SAYI 39 YAZ 2015 KENT & HAFIZA



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Hürriyet yazarı Gila Benmayor,bugünkü yazısını TURMEPA nın bir araştırmasından yola çıkarak kaleme almış.

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI

Erasmus programı ile gidilebilecek en iyi 10 şehir

Erçal Fındık Otomotiv San. Tic. A.Ş.

H+Bredgatan H+ BREDGATAN KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ. Erik Giudice Architects sunar. Helsingborg, İsveç

TÜRKİYE DE İŞ DÜNYASINDA ÇALIŞANLAR SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin


TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

POLONYA DA ERASMUS GDYNIA MARITIME UNIVERSITY 2018 BAHAR

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Başlangıç Meridyeni ve Greenwıch - İstanbul

EVİNİZ UZMAN ELLERDE YENİLENSİN

SAGALASSOS TA BİR GÜN

YAZ 2015 SAYI: 305. şehir tanıtımı

Yaz l Bas n n Gelece i

Çukurören Köyü-Çamlıdere (10 Mayıs 2009) Yazan ve fotoğraflayan: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Mimarlar Derneği 1927

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

KONYA-KARAMAN YAŞAM MEMNUNİYETİ DEĞERLENDİRMESİ

Akıllı ve Çevreci Hastane Yatırımları

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

Yakınlarda yapılan bir araştırma Koreli çocukların hayatlarının çok yoğun olduğunu ortaya koydu.

Şemsi Paşa Camii ve 'Osmanlı'yı Katletme' Liberalliği! Batuhan ÇOLAK.

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Sevgi evlerinde kalan kardeşlerimize konser düzenledik. Huzurevi ziyaretlerimiz ara sıra oluyor,gönül Köprüsü diye bir proje de yer alıyoruz.

YAŞAM ALANINIZ SİZE ÖZELDİR

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Doğayla Uyumlu Yaşamın Adresi:

Dış Paydaş Toplumsal Katkı Araştırması Anketi Sonuçları

Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat

DÖRT BİR YANINIZDA ŞEHRİN AYRICALIKLARI...

Latince de kesişme, bağlantı noktası anlamına gelen NEXUS kelimesi METSAN NEXUS da projenin dikkat çekici mimarisi, ulaşım kolaylığı, lüks yaşam

OSAGRUPYAPI OSALIFE. Mimarın Gözünden. Mimar Salih Zeki SALALI

Hipnoz durumu nedir? H İ P N O Z NE DEĞİLDİR? NEDİR? Uyku Uyanık bir durum. Bilinçsiz bir durum Rahatlama durumu. Aldanma Hayalinizde canlandırma

Mr. Cas x Urban Vintage Experiences

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

CİHANGİR DE SOYLULAŞTIRMA SÜRECİ MEKANSAL SAPTAMALAR : KENTSEL VE SOSYAL SERVİSLERİN ANALİZİ

Kent ve İnsan İlişkisi. Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Vatansever 22 Şubat 2013

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Herkese Bangkok tan merhabalar,

"Gerçek tasarımcı elinde firca ile doğar" iç mimar Anna Malyakina'yı tam anlamıyla tanımlayan bir ifade. Anna çizim yapmaya konuşmayı öğrenmeden

Size Meydan Ardıçlı Projesi ve Özyurtlar AŞ & Bahaş Holding Gelişim Ortaklığı hakkında detaylı bilgi sahibi olmanız için bu sunumu gönderiyorum.

Kente katbekat değer katan uzmanlık:

Tekfen Filar Mini Resim Yarışması Sonuçlandı 2013 / 2014 SAYI: 19. Haftanın Bazı Başlıkları

ÇEVREMİZ VE BİZ 1.park 2.büfe 3.okul 4.banka 5.otel 6.market 7.alışveriş merkezi 8.kafe 9.hastane 10.köprü 11.nehir 12.kafe 13.spor salonu 14.

Deniz Esemenli ile Üsküdar Turu 27 Ekim 2013, Pazar

Yapı Kredi Yayınları -???? Doğan Kardeş - 911

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN TÜRKİYE DEKİ GELİŞİMİ

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

SANAYİ KENTİNİN SORUNLARINA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI:

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

BEŞĐKTAŞ TEKNĐK GEZĐ RAPORU

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

Merhaba, (PSİART bilimsellik, gönüllülük ve sürdürebilirlik ücretsiz PSİART Eğitim Koordinatörlüğü

Stillistanbul. Sabiha gökçen Hava Limanı. Neomarin AVM. Pendik Marina. Divan Otel. Modern istanbul un Kalbindeyiz

.88N BORNOVA KÜÇÜK PARK K*N9

Neden Daha Fazla Satın Alalım?

ÇANKIRI-ILGAZ (19-20 Şubat 2011)

Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da

Konum bazlı servisler ve uygulamaların hayatımıza kattıkları

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

İşimizi aşımızı müşterimizi Sosyal Medyayla BÜYÜTÜYORUZ.

On Combatting Youth Unemployment in Accession Countries: Common Problems, Common Solutions

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Yaprak Özer İndeks İçerik İletişim Danışmanlık CEO. Öncelikleriniz iletişim stratejinizi de değiştirir

Bu çalışma sırasında bize yardımcı olan tercümanımız Habibe Biber e de ayrıca teşekkür ediyoruz.

12. Araştırmacılar Zirvesi nin açılış konuşmasını yapmak için beni davet etmenizden, bana bu fırsatı vermenizden dolayı sizlere teşekkür ederim.

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

Hasankeyf ve Dicle Vadisi Sempozyumu Sonuç Bildirgesi

KIRILL ISTOMIN in. renkli dünyası ve DEKO TASARIM

ŞEHİR HİÇ BU KADAR SİZİN OLMAMIŞTI...

STREET ART/SOKAK SANATI


ATBÖ Sürecinde Ölçme-Değerlendirmeye Hazırlık: ATBÖ Yaklaşımı Nasıl Bir Ölçme Değerlendirme Anlayışını Öngörüyor?

Kars Fethiye Camii önünde

Adım Adım Windows 2000 Server Kurulumu 11 Cuma, 08 Eylül :32 - Son Güncelleme Cumartesi, 12 Eylül :45

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Davetkar Atıf YAPI - HİZMET BİNASI - KAYSERİ

Müslüman kadın futbolcular Berlin'de buluştu ALMANYA...

DEĞİŞEN KENT MEKANI ALGISI: UZLAŞI VE ÇATIŞMA ZEMİNLERİ ÜZERİNDEN DERECELENMİŞ MEKAN KURGULARI

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Tur Danışmanımız: Ali Canip Olgunlu

Çevresini Algılayabilen Geleceğin Otobüs Durağı

KÜLTÜR VARLIKLARI, ANITSAL YAPILAR, SİTLER vb. ÇEVRE VE PEYZAJ TASARIMI

Iron Butt Reports - 09 July 2011

tepav Ocak2013 N TÜRKİYE DE YOLSUZLUK ALGISI ÜZERİNE NOTLAR DEĞERLENDİRMENOTU Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

Planlama Kademelenmesi II

parkresidencescadde.com

EN BEĞENİLENLER 70 CAPITAL 12 / _071_072_CP_12.indd 2 11/26/16 6:44 PM

Fotoğraf Sevdalısı Bir Doktor:

Transkript:

SAYI 39 YAZ 2015 KENT & HAFIZA

2

İÇİNDEKİLER KULE 39 KOÇ ÜNİVERSİTESİ ADINA SAHİBİ Prof. Dr. Umran İnan YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayça Yürük YAYIN KURULU Ahu Parlar, Arzum Kopşa, Bilgen Bilgin, Ebru Tan, Emre Alkan, Lemi Baruh, Metin Sezgin, Nazmi Ağıl, Özden Gür Ali, Sanem Yükselsoy Tekcan, Şevket Ruacan, Kerem Görkem Orhan, Zeynep Başak, Zeynep Derya Tarman, Elif Yılmaz EDİTÖR Leyla Demirbağ Atay GÖRSEL YÖNETMEN Zehra Ulutaş KATKIDA BULUNANLAR Elif Kutlu, Levent Pakdamar, Çağla Güneşler, Aykut Karadere, Leyla Yazıcı YAPIM Demirbağ Yayın ve Tasarım İBA Blokları 42/6 Barbaros Bulvarı, Balmumcu / İstanbul Tel: 0212 347 47 80 www.demirbag.com.tr info@demirbag.net 02 03 04 06 12 REKTÖRÜMÜZÜN MESAJI ÖĞRENCİ KONSEYİ BAŞKANI NIN MESAJI DOSYA - KENT VE HAFIZA DOSYA - MODERNİTE VE KENTİN BELLEĞİ DOSYA - KOKULAR VE SESLERLE GEÇMİŞE UZANMAK 15 20 23 34 DOSYA - SES YÜRÜYÜŞLERİNDEN KENTİN İHTİYAÇLARINA DOSYA - KENT YAPIM KAMPÜSTEN NOTLAR KOÇ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI OFSET HAZIRLIK VE BASKI Gezegen Tanıtım Sertifika No: 12002 100. Yıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi 2. Cadde No: 202/A Bağcılar İstanbul Tel: 0212 325 71 25 KOÇ ÜNİVERSİTESİ Rumelifeneri Yolu 34450 Sarıyer İstanbul Tel: 0212 338 1000 www.ku.edu.tr kule@ku.edu.tr

