÜM

1. SINIF TÜRKÇE. Copyright YAZAR Ahmet KÜÇÜKAYDIN Hacer KÜÇÜKAYDIN. KAPAK TASARIMI Resul KÖSE. DİZGİ - SAYFA TASARIMI Resul KÖSE

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ZEKAT FITIR SADAKASI SADAKA FARZ VACİP SÜNNET HÜKMÜ ŞARTI NİSAP MİKTARI MALA SAHİP OLMAK VE ÜZERİNDEN BİR YIL GEÇMİŞ OLMASILAZIM HERKEZ

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU VE ÖZEL İLKÖĞRETİM OKULU 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI ÖZEL SAYISI

ZEKA Oyunları Turnuvaları

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

ÖZEL BİLFEN İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ

SINIF İÇİ ETKİNLİKLER OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ETKİNLİĞİ

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

UFUK ARSLAN ANADOLU LİSESİ

Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla EKONOMİK DURUM

ÖDEV- 4. TÜRK BAYRAĞI VE ĠSTĠKLAL MARġI

100. Yılında Çanakkale ye Develi den güzel bir ziyaret gerçekleştirildi. Fethinin 562. Yılı olması münasebetiyle gezinin ilk yarısı İstanbul a

* * * Mevsim tatilini fırsat bilip, Cemre ile birlikte hem Yunan adaları turu yaptık, hem de Bodrum'd an Kekova 'ya kadar denizden dolaştık.

T.C. YENİCE KAYMAKAMLIĞI İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Mehmet Ali Aktar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

TÜRKÇE PAMUK DEDE soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. 1) Aşağıdakilerden hangisi Pamuk dede nin yaptığı işlerden birisi değildir?

Arapça c-m-a cem kökünden

4 YAŞ EKİM AYI TEMASI

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Güzel Ülkem Kültürümüz Bayramlarımız Atatürk İnkılapları Atatürk İlkeleri

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

1. Aile tarihimizi araştırırken aşağıdaki eşyalardan hangisi bize yararlı olabilir? A) Çeyiz sandığı B) Oyuncak kamyon C) Bilgisayar D) Tansiyon aleti

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI TÜRKÇE DERSİ 2. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANI ATATÜRKÇÜLÜK, ARA DİSİPLİNLER VE DİĞER DERSLERLE İLİŞKİLENDİRME

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

Kurban Allah a yakınlaşmanın adıdır. Sahip olduklarımızın Allah yolunda feda edilmesidir, teslimiyettir, teşekkürdür.

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

TEMİZLİK HAZIRLAYAN. Abdullah Cahit ÇULHA

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Rahmet, merhamet ve bereket ayı olan Ramazan-ı Şerif in şehrimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

OKUL GEZİSİ ( 1 MAYIS - 4 MAYIS 2013)

T.C BEYOĞLU KAYMAKAMLIĞI HÜVİYET BEKİR İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI ETKİNLİKLER KATALOĞU

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Erhan tarafından yazıldı. Çarşamba, 31 Ekim :03

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

TED AİLESİ, ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLAMASI VE PLAKET TÖRENİ İÇİN DÜZENLENEN YEMEKTE BİR ARAYA GELDİ

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler.

Bir Kadın 3 Sanat Sergisi açıldı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ETKİNLİĞİ

Selin A.: Yağmur yağdığında neden gökkuşağı çıkar? Gülsu Naz Ş.: Neden sonbaharda yapraklar çok dökülür? Emre T.: Yapraklar neden sararır?

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 30.si.

Transkript:

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 16 MARTIE / MART ROMANYA TÜRK DEMOKRAT BİRLİĞİNİN YAYIN ORGANIDIR PERIODIC BILINGV AL UNIUNII DEMOCRATE TURCE DIN ROMÂNIA EDITAT CU SPRIJINUL CONSILIULUI MINORITĂŢILOR NAŢIONALE Nevruz Yine geldi ilkbahar kavuştu sultan Nevruy Yeni gün doğuş, sevgi ve barışa bir rumuz. Türküz nevruzu kutlar, sevinir şad oluruz. Anul V 2003, Nr. 3 (93) VOCEA AUTENTICĂ NEVRUZ GELENEĞİ Atam dedi ki: Birdir Türk ün özü inancı Birdir Türk ün kültürü, kederi ve kıvancı Türk e kin besleyenin bugün artar utancı Yurdumuza can adar; sevinir şad oluruz. Nevruzda tüm kalpleri sarsın kardeşlik bağı Yirmibirinci yüzyıl olsun bir barış çağı Parlar Türk ün yıldızı, yükselir al bayrağı Türk üz bir çağlar açar; sevinir, şad oluruz. Cemal Erdem DIRECTOR NUREDIN IBRAM Redactor-şef Abdula gülten Colectiv redacþional: Iomer Subihan, Ervin Ibraim Firdevs Veli Nurcan Ibraim Adresa de corespondenţă: B-dul Tomis nr. 99, bl. S0, ap. 3 Constanţa Tel./Fax: 0241-550903 8700 e-mail: hakses@1a.ro Tehnoredactare computerizată în sediul U.D.T.R. Tehnoredactor: Fârtat Cicero Tiparul executat de : s.c. Adco Star s.r.l. Constanþa I.S.S.N. 1224-4694 Milletlerin teşekülünde dil, din, tarih, vatan bütünlüğü, örf ve adet, kültür gibi unsurlar yer alır. Kültür, milletlerin meydana getiren en önemli unsurlardan biridir. İnsanın var oluşuyla başlayan kültürün meydana gelmesinde bütün insanların payı ve yeri vardır. Ta r i h i n e n e s k i d ö - nemlerine kadar inildiğinde, Türk topluluklarında Doğu Turkistan dan Balkanlar a kadar bahar bayramları ile ilgili geleneklerinin oldukça çeşitli ve yaygın olduğu görmektedir. Bunlardan biri binlerce yıldır kutlanan ve halen kutlamakta olan Nevruz geleneğidir. Nevruz, farsça bir kelime, Yeni Gün, anlamına gelir. Nevruz, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Rumi 9 Mart, Miladi 21 Mart a denk düşmektedir. Bu tarih, gece ile gündü zaman süresi olarak eşittir. Nevruz a, ilkbaharda tabiyatın ölüğmünden sonra yeniden dirilişi, yeni bir yılın girişi,sıkıntılardan kurtularak sahatlığa kavuşulması, bolluk ve berekete erme nedeniyle, yapılan şenlikler olarak bakmak gerekir. İranlılarda Nevruz Bayramı, eski İran takviminin başlangıcı olması münasebetiyle çok eski çağlardan buyana 21 Mart günü kutlanan dini ve milli bir bayram olarak kabul edilir. Eski İranlılar tabiatın bugün canlandığına inanıyorlardı. Ahamenidler(M.Ö. 588- M.Ö.331) zamanında ve Sasaniler döneminde (M.Ö. 225- M.S. 632) Nevruz günü, güneşin Koç burcuna girdiği 21Mart günü sayılır ve ateşi efanevi İran hükündarı Cemşid tarafından keşfedilmesi ve kutsal sayılmasıdır.bu nedenle ateşler yakılır, ateşler etrafında oyunlar oynanırdı. Nevruz yağmur ve mahsulün bereketli ve bol olacağı inancıdır. Nevruz gününde, Cemşid bütün dünyaya dolaştıktan sonra Azerbaycan a gelmiş ve burayı beğenerek tahtını buraya kurmuştur. Müslüman olduktan sonra, İranlılar İslami motifli rivayetler ortaya atmışlar. Bu rivayetleri şöyle sırayabiliriz: 1. Dünya Nevruz günü yaratıldı; 2. Hz. Adem in çamuru Nevruz günü yoğuruldu veya o gün yaratıldı; 3. Cennetten çıkarılan Hz.Adem ve Hz.Havva Nevruz günü kavuştular, Arafat ta buluştular; 4. Hz.Nuh tufandan sonra Nevruz günü Karaya ayak bastı; 5. Hz.Musa, Kızıl Denizi yararak inanlarını Nevruz günü kurtardı (Yahudiler bu günü Pesah bayramı olarak kutlarlar) 6. Hz.Yusuf Nevruz günü kuyudan kurtarıldı; 7. Hz.Yunus balığın karnından Nevruz günü çıktı. Bu rivayetlerde zikredilen hadiseler sıradan bir hadise değildir; onlar tüm insanlığı veya tüm insanları ilgilendirilen olaylardır. Nevruz Bayramı kutlamaları çeşitli bölgelerde yaşayan Türk topluluklarında da kutlanıldığı bilinmektedir. Bu gelenek Sultan Nevruz olarak adlandırılır. Yanısıra Ergenekon, Çağan bayramı gibi değişik isimler taşır. En eski Türk takvimi olan Oniki Hayvanlı Türk Takvimi nde yeni yıl 21 Mart gününde, yani Nevruzda başlar. Büyük Selçuklu Sultan Melikşak zamanında kullanılan Celali takviminde de yıl başı 21 Mart yani Nevruz ile başlamaktadır. Türk destanlarından, Ebulgazi Bahadır Han ın Destanı, bu gün Ergenekon günü oluşu ile ilgili bilgiler vermektedir. İlk ansiklopedik Türk lügatı olan Divan-ı Lügati t Türk de baharın gelişi bir bayram havasında anlatmakta, tabiattaki değişiklik, canlanma, Yeryüzüne ipek kumaştan döşek serilmesi, dünyanın nefesinin ısınması, yağmur tanelerin saçılmasıyla inci, mercan çiçeklerin açması şeklinde tasvir edilmektedir. Kutadgu Bilig adlı kültür kaynağımız olan eserde de baharın gelişi, baharın güzellikleri sayılarak coşkulu bir şekilde devamı 2 ci sayfa da Prof. Dr. İbram Nuredin