REKTÖRÜN MESAJI Merhaba... Dünyanın en olağanüstü kentlerinden birinde yaşıyoruz; hangi köşesine baksak başka bir güzellikle karşılaşıyoruz. Üstelik gördüğümüz güzellikler yalnızca o ana ait değil; yüzlerce yılın birikimi, hem fiziksel olarak kentin her yerine sinmiş hem de bu birikim kent sakinlerinin hafızalarına işlemiş durumda. Baktığımız şeyin ötesini görebilmek, insana büyük mutluluk veren ama aynı zamanda da sorumluluk yükleyen bir ayrıcalıktır. Ne var ki, baş döndürücü bir kentleşme sürecinin tam ortasındayız; bir yandan modern bir kentin gereksinimlerini karşılamaya yönelik müdahaleler yapılırken bir yandan da kimi zaman geçmişle olan bağlarımıza zarar veren uygulamalarla karşılaşabiliyoruz. Giderek betonlaşan bir çevre geçmişe ve geleceğe nasıl etki edecek? Zorunlu gereksinimlerimizi karşılamak için neleri feda edebiliriz? Bir kentin daha yaşanabilir olduğu neye göre belirlenir? Bu soruları çoğaltmak mümkün elbette. Biz de bu nedenle Kule nin yeni sayısında kent ve hafıza ilişkisini ele aldık; sorularımıza yanıtlar bulmaya, yeni sorular üretmeye çalıştık. İdeal bir kent yaratma fikri, neredeyse her çağda insanlığın en büyük arzusu oldu. Modernleşme ile birlikte artan bu arzu, canlı bir organizma olarak kentin belleğinin bulunduğu gerçeğini göz ardı edebiliyor. Kimi zaman gereklilikten doğan, ancak çoğu zaman travmalar yaratan dönüşümler, kültürel mirasa sahip çıkmadığından kenti, kendi geçmişinden koparıp uzaklaştırıyor. Tarihin izlerini taşıyan her yapı, bu baş döndürücü sürecin içinde yenilenirken kentin hafızasının yok edildiği göz ardı edilebiliyor. Koç Üniversitesi olarak bir kenti inşa eden, kentin tarihini/belleğini oluşturan asıl etmenin o kentte yaşayanlar olduğunun bilincindeyiz. Bu nedenle öğrencilerimize rahat ve doğal bir araştırma ortamı sunarken kente sahip çıkma gerekliliğinin önemini unutmuyoruz. Öğrencilerimizin doğayla iç içe olmasını sağlarken onların kentle ilişkilerini güçlendirmeleri ve kültürel mirasın farkındalığıyla aydınlık bir geleceğe yürümeleri için çalışıyoruz. Bu amaçla hareket eden akademisyen kadromuzun üstün başarılarıyla da gururlanmaya devam ediyoruz. Son dönemde; Prof. Dr. Zeynep Aycan TÜBİTAK Bilim Ödülü ne layık görüldü. Prof. Dr. Özgür Barış Akan, Doç. Dr. Bahar Rumelili Sancak ve Doç. Dr. Fuat Balcı nın yanı sıra Eylül 2014 itibarıyla Koç Üniversitesi nde göreve başlayan Doç. Dr. Mehmet Kanbay, TÜBİTAK Teşvik Ödülü almaya hak kazandı. Ayrıca Yrd. Doç. Dr. Menderes Işkın a FABED Eser Tümen Üstün Başarı Ödülü; Doç. Dr. Fuat Balcı, Yrd. Doç. Dr. Tamer Önder, Yrd. Doç. Dr. Belgin Şan Akça, Yrd. Doç. Dr. Sinem Çöleri Ergen ve Yrd. Doç. Dr. Sedat Nizamoğlu na TÜBA GEBİP Ödülü; Doç. Dr. Emine Şule Yazıcı, Yrd. Doç. Dr. Alper Uzun, Yrd. Doç. Dr. Gabor Rudolph, Yrd. Doç. Dr. Rana Özbal, Yrd. Doç. Dr. Tilbe Göksun, Uzm. Dr. Müjdat Zeybel ve Ar. Gör. Özlem Yalçın a Bilim Akademisi BAGEP Ödülü verildi. Yrd. Doç. Dr. Tevfik Metin Sezgin ise Bilim Kahramanları Derneği nin 2014 Genç Bilim İnsan Ödülü ne layık görüldü. Bir eğitim yılını daha geride bırakırken geçmişin izlerini taşıyan kentlerde başarılarla dolu bir geleceğe sahip olmasını dilediğim öğrencilerimizin bir kısmını mezun ederek uğurluyoruz. Yetenekli ve başarılı pek çok gencin de önümüzdeki dönemde yine Koç Üniversitesi ni tercih edeceğine inanıyorum. Kentlerin aydınlığa ancak belleğini yitirmeden ulaşabileceğine olan inancımızla ve bir eğitim kurumu olarak üstlendiğimiz sorumlulukların ötesine geçerek gençleri geleceğe hazırlamaya durmadan devam edeceğimizi de belirtmek isterim. Hepinizi sevgiyle kucaklıyor ve hepinize başarılarla dolu bir gelecek diliyorum. Prof. Dr. Umran İnan Rektör 2

ÖĞRENCİ KONSEYİ Kenti kent yapan hafızasıdır Modernleşme hareketinin ve endüstriyel devrimlerin rüzgârıyla kapılarak; bunlarla beraber gelen çirkin yapılaşmanın kentin hafızasını silmesine izin vermek, bir insanın tüm geçmişini yok etmekle eşdeğer olacaktır! Kule bu sayısında, aslında günümüz sosyal olaylarını ve çevrelerini de çokça etkileyen, çevremizde fazlaca duymaya başladığımız ve gittikçe daha çok kulaklarımızı aşındıracakmış gibi duran bir kavram olan kentleşme konusuna değinmiş ve bu konuyu hafıza ile harmanlayarak güzel bir noktaya işaret etmiş. Dergideki yazıların genel olarak bu konuyla alakalı olacağını ilk duyduğumda istemsiz bir şekilde aklımda şu fikir belirdi: Acaba şu an oturduğum yer, bulunduğum nokta bundan yıllar yıllar öncesinde ne şekildeydi? Gündelik yaşamımızda sürekli gördüğümüz, görüp yadırgamadığımız, dikkat etmeden yanlarından geçip gittiğimiz binalar, yapılar, daha öncesinde ne şekillerde kullanılıyordu? Benim durduğum bu noktada daha önce kimler durmuştu? Sonrasında fark ettim ki, nasıl yaşadığım olaylar, anlar, anılar benim hafızamı oluşturuyor, bana nerede olduğumu hatırlatıyorsa; aslında bir kent kavramının içinde barındırdığı mimari, eserler, yapılar, caddeler, sokaklar ve meydanlar da onun hafızasını oluşturuyor ve o kente onun aslında ne olduğunu hatırlatıyordu. Çok da eskilere gitmeden, bu konuda birkaç örnek üzerine de düşünebiliriz. Güçlü bir sembol olması ve birçok şeyi aynı anda temsil etmesi hasebiyle Berlin Duvarı nı ele alalım örneğin. 13 Ağustos 1961 yılında yapımına başlanan 46 kilometrelik duvarın amacı sosyoekonomik sebeplere dayanıyordu. II. Dünya Savaşı ndan sonra iki farklı blok tarafından yönetime ayrılan Doğu Almanya ve Batı Almanya nın arasında oluşan farklar, insanları Batı Almanya ya göç etmeye itiyordu. Buna bir dur demek amacıyla inşa edilen Berlin Duvarı, daha sonra Schandmauer yani Utanç Duvarı olarak anılacaktı. Bu olaylardan yıllar sonra, bugün Berlin e gittiğiniz vakit, her ne kadar artık üzeri sanatçılar tarafından çizilen resimlerle donatılmış olsa da Berlin Duvarı nın yıkımından geriye kalan kısımları gördüğünüzde bütün o dönemle alakalı olaylar, yaşananlar, o dönemin şartları, o zamanlarda Berlin in nasıl göründüğü gibi imgeler ve düşünceler beyninize üşüşüyor, yani şehir tarihini size hatırlatıyor. Kentin hafızası dediğimiz gerçeklik tam olarak bu noktada devreye girmiş oluyor. Bu tarz örnekler bulmak için çok uzaklara gitmemize de gerek yok ayrıca. Daha önce de aynı noktada kilise yapıları bulunmasına karşın günümüzdeki halini alan Ayasofya, 532 yılında inşa edilmeye başlandı. Uzun süre patrik katedrali olarak kullanılan Ayasofya, İstanbul un fethi ile camiye daha sonra da müzeye dönüştürüldü. Şu an hâlâ müze olarak kullanılmakta olan Ayasofya bir bakışta bizi 1500 yıl öncesine kadar götürebilmekte, Bizans İmparatorluğundan Osmanlı ya oradan Türkiye Cumhuriyeti ne birçok değişimi ve gelişimi bizlere hatırlatıyor, kentin hafızasının bir parçası bizi yüzlerce yıl geriye götürebiliyor. İşbu sebeplerle kentleri canlı tutan, onları anlamlandıran, kentin kent olmasını sağlayan, tarihi ve kültürel dokusunu içlerimize işleyen, bu hafızalarını oluşturan eserler ve yapılardır. Bu demek değildir ki, kent dediğimiz kavram sabit kalmalı, değişime uğramamalı, bugün neyse yarın da öyle olmalı. Tam aksine kentler de yaşayan organizmalar gibi, bizler gibi günün şartlarına ayak uydurmalı, gelişmeli ve değişmelidir. Fakat bu durumda dikkat edilmesi gereken bir nokta şudur, Ulviye Dikmen in Kentin Hafızası adlı yazısında Şenol Erdoğan dan alıntıladığı gibi Baktığımızda şehirler üst üste yazılıp durmuş bir parşömene benzer. yani üzerine eklenerek, değişerek ilerlerler. Yine aynı yazıda alıntılanan Baudelaire in hafıza için kullandığı "palimpsest" terimi kentlerin hafızası için de geçerlidir çünkü şehirlerin yapıları da ne yazık ki üzerine yazdıkça silinen, değişen, orijinalini korumakta sıkıntı yaşanılan, tam anlamıyla palimpsest formdadır. İşte bu noktada önemli olan; şehrin ruhunu yansıtan, hafızasını oluşturan çekirdek değerleri silmemek, modernleşmek adına, endüstrileşmek adına ortaya çıkan kentleşme çılgınlığından bir an olsun sıyrılıp kentin hafızasına ve geçmişine ne yapıldığına bakmaktır. Bu sebeple Brezilya daki favela lar gibi, Türkiye de, bilhassa İstanbul da, oluşan gecekondulaşma problemleri ya da son zamanlarda sık sık gündeme gelen, adeta modernlik bunlara bağlıymışçasına, AVM leşme, her yere gökdelen dikme çılgınlığı gibi problemlerin çözülmesine yaklaşımlarda, kentlerin hafızaları ve bunların önemi de bir motivasyon kaynağı olmalı, göz önünde tutulmalıdır. Yazımın başında da belirttiğim gibi, kentleri kent yapan onların hafızalarıdır. Bu sebeple modernleşme hareketinin, endüstriyel devrimlerin rüzgârına kapılarak; bunlarla beraber gelen çirkin yapılaşmanın bahsettiğim hafızayı silmesine izin vermek; bir insanın tüm geçmişini yok etmekle eşdeğer olacaktır. Son olarak değinmek istediğim bir konu daha var. Yine bir eğitim yılının sonuna geldik ve yine mezuniyetin tatlı telaşı okulumuzu sarmaya başladı. Bu sene mezun olacak arkadaşlarımızın heyecanlarını gözlerinden okuyabilmek, üniversite hayatımın sonuna yavaş yavaş yaklaştığım bu zamanlarda, bana da çok farklı duygular hissettirmeye başladı. Bu nedenle, bu sene aramızdan ayrılacak arkadaşlarımıza seslenmek istiyorum: Okulumuza, sizlerden sonra gelen öğrencilere kazandırdığınız her şey için çok teşekkür ederim. Umarım, bundan sonraki yaşamınızda her şey gönlünüzce olur. Bir hayat boyu Koç lu olmanın ayrıcalığını yaşamanız ve yaşatabilmeniz dileğiyle! Kerem Görkem Orhan Öğrenci Konseyi Başkanı 3

4 Kent ve Hafıza

Kent ve Hafıza Sokak ve caddeleri, meydanları, simgeleri, kamu binalarının ve iş dünyası öğelerinin konumlanışı, mimarisi, tarihi yapıları, eğlence adresleri, yeşil alanları, sanatsal mekânları, kenar mahalleleri, üniversite kampüsleri, sanayi ve ticaret bölgeleri, denizle ilişkisi, ulaşım ağı, büyüme ekseni, doğma büyüme yerlileri, konargöçerleri, dinamizmi Bir kenti kent yapan unsurlar nelerdir? Sanayileşmenin hız kazandırdığı ivmeyle gelişen Batı tipi modern kentlerin bugününün başta çizilen çerçevedeki tanımla örtüştüğünü söylemek mümkün mü? Sanayileşmenin hızını aşarak baş döndürücü bir kentleşme sürecinden geçen azgelişmiş ülke örneklerindeki kentler birbirine benzer mi? Kentler yaşayan birer organizma olarak, toplumlara benzer ve onları aşan tarihleriyle barındırdıkları tüm sosyal gruplara, sınıfsal yapılara kendilerinden bir şeyler katarlar. Bu çerçeveden bakıldığında kolektif belleğimizde hangi kent nasıl yer etmiştir? Bilim çerçevesindeki bir tartışmada kent ve hafıza olgusu nasıl ele alınabilir? 5

Kent ve Hafıza Modernite ve kentin belleği Şehirler "dönüşüm" maskesiyle beton yığınlarına dönüştürülürken kentin belleğine kazınanların akıbeti ne oluyor? Şehrin en gizli noktalarında tarihin izlerini taşıyan arkeolojik bulgular bize ne ifade ediyor? Kentin hafızasını koruyabilmek için üzerimize düşeni yapıyor muyuz? Modernleşme arzusu kentin kimliğini yitirmesine mi yol açtı? Betonlaşma Türkiye yi dev bir şantiyeye dönüştürürken, kentin belleğine yapılan müdahaleler giderek daha da travmatikleşirken ve kentlere içkin tarihe dair kaygılarla birlikte soru işaretleri de artarken Psikoloji Bölümü nden Prof. Dr. Sami Gülgöz, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü nden Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Maner ve Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü nden Laleper Aytek ile kentin belleği üzerine sohbet ettik. 6