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 2 pagina / sayfa 3 NEVRUZ GELENEĞİ anlatılmaktadır.türklerde her millette olduğu gibi, baharın gelişi, tabiatın canlanışı destanlarda, masallarda, şiirlerde ve türkülerde yer almış ve neşe, sevinç günleri olarak kullanmıştır. Nevruz, bir bahar bayramı olarak kabul etmek gerekir. Nevruz münasebetiyle yazılan şiirlere Nevruzziye adı verilmektedir. Kaside, gazel türünda ve hece vezniyle birçok Nevruziyyeler yazılmıştır. Divan edebiyatı şairleri caize almak için padişahlara, vezirlere Nevruz dolayısı ile nevruziyyeler sunarlardı. Bektaşilerde Nevruz da dergah bahçelerinde, kırlarda Nevruziyyeler okurlardı. Nevruz gecelerinde cem ayinlerinde Hz. Ali sevgisiyle ilgili Nevruziyyeler söylerlerdi. Nevruz makamı, Türk musikisinde mürekkep makamlardan biridir. İlk defa Safiyüddin Abdülmü min Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. XIX yüzyıl asırlarında İsmail Hakkı Bey bu makamı yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Yılmaz Öztuna 20 nin üzerinde Nevruzî makam tesbit etmiştir. Orta Asya Türk topluluklarında ise: Uygur Türkleri, Nevruz koşmaları adlı bir şiir türü meydana getirmişlerdir: Doğu Türkistan daki Nevruz bayramı kutlamalarında çalınan Hontu Usulü, Salma Talaş Usulü, Kösen Usulü gibi mustakil musiki makamları bulunmaktadır. Nevruz münasebetiyle saray ve çevresinde gelişen adetlerden biri de Nevruziyye adı ile bilinen macunlardır. Sarayda hekim başı misk, anber, çeşitli baharatlar ve kokulu otlar karışımından macun yapardı. Yapılan bu macunlar çok eskiden bilinmekte ve yapılmakta idi. Bu macunlar arasında en meşhur Tiryak tır. Tiryak, hem macun olarak, hem de macunlara katılarak kullanılar. Günümüzde halk arasında Mesir Macunu olarak bilinen macun da bu nevidendir. Macundan Kutadgu Bilig de kuvvet ilacı anlamında zikredilir. Nevruz Bayramında, 21Mart günü çeşitli tören ve şenliklerle kutlanır. Bu günde at yarışları, yarışları, güreş ve cirit gibi oyunlar oynanır. Şarkılar söylenir.geceleri ateşler yakılarak bunların etrafında çeşitli eğlenceler tertip edilir. II. Abdulhamit dönemine kadar Anadoludaki Karakeçili Asiretleri tarafından Ertuğrul Gazi nin mezara başında Yörük Bayramı olarak da kutlanmıştır. Orta Asya topluluklarında hayvanlar kesilerek ziyafetler verildiği, büyük bir şölen şeklinde kutlandığı kaynaklarda zikredilir. Nevruz bayramı, şehirlerde pek fazla kutlanmasa da, özellikle kırsal kesimlerde,eski canlılıkta olmamakla birlikte çeşitli törenler ve eğlenceler gerçekleşir. Son yıllarda Nevruz geleneği bazı çevrelerin sadece bir etnik gruba maletme çabaları görülmektedir. Bu tamamen yanlıştır, ülkemiz insanlarını kamplara ayırmak amaçlanmamaktadır. Bazı milletler, üç renkten (kırmızı, sarı, yeşil ) oluşan bayraklar a sahiptir: Bolivya, Yeşil Burun (Cabo Verde), Burkina Faso, Etiyopya, Gana, Gine, Gine- Bissau, Grenada, Kamerun, Mali, Ruanda, Senegal, Sao Tome ve Principe, Togo ve sayre. Bu renkler dünya iddia edildiği gibi birilerine ait, sözde onların kültürüne yansıtan renkler değildir. Bu renkler dünya insanlarının renkleridir ve herkesin ortak malıdır. Vatan hepimizin. Keder ve üzüntüsüyle, neşe ve sevinciyle birlik ve beraberlik içerisinde olmalıyız. Nevruz un Milli Birliğimize katkısı olmalıdır, toplumsal barış ve dayanışma için vazgeçilmez fırsattır. Azerbaycan da, Nevruz çok özel bir gün olduğu kadar da önemli kuralları vardır. Meselâ, geleneklere göre, bu gün bazı şeyler yapılabilir, bazıları yapılamaz yasaktır. Meselâ bu gün: - ateş yakarlar; - sabah erkenden yıkanırlar; - güneş doğmadan su üzerinden atlarlar; - mum yakarlar, mumlar aile fertlerinin sayısı kadar olmalıdır, mumları söndürmezler, kendiliğinden sönmelidir; - üzerlik yakarlar, dumanını evde herkese, hattâ eğer büyükbaş hayvan varsa,ona da koklatırlar; - o gece erken yatmazlar; - erkenden evde ışıkları yakarlar, çok geç vakit söndürürler; - ölen yakınların mezarları ziyaret edilir; - özel yemek yapılır, bütün aile beraber yemek yer; - yeni elbiseler giyerler; - nazar boncuğu takarlar; - o güne mahsus olmak üzere evden,borç para, un, elek, tuz, ekmek, yoğurt, od (ateş) vermezler; - temizlik yapılır:ev, bahçe, her taraf genel temizlikten geçer. Ağaçlar budanır, toprak bellenir, badana boya yapılır, halı kilimler yıkanır. En önemlisi bayramlaşma ve ziyafetler o gün başlar. Küsenler, dargınlar barışır, nişanlık kızlara bayramlık hediyeler gelir. Eskiden köy yerlerinde gençler gecelere kadar kırlarda, çeşme başlarında toplanır, şarkılar söyler, ateş yakar, halay çeker, sabahlara kadar eyleniyorlardı. Yeni arkadaşlıklar, yeni aşklar doğar. Nevruz un özelliklerinden biri de çok zengin ve lezzetli sofrasıdır. Azerbaycan milli yemeği aş ve şirniyyat (tatlı) Nevruz un baş yemeğidir. Yörelere göre çeşitler daha da artmaktadır. Bunların arasında tabii ki balıkta. Tatlılardan baklava, şeker bura,şorgoğal, kete, 7 loyun (7 çeşit kuru yemiş), semeni ile donatılmış sofraya tüm evlerde rastlamaktadır. Semeni, yeşermiş buğdaydır. Bayramın 10-12 gün önce buğdayı bir tabağa koyarak ısatıp, üzerini bezle örterler. Her gün sulayıp filizlenmesi beklenir. Filizlendikten sonra bezi kaldırıp yine her gün sularlar. Ta ki yemyeşil olup 20-25 cm uzar. Bayram boyunca evin ve masanın baş köşesine yerleşir. Semeni, yani yeşermiş buğday, bereketin, yeni hayatın başlangıcı, tabiatın uyanışı, baharın gelişi, yeşilliğin, özet olarak, Nevruz un sembolüdür. Semeni için nice şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiştir. Semeni den bayram muhallebisi ve helvası da hazırlanır. Bunun için buğdayın taze filizlenmiş, daha yeşillenmemiş olması gerekiyor. Tabiatta ise Nevruz un simgesi, Nevruz gülüdür (Kardelen çiçeği). İyi niyetli, kalbi sevgi ile dolu tüm insanlar, davetlenmelidir. Ateşler üzerinde atlamak, kötülükleri ateşlerde yakmak demektir. Özenle hazırlanmış Nevruz sofrası, semeni ve sevgi, saygı ile insanlar beklenir. Genelde bayramlarda olduğu gibi Nevruz bayramlarında da en çok sevinen çocuklardır. Onların en gözde oyunları: bacadan şal veya torba sallamak ve yumurta tokuşturmaktır. Büyük şehirlerde bacadan şal veya torba sallamak mümkün değil. Şimdiki çocuklar bu işi bacadan değil, kapıdan yapıyorlar. Kapıya bir şapka veya bir poşet bırakılır ve çocuklar saklanır. Ev sahibi poşetin içine Allah ne verdiyse (şeker, tatlı, kuruyemiş, mendil, çorap, para gibi) bir şeyler koyar. Kapıyı kapattıktan sonra çocuklar saklandığı yerden çıkar ve poşeti alırlar. Akşam ateş yakıp etrafında toplanırlar. Çocukların hepsi topladıklarını paylaşırlar. Gece geç saatlere kadar ateş etrafında eğlenir, şarkı söyler, yumurta tokuşturur, çeşitli oyunlar oynarlar. Tokuşturup kırılanları yiyerler. Büyük-küçük herkes için en büyük eğlence ateş üzerinden atlamaktır. Bütün kötülük ve uğursuzlukları ateşte yakacağı inancı var. Ateş, önce ahır (son) çarşamba denilen Nevruz bayramından bir önceki çarşamba günü ve bayramın ilk günü (21 Mart) yakılır. devamı 15 ci sayfa da TABEL NOMINAL cu elevii premianþi la faza judeþeanã a Olimpiadei de Limba ºi Literatura Turcã Nr. Numele si Scoala de Clasa Nota crt. prenumele provenienta obtinuta 1 Asmi Nesrin... Sc. Nr. 1 Valu lui Traian... VII 9.35 I 2 Iucsel Nalan... Sc. Nr. 1 Medgidia... VII 8.95 II 3 Zulchefil Ilmi... Sc. Nr. 1 Medgidia... VII 8.45 III 4 Mutalap Anife... Sc. Nr. 2 Valu lui Traian... VII 8.35 M 5 Memet Sevil... Gr. Sc. Cobadin... VII 8.20 M 6 Salim Gamze... Sc. Nr. 1 Medgidia... VII 8.15 M 7 Ursit Turchean... Sc. Cobadin... VII 8.10 M 8 Isleam Meltem... Sc. C-tin Brancusi Medgidia...VIII 9.80 I 9 Saligean Aila... Sc. C-tin Brancusi Medgidia...VIII 9.80 I 10 Amet Elif... Sc. Nr. 7 Medgidia...VIII 9.70 II 11 Ziadin Merdal... Colegiul Nat. Ataturk...VIII 9.60 III 12 Bolat Nurgel... Colegiul Nat. Ataturk...VIII 9.40 M 13 Abduraman Narcis... Sc. C-tin Brancusi Medgidia...VIII 9.30 M 14 Calivet Selda... Sc. C-tin Brancusi Medgidia...VIII 9.20 M 15 Aptula Ismail Erdal... Gr. Sc. Cobadin...VIII 9.10 M 16 Omer Sibel... Sc. C-tin Brancusi Medgidia...VIII 9.10 M 17 Ali Selver... Sc. Nr. 27 C-ta...VIII 9.00 M 18 Iaia Selma... Sc. Nr. 33 C-ta...VIII 9.00 M 19 Serif Erdin... Colegiul Nat. Ataturk...VIII 9.00 M 20 Bechir Denis... Sc. C-tin Brancusi Medgidia...VIII 8.70 M 21 Nasurla Esra... Sc. Nr. 1 Valu lui Traian...VIII 8.50 M 22 Mustafa Ilias... Lic. Int. Informatica...IX 9.50 I 23 Buracai Techin... Colegiul Nat. Ataturk...IX 9.20 II 24 Demir Ghiulseren... Colegiul Nat. Ataturk...IX 8.40 III 25 Aptichileam Lale... Colegiul Nat. Ataturk...IX 7.45 M 26 Geafer Dalida... Lic. Decebal C-ta... X 9.75 I 27 Serip Suzan... Lic. Ovidius... X 9.45 II 28 Geafar Ildeniz... Col. Ped. C-tin Bratescu... X.9.25 III 29 Murat Nesrin... Col. Ped. C-tin Bratescu... X 9.25 III 30 Duagi Aihan... Lic. Teoretic Ovidius C-ta... X 8.75 M 31 Nurla Dilec... Col. Nat. K. Ataturk... X 8.55 M 32 Ali Sinan... Col. Nat. K. Ataturk... X 8.20 M 33 Geauzar Aigean... Col. Com. Carol I... X 8.05 M 34 Iaia Seila... Lic. Teoretic Ovidius C-ta...XI 9.55 I 35 Refi Erghiun... Col. Nat. K. Ataturk...XI 9.50 II 36 Amet Elvis... Col. Nat. K. Ataturk...XI 8.65 III 37 Halil Erol... Col. Nat. K. Ataturk...XI 7.70 M 38 Menlivuap Sibel... Col. Nat. K. Ataturk... XII 9.50 I 39 Bolat Saber... Col. Nat. Ped. C-tin Bratescu... XII 9.20 II 40 Duruk Nezahat... Lic. Int. Informatica... XII 9.05 III 41 Amet Enghin... Col. Nat. Kemal Ataturk... XII 8.90 M 42 Agiacai Denis... Col. Nat. Kemal Ataturk... XII 8.45 M 43 Muratcea Elif... Col. Nat. Kemal Ataturk... XII 8.20 M 44 Bagis Sibel... Col. Nat. Kemal Ataturk...XIII 9.50 I 45 Boracai Side... Col. Nat. Kemal Ataturk...XIII 8.10 M 46 Bolat Ergin... Col. Nat. Kemal Ataturk...XIII 8.00 M Prof. metodişti: Ervin Ibraim, Ulgean Ene Turcii din Albania Căderea regimului comunist a dat un nou suflu de viaţă minorităţii turce din Albania, mult redusă în urma emigrării şi a deznaţionalizării la care a fost supusă de către guvernul de tristă amintire în numele purităţii rasiale, boala balcanică dintotdeauna. Minoritatea turcă a fost forţată să plece sau să îşi schimbe numele, să nu mai oficieze slujbe în limba ei, considerată subversivă. Proprietăţile masive pe care le-au avut au fost confiscate în folosul unei mici clici reprezentate de cei din frunte, fără a se ţine seama de nevoile familiilor de etnie turcă. Exodul cel mai masiv s-a înregistrat după interzicerea practicării religiei o lovitură de moarte dată culturii turce, profund religioasă în această parte a Balcanilor. Închiderea moscheilor pe lângă care înfiinţau multe din şcolile turceşti a dus la dispariţia învătământului în limba maternă turcă pentru câteva generaţii, fapt ce îşi arată repercursiunile până astăzi când tânăra generaţie are de recuperat carenţe de limbă aproape elementare. Ceea ce este totuşi interesant este faptul că în anumite zone se găsesc elemente vechi ale limbii turce, apărate de izolaţionismul impus de către comunişti şi neavând astfel posibilitatea să fie influenţate de către modernizarea continuă a limbii turce din restul zonei Balcanice, proces continuu ce s-a desfăşurat sub supravegherea unor distinşi profesori. La ora actuala minoritatea turcă îşi poate manifesta liber identitatea sa iar cu ajutorul financiar al statului turc îşi poate susţine şcolile şi clădirile religioase. Totuşi emigraţia masivă a făcut ca turcii din Albania sa fie ameninţaţi să rămână doar în istorie, pierzandu-se astfel 600 de ani de istorie plină de evenimente, istorie pe care turcii au trăit-o din plin ajungând cetăţeni de baza ai noii lor patrii, fără a avea ca alte etnii (cum ar fi grecii) dorinţe separatiste şi nerecurgând la acte teroriste pentru a îşi atinge scopurile, axate pe păstrarea culturii şi pe existenta paşnică cu populaţia majoritară şi cu alte etnii indiferent de religie sau origine etnică. Situaţia tensionată de la graniţele Albaniei a împins un mare număr de turci în exil şi în general comunitatea împărtăşeşte soarta majorităţii în cea ce este considerată cea mai săracă ţară a Europei. Cu ajutorul unei munci neobositoare comunitatea turcă din Albania va supravieţui şi va îmbogăţi lumea turcică aşa cum a facut-o şi Mehmet Arkif Ersoy, autorul imnului İstiklal Marşı, născut pe meleaguri albaneze. Ervin Ibraim