Kent ve Hafıza "Kentlerin dönüşüm sorunu sadece modernleşmeyle değil; modernleşmeden bağımsız gelişen bir vahşi kapitalizmle de ilgili." Şehrin hafızası nasıl siliniyor? Sohbet toplantısında öncelikle kent ve hafıza ilişkisinin nasıl kurulduğu sorgulanıyor. 20 yıldan uzun bir süredir fotoğrafçılık yapan Laleper Aytek, Çektiğim fotoğrafların çoğunlukla şehirlere odaklandığını fark ettim. Kent ve hafıza konusuyla ilişkilendirebileceğim en önemli çalışmam, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yapılan Palimpsest İstanbul isimli proje. Sarkis in Yenikapı kazılarındaki batıkların fotoğraflanması teklifiyle kazı alanına girerek projeye dahil oldum. Biraz okuyunca, geçmişte orada farklı bir hayat yaşandığını öğrendim. İstanbul da 10.000 yıl geriye giden bir tarih var: Beşer-onar santim kazıldıkça neolitik döneme kadar gidiliyor. Bu projeye, tekrar silinip yazılabilen parşömen anlamına gelen palimpsest adını verdik. Baudelaire de hafıza için bu kavramı kullanıyormuş. Hakikaten şehrin ve hafızalarımızın aslında böyle bir palimpsest olduğunu düşünüyorum. diyerek başlıyor sohbete. Şehirlerin içinde zamanla biriken ve/veya silinen bir şeyler olduğunu ancak şehir özelinde bakıldığında TOKİ tarafından yapılan sitelerin giderek artmasını şehrin Dubaileşmesi olarak adlandıran Aytek, Mikro ölçekte, Yenikapı da 10.000 yıl geriye gitmemizi sağlayan şey, birazcık zorunluluktan ve toplumsal baskıdan dolayı altı-yedi yıl boyunca yapılan bir metro istasyonu kazısı aracılığıyla ortaya çıkıyor. Sonra sponsor desteği kestiği için kazı durduruluyor. Milyon tane kemik vesaire çıktığı söyleniyor, incelemeye alınıyor; ama şu anda orası kapalı ve bir metro istasyonu. diyor. Fotoğraf çekimleri boyunca kazı alanının içiyle ve dışıyla bağlantı kurmaya çalıştığını ve bir sergisi de yapılan Palimpsest İstanbul adlı fotoğraf kitabının bu sayede oluştuğunu söyleyen Aytek kazı alanındaki deneyimlerini şöyle anlatıyor: Gezerken şunu düşündüm: Bu alan yine metro olarak kullanılmakla beraber, aslında üzeri camla kapatılıp açık hava müzesi olarak da kullanılıyor olabilirdi. Sanırım Yunanistan da böyle bir örnek mevcut. Burada da tüm yapının, kazıları, bulguları yerinde gösterecek şekilde sergilenmesi güzel olurdu. Ardından bulgularla ilgili tutumdan rahatsızlığını ise şöyle ifade ediyor: Sanırım metro istasyonunun duvarlarına birtakım süs babında bazı bulgular yerleştirilmiş; altında böyle bir şey olduğuna dair. Kim bilir daha neler vardı? Alana girdiğimde gördüğüm teknelerin üstü plastik gibiydi ve süngerimsi bir his veriyordu. Yüzyıllarca yerin altında durup havaya ve ışığa maruz kaldıktan sonra bütün özelliği gitmiş. Kazı esnasında bu kalıntıları kontrol etmeye ve 7

Kent ve Hafıza Laleper Aytek: Sulukule de yaşayanları Arnavutköy deki TOKİ lere yerleştirdiğiniz zaman onları bir anlamda öldürüyorsunuz. O insanların kültürü, eğlencesi, işi, aşı Her şeyleri o sokaktaydı. Sulukule nin yerine yapılan kafelerse bir soylulaştırma mekanizmasının şahikası gibi ve bomboş duruyor. korumaya çalışıyorlardı. diyor. Bu konuyla ilgili Arkeolog Cemal Pulak la, gemilerin belirli bir solüsyonda bir süre tutulduktan sonra sergilenebilir hale geldiği üzerine konuştuklarını söyleyen Sami Gülgöz çalışmaların yeterince titiz bir şekilde yapılmadığına dikkat çekiyor. Laleper Aytek de tekneler büyük olduğu için çalışmaların yapıldığı alanın yeterli olmadığını belirtiyor. Aytek in bahsettiği metro istasyonlarını yapan Prof. Dr. Nicholas Stampolidis i, Yenikapı kazılarının da o hale getirilmesi umuduyla Koç Üniversitesi ne konuşmacı olarak davet ederek metronun yapım sürecini ilk ağızdan dinlediklerini hatırlatan Çiğdem Maner şunları söylüyor: Atina da başka mekânlar da var. Mesela bir kazıda, MÖ 6. yüzyıla ait eski ya da ilk şehir suru bulunuyor. Daha sonra onu açık müze olarak bir bankaya entegre ediyorlar. İstanbul Arkeoloji Müzesi üzerinden, Yenikapı da çalışan mühendisleri dahi davet etmemize rağmen sonuç alamadık. Sonuçta arkeologlar istese bile arka planda farklı dinamikler yürüyor. Kentin belleğine sahip çıkılmıyor Sami Gülgöz bu tür kazıların daha çok kültürel bellek/miras olduğu farkındalığıyla yapılması ve sorumluluğunun ilgili kamu kurumlarınca üstlenilmesi gerektiğini belirterek Böyle bir durum herhangi bir şirketin fonlamasına bağlı kılınmamalı. Sadece devlet değil toplum olarak biz de bunun farkında değiliz. Hiç kimse konuyla ilgili duyarlı işler yapıp bunun peşinde koşmuyor. Mesela ben, bildiğim kadarıyla İstanbulluyum ama kendimi yeterince İstanbul a sahip çıkan biri olarak görmüyorum. Kaldı ki İstanbul un çok önemli bir kısmı İstanbullu değil, onların bu şehre sahip çıkması hiç beklenemez. diyen Sami Gülgöz, sorunun sponsor desteğiyle ilgili olmadığını, konuyla ilgili devletin inisiyatifi bulunduğunu ve devlet yapmak istediği şey hakkında karar verirken toplumun o karara karşı çıkmadığını vurguluyor. Geçmişle bağı koparmak Yenikapı ve Taksim Meydanı nı baz alarak şehrin topyekûn yok edildiğini söyleyen Sami Gülgöz Yenikapı ya sahip çıkmamak çok tuhaf ve çok rahatsız edici. Taksim Meydanı nda, İstanbul u eskisi gibi bulmak mümkün mü? Şişli-Harbiye civarındaki Ermeni Vakfı na ait eski evler de yıkılacakmış. Bu yıkımın nereye kadar devam edeceği hakkında hiçbir fikrim yok. diyerek Dubaileşme teriminin mevcut duruma uygun bir benzetme olduğunu belirtiyor. Çiğdem Maner ise Ben 80 lerde Alman Lisesi ne gidiyordum. Bugün bütün o kafelerin şarküterilerin ve dükkânların olduğu yere genelev ya da Çingene mahallesi olması sebebiyle gidemezdik. Şimdi dünyanın en pahalı yerleri haline geldi o sokaklar. 80 lerde Asmalımescit e girmek de imkânsızdı. O kadar değişti ki oralar; halk da çok değişti. Çok farklı bir desen oluşmaya başladı şehirde. diyor ve Sulukule ile ilgili şunları anlatıyor: Arnavutköy e gidip gelen birinin yaşadığı durum, Ekümenopolis filminde çok güzel anlatılıyor. Doku bozuluyor, düzgün bir 8

Kent ve Hafıza "Modern kıyafet, modern ev; hepimizi modernleştirecek." algısı yaratılsa da Türkiye de modernite sadece bir kabuk. mimari oluşmuyor, hiçbir kimliği olmayan kalitesiz evler yapılıyor. Bence farkındalığı artırmak için buna benzer filmler ve belgeseller yapılmalı. Maner, bu durumun sadece İstanbul için geçerli olmadığını Mardin örneğiyle açıklıyor: Mardin i 1998 den beri izliyorum. 2001 de ilk defa İstanbul dan Mardin e gidilmeye başlandı; şimdi zaten turlar düzenleniyor, moda oldu. O dönemde bütün hayat kalenin etrafındaydı. Bildiğiniz gibi Mardin bir tepe üzerinde kurulmuş bir kent ve taş evler teraslar şeklinde inşa edilmiş. Küçük bir alt şehri vardı, modern apartmanlardan oluşan; fakat 2000 lerin başlarında ölü bir bölgeydi orası. Son senelerde Yenişehir çok gelişti, onlarca apartman yapılmaya başlandı. Bugün Mardinliler Yenişehir de TOKİ lerde oturmayı tercih ediyor. Tepedeki eski taş evlerin çoğu otel haline getiriliyor. Yeni bir kent oluşmuş; gerçek eski kentteki hayatsa yok olmuş. Eskiden kaliteli bir kent hayatı varken, şimdilerde her şey ciddi bir ucuzlaşma, yozlaşma ve basitleşmeye doğru gidiyor. Küçük bir kent olmasına rağmen bunu Mardin de görebiliyorum; bu durum İstanbul da da böyle. Sami Gülgöz bu dönüşümle ilgili şunları söylüyor: Sadece Türkiye de değil dünyanın birçok bölgesinde birtakım turistik mekânlar oluşturup, daha otantik olanı korumaya çalışıp otel yaparak bir Disneyland yaratma çabası var. Buralarda yaşayan insanların hayat tarzları, kültürel dokusu ve hafızaları tamamen yok ediliyor. Araştırmalarımızda bellek ve insanların belirli şeyleri hatırlamaları üzerine çalışıyoruz. İnsanların kendi ailelerine ilişkin hatırladıklarını sorarak hatırlamaların neye göre değiştiğine bakıyoruz. Etraflarındaki fiziksel mekân değişiklikleri, kendilerinin başka bir yere gitmesi ya da fiziksel mekânlarını değiştirmeleri kişilerin olayları daha az hatırlamasına yol açıyor. Ve aslında biz yaşadığımız ortamları değiştirdiğimizde farkında olmadan kendimizden bir şeyler kaybediyoruz. Değişim mi, dönüşüm mü? Kentlerdeki dönüşüm örnekleri, sohbeti kentlerin modernleşmesinin Sami Gülgöz: Modernleşme dediğimiz şey artık bir rant, bir gelir kapısı. Oysa geçtiğimiz yüzyıla baktığımız zaman Sarıyer in çok güzel Rum evlerinin oluşturulması da bir modernleşmeydi; müthiş bir mimari özen söz konusuydu ve evler dönüştürülürken ilişkiler değişmiyordu. 9