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 4 pagina / sayfa 5 Ministerul Informaţiilor Publice DEPARTAMENTUL PENTRU RELATII INTERETNICE RAPORT DE ACTIVITATE - BUCURESTI 2002 - Anul 2001 s-a caracterizat prin continuarea procesului de întărire şi modernizare a sistemului românesc de protecţie a minorităţilor naţionale. Departamentul pentru Relaţii Interetnice (DRI) din cadrul Ministerului Informaţiilor Publice a fost unul din promotorii şi actorii principali ai acestei evoluţii. O contribuţie deosebita în acest sens a înregistrat Departamentul pentru Relaţii Interetnice în completarea cadrului legislativ ce reglementează drepturile omului/ drepturile minorităţilor naţionale, în reaşezarea structurilor instituţionale cu atribuţii in domeniu, precum şi în promovarea unor politici si programe concrete care contribuie la asigurarea unei protecţii reale a acestei categorii reprezentând peste 10% din populaţia României. Completarea cadrului legislativ După adoptarea, în septembrie 2000, a Ordonanţei Guvernului nr. 137 privind prevenirea si sancţionarea tuturor formelor de discriminare, Departamentul pentru Relaţii Interetnice a susţinut cu date şi argumente validarea acestui document la nivelul celor două camere ale Parlamentului. Legea de aprobare a ordonanţei a fost discutată în Senat si in Camera Deputatilor, urmând să fie votată după ce va fi analizată în Comisia de mediere. Noua reglementare preia în legislaţia românească două componente ale acquis-ului comunitar referitor la politicile sociale - Directiva Consiliului Uniunii Europene 2000/43/EC privind implementarea principiului tratamentului egal acordat persoanelor indiferent de originea lor rasiala sau etnica şi Directiva 2000/78/EC privind aplicarea unui tratament egal in privinţa ocupării forţei de munca. Adoptarea noii Legi privind administraţia publică locală, nr. 215/ 2001, intrată in vigoare în luna mai constituie un alt element important. Pentru punerea in aplicare a noii legi, Departamentul pentru Relaţii Interetnice a transmis Ministerului Administraţiei Publice o serie de documente, printre care: lista judeţelor în care ponderea locuitorilor aparţinând unei minorităţi naţionale depăşeşte 20% şi lista pe judeţe a denumirilor în limba maternă ale acelor localităţi în care ponderea locuitorilor aparţinând unei minorităţi naţionale depăşeşte 20%. Un eveniment deosebit l-a constituit adoptarea Strategiei Guvernului României pentru îmbunătăţirea situaţiei romilor, elaborată de Ministerul Informaţiilor Publice cu consultarea ministerelor şi a Grupului de Lucru al Asociaţiilor Romilor. Adoptarea strategiei şi validarea ei prin hotărâre a Guvernului (H. G. nr. 430 din 25.04.2001) răspunde imperativului de luare a unor măsuri bine coordonate pentru îmbunătăţirea situaţiei romilor, care continuă să fie o prioritate pe termen scurt şi mediu în activitatea departamentului, precum şi unul din criteriile politice de care depinde procesul de aderare a României la Uniunea Europeană. Cadrul instituţional În urma alegerilor generale de la finele anului 2000, au fost operate schimbări la nivelul structurilor instituţionale specializate pe problematica minorităţilor naţionale. Prin Hotararea Guvernului nr. 13/ 2001 privind organizarea şi funcţionarea Ministerului Informaţiilor Publice, s-a stabilit ca întreaga structură şi atribuţiile fostului departament să fie preluate de către Departamentul pentru Relaţii Interetnice din cadrul ministerului menţionat. Pe parcursul anului 2001, s-a reaşezat statutul şi s-a reconfigurat structura Consiliului Minorităţilor Naţionale (CMN), principalul partener de lucru al departamentului. Astfel, prin HG 589/ 2001, Consiliul Minorităţilor Naţionale a devenit organ consultativ al Guvernului aflat în coordonarea Ministerului Informaţiilor Publice. Participarea organizaţiilor cetăţenilor aparţinând minorităţilor naţionale la actul decizional este astfel asigurată la nivelul Executivului. Consiliul Minorităţilor Naţionale şi-a reluat activitatea în plen - de regulă o dată la trei luni - şi pe comisii de lucru (Comisia de legislaţie, Comisia pentru probleme sociale şi economico-financiare, Comisia pentru cultură, culte şi mass-media, Comisia pentru probleme de învăţământ şi tineret, Comisia de relaţii cu societatea civilă şi organismele internaţionale şi Comisia pentru probleme financiare). Din iniţiativa Departamentului pentru Relaţii Interetnice, Guvernul a aprobat în şedinţa sa din 21 noiembrie 2001 o hotărâre privind organizarea şi funcţionarea Consiliului Naţional pentru Combaterea Discriminării (CNCD), organism specializat care va avea rolul de a implementa principiul egalităţii intre cetăţeni fără nici un fel de discriminare, stipulat de Ordonanţa 137/ 2000. Din punct de vedere instituţional, Departamentul pentru Relaţii Interetnice colaborează permanent cu direcţiile specializate de minorităţi sau drepturile omului din alte instituţii, precum Ministerul Educaţiei şi Cercetării, Ministerul Culturii şi Cultelor, Ministerul Afacerilor Externe. Toate structurile Departamentului pentru Relaţii Interetnice au participat conform atribuţiilor lor la realizarea acestor paşi şi la punerea în aplicare a politicii Guvernului în domeniul protecţiei minorităţilor naţionale şi al relaţiilor interetnice, după cum urmează: Direcţia Relaţii cu Societatea Civilă şi Organisme Internaţionale Politici şi programe Ca o privire generală asupra strategiei de programe interetnice a anului 2001, se poate spune că Departamentul pentru Relaţii Interetnice s-a raliat la două programe europene importante Anul European al Limbilor, desfăşurat de Consiliul Europei şi Uniunea Europeană, şi Pactul de Stabilitate pentru Sud-Estul Europei, iniţiat de Consiliul Europei, Uniunea Europeană şi OSCE. O altă arie tematică a fost aceea a prevenirii şi combaterii discriminării. Pe lângă acestea, având ca sursă de finaţare un buget extrem de limitat (circa 4 miliarde lei), practic epuizat în luna august, departamentul a susţinut o linie specială de proiecte de combatere a rasismului, antisemitismului, xenofobiei şi intolerantei (0,8 miliarde lei). Material al Ministerului Informaţiilor Publice preluat de pe Internet (Continuare în numărul viitor) Allah Sevgisi Herkes, kendi varlığını, bunun olgunlaşmasını ve hiç yok olmadan devam etmesini ister. Kendini ve Rabbini bilen, varlığının devam etmesinin kendi elinde olmadığını, ancak Allahü Teâlânın dilemesiyle var olduğunu bilir. Varlıkların hepsi Allahü Teâlânın kudretiyle vardır. Hiç kimse, kendi kendini yaratıp, hayatını devam ettiremez. O hâlde, kişinin, kendini yaratan, çeşitli ni metler veren, yaşatan Rab-bimizi sevmemesi mümkün değildir. Eğer sevmiyor-sa, kendi yaratılışını bilmediğinden, cehâletindendir. Çünkü sevgi, ma rifetin, (ya nî bilmek, anlamak) meyvesidir. Bir şey önce bilinip anlaşıldıktan sonra sevilir. Ya nî ma rifet olmadan sevgi olmaz. Sevgi ma rifete göredir. Ma rifet ne nisbette ise, sevgi de o nisbette olur. Rabbini bilen elbette O nu sever. Çünkü kendini sevenin, kendini yaratanı sevmemesi düşünülemez. Güneşin yakıcı sıcağına mâruz kalan gölgeyi sever. Gölgeyi seven de ister istemez, gölge veren ağaçları sever. Kâinatta ne varsa, Hz. Allah a nisbetle, gölgenin ağaca nisbeti gibidir. Gölgenin varlığı ağacın varlığına bağlı olduğu gibi, her şey Allah ın eseri olup, hepsinin varlığı, O nun varlığına bağlıdır. Herkes, kendine iyilik edeni sever. Bir zengin, bütün mallarını birisine verse, Bunları dilediğin gibi tasarruf et! dese, bu ihsânı zenginden bilmek yanlış olur. Zengini ve o malı yaratan, seni zengine sevdiren, sana mal vermesinin zengin için hayır olduğu düşüncesini veren kimdir? Eğer zengin, seni sevmeseydi, malı sana vermekle, dünya ve âhirette hiç bir kazancının olmıyacağını bilseydi, sana malının zerresini verir miydi? Şu hâlde, Cenâb-ı Allah bu sebepleri yarattı. Demek ki insana asıl ihsânda bulunan, bu işe zengini vâsıta edendir. Zengin, o malı sana vermekle peşin veya ilerisi için bir menfaat düşünmüştür. Seni minnet altına almak, kendini övdürmek, cömertlikle meşhur olmak, gönülleri kendine bağlamak, herkese kendini sevdirmek ve saydırmak gibi peşin menfaati vardır. Ayrıca, âhırette çok sevâb kazanmak üzere ilerisi için yatırım yapmaktadır. Yoksa hiç kimse, malını boşu boşuna vermez, bir maksat için verir. Maksadı sen değilsin. Sen onun maksadını yerine getirmek için bir vâsıtasın. Demek ki sana iyilik eden, sana değil, kendine iyilik etmiş olur. Sonra, o verdiğinden fazlasını beklemektedir. Çünkü o, Allah ın en az bire on veya bire yedi yüz, hattâ daha fazla vereceğini biliyor. Böyle bir ümidi olmasa sana bütün mallarını verir miydi? İnsan, kendine faydası dokunmasa bile, iyilik edenleri sever. Kendine zararı dokunmasa bile kötülük edenlerden de nefret eder. O hâlde, bütün mahlûkatı yaratıp, onlara çeşitli ni metler ihsân eden yalnız Allah tır. Herkese iyilik eden de sevilir. Kendine hiç bir faydası olmasa da insan, güzeli, güzelliğinden dolayı sever. Beş duyu ile de anlaşılmıyan; fakat kalb gözü ile görülen güzellikler de vardır. Güzel ahlâk, böyledir. İmâm-ı A zam hazretlerini güzel vasıflarından dolayı severiz. Demek ki güzel sevilir. Mutlak güzel, ortağı, eşi, benzeri olmayan, dilediğini yapan yalnız Allah tır. İnsan benzediği şeye meyleder. Çocuk çocukla, büyük büyükle arkadaşlık kurar. Alim, âlimi, bir sanatkârdan daha çok sever. İlim sahibi olan da herşeyi bilen Allahı sever. Basîret sahipleri gerçek sevgiye lâyık olanın yalnız Hz. Allah olduğunu bildirmişlerdir. İSLAM DA KADIN HAKLARI Geçen sayımızda sizlere İslam dan önce kadını tanıtmaya çalıştık bu sayımızdada İslam da kadının önemi ve haklarını sizlere aktarmaya çalışacağız. İslam dini gelince kötü örfler kalkmış ve kadının hakiki değeri bildirilmiş.peygamber Efendimiz in adaleti haksızlıklara son verip kadını erkekle aynı seviyeye getirmiştir. Yani İslamiyette kadın ile erkek eşittirler İçinizden gerek erkek gerek kadın olsun amel işleyenin amelini karşılıksız bırakarak boşa çıkarmayacağım. Kiminiz kiminizdensiniz. (Al-i İmran: 195). Allah (C.C) insanı en şerefli varlık olarak yarattım derken erkek-kadın ayırımı yapmıyor. Dünya ve ahiret saadetini hedefleyen İslam Dini, toplumun temeli olan aileyi sevgi ve saygıya dayanan bir kurum olarak tanımlamıştır. Nitekim Kur an-ı Kerim de: Huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet bağları oluşturması da Allah ın varlığının delillerindendir. Gerçekten bunda düşünen bir toplum için alınacak dersler vardır buyrulmaktadır. İslam da eşler birbirlerine karşı yükümlü ve sorumlu kılınmışlardır. Ailede erkeğin kadına nasıl davranacağı konusunda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: İmanı en olgun olan mü min, ahlakça en güzel olandır. En hayırlınız da hanımına en güzel davranandır. Aile hayatı konusunda da en güzel örneği teşkil eden Peygamberimiz, hiçbir zaman hanımlarına sert muamelede bulunmamış ve onlara karşı daima iyi davranarak, şefkatle muamele etmiştir. Kadınlar, Yüce Allah ın erkeklere verildiği birer emanetidir. Nitekim, Sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde; Kadınlar size Allah ın bir emanetidir. buyurmuştur. Dolayısı ile bu emanete saygılı davranmak herkesin boynunun borcudur. İslamiyet, kadının toplumdaki yerini çok iyi ve sağlam bir şekilde belirlemiştir. Kadın, insan neslini doğuran ve yetiştiren muhterem bir varlıktır. Onun kalbi, sevgi ile nakış nakış işlenmelidir ki, çocuklarını o sevgiyle korusun, büyütsün ve topluma yararlı insanlar haline getirebilsin. Onun içindir ki evlat, hayatı tanımaya, akli ve ruhi melekelerinin gelişmeye başladığı çocukluk döneminde, sevgiye doyurulmalı, sağlıklı ve dengeli bir ruh yapısına kavuşturulmalıdır. Bu itibarla kadın ailenin ve dolayısıyla da toplumun temel taşıdır. Onun mükemmelliği, toplumun mükemmelliğini hazırlayacaktır. Dinimiz, ana-babaya geleceğin anneleri olması bakımından; kız çocuğunun terbiyesi üzerine daha bir hassasiyetle ve sevgiyle eğilmeyi tavsiye etmektedir. Kız çocuğunu bakıp büyütüp, güzelce terbiye edene cennet, hem de cennette en güzel makam, Rasulullah a (S.A.V.) komşu olma makamı va d edilmektedir. Neymiş İslam dini? Kadını hak ve hürriyetinden mahrum etmiş Onu dört duvar arasında yaşamaya zorlamış Kadını insan gibi yaşamaktan alıkoymuş İslam dan önece kadın özgürmüş İslam gelince kadının elinden bu özgürlüğü alınmış Kadın adeta bir esir muamelesi ile karşı karşıya bırakılmış bu tür iftiralar bitmek bilmiyorlar ama bunların doğru olmadıklarını hepimiz biliyoruz. İslam da kadın, bazı kötü niyetlilerin iddia ettikleri gibi; kişiliği olmayan, bu sebeple de kocaya tabi olmak zorunda kalan, kendisini yönetmekten aciz, aklı bir şeye ermeyen bir varlık asla değildir. Bilakis, mehir isteme ve mülk edinme hakkına sahip şahsiyetli bir varlıktır. Evlilik müessesesinde erkeğin hayat arkadaşı olarak kabul edilmiştir. Bütün bu güvenceler karşısında, inançlı bir kadının aldığı insani ve dini terbiye; onun çocuğunu şefkatle emzirmesini de, evin işlerinde kocasına yardımcı olmayı da ona telkin eder. İslamiyet, kocasına itaat eden, geçim ehli bir hanımın, Allah ın rızasına nail olacağını müjdeler ve ona layık olduğu değeri verir. Rabbimiz Kur an-ı Kerimde: Onlar sizin örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz. Onların sizin üzerinizde, sizin de onların üzerinde haklarınız vardır buyurarak kadının erkekle karşılıklı sorumluluklarını beyan etmiştir. Sen, İslam ın doğuşu ile hürriyetine kavuşan, Kur an-ı Kerim in gelişi ile kıymetin zirvesine ulaşan, Hazret-i Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) yüce hükümleriyle şeref kazanan muhterem kadınsın Muhterem kadın değerini unutma, atanı unutma, olduğun gibi kal Firdevs Veli