Kent ve Hafıza Çiğdem Maner: Ankara, kısmen Alman mimarlar tarafından planlanmış bir şehir. Bugün İstanbul da yürümek imkânsız ama Ankara yürünebilir bir kent. Caddeler, geniş ve temiz. Cumhuriyetten sonra yapılan binalar teker teker planlanmış ve bugün çok iyi korunuyorlar. Oradaki insanlar da bu bilinçle yetişmişler. kimliksizleştirme politikalarıyla ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceği sorusuna yöneltiyor. Laleper Aytek, Şehri insanların ruhuyla örtüşmeyen bir yapıya büründürdükleri için durum bu dönemde daha çok gözümüzün önünde duruyor. diyerek Van deneyimini anlatıyor: Depremden sonra, Van da yaptığım bir fotoğraf çalışması için altı ay boyunca şehre gittim. Kurulan konteynır kentlerin içinde 500.000 kişi yaşıyordu. Van daki evler iki katlı ve bahçeliydi. Fakat şimdi dağların tepesine anıtsal TOKİ ler yapılıyor ve bu evler insanlara, onları borçlandırarak veriliyor. Çocukların oyun oynayabileceği bir alanları yok. Oysa depreme kadar herkesin birlikte yaşadığı bir sokak hayatı/ kültürü (tıpkı Sulukule deki soylulaştırma çalışmaları öncesinde olduğu gibi) vardı. İnsanları bundan koparıp kulelerin içine modernleşme ya da soylulaştırma adı altında yüksek binalara taşıdığınızda onları hayatlarından da kopartmış oluyorsunuz. Sami Gülgöz, bunu modernleşmenin sonucu olarak görmeyi doğru bulmadığını söyleyerek şunları ekliyor: Bu bir korelasyon. Eşzamanlı olmuş şeyler ama biri diğerini yarattı diye bir şey yok. Sorun sadece modernleşmeyle değil; modernleşmeden bağımsız gelişen bir vahşi kapitalizmle de ilgili. İlişkileri değiştirme, estetiği önemsememe, gittikçe daha fabrika çıkışlı işlerin peşinde koşma; bunlar modernleşmeyle birebir örtüşen şeyler olmak zorunda değil. Çünkü modernleşme, en azından benim kafamda, bir aydınlanmanın yaşanmasıdır; sanayileşmedir. Ama bu Başkent Ankara bir kimliğe sahip mi? Laleper Aytek: Diğer başkentlerle kıyasladığınızda bence Ankara nın hiçbir kimliği yok. Örneğin; Paris le karşılaştırıyorum ve Ankara nın farklı bir özelliği olduğunu düşünmüyorum. Çiğdem Maner: Bence Ankara kimliksiz bir kent değil; gelir düzeyi çok daha düşük olduğu için İstanbul dan farklı renkleri var diyelim. Ayrıca şimdiye kadar Cumhuriyet dönemi mimarinin gayet iyi korunduğu bir kent. Sami Gülgöz: Ankara, dönemin savaş koşullarında seçilmiş yapay bir başkent. Almanya nın Bonn şehriyle karşılaştırılabilir. Ankara ya ilk kez 70 li yılların başında gittim. O saate kadar gördüğüm en temiz ve en düzenli şehirdi. Trafik ışığının kullanıldığını ilk kez orada gördüm. Bir İstanbullu olarak yolu boş bulup karşıya geçmeye çalıştığımda Ankaralının biri beni ensemden tuttu ve Bak kırmızı yanıyor. dedi. Ankara nın belli bir yapısı vardı. Tamamen yapaydı ve iliştirilmiş olduğu için de muhtemelen insanların içine sinmemişti, yerleşmemişti ama bunu benimseyen insanlar vardı. O yapı korunamadı ve yaygınlaştırılamadı. 10

Kent ve Hafıza sanayileşme bütün evlerin tıpatıp aynı olması anlamına gelmez. Modernleşmenin Türkiye de bir kabuk olarak göründüğünü söyleyen Çiğdem Maner Modern kıyafet, modern ev; hepimizi modernleştirecek. sözünü hatırlatarak Dargeçit deneyimini anlatıyor: Ilısu Barajı nın olduğu bölgede kazılarda çalışıyordum. Dicle Nehri nin kıyısında olduğu için yıkılan köydeki insanlar evlerinden olmuştu. Yıkılan evlerin yerine ahırı bile olmayan, küçük küçük evler yapıldı. Oysa hepsinin en az 10 ar tane keçi ve koyunu vardı; ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Hayatlarında duş, banyo, tuvalet görmemiş insanlar birdenbire öyle bir eve giriyorlar. Bu, modernleştirme mi? Binaların yıkılıp yerine yenisinin inşa edilmesi tamamen bir gelir kaynağına dönüştü. Türkiye bir inşaat şantiyesi ve bu şantiyenin içinde var olmaya çalışıyoruz. Yaşam tarzlarımız bundan çok ciddi şekilde etkileniyor. Gündelik insan psikolojisine baktığınızda Türkiye de artık birbirinden uzaklaşan insanlar ve mekânlar var. Bonzai ye dur derken, uyuşturucunun toplumsal nedenini düşünmüyoruz. Bu kadın cinayetleri için de geçerli. Bunların tamamen insan dokusuyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Hayvanlar da bu durumdan etkileniyor. Esnaf olmayınca sokak hayvanlarını besleyecek kimse kalmıyor. diyen Sami Gülgöz, şöyle devam ediyor: Yani bu işin toplumsal dokuyu ve bizim yaşama tarzımızı bozan bir yanı var. Dolayısıyla kendi sorunlarını da beraberinde getiriyor. Türkiye deki hiçbir kentimiz artık eskisi gibi değil. Kendi kültürümüzle ilgili konulara özenmiyoruz ve hayatımızı garip bir yere sürüklüyoruz. "Gündelik insan psikolojisiyle bakıldığında Türkiye de artık birbirinden uzaklaşan insanlar ve mekânlar var." Öğretim üyelerimize 3. köprüyü de sorduk Çiğdem Maner: 3. köprünün yapılacağı bölge zaten imara açılmış. Her taraf yapılaşacak ve sonuçta bölgenin her yerinde siteler olacak. Sami Gülgöz: Sarıyer in her şeye rağmen kendini koruyan mahalle/köy havası var. Burada hâlâ tarım ve küçükbaş ağırlıklı olarak hayvancılık yapılan bölgeler mevcut. Sarıyer in meşhur ayva ağaçlarını ve ciddi oranda kestaneyi tamamen kaybedeceğiz. İlk başta çok kötü bir şey olarak görünmeyecek. Çünkü roka salata yetiştirerek kazanılan paranın kat kat fazlasına bir arsa satarak sahip olacaklar. Zekeriyaköy de de TOKİ büyük bir arazi aldı ve oraya inşaat yapıyor. İstanbul un kalan son dokularına ve köylerine de böylece veda ediyoruz. 11