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 6 pagina / sayfa 7 Islamda Maddî ve Manevî Temizlik Islâm dini, hem maddî, hem de manevî temizlige büyük bir önem vermiştir. Bu iki kısım temizlik arasında büyük bir ilgi vardır. Bunlardan biri diğerinden ayrılmaz. Öyle ki bunlardan her biri, bir bakımdan maddî ise, diger bir bakımdan da manevîdir. Abdest gibi... Islâmda, maddî şeylerle kirlenen bir vücudu, bir elbiseyi, bir yeri temizlemek bir görev olduğu gibi, günah denilen manevî kötülüklerle kirlenmiş bulunan bir ruhu temizlemek de bir vazifedir. Başlica Maddi Temizlikler: 1) Islâmda, maddî şeylerle kirlenen bir vücudu, bir elbiseyi, bir mekâni (yeri) ve diger şeyleri su ile temizlemek esastır. Bu temizleme işlemi, temizlenecek şeyin durumuna göre farz, sünnet ve müstahabdır. 2) Islâmda namaz kılabilmek için abdest almak ve gerekince güsletmek farz olan bir temizlik görevidir. 3) Müslümanlar için, yüzde, kulakta, burunda, tırnaklarda ve saç-sakallarda bulunan kirleri gidermek, saçları tarayıp bağlamak ve insanların tiksinmesine meydan vermemek sünnet olan bir temizlik görevidir. 4) Her müslüman için haftada bir kez olsun, vücudunu yıkamak müstahabdır. Fazileti çok olan cuma gününde yıkanmaktır. Çünkü cuma, müslümanların bir bayramıdır, bir toplantı zamanıdır. O gün her yönden temiz olmak pek güzeldir. 5) Müslümanlar için, uzayan tırnakları ve fazla uzayan bıyıkları kesmek müstahabdır. Sakalda sünnet olan bir kabza miktarı uzun olmaktır. Ondan fazlasını kesmekte bir sakınca yoktur. 6) Koltuklarla kasıklarda bulunan tüyleri yolmak veya tiraş etmek müstahabdır. Bunlar haftada veya on beş günde bir temizlenmelidir. Bunu kırk güne kadar uzatmak harama yakın mekruhtur. 7) Erkeklerin veya kadınların, temizlenmek için özel hamamlara gitmelerinde bir sakınca yoktur. Genel bir ihtiyaçtan dolayı bu caiz görülmüştür. Yeter ki avret yerlerini örtsünler. Erkeklerin kendi aralarında kadinlarin da kendi aralarinda peştemal tutmayarak açık bir halde yıkanmaları haramdır. Hatta bir kimse yalniz başına bir yerde yıkanacağı zaman bir peştemal tutmalıdır. Edebe uygun olun budur. Tenha bir yerde peştemalı sıkmak veya temizlik yapmak için az bir zaman peştemalsız durmak caiz olabilir. YILDIZLAR Yine gece oldu, saatler yine 12 yi buldu, herzamamki gibi cama ciktim ve sigarami yaktim, YILDIZLARA ben yine seni anlattim! O MASMAVI gözlerin aklimdan cikmiyor, seni sevdigimi söyleyemiyor ve kahroluyorum, YILDIZLARA ben yine derdimi anlattim! Bana sarilmis beni öpüyorsun, beni cok sevdigini söylüyorsun, hic ayrilmayalim diyormussun, YILDIZLAR LA ben yine hayaller kurdum!!! Rabiya Aydogdu AHLAK FELSEFESİ Felsefenin temel sorularından olan İnsan nedir? Ne olmalıdır? ; felsefeyi zorunlu olarak insan davranışlarının bir amacı var mıdır, veya olmalı mıdır, hangi davranışlar daha insanca ve erdemlidir, gibi sorulara cevap aramaya zorlar. İşte insan edimlerini konu alan felsefe dalına ethik (etik ahlak felsefesi) denir. Felsefe ahlaka iki yönden yaklaşır. İlki ahlaki kavramlar nelerdir ve içerikleri nelerdir sorularına yanıtlar aramak yani ahlaka teorik olarak yaklaşmak ki buna Ahlak teorisi (kuramsal ethik) denir. İkinci yaklaşım ise hangi davranışlarımızın iyi ve doğru olduğunu araştırıp nasıl davranmamız gerektiğini bize dayatan Normatif ahlak (Uygulamalı pratik ethik) tir. Ahlak felsefe dışında dinlerin, hukukun ve toplumun önemli değerlerinden biridir. İnsan eylemlerinin iyi ve kötü olarak değerlendirilip, yönlendirilmesidir diyebiliriz ahlak için. Ancak toplumsal ahlak anlayışı genellikle cinsel davranışlarla sınırlandırılmaktadır. Oysa genel anlamda ahlak her türlü insan edimini içerir. Felsefe açısından bakıldığında ahlak diğer alanlardan biraz farklı bir içerik taşımaktadır. Her ne kadar felsefe de insan edimlerine kurallar koymaya çalışsa da onlardan farklı olarak temel kavramları da araştırır. Bu açıdan bakıldığında felsefe iyi-kötü davranış, özgürlük, istenç (irade), vicdan, sorumluluk, haz, ödev, erdem, genel ahlak yasası, ahlaki eylem, ahlaki karar gibi kavramların içeriği doldurulmaya çalışılır. Ahlak öncelikle davranışları iyi ve kötü ayırmaya çalışmaktır. Her ne kadar toplumun çoğunluğunca olumlu olarak karşılanan davranışlara iyi diğerlerine de kötü dense de iyi-kötü, yer, zaman ve bakış açısına göre değişebilmektedir. Kaldı ki insan davranışlarının iyi-kötü değerlendirmesinin yapılması da tek başına yeterli olmamaktadır. Bir davranışın ahlakın konusu içine girebilmesi için bireyin farklı davranışlardan birini seçme özgürlüğünün olması gerekmektedir. Bu seçme özgürlüğüdür ki bir davranışı ahlakın konusu içine almaktadır. Seçme özgürlüğünün ve istencinin olmadığı bir davranış için bireyi iyi-kötü diye nitelemek doğru olmayacaktır. Tıpkı hayvanların davranışlarının iyi-kötü diye nitelendirilemeyeceği gibi. Ahlaki kavramlar insan edimleri üzerine değerlendirileceği içindir ki; insan davranışlarının psikoloji bilimi açısından ele alınmasında yarar vardır. Hazırlayan: Firdevs Veli HZ. ALI NIN BÜYÜKLÜĞÜ Birgün ashab Peygamberimiz (s.a.v) den Hz. Ali yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulananlara sordu: - Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler: - Yine iyilik ederiz. - Yine kötülük yapsa? - Biz yine iyilik ederiz? - Yine kötülük yapsa? Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti. Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasulullah Hz. Ali ye sordu: - Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın? - Yine iyilik ederdım. - Yine kötülük yapsa? - Yine iyilik yapardım. Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da yine iyilik ederdim diye cevap verdi. Ashab, - Ya Rasulallah, Ali yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler. FAZA JUDEÞEANÃ A OLIMPIADEI DE LIMBA TURCÃ Sâmbătă, 22 februarie a.c. la Valu lui Traian a avut loc faza judeţeană a Olimpiadei de Limba şi Literatura Turcă. Această acţiune a fost ireproşabil organizată de Inspectoratul Şcolar Judeţean prin profesorii metodiştii Ervin Ibraim şi Ulgean Ene. Au participat la această importantă acţiune d-na prof. Leman Ali, inspector de specialitate în cadrul Ministerului Educaţiei şi Cercetării, Direcţia Generală Învăţământ în Limbile Minorităţilor Naţionale, primarul localităţii Valu lui Traian, lideri ai comunităţilor turcă şi tătară, alte personalităţi. În urma cocursului 46 de elevi (ale căror nume le regăsiţi în tabelul de la pag.5) s-au calificat la faza naţională a Olimpiadei de Limba şi Literatura Turcă, ce se va desfăşura în perioada Şcoala Ion Jalea din Constanta, a intrat în memoria colectivă a constănţenilor drept una din instituţiile de educaţie de prestigiu ale urbei. Recent această şcoală şi-a serbat patronul spiritual, renumitul pictor Ion Jalea. Conducerea şcolii a organizat cu acest prilej o frumoasă manifestare la care şi-au dat concursul grupuri artistice formate din elevii şcolii. Demn de menţionat e faptul că printre acestea s-a numărat şi un grup artistic alcătuit din elevi de etnie turcă şi tătară îndrumat cu mult talent de d-na prof. Nurgean Ibraim. Elevii au pre-zentat un scurt mo-ment artistic cu me-lodii tradiţionale etniei turce din Dobrogea. La acţiune au participat importante personalităţi ale urbei între care d-nul Radu Ştefan Mazăre, primarul municipiului, d-nul Petre Stancă, preşedintele Consiliului Judeţean al P.S.D. Constanţa, d-nul prof.univ. dr. Ibram Nuredin, preşedintele Uniunii Democrate Turce din România şi totodată Decanul Facultăţii de Arte din cadrul Universităţii Ovidius Constanţa, d-na prof. Stroe, director al Casei Corpului Didactic Constanţa, prof. Ervin Ibraim, inspector de specialitate în cadrul I.S.J. Constanţa etc. Felicităm cu acest prilej conducerea şcolii, în special pe d-na directoare Maria Oprea pentru această excepţională manifestare artistică de suflet. TUZ, yemeklerimize lezzet katan en önemli mineral. Ancak kimileri tuzun tatlandırıcı basit bir madde olduğunu düşünebilir. Halbuki artık beslenme uzmanları bu basit madde hakkında yoğun çalışmalar yapıyorlar. Acaba tuza vücudumuz ihtiyacı var mı? Eğer varsa ne kadarına? Gibi sorular cevap arıyor. Tuz ve Sodyum Bu iki terim biraz kafa karıştırıcı olabilir. Tuz, sodyum klori dir. Tuz hücrelerinin yaklaşık yüzde kırkını oluşturur. Sodyum, tuz ilave edilmese de doğal olarak tüm gıda maddelerinin içinde bulunur. Tuz ilave edildiğinde toplam sodyum oranı da artar. Düşük tuz oranlı bir diyet izleyenlerin, tansiyonu yüksek olanlrın, yemek pişerken veya sofraya getirdikten sonra tuz eklememelerini gerekiyor. Ayrıca cips, çerez gibi yüksek tuz ihtiva eden yiyeceklerden de uzak durmalılar. Yiyeceklerin içinde doğal 22-26 aprilie la Medgidia. Le urăm elevilor premianţi multe felicitări şi succes în continuare în activitate. Ervin Ibraim ZILELE ªCOLII ION JALEA Tuz hakkında bilmek istediğiniz herşey olarak bulunan sodyum ise genellikle sağlık problemlerine yol açmaz. NE KADAR TUZ KULLANMALIYIZ? Hepimizin tuzun içinde bulunan sodyum ve kloride ihtiyacı var. Potasyumla beraber sodyum da hücrelerdeki su dengesini sağlar. Kan hacmini normalde tutar ve vücuttaki asiditeyi dengeler. Çok az insanın, sebze ve diğer yiyeceklerde doğal olarak bulunan tuzun üzerine fazladan sodyum ve klorid almaya ihtiyacı vardır. Bütün deniz ürünleri,etler, yumurta ve süt bu maddeler bakımından zengindir. Bazı sebzelerde bol miktarda bulunur. Bir çok kişi gereğinden çok daha fazla tuz aldıkları için böbrekleri bu fazla sodyumdan kurtulmak için daha fazla çalışmak zorunda kalır. Fazla tuzlu bir yiyecekten sonra duyulan su içme ihtiyacı da bu yüzdendir. Alınan bol miktarda su, böbreklerin tuz yoluyla alınan sodyumdan kurtulmasına yardımcı olur. Böbrekler, terazinin diğer tarafına da yardımcı olur. Yani vücut gereğinden az sodyum alsa bile böbrekler alınan miktarı saklama yeteğine sahiptir. Bebekler tuzu çok zor sindirirler. Hatta bu yüzden konsantre süt bile bebeğin henüz gelişmemiş böbrekleri için yük teşkil eder. Bebekler doğuştan tuza alışık değildirler. Hatta ilk tuzlu yiyeceklere burun kıvırırlar. Ancak,çoğu yetişkin, bebeklerine tuzlu gıdalar vermeye devam eder. Ve çocuk geliştikçe tat alma hücreleri tuzun tadına da alışır. Fazla tuzlu yiyecekler yemek, mide kanserinin en önemli nedenlerinden biridir. Bu kanser türü dünyada en yaygın olarak görülen hastalıklardan biridir. Batı ülkelerinde mide kanseri oranı, yiyecekleri saklarken tuzlama yöntemi yerine buzdolabının kullanılmaya başlamasıyla birlikte gözle görülür şekilde azalmıştır. (devam edecek)

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 8 pagina / sayfa 9 Bodrum - Halikarnas Masoleumu Pers Valisi Maussolos un Bodrum - Halikarnassos taki mezarı dünyanın yedi harikası arasındadır. MAussolos M.Ö. 352 de ölünce karısı Artemisia tarafından yapımına başlanmıştır. Mimarlar Pytheos ve Satyrus tur. Skopas, Timotheos, Bryaris ve Leochares adlı ünlü heykeltraşlar birer cephesini çalışmışlardır. 60 x 80 m. boyutlarında ve 46m. yüksekliğinde olduğu belirlenmiştir. 9 x 11 sütunludur. Bazı parçaları Bodrum kalesinin yapımında kullanılmıştır. Mausoleum a ait parçalar XIX. yüzyılın ortalarında Londra British Museum a götürülmüştür. Mausoleul din Halikarnas Ştiaţi că mausoleul din Halikarnas se află la Bodrum în Turcia? Ei bine, ân anul 352 î.e.n. guvernatorul persan a ridicat în amintirea soţiei sale un altar pe care l-a oferit în dar zeiţei Artemis. Arhitecţii Skopas şi Satyrus precum şi sculptorii Skopas, Timotheos, Brzaris şi Leochares au contribuit din plin la înălţarea acestui edificiu, considerat unul din cele şapte minuni ale lumii antice. Maiestosul monument de artă se desfăţoară pe o suprafaţă de 60 80m cu o înălţime de 46 de m avînd un număr de 8 11 coloane masive. În timp, pietrele folosite la construcţie au fost folosite la ridicarea zidurilor cetăţii Bodrum, iar altele, destul de multe au fost duse, la mijlocul secolului XIX, la Londra în British Museum unde pot fi admirate şi astăzi. Çanakkale savaşı tam 8 ay 14 gün sürdü. Bu savaşta Türkler 250.000 şehit verdi ve Ulu yurdumuzu yagılara (düşmanlara) vermediler. Bu savaş çok dengesizdi, Türklere karşı Fransız lar ve Ingiliz ler en Çağdaş (modern) ve güçlü savaş gemileri ile geldiler. 20 büyük savaş gemisi ve toplam 100 ü asan irili ufaklı gemiyi ile yaklaşık 500 bin askerle geldiler. Ve Çanakkale Boğazı nı almak istediler. 3. Kasım 1914 de birinci, 19 Şubat 1915 te ikinci, 20 ve 25 Şubat 1915 günlerinde de üçüncü ve dördüncü saldırılarla boğazı zorlarlar, ama Türk topcusunun ateşi altında başarılı olamazlar. 18 Mart 1915 gününde ise, Queen Elisabeth, Albion, Vengeanse ve bunun gibi 8 tane zamanın en Çağdaş büyük savaş gemilerinin yanısıra bir çok irili ufaklı savaş gemileri ile en büyük saldırlarına geçtiler. Ancak, tüm bu cehennemi ateş altındaki Türk askeri az top ve kit cephanesine rağmen yılmadan ateşe ateşle cevap verir. Dev savaş gemilerinden 2 tanesi yara alırlar. Çanakkale limanına 7 kilometre kadar yaklaşan bir büyük savaş gemisi ise aldığı yaralarla saf dişi kalır. Ön saflarda bulunan Fransız savaş gemisi saat 14 te bir mayina Çarparak iki dakika içinde batar. 639 kişi boğulur. Böyle daha kaç gemi batar ve sonuçta Ingiliz ve Fransız donanması başarsızlığa uğrayarak geri çekilirler. Ingiliz ve Fransız ların boğazı aşamayacaklarını anlayınca Gelibolu kara savaşlarına karar verirler. General Hamilton komutasında büyük bir kuvveti Grek lerin (Yunanların) Limini adasındaki Mondros Limanı nda ve yöredeki diğer adalarda toplarlar. Bu kuvvetler 80 bin asker 110 top ve 8 uçaktan olusur. Bu kuvvetlerden 29 uncu Ingiliz Tugayi ile Kraliyet Deniz Tümeni ve 1. Fransız Tugayı Seddülbahir deki beş koya. ANZAC (Avustralyalar) kuvvetleri de Kabatepe ye çıkartmayı planlarlar, 25 Nisan 1915 askerler planlanmış bulunan plajlara gelirler. Bu erler çok kücük Türk birliklerinin yayılım ateşine yakalanırlar. Küçük Türk birliklerin ölümü göze alarak ve günün bitiminde de vatanları uğruna tamamen ölmelerine karşılık binlerce Ingiliz ve Fransız askerini şaşkına çevirirler ve yağılar çok büyük kayıb verir ve 26 Aralık 1915 te Anzac birlikleri Anafartalar- Arıburnu bölgesinden ve 8 Ocak 1916 gününde de Ingiliz ve Fransız birlikleri yaklaşık 300 bin kayıp vererek Seddülbahir Helles bölgesinden tekrar gemilerine dönerek Gelibolu dan tamamen çekilirler. Bu savaşta Türk birlikleri acuna (dünyaya) Çanakkale boğazından geçilemeyeceğini ve Türk toprağının bölünmeyeceğinin bir kere daha göstermiştir. Çanakkale Marşı Çanakkale içinde aynalı çarşı Anne ben gidiyorum düşmana karşı Çanakkale içinde sıra sıra selviler Binbaşı oturmuş asker öğütler Çanakkale içinde bir kirik testi Anneler babalar ümidi kesti Arı burnundan çıktık, yan başa başa Hep düşmanlar kaçıyor, kan kusa kusa. Cele şapte minuni ale lumii ÇANAKKALE SAVAŞLARI Dur yolcu. Bilmeden gelip bastığın Bu toprak bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yiğin Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Hoyratlar (Bu hoyrat türkü sevenler için yazıldı) Türkündür, Şan ve şeref Türk ündür. Dinleme tamtamları, Seveceğin türk ündür. Kızanlar, Doğru söze kızanlar. Harmandalı oynuyor, Efelerle Kızanlar. Çayda Çıra, Islandı çayda çıra. Elaziğ in oyunu, Güzelim Çayda Çıra. Bağlama, Güzelimi bağlama. Başkası baş ağrıtır, Benim sazım bağlama. Aydil Erol Ötüken Aralık 1969 Kültür Bakanı Sayın Doç. Dr. Hüseyin Çelik in Avrupa Konseyi nde 18 Şubat 2003 Tarihinde Osmanlı Arşivleri Sergisinin Açılışı Sırasında Yaptıkları Konuşma Değerli Meslektaşlarım, Sayın Genel Direktör, Kıymetli Misafirler, Avrupa Konseyi nde Ottoman Archives: a source of several examples of a positive admission policy konulu serginin açılışını yapmak benim için büyük bir ayrıcalıktır. Bildiğiniz gibi, arşivler, tüm sosyal ve insani bilimlerin temel kaynaklarıdır. Bilimsel çalışmalardaki önemli rolünün yanı sıra, dünya siyasetinde önemli bir konu olan kültürlerarası diyaloğun gelişmesine de arşivler katkıda bulunmaktadır. Bu sergide sunulan örnekler, 150 milyon belgelik Osmanlı arşivleri arasında sadece bazı nümunelerdir. Üç kıtada, 600 yıldan uzun süre hüküm süren ve birçok ulusa ev sahipliği yapan Osmanlı İmparatorluğu, bu zengin arşiv malzemesini Türkiye Cumhuriyeti ne devretmiştir. Orta Doğu, Yakın Doğu, Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika ve Arap Yarımadasındaki ulusların milli ve ortak tarihlerinin Ilk önce çiğ uyanır. Çiğ - çiçekleri uyandırır, Çiçekler - kelebekleri Kelebekler- kuşları Kuşlar - ağaçları Ağaçlar ilk yaz rüzgarını E l S a n a t l a r ı i n s a n o ğ l u v a r olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ilk örneklerini vermiştir. Daha sonra gelişerek çevre şartlarına göre değişimler gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale gelerek geleneksel vasfı kazanmıştır. Geleneksel Türk El Sanatları, Anadolu nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir mozaik oluşturmuştur. Geleneksel Türk El Sanatlarını; halıcılık, kilimcilik, cicim zili, sumak, kumaş dokumacılığı, yazmacılık, çinicilik, seramik-çömlek yapımcılığı, işlemecilik, oya yapımcılığı, deri işçiliği, müzik aletleri yapımcılığı, taş işçiliği, bakırcılık, sepetçilik, semercilik, maden işçiliği, keçe yapımcılığı, örmecilik, ahşap ve ağaç işçiliği, arabacılık vb. sıralanabilir. Geleneksel el sanatlarımızdan dokumaların hammaddeleri yün, tiftik, pamuk, kıl ve ipekten sağlanmaktadır. Dokuma; eğirme veya başka yollarla iplik haline getirilerek veya elyafı birbirine değişik metotlarla tutturarak bir bütün meydana getirme yoluyla elde edilen her cins kumaş, örgü, döşemelik, halı, kilim, zili, cicim, keçe, kolonlar vb. dir. Dokumacılık Anadolu da çok eskiden beri yapılagelen, çoğu yörede geçim kaynağı olmuş ve olmaya devam eden bir el sanatıdır. El sanatlarımızın zarif örneklerinden olan oyalar; süslemek, süslenmek amacından başka taşıdıkları anlamlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılmaktadır. Günümüzde Anadolu da tığ, iğne, mekik, firkete/ filkete gibi araçlarla yapılan oyaların ya bordür ya da bir motif olarak tasar-lanmış olanları, kullanılan araç doğrultusunda ve tekniklerine göre değişik adlar almaktadır. Bunlar; iğne, tığ, mekik, firkete/fil- yazılmasında ve belirlenmesinde en güvenilir kaynak teşkil eden Osmanlı arşivleri, pek tabii olarak bütün araştırmacılara açıktır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğunun muazzam arşiv malzemesinin kendisine miras olarak kalmasından dolayı, gerek nicelik gerekse nitelik olarak dünyanın en zengin arşivine sahip olan az sayıdaki ülkelerden birisi olma özelliğine sahiptir. Dünkü oturumumuzda, bu çalışmanın önümüzdeki yıl İstanbul da ilerletilmesi hususunda davette bulunmuştum. Bunun gerçekleşeceğine inanıyorum. Böylelikle İstanbul da, yüzyıllar önce Osmanlı İmparatorluğu na sığınan Musevi, Polonyalı ve diğer toplulukların halen Türk vatandaşı olarak yaşadıklarına bizzat şahit olacaksınız. Bu durumun kültürel hoşgörü, çeşitlilik ve çoğulculuğun canlı bir örneğini teşkil ettiğine ilişkin görüşlerime eminim siz de katılacaksınız. Bu vesileyle, bu serginin düzenlenmesindeki katkılarından ötürü Avrupa Konseyi ne bir kez daha şükranlarımı sunar, sizlere de katılımınızdan dolayı çok teşekkür ederim. KADINA YAZILAN EN SEÇKİN Mısralar Rüzgar içimizdeki güneşi Güneş insanları Insanlar pencere açar Ve tüm Dünya, Seninle uçar lkbaharım Gulten Abdula Bir zambağın taçyaprağında yağmur tanesi Bir kula atın rüzgarlı bayırdan kaynağa inişini Yarısı gölgeli kumlarda ölümlü bekleyen karanlık boğayı Sabaha karşı ve hiç uyunmamış tanyerinde ışıyan kavak ağacını Ve bütün bunları birden düşündüren seni düşünüyorum şimdi. El Sanatları Onat Kutlar kete, koza, yün, mum, boncuk ve kumaş artığı olarak sıralanabilir. Kastamonu, Konya, Elazığ, Bursa, Bitlis, Gaziantep, İzmir, Ankara, Bolu, Kahramanmaraş, Aydın, İçel, Tokat, Kütahya gibi şehirlerimizde daha yoğun olarak yapılmakta, ancak eski önemini kaybederek çeyiz sandıklarında varlığını korumaya çalış-maktadır. Geleneksel kıyafetlerle birlikte kullanılan oyalarımızın yanı sıra takılarda dikkat çekici aksesuarlardandır. Anadolu da yaşamış tüm uygarlıklar değerli ve yarı değerli taşlarla metalle birlikte veya ayrı işleyerek sa-natsal nitelikli eserler üretmişlerdir. Selçuklularla birlikte gelen değişik üslupların en önemlisi Türkmen takılarıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise imparatorluğun gelişimine paralel olarak mücevhercilik önem kazanmıştır. Anadolu da Tunç Çağında bakır, kalay katılarak tuncun elde edilmesinden sonraki dönemlerde bakır, altın, gümüş devamı 11 ci sayfa da