Kent ve Hafıza Kokular ve seslerle geçmişe uzanmak Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nina Ergin, ses ve koku duyargaları üzerine yaptığı çalışmaların Osmanlı dan izler taşıyan kentin belleğiyle nasıl ilişkilendirileceğine dair sorularımızı yanıtladı. Algı antropolojisi alanına nasıl girdiniz? Bir çalışma için Osmanlı Vakfı na ait dokümanları okuyordum ve aralarında Kur an alıntılarının olduğu bir liste ile karşılaştım. Daha önce camilerde böyle bir okuma yapmamıştım ve ilk aklıma gelen bunun Osmanlılar için çok önemli olduğuydu. Sanat tarihçilerinin bu konuyu neden düşünmediklerini merak ettim. Sonrasında ise ses katmanlarının mimarideki yansımalarına baktım ve oradan algı antropolojisi isimli bir alan olduğunu öğrendim. Ardından koku duyargaları üzerinde çalışmaya başladım. Çalışmalarınızda Osmanlı mimarilerini inceliyorsunuz. Osmanlı daki mimariye yönelik hafıza anlayışı ile ilgili çalışmalarınız nasıl ilerliyor? Özelikle hafıza ve Osmanlı mimarisi üzerine yazmadım ama mimarinin, sosyal ve şehircilik yönlerini inceledim. Günümüzde Haseki, Gaziosmanpaşa, Hacıosman gibi küçük yerleşim birimlerinin bile Osmanlı ya ait isimler taşıması ve bu isimlerin nereden geldiğinin sorgulanmaması mimari ve hafıza açısından bir kopukluğun göstergesi. Mesela en önemli yerlerin neye göre adlandırıldığını bize anlatabilir misiniz? İstanbul Tarihi isimli bir ders veriyorum, o derste su yolları hakkında da konuşuyoruz. Öğrenciler, neden önemli diye soruyorlar ve bir bakıyoruz su ile ilgili mahalle adları; Kuruçeşme, Zincirlikuyu... Taksim, su dağıtım merkezi; Maslak, su terazisi anlamına geliyor. Peki, Osmanlı mimarisinin özellikleri bakımından hangi yapıları incelediniz? Ben özelikle hamamları inceledim, sonra imaretleri Artık cami ile türbelere bakıyorum. Ancak bunları ayırmak pek mantıklı değil, çünkü farklı eserler arasında ekonomik, sosyal, kültürel, kentsel bağlantılar var. Örneğin; hamamlar, külliyeler için gelir sağlamış. Duyusal antropoloji çalışmalarınızdan ve mimarinin sesle ilişkisinden bahsedebilir misiniz? Sanat tarihçileri ve mimari tarihçiler eserleri genellikle görsel anlamda inceliyorlar. Oysa bizim tecrübelerimiz, yaşadığımız algılarımız değil bunlar. Camiye girdiğinizde sadece görmüyorsunuz; vücudunu hissediyorsunuz, kokusunu alıyorsunuz, sesini duyuyorsunuz. Tabii bu Kur'an olabileceği gibi, elektrikli süpürge sesi de olabiliyor. Yani sadece görmüyoruz, buna dikkat çekmek istiyorum -ki mimarlık aslında beş duyuya hitap ediyor; tat duyusuna bile. Örneğin; kandilde camiye gidiyorsunuz, akide şekeri veya kandil simidi yiyorsunuz ve aklınızda böyle bir bağlantı kuruluyor. Osmanlı'ya ilginiz nerden geliyor? Ben sanat tarihçisi olarak başladım aslında, aynı zamanda tercümanlık bölümünde Türkçe ve İngilizce okuyordum. Türkçe ve sanat tarihini ilişkilendirmek istiyordum. 12

Kent ve Hafıza Temel çalışma konunuz olmasa da kentin hafızayla bağdaşmasına yönelik bulgularınız var mı? Aslında hafıza ve koku arasında çok güçlü bir bağ var. Çünkü koku, beynimizde limbik sistemde işleniyor ve limbik sistem eşzamanlı olarak hisleri yaratıyor. Mesela bir koku alıyorsunuz ve aniden anneannenizi düşünüyorsunuz. Kente dair çok belirli kokular da var. Mesela Eminönü nden geçtiğinizde aldığınız balık-ekmek ya da kahve kokusu çok güçlü bir duygu canlandırıyor ve hafızanızdakilerle bağlantı kurmanızı sağlıyor; bu, İstanbul'un kimliği için de çok önemli. Duyusal hafızamız için çok önemli olan bu mekânların yeterince korunabildiğini düşünüyor musunuz? Tarihi yarımada nispeten korunuyor, diğer yerler hakkında fikriniz var mı? Ben özellikle koku hakkında çalışıyordum ve bugünkü koku ile geçmişteki arasında oldukça fark var. Osmanlı döneminde özellikle camilerdeki kokuya çok özel bir özen gösterilirdi, şimdi artık bu yok. Nasıl bir özen? Buhur kullanımı ile. Müzelerde hâlâ var ama gelenek kaybolmuş durumda. Bu aslında bir dokunulmaz mirastır, yani paha biçilemez. Bu koku ortamı, bu mirasın bir parçasıdır ama hiç kimse bunu düşünmüyor, önemsemiyor. Artık camiler tütsülenmiyor; maalesef camiye girdiğinizde ayak kokusu alıyorsunuz. Aslında ibadethanelerin genel özelliği bu, mesela kiliselerde de buhur kullanılıyor Orada da kullanılıyor ama bu buhur çok farklı. Görme engelli biri kilise veya camiden geçerken ikisi arasındaki farkı hemen anlayabilir. Tabii artık bunlar yok? Kiliselerde devam ediyor. Her pazar ayininde tütsü kullanılıyor ve atmosfer korunuyor. Ne yazık ki, camilerde pek fazla yok. Peki, Osmanlı'da neden bırakılmış? Osmanlı İmparatorluğu nun çöküşünden sonra cami ve külliyeler, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne verildi, onlar da para olmadığı için buhura harcama yapmak istemediler. Osmanlı da her büyük camide buhurcu isimli özel bir çalışan vardı, sonradan bu kişiler de işe alınmamaya başladı. O döneme ait, yitirdiğimiz ve bugün farkında olmadığımız başka özellikler var mı? Genellikle külliyelerde, büyük bir istihdam vardı. Süleymaniye'de mesela yüzlerce kişi çalışıyordu ve şimdi sadece birkaç tane tamirci ve temizlikçi var. Bu külliyeler biraz kentsel dönüşüm projeleri gibiydi. Padişah Üsküdar'ı geliştirmek için Valide Sultan'a bir külliye yaptırdı ve istihdam sağlandı. Ardından oraya göç başladı. Bunun çok güçlü ekonomik ve kentsel boyutu vardı. Çalışmalarınızda yalnızca tarihe mi odaklanıyorsunuz, yoksa bugünle de ilişki kuruyor musunuz? Şu anda doktora öğrencim Pınar Çevikayak la bir proje yürütüyoruz. Bugünkü İstanbul'un seslerini kaydedip arşivliyor. Bir müze sergisi tasarlıyoruz, tabii ki tarihsel boyutları da var ama tam bir anı yakalama çalışması olacak. 2014, 2015 ve 2016 da İstanbul'un ses ortamına dair veriler elde edilecek. Bunlar bile birkaç yıl içinde kaybolabilir ve hafıza açısından çok önemli olabilir. Eskiden seyyar satıcılar çok daha fazlaydı, hâlâ poğaça, mısır satanlar var ama sayıları giderek azalıyor. Beyoğlu ve tarihi yarımadadakiler korunabiliyor sadece. Gittikçe kayboluyorlar; bu nedenle bir şekilde kaydedip arşivlemek gerekiyor. Hangi noktalarda kayıt yapılıyor? Aşağı yukarı elli yer kaydetmek istiyoruz. İstanbul çok büyük ve farklı yaşam stilleri var. Beyoğlu, tarihi yarımada, Levent, Sarıyer, boğaza yakın yerler Doç. Dr. Nina Ergin 13

Kent ve Hafıza "Koku ortamı, kültürel mirasın bir parçasıdır ama hiç kimse bunu düşünmüyor, önemsemiyor. " Sadece 2014, 2015 ve 2016 mı kaydedilecek? Evet, umarım bunu devam ettirebiliriz. İlgilenenler de ses kayıtlarını gönderebilsin diye verileri internet ortamında da paylaşmak istiyoruz. Akademinin bu arşivleme gibi gündelik verilerle ilgilenmesi eğlenceli görünüyor. Bu günümüzün bilim eğiliminden mi kaynaklanıyor? Aslında bu çalışmalar 70'lerde, Kanada'da başladı ve günümüzde giderek arttı. Kültürel miras anlayışımız değişiyor ve çalışmalar bu miras anlayışının bir parçası. Ancak keyifli bir konu olduğu için değil, bilimsel fayda sağladığı için yapılıyor; psikoloji, hukuk, ses mühendisliği ya da tarih çalışmalarında ses duyargalarından yararlanıyor. Mesela ornitologlar şehir içinde kuş seslerini takip edip veri sağlıyorlar. Sesi kaydedebiliyoruz ama koku, arşivi yapılabilen bir şey değil... Aslında yapılabiliyor... Almanya'da bir araştırmacı koku moleküllerini elektrikli süpürge gibi çekip sıvıya dönüştüren bir aygıt geliştirdi; kokuları bir tür enstalasyon gibi sunuyor. Bugünün kokularını sakladığımızda ileride bunlar da kültürel öğeler (şerbet, macun vs.) gibi yaşamın parçasından koparak sergi ve müzelere mi kalacak? Evet, çünkü sürekli bir geliştirme var. Gül suyunu koyabiliriz mesela; şimdi çok az kullanılıyor ama eski Osmanlı mutfağında gül suyu çok kullanılırdı. Bizim tatlarımız, isteklerimiz artık çok değişti. Modern Türkiye yle Osmanlı arasında sürekliliği olan durumları gözlemleyebiliyor musunuz? Tabii, mesela kolonya tutma geleneğini başka hiçbir ülkede bulamazsınız; bu Osmanlı dan gelen bir alışkanlık. Osmanlı'da çay veya kahvenin yanında mutlaka bir buhur olurdu. Topkapı Sarayı'na gidiyorsunuz mesela, kahve içtiğiniz porselenlerin aynısını görüyorsunuz, yanında fazladan buhur veya gül suyu oluyor; yemekten önce veya sonra bu kolonya tutma geleneği de devam ediyor. En başta yer adlarından bahsetmiştik, kent yaşamı açısından başka devamlılıklar var mı? Koku ile ilgili belki türbelerden bahsedebiliriz; camilerde değil, türbelerde ağır tatlı bir koku kullanılıyor. Bugün sevmiyoruz bu tür kokuları... Evet, hacı yağı mesela Genellikle hacı yağı deniliyor. Türbelerde bu hafıza korunuyor aslında. Kullandığımız parfümler, kolonyalar artık çok farklı koktukları için biz bu ağır kokuları sevmiyoruz. Osmanlı'da gelişmiş bir kültür değil aslında, peygamberin dönemine kadar götürülebilir. Zaten hadislerde, Sahih Buhari farklı koku malzemelerinden, peygamberin misk ağacı sevdiğinden, amber ve gül suyundan bahsediyor. Bu kokuları kullanarak ümmet için bir bağ kuruluyor. Türbeye, camiye giriyorsunuz, buhur nebi denilen kokuyu duyuyorsunuz ve peygamberin zamanıyla bir bağ kuruyorsunuz. Sadece Osmanlı camilerinde değil, bütün dünyadaki camilerde bu kokuların olması gerekiyor; çünkü hem diyakronik hem de senkronik bir bağ kuruluyor. Ezan gibi... Geçmişle bağ kurmak için koku ve sesin kullanımına ilişkin bu deneyim bugün hayatımızda yok; daha çok pazarlamaya yönelik her şey Tabii, özellikle Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra bu miras kayboluyor. Belki eski nesiller daha çok hatırlıyorlardır. Hayat değişiyor tabii. Bu alışkanlıkların unutturulması neye yol açıyor? Bu çok tehlikeli bir durum bence. Osmanlı yazısı gibi; Latin alfabesiyle ya da reformlarla geçmişle kurduğunuz bağ kopuyor. Bu kimliğe de zarar veriyor. Latin alfabesine geçmek daha iyi oldu ama aynı zamanda insanlar Arapça öğrenip bunu okuyabilmeliydi. Zaten birçok insan artık Osmanlıca öğrenmeye ilgi duyuyor; bunun için kurslar var. Artık insanlar kültürel mirasa ilgi duymaya başladılar. Dilin değişmesinde olduğu gibi kesintinin yarattığı başka değişiklikler var mı? Mesela hamam geleneği de aynı durumu yaşadı. Eskiden hamamların pis olduğu düşünülürdü ama şimdi hamamlara olan ilgi yeniden canlandırılıyor. Turistlere yönelik olarak Kılıç Ali Paşa Hamamı, Haseki Hamamı yeniden açılıyor. Birçok Türk kadın otel hamamlarına gidiyor, gelin hamamı yapılıyor ve bu şekilde gelenek devam ettiriliyor. 14

Kent ve Hafıza Ses yürüyüşlerinden kentin ihtiyaçlarına Koç Üniversitesi Kültür Sanat Etkinlikleri Koordinatörü Oğuz Öner le öğrenci, akademisyen ve çalışanların şehirden kopmamasını sağlamak için yaptıkları çalışmalar ve ses yürüyüşlerinin kente katkıları üzerine... Koç Üniversitesi nin Kültür Sanat Etkinlikleri Koordinatörü Oğuz Öner, İstanbul Teknik Üniversitesi nde Şehir ve Bölge Planlama dalında doktora yapıyor; kent, kültür ve ses üzerine çalışıyor. Yüksek lisansını Avrupa şehir kültürleri üzerine, European Urban Cultures programı aracılığıyla 4 farklı ülkede (İngiltere, Hollanda, Belçika, Finlandiya) yapmış. Derslerin tamamen deneyimleme üzerine olduğu bu programı tamamladıktan sonra Santralistanbul da ve Avrupa Kültür Başkenti kapsamında çalışmış. Oğuz Öner le kent ve hafıza kavramları üzerinden kadıköy_akustik projesi ve projenin kente sağlayacağı katkılarla ilgili sohbet ettik. 15

Kent ve Hafıza Üniversitelerin kampüs içine alınarak şehirlerden koparılması kentin dinamikleri açısından neyi amaçlar? Bu konuda farklı konseptler var. Mesela Bilgi Üniversitesi şehir üniversitesi konseptiyle kurulmuş; Kuştepe veya Alibeyköy kampüsleri kentin merkezine yakın ama çok da korunaklı yerinde değil. Dolayısıyla orada farklı kültürel katmanlar iç içe geçebiliyor ve ilginç dinamikler oluşabiliyor. Koç Üniversitesi ise tamamen kendi sınırları içinde. Rahat ve doğal ortamda araştırma yaparak bütün dünyaya yayılan büyük ve iddialı üniversitelerin çoğunluğunda bu konsept vardır. Her iki konseptin de artıları ve eksileri var. Doğal ortamda bulunmak bana göre bir motivasyon kaynağı. Bizim amacımız, özellikle kültür sanat alanında kentle yani merkezi alanla öğrenciyi yakınlaştırmak. Bunu sağlamak için belli projelerimiz var; öğrencileri kampüs dışındaki etkinliklere (müze, şehir turları, konser vs.) götürdüğümüz off-campus bunlardan biri. Deneyimi yaşatmak için çaba gösterdiğimizi söyleyebilirim. Yani bu kültür merkezinin amaçlarından biri bu mu? Evet, kulüplerle birlikte çalışarak öğrencileri mobilize ediyoruz. Kültür merkezinin bir hedefi de şehir merkezindekileri buraya getirmek. Öğrencinin, akademisyenin ya da çalışanın şehirden kopmaması da gerekiyor. Bu dengeyi sağlamaya çalışıyoruz. Örneğin, ulaşımı kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Üniversitelerin şehirden koparılmasına geri dönersek... Bu durumun politik bir nedeni olabilir mi? Açıkçası bunun üzerine hiç düşünmedim ve araştırmadım. Koç Üniversitesi nin İstiklal Caddesi nin tam ortasında da bir kampüsü var. Tabii ki burası daha büyük bir kampüs ama bazı etkinlikleri oraya da taşıyoruz. Dolayısıyla özellikle öyle bir amaç olduğu konusunda emin değilim Koç Üniversitesi özelinde. Ama diğer örneklerde geçerli olabilir. Kente dair araştırmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Ben belleğin mekânla ilişkisiyle ilgileniyorum. Kentin içindeki mekânların belli karakterleri, açılımları var. Günlük koşturmamız içinde bu mekânlar farklı hallerde bulunabiliyorlar. Özel- 16