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 10 pagina / sayfa 11 GELENEKLERİMİZ - AŞÜRE GÜNÜ Kameri takvimine göre, AŞÜRE, Muharrem ayının onuncü günüdür. Bu günde tutulması tavsiye edilen oruca Aşüre orucu denir. Buhari nin rivayetine göre, Islam dan önce, Cahiliyye devrinde, Kureyşliler, aşure orucu tutardı. Hz. Peygamber de bu geleneğe uyarak oruç tutmuştur. Hatta Medine ye hicret ettikten sonra da bu oruca devam etmiş ve nafile oruç olarak bunu tavsiye etmişti (Buhari, Savm, 69). Bundan sonra müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır. Dolayısıyla aşüre orucu tutulması isteğe bağlı olan müstehap bir oruçtur. Aşüre Günü nde bir çok olaylar gerçekleşmiştir. Hz. Adem in yasak meyveden yemesi sebebiyle yaptığı tevbenin kabülü; Hz. Nuh un tufandan kurtuluşu; Hz. Süleyman a mülk verilmesi, Hz. Yunus un balığın karnından çıkması, Hz. Yakub un oğluna kavuşması, Hz. Eyüp hastalıktan kurtuluşu, Firavun boğuluşu. Hadis I şeriflerde buyuruldu ki: 1) Aşüre Günü nün orucu, bir senelik geçmiş günahlara kefarettir, 2) Aşüre Günü zerre kadar sadaka veren kimseye, Allahü Teala Uhud Dağı kadar kadar sevap verir, 3) Allahü Teala, gökleri, yeri, dağları, Sevgim Ateşe Senin ile olan resimlerimizi ataşe atarken, İçim yanıyordu Seni her gördüğümde İçim sızlıyordu Adını her andığında, Sanki bir volkan patlıyor! Gelmem dedin gelmedin, Sevmem dedin sevmedin, Hani sen bana, Kompozisiyon Öğrencilerin eserlerinden Gül yabanına, Demiştin ki, evlilik kutsal idi! Gittin bıraktın, Beni boynu bükük braktın, Arkana dön bak, Haydi şimdi, bana bak! Ne gördüğünü söyle! Bir boynu bükük, Hayatta küsmüş, Aşka tövbelenmiş, Bir gariban! Sevgili Çocuk Dergisi, denizleri, yıldızları, Arş ve melekleri (Cebrail, İsrafil, Mikail), Hz. Adem i, Aşüre Günü yarattı, 4) Hz. İbrahim dünyaya gelişi ve Nemrud un ateşinden kurtuluşu hep Aşüre Günü oldu, 5) Hz. İbrahim e, oğlunun yerine kesmek için, büyük koç Aşüre Günü nde ihsan edildi. Muharremin 9, 10, ve 11 ci günlerinde fakir ve kimsesiz kişilerin, çocukların sevindirilmesi, komşuların hatırlarının sorulması, hayır yapılması tavsiye buyurulmuştur. Dobruca da müslüman türkleri Aşüre adı verilen verilen bir tatlı komposto üreterek, komşulara dağıtılması geleneği, hayır işlemek ve gönül almak için güzel bir vesile olagelmiştir. Bu komposto nun malzemeleri: su, şeker, noğut, ceviz, hurma, incir, fasulya, buğday, kara erik, kuru yüzüm, misir ve sayre. Komposto malzemelerin sayısı, şüphesiz, en azdan, yedi veya dokuz olması gerekir. Prof. Dr. İbram Nuredin Dünyam Dünyam, unutulmuş bir masal, Yanlızlığa mahrum kalmış, bir insan. Dünyam,evet,dünyam, Yazılmış, unutulmuş bir masal. Sevmediğisen söyle, Dünyamı yoketme, Bu ölümlü dünyada, Ben senin yokluğuna, Alışamadım! (autor- Memiş Hayat, Şc. Nr.24 Ion Jalea,Constanţa) Köstence 1 Şubat 2003 Bu dergiyi bana arkadaşlarım önerdiler. Çok dolu olduğunu, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler, çocuklar, insanlar ve yaşadığımız dünya ile ilgili konular içerdiğini söylediler. Önce onlara inanmadım, amma sonra kendi gözlerimle gördüğümde çok şaştım. Böyle bir dergiyi çoktan arıyordum. Sonunda buldum: Çocuk Dergisi. Şimdi her ay derginizi okuyorum. Gün geçtikçe insanlar dünyamıza zarar yapıyorlar: ağaçları kesin, yerlerine başkalarını dikmiyorlar, çöpleri olmadık yerlere atıyorlar. Dünyamızı korumalıyız. Bütün insanlar el ele verip iyi ve güzel bir dünyayı yeniden çiçek ve ağaçlarla donatmalıyız. Sizlere son bir isteğim daha var, mümkünse benide derginize üye yapınız. Eğer üye yaparsanız çok mutlu olurum. Saygı ve sevgi ile, Alev Bilal Alev Bilal, Şc. Nr.24 Ion Jalea, Constanţa 9 cu sayfa dan devam gibi madenler de dövme ve dökme tekniğiyle işlenmişlerdir. En çok kullanılan maden bakırdır. Maden işçiliğinde dövme, telkari, kazıma (kalemkar), çekiç işi kakma, küftgani, savatlama, ajır kesme gibi teknikler kullanılmaktadır. Bakırın yanı sıra pirinç, altın, gümüş gibi metallerle yapılan el sanatları günümüzde üstün işçilik ve çeşitli tasarımlarla yaşatılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde en çok kullanılan maden işleme olan bakır kalaylanarak mutfak eşyası yapımıyla geniş bir şekilde sürdürülmektedir. Barınma gereğinden doğan mimari, bölgelerin coğrafi koşullarına göre biçimlenmiş, çeşitlenmiştir. Buna bağlı olarak gelişen Ahşap işçiliği Anadolu da Selçuklu döneminde gelişip, kendine özgü bir niteliğe ulaşmıştır. Selçuklu ve Beylikler dönemi ağaç eserler daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlar olup üstün işçilik içermişlerdir. Osmanlı döneminde sadeleşerek daha çok sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, kayık, rahle, Kur an muhafazası gibi gündelik kullanım eşyaları ve pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, tavan, mihrap, minber, sanduka gibi mimari eserlerde uygulanmıştır. Ağaç işçiliğinde kullanılan malzeme daha çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz ve gül ağacıdır. Kakma, boyama, kündekâriz, kabartma-oyma, kafes, kaplama, yakma gibi tekniklerle işlenen ahşap eşyalar günümüzde de kullanılmaktadır. Bu teknikler Zonguldak, Bitlis, Gaziantep, Bursa, İstanbul-Beykoz, Ordu gibi illerde halen devam eden hammaddesine göre değer kazanan baston ve asaların kullanımı yüzyıllar boyunca sürmüş, 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Baston ve asaların sap kısımları; gümüş, altın, kemik, sedef gibi malzemelerden, gövde kısımları ise gül, kiraz, abanoz, kızılcık, bambu, kamış vb. ağaçlardan yapılmaktadır. Müzik aletleri yapımı eskiden beri devam etmektedir. Bu aletler ağaçlar, bitkiler ve hayvanların; deri, bağırsak, kıl, kemik ve boynuzlarından yararlanılarak yapılmaktadır. Telli, yaylı, nefesli, vurmalı çalgılar olarak gruplandırılmaktadır. Mimariye bağlı olarak gelişen diğer bir sanat kolu da çini sanatıdır. Anadolu ya Selçuklularla girmiştir. Figürlü sanat eserlerini kullanmaktan çekinmeyen Selçuklu sanatkarlar özellikle hayvan tasvirlerinde çok başarılı olmuşlardır. 14. yüzyılda İznik, 15. yüzyılda Kütahya, 17. yüzyılda Çanakkale de başlayan seramik sanatı bu yörelerde kendilerine has renk, desen, form özellikleri ile Osmanlı Dönemi seramik ve çini sanatına yeni yorumlar getirmiştir. 14. - 19. yüzyıllar arası Türk çini ve seramik sanatı fevkalade yaratıcı işçiliği ile dünya çapında üne kavuşmuştur. Anadolu uygarlıklarından elde edilen cam işçiliğinin en seçkin örnekleri günümüzde cam ın tarihi gelişimi konusuna ışık tutmaktadır. Çeşitli model ve formlarda Seni dünyadan Çok severim Mis kokulu Anneciğim. ANNECİĞİM Gece gündüz hiç durmadan Seni düşünüyorum Kalbimin bir parçasısın Gül kokulu anneciğim. Davut Elif, Yane Sandanski ilkokulu, Üsküp El Sanatları vitray, Selçuklular döneminde geliştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul un fethiy-le camcılığın merkezi bu kent olmuştur. Çeşm-i bülbül, Beykoz işi bu dönemden günümüze ulaşabilen tekniklerden bazılarıdır. Anadolu da camın ilk kez gözboncuğu olarak üretimi İzmir-Görece köyündeki ustalar tarafından gerçekleştirilmiştir. Anadolu nun her tarafında temelinde nazar inancı olan cam boncukları görmek mümkündür. Nazarlık yoluyla canlı veya nesneye yönelen bakışların dikkatinin başka bir nesneye yöneleceğine inanılır. Bu nedenle nazar boncuğundan yapılan nazarlıklar canlının veya nesnenin görünen bir yerine takılır. Geleneksel mimaride dış cephe ve iç mekan süslemesinde taş işçiliğide önemli bir yer tutmaktadır. Taş işçiliğinin mimari dışında en çok kullanım alanı mezar taşlarıdır. Oyma, kabartma, kazıma (profito) gibi teknikler uygulanmaktadır. Kullanılan süsleme öğeleri, bitkisel, geometrik motifler ile yazı ve figürlerdir. Hayvansal figür azdır. İnsan figürlerine ise Selçuklu Dönemi eserlerinde rastlanmaktadır. Günümüzde fonksiyonunu henüz kaybetmeyen sepetçilik atalardan öğrenildiği gibi halen; saz, söğüt ve fındık dallarından örülerek yapılmaktadır. Eşya, yiyecek vb. taşıma amacından başka ev içi dekorasyonunda da kullanılmaya başlanmıştır. Hayvancılıkla uğraşan kırsal kesimlerde yaygın olarak kullanılan keçe, çul ve ağaçtan yapılan semer kullanıldığı dönem boyunca geleneksel sanatların bir kolunu oluşturmuştur. Günümüzde başta endüstrileşme olmak üzere değişen yaşam şartları ve değer yargılarına bağlı olarak üretimleri hemen hemen kaybolmaktadır. Genel Müdürlükçe her yıl belirlenen illerde yapılan alan araştırmalarında el sanatları ustaları ile derleme çalışmaları yapılmakta, slayt gerekiyorsa video çekimleri ile tesbit edilmeye çalışılmaktadır. Edinilen bu bilgiler Genel Müdürlük Arşivine kaydedilmekte, bu konuda çalışan bilim adamı, uzman ve öğrencilerin yararına sunulmaktadır. Genel Müdürlük koleksiyonunda yer alan malzemelerle yurtiçi ve yurtdışında sergiler açılarak tanıtımları sağlanmaktadır. Yine yurtiçinde Genel Müdürlük desteğiyle açılan Mahalli El Sanatları Sergileri ile tanıtım yapılmakta, ustalara pazar imkanı sağlanmaya çalışılmaktadır. Genel Müdürlükçe düzenlenen yarışmalarla da kaybolmaya yüz tutan el sanatlarının özgün şekilleriyle desteklenmesi ve devamı sağlanmaya çalışılmaktadır. Genel Müdürlüğümüzce beş yılda bir düzenlenen Uluslararası Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyonunda sunulan, ayrıca çeşitli üniversitelerle ortaklaşa düzenlenen bilimsel toplantılarla sunulan bildiriler yayın haline dönüştürülmektedir. Ayrıca el sanatları konusunda yapılan çalışmaların basımı gerçekleştirilerek yayın haline dönüştürülmektedir. ÖĞRETMENİM Bizi bilgiyle büyüttünüz Sayıları öğrettiniz Sevgiyi, şefkati gösterdiniz Seni çok severim öğretmenim. Bize doğru yolu gösterdiniz Bize analık yaptınız Bizleri kötülüklerden korudunuz Seni çok seviyorum öğretmenim. Nuran Murtezan, Yane Sandanski ilkokulu