Kent ve Hafıza "Liminality (aradalık), hepimizin içine işleyecek kadar özel bir kavram; tereddüt, Gitsem mi kalsam mı? düşüncesi bireysel ve dolayısıyla toplumsal psikolojiyi etkileyen bir durum." likle neoliberal sistemlerde gittikçe globalleşen, uluslararası finans veya kültür merkezi haline gelen, tarihsel anlamda çok güçlü olan İstanbul gibi merkezlerde kişisel psikolojiye de farklı yansımaları oluyor bu açılımın. Bunlardan biri aradalık kavramı; birçok anlamda aradalık. Henri Lefebvre, kentlerde illüzyon ile gerçeklik arasında bir aradalık olduğunu söyler. Güç ve yardıma muhtaç olma konuları arasındaki sıkışmışlık; gittikçe yükselen, güç mekanizması haline gelen kontrol araçları ve bunun zıttı olarak da belki daha açıklık; izin verme, izin verici alanların arasındaki sıkışmışlıktır bu. Lefebvre bu sıkışmışlığa liminal alan der. Liminality, hepimizin içine işleyecek kadar özel bir kavram; tereddüt, Gitsem mi kalsam mı? düşüncesi bireysel ve dolayısıyla toplumsal psikolojiyi etkileyen bir durum. Aynı şekilde antropolog Victor Turner da liminalitenin kişiye/mekâna etkisinden bahseder. Bütün bu aradalık hissiyle özdeşleşen arada mekânlardaki kentsel hafıza da farklı bir şekilde devreye giriyor. Ben bunun ses üzerinden analiziyle ilgileniyorum. Sitüasyonistlerin öne sürdüğü, mekân ve onun verdiği duygular üzerinden araştırma amacıyla yapılan oyunları kapsayan psikocoğrafya alanının içinde yer alıyor benim analizim. Her coğrafyanın psikolojik hatta psikanalitik bir yansıması var ve psikocoğrafya bu yansımaların yarattığı ses, koku, hissetme/ dokunma gibi duyularla ilgileniyor. Ben bu kapsamda Kadıköy meydanıyla ve psikocoğrafik veriler kapsamında sesle ilgileniyorum. Buraya ilişkin bir ses haritası çıkartıyoruz. İTÜ doktora programında bilimsel araştırma projeleri kapsamında değerlendirilen, kabul alan ve fonlanan kadıköy_akustik isimli projemiz, İTÜ ve Tasarım Atölyesi Kadıköy (TAK) iş birliğiyle ben ve Doç. Dr. Özlem Özçevik tarafından yürütülüyor. kadıköy_akustik projesinin amacı nedir? kadıköy_akustik, ses peyzajı ya da işitsel peyzajla ilgileniyor. Kadıköy ün özellikle meydan tarafında çok kaotik ve her an değişen bir ses örtüsü var. Belli rutinleri olsa da benim için araştırılmaya değer bu verileri toplamak için öncelikle proje kapsamında ses yürüyüşlerine başladım. Akustik ekolojinin öncülerinden Pierre Schaffer ses yürüyüşünü, mekânın işitsel peyzajını ve bileşenlerini tanımlamaya yönelik ampirik bir metot olarak tanımlar. Bu derinlemesine yapılan bir araştırma; peyzaj kendi ses örtüsünden ses de peyzajdan beslenir, birlikte mekânı/kenti dolayısıyla hafızayı oluştururlar. Türkiye de ve İstanbul da planlama çok etkili olmadığı için, gürültü ve ses politikaları ikinci planda kalsa da örneğin desibel yüksekliğinin kontrolü söz konusu. Bir de örneğin doğa sesini daha çok duyma arzusunu içeren işitsel öznel değerlendirme var. Katılımcı politika olmadığından bireyler kararları etkileyemiyor ancak politikadan etkileniyor, mağdur oluyor. İşte bu ikisi arasındaki boşlukla ilgileniyor ses yürüyüşü. Michael Southworth, teknolojik ilerlemenin şehir seslerini kargaşa ve patırtı eşiğine Oğuz Öner 17

Kent ve Hafıza "Ses yürüyüşleri kenti meditatif halde algılamayı ve olduğu gibi kabul etmeyi sağlıyor. Kaosu değiştiremiyorsunuz ama onu daha rahat kabul edebiliyorsunuz. Liminal alan hissinin negatif alan dürtüsüne sahip olmuyorsunuz." kadar her durak bir özellik taşıyor. Gözler kapalıyken belli yerlerde algıladıkları hislere ya da seslere dair sorular soruluyor. Kadıköy meydanı planlama açısından çok kaotik ve problematik. Kadıköy meydanına yönelik bir rehabilitasyon projesi de var şu anda. Onların yaptığı bu alanı tamamen yayalaştırmak, kenarlarını yeşillendirmek, otobüs duraklarını tamamen belli bir köşeye almak gibi çok interdisipliner olmayan, aslında basit bir plan. Şu anda TAK ile bir protokolümüz olduğu için bu iki çalışmanın iç içe girmesi muhtemel. Bu sayede ilk defa, ses verilerinin sadece teknik anlamda değil öznel algılama yöntemiyle alınan verilerin girdi sağladığı bir masterplan oluşabilir. getirdiği zamanımızda kentsel tasarımın yalnızca göze hitap etmesinin yeterli olmadığını söylüyor. Kentlerde çok fazla görsel estetik unsuru var ve sürekli buna yükleniliyor. İşitsel estetik ise geri planda kalıyor. Onların birbirini tamamlamaması planlamaya yansıyabiliyor. Southworth a göre ses yürüyüşleri, kamusal mekânın akustik boyutunun dikkate alınmasını sağlayarak mekânda yapılacak modifikasyonlara öngörüde bulunabilir. Proje dahilindeki ses yürüyüşleri nasıl gerçekleşiyor? Mekânın kullanıcısını açık çağrıyla topluyoruz ve gözleri kapalı bir şekilde bir saat boyunca yürütüyoruz. Çoğumuz bir mekânı, görme engelliler gibi pratik etme şansına sahip değiliz. Bu kendi başımıza yapamayacağımız kadar riskli bir deneyim. Rehberlerimiz mekânı okuma, bedeni rahatlatma ve karşıdakine güven verme konularında eğitim alıyorlar. Genelde de ilginç bir şekilde rehberlerimiz, meditasyon ve yoga alanlarından oluyorlar; yani yoga ve meditasyon ile kent planlaması alanını da birleştiriyoruz. Rehberler, katılımcıyı gözleri kapalı bir şekilde yavaşça gezdiriyorlar. Gözler kapandığında beyin belli bir zamandan sonra bilinçaltı seviyesine iniyor. Rehberin öncelikle güven duygusunu vermesi gerekiyor, sonra mekân farklı katmanlar üzerinden okunmaya başlanıyor. O katmanlar buradaki ses katmanları. Her katmanın, her sesin refere ettiği anlam, o kişi için farklı oluyor ve farklı duygular açığa çıkıyor. Bu aslında derinlemesine bir anket çalışması diyebilirim. Ses yürüyüşlerinde maksimum 7 rehber, 7 katılımcı bulunuyor. Bir saatlik yürüyüşler yapıyoruz. İlkini 15 Haziran 2014'te, diğerini de Tasarım Bienali kapsamında gerçekleştirdik. Baş rehberimiz Gonca Gümüşayak, önceden bu ses yürüyüşüne katılmış olduğundan bizim için çok önemli ve rehberlerimizin eğitimcisi. Ses yürüyüşlerini nerelerde yapıyorsunuz? Kadıköy den başlıyoruz; belli durma noktaları, soru duraklarımız var. Metro alanına Yürüyüşlere katılanlarla etkileşiminiz nasıl oluyor? Yürüyüşe katılanlara mekânın kullanımına ilişkin sorular soruyoruz. Sonra ses yürüyüşü sırasındaki sorular, bitimindeki değerlendirme soruları ile beklenti ve öneriler. Daha sonra da birlikte haritalandırma yapıyoruz. Çünkü bu veriler tek başına bizim için çok bir şey ifade etmiyor. Mekâna ilişkin ses kaynaklarından yola çıkarak bizim ürettiğimiz cami, kuş, trafik gibi ikonlar, bunun dışındaki sesler için de boş bir ikon var. Bu ikonlar tarihlendiriliyor. Hangi hafta, hangi durakta, ne duyulduysa boşluklara bu ikonlar ve algılanan his sticker ı yapıştırılıyor. Soruların yanıtları kayda alınıyor, haritalandırmada da dinletiliyor ve katılımcılar rehberler eşliğinde sorularla yönlendiriliyorlar. Bir de zihin haritası var. Soundwalk tan gelenler gözlerini kapatıp boş bir kağıda gezdikleri yerlere dair bir zihin haritasını çıkarıyor. Sonra gözlerini açıyor, haritada hangi duraklarda durduğunu, duyduğu 18