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 12 pagina / sayfa 13 ROMANTİKLİĞİNİZİ ÖLÇÜN! Soru1:... seni seviyorum derim. a) Günde bir iki kez b) Günde bir kez c) Ayda bir kez. d) Bazen. (Genellikle yalnızca özel günlerde) Soru 2: Yeni yıl için ona... aldım: a) Kalıcı bir hediye b) mücevher c) Daha önceden istediği bir şey d) Canlı hayvan En son...dışarıda romantik bir yemek yedik. a) Birkaç hafta önce b) Birkaç ay önce c) Bir sene önce d) Kayınvalidemler geldiğinde En son... bir öğünü birlikte yedik. a) Birkaç hafta önce b) Birkaç ay önce c) Bir sene önce d) Kayınvalidemler geldiğinde İdeal tatilim... olurdu. a) Tahiti b) Las Vegas c) Disney world gezisi d) Akraba ziyareti Bence romantik bir geceye en çok yakışan müzik... a) Ravel in Bolero su b) Frank Sinatra c) Michael Bolton d) Öpücük En sevdiğim aşk şairi... a) Lord Byron b) Shakespeare c) Edgar Allan Poe d) Lord Byron da kim? İlk buluşmamızda... a) Şık bir restaurantta yemek yedik. b) Bir oyuna gittik. c) Bir film kiraladık. Onun dikkatini çekmek istediğimde... d) Anne-babamı ziyarete gittik.? a) ona Tatlım, Aşkım veya bir takma isimle seslenirim. b) yalnızca ismini söylerim. c) ismini söylemeden konuşmama başlarım. d) ıslık çalarım. İşten eve geldiğimde... a) ona gününün nasıl geçtiğini sorarım. b) kendi günümden bahsederim. c) televizyonu açarım ve günümün nasıl geçtiğini anlatmaya koyulurum. d) yemekte ne olduğunu sorarım. AHMET KABAKLI I. HAYATI VE ESERLERİ Ahmet Kabaklı, Harput Sarayhatun Camii nde müezzinlik yapan Kabaklılardan Ömer Efendi ile Pertekli Bölükbaşılardan Münire Hanım ın oğlu olarak 24 Mayıs 1924 yılında Harput ta dünyaya geldi. Babasıyla ilgili hiçbir hatırası olmayan Kabaklı nın yoksul bir çocukluk ve gençlik devresi başladı. 1931yılında girdiği Elazığ Numune Mektebi nde ilk ve orta öğrenimini, lise öğremini ise, Elazığ Lisesi nde 1944 yılında tamamladı. Aynı yıl İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun parasız yatılı imtihanını kazanarak girdiği Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü nden 1948 yılında mezun oldu. Mezun olduğu yıl Diyarbakır da öğretmenliğe başladı. Burada görev yaptığı sırada Diyarbakırlılardan çok ilgi ve ihtibar gördü. O, Diyarbakır ın verimkar bir kültür muhiti olduğunu biliyordu. Kendisine Halkevi nin çıkartığı Karaca-dağ dergisinin yönetciliği verildi. Başta Ziya Gökalp olmak üzere Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı gibi Diyarbakır ın fikir ve ede-biyat sahasında yetiştirdiği evlatlarını hatırlatan toplantılar yaptı. Divan Edebiyatı geceleri düzenlendi. Görevi sırasında öğrencileri ve velileri olmak üzere geniş bir Diyarbakırlı kitlesini kendisine bağla-dı. Böylece orada ciddî bir milliyetçilik havasının esmesini sağladı. Diyarbakır daki görevi iki yıl süren Kabaklı oradan askere gitti. Onu gece geç vakkite uğurlamaya meslektaşları, öğrencileri, halktan sevenleri olmak üzere büyük bir kalabalık geldi. Diyarbakırlıların kendisine karşı gösterdikleri bu saygı ve sevgi onu çok mutlu etti. Askerliğini Manisa da tamam-layan Ahmet Kabaklı yı Millî Eğitim Bakanlığı 1951 yılında Aydın Ticaret Lise-sine edebiyat öğretmeni olarak tayin etti. Görev yaptığı Aydın da 1952 yılında Aydınlı Elbir ailesinden, matematik öğretmeni Meşküre Hanımla tanıştı ve evlendi. Hak ve adalet yolunda daha iyi hizmet yapabil-mek için hukuk okumak istedi. 1955 yılın-da Ankara Hukuk Fakültesi ne kayıt yaptırdı. 1 Nisan - 1 Mayıs 1956 tarihleri arasında Tercüman gazetesinin açmış olduğu fıkra yarışmasına Ferhat Fırat im-zası ve kendisine birincilik getiren Üniversitede Münazaralar başlıklı yazısı dahil beş yazı ile katıldı. Yarışmyı kazanan Kabaklı, aynı zamanda Türkiye de yarışmayla yazar olan iki kişiden birisi oldu. Bu sırada hâlen Aydın Ticaret Lisesinde Edebiyat öğretmenliğe devam etmekteydi. 1956 yılının güz döneminde Aydın Ticaret Lisesindeki görevi sırasında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim stajı için bir yıllığına Paris e gönderildi. 1958 yılında Paris ten dönüşünde İstanbul Eğitim Enstitüsüne öğretmen olduğu sırada başladığı Hukuk Fakültesi ni 1959 yılında tamamladı. 26 Ekim 1961 tarihinde 4806 sicil numarası ile İstanbul barosu avukatları arasna katıldı. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Çapa Eğitim Enstitüsündeki öğretmenliği 1969 yılına kadar sürdü. Buradaki görevine İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda öğretim görevlisi olarak devam etti. Bu görevdeyken 1974 yılında yemekli oldu. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müsikisi Devlet Konservatuvar nda edebiyat dersi verdi. Taner isimde yüksek kimya mühendisi bir oğlu ve ilk torunu olan Ahmet Kabaklı, 17 Kasım 2000 tarihinde kalbinden rahatsızlandı. Önce Türkiye Gazetesi Hastanesi Kardioloji Servisi ne kaldırıldı. Burada iki gün yoğun bakımda kaldı. Daha sonra anjiyo yapılması için 20 Kasım 2000 de Florance Ninghtingale Hastanesi ne nakledildi. 23 Kasım 2000 de tekrar kontrol dan geçirilen Kabaklı, hemen ameliyata alındı. Başarılı bir ameliyatla kalp damarlarından beşi değiştirildi. A n c a k y o ğ u n b a k ı m ü n i t e s i n d e enfeksiyon kaptı. Buradan üç günde çıkması gerekirken, 20 gün yatma zorunda kaldı. Bu arada Kadir gecesine tesadüf eden 23 Aralık 2000 se 48 yıllık arkadaşı, emekli öğretmen Meşküre Hanım vefat etti. Hastahaneden taburcu edildikten sonra sevgili eşi Meşküre Hanımın mezarını ziyarete gidebildi. Hızla iyileştiği sanıldığı bir sırada akciğer enfeksiyonundan tekrar hastaheneye kaldırıldı. Ahmet Kabaklı, 8 Şubat 2001 tarihinde perşembe günü saat 14,20 de Florance Nightingale Hastahanesinde Hakkın rahmetine kavuştu. Onun şahsiyeti, aile çevresi ve bilhassa annesi Münire Hanımın söylediği ve okuduğu masal, efsane ve türkülerin teseriyle şekillendi. Annesinden sonra milli duygu ve düşüncelerle onu besleyen ve etkili olan ikinci kadın Türkçe öğretmeni Cemile Hanımındır. Lisede ise hayatının değişmesine vesile olacak, edebiyat öğretmeni Cahit Okurer, Fransızca öğretmeni Cemil Meriç, tarih öğretmeni Yahya Pehlivan, matematik öğretmeni Fehbi Güney gibi seçkin ve sahalarında iyi yetişmiş ve etkileyici öğretmenlerin tesirinde kalmıştır. Öğrenci olarak girdiği Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu ve Mehmet Kaplan dan dersler aldı. Başta kendisine yakın bulduğu, ağabey gördüğü hocası Prof. dr. Mehmet Kaplan olmak üzere diğer hocaları onun bir mesleki eğitim almasında ve milliyetçi fikirlerinin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. O, Cumhuriyetimizi milli kültür ve inançlarımızı, bilhassa dilimizi hiçe sayanlara karışı öğrenciliğinde öğretmenliğinde yazarlık ve fikir hayatının her safhasında inançla, kararlılıkla, kendisi ve milleti adına mücadele etmiştir. O daima inandığı gibi yazmış, dolayısıyla mensubu bulunduğu Türk milletinin, İslamın, ilmin ve demokrasinin hizmetinde olmuştur. Kaynaklar: Türk Edebiyatı, Erol Ülgen Komposisiyon Rüyalar Biz insanlar, bütün hayatınız boyunca hayal görürüz. Küçük iken büyük olmak istiyoruz, büyük iken küçük olmak istiyoruz. Her zaman daha iyi gelecekleri hayal ediyoruz. Bir ev, bir iş yeri belki, bunlar bir fakirin düşüdür. Çoçuklarımıza iyi yarınlar sağlamak için, belki bütün ömürümüz süresince çarpınırız. Rüyalar bir göz erimidir. Siz bu göz erimine doğru yürüyorsunuz, amma, buna yeremiyorsunuz, bütün hayatınız boyunca. İşte şunlar gerçekleştirilmeyen rüyalardır. Bu rüyalar ömürümüz süresince gönlümüzde bir sönmeyen ateş halinde kalır. Bazı düşler gercektirilebilir.işte, bu göz erimine ulaştığınızı gösteren işarettir. Memiş Hayat - IV ncı sınıf, Okul no. 24 Sayfayı hazırlayan: Nurcan İbraim

- Martie / Mart 2003 pagina / sayfa 14 pagina / sayfa 15 - TRADIÞII ªI OBICEIURI - SÃRBÃTOAREA NEVRUZ Nevruzul, Ziua Nouă, ca Sărbătoare a turcilor de pretutindeni, coborâtă din illo tempore, de peste 5000 de ani, din perioada şamanismului până azi, în plină epocă de religie islamică, este o Sărbătoare a unităţii neamurilor turcice, a redeşteptării naţionale, a reînnoirii şi însufleţirii naturii (Tabiatın ve milli uyanışın birleştirimesini anlamını taşıyan Nevruz, Yeni Gün). Nevruz-ul are în lumea turcă denumiri ca Nevruz, Navruz, Noruz, Sultan-i Navrez, Sultan Nevruz, Navrez, Nevris, Naurus Navruz, Ulustin Ulu Kuni, Ulusun Ulu Günu, Uli Kun, Ergenekon, Bozkurt, Çağan, Baba Marta, Kürkülü Marta, Ilkyaz Yortusu, Yeni gün, Mart Dokuzu, Mereke, Meyram, etc. Nevruz-ul se regăseşte pe spaţii geografice imense, din Anatolia până în Balcani, din India până în Afganistan, din Iran şi ţările arabe până în Siberia şi Kirghizia. E greu de spus, cu precizie, când şi unde s-a zămislit această sărbătoare, deopotrivă a Naturii, etno-folclorică şi religioasă. Nu avem în acest sens, date istorice, certe, exacte. Fiecare cultură are convingerea că propriul Nevruz este de o vechime inestimabilă. Şi atunci, facem apel la legende, la povestiri, la mărturii literare, la practici legate de Nevruz. Nevruz-ul a fost sărbătorit în lumea turcă, în zone geografice şi climatice diferite, de comunităţi care nu ştiau unele de altele. Nevruz, cea mai veche sărbătoare a primăverii are ca etimologie cuvintele din limba persană: nev=nou, Ruz=zi. Deci Zi Nouă, sau Noua Zi. În latină corespondentul cuvântului nevruz este neo, în greacă, neos, în rusă, novi, în bulgară, nova, în ciuvaşă, noraz etc. Aceste corespondenţe demonstrează universalitatea acestei sărbători pe o mare arie geografică. În unele locuri şi comunităţi Sărbătoarea durează 1-3 zile, ir în altele chiar 7-13 zile. În cultura turcă, această sărbătoare marchează începutul unei speranţe, este iubire, frăţie este unitatea lumii turce. Nevruz-ul are la temelia lui: unitatea de înţelepciune şi omenie a omului turc, dragostea, prietenia, pacea, solidaritatea şi sprijunul reciproc. Nevruz-ul este o ripostă la şovinism, rasism, terorism şi segregaţionism a oamenilor. Nevruz-ul este Noul An, Noua Zi, Noul început, Noua Reînviere a oamenilor şi a naturii. Este pentru omul turc ieşirea din Ergenekon, din muntele de fier Ergenekon, unde sute de ani comunitatea turcă s-a retras din faţa cruzilor duşmani, dar s-a întărit, şi-a cristalizat conştiinţa naţională şi apoi s-a revărsat în lumea largă a umanităţii. Nevruz-ul este, în ciuda diversităţii şi bogăţiei de sărbători ale lumii turcice, dată importantă în calendarul tradiţiilor comune ale turcilor de pretutindeni. Mustafa Kaşgarlî în DivaniiLugati t (Dicţionarul Literaturii Divanului) spunea că Nevruzul, cu semnificaţia de Noua Zi, a căpătat, ca şi în sărbătorile religioase de Kurban şi Ramazan, practici specifice şi a fost promovat în creaţii literare. Un exemplu din literatura turcilor răsăriteni este, cel din perimetrul literaturii turcilor çagatay din secolul al XV-lea Mevlana Lutfi prin poemul său Gülü Nevruz (Nevruz floral). El a fost influenţat de ceremonialul Nevruzului în popor, ca de altfel în aceeaşi linie spirituală marii literaţi Nevayi, Babur Şah, Zevki, Mukimi. Dintre cercetătorii de literatură dedicate Nevruzului Asiei Centrale îl amintim pe germanul rusizat, rusofon Radloff. Acesta, în creaţia literară Siberia a evidenţiat ceremonialul Nevruzului la poporul Kazakistan, exprimat în legende, povestiri, basme, credinţe variate, obiceiuri. De asemenea, Pantusov Nikolaevici a evidenţiat în cercetările sale cântecele referitoare despre Nevruz la uiguri, ca intrare în Noul An care ocaziona sădirea a şapte specii de legume, copaci, fructe: usturoi (sarîmsak), çığdı - arbore spinos cu fructe asemănătoare ca formă şi mărime de măslinele mari (cigde), oţet (sirke), (koyu kellesi), grâu (bugday), iarbă de deochi (nazar otu) şi tenke (para). Un obicei interesant a uigurilor ce trăiesc în Kazahstan şi Turkestanul de Est, în 21 martie, în Sărbătoarea Nevruz, este că atunci când dascălii elevilor vin în vizită la casele elevilor care au dificultăţi se scriu de către dascăli distihuri (versete) pe bucăţi de hârtie, distihuri (versete) numite Nevruz-uri, pentru a depăşi aceste dificultăţi. Populaţia, cu prilejul Nevruzului, în multe ţări şi comunităţi turcice, se adună în faţa caselor de rugăciuni, în spaţii largi, deschise, în zone comerciale şi cântă, joacă, dansează, se spun legende cu acompaniament muzical. În asemenea locuri se schimbă hainele de iarnă, groase, cu îmbrăcăminte de primăvară adecvate. În Turkestanul de Est spune prof. Abdulkerim Rahman - au loc reprezentaţii cu dansurile tigrului, leului, calului legendar. Turcii uzbeci, cărora în timpul bolşevismului şi sovietelor li s-a interzis sărbătoarea Nevruz au început a-l sărbători, pe ascuns sau la vedere, după 1960, dar după 1990, această sărbătoare a Nevruzului devine oficială, capătă însă o tentă religioasă. Ea se sărbătoreşte în Uzbekistan, în centre ca Samarkand, Fariş, Fergana, Taşkent, Urgut, în plină natură sau în locuri special amenajate. Sărbătoarea Nevruzului se umple cu lupte libere, trântă (gureş), cu jocuri populare (beşkarsak), cu mâncare specifică (sumelek), cu muzică de grup, corală (surnay kernay) cu scene comice. Sărbătoarea Nevruzului se desfăşoară într-o atmosferă veselă, de haz, de bucurie. La turcii Kazahstan, termenul folosit pentru Nevruz este Uli Kun, cuvânt întâlnit prima oară în Codexul Cumanicus, secolul alxiii-lea. Pentru Sărbătoarea Nevruzului se foloseşte sintagma Ulistin Ulu Kuni. Cercetătoarea americană Elisabeth E. Bacon în anii 1933-1934, într-o vizită de documentare în Kazahstan, a remarcat că în Zilele Nevruzului, oamenii au casele curate, aranjate, pluteşte o atmosferă de sărbătoare, oamenii se îmbracă curat, chiar au haine noi, iar pentru a alunga bolile şi a intra sănătoşi în Noul An ard vechiturile şi sar peste flăcările ca se înalţă din focul aprins. La popoarele turcice, se consideră că în 22 martie orele 3 dimineaţă, bătrânul cu păr alb, Hizir, înconjoară câmpia, de fapt stepa. Se spune că la această oră, dacă uitătura adică deochiul lui Hızır (Hızır ın Nazarı) cade pe gheaţă, topeşte gheaţa, dacă deochiul cade pe piatră, piatra se sfarmă. În 22 martie este zi de odihnă oficială. Turcii din Kazahstan încep Nevruz-ul cu urarea pentru ani lungi, sănătoşi, fericiţi (iaşın kutlı bolsın, Omır yaşın uzak bolsın, Ulis baktı bolsun). La turcii uiguri, se folosesc şapte tipuri de alimente şi se aşează masa de Nevruz, denumită Nevruz Koje, din care nu lipsesc carne uscată, sărată, cap de oaie, brânză, ceapă, grâu fiert, morcovi. După tradiţie, capul de oaie (koyun kellesi) şi carnea albă a gâtului de oaie (boyun ak sakalli) este consumată de capul familiei sau de un om de vază al comunităţii. Ceilalţi consumă produse lactate ( ak tan sut yiyecekleri ) produse din grâu, ovăz, orz, porumb, orez, secară ( kök iristan, tahil yiyecekleri), mâncăruri din carne roşie ( kızıl dan, etten ). Se curăţă mediul, locul fântânilor, izvoarelor, se pun mlădiţe, se plantează pomi. Se spun legende, poveşti, oamenii se îmbracă în costume tradiţionale, naţionale. continuare în pagina 15 urmare din pagina 14 În Estonia, simbolurile Nevruzului sunt: Grâul încolţit, Lumânările aprinse, Focul. Focul simbolizează chemarea la viaţă, renaşterea străbunilor, înălţarea către soare. În fiecare colţ al casei, se aprinde focul, sunt lumânări. Primăvara este simbolizată printr-o zeiţă îmbrăcată în roşu, culoarea vieţii. Sărbătoarea Nevruzului este un tezaur vechi de peste cinci milenii. În Asia Centrală şi la unele republici turcice ea are valoarea şi simbolul unei sărbători naţionale. În unele zone ale Asiei Mici ea începe cu un ritual religios: rugăciunea de dimineaţă, mersul la cimitir, pomenirea morţilor prin rugăciuni ca hrană spirituală. Se vizitează părinţii şi prietenii, se petrece cu mâncăruri, dans, muzică, jocuri. În această zi, curţile se mătură, toţi se adună în jurul crengilor şi a resturilor măturate. Acestora li se dă foc (obicei întâlnit şi la români) şi participanţii sar peste foc într-o atmosferă muzicală produsă de tobe şi clarinet. În această zi de sărbătoare a primăverii se desfăşoară trei tipuri de jocuri distractive: a) - rostirea de cântece, doine, poezii, cimilituri, vodeviluri; b) - dansuri populare, jocuri cu cămile; c) - întreceri hipice, întreceri hipice cu aruncarea de suliţe, lupte cu săbii, lupte libere. Sărbătoarea Nevruzului este tradiţională şi la Comunitatea turcă-tătară din Dobrogea. Tătarii folosesc pentru Nevruz, cuvântul Navrez, iar ca vestitor al primăverii e considerat ghiocelul, narcisa, zambila. Grupuri de 4-8 băieţi sau tineri cu un buchet de ghiocei şi alte Nevruz Bayramı SÃRBÃTOAREA NEVRUZ NEVRUZ GELENEĞİ Nevruz, bütün Türk dünyasında kutlanan, Türklerin Ergenekon dan çıkışı, baharın gelişini, tabiyatın uyanışını, yeniden var oluşu, dirilişi ifade eder. Aynı zamanda, Türk dünyasında kutlanan ve bundan sonrada kutlanacak olan bu Bayram, geçmişten geleceğe uzanan büyük Türk tarihi içersinde Türk ün örf, adet ve gelenekleriyle beslenmiş, daima Türk milletine birleştirici bir rol oynamıştır. Türk dünyasında, Ergenekon dan çıkışı simgileyen bu bayram günü, Sultan Nevruz, Navruz, Navrez gibi adlarla anılmaktadır. Tüm anlamıyla, Nevruz kelimesi, Yeni Gün demektedir. Bazı araştır-macılar, bazı tarihçiler ve edebiyatçılar, bu kelime, Farslan dan geldi diye kabul-lendiriyor. Nevruz geleneğini sadece Türkler değil, Farslar ve Araplar da kutlamaktadır. Celali takvimine göre ve Harzemşah Sultanı Cellaledin Melikşah ın hazırladığı takvime göre, Nevruz günü yılbaşıdır. Türkiye de milladi takvime göre, 1926 dan beri Mart ayı miladi yılbaşı olarak bilinmektedir. Takvimler diyorlar ki, bu yeni günde güneş Koç Burcuna girer. Bu gün milladi takvimde, 21 Mart, Rumi takvimde de ise 9 Mart tarihine rastlanmaktadır. Türkler de Nevruz günü, rivayetlerin en eskisi, en önemlisi Ergenekon dan çıkış efsanesi ve destanıdır. Düşmanlarına yenilen Türklerin Ergenekon adını verdikleri dağlık bir bölgeye sığınmışlar. Yüzyıllar sonra demir dağları eriterek güçlü ve kalabalık bir millet olarak tekrar eski bölgelerine dönmelerini ve imtikanı almalarını konu eder. Her 21 Mart ta tekrarlanan demir dövme merasiminin kökeninde, Türklerin Ergenekon dan çıkış kutlan-malarının bulunduğu yaygın kabul gören bir inanıştır. Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde, Nevruz hep coşkuyla kutlanmıştır. Dolayısıyla Divan edebiyatında Nevruzziyye, musikide Nevruz makamı, Nevruz coşkusu, Nevruz bayramı yansımıştır. Osmanlı saraylılar arasında Nevruzziyye adıyla insanları kuvvet versin diye macun (tatlı) dağıtılmıştı. Hatta Nevruzziyye pişkesi, bisküviside ürütülmüştür ve halka dağıtılır. flori de primăvară (toporaşi, viorele, brânduşe) umblă pe la case şi vestesc venirea primăverii, cântă totodată Cântecul primăverii (Navrez Cirri). Grupurile sunt însoţite de tobă şi trompete. Unul din tineri cu ramuri înflorite de corcoduşi, cireşi, caişi, agăţau unele cadouri primite (batiste, marama, batiste brodate) pe crengi de copac. Primeau fructe, rahat, bomboae, dulciuri, fructe uscate prin deshidratare şi le strângeau în coşuri. Au loc jocuri specifice: Kökpar, Kız Kuwuw, Altıbakan (salıncak), trântă (Kureş), Arkan tartış (halay çekme), adică hore. Apoi cântau Cântecul Nawrezului. D. Cantemir în Sistema religiei mahomedane spunea că: în ziua de Nevruz nu se fac nici un fel de rugăciuni bisericeşti, nici ceremonii religioase se practică obiceiul doar pentru a însemna începutul anului şcolar şi pentru adunarea şi prezentarea darurilor stăpânitorului. Căci în această zi toţi vizirii şi paşii şi toate căpeteniile (afară de principii muntean şi moldovean) sunt obligaţi să-i ducă în dar sultanului un cal de rasă bună, înfrumuseţat cu o podoabă scumpă, sau doi, trei şi chiar mai nulţi neîmpodobiţi. Ca turci, în ziua de Nevruz, se ciocnesc ouă vopsite în coajă de ceapă. Cojile aruncate pe jos semnifică simbolul lepădării de urât, de anotimpul rece, de privaţiuni al iernii, de greutate şi lipsuri. De unde zicala: Până ce coaja oului nu va cade primăvara nu va sosi. La creştini, această semnificaţie o au Sfintele Paşti când ouăle se vopsesc. Prof. univ. dr. Ibram Nuredin Meydanlarda şairler tarafından Nevruzziyyeler okunur, halk gece saatlere kadar eğlenir. Nevruz münasebetiyle insanlar güzel, temiz yeni elbiseler giyerler, mezar ziyaretleri yaparlar, dualar okurlar. Fakir fukaraya yardımcı olunur, hediyeler verilir. Temizleme manasına gelen ateş yakılır. Ateş ten atlanır. Bu günde gençler, sporcular güreş tutarlar. Adetler arasında, bu gün yumurta tokuşturmak olayı da vardır. BAYRAMINIZ MÜBAREK, HER GÜNÜNÜZ BİR BAŞKA NEVRUZ OLSUN. Kaynaklar - M. E. B. İslam Ansiklopedisi - M. Abdulhalık Çay, Ergenekon Bayramı Nevruz - Abdurrahman. Güzel, Milli Kültür, Milli Birlik - Bahaddin Ogel, Türk Mitolojisi - Diyanet Aylık Dergi, Mart 1977-1998. Azerbaycan da Nevruz üzerine bilgileri veren Prof. dr. Rahile Şükürova, Düyanet, Aylık Dergi Mart 2000.